13 Şubat 2012 Pazartesi

CİN ve ŞEYTAN KÜLTÜ CİN VE ŞEYTANLARIN DİNİ KÖKLERİ

DİNLERDE ŞEYTAN VE CİNLERİN KÖKEN MİTOLOJİLERİ.

Sümer Şehirleri
Dinlerin de kökenleri Sümerlere belki de onlardan önceki kavimlere dayanmaktadır. Sümerlerin tanrıları kil tablet metinlerinde geçtiğine göre, göklerden dünyamıza gelmiş kolonici, sömürgeci kavimlerdir. İnsan vücudunda yaşarlar ama hayvan, bitki, taş, toprak her şeye geçebilen, istedikleri nesnenin şeklini alabilen, hem suda hem de karada yaşayabilen amfibik özelliklere sahiptirler. Hırslı, kavgacı, savaşçı ve yüksek teknolojiye sahiptirler. Hayal gücünü zorlayan üstün yetenekleri vardır. Tabiata, doğa olaylarına, taşa, toprağa hükmedebilirler.

Sümer destanlarına göre, kendilerine hizmet etmeleri için, biz insanlardan önce, kendilerinden “daha aşağı yeteneklere sahip” olan şeytan ve cin olarak bildiğimiz varlıkları da yaratmışlardır. Bu varlıklar bir sinek veya duman gibi kapıların arasından, anahtar deliklerinden geçebilmekte, istedikleri nesne veya canlının şeklini alabilmekte ve bizlere göre çok uzun yaşamaktadırlar. Ama yaratılış olarak bu tanrılardan aşağıdırlar.

Şekil 9- Sabilerden Yahudilere,
Masonlara geniş bir yelpazede 
gizli bir tanrı olan Bafomet
Bunların ilk yaratılışlarını Sümer tablet tercümelerinde Tanrıça İnanna’nın cehennemin tanrıçası olan kız kardeşi Ereşkigal’i ziyaret için yeraltı dünyasına indiğinde kız kardeşi tarafından öldürülüp cesedinin bir duvardaki çiviye asılması olayının anlatıldığı “İnanna’nın Yeraltına İnişi” efsanesinde görüyoruz. İnanna, cehennemden dönmeyince veziri (kadın kölesi) Ninşubur’un onun adına yeryüzündeki tanrılardan yardım istemesiyle başlayan olaylar dizisi bizlere bu varlıkları tanıtmaktadır.

İnanna’nın yardım istediği tanrılardan baş tanrı An (Anu), gök tanrısı Enlil tarafından göz ardı edilir. Ama yeryüzü, suların ve tohumların/döllerin tanrısı, yeryüzünde bitki ve hayvan yaşamını ve kıtaların şekillerini düzenleyen bilge Enki bu isteğe cevap verir. Tablet metni olayı şöyle anlatır;
“Kızıma ne oldu şimdi? Üzüldüm!
İnanna’ya ne oldu şimdi? Üzüldüm.
Bütün ülkelerin kraliçesi ne yaptı şimdi? Üzüldüm!
Göğün kutsal fahişesi ne yaptı şimdi? Üzüldüm!”

Dedikten sonra;
Şekil 10- Yunus Peygamber ölü diriltme ayini İran- Kil tablet resmi
“Çamur alıp iki cinsiyetsiz yaratık/ melek yaptı. Birine yaşam aşı, ötekine yaşam suyu verdi. Sonra emirler vermeye başladı.

Enki:
Gidin yeraltına hemen.
Sinek* gibi geçin kapılardan.
Yeraltı kraliçesinin odasına girin.
O ne söylerse,
Siz de onu söyleyin.
Size karşılık ne vereyim derse,
İnanna'yı isteyin!
-Çiviye asılı olan cesede ateş ışıklarının korkusunu salın, Üstüne altmış kez yaşam aşı, altmış (*1) kez yaşam suyu serpin.
Elbette İnanna canlanacaktır.”..

* Rahman Suresi 55:15. “Cini de ateşin dumansızından yarattı.”
*1(Altmış “60” baş tanrı An’ın sayısıdır ve “6” bu göksel kavmin sayısıdır. )

Şeytanlar kapıların arasından duman gibi seğirtip girerler ve tanrıçanın cesedini bulurlar. Enki’nin talimatını aynen yerine getirirler ve İnanna canlanır.

Ancak cehennemdeki cinler engel olmaya kalkarlar ve kendilerini de tanıtmaktan geri durmazlar
Tablet metni çıkışında ortamı şöyle anlatır;


Cüce ve Dev Cinler/Şeytanlar insan yerler
Yecüc- Mecüc kavramı;
“…İnanna yer altından çıktı,
Şeker kamışı gibi küçük cinler,
Dubban kamışı gibi büyük cinler, Çevresini sardılar.”
Cinler:
“Biz yemeyiz içmeyiz,
Karı çocuk bilmeyiz
Hediye istemeyiz,
Gökle yerde dolaşır,
Kimseye acımayız.”

Cehenneme giren çıkamaz. Çıkarsa yerine başkasını bırakmak zorundadır. İşte ahretteki bekçi cinler onu geri götürmek için etrafını sarmışlardır.
Cinler:
Şekil 12- Kil tablet

“Yeraltından kimse çıkamaz.
İnanna çıkmak isterse,
Yerine birini bırakmalı.
Biz yemeyiz içmeyiz,
Hediye istemeyiz,
Çiftleşmeden zevk almayız,
Çocukları öpmeyiz.
Ana, baba bilmeyiz, karı, çocuk bilmeyiz,
Gökte, yerde dolaşır, kimseye acımayız!”

Ancak tanrılar da kendi aralarında eşit değildirler. Her tanrı bir öncekinden yetenekli ve güçlüdür. Bazıları da Marduk gibiler hepsinden güçlüdür. Bunların kendi halkları tanrılarından daha da aşağı özelliklerde yaratılmışlardır. Baş tanrı hepsinin babası, eşi de hepsinin anasıdır.
Destanda olduğu gibi yeraltında görev yapanlara da onlardan olanlara da şeytan ve cin dendiğini görüyoruz.
İşte cin ve şeytanlara tapınma kültünün kaynağı gene en eski dinlerdir.

19.yy.ortalarında keşfedilen Sümer kil tabletlerindeki çivi yazılarından (cuneiform)  oluşan, eski Sümer, Babil ve Akad dillerindeki metinlerinin günümüz dillerine tercümeleri 20.yy’da büyük ölçüde tamamlanmıştır. İçinde yaşadığımız yüz yılın tarihçileri Mısır, Hint ve diğer eski kültürleri de bu bilgiler ışığında kıyasladıklarında medeniyetin gelişimi hakkında şu tespiti yapmışlardır.
Medeniyet yani şehirleşme tarzında yerleşimden madencilik, astronomi, astroloji ve ilk dinlerin doğuşundan bunların kayıtlara geçirilmesi için dil ve alfabe vb. yi içeren kültürel gelişme önce M.Ö.3200’lerde Sümer’de başlamıştır. Birinci hanedan döneminde M.Ö 2800’lerde Mısır’a, 2600’lerde Girit’e, bir koldan İndüs’e Hindistan’a geçmiştir. Çin’e 1600’lerde Şang uygarlığı döneminde varmıştır. Dr. Robert Heine- Geldern’e göre de Çin’den denizlere açılan Çang hanedanı döneminde de Pasifik adaları yoluyla önce Peru olmak üzere Orta Amerika’ya ulaştı.

ASURLULAR VE BABİLLİLERDE DİN, CİN/ŞEYTAN KÜLTÜ

Londra Kolej Üniversitesi (University College, London)Asur Bölümünde ders veren Prf.THEOPHILUS G. PINCHES, LL.D.’nin “THE RELIGION OF BABYLONIA AND ASSYRIA” ASUR VE BABİL’İN DİNİ” adlı eserinden Türkçeye tarafımdan çevirilmiştir.

Asur İmparatorluğu- M.Ö-* Koyu Yeşil-1800-1600* Gri 1244-1208* Açık yeşil 699-627 Üç dönem yaşadı.

Babillerin yaratılış efsaneleri Enuma Eliş’tir ve tanrıları Sümerlerin ki ile neredeyse aynıdır. Asurluların başta baş tanrıları Asur ve Sin olmak üzere birkaç tanrı farkları vardır.Mitleri, inançları neredeyse birdir.

Babil ve Asurluların çok tanrılı inanışları, Mezopotamya’daki Dicle ve Fırat nehirleri arasındaki vadilerde, tarihin şafağında Hıristiyan çağının başladığı veya bölge sakinlerinin Hıristiyanlık etkisine girinceye kadar geçen dönemlerde dile getirilmiştir. Tarihi dönemleri sıralamaya göre (chronological period) yaklaşık “5.000” yıl öncesine uzanmaktadır. Babil putperestliğine dayalı halkın inançları yeni çıkan bir dini kabul edebilecek kadar olgunlaştığından Yahudiliğin ortaya çıkmasıyla terk edilmiştir. Hıristiyanlığın çıkmasını takip eden dört yüz yıl içinde Nabu ve öteki tanrılara ibadet yavaş yavaş yerini bu dine bırakmıştır.

İnanç Sümer-Akad ve Asur-Babil gibi iki seçkin kavime ait bir inançtır. Dinin hangi ülkede başladığına dair kesin bir kayıt yoktur. İnanç yapılarını bizlerden çok önce olgunlaştırmış olan ve Semitik/Sami bir dil konuşmayan Sümer/Akad kavimlerinin dil yapıları, tarih içinde bozulmuş olmasına rağmen yapılan incelemelerde Çin diline kadar uzandığı tespit edilmiştir. Babil ve Asur kil tabletlerinden bize açıklanan yüzlerce tanrının adları arasında Berosus ve Damascius’un bahsettiği Nergal, Marduk ve Sin gibi tatmin edici birkaç adın dışındaki tanrı adları Semitik/ Sami olmayan bu dilden türetilmiştir.

Eşit eski tarihi dönemlerde gelişmiş Asur, Babil ve Mısır dinlerinin sahip oldukları belirli farklılıkları onların gelişmeleri ile ilişkilidir. Türdeş olan bölge kültüne sahip Sami olmayan Sümer/Akad nüfusu arasında karşılıklı etki-tepkiye dayalı kesintisiz süren bir gelişme mevcuttur.  Babil’in Sami olmayan dini yapıları erken dönemlerde öteki milletlerin dini düzenlerinden etkilenmiştir. Sonunda iki kültür arasındaki etkileşimde Sami olan Babiller ve Asurlar bunu inkâr etmemişlerdir.

Sami dininin ve dilinin gelişmesi bölgede Sami soyunun nüfusunun artmasına dayalı olarak artmış ve aynı dönemde Sümer/Akad dil yapısı da yavaş yavaş terk edilmiştir. Babil’in Sami dilinin resmi dil olarak kullanılmaya başlanıldığı dönemlere gelindiğinde Sami olmayan tanrı adlarının hala korunduğunu ve bazılarının yerlerini yeni Babil kültürüne ait adlara terk etmeye başladıklarını görüyoruz. Bunlara örnek olarak bazılarını verebilirim;

“Şamaş” (Güneş tanrısı) Kittu ve Mêşaru (adalet ve doğruluk) onun varisi Nabû ( Nebo, öğretmen, sahip) eşi Taşmetum (İşiten, dilekleri yerine getiren), “Addu” Adad veya Dadu, Rammanu, Ramimu veya Ragimu da yerini Rimmon ve Hadad’a (Yıldırım tanrısı) bırakmıştır. Bêl ve Bêltu (Sahibe- hanımefendi- tam mükemmellik) ve ötekileri de ast derecedekilerdir. Babil’de tanrılar ailesinin en başında yer alan Marduk, Sur’da yerini Asur’a M.Ö.2.000’lerde bırakmıştır.

Görünürde türdeş olan Sami olmayan Sümer/ Akad’lara ait yüzlerce tanrıdan oluşan tanrılar ailesinde tanrı adları içinde Sami Babil diline ait olanları pek azdır. Fakat iman taze bir eğilime girmiştir. Baş tanrılarla düzenlenmiş tanrılar ailesi arasında bir düşmanlık yoktur, baş tanrı, eşi çocukları ve ardından gelenleri, hizmetçileri ilkel unsurlarıyla aile içinde hatırı sayılır bir yerdedir fakat daha küçük olan tanrı ailelerinden tanrıların sayıları arttırılmış ve Marduk hepsinin başına kral edilmiştir.

a-Sümer/Akadlar ve Samiler
Asur ve Babillerin dinlerinin gelişmeleri tarih içinde erken Babil’in nüfusunun gelişmesiyle ortaya çıkan birleşmeye dayalıdır. Sümer/ Akad ırklarının Sami olmadıklarına veya “tek bir ırk” olmadıklarına dair şüphe yoktur, fakat ülkelerinin kökenleri(orijinleri) bilinmemesine rağmen kabul edilebilen en eski çağlardan yıllar ve bin yıllar, birçok yüzyıllar öncesine uzanmakta ve Türk veya Moğol ırklarıyla kesin ilişkileri vardır. Sami olmayan Sümer/ Akad putları ile dillerinin Sami Babil dilleriyle yer değiştirmesinin ve krallarının ülkeyi yönettikleri tarihin bilinmesi kesin değildir.

b-Resim İbadeti ve Kutsal Taşlar.

Babiller ve Asurlular arasında resimlere resme tapınma belirli değildir ve olanaksız görünmektedir, halkın genel eğilimi erken dönemlerde cansız nesnelere ve kutsal taşlara saygı gösterme şeklinde ibadetti.  Greklerde de “diopetres) meteor taşlarına işaretler yaparak tapınaklara koyarlardı. Aşındırılmış taşlar zamanla sınır boylarına Meteor taşlarını temsilen koruma amaçlı olarak konulurdu.
Sümer kavimlerinden bazılarında meteor taşlarından elde edilen demire “An-bar” denildiğine ve bu halkın demiri meteor taşlarından bildiğine tanık oluyoruz. Nirig adı veya Enu-rêstu (ninip) adları aynı gruba ait kelimelerdir ve bu iki tanrının adları “demir” anlamına gelir. Taşlarda yazılı olan ve çok iyi bilinen bir ilahide tanrı, dağlardan çıkan ve Mekke’de ve Kudüs’te tapınılan kutsal taşlar “zehir- diş”  (Yılan dişi) olarak tanımlanmıştır. Üzerlerinde oymacı alametleri olsa da Babil’in sınır taşlarında herhangi bir kutsallık yoktur. Babil tapınaklarında onlara tanrının şeklini barındırdıklarından ve “tanrının evi” olduğu için hediyeler sunulurdu ama küçük miktardaydı, eski Ahit’te de (Tevrat) geçtiği şekliyle yapılırdı.


ŞEYTANLAR; ŞEYTAN ÇIKARMA AYİNLERİ
Şekil 15- Yezid Tanrısı Yezdan/Tavus/ Şeytan/ Cin temsili resmi
Babil ve Asurlularda iyi- kötü ruhlar, tanrılar ve şeytanların olduklarına ve her yerde yaşadıklarına tamamıyla inanılmıştır. Var olduklarına doğaüstü özel nitelikleri bulunduğuna inanılan varlıklar arasındaki ayırımları ve onların tabiatlarını eski metinlerden öğreniyoruz.
Babilliler her durumda ruhların her yerde ve talihsizlik yaratarak, ağrı ve hastalık vererek insanlara saldırmaya hazır vaziyette olduklarını hayal ettiler. Bütün ruhlar elbette kötü değillerdi ve iyi özellikleri olanlara, örneğin kötü olup ta insanların yararına iyi tutum sergileyenlerine “bekleyen yalancılar” denilirdi.

a-Şeytanlar;
1-“Utukku”. Bunun, cennetin sahibi olan Anu’nun isteklerini yerine getirdiğine inanılırdı. Utukku adında ovalar, dağlar, deniz ve mezarlar vardır.
2-”Âlû”. Özünde, İştar tarafından Gılgamış’ın üstüne saldırtılan ve Enkidu tarafından öldürülen göksel boğa olmasına rağmen, fırtına şeytanı olarak hürmet gösterildi. Kendisini insanın üzerine yayardı onu yatağında bastırırdı ve göğsüne/memelerine saldırırdı.
3-“Edimmu”. Çoğunlukla ve yanlışlıkla “êkimmu” olarak okunurdu ve “ekemu- zapt eden, ele geçiren” olarak yorumlanırdı. Sıradan bir ruhtu ve “ölünün hayaleti” için bu kelime kullanılırdı. “Kötü Edimmu” görünüşte insanın orta kısmına saldıran olarak kabul edilirdi.
4-“Gallu”. Sümer dilinde “Galla” dan alınmış kelimedir ve “Mulla” ile ilişkilidir, “yıldız” anlamına gelen “Mula” ile bağı tespit edilememiştir. “Mula”, dilekleri veren gündüz de görünebilen yıldız anlamına gelen kelime olan .”Gala-Büyük, Ulu” ile ilişkisi yoktur. Her ne şekilde olursa olsun kelimenin anlamı “kötü ruh” veya “şeytan” a benzer görünmektedir ve Asur kralı Asurbanipal’in (“Aşşur-bani-apli) savaştığı Elam kralı Te- Umman’ın lakabında uygulanmıştır.
5-“Îlû Limnu”. “Kötü tanrı”, köken olarak Marduk’un kurtarılmasında etkisi olmadığı muhtemelen Tiyamat’ın çocuklarından birisidir.
6-“Rabisu”. Kurbanına pençe atarak saldırmak için hazır bekleyen ruh olarak kabul edildi.
7-“Labartu”. Sümercede “dimme” anlamına gelen dişi şeytandır. Bu türün, cennetin/göklerin tanrısı olan Anu’nun kızlarından olduğuna inanılan kötüleri de vardır.
8-“Labassu”. Sümerce “dimmea” dır. Kelimenin kökünden çıkarılan anlamına göre görünüşte “fırlatan ruh” tur.
9-“Ahhazu”. Sümerce “dimme-kur” (Cehennemin şeytanı) demektir. Görünüşte, kelimenin kök anlamına göre “zapt eden” olarak anılır.
Lilu ya da Lillit şeytanı
10-“Lilu”.Sümerce “Lila” kelimesinin Arapçaya “leyl-gece”, İbraniceye “layil” ve öteki semitik Arap dillerine “leyl” ve “lil”  olarak geçmiş halinden türediği kabul edilir ve “gece şeytanı- canavarı” olarak kabul edilmiştir. Sümercede  “lila” kelimesi “sis- duman” demektir.”Lilu” kelimesi eski Babil dilinde dişili “Lilîthu” dur. Hahamlara göre, İbraniceye “gece çocuklarını bekleyen güzel kadın” anlamına gelen ”lilith” olarak girmiştir. “Lilu” refakatçı, arkadaş, hizmetçi anlamlarına gelir.

12-“Sedu”.
Görünüşte boğa şekilli tanrılardır. Cömerttirler ve yıkıcı ve büyük güçleri vardır. İyi tarafından bakıldığında “Şedu” kötü saldırılara karşı koruyucu bir tanrıdır. Erek’te bulunan E-kura tapınağı bunun gibi tanrılarca korunmuştur. Bunlardan birisi de “İşum’dur”, şanlı ve fedakâr olduğu sanılır.


11-“Namratu”. Görünüşte “kader”  ruhudur bu yüzden büyük önemi vardır. Bel’İn sevgili oğlu olarak bu varlığa hürmet gösterilmiştir. Bel’in Ereşkigal/persefon veya “huş-bi-şaga” adlı eşinden olduğu sanılırdı. Kendisine verilen talimatlara göre insanın ve tanrıların da kaderleri üzerinde değişiklikler yapabilmekteydi.
Lamassu Şeytanı
13-“Lamassu”.Sümerce “Lama” dan gelir, Şedu ile benzer karakterdedir. Fakat, dev insan veya aslan başlı boğa olduğu düşünüldü. Özellikle Babillilerde kralların saraylarının kapılarının eşiklerinde koruma amaçlı olarak bulundurulurlardı. Erken Babil dönemlerinde “Lama” adı Babil tanrılar ailesinde en sevilen tanrı adıydı.

b-Şeytan Çıkarma Ayinleri;
Örnek Bir Büyü.

M.Ö. 2000’li yıllara uzanan çok sayıda yazılı belgelerde doğaüstü varlıklardan ve benzerlerinden bahsedilmiştir. Bu kitabelerden en mükemmel olanı,  semitik Babil dilinde çevirisi de olan M.Ö.2000’lerde Hammurabi’nin saltanatı sırasında yazılmış olan “iki dilli” mükemmel yazılı bir metindir. Bu belge, “Ovaların, dağların, denizin ve mezarlığın Utukku’su” şeklindeki ifadelerle  “Utukku” adlı kötü tanrıya atıf yapmaktadır. “Şedu” kötü,” Âlû” şanlı veya göksel/ ilahi boğa ve rüzgârı esirgemeyen kötü olarak geçmektedir.
Hatta kötü ağız, kötü dil, kötü yüz, kötü kulak, kötü dil, kötü dudak, kötü nefes, kötü göz (nazar) ifadeleriyle insan şeklini almış olanlarının yanında eziyet eden, acı veren “Asakku” (ateşin şeytanı –ateşten şeytan olduğu kabul edilir), “Namtaru” da (kader)  haşin, sert,  insana girdiğinde çıkmayan, terk etmeyen şeytanlardır.
Bunlar insana girdiklerinde türlü hastalıklara, vücut ağrı ve acılarına, içilen suyun nefes borusuna kaçması, yenilen yemeğin hastalık yapması gibi rahatsızlıklara neden olurlardı.

Ölüm ruhu dâhil öteki ruhlar “lilu- kocası olmayan” nun hizmetçisi, “karısı olmayan Lilu’nun”  sultanı ve adları kayıt edilmiş olsun olmasın tümü çıkarılabilir ruhlardı. Bu şeytanların çıkarılma yöntemleri böyle şeylere merak uyandırmaktadır.
Siyah ve beyaz eğrilmiş iplikler yan yana getirilerek düğümlenir ve hasta olanın yatağının örtüsü üstüne beyaz olanı, siyah olanı da sol eline verilir ve aşağıdaki sözler söylenirdi;

“Kötü Utukku, kötü âlû, kötü Edimmu, kötü Gallu, kötü tanrı, kötü Rabisu, labartu, labasu,  âhhazu, lilu, lilithu, lilitu’nun hizmetçisi, sihir, büyü, felaket, hile, dolap iyi olmayan hiçbir şeyin başı başına, eli eline, ayağı ayağına, değmesin ve sana yaklaşmasın! Cennetin ruhu sen çık, yerin ruhu sen çık!”

Halbuki bu sadece gerçek bir başlangıç töreniydi. Tanrı Asari-alim-nunna (Marduk), “Eridu’nun en büyük oğlundan” onu iki defa, yedi kere berrak temiz suyla yıkaması istenirdi ve ondan sonra kötü ruhun bedeni terk etmesi için yanında beklenirdi ve uğurlu bir Şedu ile uğurlu bir labartu bedende kalırdı. Kapının sağında ve solunda durulur, her nerede olursa olsun kötü tanrıların, ruhların ve şeytanların bir daha ona yaklaşmaması için kapının hızla kapanması ile söylenirdi. Ereşkigal ve İşum’un” Yerin ruhu çık, göğün ruhu çık” denilerek yapılan büyüsünden sonra aşağıdaki paragrafın okunmasına geçilirdi;

“Şeytan girmiş insan, lütuf edilen merhametle sağlığına kavuş bir bronz gibi parlak ol. Şamaş sana yaşam versin! Sulu çukurun ilk doğan oğlu Marduk seni arındırsın şanlı kılsın! Cennetin ruhu şeytan çık! Yerin ruhu şeytan çık! Kötü şeytanlar çıkın!”

Ayinler ve Dini Törenler!

Babilliler ve Asurluların, gördükleri iyiliklere teşekkür etmek ve ayinleri etkili olması için umulacağı gibi çok sayıda dini ayinleri ve törenleri vardı. Belki de en eski tören Kalde’nin Nuh’u olan Ut-napiştim’in zigguratın üstünde veya dağın zirvesinde kendisini tufandan kurtaran tanrısına gemiden çıktıktan sonra yaptığı ayindir. Patriğin tanımlamasına göre ayin kısaca şöyledir;

“Dört yöne rüzgârları gönderdim, adak şarabımı döktüm, dağın zirvesinde bir sunu yaptım;
Yedi ye yedi buhur vazolarını koydum,
Derin içlerine kamış, sedir ve kokulu ağaçlar döktüm(?)
Tanrılar kokusunu aldılar,
Tanrılar tatlı kokuyu aldılar,
Tanrılar adak adayanın üstüne sinekler gibi toplandılar!”
Büyük atalarının izlerinde yürüyen Babilliler ve Asurlular en dindar ırktı. Başarıya ulaştıkları her işten sonra tanrılarını adaklarıyla sık sık onurlandırıyorlardı. Tanrıları karşısında ibadet etmek, onlara yakarmak ve kendilerini aşağılamak onlar için zevkli bir görevdi;
“ Tanrılara ibadet zamanı gönlüme hoşluk verir,
İştar’a sunuların vakti kazanç ve zenginliktir.”
Bilge Ludlul’un söylediği şarkıya ülkesinin bütün insanları aynı düşünce ile katılırdı…

MISIR MİTOLOJİSİNDE ASIL YARATILIŞ MİTİ


“”Başlangıçta, Mısır toprağı yokken her yerde karanlık vardı ve “NUN-engin” adıyla çağrılan geniş sulardan başka hiçbir şey yoktu.Nun’un gücü,karanlıktan parlayan bir yumurta doğurdu bu “RE” idi.O her şeye gücü yeten ve her şekle girebilendi. Onun gücü ve sırları adında gizlidir;fakat diğer adını söylerse o söylediği hemen vücut bulur.

“Ben,şafakta Kefra,öğleyin Re,akşamın alacakaranlığında Tem’im” dedi..Ve,güneş doğdu,göğün öbür tarafına doğru ilk kez yola çıktı.Sonra ilk kez “ŞU-rüzgar” adını söyledi ve ilk rüzgar çıktı,”Tefnut -tüküren” adını söyledi ve ilk yağmur yağdı.Ardından “GEB” adını söyledi ve toprak-yeryüzü oldu;tanrıça “NUT” adını söyledi ve gökyüzü bir yay şeklinde yeryüzünün bir ucundan ayağına ve öbür eline kadar uzandı ve ;”Hapi” dedi,büyük Nil nehri Mısır boyunca aktı ve bereketli kıldı.(Yeryüzünü düzenleme ve canlıları yaratma)
Bundan sonra RE,yeryüzündeki bütün varlıkların adını söyledi ve onlar büyüdüler.En sonunda insanoğlunun adını söyledi ve Mısır toprağında erkek ve kadın oldu.(Çift yaratma)
Sonra RE insan şeklini aldı ve Mısır’a ilk firavun oldu, binlerce ve binlerce yıl ülkeyi boydan boya yönetti,insanlar, “RE’nin zamanında olan şeylerden “ iyi diye bahsettiklerinde” ürünü bol bol veriyordu.(Cennet yaşamı)

Ama,RE insan biçimindeyken zamanla yaşlandı.İnsanlar ondan korkmuyor,kurallarına uymuyorlardı.
Ona,”RE’ye bakın,kemikleri gümüş,teni altın,saçları lapis lazuli gibi.

Bunları duyunca RE çok kızdı,insanların onun kurallarına uyumsuzluğu içinde kötü şeyler yapmaları onu daha da kızdırıyordu.Böylece, kendi yarattığı tanrılar olan,Şu,Tefnut,Geb ve Nun’u da çağırarak bir araya topladı.Kısa sürede bütün tanrı ve tanrıçalar gizli bir yerde RE’ye katıldılar,fakat insanlar nelerin olup bittiğinden habersizdi,Re’nin emirlerine uyumsuzluk etmeye,onu aşağılamaya devam ediyorlardı.)

Amun Re
RE,tanrıları toplamadan önce NUN ile görüşmüş;Sen,beni yaratan,tanrıların en yaşlısı ve benim yarattığım tanrılar;
-“Gözümün bir bakışıyla yarattığım insanlara bakın.Bana karşı kaç tanesinin ne komplolar kurduğunu, hakkımda neler dediklerini görün ve onlara ne yapmam gerektiğini bana anlatın.Sizin öğütlerinizi işitinceye kadar insanlığı yok etmeyeceğim.”
Nun dedi ki;-“Oğlum Re,kendisini yaratandan daha güçlü olan,bütün yaratılmışların en güçlüsü olan,gözünü onların üstüne çevir ve kızın Sekmet görüntüsünde üstlerine yok edici bir felaket gönder.”
Re,cevapladı;
-“Şimdi bile üzerlerine korku düştüğü zaman çölün içine sürüler halinde dağılıyorlar ve sesimin korkusundan korku içinde dağlara saklanıyorlar.”
Bütün tanrı ve tanrıçalar alınları yere değinceye kadar RE’yi selamlamadan önce “-Sekmet biçiminde üzerlerine bakışını tekrar gönder” diye bağırdılar.

Böylece,Re’nin korkunç bakışından kızı Sekmet vücut buldu,tanrıçaların en vahşisi bir aslan gibi avlarının üstüne çullandı,en hoşuna giden kıyım ve keyfi de kandı.
Az sonra Re ülkenin bir ucundan öbür ucuna baktı ve Sekmet’in yaptıklarını gördü.Sonra,onu çağırarak;

-“Gel kızım, emirlerimi nasıl uyguladığını bana anlat!”
Sekmet, avlarını yırtan bir dişi aslanın korkunçluğu içinde cevapladı;
-“Kalbimin hoşlanması ile, insanlığa karşı gerçek olan öcümle, bana verdiğin hayatla yaptım.”
Sekmet, Mısır’ı boydan boya bir öteye, bir beriye öldüre öldüre giderken ayakları kırmızı ve Nil halen birçok gecedir kandan kıpkırmızı akıyordu
Biraz sonra Re yeryüzüne boydan boya bir daha baktı ve her ne kadar kendisine karşı isyan etmiş olsalar da kalbi zavallı insanlar için birazcık kıpırdadı.Lakin,hiçbir şey zalim Sekmet’i durduramıyordu hatta RE kendi kendisine –“artık şu katliamı kendiliğinden durdursa “ diye aklından geçirdiyse bile.Ve,RE,bunun gerçek bir kurnazlıkla olabileceğini gördü.

Böylece emrini verdi:”Fırtına gibi hızıyla, gölge gibi sessizliğiyle yeryüzünün üzerinde koşuşturan hızlı habercilerimi getir!”
Bunlar getirilince onlara –“Nil’in en vahşi aktığı kayaların ve ilk tufanın adaları arasına yapabildiğiniz kadar hızlı yükselerek gidin (Uzaya çıkış), Elefantin (Fil gibi şişman) adlı adaya gidin ,orada bulduğunuz kırmızı renkli topraktan çok miktarda getirin!”
Haberciler,hızla yola çıktılar ve kan renkli kırmızı toprakla,güneşi işaret eden parmak gibi taştan dikilitaşların dikildiği  Heliopolis’e geri döndüler.

Şehre geri döndüklerinde geceydi,fakat bütün gün Re’nin emretmesi ile Heliopolis’in kadınları bira mayalamışlardı.

Re,7000 testi biranın durduğu yere geldiğinde,diğer tanrılar da onun aklının insanları nasıl kurtardığını görmeye gelmişlerdi.-“Arpa birasını kırmızı Elefantin toprağı ile karıştır” dedi Re ve yapıldı,böylece,bira insanın kanı gibi kırmızı ay ışığında parladı.
Sekmet 
-“Şimdi,onu,güneş doğduğunda Sekmet’in insanları öldürmeyi uygun göreceği yere götürün” dedi Re.Ve henüz geceyken 7000 testi bira götürüldü ve tarlaların üzerine döküldü,toprak dokuz inç (25.cm kadar),bir insan elinin avucunun üç katı ölçüsünde derinliğe kadar,diğer adı “uyku yapıcı” olan kuvvetli  birayla kaplandı.
Sekmet’in öldürdüğü insanların kanlarını düşünerek dudaklarını yalayarak geldiği gün felaket de gelmişti.Toprağı sel almış,görünürde hiçbir canlı olmadığını gördü,fakat,kan renginde kırmızı birayı gördüğünde onu öldürdüğü insanların kanı sandı.
Zevkle güldü ve gülmesi,aç bir dişi aslanın gürlemesi gibiydi.Onun gerçekten kan olduğunu düşünerek içti,durdu ve serhoş oldu.Tekrar tekrar içti,zevkle kahkaha attı,ve biranın gücü beynini sardı ve artık öldüremiyordu.
Sonunda Re’nin beklediği yere geri döndü,o gün insan öldürmediği tek gündü.
Sonra Re “Huzur içinde ol tatlı şey” dedi.Ve adı Hathor (Hator-Hasor) olarak değişti ve tabiatı da arzunun gücü ve aşkın tatlılığına döndü.Bundan böyle Hator,aşkın verdiği güçle kadın ve erkeklerle çiftleşti.

Hathor/ Hasur
(Zamanla Aşur'a dönmüş olabilir.)
Bundan sonra,her yeni yıl kutlamasında rahibeler Elefantin’in kırmızı toprak renkli birasından onun şerefine içtiler.
Böylece insanlık kurtulmuştu ve Re her zaman olduğu gibi emirlerini vermeye devam etti.Fakat,terini yeni tanrılara bırakıp,sonsuza dek hükmedeceği cennete geri dönme vakti yaklaşıyordu.

İnsan şeklinde Mısır firavunu olarak yaşadığı için Re aklını kaybediyordu, yine de hükmetmeye devam etti,içindeki hiç kimsenin bilmediği gizli adında bulunan güce sahip olduğundan hiç kimse iktidarı ondan alamıyordu.

Hiç kimse ama hiç kimse onun adındaki gücü keşfedemiyordu,Re artık yeryüzünde hükmedemezdi ama sihirli bir şeyler olabilirdi.
Geb ve Nut’un çocukları vardı;Genç tanrıların iktidara gelmelerinden sonra olmuşlardı ve Nefsis ve Set,İsis veOsiris adlarındaydılar.

İsis- Sadık eş (kardeş) Sapık tanrılar!
Bunlardan İsis en akıllılarıydı;Ölmüş bütün soylulardan daha bilgili,bir milyon insandan daha akıllıydı.Yeryüzünde ve cennette her ne var ne yoksa hepsini biliyordu ama Re’nin sır adı hariç ve onların hepsini kurnazlıkla öğrenmeye koyulmuştu.

Artık Re,her gün daha da yaşlanıyordu.Mısır’ı boydan boya geçerken,her yaşlı adam gibi,çağların etkisiyle başını bir yandan bir yana salladı,çenesi titriyor,ağzından salyalar akıyordu.Ağzından düşen salyaları çamura dönüyordu ve İsis onu eline aldı hamur gibi yoğurdu.Sonra onu bir yılan şekline soktu ve ezelden ebede firavunların ve kraliçelerinin hükümdarlık işareti olan ilk kobrayı yarattı.


İsis,ilk kobrayı,Re’nin her gün geçtiği aşağı ve yukarı Mısır ülkelerinin yolu üzerine koydu.
Re geçerken kobra onu ısırdı ve otların arasında gözden kayboldu.Böylece onun zehri damarlarında aktı,bir süre, acıdan yeryüzünü boydan boya geçecek büyük bir imdat çığlığı atamadan kaldı.

Onu arayan tanrılar  “ne oldu,ne rahatsızlığın var” diye sorarak etrafını sardılar.Dudakları titredi,bütün uzuvları zangırdadı,zehir,Nil’in sularının Mısır’ın her yanına yayıldığı gibi vücudunda yayıldığından hiçbir söz söyleyemiyordu.
Sonunda konuşabildiği zaman Re,”Yardım edin benim yarattıklarım,her şeyi ben yarattım ama ne olduğunu bilmediğim bilemediğim bu şey bana zarar verdi.Daha önce asla  bilmediğim,hiçbir ağrının ona eş olamayacağı bir ağrı .Büyü ve bağın sihrine karşı,hiç kimsenin bilmediği bana güç veren sır adımı kimsenin bilmemesine karşı kim beni nasıl incitebilir?”

“Özenerek yarattığım iki ülkeden ,yarattığım dünyadan geçerken bir şey beni soktu.Su gibiydi ama su değildi,ateş gibi bir şeydi.Bütün uzuvlarım titrerken yandım,ürperdim.
Benden önce var olan büyü,sihir ustalığına sahip,iyileştirme gücü olan,aklı cennete uzanan bütün tanrıları çağırın.”
Bütün tanrılar geldiler ve onun başına gelen korkunç şey yüzünden ağlıyor ve ağıt yakıyorlardı.
Onlarla birlikte,soluyan ve solumayanların yaşamlarını geri veren, ölenleri dirilten sözleri bilen,sihrin şifacısı İsis de gelmişti.

Ne oldu ilahi babam,seni yılan mı soktu?Kendi yarattığın yaratıkların gene sana karşı baş mı kaldırdı?Onu benim işim olan sihirle dışarı çıkaracağım ve senin şöhretinin önünde yere indirip titreteceğim.

Her zamanki gibi iki Mısır’ımın toprağından geçiyordum” diye yanıtladı RE,”yaptığım her şeye yukarıdan bakmayı arzu  ediyordum Giderken görmediğim bir yılan tarafından ısırıldım,...bir yılan! Ama onu ben yaratmadım. Şimdi ateşler içindeymişçesine yanıyorum, damarlarım suyla doluymuşçasına dalgalanıyorum, ve insanların yaz sıcağında yüzlerinden boşalan ter gibi terler yüzümden aşağıya akıyor.”


Yatıştırıcı bir ses tonuyla,“”-Sır olan adını bana söyle” dedi İsis.”Söyle onu bana ilahi babam,onu benim harflerimle söyle ki seni tedavi edebileyim”.
Sonra Re,kendisi olan bir çok adları söyledi:”Ben cennetin ve yeryüzünün yapıcısıyım” dedi.”Ben dağların inşacısıyım.Ben bütün dünyanın boyunca akan suların kaynağıyım.Ben karanlık ve aydınlığım.Mısır’ın büyük nehrinin yaratıcısıyım.Ben göklerde yanan ateşin yakıcısıyım evet ben sabahleyin Kefrayım,öğleyin Re,akşamleyin mideyim.”
Ama İsis tek bir söz bile etmedi,zehir Re’nin damarlarında iyice yer etmişti.İsis,herkesin bildiği adlarını zaten biliyordu ve o ana kadar hala sır olan kalbinde sakladığı adını söylememişti.
Sonunda,-“saydığın adlarının arasında hangisine ihtiyacım olduğunu çok iyi biliyorsun. Hadi,sır adını bana söyle.Böylece zehir dışarı gelecek ve ağrın son bulacak!”

Zehir,en güçlü ateşin alevinden daha güçlü büyük bir yanma ile yakıyordu,ve sonunda Re bağırdı ;
-“Gücün adı,benim kalbimden İsis’in kalbine geç! Ama onu yapmadan önce,adı Horus olacak olan doğacak oğluna onu söyleyeceğine dair bana yemin et.Adın,onda kalacağına ve başka hiçbir tanrıya ve insana geçmeyeceğini de bir yeminle bağla!”

Büyük büyücü İsis yeminini etti ve Gücün Adı Re’nin kalbinden onun kalbine geçti.
Sonra,-“Bilgimin adıyla,zehir Re’nin vücudundan sonsuza dek  çık!”

Ra her cisme geçebilen bir şeytandı. Sonra "Kimya" kelimesi
 Latince "Alchemy" olarak yazılan bu kelimenin kökeni Arapça'da
"El Kem-i" şeklindedir. "El" resmin solunda olduğu gibi
insan eli şeklinde resmedilmiştir ve "Tanrı" demektir.
"Kem" ise Mısır ülkesinin adıdır. "İ"ise Elif harfidir ve
"sembol" biliminde karşılığı "Öküzbaşıdır". "El Kem-i" yani "Kimya"
sözü de "Mısır'ın Öküz başlı Tanrısı" veya "Kem"
aynı zamanda "büyü" demektir. Bu durumda da
"Büyünün Öküz başlı  Tanrısı" anlamına gelir.
Eski Mısır'da şehirler "KALELER" ile korunmazdı.
Çünkü tanrıları "büyü" ile şehirlerini korumaktadırlar.

Böylece ondan çıktı ve o huzur buldu. Ama, yeryüzünde hükmedemezdi artık.Yüksek cennetlerde yerini almak yerine kendi güneşinin benzerliğinde gök yüzünü geçiyor,geceleyin, çok tehlikeli pusuların,tuzakların olduğu Duat’ın 12 bölümünden Re’nin kayığı içinde her gün boydan boya Amenti’nin yer altı dünyasını geçiyor.
Bütün büyücülerin, rahiplerin bildiklerini bilen ölülerin ruhlarını alarak ve söylenmiş bütün sözleri bilerek Re,güven içinde geçiyor .
Re’nin kayığındaki yolculuğuna bir adam hazırlanmadan gitmemelidir, Mısırlılar,firavunların mezarlarının duvarlarına,ölüler kitabında yazılı olan bütün bilgileri bu yolculuğun bütün sahnelerini boyadılar,ölülerin oturduğu batının ötesindeki topraklara güven içinde varmak için çok az insanın okuyabileceği bir kopya mezarda gömülü bulundu””.

Kaynakça;
Wikipedia-The Egyptian Book of the Dead: The Book of Going Forth by Day, The First Authentic Presentation of the Complete "Papyrus of Ani", Introduction and commentary by Dr. Ogden Goelet, Translation by Preface by Carol Andrews, Featuring Integrated Text and Full Color Images, (Chronicle Books, San Francisco) c1994, Rev. ed. c1998. Contains: Map Key to the Papyrus, Commentary by Dr. Ogden Goelet, Selected Bibliography, and "Glossary of Terms and Concepts".
Eternal Egypt: Masterworks of Ancient Art from the British Museum, Edna Russmann.
The Egyptian Book of the Dead: (The Papyrus of Ani), (Dover Ed., New York), c1895, Dover ed., 1967. Egyptian Text Transliteration and Translation, Introduction, etc. by





Bu kitabın telif hakları ©/ adilyargic/adilyargicc/keykubat/Alaeddin Yavuz'a aittir. Copyright © of this article is belong to adilyargic/adilyargicc/keykubat/Alaeddin Yavuz.


KİTABI  SIRAYLA OKUMAK İÇİN TIKLA
1-2-3-4-5-6-7-8-9-10-11-12-13-14-15-16-17-18-19