9 Şubat 2012 Perşembe

CİN ve ŞEYTAN KÜLTÜ BOZUK MEZHEPLER DİNLER

d-Yahudi ve Hıristiyanları Dost Edinmeme;

Maide 5:51 Meâl-i Şerifi
5:51- Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, şüphesiz o onlardan olur. Şüphesiz Allah, zalim kavmi doğru yola iletmez..






57- Ey iman edenler! Sizden önce kendilerine kitap verilmiş olanlardan ve kâfirlerden, dininizi alay ve eğlence konusu yapanları dost edinmeyin. Eğer (gerçekten) iman ediyorsanız, Allah'tan gereğince
 korkun.
58- Namaza çağırdığınız zaman, onu alay ve eğlence konusu yaparlar. Bu onların, akıllarını kullanmayan bir toplum olmalarından dolayıdır.
59- De ki: "Ey kitap ehli! Sadece Allah'a, bize indirilene ve bizden önce indirilene inandığımız için mi bizden hoşlanmıyorsunuz? Oysa çoğunuz yoldan çıkmışlarsınız".

68- De ki: "Ey kitap ehli! Tevrat'ı, İncil'i ve Rabbinizden size indirileni uygulamadıkça bir esas üzerinde değilsiniz. Şüphesiz ki, Rabbinden sana indirilenler, onların çoğunun azgınlığını ve inkârını artıracaktır. Şu halde kâfir olan bir toplum için üzülme!”
YEŞU 21. ayet, Büyük, küçükbaş hayvanlarına kadar Yahudi olmayanları YOK EDİN der.


69- Muhakkak ki inananlar, Yahudiler, Sabiiler ve Hıristiyanlardan kim Allah'a ve ahiret gününe iman eder ve güzel amel işlerse, onlar için bir korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır.”

Sabiler bu Aşera (10 demek) ve 10 ikiz kardeşine ibadet ederdi.



e-Sabîlerin Kuranda;

Bakara Suresi- 2;62. “Şüphe yok ki, iman edenler, Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sabîler; bunlardan her kim Allah'a ve ahret gününe gerçekten iman eder ve iyi bir amel işlerse, elbette bunların Rableri yanında mükafatları vardır. Bunlara bir korku yoktur ve bunlar mahzun da olmayacaklardır.”;

Sabiler El, Ba'el, onun kızı Aşera gobi putlara
Ibadet ederlerdi. Mısır da Sabiydi onlar da Brahma=Ra, Şiva=Şit =Seth ve Tut/Toth yapmışlardı.
Tevrat'ın verdiği örnekte de defalarca Yahudiler Sabilerin dinlerine gitmekten 
ceza almışlardır.

Maide Suresi -5;69. “Şüphe yok ki, iman edenler, Yahudiler, Sabîler ve Hıristiyanlar her kim Allah'a ve ahret gününe iman edip de dürüstçe çalışırsa, artık onlara korku yoktur ve onlar üzülecek de değillerdir.”
Ve
Hac Suresi 22;17. “İman edenler, Yahudi olanlar, Sabîler (yıldıza tapanlar),Hıristiyanlar, Mecusiler (ateşe tapanlar) ve müşriklere gelince, muhakkak Allah kıyamet günü bunların arasını şüphesiz ayıracaktır; çünkü Allah her şeye şahittir.”
Ayetlerinde bahisleri geçmektedir.
Son Hac 17.ayete ise, iman edenler sayılırken Yahudi, Hıristiyan ve Sabi’lere Mecusilerin de eklendiğini görüyoruz. Sadece “Müşriklerin (eş koşanları) “ve” bağlacı ile ayırması dikkat çekicidir. Bu tercümandan kaynaklanmıyorsa, Tevrat Danyal suresinde geçen, Allah’ın Yahudi ve Greklerden önce İranlıları (Mecusileri) seçtiği konusu doğrulanmış olmaktadır.
İran’ı fetheden Hz.Ömer’in komutanları ve valilerinin, hatta zalim Haccac’ın bile İranlıları soykırıma uğratmamalarının ardında bu ayetin yattığı da ortaya çıkmıştır.

Kur’andaki bu” milliyetçilik” kavramı aslında İbrahim Suresi 4. Ayete uygundur. Yani, “Her millete kendi dilinde kitap ve peygamber indirdik”. Olay budur. İslam, Hıristiyanlık, Yahudilik köken olarak Sümer, Akad, İran’ın  Mitra/Mihr dinlerinden doğmuş Sabilik dininden türemedir. Sabiler Irak ve Harran (Türkiye Urfa bölgesi)merkezli Süryani kavimleri olduklarından onları işgal eden kavimlerin kültürlerine de yer vermek zorunda kaldıklarından Pers, Grek, Roma kültleri dinlerine girmiştir. O dinden de bu sayılan dinler türediğinden baskıcı kavimlerin adları da öteki dinlere geçmiştir. Türkler de ırkçı ve baskıcı olsaydılar bu dinlerde adları lanetli Yecüc- Mecücler olmazdı. Bu dinlerde “iyiliğin eşittir salaklık, ahmaklık” olduğunu boşuna mı vurguluyoruz?

Sabilerin Sümer’den bu güne üzerlerine gelen her işgalci kavmin dinine girdiklerini, onlar gibi yaparken de istemeden gerçek inanışları her ne ise onu da bozdukları ancak daima “güçlüye yaslanan teslimiyetçi” siyaset izlemeyi asla terk etmedikleri ortadadır.
O zamandan bu zamana Sabiler haklarında verilen kararın kesinleşmemesinin sebebi onları batının Hıristiyan güçlerinin saflarına itmeme, kazanma politikasına dayanmaktadır.

Tarihi geçmişten günümüze incelendiğinde gördüğümüz sonuç ise bunların Vatikan’ı da ele geçirmiş küresel sermayeyi elinde tutan büyücüler dini olan Özgür Masonluk yapılanmasında yer almış, aralarında yaşadıkları kavimleri satmış, işgal güçlerine yardakçılar olduklarıdır.
Oysa Elmalılı Hamdi Yazır böyle dönek, maskeli, inançlarını gizleyenlerin, Sömürgeci Hıristiyanların ruhani ve idari merkezi olan İtalya Roma’da bulunan Papalığın siyasetleriyle “gizli- açık” işbirliği içinde olduklarını, Osmanlı ve önceki Müslüman ve Türk devletlerinin yıkılışlarında önemli rol oynadıklarını vurgulamaya çalışmıştır.

Atatürk döneminden günümüze bu işbirlikçileri Arap, Süryani, Kürt, Alevi, Ermeni isyanlarıyla Müslüman ve Türklere karşı açıkça cephe aldıklarını gördük ve bu gün Said-i Kürdi Deliüzzaman ve Fethullah Gülen akımlarıyla devletin başında Müslüman ve Türk dünyasına ve öteki sömürülen milletleri köleleştirmeye yönelik haçlı seferinde “işbirlikçi olarak görmekteyiz. Bu gün Nurculuk tarikatında olanlar ve bu tarikatı bilenler Elmalı’lı Hamdi Yazır hoca efendinin bu tespitlerinden sonra kendilerine gelerek doğru yerde yer almalıdırlar.
Kendilerine yaşama hakkı tanıyan devletleri ele geçirmek ve dünyaya hükmetme arzusunda olan bu “büyücü toplulukları”, Osarsif/Musa ile Mısır’dan Medler, Dara, Krus, Sasaniler’le ve Cengizhan akınlarıyla İran’dan, Roma ve Bizanstan ve hatta Osmanlıdan da kovulmuşlardır.

En son Cengizhan akınlarıyla Bumin Han tarafından sürülen bu büyücüler, Almanya ve oradan güney Fransa’ya yerleşmişler, burada Fransa kralı Papalık ile işbirliği yaparak bunlarıkazıklara bağlayıp yakmış, kurtulanları İskoçya’ya sığınarak önce İskoç kralını öldürüp tahtını ele geçirmiş ve 16.yy. da İngiliz kraliyetini de idareleri altına almışlardır.
Günümüzde İngiliz- Abd ve Avrupa Birliğine de hükmeden küresel sermayeyi yönetri hale gelmişlerdir.
Sosyalizm, demokrasi, milliyetçilik, insan hakları gibi değerleri insanlığa kazandırdıysalar da bunları “kendilerine hizmet etmeyenleri” ezerek yapmışlardır. Yani, bu ileri demkorasi yasalarını mevcut kralları, imparatorları devirmekte kullanmışlardır.
Yirminci yüzyılda bu iş başarıldığından önce Sovyet Rusyasındaki Sosyalist düzen devrilmiş ve 21. Yüzyıl başında da Afganistan, Irak, Libya, Somali, Sudan, Kenya işgalleri ile gerçek niyetleri ortaya çıkmıştır.

SAHTE ALEVİLER KİMLERDİR?
( Mitracılar, Zerdüştler, Hurufiler, Yezidiler)

Alevilik deyince öyle bir kerede karar verilecek bir konu olmadığını bilmeyen yoktur eminim.
Bu konuyu birazcık açayım;

“Ali’vi-Ali’den gelen-Ali’yi seven,“Âli’vi-Uludan gelen-yücelikçi-yani insanı öne çıkaran anlayıştır.
Hz.Ali'nin ve ailesinin Alevilerce aynı şekilde güneş tacı ile taçlandırılmaları ilginç bir bağlantı değil midir?
Son zamanlarda böyle tanımlamaları aslı olmasa da görmeye başladık.
“Alev’i” yani, Alev’den gelen,”Alev”i sevenler. Ateşçilerdir. Güneşe tapan, Mecusiler.
Ne kılığa girerlerse girsinler, ”neyiz” derlerse desinler, ille de “Mecüsilik” de direnmeleridir.
Hz. Ali ve İslam konusunda takiyye yapmaları, yalan söylemeleridir. Bunlar, bizim “dönme Ermeni” dediğimiz –Tunceli-Dersim kökenli Alevilerdir.

Dersim Aleviliğinin tarihine doğru geri gittiğimizde ise, eski Ermeni inanç yapılanması ve özelliğini kaybetmiş bir takım Ermeni, Türk ve Anadolu halk gruplarının izleri ile karşılaşırız.


Ermenistan M.S. 315'e kadar Hıristiyan olmadan önce İran Mihr/ Mitra dinine inanırdı. güney Asya'daki Türkistan, Uygur bölgelerine kadar eski Türklerde bu bakımdan din kardeşi sayılmaktaydılar.

Bu inanç yapılanmasının, sırası ile Med’ler dönemi, Mitracılık, Persler, Grek, Grek-Bizans dönemi Mecusilik- Mazdacılık, Apostolik (Havarici) Gregorcu Ermeni ve Katolik Roma ve Ortodoks İstanbul Kiliselerince de sapık ilan edilmiş olan Pavlusçular, Gnostiklik (Bilinrcilik), İslam kültürü döneminde, Hurufilik, Rafızilik, İsmailiyecilik ve Dereziliktir.

Son marifetleri de AB-D sivil toplum kuruluşlarından ve hükümetlerinden aldıkları desteklerle ve diğer Alevileri de kandırarak, Bektaşiliği ele geçirerek kendi inançları doğrultusunda yönlendirmeleri şeklindedir.
Bunda da, diğer Alevi yapılanmalarının zayıf kalmaları ve kendilerini destekleyecek kültürel ortamı kuramamış olmalarıdır.(Vatana ihaneti beceremedikleri için olsa gerekir.)

Özünde “Ermeni inancı milliyetçiliğine” dayalı bu yapılanma bu gün devletin resmi-sivil tüm kurum ve kuruluşlarını ele geçirmiş, Alevi-Sünni, Türk-Kürt ve etnik ayrımcılığı körükleyen her türlü faaliyetin içinde yer almaktadır.
İnançlarının temelinde, ”baskı altında oldukları sürece inançlarını inkar etme,(Pavlusçular bölümü)yanındaki gibi görünme gibi her türlü yalanı da mübah sayan” kuralları sayesinde, dünyanın her yerinde rahatça yaşayabilmektedirler.
Ama, başından beri “sapık cinsel ilişkileri”(iftira saymaktadırlar) yüzünden dışlanıp soykırımlara da uğratılmışlardır. Belki birçoğu sapıklık içinde olmasa da, olanları onları tanıtmaya yetmektedir.(Her toplumda böyle bireysel olaylar çıkabilir. Yalnız bunların olayları ya abartılıyor ya da gerçekten fazla çıktığından “yeter gibisinden” gündeme getiriliyor olabilir)
  

a-Sahte Alevilere 12 Eylül Cuntasının Bakışı

Sahte Alev-i’lere, Osmanlı zihniyeti ile Cumhuriyet dönemi gözüyle okuyalım. Bakalım eskiler neler yazmışlar?Bu yazı aslında, Van’lı bir Kürt ilahiyatçının Osmanlı Şeyhülislamlık Kurumunun eserlerinden derlenmiş kitabının güncellenmesinden oluşmaktadır.
 12 Eylül Cuntasının, günümüzün “İslami Devlet Kültünü” oluşturmak amcıyla yazdırıldığından buna “ Cuntacı Sünni (Yahudi) Kürt Bakışı” da diyebiliriz.

A.Hakim Arvasi
Günümüzde Bektaşi Aleviliğinin temsilcisi olarak kendilerini gören bu yapılanma hakkında, ”Eski Kadıköy Müftüsü” namıyla bilinen, Işıkçı,  Vanlı Osmanlı halifesi ve Cumhuriyet dönemi Van milletvekili, Abdülhakim Arvasi oğlu Esseyid Ahmet Mekki ÜÇIŞIK , ”Saadet-i Ebediyye-Sonsuz Mutluluk” adlı 07.Temmuz 1967 baskılı, Emekli Kimya Öğretmeni, Eczacı Albay Hüseyin Hilmi Işık’ın tekrar düzenlemesiyle 1980’de Kenan Evren cuntası zamanında Nurculara kahvelerde sattırılan bu kitabının 448. sayfasında “Bektaşilik-Bektaşilik Tarikatı Nasıl Bozuldu” başlığı ile Tokatlı İshak Efendi’nin yazdığı “Kaşif-ül Esrar” adlı kitabından alıntı bir yazı koymuştur.

Bu kitap aynı zamanda “12 Eylül 1980 cuntasının” Alevilere bakışlarını da göstermektedir. Çünkü bu kitapta Atatürk’ün ebeveyni de korkunç derecede yerilmekte ve aşağılanmaktadır.
Yazı 5 sayfadan ibaret olduğu için, yazarın diline sadık kalmaya çalışarak kısa alıntılar yapacağım. Merak eden alsın okusun;
“İslamiyyeti yıkmak için çalışanlardan biri Bektaşiler oldu. Bektaşi deyince, iki dürlü insan anlaşılır;
Birincisi, hakiki, doğru, Bektaşi olup Hacı Bektaş-ı Veli hazretlerinin gösterdiği hak yolunda giden temiz Müslimanlardır.
Bektaşilerin ikincisi, ”yalancı Bektaşilerdir”. Eskiden Bektaşi denilen kimselerin çoğu bunlardı. Zemanla azaldılar, yok oldular.
Bu sahte Bektaşiler, Müslimanlar arasında rahat yaşamak ve dinsizliklerini saklayarak gençleri aldatabilmek için bu kıymetli ismi maske olarak kullanmışlardı.
Böyle kıymetli isimler altında saklanan, dinsizler, az değildir.Mesela Cehenneme gideceği bildirilen Rafıziler kendilerine ALEVİ demişlerdir. Eskiden, Hz. Ali’nin “radyallahü anh” soyundan olanlara “Alevi” denirdi. Bunlara sonradan “Seyyid” ve “Şerif” isimleri verildi.
Alevi”,hazreti Ali’yi seven ve onun yolunda bulunan hakiki müsliman demektir.
Görülüyor ki “Alevilik” üç çeşit kimselerin isimleri olmuştur. Bunlardan yalnız birisi bozuk olup, sahte alevidir.

Melami” ismi de böyledir.  Hiç ibadet yapmayan,her çeşit günahı, kötülüğü işleyen şeriate uymayan sapıklar kendilerine “Melami” diyorlar.
Bunlar şeriate uyan müslimana “sofu”,müteassıp” adını takıyorlar. Halbûki Melami, beş vakit nemaz gibi farzları camide kılıp haramlardan sakınan nafile ve sünnetleri evinde gizli kılıp şöhretten sakınan temiz kimse demektir. Şimdi nemaz kılmayanlar “biz Melami olduk” diye Müslümanları aldatıyorlar.
Müslümanları aldatmak için kendilerine kıymetli bir ism takan dinsizlerden biri de Bektaşi adı altında toplanan Hurifilerdi. Bunlar, önceleri iç yüzlerini saklıyorlardı.(H.1288 –M.1872)yılında maskelerini kaldırmağa, başladılar.”Cavidan” adındaki gizli kitaplarını ortaya çıkardılar. Bu kitapları altı formadır.Bir formasını hurufiliğin kurucusu olan Fadlulullah bin Ebi Muhammed Tebrizi,Farisi dili ile yazmış,beş formasını da bunun talebelerinden bazıları düzmüştür.Bunlardan Ferişteh oğlunun Aşkname (Işkname) adındaki formasında küfrleri öteki formalardaki kadar açık olmadığından bunu 1871’de İstanbul’da taş üzerinden bastılar.
Fadlullah Hurufi adındaki zındık, Hamdan adındaki bir Kurmutinin dervişi idi. Karamitlere “İbahiyye” de denir. Bunlar, haramlara halal deyip,yetmiş, seksen sene hacıları soydular. Müslümanları öldürdüler. Hükümet kurdular. Hükümetleri yıkılınca, dağıldıkları yerlerde gizlendiler. (Bir başka Ergenekon hikayesi).

Bunlardan Hamdan-i Kurmutinin Küfe şehrinde yetiştirdiği müridlerinden Fadl, İran’da Esterabad şehrinde gizlice küfr yaydı. Dokuz yardımcı buldu. Nokta ilmi diye bir şey uydurdu. Bu iş mübahdır, nokta çift geldi. Falan şey haramdır. Nokta tek geldi derdi. İbni Hacer-i Askalani hazretleri “Enba-ı Fadl” adındaki tarihinde, Fadlullah ve Hurufilik hakkında geniş bilgi vermektedir.
Fadlullahın küfrleri yayınlınca, Timurlengin oğlu Miran Şah, babasının emri ile, H.796-M.1393 senesinde Fadlulah’ı öldürdü. Bacağına ip takılıp sokaklarda sürüklendi. Böylece İslamiyyet büyük bir düşmandan kurtuldu.
Yavuz Sultan Selim han, ehl-i sünnet alimi (Maveraün nehir’den Antakya’ya yerleşmiş, Arap bir vaizin oğlu, Kudüs, Mısır’da eğitim görmüş, Memluk’lu Melik Kaytebay müftü yapmıştır.) Mola Arab’ın öğütleri ile Rafıziliğin yani Kızılbaşlığın yayılmasını önlediği gibi Timurleng de İslamiyyet için çok tehlikeli olan Hurufiliğin yayılmasını önleyerek İslamiyet’e büyük hizmet etmiştir.
Bunun için sahte olan Bektaşiler Timurleng’i sevmez, onu hep kötülerler.

b-HURUFİLERİN BEKTAŞİLERE KARIŞMASI

Fadlullah öldürülüp Esterabad yıkılınca, dokuz yardımcısı kaçdı. Bunlardan “Ali-yül-a-lâ” adındaki kimse, Anadolu’da bir Bektaşi tekkesine geldi.”Cavidan”ı gizlice yaymağa, cahilleri aldatmağa başladı.
Hac-ı Bektaş-ı Velinin yolu budur dedi.
Haramlara mubah, nefsin arzularına serbestdir dediği için sözleri kötü insanlar arasında çabuk yayıldı.
Sözlerine “sır” deyip,çok gizli tutulmasını emr ederdi.Sırları yabancılara açanları öldürmeleri bile vaki olurdu.Sırlara Cavidan kitabında “A,C,V,Z” gibi harflere işaret ederdi.
Herbiri kafirlik olan bu işaretler” Miftah-ul hayat” adındaki kitapta açıklanmıştı. Bu kitaba da “sır” dediler.Elinde “sır” kitabı olmayan Cavidan’ı anlayamaz.

1397 yılından beri pek çok zavallıları aldattılar. Dinden çıkardılar. Aralarına Masonlar da karıştı. Yehudi parası ile beslendiler.1823 senesinde küfrlerini açıkça yaymağa başladılar.
Sultan II. Mahmud Han,tarafından “Ulu”ları katl edildi.
Bektaşi tekkeleri dağıtıldı.Yerlerinin Nakşibendilere verilmesi için ferman buyurdu.

Dağılarak gizli çalıştılar.1871’de tekrar ortaya çıktılar.Ferişteh oğlu Abdülmecid’in “Işkname” Aşkname risalesini 1871’de bastılar.Yayılmağa başladılar. Bunlara aldananlara “Işık Taifesi” denildiği, Bursa’lı İsmail Hakkı Hazretlerinin “Hucet-ül baliga” kitabı başında yazılıdır...

Bektaşi adı altında saklanan Hurufiler, Müslümanları aldatmak için birkaç yoldan saldırıyorlardı;
1-Fadl-ı Hurufi,ilah,tanrı diyorlardı.Cavidan’da diyor ki, Tanrılık,ezelde görünmez bir kuvvet idi. Önce harfler şeklinde,sonra peygamber şeklinde, nihayet Fadl’da açığa çıktı. Önce Adem peygamber şeklinde göründü, melekler bunun için Ademe secde etti. Dört kitabın manasını Cavidanda bildirdi.

2-Hazreti Ali’nin sözleri diyerek uydurdukları “Hutbet-ül Beyan” ve başka kitaplarda hadisler düzerek “Ali’yi sevenlere günah zarar vermez” diyorlardı.”Böylece, ibadete lüzum yoktur.Haramlar helaldir,” diyerek amelsiz,ibadetsiz Cennete girmek isteyen cahilleri aldattılar.Bir kimseyi böyle aldatıp,ibadetten,imandan ayırdıktan sonra “Sır” kitabını öğretmeye başlarlardı.

Çünkü Cavidan’da “Ehl-i Beyt’in” adı bile yoktur.
Hutbet-ül Beyan’ın Türkçe şerhi de vardır.

3-Bütün dinlerin bir olduğunu, hepsinin 16 kemerbend i,çinde toplandığını söylerlerdi.On altı kemerden her biri,bir peygamberin şeriatı imiş.O kemeri kullanan o peygamberin şeriatını yapmış olurmuş.Mesela Adem aleyhisselamın kemerini takan hep deri giyermiş.Çünkü,Adem aleyhisselam deri elbise giymiş.

Musa aleyhisselamın kemerini takan, ”kısrağa” binmezmiş. İsa aleyhisselamın kemerini takan evlenmez imiş. Hıristiyanların üç uknûmuna yani üç tanrı olduğuna inandıkları Ferişteh oğlu Cavidan’da yazılıdır.

Yine orada, Hz. Ali denilen zât, Fadl-ı Hurufi idi diyor.

Bir başka sahifesinde, Fadl-ı Hurufi, Muhammed aleyhisselamdan ve Aliden (haşa) daha üstündür. Onlar, şeriatlerin inceliğini Fadl kadar bilmiyorlardı, diyor. Yazıları birbirini tutmuyor.

Sahte olan Bektaşiler Alevi de değildir. Müşrikdirler.
Yehudiler, Masonlar tarafından desteklenerek, cahil Müslümanları dinden çıkarmaktadırlar. Yeni aldatılanlara “Cavidan”ı göstermeyip, kendilerini “Alevi” olarak tanıtıyorlar. Halbuki,”Şî” alimleri, sahte Bektaşilerin “kafir” olduklarını söylemektedirler.

4-Haramlara, yalan söylemeğe “caiz” dedikleri için “Hamzaname” ve “Battalgazi” gibi uydurma kitaplar yazdılar.(Bu da Cüneyt Arkın’ın bir filmi ile gerçek oldu.)Baba denilen ulularından uydurma kerametler aldılar.

(
Yazarın notu-Ermenilerin bu özelliği, kendi kiliselerini üstün, seçkin göstermek için Aziz Pavlus’un Ermenistan’ı gezerek kendilerinin ilk Hıristiyanlığı ondan öğrendiklerini söylerler.
Benzeri olay, İslam dönemi Tunceli Aleviliğinde de vardır. Tunceli’nin sırtını verdiği yek pare kayanın sipsivri göğe yükseldiği “Düldül Tepe” adlı bir tepe vardır. Anlattıklarına göre, Hz. Ali buraya gelmiştir. Atı da kaçarak bu tepeye çıkmıştır. Orada otlarken susayınca ayaklarını kayaya vurarak su çıkarmıştır. O tepenin adı Hz. Ali’nin atının adından “Düldül Tepe” olarak kalmıştır. Gelecekte başka bir inancın hâkimiyetine girdiklerinde bu efsanenin hemen o şekle de dönüşmesi kaçınılmazdır. Tunceli 1936'da kuruldu. Ondan önce orada üç beş evlik mezralar vardı. Mamiki ve Kalan mezraları. Yahu, hangi kayıtta Hz. Ali’nin oraya geldiği yazmaktadır diye sorunca da “tıss” cevabı duymaktasınız...:))

Yalanlarından biri de “Bektaşiler içinde bazı azgınlar var ise de bizim babamız öyle değildir” derlerdi. Halbuki sahte Bektaşiler içki içmektedirler. Hiç nemaz kılmazlardı.

Bunların en meşhurları; Osmancık’ta “Koyun Baba”, Elmalı’da “Abdal Musa”, Eskişehir’de “Şücaeddin”,Dimetoka’da “Kızıl Deli”, Kalkandelen’de “Sersem Ali” adındaki babaları, hep “Cavidan “ okumakta kâfirliği yaymakta idiler. Koyun Baba’nın sahte Bektaşilerden olduğu “Müncid” lügatinde (sözlüğünde) yazılıdır.

Sahte Bektaşiler de sahte Aleviler gibi bıyıklarını uzatırlar. Bıyık uzatmak Hz. Ali’nin sünnetidir” derlerdi.
Halbuki bıyıkları kısaltmak hadis-i şeriflerle emr edildi. Bunlar, ”seviyoruz” dedikleri Hz. Ali’nin bu sünneti yapmadığını, ”sevmedikleri” ,düşmanı oldukları Muaviye’nin de bu sünnete uyduklarını söylüyorlar.

Sahte Bektaşilerin, zikirleri, ibadetleri okumaları yoktur. Her sabah pîrin evinde, meydan odasında toplanırlardı. Birisi elindeki tepsi içinde adam sayısında şerâb kadehi ve birer dilim ekmek, peynir olarak odaya girer. Bunu saygı ile, gülbank çalarak karşılarlardı.

Herkesin önüne gelerek birer dane verir tazim ile alır, yüzlerine sürer, sonra yirler, içerlerdi. Bütün ibadetleri bundan ibaretti.
Evli olanı, kadınlarını, kızlarını da toplantıya getirir. İçerler ve dans ederler. Birisi, birinin kadınını veya kızını beğenirse, erkeğe gelip “sizin bahçeden bir gül koparacağım” der,  izin ister. O da zevcesini (eşini) çağırıp, ”bu canın talebini hak et” der. Sonra, takbil ederdi.

Bu talep karşılıklı olursa, iki adam da babanın önüne gelip izin isterler. Baba izn verince, ömrleri boyunca birbirlerinin ayalini istifraş (tanımaya çalışırlardı) ederlerdi.
Hakiki Bektaşilerde böyle kötülükler yoktur.

Sahte Bektaşi babaları, papazlar gibi günah çıkartırlardı. Günahın durumuna göre, baba, ”kırklar kurbanı kes”, yahut ”üç yüzler nezri(adak)” ver, der. Birkaç lirasını alıp “avf ettim” derdi.
Bektaşi bir kadın, Bektaşi olmayan bir erkekle buluşsa, babaya gelip “üstümden bir köpek atladı” der. Baba para alır, günah avf olur.

Kitaplarının başlıcalarının adları da Cavidan, ışkname, Tuhfet-ül Uşşak, Risale-i Bedreddin, Risale-i Nokta, Risale-i Fadlullah, Risale-i Huruf, Turabname ve Vilayetname’dir. Toplam 60 civarında kitapları vardır.

Kitapların hepsi, Allah-u Teala’yı inkar etmeye ve şeriatı kaldırmaya dayanmakta, Fadl-ı Hurufiye tapınmağa sürüklemektedir. Bütün kafirlerden, bütün fırkalardan daha kötü oldukları, yukarıdaki bilginlerden anlaşılmaktadır.
Hacı Bektaş-i Veli yolunda olan temiz Bektaşilerde bu kötülüklerin hiç biri yoktur.”””

Aynı kitabın 440.sayfasında,”bozuk dinler” konusunu incelerken, bizim Sahte Bektaşilerin benzerleri olan, Arap bölgelerinde yaşayan, diğer “Alevi” “Şî-Pers” kökenli grupları Derezilik ve İsmailiye bahislerinde nasıl tarif ediyor;

“c-Dereziler,”dürüz”,yani, Derezilere yanlış olarak Dürzü deniliyor. İbn-i ABİDİN üçüncü ciltte “Mürtedleri (Dönekleri) anlatırken buyuruyor ki;
İsmailiye;”ilel-nihal” kitabında diyor ki, Şîler 20 fırkaya ayrılmışlardır. Bunlardan biri İsmailiye fırkasıdır. Bunların yedi ismi vardır.
Birinci isimleri Batıniyye’dir. Çünkü, Kuran-ı kerimin açık manalarına inanmayıp kendilerine göre başka manalar çıkarırlar. Kuranın zahir ve batın manaları vardır derler. Batın iç-öz manasındadır, cevizin kabuğu değil içi makbuldür derler.
Halbuki, Kuran-ı kerimdeki ve hadisi şeriflerdeki kelimelere, açık manaları verilir. Başka ayet, daha açık anlaşılıyorsa o zaman birinci ayete de buna uyacak şekilde değişik mana verilebilir.
Böyle,bir mecburiyet olmadan, açık manayı bırakıp başka mana vermeleri küfr ve ilhad olur. Çünkü bu suretle şeriatı (İslam-î temel kuralları) değiştirmek istiyorlar.
İkinci isimleri Karamitadır. Çünkü, bu fırkayı meydana çıkaran Hamdan Karmat denilen kimsedir. Hamdan Basra’da Vasıt şehrinde bir köy ismidir.
Üçüncü isimleri Hurumiyyedir, Çünkü birçok haramlara helal diyorlar. Dördüncü isimleri Seb’ıyye (Yedi’ci)dir. Çünki, şeriat sahibi olan peygamber sayısı (7) yedi’dir derler. (Alevi kültüründe “destur” ların başında olan bu rakam her zaman karşınıza çıkacaktır.) Âdem, Nuh, İbrahim, Musa, İsa ve Muhammed. Yedincisi ise Mehdi olacaktır derler.
“Natık” adını verdikleri bu peygamberlerden her ikisi arasında (7) yedi imam gelmiştir. Her asırda yedi imam bulunur derler.
Bunların en yaygın isimleri İsmailiyye’dir. Çünki, Cafer Sadık’ın radyallahü anh vefatından sonra büyük oğlu İsmail Müslümanların imamı oldu derler.
Bunların çıkması şöyle oldu;

Hindistan’daki Mecüsiler, yani ateşe tapan kâfirler, İslamiyet’in üç kıta üzerinde sürat ile yayıldığını görünce; Müslümanları kılıçla yenmeğe imkan yoktur. Onları içten yıkmaktan başka çare kalmamıştır. Onların kitaplarına kendi inancımıza göre mana verip gençlerini, cahillerini yoldan çıkaralım.” Dediler. Başları olan Hamdan Karmat şu temel prensipleri koydu;

1-Din bilgisi olanlarla konuşulmayacak. Din alimleri bulunan yerde kendimiz gizleyeceğiz.
2-Karşıdakinin arzusuna, keyfine göre konuşulacak. Mesela, zahidin yanında zahidler meth edilecek, Fasıka düşkün olduğu günahların yasak olmadığı söylenecek. Ehli sünnet yanında ehli sünneti (sünnet ehli, Sünniliği iyi bilen) överler, hepimiz kardeşiz derler.
3- Müslümanlar, şeriatın emirlerinde ve yasaklarında şüpheye, kararsızlığa düşürülecek. Mesela, Beş vakit namaz neden üç dört vakit değildir gibi sorularla şaşırtılacaklar.
4-Sırlarını yabancılara söylememek için söz alırlar. Allah, Kur’an’da misak emrediyor derler.
5- Din ve dünya büyükleri bizi beğeniyor, övüyor derler.(Mesut Yılmaz’ın Avrupa bizi istiyor demesi gibi.)
6-Aldatmak için önce herkesin inandığı şeyleri müdafaa ederler.
7-İbadetler lüzum yoktur, İş kalbin temiz olmasıdır derler.
8-Avladıkları gençlere ehlisünnet itikadını kötülemeğe, ehlisünnete gerici demeğe başlarlar. Son olarak haramları işleme alıştırırlar. Bunları yaptırmak için ayeti kerimelere yanlış manalar, anlamlar verirler.......
Şeriatle alay ederler, şeriatın emirlerini yasaklarını inkâr ederler. Hayvanlar gibi dinsiz, kanunsuz yaşama yolunu tuttular. Çeşitli fırkalara, kollara ayrıldılar, bunlardan birisi de Suudi Arabistan’da yayılmış olan Vehhabiliktir.

İsmaililerin Süleymaniye kolunun kurucusu olan Süleyman Bin Hasen (ölümü M.1597)”Nühab-ül Mültekıta “ adlı kitabında bozuk fırkanın gizli felsefesini uzun uzun yazar.
Dereziler Müslüman adı taşır, Nemaz kılanları vardır, fekat imanları bozuktur. Tenasüha (ruh göçüne) inanırlar, Şeraba, alkollü içkilere ve zinaya halâl diyorlar.
“Uluhiyyet-tanrılık” insandan insana geçer diyorlar.
Öldükten sonra dirilmeye, nemaza, oruca, hacca inanmazlar. Bunların manaları, dünyada yaşama yollarını düzeltmektir. Derler.
Peygamberimize çirkin şeyler söylüyorlar. Şam Müftüsü, allame Abdurrahman (İmadi Fetvası)nda bunların Nusayriye ve İsmailiyye gibi inandıklarını bildirmektedir.
Dört mezhebin alimleri bunlardan cizye alarak “İslam memleketlerinde oturmalarına izin vermek helal olmaz “ dedi.....
Nusayriye, Şî’lerin yirmi fırkasından onuncusudur, Rafızilerin en taşkınlarıdırlar.
Allah, Ali’nin ve çocuklarının şeklinde göründü derler.
On birinci imam Hasen bin Ali Askeri’nin adamlarından olduğunu iddia eden İbni Nusayr’ın uydurduğu çirkin sözlere inanırlar.
Bu gün kendilerine “Alevi” diyorlar....
İnanışlarını gizli tutarlar, iri, inadçı, yağmacı, merhametsiz kimselerdir.

Yavuz Sultan Selim’e tabii oldular. Sultan II. Murad zamanında isyan ettiler ise de Bosna’lı damat İbrahim paşa terbiyelerini verdi.
Bunlar, Arabistan’dan Irak’a gelmişler, Suriye, Lübnan, Mısır’da yaşamaktadırlar...

İslam, tek tanrılık yanında, Mecüsi temelli Hicaz Araplarının ve Sabiilerin ay tanrısı kaynaklı inananları da, diğer eski inanç mensuplarını da bünyesine çekebilmek için kendinden önceki dinlerin yaptığı gibi, onları dolaylı yoldan doğrulama yolunu tercih etmiştir.

d-Şimdi de Alevilerce çok sevilen araştırmacı İrene Melikoff’un kaleminden tanıyalım;

“.....Hacı Bektaş’a bağladıkları, adını andığım ilk makalemde de belirttiğim önemli bir ayrılığın dışında. Razgrad yakınında, Sevar (eskiden Caferler) köyünde, bir köylünün yanında kaldım ve Madrevo’nun (eski adı Nesimi Mah.) diğer köylerini de bir kaç kez ziyaret ettim.
Sevar köyü, ortadan geçen bir yolla ikiye ayrılmış durumdadır. Bir tarafında, Kızılbaşlar’ın “Türk” diye çağırdıkları Sünniler yaşamaktadır....”

Hurifilik,1394’de Nahcivan’da Alincak’ta Timurlenk’in oğlu Miran Şah tarafından gerçekleştirilmiş olan Fazlullah Astarabadi el Hurufi’nin ölümünden sonra Anadolu’da ve özellikle Rumeli’de yaygınlaşacaktır. Hurufilik öğretisi, çeşitli işkencelerden geçen Fazlullah’ın müritleri tarafından yayılacaktır. Hurufiliğin başta gelen propagandacılarından biri -ve kuşkusuz en büyük- Bağdat bölgesinde doğmuş, uzun zamandır Iraklı bir Türk olduğuna inandığımız Azeri bir Türk olan Seyid İmameddin Nesimi olur.
Bugün, Azerbeycanlı araştırmacıların sayesinde Nesimi’nin Sirvan’ın başkenti Semahi’nin yakınında, kendi adını taşıyan-ya da lakabını- bir köyde 1370’e doğru doğduğunu öğreniyoruz......
... Fakat ölümüne kadar kaldığı ve öğretisinin merkezi olan yer Bakü’dür. En sadık müridleri Seyyid İmamettin Nesimi ve Ali al-Al’a’yı bulduğu yer, Sirvan Krallığı içindedir.
Biyografilerine göre, Fazlullah bilhassa Arap olmayan halklar, özellikle Türkler arasında birçok yandaşlara sahip olacaktır.
Kendi bütünlüğü içinde Bektaşiliğin 12 İmamlar kültüne içten bağlı olmasına karşın, 7 İmamlara olan bu bağlılık, Trakya’nın dışında yayımlanmasına sınırlı bir sayıda tutulduğunu gösteriyor.....
....Şeyh Bedrettin kültü, Deliorman Kızılbaşları arasında her zaman canlılığını korumaktadır. Bu da bizi karizmatik kişiliğe sahip Şeyh’e yönelmek zorunda bırakır. Kendisine yüklenen saygınlığın azaldığı uzun yıllara karşın, Şeyh Bedrettin düşüncesi, her zaman büyük bir saygı görmüştür. Öldüğü kabul edilen gün, Kızılbaşlar, Üryanlar Semahı (Çıplaklar Dansı) denilen bir semah dönerler.

Bu araştırmada da görüldüğü gibi, kökeni, Pavlusçu Hıristiyanlık öğretisi olan dönme Ermenilerce, ”Ermeni vb. olduklarına” AB-D Sivil Toplum Kuruluşlarından gelen paralarla ikna edilip devlete karşı kışkırtılan bu insanlarımızın, çoğunun da kökeninin öz be öz Türk oldukları görülmektedir.
Dikkat çekmek istediğim, Alevi düşmanlığı değil, Sünni Osmanlı’nın baskısı ve merkezi bir din eğitim düzeni olmaması yüzünden başı boş kalmış din eğitimi yüzünden, kandırılmış Alevi’lerin artık bu oyunu kavramalarıdır.
Bunların kim olduğunu söylemeye gerek var mı?
Görüldüğü gibi Ermenilerin sahtelerinin, gerçekten tarih içinde onlar açısından çok zor bir yaşamları olmuş. Onların zorluklarının nedeni, arada bir devlet olsalar da asla uzun süreli ve çok güçlü olamamalarından kaynaklanmaktadır.
Bu yüzden, önce Medlerden bir şeyler öğrendiklerini, ardından, Pers-Fars-İran idaresine girip Mazdacı-Mecüsi olduklarını ve bu inançta sebat ettiklerini görmekteyiz.


Ardından gelen, Havarici Ermeni Gregorcu Kilise öğretisini kendi kral ve rahiplerinin emretmesine rağmen, Grek Gnostiklerine (Bilinirciler-Bilgiyi üstün tutanlar, dini kaideleri rahip sınıfı dışında halkın da bilmesine inananlar) taş çıkartarak, Pavlus’çu geçinmeler, zaten Pavlusçu olan Ermeni kilisesinin onları sapık ilan etmesi ile,bir başka Pavlus uydurmaları, ardından gelen İslam hakimiyetinde, kutsalların adlarını değiştirerek “Alev’i-“Işıktan gelen, ışıkçı, aydınlanmacı, aydınlatan, aleve tapan;
Ali’vi-Ali’yi seven; Âli-vi-Ululuğu, yüceliği seven, ilahi nurla aydınlanmacı” olmaları, Avrupa’da Ortodoks, Luterci, Presibiteryen vb. olmaları, tüm bunlara rağmen inançlarını değiştire değiştire kendilerine öz bir inanç oluşturmaları, fırsatı bulduklarında, demokrat, sosyalist, yeşilci, çevreci, komünist olmaları her baskıda da biraz daha değişen, aslında hayran olunacak bir mücadele azmidir.
Ancak, son 400 yıl içinde de hem Avrupa’daki dindaşları, soydaşları hem de Osmanlı ve son Türkiye’deki “emperyalizm ile işbirlikçi” olmaları olayının temelinde de “devlet olma beklentisi ve para” vardır.

Ermenilerin Hıristiyanlığı yorumlayış şekli asırlardır Sünni Müslümanların ve Osmanlının Grek İncilinin uydurma veya değiştirilmiş olduğunu kanıtlamak için asırlardır arayıp bulamadığı, yakın zamanda Hakkâri’de bir mağarada bulunan, ardından da Avusturya Viyana müzesinde 16.yy. yazımı bir kopyasının olduğunun açıklandığı, meşhur Barnaba İncili ile Hıristiyanlara kabul ettirmek istedikleri konuların Hz. Muhammed’in gelmesi konusu dışında tümüyle, az farkla yer almaktadır.
Bizans, eğer Havarici Gregor’cu Ermeni inanç sistemini kabul etseydi belki İslamiyet kesinlikle doğmazdı veya bu kadar uzun ömürlü olmazdı, hatta haçlı seferleri gibi korkunç insan kıyımları, maddi manevi kayıplar ise hiç olmazdı düşüncesindeyim.
Aslında,2000 yıl öncesi şartlarını düşünürsek bu insanların fikir üretmedeki ustalıkları gerçekten takdire değer.
Osmanlı’nın Ermenileri devlet işine sokmak ve İstanbul’a yerleştirme kararını verdiğinde,
Ermeniler hakkında benimle benzer kanaatte olduğuna eminim.

Yavuz Sultan Selim zamanında Çaldıran Savaşı sonrası ortaya çıkacak siyasi gelişmeler sonucunda, Fransız ve diğer Avrupalı Katolik rahiplerinin bölgeye girmesine ve onları “İran etkisinden kurtararak“  devletin yanına çekme siyasetine gerek duyacağını ise o zamandan görmesi beklenemezdi zaten.
Bu siyaset de daha o zamanlar, Baba İshak, Pir Sultan Abdal isyanlarını başlatacak,”*Alevi kimliğinde” saklanmış dönme Ermeniler, batı ile işbirliği yaparak güçlenecekler, Kanuni sonrası, Hürrem Sultan-Sokollu hakimiyetleri ile devleti ele geçiren “Slav yapılanması” ile birleşerek devletin sonunu getireceklerdir.
Elbette Yezidi Kürtleri (Nurcular da dahil) , Sabileri, Süryanileri, Rumları da yanlarında anmadan olmaz.
1800 yılının başlarından itibaren, Rus Çarlığınca maddi manevi korunma altına girmeye başlayan Ermeniler, batılı dindaşları Grekler, Bulgarlar, Sırplar, Macarlar gibi bir devlet hayali ile gözleri döndüğünden birçok masum Türk ve diğer Alevi-Sünni Müslüman’ın çoluk çocuk demeden kanına girecekler, haklı olarak da gördükleri tepki ile de acı biçimde, bölge halkı ve devletin yetkilendirdiği Hamidiye Alaylarınca cezalandırılacaklardır.

Ayrıca batının onlara vât ettiği devleti de kuramayınca satıldıklarını anladıklarında pişmanlık para etmeyecektir. Onlar, yine de devlet sahibi olmayı Ruslardan göreceklerdir.


Ancak yaptıkları ihanetler, onların sürgünde yaşamasına sebep olacaktır. l915 tehcir olayı sırasında Dersim, Van, Diyarbakır, Yozgat, Kırşehir, Çorum, Sivas, Erzincan Alevileri arasında “Müslüman olduk, Türk olduk” diyerek saklananlar, Atatürk’ün ölümünün ardından, İsmet paşanın iktidarı sırasında gene devlet kadrolarına getirilerek semirtilecekler ve 1938 Dersim isyanı ardından yapılan sürgün sırasında Türk devletini yıkmak için ettikleri yemine sadık kalacaklardır. Hem de tarih sürecinde aralarına karışmış Alevi Türkleri de içine alan bir şekilde.
Türkçe’nin de doğuda en güzel konuşulduğu il de Tunceli’dir, birçok mezra halkı mükemmel Türkçe konuşur, hatta bu kayıtlar, Cumhuriyet öncesi yerli yabancı devlet kayıtlarında da geçmektedir.
Onu geçin, Pers, Roma ve Bizans’tan itibaren Trakya’ya sürülmüş olanları da yerleştikleri yerlerde “Türkçe” konuşup, ibadetlerini “Türkçe” yapmışlardır.

Halen devletimizin AB-D-Rusya dengeli siyaset gütmesinin ardında, AB kapısında yalakalık etmemiz, batı dillerine ait kelimelerin ve adların dilimize doldurulup yozlaştırılması, PKK terörü, 200 yıldan beri bitmeyen savaşlar, isyanlar, her gün verdiğimiz şehitler bu yapılanmaya gösterilen sadakatin ürünüdür.
1990 yılından beri televizyonlarda yapılan Alevilik tartışmalarına katılan hiçbir Alevi’nin farklı bir Alevilik anlayışı ile uyuştuklarına şahit olmadım. Birbirlerinin de açıklarını bir güzel kapatıyorlar.

Malum, Sünni baskısından hepsi yıldıklarından eylem birliği kararı aldılar.06.Ağustos.1980’ den beri de Kürt-Ermeni eylem birliği çerçevesinde, ”Alevi Birlikleri Federasyonları, İnsan Hakları Dernekleri, Nükleer Enerji karşıtı vb. sivil toplum örgütlerinde de başı çeken hep bu “Ateşçiler” dir.

e-Bahsettiğim ihanet yapılanması işte bu Alevi maskeli dönme Ermenilerin yapılanmasıdır.

Ben bunların “Ermeni” olduklarına da inanmıyorum. Öyle olsaydı, krallarının ve Gregor’un emriyle “Tanrı sıfatı taşıyan “ krallarına biat ederlerdi.
Ama etmiyorlar ve ayrılıyorlar. Hem kendi halkları hem de diğer kavimlerce inançlarını saklamak zorunda kalmak, soykırıma uğramak gibi aşırı baskı altında yaşıyorlar.

Bu yüzden Türklerin gelişiyle “Ali’vi-liği” hemen benimseyivermişlerdir.
Bu insanların, Farsi olduklarını da sanmıyorum. Benim bu konudaki tahminim bunlar, sınırları Asya ve Avrupa’yı da içine alan kadim Uygur İmparatorluğu kalıntısıdırlar ve bu devlet yıkıldıktan sonra sahipsiz kalınca varlıklarını korumak için çabalamaktadırlar.

Ayrıca, bu inanışlarda bahsi geçen, temeli Zerdüştlüğe ve daha eski dini inançlara dayanan, “İlahi bilgiye ulaşmanın ilahi nurla olduğuna inanma, bilgicilik, bilinirlik” temelinde doğan “İlluminatı-Işıkçılık, Aydınlanmacılık” hareketi de, Gnostik olarak da bilinen, Apostolik (Havarici) Gregoryan Ermeni Kilisesinin kurucusu olan Mezrop Gregor İlluminati’den kaynaklanan Ermeni inancında doğu Anadolu Ermenileri arasında yaygındır. Buna Ermeni mezheplerinin “Sünni’si” denilebilir.

f-Sahte Alevi-Bektaşilerin, hepsinin “babalara, pirlere” bağlılık yeminleri vardır.

Amerikan ve İngiliz büyükelçilerinin 19.yy.daki raporlarında bile, aralarından ayrıldıktan sonra Sünnileri arasında da geçinemeyip geri dönenlerin, keçilerle, ineklerle, eşeklerle birlikte ahırlara bağlanarak, yanlarına bağlandıkları hayvan gibi seslerle böğürtüldükleri, dizlerinin üstünde pirin merhameti gelinceye kadar, pirin avlusunda ve ahırlarında dolaştırıldıkları, uzun ücretsiz amelelik yaşamlarına mahkûm edildikleri yazılıdır.
Hindistan Keşmir’li İbrahim peygamber’in Jainist (Canncı- Cinci) rahipleri olan atalarından öğrendiği “Kuşi dini öğretiyi” çocuklarına aşılaması ve soyunun bu öğretiye sadık kalarak sahiplenmeleri Yusuf’un Mısır’da Vezir (Köle komutan, memur) olmasını takip eden yıllarda unutulmaya yüz tutmuştur.
Mısır’ın piramit rahiplerinin elinde çağının en iyi din ve yıldız bilimleri konusunda eğitilen prens Musa (Sudan gelen) “kekeme” olması yüzünden Mısır’a kral olamayınca İbrani karısının kavmine bildiği büyü ve efsun ilmiyle sahip çıkmış ve onları ayartarak Mısır’dan çıkarması ile unutmaya yüz tutmuş “İbrahim- Abraham= Ulu Baba Ham” kültünü Mısır, Suriye, Babil, Petra, Ebla, Filistin Arap tanrılarının sıfatlarını da Thoth/ Tat/Tut/ İdris peygamber/ Yehuti/ Yahudi/ Yahweh- Yahve adlı tanrıya  ekleyerek tekrar canlandırmıştır.

Musa’dan 1000 yıl kadar sonra Yahudiler aralarında yaşadıkları kavimlere “ırkçılıkları” yüzünden rahatsızlık vermeye kalkınca da kurnaz Kalani- Yahudi rahipleri bu defa diğer kavimlere hoş görünmek için bir “Kurtarıcı Kral” beklediklerini açıklayarak “yeni açılım siyaseti” başlatmışlardı.

“Ulu Babaları” Avram’ın sarıldığı Nuh peygamberin oğlu Ham peygamberden kaynaklandığı açık olan “Avraham- İbrahim- Ulusların Babası” kültünü Greklerin Osiris ve Hıristo adını verdikleri Mısır’ın- Urisa’sını öne çıkararak “insanları seven, ırk ayrımı yapmayan ama Yahudileri en üstün tutan” Perslilerin Mitra’sı (Yaren, dost, arkadaş demektir) ile özdeşleştirmişler ve “İsevilik” dinini kurmuşlardır.

Roma’nın da “Mitra” dinine tapması yüzünden “din kardeşliği“  yüzünden İran’a savaş açmakta güçlük çeken Roma imparatorluğu M.S.310’da Ermenilerin resmi Gregoryen İseviliğinin ardından 15 yıl sonra M.S.325’de bu dini Grek rahiplerinin Hermetizm dini ile süsleyerek tanrıları “Hıristo’nun” adından uyarladıkları “Hıristiyanlık” dinini halklara zorbalık, işkence ve ağır vergiler ile dayatmaları ile Yahudiler insanlığın başına “ırkçı” yeni bir “din belası” daha çıkarmışlardır.

Gerek Sümer, Hint, Pers, Grek ve gerekse Arapların “Şeytan ve Cinleri” tanrı edinen inanışlarının Kuşi Keşmir’li Cinlere tapan Yahudi kavminin de ortak inancı olması Yahudileri dünya siyasetini belirleyen Ortadoğu ve Roma uygarlıkları içinde önemli bir yere oturtmaktadır.

Nasıl oturtmasın ki, Tevrat’ı öyle bir büyücü Musa yazmıştır ki, gerçekte;
Musa mı Yahve, yoksa Yahve mi Musa?

- Tanrı mı Musa, Musa mı Tanrı? Sorusunu sorduran olaylara tanık olmaktayız. Birçoğunu yazdım şimdi şu ayetlere gelinde şaşırmayın. Musa resmen Allah’a talimatlar yağdırıyor;
Sayılar 10. Bölüm

g-Musanın Tanrıya ilginç hitabı;
Say.10: 34 Konakladıkları yerden ayrıldıklarında da RAB'bin bulutu gündüzün onların üzerinde duruyordu.
Say.10: 35 Sandık yola çıkınca Musa,"Ya RAB, kalk! Düşmanların dağılsın,Senden nefret edenler önünden kaçsın!" diyordu.
Say.10: 36 Sandık konaklayınca da,"Ya RAB, binlerce, on binlerce İsrailli'ye dön!" diyordu.”

Takdîr artık sizin.
Yahudi ve Hıristiyanlara kendi kavmini yamamak ve İbrahim’in kovulmuş köle karısı Hacer’den doğma İsmail soyundan (Genesis/Yaratılış 21;12) bağ kurmalarını peygamber Muhammed akıllıca değerlendirmiştir.


h-Hicaz Araplarıın İnançları;
Yahudi melezi olduğunu savunduğu Hicaz, Necd Araplarının Suriye’li Lut peygamberin kendi kızlarıyla ilişkisinden üreme ve “babadan olma” anlamına gelen Moabi (Muavi) (Genesis/Yaratılış 19;37)  adıyla bilinen kavimden getirdikleri çöl şeytanı El Lah/ Allah/ Hubel  putuna asırladır tapmaktaydılar.
El Lah/ Allah/ Hubel, Tahılların tanrısı- gök gürültüsü ve yıldırım tanrısı- Yağmur ve bereket tanrısı-Savaş/ Kılıç tanrısıydı. El Hâkim, El Kadir gibi 99 adı vardı. Kâbedeki 360 putun en büyüğü, babalarıydı. Mısır, Sümer ve öteki milletlerin de tanrılarının benzer şekilde adları vardı. Tanrılar sıralamasında rütbesinin karşılığı hangi sayı ile ifade ediliyorsa her tanrı o kadar ad alırlardı.

Peygamber Muhammed  “Er Rahman”* adıyla andığı, heykeli ve resmi yapılmayan anikonik kendi dininin şeytan/cin tanrısına tapınılmasını kendi kavmine tercih ettirememiştir. Böyle olsa da en azından Kabeyi 360 tanrı heykelinden temizlediği gibi babası Abdullah’ın (Allah’ın Kölesi) da kurban edilmekten annesi Fatma’nın kabilesinin yardımlarıyla kurtarılmasının anısına ve de Arapların “El Lah” putundan da vazgeçmemeleri de buna eklenince bu tanrının da heykelini kırmış ama adını yeni dininde istemese de korumuştur.
*Errahman-(Rahman Suresi ve Fatiha Suresi tefsirlerinde “Er Rahman” konusu açıklanmaktadır. Ayrıca Bkz. Ibn Ishak, Siyer, tahkik ve ta’lik: Muhammed Hamidullah, Arapça, Konya, 1981, s.180, fıkra: 254)

Başlangıçta kökeni Yahudilik ve Hıristiyanlık gibi “cinci- şeytancı” özellikler içeren İslam dini Abbasiler döneminde M.S.635’de Bağdat şehrinin Babil’in 30 km. yukarısında inşa edilmesiyle burada bir İslam Üniversitesi kurulmuş ve Sokrates’in ve Çin’li Lao Zu’nun “ateist” yani küçük tanrıları yok sayarak baş tanrıyı seçen “Tek Tanrıcı” bir din ve buna ait bir felsefe üretmişlerdir.
İşte bu “ateist- tek tanrıcı” dinin tanrısı her ne kadar Kâbe’nin eski şeytanı-cinni ise de artık yeni felsefeyle bu “şeytan-cin” maddi/ hayvani sıfatlarından arındırılarak, putları kırılarak, geçmişi silinerek günümüzün Allah’ı olmuştur.
Kur’an’da Arapların tapındıkları şeytan/ cin kültüne ait çok sayıda sure adı, adlar, kelimeler ve efsanelerden bahsedilir. Tefsirlerde ise daha çok yer almaktadır.
Mesela Enam Suresinin anlamını verelim. Bakın Elmalılı H.Yazır nasıl açıklamış; “Enâm için. Enâm, lugatta halk yahut cin ve insan yahut yeryüzünde ki yaratıklar demektir.”
Ve;
122- İnka kızılderililerinin insan suratlı, taçlı süslü yılan tanrısı. İnsan kurbanı bekliyor!
Saffat Suresi 37/64-66- “O cehennemin kökünde, dibinde çıkar da dalları tabakalarına dağılır. Tomurcuğu, meyvesinin doğum noktaları, sanki şeytanların başları gibidir”. Buna üç mânâ verilmiştir:
1- Son derece çirkinlikten kinaye olmak üzere hayalî bir benzetme.
2- Şeytanlar, çirkin suratlı korkunç yılanlar demektir.
3- " Ruûsü'ş-Şeyâtîn" (Şeytanların başları), çirkin manzaralı, bilinen bir otun meyvesiymiş ki Yemen'de Esten denilirmiş.
Aztek Ay Tanrısı



Biz de dördüncü bir mânâ anlamak istiyoruz ki, zalimleri en çok aldatan, meftun eden nokta, onun çiçek açıp meyvesini verecek olan noktalarıdır. Gelir kaynakları gibi görünen o noktalar öyle iğfal edicidir ki, sanki şeytanların başları yahut reisleri gibi.”
Başak bir örnek Rahman Suresi 55:76. Ayetin tefsirinden; “Ve güzel abkarîler ve döşekler üzerine (dayanırlar)”. Abkarî, esasen abkare mensup demektir. Ebu's-Suud ve diğer müfessirlerin beyanına göre abkar, Araplar'ın itikadına göre Çin beldelerinden birinin ismidir ki, onlar acaip gördükleri her şeyi abkara nisbetle tavsif edKaydı Yayınlaerek abkarî derler.

Mu'cemu'l-Büldân'da şu izah vardır: "Abkar”, dolu yani buluttan inen donmuş sudur. Ayrıca abkara, cinlerin sakin olduğu bir yer anlamı da verilmiştir. Mesela "sanki abkar cinni gibi" denilir. Merrâr-ı Adevî şöyle demiştir:
Tibrâk ile Abkar'ın Şessa vadisi arasındaki yurdu tanıdın mı? Tanımadın mı?
A'şâ da şöyle demiş:
Olgunlar ve gençler olarak Abkar'ın Cinleri gibidirler.
123- Kertenkele cinler
İmru'l-Kays:
Kum taneciklerinin uçuşmaları esnasında çıkardıkları ses, Abkar'da sayılan bozuk paraların çıkardığı ses gibidir.
Küseyyir:
Sevgili dostundan dolayı seni bir bakışla ödüllendirdi. Rabbim de seni bundan dolayı cennetine yaklaştırdı.
Zaman içinde herhangi bir gün onlara gelirsen fazilet hususunda onları insanlardan üstün bulursun.
Sanki onlar Abkar'daki siyah vahşi cinler gibidirler. Bir şeye yöneldiklerinde onu elden kaçırmazlardı.

İzahında demişlerdir ki abkar, Yemen toprakları içerisindedir. Bu gösterir ki, o meskun bir yer ve kuyumcuları ile meşhur bir beldedir. Elbette kuyumcuları olunca diğer insanların da olması gerekmektedir. Galiba bu harab olmuş eski bir beldedir.
Nakışlı kumaşlar, ona nisbet edilirken, tanınmaz hale gelince bu defa o beldeyi cinne nisbet etmişlerdir. "En iyisini Allah bilir.
Ensâb ilmi bilginleri demişlerdir ki:
"Enmâş b. Errâş b. Amr b. Gavs b. Nebt b. Mâlik b. Zeyd b. Kehlân b. Seb'a b. Yeşcûb b. Ya'rûb b. Kahtân, Hind binti Mâlik b. Gafik b. Şâhid b. Akk ile evlenmişti.
Hind, Enmâş'dan Eftel denilen Haş'amî'yi doğurdu. Hind'in vefatı üzerine Enmâş Büceyle binti (kızı) Sa'b b. Sa'di'l- aşire ile evlendi.



Büceyle de Sa'd'ı doğurdu, ona abkar lakabı verildi, Büceyle onu dedesi Sa'dü'l-Aşîre'nin ismiyle isimlendirmişti.
Abkar'ı cinn bölgesine nisbet edenler, Züheyr'in şu sözünü delil olarak ileri sürmüşlerdir.
O cimridir, onun üzerinde bir Abkar cinni vardır. Onlar (Abkar cinniler) bir gün istediklerini elde ederlerse yücelmeye layıktırlar.
Bu olayda İslamiyet döneminde bile Kureyş’in ileri gelenlerinin Yemen cinlerini kutsal saydıkları görülmektedir. Sa’d adı da;” Sa’d, tanrısal saygı gösterilen, Cidde (4) sahilinde, Kinane’nin(3) iki oğlu olan Malik (1) ve Milkan (2) adına dikilmiş uzun bir taş puta verilen addır.
Safa adına da karşılık geldiği yazılır. Hac esnasında yedi kez koşarak gidip gelinen Safa ve Merve tepelerine adını veren Kâbe içinde cinsel ilişkiye girdikleri için taşa dönmüş ve tanrılaştırılmış bir çiftin adıdır. Bu taşın halen orada durduğu yazılır.

İslamiyet Araplarda pek bir şey değiştirmemiş, insanlar gene eski hamam eski tas. Kutsal cin/ şeytanlarından asla uzaklaşmamışlar.
Şaffat 37;
"158-“Onlar, Allah ile cinler arasında bir soy bağı uydurdular" .
Kehf 18.
50. “Hani, biz meleklere "Âdem'e secde edin" demistik de İblis dışında hepsi secde etmişti. İblis, cinlerdendi. Kendi Rabbinin emrine ters düstü. Şimdi siz, benim beri yanımdan, onu ve onun soyunu dostlar mı ediniyorsunuz? Hem de onlar sizin düşmanınızken. Zalimler için ne kötü bir değiştirmedir bu!”
51.” Ben onları ne göklerle yerin yaratılmasına, hatta ne kendilerinin yaratılmasına tanık tuttum. Ben, sapıp gitmişleri yardımcı edinecek değilim.”

Enbiya 21
29. İçlerinden her kim, "Ben O'nun berisinden/alt mertebesinden bir ilahım!" derse böylesini cehennemle cezalandırırız. Zalimleri iste böyle cezalandırırız biz.



KÜRT YEZİDİLİĞİ

a-HARRAN’IN HAÇLILARCA İŞGALİNİN ETKİLERİ
125- M.S. 1135  Haçlı seferleri ile kurulan Edesa, Klikya Ermeni ve Antakya, Trablus  Kontlukları ile Selçuk İmparatorluğu haritası Onlar Selçuk Rum Sultanlığı demişler bazen de İkonya derler.

1096-1099 I.Haçlı Seferinde Haçlılar önce Adana-Klikya ve Urfa-Harran Edesa Ermeni devletlerini ele geçirdikten sonra Kudüs’e yöneldiler ve işgal ettiler.
07 Mayıs 1104’deki Haçlı Seferinde Balık Nehri yakınlarında Aachen’li Albert  ve Chartres’li Fulcher’in emrindeki  Er Rakka şehrinin karşı tarafına yerleşmiş Haçlı Ordusu ile Selçuklu ordusu arasında geçen savaşa Harran Savaşı da denilir. Edesa’lı  tarihçi (Urfa’lı) Mateos’a göre, savaş iki gün boyunca çok kanlı bir şekilde sürdü. Karısı ölünce ülkesinde karısının mirasından yararlanamayacağı ve asilzadeliğine son verileceğinden, Edesa (Urfa) kontluğunu 1098’de Ortodoks Hıristiyan Ermeni Kral Toros’un evlatlığı olup ardından varis ilan ettirdikten sonra zehirleyerek öldürüp adamın tahtını hile ile alan Fransız asilzadesi Edesa Kontu Bourcq’lu (Bolonya’lı) Baldwin, Danişmendlilerden oluşan Selçuk Ordusuna esir düştü. Daha sonra serbest bırakıldığında Haçlı işgali altında bulunan Kudüs’te İ.S.1113’de esirlikten azad oldu.1118’de Kudüs’e Kral oldu, 1131’de öldü.

b-Şeyh Hadi İbn Musafir El Emevi (1070 Beka Vadisi (Lübnan)- 1162).
Laleş Şeyh Adi'nin Mezarı
Emevi Halifesi Mervan İbn El Hâkim’in soyundandır. Yukarıda verilen I. Haçlı seferi döneminde Lübnan bölgesinde yaşamaktadır. Abbasilerden hilafeti Haçlıların yardımıyla alma çabaları bilindiğinden Abbasi hanedanınca takip edilmekteydi. Selçukluların Urfa Edesa Ermeni devletini yıkmalarını engellemek, Afganistan’dan Selçuklularla birlikte gelen henüz Şafi mezhebine geçmiş İslam’ı iyi bilmeyen Mecusi (Yezidi) Kürtleri kültürel olarak bölerek bölgede kırılma yaratıp Abbasi Hanedanı ile iyi geçinen Türklerin gücünü kırmak, Abbasileri zayıflatmak ve Hıristiyan işgaline kapı açmak için Kudüs’teki Haçlı krallığının destekleriyle Sincar dağlarına hareket etmiştir. Kürtlerin bir kısmında bu hayalini gerçekleştirmiştir. Ancak Şeyh Adi’ye katılan bu Kürtler yeni gelenler değil, Süryanileşmiş Harran Sabileriydiler ve hem Abbasilerce hem de Türklerce hatta bölge Kürtlerince güçlenmeleri tarih boyunca engellenmiştir.

İran’ın eski dini olan Mecusilik-Zerdüştlük-Yezidilik olarak bilinen inancın Kürtlere has uygulamasını İslam öncesi Hicaz Yezidiliği ile birleştirerek Kürt Yahudiliği de denilen Kürt Yezidiliğini kurmuştur. En eski inanışlardan olan Sufiliği incelediğinden Sufi olarak da bilinir. Mezarı Irak Sincar bölgesinde Laleş şehrindedir. Bu yer Yezidilerin hac yeridir. Yezidilerin Tavus Melek-Şeytan diye taptıkları, Kürt olmayan Emevi kökenli şeyhleridir. Uyanık Emevi şeyhi Hadi, kendi soyu olan I. Halife Hz. Ebubekir, Hz. Muhammed’in düşmanı amcası Ebu Süfyan’ın oğlu Şam Valisi Muaviye ve oğlu Halife Yezid’i de Kürtlerin TANRISI ilan etmiştir.
Daha sonraları Hakkari’ye gelerek yerleşmiş ve “El Hekkari” lakabını adına eklediğinden Şeyh Hadi Bin Musafir El Hekkari El Emevi adı ile anılmıştır. 1111’de yerleştiği Laleş şehrinde kurduğu tekkeye kendi adından türetilen “Adeviye Tekkesi” ve tarikatına da “Adeviye Tarikatı” denilmiştir.

Aslında kutsal kitap olarak yazdığı Mushaf-ı Reş (Kara Kitap’ta” Hz.Muhammed’i tanrısı şeytan Tavus’un “ Nurlandırdığını” onun nuruyla peygamberlik ettiğini, aslında kötü birisi olduğunu, Muaviye’nin onun kölesi olduğunu ve onun soyundan gelenlerin Muhammed’in neslini kurutacağına dayanan kehanetin anlatılmasına ve hatta Allah’ın Kızları olarak bilinen El Uzza’nin Halid Bin Velid tarafından öldürülmesinin intikamını, Muaviye’yle evlenen 80 yaşında bir kadının sabahında 20’lik bakireye dönüşmesi ve Halife Yezid ve babası Muaviye tarafından da Muhammed soyunun kurutulmasını anlatır. Bu durumda Müslümanlığın kabulü olanaksız olmasına rağmen, Şeyh Hadi’nin gerek Emevi soyuna dayanması, gerek namaz ibadetlerinin olması ve gerekse de  Kürtlerin kaybedilmemesi için olsa gerek Sünni Müslüman tarikatı olarak kabul edildiğini görüyoruz.

Kaynak;Kreyenbroek, Philip G; Jindy Rashow, Khalil (2005), God and Sheikh Adi are Perfect: Sacred Poems and Religious Narratives from the Yezidi Tradition, Iranica, 9, Wiesbaden: Harrassowitz Verlag
Spät, Eszter (1985), The Yezidis (2 ed.), London: Saqi (published 2005)

c-Kitab-ül Cilve

Melek tavus, bütün yaratıklardan önce var oldu. Seçilmiş halkını uyarmak ve yanlışlardan uzak tutmak üzere, yardımcılarını bu dünyaya gönderdi; kullarını önce sözlü olarak uyardı, ikinci olarak bu kitapla ki yabancıların okuması ya da bakması yasak kıldı.

BİRİNCİ BÖLÜM
Ben ki vardım, varım, sonsuza dek var olacağım; tüm yaratılmışlara hükmüm geçer, tüm olaylar ve benim erkim altındaki varlıklarla ilgili her şey, benim buyruğumla olur. Kim bana inanır da gereksindiğinde beni çağırırsa, ben hemen onun yanındayım, benim var olmadığım hiçbir yer düşünülemez. Beni benimsemeyen kimselerin, kendi isteklerine uygun olmadığı için kötülük diye nitelendirdikleri tüm olaylar, benim istediğimle olur. Her çağın bir Yönetici Vekili vardır, onu ben seçerim. Her kuşakla birlikte, bu Dünya'nın Başkan' ı da değişir; Başkanlar sırayla gelirler, kendi dönemleriyle ilgili görevlerini yerine getirirler. Yaratılıştan kazanılan özelliklerin değerleriyle orantılı olarak, suçları bağışlarım. Kim ki bana karşı çıkar, sıkıntılarla acılar ondan eksik edilmeyecektir. Başka hiçbir Tanrı, benim işlerime ve yaptıklarıma karışamaz: Ben neye karar verirsem, o olur; Yabancıların ellerinde bulunan kutsal kitaplar, peygamberler ve havariler tarafından yazılmış olsalar bile, artık geçersizdirler, isyancı bir nitelik kazanmışlardır, bozulmuşlardır; bunlar birbirlerini yalanlamakta ve geçersiz kılmaktadırlar. Doğru olanla yanlış olan arasındaki ayrım, yaşanılan çağın koşullarına göre yapılacaktır. Bana inananlara verdiğim sözleri yerine getireceğim; belirli dönemler için yetkilerimi devrettiğim akıllı ve sevgili Vekillerimin yargılarına göre, kullarımla aramdaki sözleşmeye uyacağım ya da uymayacağım. Olayların gelişimini dikkate alırım; içinde bulunulan zamanda yararlı olan neyse, onu uygularım. Benim eğitmenliğimi kabul edenleri yönlendirir, eğitirim; onlar, bana uymakla, ruhun duyacağı sevinç ve zevklerin en büyüğüne kavuşurlar.

İKİNCİ BÖLÜM
Çok iyi bildiğim tüm yöntemlerle, Ademoğullarını ödüllendirir ve cezalandırırım. Yeryüzünde, üstünde ve altında ne varsa, benim denetimimdedir. Öbür ırklara yardım etmeyi üstlenmem, onlara iyilik yapmaktan uzak da durmam, hele benim seçilmiş topluluğumdan ve bana uysallıkla hizmet edenlerden bunu hiç esirgemem. Sınadığım insanlara etkin denetim yetkisi veririm; bu insanlar, benim irademe uygun olarak, belirli durumlarda, bana inanıp öğütlerimi tutanlara yardım ederler. Alan da benim, veren de; zengin eden, fakir eden de; mutlu kılan, mutsuz kılan da; bütün bunlar, çevre koşullarına ve zamana uygun biçimde gerçekleşir benim işlerime karışmak ve herhangi bir insanı denetimimden çıkarmak hakkına ve yetkisine sahip hiçbir güç yoktur. Bana engel olmaya çalışanların üzerine acılarla hastalıklar yağdırırım. Kim benim buyruklarıma uyarsa, öbür insanlar gibi ölmez. Bu düşük dünyada hiç kimsenin, kendisi için belirlediğim süreden fazla kalmasına dayanamam; ama istersem, onu bu dünyaya iki kez, üç kez ya da daha fazla geri gönderirim, ruhunu başka bir bedenin içine sokarak; bu, evrensel bir yasadır.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Ben, kitap göndermeksizin yönlendiririm, dostlarıma ve benim öğrettiklerimi benimseyenlere, doğru yolu, gizli araçlarla gösteririm, uyulmasını istediğim kurallar, bunaltıcı değildir, zamana ve koşullara göre saptanmıştır. Yasalarıma karşı çıkanları öbür dünyalarda cezalandırırım. Ademoğulları, yapılması istenen şeyleri bilmezler, bu yüzden sık sık yanlışlığa düşerler. Yeryüzündeki ve gökteki hayvanlar, denizdeki balıklar, hepsi benim yönetim ve denetimim altındadırlar. Dünyanın bağrındaki gizli hazineler ve başka şeyler, benim bilgimin içindedir. Onların tek tek bulunup alınmasına olanak sağlarım. Bunlara sahip olacak kimselere ve benden zamanında dilekte bulunanlara gizli işaretlerimi, mucizelerimi gösteririm. Bana ve izleyicilerime karşı yabancıların göstereceği düşmanlık ve direnme, ancak kendilerine zarar verir, çünkü bilmezler ki güç ve zenginlik benim ellerimdedir ve bunları ben, âdemoğullarından hak edenlere veririm. Dünyaların yönetimi, çağların arka arkaya gidişi, vekillerimin her çağda değişmesi, sonsuza dek benim yetkimdedir. Her kim oraya dürüstçe yürümezse, ben, kendim belirleyeceğim bir zamanda onu cezalandıracağım ve başladığı yere geri göndereceğim.

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Mevsimler dört tanedir, unsurları da (Dört unsur = Adem' in bedenini oluşturan toprak, hava, ateş, su) dört tanedir; bunları ben, yarattıklarımın, gereksinimlerimi gidermeleri için bağışladım. Yabancıların kutsal kitapları, ancak benim yasalarıma uygun oldukları, karşı çıkmadıkları ölçüde tarafımdan kabul görürler; yine de bunlar, çoğunlukla saptırılmışlardır. Üç tanesi bana karşıdır ve ben, üç addan nefret ederim. .benim gizlerimi açığa vurmayanlar için, ödüllendirme konusundaki sözümü tutacağım. Benim uğruma acı çekmeye katlananları, kuşku duyulmasın ki, dünyalardan birinde ödüllendireceğim. Benim yolumdan gidenler, kendilerine düşman olanlara ve yabancılara karşı, cemaat halinde yaşasınlar. Ey siz, benim yasalarıma uyanlar, benim tarafımdan iletilmeyen düşünceleri kafanıza sokmayın. Yabancıların yaptığı gibi sakın adımı ya da bana yakıştırılan adları ağzınıza almayın, yoksa günaha girersiniz; çünkü bu konular, sizin kavrayışınızın üzerindedir.

BEŞİNCİ BÖLÜM
Beni simgeleyen şeylere ve resimlere saygılarınızı sunun; çünkü onlar size, benim yasalarıma aykırı olan davranışlarınızı anımsatacaktır. Yardımcılarımın buyruklarına uygun, sözlerine kulak verin ki benden aldıkları öte dünya bilgisini size iletsinler.

Kendi tercüme yazım;
d-MUSHAF-I REŞ (KARA KİTAP)

127- Yezidilerin çift cinsiyetli tanrıları şeytan Tavus
Başlangıçta Tanrı, kendi yüce özünden Beyaz İnci'yi yarattı ve bir kuş yarattı ki adı Angar’dı. Ve İnci'yi onun sırtına koydu, ve orada kırk bin yıl oturdu.
İlk gün, yani pazar günü, Azazil adlı meleği yarattı; işte o, hepsinin başkanı olan Ta'us Melek (Tavuskuşu Melek) 'tir.
Pazartesi günü Tanrı, Darda'il adlı meleği yarattı, ki o, Şeyh Hasan'dır.
Salı günü, İsrafil'i yarattı ki, Şeyh Şems'tir (Şemseddin) .
Çarşamba günü, Cebrail adlı meleği yarattı; o da Abu Bekr'dir.
Perşembe günü, Azra’ili yarattı ki, Secaeddin'dir.
Cuma günü, Şemna’il adlı meleği yarattı; o da Nasir'ed-Dindir.
Cumartesi günü, Nura’il adlı meleği yarattı, ki o [.Yedin-Fahr-ed-din’dir.] .
Ve, Melek Ta'us (Melek Tavus)'u onların başkanı yaptı. 

Ondan sonra Tanrı, yedi göğü, yeryüzünü, ve güneşi ve ayı yarattı Fakat,Fahreddin  İnsanı, kuşları ve canavarları ve tüm hayvanları yarattı.

Ve onları kumaştan elbisesinin cebine yerleştirdi, ve meleklerin eşlik ettiği İnci'nin üzerinden çıktı.Sonra yüksek sesle İnci'ye doğru haykırdı, bunun üzerine o da düşüp dört parçaya ayrıldı, içinden su fışkırdı ve okyanus oldu. Dünya yuvarlaktı ve bölünmemişti. Sonra Tanrı, bir kuş biçiminde Cebrail'i yarattı, ve evrenin dört bucağının yönetimini ona emanet etti. Sonra bir tekne yarattı ve onun içinde otuz bin yıl kaldı, ondan sonra Laleş'e geldi ve orada oturdu. Dünyanın içinde haykırdı, ve deniz katılaştı ve kara ortaya çıktı ama sallanmaya başladı. Bu esnada Cebrail'e, Beyaz İnci'nin iki parçasını getirmesini buyurdu, parçalardan birini yeryüzünün altına yerleştirdi, öbürünü de Göklere kapı olarak kaldı. Sonra onların içine güneşi ve ayı yerleştirdi, onların kırpıntılarından da yıldızları yarattı ve onları göğe süs olarak, astı. Ayrıca yeryüzünü süslemek üzere meyveleri olan ağaçları, bitkileri ve dağları yarattı. Halı'nın üzerine Taht'ı yarattı.
 Sonra, büyük tanrı dedi ki Ulu Tanrı: «Ey Melekler, Âdem'le Havva'yı yaratacağım, onları insan yapacağım ve ikisinden, Âdem'in özünden Şehar bin Cebr olacak ve ondan tek bir halk türeyecek yeryüzünde; Azazil'in, yani Ta'us Melek’in Yezidi soyu olacak.

Sonra, Laleş dağında oturmak için gelmiş olan Şeyh Hadi Bin Musafir’i gönderdi.
Sonra Tanrı, Kara Dağ’a indi ve 30 bin melek yarattı. Onları üç sınıfa ayırdı. Melek Tavus’a teslim edilip, onlarla göğe yükselinceye kadar kırk bin yıl ona ibadet ettiler.

Bu sırada tanrı kutsal şehir Kudüs’e indi ve Cebrail'e, dünyanın dört bucağından toprak, yani dört temel element olan  toprak, hava, ateş ve su getirmesini buyurdu:. Onu yarattı ve kendinden içine bir ruh koydu. Sonra Cebrail'e, Âdem' Cennet'e kadar eşlik etmesini, orada meyveyle bütün yeşil bitkileri yiyebilmesini, ancak buğday yememesini söylemesini emretti. Âdem burada yüzyıl kaldı.

Bunun üzerine Tavus Melek, Tanrıya “-Âdem’e tahıl yemesi yasaklanırsa nasıl üreyip çoğalacak ve nesilleri olacak diye sordu? Tanrı ona “-Bütün meseleyi senin ellerine bırakıyorum” dedi. O zaman Melek Tavus, gidip Âdem'e sordu: “-Hiç buğday yedin mi?
O da yanıtladı: “-Hayır; Tanrı bana yasakladı!” dedi.
Melek Tavus onu cevapladı.”-Buğdaydan yersen her şey senin için çok daha iyi gidecek.!”

Âdem yedi ancak karnı yedikten hemen sonra şişti ve Ta'us Melek onu Cennet'ten çıkarıp, bıraktı ve göğe çıktı. Âdem, vücudunda çıkış yeri olmadığından karnının şişkinliğinden rahatsız oldu ve acı çekti. Bu yüzden Tanrı bir kuş gönderdi, anüsünü gagalayarak bir çıkış deliği açtı, böylece Âdem içindekini salıverdi.

Böylelikle Cebrail yüz yıl uzak kaldı ve Âdem üzüldü, ağlıyordu. O zaman Tanrı; Cebrail'e Âdem'in sol koltuk altından Havva'yı yaratmasını emretti.

Havva ve bütün hayvanların yaratılışından sonra Âdem ile Havva, insan neslinin hangisinden geldiği konusunda anlaşamayıp tartıştılar durdular. Her birisi insanların kendinden ürediğine inanmak istiyordu. Bu tartışma hayvanların çiftleşerek saygın soylarını üretmelerine tanık olmalarından kaynaklanmıyordu. Bu tartışmaların sonunda Âdem ve Havva tohumlarını bir kavanozun içine boşaltmaya, üstünü kendi mühürleriyle kapatıp ve dokuz ay beklemeye karar verdiler. Sürenin tamamlanmasından sonra kavanozu açtıklarında biri erkek biri kız iki çocuk buldular.
Bu iki kişiden Yezidiler türemişlerdir.
Havva’nın memelerinde çürümüş pis koku yayan kurtlardan başka hiçbir şey yoktu. Ve tanrı çocukların uzanarak emebilmeleri için Âdem’de büyüyen meme uçları bitirdi. Erkekte meme ucu olmasının sebebi budur.

Bundan sonra Âdem Havva’yı bildi (Cinsel İlişkiye girdi)  ve biri erkek diğeri kız iki çocukları oldu.
Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslümanlar ve diğer milletler bu ikisinden oldu.
Âdem’den olan ilk babalarımız, Set, Nuh ve Enoş’tu (Adil olan).

Kadının kocasının-erkeğin bir parçası olmasının inkâr edilmesi üzerine tekrar bir tartışma çıktı. Erkek kadının karısı olduğunda ısrar ediyordu. Her nasılsa tartışma yatıştı ve soyumuzun “Adil Bir’i” yasal olarak yapılan her evliliğe şahitlik için boru ve davul çalınmasını ferman buyurdu.
Sonunda melek Tavus, yarattığı soyumuz (Yezidiler )  için yeryüzüne indi ve birilerini bizler için kral ilan etti.

Bu krallar eski Asur Kralı Nisruç (ki o Nasır-ed-din’dir) ve Kamuş (o da, Sultan Fahr-ed-Din'dir) ve Artemus (ki, Sultan Şems-üd- Din'dir) adını taşıyorlardı. Bundan sonra iki kral tarafından yönetildik; birinci (224-272) ve ikinci Şapur (309-379) adlı. bu kralların yönetimi yüz elli yıl sürdü ve onların soyundan gelen Amir'lerimiz bizi bugüne dek yönetmişlerdir. Ama biz dört tanesinden nefret ettik.

İsa yeryüzüne indiğinde dinimiz “paganizm’di” (Çoktanrıcılığa dayalı putperest inanışlar).
Kral Ahab aramızdaydı. Ahab’ın tanrısı Baalzebub adıyla anılıyordu. Günümüzde biz onu “Pir Bap” olarak anıyoruz. Babil’de Bahtunasar adında bir kralımız vardı, diğeri olan Ahşuraş da İran’daydı bir diğeri de İstanbul’da Agrikalus adındaydı.

Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslümanlar bize karşı savaştılar ve tanrının izniyle de boyun eğdiremediler ve onlara galip geldik. O bize ilk ilmi öğretti. Bu öğretinin ilki;
Yeryüzü ve cennet yokken resmen size yazdığımız gibi tanrı denizin üstündeydi. Kendisine bir tekne yaptı ve onun içinde Kunsiniyatta  (Sır söz, muhtemelen sulardan olan evren),kendi kendisinden hoşlanarak seyahat etti.

Sonra bir Beyaz İnci yarattı ve onun üzerinde “kırk yıl” hükümranlık etti. Zamanla inciye kızdı ve onu tekmeledi ve onun çığlığından dağlar şekillendi, tepeler onun harikalarından, gökler ise dumanındandır. Tanrı göklere indi ve onu sağlamlaştırdı, sütunsuz inşa etti. Sonra yere tükürdü, eline bir kalem aldı ve bütün yaratılışı yazmaya başladı.
Başlangıçta, kendisinden ve kendi ışığından altı tanrı yarattı, yaratılışları bir ışıktan bir ışığın doğması gibiydi. Ve tanrı dedi ki;-“Ben, şimdi gökleri yarattım ve sizler de kalkın içinde bir şeyler yaratın!”

Bunun üzerine ikinci tanrı, indi ve güneşi, üçüncü ayı, dördüncü, göklerin kubbesini, beşincisi farg’ı (Venüs,sabah yıldızı), altıncı,cenneti, yedinci de cehennemi yarattı. Daha evvel söylediğimiz gibi bundan sonra da Adem ile Havva’yı yarattılar.

Ve bildiklerimizin ötesinde Nuh tufanından önce dünyada bir başka tufan daha vardı. Şimdiki soyumuz barışın kralı, onurlu bir kişi olan Naumi’den gelir. Onu Melek Miran diye çağırırız. Diğer bir soyumuz, babası tarafından horlanan Ham’dan gelir.

Gemi Musul’a beş fersah (30 km) mesafedeki Ayn Sifni köyünde durdu. İlk tufan Âdem, Havva ve diğerlerinin soyundan olan Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslümanlar tarafından alaya alındı.
Diğer yandan önceden de söylendiği gibi biz de yalnız Âdem soyundandık. İkinci tufan soyumuz olan Yezidilerin üzerine gelmiştir. Sular kabarıp gemi yüzdüğünde, karaya doğru gitti ve bir kaya tarafından delindiği Sincar dağı üzerine geldi. Yılan, bir kek gibi şekil alarak deliği kapattı. Sonra gemi hareket ederek Cudi dağı üzerinde durdu.

Derhal yılan türleri arttı, insan ve hayvanları sokmaya başladılar. Sonunda yakalandı ve yakıldı. Küllerinden pireler oluştular. Tufandan bu güne kadar yedi bin yıl geçmiştir. Her bin yılda bir tanrının oturduğu yerden yedi tanrıdan biri dünyaya inerek devletler, yasalar ve kurallar koydular, sahip olduğumuz her kutsal yerde bizimle kısa süreli olarak kaldılar.

Son kez olacak bu gelişinde, önceki gelen tanrıların kaldığından çok daha uzun süre tanrı bizimle kalacak. Azizleri takdis edecek ve Kürt diliyle konuşacak.

Hatta O, Muaviye adlı hizmetçisi olan İsmail oğullarının peygamberi Muhammed’i, aydınlattı, O geldiğinde Muhammed doğru biri değildi ve ona baş ağrısı ile eziyet etti. Sonra peygamber, tıraş etmesini iyi bilen kölesi Muaviye’den başını tıraş etmesini istedi. O da aceleyle zorlanarak onu tıraş etti. Sonuç olarak tıraş ederken başını kesti ve kanattı, yere düşeceğinden korkan Muaviye, kanı diliyle yaladı.
Bunun üzerine Muhammed ;
“-Ne yapıyorsun Muaviye?” diye sordu. O da,”-Yere düşeceğinden korkarak kanı yaladım” dedi.
O da;
-“-Günah işledin Muaviye, senden sonra benim soyuma karşı çıkacak bir millete sahip olacaksın.”
Muaviye cevapladı;
“-Öyleyse dünya evine girmeyeceğim ve evlenmeyeceğim!”

Bir süre sonra tanrı Muaviye’ye bir akrep gönderdi ve onu ısırttı, yüzü yerinden çıkacak gibi şişti ve doktorlar ona “ölmesin” diye evlenmesini söylediler. Bunu işitince rıza gösterdi.

Ona çocuğu olmasın diye seksen yaşında bir kadın getirdiler. Muaviye karısını bildi ve sabahleyin bu kadın tanrının gücüyle yirmi beş yaşında bir kadın olarak ortaya çıktı. Sonra hamile kaldı ve tanrımız Yezid doğdu.

Fakat yabancı soylar, bu gerçekten habersiz olup, tanrımızın büyük tanrı tarafından horlanıp sürüldüğüne ve cennetten geldiğine inanırlar. Ona bu nedenle küfretmektedirler. Bunda hatalıdırlar. Ama biz Yezidi soyu, yukarıdaki yedi tanrıdan biri olduğunu bildiğimiz için öyle olmadığına inanıyoruz. Bu kişinin görüntüsünde ve biçiminde olduğunu biliyoruz. O sahip olduğumuz bir horoz şeklindedir.

Hiç birimizin onun adını, adını andıran Şeytan, Kaytan, Şer (kötü),set (nehir) ve benzeri sözleri ağzımıza almaya izni yoktur.
Ne de küfür anlamında Melun, Lanet, Nal (at nalı) ve benzeri sesleri veren kelimeleri, sözleri telaffuz etmemiz, tanrıya olan saygımız yüzünden yasaklanmıştır.

Bize hass (marul) haram kılınmıştır, çünkü kadın peygamberimiz olan Hasiye’nin adını anımsatmaktadır; kuru fasulye de haramdır, koyu mavi boya kullanmamız yasaktır; Yunus peygambere saygısızlık etmiş olmamak için, balık yememiz haramdır; Ceylanları da yemeyiz, çünkü onlar peygamberlerimizden birinin sürüsü olmuşlardır. Ayrıca, Şeyh ve müritleri, tavus kuşuna saygısızlık etmemek için, horoz da yemeyiz; çünkü tavus kuşu daha önce sözü edilen yedi tanrıdan biridir ve biçimi horozu andırır.

Yine, Şeyh ve müritleri, helvacıkabağı yemekten sakınırız. Bundan başka, ayakta işemek ya da oturmuş haldeyken giyinmek, ya da Müslümanların yaptığı gibi helada taharetlenmek, ya da onların hamamlarında gusül etmek, bize yasaklanmıştır. Her kim bu yasaklara uymazsa kâfir ilan edilir.

Diğer soylardan gelenler Tavus Melek’i sevmedikleri için bunları bilmezler. Bu nedenle O onları ne eğitir ne de ziyaret eder.
Fakat O aramızda oturur, öğretilerini, kurallarını ve babadan oğula sürüp giden gelenekleri bize
Teslim etti. Sonra Melek Tavus göklere döndü.
Yedi tanrıdan birisi bilge Süleyman’a bir sancak yaptı. Ölümünden sonra krallarımız onu teslim aldılar.

Tanrımız barbar Yezid doğduğunda bu sancağı büyük bir saygı ile aldı ve soyumuza bağışladı.
Bundan başka çok eski ve kabul edilebilir olan sancaktan önceki bir dilde söylenilen Kürt dilinde iki şarkı besteledi.
Bu şarkının anlamı;
Elhamdülillah kıskanç tanrı” dır.

““Kıskançılk konusuna Tevrat’tan bir açıklama getirelim;
Yezidilik Tapınak Şövalyeleri (Mason) Bağlantısı;


adilyargiccadilyargicKeykubat/ AlaeddinYavuz


Bu kitabın telif hakları ©/ adilyargic/adilyargicc/keykubat/Alaeddin Yavuz'a aittir. Copyright © of this article is belong to adilyargic/adilyargicc/keykubat/Alaeddin Yavuz.


KİTABI  SIRAYLA OKUMAK İÇİN TIKLA
1-2-3-4-5-6-7-8-9-10-11-12-13-14-15-16-17-18-19

Hiç yorum yok: