ESKİ MISIR’DA RUH, CİN ŞEYTAN KÜLTÜ
ESKİ MISIRLILARDA RUH KAVRAMI
Eski Mısırlılar,insan ruhunun Ren,Ba,Ka,Akh,Sheut ve Ib olmak üzere altı parçadan oluşmaktaydı.Ruhun bu parçalarına ek olarak insan vücudu vardı.(“Ha” olarak adlandırılıyordu,çoğulu Haw’dı,yaklaşık olarak bedeni oluşturan parçaların toplamı anlamına geliyordu.Diğer ruhlar da “aakhu,khaibut-keybut ve khat- kat’tı.
a-IB-KALP
Mısırlıların ruhunun önemli bir parçası olarak düşünülen “İb”in diğer adı da “kalp”ti.”İb” in, hamile kalan annenin rahmine düşen çocuğu oluşturan bir damla kandan şekillendiğine inanılırdı.
Eski Mısırlılara göre ,kalp beyin değil,insanın ruhsal varlığının,düşüncenin, arzunun, niyetin koltuğuydu.Bu Mısır dilinde bir çok ifadelerle delillendirilmiş,”İb” sözü Awt-İb (mutluluk),kalbin genişliği,Xak(hak)-İb sözü (yabancılaşma-tuhaflaşma) özünde ruhun budanması veya tepesinin kesilmesi anlamına geliyordu. Mısır bilimci Wallis Budge, bunu AB olarak değerlendirmiştir.
Mısır dininde kalp ahretin anahtarıydı.Ruhun ahrette, sahipliğine karşı lehte ve aleyhte şahitlik edilmesi, yaşamını sürdürmesi olarak tasavvur edildi.Tanrılar tarafından kalbin tartılması töreninde kalbin Anubis tarafından sınanacağına inanıldı.
Eğer kalp,Maat’ın bir tüyünden daha ağırsa timsah,hipopotam başlı olarak tasvir edilen insan yiyici canavar Ammit tarafından yenecekti.
Türkçe’de “Allah kalbine göre versin-Allah niyetine göre versin”,Kalp kalbe karşıdır-Benzer ruh yapısına sahip olanların birbirlerine yakınlık duyması”,”Kalbi kötü-art niyetli”,”Kalben inanmak-içtenlikle inanmak”,”Kalbini çalmak-gönlünü kazanmak-aşık etmek”,”Kalbi kara-kötü niyetli” deyimleri gerek İslam inancı gerekse daha önceki inançlarımızın da Mısır kökenli olduğu anlamına gelmektedir.
Türkçe’de “Allah kalbine göre versin-Allah niyetine göre versin”,Kalp kalbe karşıdır-Benzer ruh yapısına sahip olanların birbirlerine yakınlık duyması”,”Kalbi kötü-art niyetli”,”Kalben inanmak-içtenlikle inanmak”,”Kalbini çalmak-gönlünü kazanmak-aşık etmek”,”Kalbi kara-kötü niyetli” deyimleri gerek İslam inancı gerekse daha önceki inançlarımızın da Mısır kökenli olduğu anlamına gelmektedir.
Mısır tanrısı Ra’nın dilediğini “iyi” dilediğini “kötü” yaratması,İslam’da da “Hayır ve şer Allah’tandır-İyilik ve kötülük Allah’tandır” şeklinde kendisini göstermektedir.Bu durumda, “isteği dışında yaratılmış varlık olan” insanın “iyi” veya “kötü” olması yaratılışında belirleniyordu. Bu yüzden de “Allah kalbini kötü yaratmış” deyimi de halk arasında yaygındır.Sonuç olarak kalbi “İnsanın yaratılışta tanımlanan yaratılış gayesi-niyeti” olarak tanımlarsak doğru bir tanım yapmış olacağız inancındayım.
b-SHEUT-GÖLGE
Mısır inancına göre her kişinin bir gölgesi daima vardır .Bir insanın gölgesiz veya bir gölgenin insansız olabileceği asla düşünülmemiş bu yüzden ,insanı temsil eden şeyleri gölgenin taşıdığına inanıldı.Bunun içindir ki bir tanrı veya insan heykelinin gölgesi, kendilerinin gölgesi olarak saygı gördü.Gölge,Anibus’un hizmetçisi,ölümün resmi gibi kabul edildiği gibi,siyah renkli küçük insan şeklinde tasvir edildi ve hürmet gösterildi.
c-REN (AD)
Mısırlılar,bir insana doğumunda verilen adının ruhun bir parçası olduğunu ve anıldıkça yaşamını sürdürdüğünü,bu yüzden insanların adlarını sürdürmek,korumak için çok sayıda işleri yaptıkları bir çok metinlerde geçmektedir.Örneğin, Nefesin Kitabının bir parçası Ölüler Kitabı kökenliydi ve adın yaşamını sürdürmeyi amaçlıyordu.Sihirli bir ip devamlı olarak adı çevrelemek ve korumak için kullanılırdı.Tersine olarak da Akeneton gibi devlet düşmanı kabul edilenlerinkiler ise adlarının tarihten silinmesi için gelişigüzel yapılırdı.
Bazen de lanetlenenin adına yapılan anıtlar ekonomik olsun diye,üzerine varisinin adları yazılarak ona verilerek yeni masraflar ve uğraşlardan kaçınılırdı.
Bir insanın konuşularak adını yaşatmak için çok sayıda yer ve çok sayıda daha büyük yapılar inşa edilirdi.”Ad”,hiyeroglif alfabesinde “öküz başı” şeklinde yazılırdı.
Arap alfabesinin ilk harfi olan “Elif” harfinin de harf köken biliminde “öküz başı” ile tasvir edilmesi dikkate değer.
Dilimzde,”Adını yaşatmak”,”Adın batsın-adın silinsin”,”Adı sanı anılmamak-kişiden bahsedilmemesi”,”Adı güzel kendi güzel-adının anlamı ile kişiliğinin uyuşması” anlamlarına gelen deyimlerin de kökenlerinin eski dinlere dayandığı anlamını çıkarabiliriz.
Mısırlılar ölüm sonrası hakkındaki inançlarını geniş olarak açıklamışlardır.İnsan vücudunun “Yaşama gücü veren KA” ya sahip olduğuna,ölüm noktasında bu gücün bedeni terk ettiğine inanıyorlardı.Tanrı Khnum çocukların bedenini çömlekçi çarkında şekillendirip annelerinin rahmine sokuyordu.Heket veya Meskhenet,doğumda canlı olmasını,nefes almasını sağlayan ruhun bir parçası olan herkesin “KA”sının yaratıcısıydı.Diğer dinlerde bu “ruh’a denk gelmekteydi. Hayattayken,Ka’nın yeme,içme ile beslendiğini,öldükten sonra da yiyecek sunuları ile besin tüketmeye devam ettiğine inanılırdı.Bu yüzden ölülere yiyecek sunarlardı. Mısır hiyeroglifinde göklere açılmış iki kol şeklinde yazılır. İkonografide KA, kralın ikinci imajı olarak resmedilmiştir.
Türkçe’de bunun karşılığı “can”dır.”Canın isterse”,”Canım çekti”, ”Can bedenden ayrılmadıkça”, derken canın yeme-içme özelliğini,asıl isteğin sahibinin bedeni değil can olduğunu,can çıkmadıkça ölümün olmayacağını, ”Önce Can sonra canan”, “Can cümleden azizdir”,”Canının istediğini yapmak”,”senin canın can da benimki patlıcan mı” ,”Canın çıksın”gibi deyimlerle de bedenin sahibi olan canın öne çıkarılarak,her şeyden önce geldiğini ve bencilliği,kendini öne çıkarmayı can bağlamında ortaya koymuş oluyoruz.
e-BA-RUH
BA-İnsanın Ruhu |
Çağdaş batı dinlerindeki ruha yakın anlamdadır.Ancak her şeyi bireyin şahsi fikirlerine ve kavramlarına özel tek şahsi kılıyordu.Cansız nesnelerin bile “BA”sı vardı.Eski krallık dönemlerinde BA “Sahiplerinin BA’sı” olarak anılıyordu.İnsan öldükten sonra BA onun görüntüsüydü,ölüm sonrası mezardan uçarak KA ile birleşen insan başlı kuş şeklinde resmedilmiştir.
Kefen metinlerinde BA’nın ölümden sonra bedene geri döndüğü,yiyip içtiği ve çiftleştiği yazılıdır.Louis Ekber’e göre ne Grek’te ne Yahudilikte ne de Hıristiyanlıkta böyle bir durum olmadığını,BA, kişinin parçası değil,kişi Ba’nın parçasıdır demiştir.Ölüler kitabında BA,Ra’nın güneş teolojisinin yansıması olarak her gece Osiris ile birleşen ceset biçiminde olmayarak ölünün yaşamına katılan meftanın varlığı olarak tasvir edilmiştir.
Her insan kendine has karaktere sahip bir de “ba”ya sahipti.Eğer KA istemezse BA bedene bağlı kalırdı.Mısır cenaze ayinleri “BA”nın serbest kalarak “KA”ile birlikte vücudu terk etmesi rahatça hareket ederek göklerde Akh olup yaşamaya devam etmelerini sağlamayı amaçlıyordu.
“BAU” kelimesi “BA”nın çoğulu olup özellikle tanrının namı,gücü ve etkinliğini ifade eden anlamlara gelmekteydi.”Tanrının BA’sı iş başında” denilirdi.(Borghout 1982).Bu bakımdan hükümdara “tanrının BA’sı” olarak saygı gösterilirdi.Her bir tanrının bir diğerinin.”BA” sı olduğuna inanılırdı.
Türkçe’de ruhun uçup gitmesini anlatan çok sayıda deyim vardır.”Canın çıkınca ruhun uçup gider.”,”Son nefeste ruhunu teslim etmek”,”Ruhu teslim etmek”,”Ruhum sıkıldı,”Ruhanilik”, ”Ruhçuluk”,Ruh çağırma”,”Ruhsal bunalım”, deyimleri tamamen Mısır inanışı ile alakalı deyimlerdir. İngilizce’de böylesi yok.
Ayrıca Türkçe’de “Ben”,Bana” kelimelerinin de sanki “insana bedenen değil de “ruhen” ruhani kişiliğine hitap etmeyi tercih eden bir anlayış nedeniyle “BA” dan kaynaklanmış gibi görünmektedir.Çünkü,”BA” özünde tek harftir ve “B” olarak yazılır.”B” harfi Grek dilinde “BETA”,İbranice “Bet-Bes”,Arapça’da “BA” olarak okunur.
İslam kültüründe büyük değeri olan “B” veya “BA” ﺏ:
Müslümanlar “BA” için;
1-Kuranda bulundu,
2-İlk sure Fatiha ve Kurandaki bütün surelerde bulundu,
3-Fatihanın bütün içeriğinde ve Besmelede bulundu,
4-Besmelenin bütün içeriği de “BA”nin içeriğinde bulundu” demektedirler.
İnsan da,tanrının parçası,ondan bir parça sayıldığından,tanrının da yeryüzünde temsilcisiydi.Türkçe’de “Ben” ve Bana” öznelerinin “BA’dan türediğine hiç şüphe yoktur.
f-AKH- (AK Okunur-Sihirli olarak var-etkili olan)-
Eski Mısır tarihi inançları boyunca ölü kavramları çok çeşitliydi.Akh düşünce ile birleştirildi ancak aklın hareketi değildi,tercihen yaşayan bir varlığın zekasıydı.Akh,ölüm sonrası da önemli role sahiptir.Khat’ın ölümünü takiben BA ve KA, AK’ı oluşturmak için birleşirler.AKH’ın yeniden canlanması sürekli sunulan adaklar ile özel cenaze töreni ile olabiliyordu.Ayin terimlerinde ;”SE AKH” AKH’a çevirmek yani ölüyü yaşayan AKH yapmak demekti.Bu da Ramses döneminde ölüyü hayalet gibi dolaştırmak mezarın düzenini bozmak olarak algılandı.Akh,yaşayan bir insana iyilik, kötülük suçluluk duygusu, hastalık,kabus gibi olayları şartlara bağlı olarak yaşatabilmekteydi.
Yazılı metinlerin mezarın ayin odasına bırakılması veya rahiplerin özel ayinleri ile yaşayan yakınlarının yardımlarıyla canlıların arasına bazı sorunları çözmek için çağırılabiliyorlardı ve görüşmelerde araya girme veya başka bir ölüyü veya tanrıyı çağırmayı yaşayan etkili biriyle yapmak daha iyiydi, hatta bu işin cezası da vardı.
Akh,ın ayrılması veya BA ile KA’nın birleşmesi ölümden sonra çok özel sunuların,etkili büyü yapmayı gerektiriyordu,aksi halde ayini düzenleyen ölebilirdi.Mısır cenaze edebiyatında mezar metinleri ve Ölüler Kitabında ikinci kez ölmeden “akh” olması için ayinlerle ölüye yardım etmeye niyetlenilirdi.
Bu tanımlamadan “Akh’ın “akıl” olmadığı,diriltildiğinde “hayalet” olarak tanımlayabileceğimiz bir şekle büründüğünden bahsedilmesi daha çok “hayalet” çağrışımı yapmaktadır.
Dinler hakkındaki birikimlerime göre,eski çağlarda dünyanın her yerinde eski Mısır inancının farklı ama onunla aynı paralellikte var olan bir din anlayışı yaygındı.Türkler de bunun dışında değillerdi ve blogumdaki Karahan yaratılış destanını okursanız Mısır Yaratılış Miti ile paralelliklerinin hiç de az olmadığını göreceksiniz.
Türkçede “akıl” kavramının temelinin “akh-ak” öğesinden kaynaklanmış olması gerekir. Çünkü insan, “aklı” olduğu sürece insanlığını muhafaza eder. Herhangi bir nedenle aklını yitirmiş insanın insani yönlerini sergilemesi mümkün değildir.
Türkçe’mizde akıllı, akılsız, aklını yitirmek, aklını kaybetmek (delirmek), aklını peynir ekmekle yemek (düşünmeden iş yapmak, ahmaklık etmek), akıl sahibi olmak gibi tanımlamalar,insanın kişiliğini oluşturan fizikötesi özelliğini ifade etmektedir.
İslâm inancında da, kişinin yaptıklarından sorumlu tutulabilmesi için “aklının yerinde” olması gerekir. Aklî melekeleri yerinde olmayan herhangi bir seviyede delirmiş insanların ahrette de sorumlu olmayacaklarına inanılır.
Hatta önceden akıllı iken sonradan aklını yitiren insanın, aklını yitirmeden önceki yaptıklarından sorumlu olacağına inanılır.
Yukarıdan beri ruhun öğeleri olarak sayılan kişinin;
Kalbi (yaratılışta tanımlanan yaratılış gayesi-niyeti),gölgesi (esrarı-metafizik özellik),adı, canı,ruhu bir araya geldiğinde kişiyi insan yapan saf,somut aklını oluşturmaktadır inancındayım.
İnsan , akıla dayalı fiilleri ile kişiliğini gösterir,kişiliğini belirler ve kendisi olur.Toplumda gördüğü saygı düzeyi de yaptıkları ve söyledikleri ile ölçüldüğüne göre akıl kişiliği de belirlemektedir.
Her insanın aklı olmasına rağmen her insanın olaylara bakışı ve onları yorumlayıp anlaması, ifade etmesi kendisine özeldir.Bu özellik de kitleleri peşinden sürükleyen önderlerden nefret edilen tiksinilen insan kişilikleri arasındaki farkı da belirlemektedir.
Bu yüzden ruhun parçaları olarak sayılan öğelerin tümünü “akıl” ve onun yoğurduğu “kişilik” ile yorumlamak mümkündür düşüncesindeyim.
Türkçemizde atalarımızın “akıl” dediği bu öğe günümüzde gelişerek “kişilik” ile tanımlanır hale gelmiştir.
Bu yüzden “Akh=kişilik” denilebilir.Buna insanın “varlığı” da diyebiliriz.
Tanımlamamda her ne kadar eksiğim,hatam varsa bana da herkese de “Allah akıl fikir versin ” diyorum.
Başka ne diyeyim.(!)
Keykubat/adilyargıç
Bu linkten Türkçe'ye çeviren;
MEKSİKA JİKARİLLA APAÇİLERİ
KÖKEN MASALI:
Yalnızca Hactcinler mevcuttu. Issız bir yerdi. Balık yoktu,canlı yaratık yoktu.Fakat bütün Hactcinler başından beri buradaydılar.
Her şeyin kendisinden yaratıldığı maddeye sahiptiler. Önce dünyayı yaptılar, yeraltıyla birlikte sonra gökyüzünü. Dünyayı canlı bir kadın biçiminde yaptılar ve ona “Anne” dediler.
Gökyüzünü erkek biçiminde yaptılar ve ona “Baba” dediler.
Erkeğin yüzü yere, kadının yüzü göğe dönüktü. Erkek babamız, kadın annemizdir.
(**Hactcinler, Apaçilerin Pueblo köylerinin maskeli tanrılarına tekabül eden varlıklarıdır, doğanın davranışlarını destekleyen güçlerin kişileştirilmiş halleridir. İçlerinden en güçlü olanı Kara Hactcin’dir **(Sanki“KARA HAN” gibi)
Kara Hactcin(Haktsin) çamurdan bir hayvan yaptı ve onunla konuştu.”Dört ayağının üstünde nasıl yürüyeceğini bana göster “ dedi ve o da yürüdü. Hactcin “çok iyi” dedi. Seni görebiliyorum fakat çok yalnızsın. Gövdenden başkalarının çıkmasını sağlayacağım. Dedi ve Sonra o tek gövdeden her türlü hayvan ortaya çıktı. Çünkü Kara Hactcin’in gücü vardı. Ne istese yapabilirdi. O zamanlar bütün hayvanlar konuşabiliyorlardı ve Jicarilla Apaçi dilini konuşuyorlardı.
Dünyanın yaratıcısı Kara Hactcin, elini kaldırdı ve avucuna bir damla yağmur düştü. Bunu toprakla karıştırıp çamur yaptı. Bu çamurdan kuş yaptı.”Bu kanatlarla nasıl uçacaksın bana göster dedi. Çamur kuş oldu ve uçtu.”Çok iyi dedi. Kara Hactcin, bununla dört ayaklı arasındaki fark hoşuma gitti. Fakat arkadaşlara gereksinimi var diye düşündü ve hayvanı aldı ve onu saat yönünde hızla çevirdi. Kuşun başı döndü ve başı dönen biri gibi birçok şekil gördü. Her türlü kuşu, kartallar,şahinler ve küçük kuşları gördü.Kendisine geldiğinde bu kuşların hepsi gerçekten oradaydılar.Kuşlar havayı severler,yükseklerde yaşarlar pek yere inmezler.Çünkü ilk kuşun yaratıldığı damla gökyüzünden düşmüştü.
Bütün kuşlar yaratıcıları olan Kara Hactciné gelerek “ne yiyeceklerini” sordular. Yaratıcı elini dört yana kaldırdı ve çok fazla gücü olduğu için her türlü tohum eline düştü. Onları dağıttı. Kuşlar tohumları yemeğe gittiklerinde ise hepsi böceklere ve solucanlara çekirgelere dönüştü ve her yere sıçrayıp kaçışmaya başladılar.
Kuşlar önce onları yakalayamadı. Hactcin onları kışkırtmak istiyordu.” Aaah evet, şu sinekleri, şu böcekler yakalamak zor ama siz yapabilirsiniz” diye onları gayretlendiriyordu. Onlarda etraflarındaki böceklerin, sineklerin,çekirgelerin peşlerine düştüler.Bu gün de bunu yapmalarının nedeni budur.
Bütün kuşlar ve hayvanlar Kara Hactcin’e gelerek arkadaş istediklerini söylediler. İnsan’ı istiyorlardı. Sen her zaman bizimle olmayacaksın dediler. O da “Galiba bu doğru. Belki de bir gün kimsenin beni göremeyeceği yere giderim.” Dedi.
Sonra hayvanlara, her yandan malzeme getirmelerini söyledi. Her türlü bitkiden tohum getirdiler, kırmızı boya,beyaz çamur,beyaz taş,kara kehribar,firuze,opal,denizkulağı ve değerli başka taşlar eklediler.
Bunları Kara Hactcin’in önüne koyunca, onlara çekilmelerini söyledi. Önce doğuya,sonra güneye,sonra batıya,en sonunda kuzeye döndü.
Çiçek tozlarından toprağa,aynı kendisine benzeyen bir şeklin dış hatlarını çizdi. Sonra değerli taşları,ve öteki nesneleri bu çizginin içine yerleştirdi ve onlar et ve kemik oldular.
Damarlar,firuze’den,kan,kırmızı boyadan,deri,mercandan,kemikler,beyaz kayadan,tırnaklar Meksika opalinden,gözbebekleri, karaklehribar’dan,gözlerin beyazları denizkulağından,kemik ilikleri beyaz çamurdan ve dişler, de opaldendi.
Kara bir bulut alarak ondan da saç yaptı. Yaşlandığınızda bu beyaz bir bulut olur.
Hactcin,bu şeklin içine rüzgar yolladı ve onu canlandırdı.Parmaklarınızın ucundaki yuvarlak çizgiler (parmakizleri), yaradılış anındaki bu rüzgarın yönünü gösterirler.
İnsan ölünce rüzgar ayak tabanlarından çıkıp onu terkeder.Ayak tabanlarındaki çizgiler içerdeki rüzgarın yolunu gösterir.
(* Doktorların ölünün ayak parmaklarına etiket asmaları,ilk önce sağ ayak baş parmağından soğumanın başlaması gibi konular olayın mantığını göstermeye yeterli.*)
İnsan yüz üstü,kolları yana açılmış yatıyordu.Kuşlar bakmaya çalıştılar,fakat Kara Hactcin izin vermedi.
Artık insan canlanıyordu. İnsan kollarına dayanarakkalkarken Hactcin çok heyecanlanan kuşlara “Bakmayın” dedi. Kuşların ve hayvanların çok bakmak istemelerinden dolayı bu gün insanlar çok meraklıdırlar.Sizin öykünün sonunu merak etmeniz gibi.
Hactcin insana “Otur” dedi. Ve ona konuşmayı, gülmeyi, bağırmayı, yürümeyi, koşmayı öğretti. Kuşlar onları görünce bir ötüş koyuverdiler. Şimdiki kuşlukzamanı yaptıkları gibi.
Hayvanlar insanın arkadaş gereksinimi olduğunu düşündüler.
Ve Kara Hactcin insanı uyuttu. İnsan gözleri kapandığında düş görmeye başladı.
Birinin bir kızın yanında oturduğunu gördü. Uyandığında yanında bir kadın oturuyordu. Onunla konuştu, o da konuştu. O güldü, o da güldü. Kalkalım” dedi, birlikte kalktılar, yürüyelim dedi ve ona ilk dört adımını attırdı. Sağ sol, sağ sol, koş” dedi ve birlikte koştular.
Kuşlar gene ötüşmeye başladılar, ikisinin hoş bir müziği oldu. Ve yalnızlık duymadılar.
Bütün bunlar dünyanın şimdi bizim bulunduğumuz yerinde olmadı. Aşağıda, toprağın rahminde oldu. Karanlıktı, o zaman ne güneş ne de ay vardı. Ak ve Kara Hactcin çantalarından küçük bir güneş ve küçük bir ay çıkardılar. Onları büyüttüler ve gökyüzüne gönderdiler.
Işıklar saçarak biri güneye diğeri de kuzeye gittiler. Bu, kuşlar, hayvanlar ve insanlar arasında büyük heyecan yarattı.
Fakat o zaman bir çok şaman vardı. Herşey üstüne güç sahibi olduğunu iddia eden kadın, erkek birçok şaman. Bunlar, güneşin “Kuzeyden Güneye” gittiğini gördüler ve konuşmaya başladılar.
Biri,” Güneşi ben yaptım” dedi. Öteki,”Hayır, ben yaptım” ve kavgaya başladılar.
Hactcin onlara böyle konuşmamalarını emretti ama şamanlar kavgaya devam ettiler.
Biri” Güneşi baş aşağı çevireyim, gece olmasın. Ama yok bırakayım gitsin. Dinlenmeye ve uyumaya gereksinimimiz var” derken bir başkası da “Aydan kurtulmak gerek. Gece ışığa ihtiyacımız yok” diye konuşuyordu.
Fakat güneş ikinci gün doğdu ve kuşlarla hayvanlar sevindi. Ertesi gün de aynısı oldu. Dördüncü günün öğlesi olduğunda şamanlar, Hactcin’in sözlerine karşın konuşmayı sürdürdüler ve tutulma oldu. Güneş baş aşağı çukura girdi, ay da onu izledi. Bu gün de tutulmaların olması bu yüzdendir.
Hactcinlerden biri şamanlara,”Tamam, gücünüz olduğunu söylüyordunuz, şimdi güneşi geri getirin “ dedi.
Hepsi sıraya girdiler. Birinde şamanlar, bir başkasında bütün kuşlar ve hayvanlar vardı. Şamanlar şarkı söylemeye, ayinler yapmaya başladılar. Bildikleri her şeyi ortaya döktüler.
Bazıları oturup şarkı söylüyor, sonra yalnız dışarı çıkan gözlerini bırakarak toprağın içinde kayboluyor, yine geri geliyordu.
Ama bütün bunlar güneşi geri getirmeye yetmedi, sadece bir takım güçleri olduğunu göstermeye yetti. Bazıları ok yutuyor, midelerinden çıkarıyor, bazıları koca bir ladin ağacını yutuyor ve tekrar tükürüp çıkarıyorlardı. Ama güneş ve ay hala ortada yoktu.
Sonra Ak Hactcin,”Hepiniz büyük işler beceriyorsunuz ama güneşi geri getirebileceğiniz yok, zamanınız doldu” dedi.
Kuşlara, hayvanlara döndü ve “Şimdi sıra sizde” dedi. Hepsi kayınbiraderlermiş gibi birbiriyle nazik konuşmaya başladılar fakat Hactcin “Birbirinizle kibarca konuşmaktan daha çok şeyler yapmalısınız. Gücünüzü kullanın da güneşi geri getirin” dedi.
Sonunda Hactcinler kendileri bir şeyler yapmaya başladılar. Dört yönden dört renkli gök gürültüleri gönderdiler ve bu gürlemeler yağmur boşanan dört renkli bulut getirdi. Sonra insanların ürettiği bitkiler dikilirken ortalığı güzelleştirmek için gökkuşağı yaptılar. Hactcinler bir sıra halinde boyalı kumlardan renkli, dört küçük tümsek yaptılar ve tohumları bunların içine koydular. Kuşlar ve hayvanlar şarkılar söyledi ve tümsekler büyümeye tohumlar fışkırmaya, renkli, dört tümsek toprakla karışıp dağ haline gelmeye başladı, yükseldikçe yükseldi.
Hactcinler büyülerinde özellikle başarılı olan On iki şaman seçtiler ve altısını baştan aşağı maviye boyadılar. Bunlar yaz mevsimini temsil ediyorlardı. Altısı da beyaza boyandı. Kışı temsil ediyorlardı.Onlara Tsanati” adını verdiler.Jicarilla Apaçilerinin Tsanati dans geleneğinin kökeni budur.
Bundan sonra Hactcinler altı soytarı yaptılar, onları beyaza boyayarak bir yüzlerinde, biri göğüslerinde biri kollarının üst, öteki alt bölümlerinde dört yatay kara çizgi çektiler.Sonra Tsanati ve soytarılar dağı büyütmek için insanların dansına karıştılar.
Altı soytarı önden giderek büyüsel kırbaçlarıyla hastalıkları kovaladılar. Sonra da insanlar ve hayvanlar
Dünya yüzüne çıkmaları bir bebeğin annesinden doğması gibiydi. Çıktıkları yer dünyanın rahmiydi.
Kynk-Joseph CAMPBELL-İlkel Mitoloji S-231-239
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder