9 Şubat 2012 Perşembe

CİN ve ŞEYTAN KÜLTÜ HİKSOSLAR, HİNDUİZM CİNCİLİK

HYKSOSLAR KİMLERDİR ?

Ayrıca Hiksosların Mısır’ı İstilası işlenirken kullanılan “Hyksos” yani Çoban/ Esir Krallar kavramı bence incelenmelidir. M.Ö. 1730’larda Türk milleti Türk adıyla anılmadığı gibi başka kavimlerde komşularının kendilerine verdikleri adlarla anılmaktaydılar.

Maneton’un kitabından;
Hiksos Prensesinin Tacı
Hiksoslar olağan üstü okçulardı ve Mısırlıların o zaman akdar bilmedikleri atların çektiği savaş arabalarına sahiptiler ve bronzdan üstün silahları vardı.(Maspero Hist.Anc.Çii.s.51.; Petrie, Hyksos and İsraelite Cities S.70)
Erman Grapow “Hyksos” adını “Yabancı Diyarların Yöneticileri” olarak açıklamıştır. (E.Grapow, Worter Buch III.S.171-29)
Hyksos adının bir başka şekli olan “Hykussos” Eusebus tarafından korunmuştur. Mısır dilinde “u” çoğul” takısıdır (Meyer). “Hyk= Kır Halklarının Yöneticisi, Şeyh” anlamına gelmektedir.
Babilli Kassitlerin dilinde “Hyksos” “işgal edenin kültürüne uyan” demektir.
Hyksos tamamen Arapça’dır. Mısır dilinde “Hyk” Çoban anlamına geldiği gibi bu kelimenin söylenişlerinden biri olan “Hak” da “esir-ler” anlamına gelmektedir. Bu çözümlemeden de “Esir Krallar” anlamını çıkarabiliriz.
Maneto’nun Mısır traihini yazdığı öteki kitabında Hyksos ırkının, “çobanlar” olarak anıldığını ve “esirler” olarak tanımlanıldığını yazmaktadır. En uzak atalarının aslında geleneksel olarak “Yörük” yaşantısına sahip olduklarını ve koyun beslediklerini, “çobanlar” olarak anıldıklarını yazmaktadır. 
Firavun Ahmose'nin Mısır'ı geri almak için
Çoban Kavimlerle savaşı resmedilmiş
Öte yandan Mısır kayıtlarında anlaşılamayan bir nedenle “Esirler” konusu şekillenememiştir. Atalarımızdan Yakup’un anlattığı “esir” bir Mısır kralı olduğu, sonraları (“Jaru-watas- Yeru-vatas (Boğazköy metinlerinde de vardır)”  Ras es Şamra’da bulunan Kenan adlarından Salim adına sahiptir. El Amarna belgelerinde “Urusalimmu”  olarak geçen bu ad, Yerusalem- Kudüs’ten” bahseden en eski belgedir.
Ben Mısır’ın hanedan listesini araştırdığımda Hiksos istilasıyla başa geçen çoban firavunların içlerinde adı “AY” öz be öz Türkçe ad taşıyan birini görüyorum. Gene Tevrat’ta Filistin bölgesine yerleşmelerinden sonra Yahudilerin savaştıkları kavimlerden birisi de Ay Şehri halkıdır.

Tevrat Bölüm Yeşu.7: 5Ay halkı onlardan otuz altı kadarını öldürdü, sağ kalanları da kentin kapısından Şevarim'e dek kovaladı. Bayırdan aşağı kaçanları öldürdü. Korkudan İsrailliler'in dizlerinin bağı çözüldü”.

Bu durumda bir Türk olarak, Manetho’nun “işgal yemiş mağrur Mısır’lı kişiliğinde” ortaya çıkan tarihçiliğiyle Grekler gibi “hilecilik yaparak” kendilerini işgal eden kevimleri “aşağılamak, eritmek için” onlara “uydurma” kimlik verdiğine tanık oluyoruz.
Öyle ki tarihçinin tarihinin içinden çıkabilene aşk olsun1
Maneto’ya geri dönelim. İşgalci Hiksoslar Salatis adlı birini kral yapmışlardı;

“Salatis oraya yaz zamanı gelir, kısmen tahıl hasatından alır, kısmen paralı olan askerlerinin maaşlarını öder ve düşmanlarına korku vermeye çalışırdı. Bu adam on üç yıl boyunca hüküm sürdü ve ardından Beon adlı birisi kırk dört yıllığına saltanata geçti onu Apachnas otuz altı yıl yedi ay ile takip etti. Ondan sonra Apophis altmışbir yıl, Janin 50 yıl bir ay, Asis kırk dokuz yıl iki ay olarak saltanatı sürdürdüler. Bu, Mısırlılarla savaşmaya ve köklerini kurutmaya pek istekli olan krallarının ilk altılık grubunu oluşturmaktaydı.”

İlk altı Hiksos firavunu dönemi sadece “253” yıl sürmektedir.
Bütün bu milletin adı “Hyksos” olarak şekillendi ve adın ilk hecesi olan “HYK” kutsal metinlere göre “bir kral’a” işaret ettiğinden ve “SOS” hecesinin de “Çoban’a” işaret etmesinden dolayı  geleneksel şiveye göre “Çoban Krallar” anlamında “Hyksos” deniliyordu ama bazılarına göre bunlar Araplardı.”

Şimdi yazının bir başka kopyasında “Hyk” kelimesi “kral’a” işaret etmiyordu ve aksine “esir” anlamına geliyordu ve Mısır dilinde “Sos” kelimesinin “çoban” anlamına geldiği kesin olduğundan bunlara “Esir Çobanlar” deniliyordu. Bu açıklama eski tarihin şartlarına göre bana daha uygun bir tanımlama olarak görülmektedir.

Ama Maneto şöyle devam etmektedir;

“…Bu insanlar atalarını ve krallarını adlandırmadan ve çobanlar olarak çağırmadan önce Mısır’da beş yüz on bir yıl saltanat sürdüler.”  Bundan sonra der ki;

Şimdi Hiksoslar Maneto’ya göre ne zaman Mısır’ı işgal etmişlerdi?
THE NEW KINGDOM
EIGHTEENTH DYNASTY
Ahmose (Nebpehtyre) 1539 - 1514 BC
Amenhotep I (Djeserkare) 1514 - 1493 BC
Amenofis yani 18. Hanedanda, I.Amenhotep döneminde yıl M.Ö.1514. Bu kral 1493’e kadar “21” yıl iktidarda kalmış. Bundan sonar firavun adlarında Türk adına rastlanıyor mu?
Evet, Tutankamon’un ardından gelen firavun Tut’u takiben Amenofis’ten “168” yıl sonra firavun Ay dönemi başlıyor; Ay (Kheperkheperure) 1325 - 1321 BC(M.Ö.)

Hatta ondan daha önce de 13. Hanedan döneminde de Akenethon’dan 127 yıl önce Firavun Ay (1664 –1641) dönemi gene var. Yani, Mısırlılar Türklere oldukça alışık bir kavim havası veriyor.
Hiksoslar Mısır’ı Maneto’nun dediği gibi “13” yılda terk etmiyorlar ve gene kendi yazdığı gibi bu kralların ilk altısının iktidar sürelerini  “253” yıl olduğunu yukarıda hesaplamıştık ve tümünün de “511” yıl olduğunu kendi yazmış;
Bu dudurmda Akeneton’un 21 yıllık iktidarı şaibeli duruma düşmektedir. Diyelim ki son döneminde işgal olayı oldu. O zamandan itibaren düşersek;
M.Ö.1493-511=M.Ö-982 yılına geliriz. Bu da Mısır kronolojisine uymadığı gibi Maneto’nun kronolojisine de uymaz. Çünkü, Amenofis’ten sonra Ramses’i firavun gösterir bu da II.Ramsestir. Ramses te (1279 – 1213) I.Seti (Şit)ten sonra kral olur ve dedesinin adını taşır ve 67 yıl krallık yapar. Amenofis’ten de “214” yıl sonra 19.Hanedan döneminde kral olur.

Bu çobanlar hem “511” yıl hüküm sürecekler, ilk altısı maşallah 40 yıldan aşağı hüküm süren yok. İşgali II.Ramses’ten başlatsak 1279-511= M.Ö.768 tarihine geliriz. Bu defa da Libya işgalleri falan güme gider. Biraz zorlasak Memluklulara çıkaracağız yani(!).

Neyse bu Greklerle Mısırlılar Hileci tanrının çocukları ne tarihleri ne kayıtları ne de tanrıları uyum içinde. Adamlar sadece kayıt tutmuşlar, yenilgilerini saklamışlar, adlarını değiştirmişler amaunutamamışlar ve ne yazdıysalar tarih de öyle olmuş.
Yukarıda da okuduğumuz gibi Hyksos/ Hiksos adı tamamen Maneto’nun uydurmasıydı. O dönemlerde bu kavimler “Türk” adı taşımıyor da olabilirler. Selçukluların yıkılışından sonra Anadolu’da kurulan beyliklerin hiçbirinin adı “Türk” adı taşımıyor, kurucu boyların veya beylerinin adlarını taşıyorlardı. Bu nedenle Mısır’ın işgalci çoban Yörüklerini araştırırken “Türk” adına değil “Türkçe” kelime, ad, belgelere dikkat etmeli ve Türklere has izlere bakılmalıdır.

Mısır’ın Akrep Krallarından sonra gelen I.Hanedan döneminde Türkçe Firavun adlarına rastlıyoruz;
THE FIRST DYNASTY - 3050 - 2890 B.C. 
Menes – AHA (Arapçada “A” sesi karşılığı “Elif” tir. Bu nedenle Menes okunabilir. Manas ve Aha- İşte Manas anlamına da gelir. Manas Destanını hatırlayalım.)
Djer  (Diyer- Diyar olarak okunabileceği gibi “Yer” olarak da okunabilir.)
Wadj
Den - Udimu
Anedjob
Semerkat (Semerkat daha çok güney Türkistan’daki Semerkant şehrini anımsatmaktadır.)
Qa'a (Ka’a- Kâ okunur. Mısır’da evreni yaratan yaratıcı güç’ün adıdır. Türkçe’de Kara Han, Kara Bey, Kara Osman (Osmangazi), Kara Murat (Fatih’in Arnavut casusu), Karaca adlarında “KA-RA”  adlarına rastlamak çok kolaydır.)
Üçüncü Hanedan’da gene Türkçe bir ada rastlıyoruz;
THIRD DYNASTY - 2650 - 2575 B.C.
Sanakhte (Nebka) 2650 - 2630
Djoser - Netjerykhet 2630 - 2611
Sekhemkhet (Djoser Teti) 2611 - 2603
Khaba 2603 - 2599
Huni 2599 – 2575 (Huni- çobanların vazgeçilmez eşyasıdır kaplara süt gibi sıvıların doldurulmasına yarar. Türkçedir.)


Yadinci Hanedan döneminde bol miktarda “Kare” ulamalı adlara rastlıyoruz. “Kare” sözü “KARA” sözünün inceltilmişi, yumuşatılmışıdır.
“Kaşları kâre kâre
Açtı bağrıma yâre”
Manisinde olduğu gibi “Kâre kâre” yinelemesi, “Kara” kelimesinin inceltilmiş halidir. Kara, (Kara Han) tanrının da adı olduğu gibi, kararlı, yaptığını bilen anlamına gelirken “kara kalpli”, “karadul (örümcek)” gibi adlarda da “kötü” anlamı içermektedir. Bu nedenle maniyi yazan sevgilisini incitmemek için “siyah” renk anlamına gelen “Kara” kelimesini “kâre” şeklinde yumuşatmıştır. Ama Türk Dil Kurumuna bakarsan “Kare Kare” deyişi “kareli karelere bölünmüş” olarak karşılık bulmaktadır. Oysa “Kare” anlamındaki “Dördül- eşkenar dörtgen” anlamına gelen”Kare” sözünün kaynağı olarak da aynı sözlük Fransızca “ Carre” kelimesini karşılık göstermektedir.

Oysa manide kullanılan “kare kare” yinelemesi tamamen “kara kara” anlamında renk belirtmektedir. Yoksa Türkçede ve başka dillerde “kare kaşlı, üçgen, altıgen kaşlı” deyimi olduğuna rastlamadım.
Bu yüzden Türk Dil Kurumunun adını “Ermeni Dil Kurumu” olarak değiştirmek gerekir ya da bu kurumu Agop Dilaçar ve İsmet paşanın doldurduğu Ermenilerden kurtarmak gerekir. Onlar devleti tasfiye etmeden önce.
Şimdi Hanedan listesindeki “Kâre” lere bir bakalım;
SEVENTH & EIGHTH DYNASTIES (Yedinci Sekizinci Hanedanlar)
Netrikare
Menkare (Men, Man, proto Türkçe’deki “İnsan, adam” anlamındadır. “Teo-man” “Tanrı Adam” anlamındadır. Menkâre”- “Kara adam” demektir Sümerde Adapa soyu olan insanlara “Karabaşlılar” denilmesini hatırlayalım.)


Neferkare II (“Neferkâre” bilşik adder. Nefer Türklerle aynı soydan yani Yafes peygamberin oğullarından Meday’ın soyundan olan İranlıların dili olan Farsça’da “Nefer” asker ve birey- kişi” anlamına gelir. Nefer – kâre- Fiavunun doğal olarak “asker” olması şartına bağlı olarak da “kara asker” anlamında bu ad açıklanabilir. Dil bilimine girersek Arap dili ve eski Mısır dilinde bunun anlamı yaptığım tespitlerle asla uyuşmayacak çözümlemeler verebilir. Dil bilimi derin bir oyundur ve ona kız giren dul çıkar. Bu yüzden burada keselim ve aynı listedeki öteki “kâre’lere” bakalım;
Neferkare III
Djedkare II (Ced kâre- Kara baba- CeddArap tanrılarından birisidir ve Türkçe’ye Arapça’dab “Baba-Âta” anlamında geçmiştir. Örnek, “Ben senin yedi ceddini sayarım…” )
Neferkare IV
Merenhor (Meren-Farsa Maran- Yılan “Hor Farsça “Ateş- aşağılamak, değersizleştirmek “ anlamındadır. Burada “Ateş- Yılanı” anlamındadır. Tanrıların yılan ve kurbağa şekillerinden hareketle bu ad verilmiştir. İran ve Türk kültürü tarih boyunca iç içe geçmiş bir kültürdür.
Menkamin I
Nikare
Neferkare V
Neferkahor
Neferkare VI
Neferkamin II
Ibi I
Neferkaure
Neferkauhor
Neferirkare II
Wadjkare (Vedj bir Arap tanrısıdır. Kara Vedj demektir.)
Sekhemkare
Iti
Imhotep
Isu
Iytenu
THIRTEENTH DYNASTY- (Onüçüncü Hanedan)
Wegaf 1783-1779
Amenemhat-senebef
Sekhemre-khutawi
Amenemhat V
Sehetepibre I
Iufni
Amenemhat VI
Semenkare
Sehetepibre II
Sewadjkare
Nedjemibre
Sobekhotep I
Reniseneb
Hor I  (“Hor Farsça “Ateş- aşağılamak, değersizleştirmek “ anlamındadır.Bu addaki anlamı “ateş” olmalıdır. Horlayan, aağılayan veya aşağı görülen olması söz konusu değildir.)
Amenemhat VII
Sobekhotep II
Khendjer
Imira-mesha
Antef IV
Seth
Sobekhotep III
Neferhotep I 1696 - 1686
Sihathor 1685 - 1685
Sobekhotep IV 1685 - 1678
Sobekhotep V 1678 - 1674
Iaib 1674 - 1664
Ay 1664 – 1641 (AY- Bu ad tamamıyla öz Türkçedir. Gökteki “ay” demektir. Mısır’ın “Ay Tanrısı Kültünde” Takvimlerinin de 30 günlük ay takvimidir. Türklerle aynı külte sahiptirler. Buna ek olarak, Yahudilerin sürgün sonrası yerleştikleri Judae- Yuda şehrini de inşa etmiş olan Hiksosların Yuda yakınlarında “Ay Şehri” halkı konusunu hatırlayalım. Görüldüğü gibi 13. Hanedan Türk hanedanıdır. Firavun adı Türk adı, Yahudilere şehir kurup yerleştiren ve nankörlük gören Hiksos adını verdikleri Yörükler Türklerdir.)
Ay'ın Mezarı
Ini I
Sewadjtu
Ined
Hori
Sobekhotep VI
Dedumes I
Ibi II
Hor II
Senebmiu
Sekhanre I
Merkheperre
Merikare
Firavun adlarında “Ay” adına, “513” yıl süren Çoban Krallar döneminin sonuna doğru olan Yeni Krallık dönemindeki Onsekizinci hanedan döneminde de rastlıyoruz.;
Firavun Ay
THE NEW KINGDOM- (Yeni Krallık)
EIGHTEENTH DYNASTY- (Onsekizinci Hanedan )
Ahmose (Nebpehtyre) 1539 - 1514 BC
Amenhotep I (Djeserkare) 1514 - 1493 BC
Thutmose I (Akheperkare) 1493 - 1481 BC
Thutmose II (Akheperenre) 1491 - 1479 BC
Hatshepsut (Maatkare) 1473 - 1458 BC
Thutmose III (Menkheperre) 1504 - 1450 BC
Amenhotep II (Akheperure) 1427 - 1392 BC
Thutmose IV (Menkheperure) 1419 - 1386 BC
Amenhotep III (Nebmaatre) 1382 - 1353 BC
Amenhotep IV / 
Akhenaten 1353 - 1334 BC
Smenkhkare (Ankhkheperure) 1336-1334 BC
Tutankhamun (Nebkheperure) 1334 - 1325 - 
King Tut (Kral İdris BC
Ay (Kheperkheperure) 1325 - 1321 BC
Horemheb (Djeserkheperure) 1323 - 1295 BC
“Ay” adı taşıyan bu çoban kralın adına bir de Mısır adı olan “Keperkeperure” adı ulanmıştır. Mısır tarihini yazan milliyetçi Manetofiravun adlarından kaçTürk adını saklamıştır? Bilemiyoruz. Bir de Maneto’nun Mısır tarihini Grek işgalinde ve Grek dilinde yazdığını düşünürsek, Grek işgalinin yarattığı ruhsal eziklikle kim ne adları ne kayıtları değiştirmiştir bilemeyiz.
Maneto’nun tarihi çelişkilerle doludur. Hem “511” yıl bu çoban kavimler firavun tayin edecekler hem de işgaliden “13” yıl sonra Amenofis oğlu Ramsesle gelip onları hastalıklı Yahudilerle birlikte “barış yoluyla” sürecekler ve Mısırlı Ramses saltanatı devralacak?
Bu nasıl tarihtir?
Benim aklım almadı alan varsa beri gelsin!
Yerleşik kavimler tarihi ne kadar değiştirirlerse değiştirsinler, 5050 yıl geriden bu kadar izi görmek mümkünse, kazmayı dibine vurunca nelere rastlanır hesap ediniz! Benim gibi bir emekli polis memuru bulabiliyorsa tarihçiler bu güne kadar ne yaptı diye de sormadan edemiyorum.
Tabi ki yeryüzünde Siyonist Mason Sabi/ Yezid küresel sermaye iktidarı olunca tarih ancak bu kadar yazılır(!).

Türkler Mısır’a Bozulmuş Dini Onarmaya Geldiler;

En eski yaratılış miti olarak Kabul edilen Sümerlerin “Enuma Eliş Destanında” Tiyamat (dünya) ile savaşan Marduk, ona katılan öteki tanrıları yani gezegenleri heykele dönüştürmüştür. Bu kurala gore Sabiler halen bu yedi gök cisminin tanrıların heykelleri olduğunu kabul ettiklerinden mezheplerine göre her gezegen için üç ile yedi vakit namaz kılarlar. Ay da bu gök tanrılarından birisiydi ve Marduk onun kanından insanı yaratmış Ay’ı da dünyanın uydusu yapmıştı. Bu durumda ister Mısır ister Babil ister Sümer olsun Ay da bir tanrı adı olduğundan firavun ve olağan insan adı olarak da karşımıza çıkmaktadır.

Eski Mu kıtasının dini olan Ra- Mu (Mu Güneş) dini Mısır ve Sümer dinlerinin aslıydı. Bu dinde “kölecilik” yoktu ve sadece tanrıya yardım için yakarılırdı. Yeryüzünde yaşayan gök halkları (Cinler/ Fatihler /Şeytanlar) tufan sonrası kendi göklerine döndükten sonra bizleri denetlemekle görevli cinlerden tanrı edinip büyücülük öğrenip yeryzünde güç sahibi olanlar bu dini değiştirdiler ve Ra- Mu dini bu kavimlerce (Sümer, Hint, Çin, İran, Mısır) değiştirildi. İşte Türkler bu bozulmaları yaratan kavimleri cezalandırmak için onlara savaşlar ilan ediyorlardı.
Yahudiler ile Grekler ise halkları tarafından yoldan çıktıkları (cinlere şeytanlara ibadet ettikleri) için eski zamanlarda kovulmuş kavimlerdir. Köken olarak eski kavimlere aittirler. Bu yüzden bütün kültürleri başkalarına aittir. Ama kayıtları onmlar tutmuşlar ve zamanla tarih onların yazdığı gibi Kabul edilir hale gelmiştir. Bu şeytana  ibadetin bir kazancı gibi görünmektedir.

Cinlere ve şeytanlara tapan büyücülerin hakim olduğu bu kavimlerin kitaplarında Türklerin kıyamette “şeytanın ordusu-Yecüc- Mecüc Ordusu” olmakla suçlanmaları bu büyücülerin kurnazlıklarından kaynaklanmaktadır.
Mısır’ı işgal eden Hiksosların (Yörüklerin) gelişleriyle firavun olan Akeneton /Amenofis ilk olarak bütün tanrı heykellerini kırmış bütün putperest tapınaklarını yıktırmış ve Aten adını verdiği Güneş Tanrı dinini kurmuş Amarna’ya tek bir Aten tapınağı yaptırmıştı.

Tapınaklar tanrıların ikametleri için yapıldığından tanrı da “tek” olduğundan ona “tek” tapınak yeterliyid. Buna günümüzden örnek verirsek Hindistan’da yarım milyara yakın Hindu yaşamasına ragmen tek bir tapınak olmasını gösterebilirim.
Yahudi, Hırisityan ve Müslümanların her yere tapınak yaparak içlerine girerek ibadet etmeleri putperstlik döneminin kalıntıları olan geleneklerin “kitle uyutma merkezleri, halkı yönlendirme kurumları” olarak kullanılmalarındandır.
İslam öncesi Arapların Kâbe ve öteki putperest tapınaklarına, doğuracak kadınların, iyileşmeyen hastaların “tanr iyileştirsin diye” bırakıldıklarını İbn’i Hişam El Kalbi Kitab-ul Asnam’ında yani “Putlar Kitabında” yazmaktadır.
Mısır’a Yörüklerin gelişi ile “tek tanrıcılık” faaliyetinin başlaması Türklerin her zaman “Tek Tanrıcı” ve yeryzünde gerçek dinin koruyucuları olduklarının açık delilidir.
Babil ve Asur tarihçisi Theophilus G.Pinches LL.D (London College University- Londra Kolej Üniversitiesinden) Babil ve Asur Dinleri ( The Religion Of The Babilonian and Assurian) adlı kitabında Sümerleri yıkan Akadların Moğol veya Türk kökenli olduklarını yazmaktadır. Aynı yazar Asur tanrısı Aşşur’un karısının da adının “Auşar” yani “Avşar” olduğunu yazmaktadır. Yani Türkler her zaman dünyanın her yerinde vardılar ancak savaşlar ve entrikalar ile bilgelerini yitirdiklerinden ya da aralarında yaşadıkları kavimlere “fazla uyum sağladıklarından” önceleri Cin, Hindu, Brahman, Mitra/ Mihr, Zerdüşt, Sabi, Yahudi, Hıristiyan ve Müslüman inanışlarına girmeleriyle erimeye başlamışlardır ve bu gün eridiklerinden aralarında bağ kalmamıştır.

Yazıyı Türkçeye çeviren ve yorumlayan;Alaeddin Yavuz Keykubat/adilyargıç

Yahudilerin çalıntı kültürlerinin izlerini sürmeye devam edelim;



HİNT YARATILIŞ DESTANI

Vedalar adı verilen şiir tarzı anlatımı olan ayetlerden oluşan Hint Brahadaranyaka Upanişad’ında olay kısaca şöyle anlatılmaktadır;

“…Başlangıçta sadece Atman* vardı. Etrafına baktı, ama kendisinden başka bir şey göremedi.
-Ben varım’ Dedi.
Bundan dolayı onun adı “Ben”* oldu. Bu nedenle şimdi dahi bir adama kim olduğunu sorsanız o adam önce “Ben” der, sonra da sahip olduğu ismi söyler…

Korku duydu, çünkü yalnızlık korku yaratır.

-Benden başka bir şey yoksa niye korkayım? Diye düşündü. O zaman korkusu geçti. Korkacak bir şey yoktu. Çünkü korku ikinci bir varlık olduğu zaman gelir.
Bu yalnızlıktan dolayı mutsuzdu. Kendisine bir arkadaş istedi. Sarılmış kadın ve erkek iriliğindeydi. Kendisini ikiye böldü, böylelikle kadın ve erkek doğdu.
Bilge Yajnavalkaya’nın dediği gibi gövdesi bezelye gibi ikiye ayrıldı ve kadın böylece ortaya çıktı.

Onunla birleşti ve böylece insanlık doğdu.

Kadın düşündü;
-O beni kendisinden yarattı, benimle nasıl birleşebilir? Kendimi gizleyeceğim. Dedi.

O zaman kadın inek oldu, erkek boğa oldu, birleştiler böylece davarlar oldu. Dişi bir kısrak, erkek te bir aygır oldu, dişi eşek öteki erkeği oldu, birleştiler böylece tek tırnaklı hayvanlar oldu. Dişi keçi öteki erkeği teke oldu, dişi koyun öteki koç oldu böylece keçiler ve koyunlar oldu. Bu şekilde karıncalara kadar bütün hayvanlar yaratıldı.
Sonra düşündü.
-Gerçek yaratılış benim! Çünkü bütün her şeyi ben yarattım! Dedi
Böylece “yaratılış kavramı” doğdu. Bu gerçeği bilen kişi gerçekten yaratırken yaratıcı olur…”
(Kynk. J.Campbell- İlkel Mitoloji S.111)

Efsane öncesinde Tevrat ayetinde tanrı adının “Ben olduğunu vermiştik. Hint destanında da baş tanrı Atman’ın da adının “Ben” olduğunu gördük. Bu da bize Yahudi tanrısının Hint kökenli olduğunu gösterdi.

*“Atman= Bu efsanede geçen baş ve ilk tanrı “Atman” günümüz Türkçesinde halen yaşayan Kırım Tatarlarında da “Ataman” olarak kullanılmaktadır. Rus Kazaklarının başbuğlarına da verilen bu adı ülkemizde binlerce kişi soyadı olarak taşımaktadır.”
Öte yandan, İbrani/Yahudilerin taptıkları tanrılardan biri olan Adon’un (Tanrı) Athon (Aton, Ason) olarak söylendiğine işaret edilir.

Bu adın, “Athan” biçiminde Küçük Asyalı putperest Greklerce çok iyi bilindiğine Avrupalı Greklere böylece geldiğine dair büyük ölçüde delillerimiz vardır. Eustathius, Diyisus’un Periergesisi üzerindeki notunda Leodikya (Konya Ladik) bölgesindeki yerel adları sayarken “Athan” tanrıdır diyor.
Athan’ın dişili “Tanrı” Athan’dır, “Hanımefendidir”, Türklerin ve Atinalıların söyleyişlerinde “Athena-Asena’dır”.
Minerva’nın bakire olarak temsil edildiği şüphesizdir; Girit’te Hiyerapitna’da Strabo’dan öğrendiğimize göre, Helius ya da Güneşe tapan Corybantes’in (Koribantes- hadım rahipler. ) anası olduğu söylenilmekteydi.
Böylece Hint tanrısı Atman, Ari kökenli Anadolu Greklerince “Athan (Atsan veya Assan okunur) Avrupal’ı Greklerce de “Athena-Asena” olmuştur. Bu da Türkleri Ergenekon’a götüren bozkurt “Asena” dan başkası değildir.

*Ben: Türkçe’nin temeli “birinci tekil şahıs kipi “Ben’dir”.
İşte 1.tekil Şahıs Kipleri; “Ben, sen o Biz, Siz, Onlar”
Atman- Ataman benzerliğinden adının da “Ben” olmasına bakarak bu tanrının zaten Türk olduğunu söylersek eksik olur. Çünkü göklerin dili Türkçedir. Bütün kavimlerin tanrıları içinde Türkçe ad taşıyan çok sayıda tanrı vardır. “El, Bir, Elibol v.b.” gibi.

Şimdi okuyacağınız bütün dinlerin içinde bu Hint yaratılış destanından bir parçayı muhakkak bulacaksınız.
İşte “Hemitik” olan ve “soy kavgası” derdine düşmüş bu Yedu/ Yehuti/ Jehuti/ Yah/ Lah/ Yahve/ El Lah gibi tanrılara tapan Kuşi kavimlerin insanların başına açtıkları cinlere/ şeytanlara tapma kültünün ürünleri olan, köleci, kan içen, insanları kurban eden, alıp satmayı emreden “ırkçı” eski dinlere bir göz atalım;

HİNT KÜLTÜRÜ VE HİNDU DİNLERİNE BAKIŞ

Günümüz Afganistan, Pakistan ülkelerinden geçerek Hindistan üzerinden Hint okyanusuna dökülen İndus nehir vadisi Hindu dinine inananların büyük çoğunluğunun yaşadığı bölgedir. Avrupa ve Amerika’da yaşayan bir milyon kadar Hindu vardır. Dünyadaki Hinduların nüfusu yarım milyarın üzerindedir.
Hindu dini kökleri M.Ö. 2000’lere uzanır. Bu zaman içinde bölgede yaşamış öteki kavimlerin de dini kültürlerinden
etkilenerek harman olmuş Hindu inancı farklılıkları içinde uyumlulaştırarak gelişmiştir.
Sosyal, ekonomik ve sanat içerikli yönleri de barındıran din karmaşık görünmesine rağmen sürekliliği olan bir dindir. Mezhep olarak açıklanabilecek farklı düşünce, inanç dalları vardır.

En eski metinlerine Veda denir. Vedalar, İÖ. 1500’lerde kuzeybatıdan günümüz Keşmir ve çevresi bölgeye yerleşen Arilerin dinsel inançlarını açıklayan bu gün “ölü dil” olarak bilinen Sanskrit dilinde yazılmıştır.
Ariler çoğunluğu şimşek, ateş, su gibi doğa güçlerini temsil eden, şeytan ve cinlerden oluşan yılan- kertenkele kökenli çok sayıda tanrılara tapınmışlardır. Zamanla güçlendiklerinde işgal ettikleri kavimlerin de kültürlerini özümsemişler, kendi inançları içinde eritmişlerdir.
Hindu dininin çok sayıdaki kertenkele, yılan, fil veya başka şekilli cüce veya dev cin /şeytan tanrılarının en üstünde onlardan farklı hepsinden güçlü gerçek yaratıcı olan ama şeytan ve cin tanrıların da işlerine pek karışmayan, seyirci kalan bir ruh/ şeytan olan Brahman vardır.

Brahman her yerde, her şeyde olan, ker şeye geçebilen bir tür cin veya şeytandır. O her şeye hâkim ve ilk yaratıcı olduğundan insanın benliğinin onunla birleşebilmesinin üç yolu vardır;

1-Yaptığı işleri ona adamak,
2- Ona tapınmak ve her şeyi karşılıksız olarak sevmek ve sevgiyi her yöne yaymak,
3- Yalnız yaşamak ve günlerini ona ibadetle geçirmek, devamlı olarak yücelik içeren düşüncelerle vaktini geçirmek. Sonuncu daha çok rahiplerin yaptığı işlerdendir ve bunu yapabilmek için meditasyona (dikkati istenilen yönde toplamak için yapılan bedeni ve akli eylemleri içerir) girmeyi kolaylaştıran Yoga’dan yararlanırlar.

Bu inançta reenkarnasyon vardır. Yani bir Hindu’nun ruhu Brahma ile birleşinceye kadar sürekli yeniden doğar, ateş ve külden başlayarak yeryüzündeki bütün yaşam şekillerinde yaşar, hepsinden günahsız olarak geçerse en son inek olarak doğar. Bu yüzden Hindistan’da inekler “yeryüzünün günahsız yargıçları (hâkim) kabul edildiğinden kutsaldırlar. Bu yaşamında da günah işlemezlerse ruhları Nirvana’ya çıkar ve Brahma ile birleşir. Nirvana cennet değildir. Gökyüzünde sonsuz evreni içerir.
Bir insan dünya malına düşkünse öldüğünde ruhu bedenini ve malını terk etmez. Bazı mülklerdeki hayaletler bunlardır. Ruh malı ve bedeni bekler. Dünya yok olduğu gün ortaya çıkan enerji/ kuvvet ile ruh dağılır ve yok olur. Brahma ile bütünleşemez. Bu yüzden dünya malına düşkünlük yadırganır.

60-Ejdere binen Varuna ( Devalardan/Şeytan )

Ama bu inanış “kast/aristokrat” bir sınıfı da kurmuştur. Köle sınıfından doğan kişinin zengin olmak için hiçbir çabası olmaz. Kendine biçilmiş dini ibadet tarzını uygulayarak ömrünü geçirir. Zengin/ aristokrat sınıftansa herkes onun zenginliğine ve verdiği talimatlara gönüllü olarak uyar.
 Din bir yanda dünya malına düşkünlüğü yadırgarken öte yandan “sınıf ayrımını” barındırdığından kendi içinde çelişmektedir. Bu da tarih boyunca iç karışıklıklara sebep olmuştur.
Hindu tanrılarının en belirginleri Vişnu ve Şiva adlı cinlerdir. Kadın ve erkek vücudunun özelliklerini aynı anda barındıran İnsan şekilli olarak tasvir edilen bu tanrıların en sevdiği şey insanları yemek ve kanlarını içmektir. Bazen kendisine verilen kurbanları yeterli bulmaz ve saldırıya geçer. Kurbanları yeterli bulduğunda insanlara bereket bolluk verir. Vişnu ölümlü dev insan bedenine sahip bir tanrıdır. Bedeni öldüğünde yeniden bir başka bedende doğar, kötülere karşı savaşır ve insanları korur. (Aslında dünya onun çiftliği ve o çiftliğini koruyor.) Bazen yüce iyi kral Rama bazen de kutsal sığır çobanı ve yılan tanrıları eğlendirmek için dans eden bebek Krişna olarak doğar.
Şiva, “Yok edici Şiva” olarak bilinir. Doğanın bütün güçlerini temsil eder. Tevrat’ın kızgın ve kıskanç tanrısı Yahve’yi andırır. Yok edici güçlerinin olmasının yanında doğayı var eden güçlerin de temsilcisidir.

Onun sonsuz eylemlerini betimlemek için dans eden “dört kollu” insan şeklinde resmi ve heykeli yapılır. Şiva bazen belinde insan kafataslarından yapılmış bir çelenk, ağzından akan insan kanları ile resim ve heykellerde tasvir edilmiştir.
Karısı Parvati her şekle girebilen güçlere sahiptir ve her şekle bürünebilir. Şiva ve Parvati’ye tapınanlar hayvan kurban ederler.

Saraswati
Öne çıkan tanrılardan birisi de bilgi tanrısı Sarayswati ile kız kardeşi zenginlik tanrıçası Lakşmi’dir.
Zorlukları ve engelleri ortadan kaldıran tanrı olarak da fil başlı insan gövdeli Ganeşa’ya tapınılır. Hindistan’ın birçok yerinde bu tanrının heykellerine rastlanır.
Hindular belirli ırmakların kutsallığına da inanırlar. Bunların başında Ganj ırmağı gelir. Kıyısında bulunan Varanasi kentine hacı olmak için gelen Hindular bu ırmakta yıkanırlar. Burada ölmek ve yakılmak, küllerinin bu nehre savrulması her Hindu’nun hayalidir. Her canlının ruhu olduğu inancına sahiptirler. En kutsal hayvanları yukarıda geçtiği gibi inektir. Öteki kutsal saydıkları hayvanlar sırasıyla;  Eşek, yılan, fil, boğa, at, manda, köpek ve fare gelir.

Bu hayvanların ya bu bedene girmiş tanrı veya öteki tanrıların habercileri olduklarına inanılır. Günümüzde Avrupa’da birçok Ari kökenli Hıristiyan’ın evlerinde fare beslemelerinin nedeni inançlarının Hindu kökenlerine dayanmaktadır. Kartal, tavus kuşu, horoz, şahin gibi bazı kuş türleri de kutsal sayılmaktadır.
Lakşmi
Hindu edebiyatının esasını eski Hindu dini kitapları oluşturur. Veda’laradan başka eski öykülerden oluşan Puranalar da vardır. İlk destanlar M.Ö. 1500’lerde ortaya çıkmıştır. Bunların başında 96.000 dizeden oluşan Ramayana  ve 220.000 dizeden oluşan Mahabbarata destanları gelir.
Dini olmayan eserler arasında en ünlüleri Paçantara masallarıdır. Tamamen “hayvanlara insan karakteri verilerek konuşturulmalarından” oluşan fabllerden oluşur. Eski İran şahları bunların bir kısmını kendi dillerine çevirterek değişik adlar altında saraylarda eğitim amacıyla kullanmışlardır. Yakın çağlarda İran şahları bu kitabı M.Ö. 200’lerde Hümayunname  (Şahname- Şah’a mektup.) adıyla yayınlamışlardır. Farsça’dan Arapçaya İslam dini esaslarına göre düzeltmeler yapılarak çevrilmiş olan kitap dilimizde  “Kel ile Dimne” adıyla yayınlanmıştır. La fontaine bu masallardan derlediklerini “kendisi uydurmuş gibi” yayınlayarak meşhur olmuştur.
Hin kültüründe Buda’nın dünyaya birçok gelişini anlatan 500 öyküden oluşan Cakatalar da çok bilinen eserlerdendir.(Kynk. Temel Britanica Ansiklopedisi.1992).

Hindu Dininde Cinler, Şeytanlar ve Kötü Ruhlar;
Hinduizm olarak da anılan Hindu dininde çeşitli sınıflara ayrılmış ruhlar, Vetalalar, Butalar ve Pişaçaslar olarak adlandırılan cinler ve şeytanlar vardır.
Aşuralar.
Rakshasas/ Rakşalalar ve Asuras/Aşuralar şeytanların en sık anılanlarıdır. Aslında Aşura Hint Rig Veda ilahilerinde iyi veya kötü olabilen insanüstü ruh demektir. Dil grubu olarak Hint dilindeki “s” harfinin eski İran dilindeki “h” harfiyle aynı kökten olması yüzünden Aşura, Ahura olarak okunur ve Zerdüştlerin göksel tek tanrısı olan Ahura Mazda’ya işaret eder.
Eski Hindu dini dininde Devalar ve Aşuralar Kasyapa adlı aynı babadan üvey kardeştirler, fakat devaların bazıları Varuna gibi olanları ise Aşura adıyla anılırlar. Ancak daha ileri dönemlerde Aşuralar ve hatta Rakşasalar “insan biçiminde çok güçlü kötü varlıklar” anlamında kullanılmaya başlanır. Aşura gibi sözlerin tümü, “Daitya (Anne Diti’nin oğulları), Rakşasa (korunana karşı zarar veren) yani şeytana karşılık gemektedir.

Aşuralar, özellikle Hindu üçlü tanrılarına ibadeti kabul ederler, Ravana ve Mahabati gibi Rakşasalar örnek dindarlardır. Aşuralar ile Devalar arasındaki anlaşmazlığın sebebi kolayca siyasidir. Devalar krallık içinde ölümsüzlük dâhil güçlerle donatılmışlardır, iktidarlarını tanrılarla birlikte sürdüreceklerdir. Asuralar, tanrılara sunularla, kefaretlerle güçlerini sürekli arttıracaklar ve devalara savaş açarak güçlerini koruyacaklardır.
61-Japon mitinde Aşuralar- Üstün yaratıklar ordusu.
Hıristiyan kavramına göre şeytan sevimsiz olsa da Aşuraların Karma çarkının dişlileri olmaları, kötülüğün kişinin kendi karmasının hareketlerine bağlanan değişmeyen gerçekliğine göre Brahman’ın sürekli bilgisizliğine yorulsa da Hindu dinine (Hinduizm) göre insanoğlundaki kötülüğü ve mutsuzluğu belirlemez.
Onlar temel olarak ne tanrılara karşıdırlar ne de insanı yoldan çıkarmaya çalışırlar. Aslında Aşuralar Devalar gibi Hindu dininin tanrılarına ibadet ederler.

Brahma
Brahma, Vişnu ve Şiva gibi Hindu dininin üçlüleri kefaretlerle yatıştırıldıklarında Aşuralara rahatlık bahşedildiği söylenir. Şeytanların tanrıya karşı savaşan ordu oldukları kavramını savunan Batı geleneğinden belirgin olarak farklıdır.
Hindu mitolojisinde, Prahlada ve Vibheşana gibi Asuralar olağandışı olmayan yüksek düzeyde aydınlanmış, sofudurlar. Aşuraların soyağaçlarının başlangıcında, Prahlada’nın güvenilir derecede aydınlanmış olduğu söylenir. Aşuraların, ölümsüz olmak için çabalayan Devaları sevmedikleri söylenir. Birçok insan Aşuraların, insan aklında sembolik bir cihaz gibi aşağı düzeydeki duygularının görünmesi gibi Aşuraları yorumlarlar. Surapadman ve Narakasura gibi “güce açlık duyan” ve tanrılara meydan okuyan bazı görüntüler varsa da bunlar bozguna uğratılmış ve bağışlama dilemişlerdir.
Kötü Ruhlar;
Hindu dini kişinin kendi karmasına göre ruh göçünü ve yeniden başka bir bedende doğması teorisini savunmaktadır. Ölülerin ruhları (Atman) doğmadan önce, birçok arıtmayı sağlayan cezalandırmalardan sonra Yama tarafından yargılanırlar. Olağanüstü suç işleyen insan ruhları tekrar doğmadan önce uzun bir zaman diliminde, yalnızlığa, sıklıkla kötülük içnde dolaşmaya mahkûm edilmişlerdir. Vetalalar, Pişaçalar ve Bûtalar gibi birçok ruh sonraki Hindu metinlerinde tanınmışlardır. Bu varlıklar sınırlı duyarlılıkta olup şeytanlar olarak adlandırılabilirler.




CİNCİLİK/ CAYNACILIK
-(Jainism- ˈdʒeɪnɪzəm/' Sanskrit: जैनधर्म  Jainadharma, Tamil: சமணம் - Samaam/Cincilik)-
İngilizce dilinden yapılan çeviriler nedeniyle birçok çevirmen arkadaş aslına sadık kalmak için bu din hakkında Jainism kelimesi, “Caynizm” olarak okunduğundan bu adı “Caynacılık” diye yazmaktadırlar. Çünkü İngiliz dilinde dilimizdeki “A” sesi yoktur. Bu yüzden dilimizdeki ve Hindu dilindeki “A” sesini verebilmek için mecburen “İ” (Ay okunur) harfi koymaktadırlar. Aksi halde kelime “CEYNİZM” okunur o da kelimenin gerçek ses anlamını vermeyeceğinden anlamsız olur.
62-Cin dini öğretisini anlatan rahip Törtankara'nın temsili resmi
Oysa işin gerçeği bu kelime adını Arapça  “Cım, Elif, Nun, Nun” harfleriyle yazılan “Cann” kelimesinden alır ve Arap dilinde de “Cin” okunan bu kelime dilimizde çok bilinen cinden başka bir şey değildir.
Hintliler ve İranlılar bu varlıkları aynı Türkçedeki “A” sesiyle  “Cann” olarak çift “n” ile söylemektedirler. Türkçemize de Farsçadan “Can” olarak geçmiştir. Ayrıca ruh ve sevgili anlamını taşır. İngilizce John (Can sesi verir- Yahya demektir), Fransızca Jan’dır.

Bu konuyu Elmalılı Hamdi Yazır Kuran tefsirinde, Cin, Şaffat gibi içinde cinden bahsedilen surelerde açıkça belirtmiştir. Bu nedenle bu dine “Cincilik” dememde bir sakınca görmüyorum. Öte yandan, Hindu, Brahman, İran, Sümer, Babil, Asur, Mısır, Grek dinlerinin de temelinde Cin/Şeytan tanrı kültü yatmaktadır ve bütün bu kavimlerin tanrılarının hepsi bu cinler ve şeytanlardır. Tevrat’ta da (Yaratılış/Genesis 6:4) bu göksel kavim halkına “Nefiller” denir. Bunların göksel savaşçı kahramanlar olduğu aynı ayette yazılır. Yani hepsi “Fatihtir” ve Jain/Fatih/ cindir.

Çin'de kurulan Cin (Jin) Hanedanı sınırları- Cin İnancının yayılması
Hindistan’da yaklaşık 3000 yıldır böyle bir kültür ya da din olacakta, güney Asya’dan yani Türkmenistan, Tacikistan, Kırgızistan, Uygur/ Sincan, İran yaylaları ve Himalaya bölgelerinden Hindistan’da Babür İmparatorluğuna kadar bu toplumlarla iç içe binlerce yıl yaşadıktan sonra buralara gelen biz Anadolu Türkleri bundan haberdar olmayacak. Böyle bir şey düşünülemez bile.
Cincilik, cinci hocalardan muska yazma, büyü yapmaya kadar ruhumuza işlemiş bir kültürdür. Alevilikten Sünniliğe, Yahudilikten İslam’a bütün Ortadoğu dinlerinde bu felsefe açıkça kendisini göstermektedir.

Cincilik inancı, tabiatta yaşayan her şeye karşı tecavüzkâr olmamayı emreden bir Hint dinidir. Felsefesi, ruhsal bilince/ özgürlüğe/ tanrısal bilgiye kavuşmak için insanın kendi çabasıyla ruhunu eğitmeye, yüceltmeye sevk eden öğretiyi vurgulamaktır. Her insanın ruhu, Jina/ Cin (Fatih) adlı üstün bir varlık ve iç düşmanları tarafından işgal edilmiştir. Mükemmel hale gelmiş ruh Siddha adını alır. Caynacılık/Cincilik eski metinlere shramana dharma (Şramana Darma- Öz güven) veya niganthas (nefret veya bağlanmama) yoluna atıf yapmaktadır.
Cinci müritlere Şravaka/dinleyici denir. Dini toplum dört temel sınıftan oluşur. Bunlar, rahipler, rahibeler, mürit erkekler ve kadınlardır.

Bu inanca göre varlıklar üç sınıfa ayrılırlar;
Henüz gelişmemiş olanlar, gelişmekte olanlar ve tekrar doğuş sürecinden kurtulmuş özgür hale gelenler yani Nirvana’ya ulaşanlardır.

Evren hakkındaki gerçekleri ilk fark eden ve kavrayanın yani inancı kuranın Lord/tanrı/bey Rişabba olduğu ileri sürülür ve yaşadığı zaman hakkında bilgi yoktur. Onu Lord/bey Parşava (M.Ö.877-777) ve Vardhaman Mahavira (M.Ö.599-527) takip etmiştir. Mahavira’nın bu dinin kurucusu olduğu, Benares’te doğduğu, otuz yaşına geldiğinde evini, ailesini terk ederek kendisini dünyevi istek ve arzulardan soyutlayarak dini yaşantısına başladığı,72 yaşında Bihar’da öldüğü ileri sürülür. Onun ölümü Nirvana’ya kavuşması olarak kabul gördüğünden Cincilerin takvimi de onun ölüm günü kabul edilmiştir.

63-Konuşan Cin rahip ve rahibesini izleyen cinlerden sol alt köşedeki ilginç bir cindir.

Mahavira’nın ölümünden iki yüz yıl sonra Hindistan’ın batısı ve güneyinde de yayılması ondan iki mezhebin doğmasına neden olmuştur. Bu tarikatlar, Şvetambaralar (Beyaz giyinenler) ve Digambaralar/ Göğü Giyinenler (Çıplaklar) adlarını almışlardır.

Bazı tarihçiler Cinciliğin M.Ö. 9.yy. veya 6.yy. da ortaya çıktığını savunmalarına rağmen, Cin inancı Cinciliğin daima olduğunu ve her zaman olacağını öğretir. Varsayımlara göre öncelikle, İndus Vadisi Medeniyetinin bir tufanla yıkılmasının ardından Hindistan içine yapılan Hint/Aryan göçlerinin getirdiği ruhani yansımanın ürünü olabileceği gibi çeşitli Hindu mezheplerinin bir ürünü de olması muhtemeldir. Bazı âlimlere göre de Şramana öğretisi, tarihi Vedalara dayanan dinin dindar Hint/ Aryanlarca çıkarılmış ayrı çağdaş bir uygulamasıdır. Günümüz dünyasında Cinciler, Hindistan’da 4.2. milyon gibi küçük bir azınlıktan oluşurlar. Avustralya, uzak doğu, batı Avrupa ve kuzey Amerika’da göçmen topluluklar arasında gittikçe yayılmaktadır.
Cinciler, ülkedeki en eski Cinci kütüphanelerine ve en yüksek derecede, en eski dini gelenekleri olan dindar topluma ve din ulemalarına sahiptirler.

a-Temel İlkeleri;
Cincilik, bireyin kendi aklı ve özgüveni ile yemin (Sanskritçe-व्रत, vrata) ederek, kişinin kendi ruhsal gelişimini tamamlayabileceğini öğütlerler.
Cinciliğin üç mükemmel (mücevher) İlkesi;
1-Doğru görüş (Samyak Derşane/Darshana)
2-Doğru Bilgi (Samyak Gyana)
3-Doğru amel (Samyak Çaritra/Charitra)
Bunlar, doğum ve ölüm çemberinden başlayarak devam eden yolu sağlarlar. Ruh dünyevi bağlarından bütünüyle sıyrıldığı zaman, ilahi bilince ulaşır.

Cinciler, evreni yaratmak, korumak ve yasalar koymakla mükellef “yaratıcı bir tanrı” olduğuna inanmazlar. Evren bir düzenleyiciye ihtiyaç duymadan kendi doğal kuralları içinde hareket eder ve değişir. Cinciler, evrenin dünyadan başka yerlerinde yaşam olabileceğine inanırlar. Cinciler, suda, havada, çamurda yaşayan mikroorganizmaları da içeren geniş bir sınıflandırmaya sahiptirler.
Beş temel ilkeye uyularak en ufak yaşam biçimine sahip canlılara en küçük zarar verilmemesinin en temel ilkeleri olduğunu öğütlerler.

Cinciler, takip eden, konuşma, davranış ve Mahavrata (Büyük yemin) ilkelerine uyularak nihai özgürlüğe/azad oluşa ve aydınlanmaya ulaşılabileceğine inanırlar.


Bunlar;
1-Ahimsa (Tecavüz yok)- Hiçbir canlıya zarar vermemeyi öğretir. Öteki yeminlerden kaynaklanan en temel yemindir.  En küçük bir varlığa en küçük bir zarar verecek veya zarar vermeyi düşündürecek davranıştan uzak durmayı emreder. “Tecavüz yok” ilkesi çoğunlukla, ”Öldürmeyeceksin” ilkesiyle karıştırılırsa da kelimenin anlamı bunun daha da ötesindedir.
Bu ilke, yaşayan herhangi bir varlığı doğrudan veya dolaylı olarak veya başkalarının aracılığıyla asla incitmemeyi ve zarar vermemeyi öğütler. Hatta bulunulan bir oda içinde bile başkalarını incitecek en ufak bir sözden ve düşünceden bile kaçınmayı öğütler. Öğreti, başkalarının fikirlerine saygılı olmayı, onlara hürmet göstermeyi de içerir. (Mutlakiyetçilik/Saltçılık yoktur, başkalarının da görüşleri kabul edilebilir.)

2-Satya (Doğruculuk/Gerçekçilik)- Daima doğruyu, gerçeği zarar vermeyecek bir şekilde söylemek gerekir. Doğruyu konuşan birisi bir anne, bir öğretmen gibi saygıdeğer, bir akraba gibi herkese yakındır. Karmaşa/ kargaşanın olmadığı zamanlarda bütün öteki ilkelerin bağlı olduğu “tecavüz yok” ilkesine önem verilmelidir. Örnek olarak “doğruyu söylediğinizde bir tecavüze sebep olacaksanız” sessiz kalmak mükemmeldir.

3- Asteya (Çalma!); Gönüllü olarak size verilmeyen bir şeyi almayınız. Birisine ait olan bir malı kesinlikle öbürlerinin almaması şarttır. Kişi, onuruyla kazandığına razı olmalı, onunla tatmin olmalıdır. Maddi anlamda zengin olmak için, başkalarına ait bir şeyi almak ya da onları sömürmeye yönelik veya hırsızlık olarak algılanabilecek en ufak bir teşebbüste bulunulmamalıdır. Bu ilkeye rehberlik edecek bazı kurallar;

a-İnsanlara emeğinizin veya ürününüzün en iyisini veriniz!
b-Size sunulmayan bir şeyi asla almayınız!
c-Başkaları tarafından düşürülmüş, unutulmuş bir şeyi asla almayınız!
d-Fiyatları değerinin altında tespit edilmiş kelepir görünen hiçbir şeyi satın almayınız! (Yasa  dışı işlerle kazanılmış, çalıntı, dolandırıcılık sayesinde elde edilmiş olabilirler.)

Brahmacharya (Brahmaçarya- Bekarlık); Cinsel arzuların akıl yoluyla denetim altında tutulmasıdır. Bu yeminin temel ilkesi zevke dayalı zaafları denetim altında tutarak boşa zaman harcamayı önlemektir.  Bu yemine göre bir insan evinde kendi eşinden başkasıyla cinsel/duygusal ilişkiden kaçınmalıdır. Cinci rahip ve rahibeleri kesinlikle her türlü cinsel ilişkiden kaçınırlar.

Aparigraha (Mülkiyet/maddecilik yok); Maddi olan şeylerden ve insanlardan kopmaktır. Bir nesneye sahip olmak o nesneye sahip olmaktan çok, ona bağlanmayı, o nesneye tabi olmayı getirir.
Aile reisi için “mülkiyet yok” ilkesi o nesneye “bağlanmadan” sahip olmaktır, çünkü “sahip olmak” yanıltıcı bir kavramdır. Yaşam gerçeğinde değişim sabittir, bu gün sizin olan gelecekte başkasının malı olabilir. Aile reisi görevlerini yerine getirirken sahip olduklarına bağlanmamalı, sevmemeli ve onların bir emanetçisi olduğunu düşünmelidir.
Rahip ve rahibeler ise bütün mülkiyet, ev ve aile ilişkilerinden vazgeçmelidir.
Cinciler, ezeli ve ebedi olmayan evreni, doğanın sonsuz yasalarının tuttuğuna inanırlar. Her nasılsa o dairevi değişiklikleri üstlenir. Evrenimiz, yaşayan (Jiva) ve yaşamı olmayan (Ajiva) iki türlü varlık tarafından işgal edilmiştir. Samsarin/ruh, zaman yolculuğu sırasında çeşitli biçimlerde şekillenir. Samsarin, İnsan, yarı insan, üstün insan (super human) cehennem varlıkları olmak üzere dört ruh halindedir...

b-ÇEKİRDEK İNANÇLAR;

Her yaşayan varlığın ruhu vardır.
Her ruh, yaratılış itibarıyla tanrısaldır, algılama, mutluluk (Karma tarafından maskelidir) , kuvvet gibi sonsuz bilgilere sahiptir.
Bu yüzden yaşayan hiçbir varlığı incitmemeli, nazik olmalı ve onlara kendimize davranılmasını istediğimiz gibi davranmalıyız.
Her ruh kendi karmasına göre, insan, yarı insan, üstün insan ve cehennemi bir varlık olarak doğar.
Her ruh, burada veya ahrette kendi yaşamının mimarıdır.
Karmadan beslenen bir ruh, sonsuz bilgiyi, idraki, gücü, ve mutluluğu tecrübe edinerek ilahi bilince ulaşabilir ve özgür olabilir.
Cinciliğin üç temel mücevheri olan “Doğru görüş”, “Doğru bilgi”, “doğru amel”, gerçekçiliğin yolunu temin eder. Yok edici, koruyucu, sahip olan üstün bir ilahi yaratıcı yoktur. Evren,kendi kendisini düzenler ve her ruh kendi gayretleriyle ilahi bilinçlenmeyi (Siddha/Sidda) yerine getirecek güce sahiptir.
Namokar Mantra Cincilikte ibadetin temelidir ve günün her vaktinde ezbere okunabilir. İbadet Mantra’nın ezbere okunmasıyla ve bütün rahip ve rahibelerin, öğretmenlerin  ruhlarına, ruhani önderlerin (Acharyas/Açaryalar), yeniden doğmaktan muaf olmuş (Siddha’ların) ruhların ve halen insan biçiminde olan özgür ruhların önünde eğilerek yapılır . Bu temel ibadette, Cinci inanlı kendisi için asla maddi bir çıkar, iyilik için dua edemez. Mantra, ruhi bakımdan çok ileri seviyelere gelmiş varlıklara derin saygı göstermeye ve kolay jestler yapanlara hizmet eder. Mantra bir de Moksa/Nirvana’ya (Sonsuz Evren) ulaşma amacında en üst düzeye gelmeyi inanlılarına hatırlatır.
Cinciler, kendi iç hazlarını ve ilahi bilinçliliklerini işgal etmiş olan ve kutsal kitaplarını çalışan bu özgür ruhlar olan Jinalar, Arihantlar ve Tirthankaras/ Törtankarasların ikonlarına (resimlerine) ibadet ederler.
Cincilik, Törtankara’nın sağlığına bakan /hizmet eden göksel ruhların kudretlerinin varlığını da bildirir. Bunlar, genellikle erkek (Yaksha/Yakşa) ve dişi (yakshin/yakşin) adlarıyla bilinen Cinler/Jinas adı verilen koruyucu tanrı çiftler olarak bulunmaktadırlar. Bunlar insanüstü/supernatural güçlere sahip varlıklar olsa bile öteki insan ruhları gibi doğum, ölüm çemberi içinde dolaşan varlıklardır. İnsanlar fazladan bunlara da ibadet ederler.
Cincilikte temel Karma kavramı sözel ve fizik manada ve düşüncede icra edilen (olumlu-olumsuz) faaliyetler ile sevgisizlik/ilgisizlik veya düşkünlük yüzünden tepki göstermektir.
Sıfır yerçekimi olan bir çevreye bir elma düştüğünde uzay aracının yeryüzünün etrafında dönmesi gibi dönecek, yerinde yüzecektir. Benzer olarak birisi içinde ilgisizlik veya düşkünlük olmadan bir karmaya rast geldiğinde onun ruhuna bir zararı olmayacaktır.
Karmalar, ruhun doğasını zorlayan “İmha Edici Karmalar” ve ruhun ikamet ettiği bedeni etkileyen “Yıkıcı olmayan Karmalar”  olarak iki gruba ayrılırlar. Yıkıcı karmalar bedenin içine girdikçe değişik şekillerde insan acı çekmeyi tecrübe eder.
Cin cemaati ve kutsal kitapları içeri toplanmış karmalardan kurtulmayı olduğu kadar onların içeriye girmesini de durdurmanın yolunu açıklar.

c-KARMADAN (Nirjara) SIYRILMAK

Cincilik, ruh tarafından biriktirilen karmalardan (Nirjara) sıyrılmak için iki esas yöntem önerir.

Edilgen/pasif yöntem;
Zamanın akışı içinde tecrübe ettiğimiz, iyi, geçmişteki karmaları/kötü şeyleri ağırbaşlılıkla karşılayarak kemale ermeye çalışmalıyız. Geçmiş karmaların (kötü tecrübelerin) meyveleri, bağlılık, kızgınlık şeklinde alınmışsa ruh yeni karmalar almış demektir. Ruh, hangi karmanın meyvelerini vereceğini peşinen bilemez. Bu yüzden kişi her şartta ağırbaşlılığı denemelidir.

Etken/aktif yöntem;
Karmaların ürettiği etkileri azaltmak, kemale ermeyi hızlandırmak için af dileme/kefaret ödemek gibi dahili ve harici yaptırımlar uygulanmalıdır. Bu ruhu şartlara hazırlamak ve kişiye daima uyanık kalmayı hatırlatmak için önerilen en iyi yaklaşımdır.

Cincilerin terbiye yöntemleri iki gruba ayrılır. Ruhi tasarruflar ve bedeni tasarruflar.

Ruhsal/dâhili tasarruflar;

1-Günaha sokan işlerden kaçınmak,
2- Kişinin toplumdaki konumunu, gücün zenginliğini, aklını, zenginliğini kıyaslayarak bilmesine rağmen alçak gönüllü ve kibar olmayı ilke edinmesidir. Yani böbürlenmemek, aşağılamamak, kendine davranılmasını isteği gibi başkalarına davranmaktır.
3- Özellikler rahip ve rahibelere, yaşlılara, yapılan iyiliği geri döndürmeyecek zayıf ruhlulara da hizmet edilmelidir.
4-Özellikle, açgözlülük, aldatmak, kandırmak, bencillik ve kızgınlıktan, öfkeden ve şehevi duyguları yenmelidir.
5-Meditasyon yapılmalıdır.

Bedeni/Harici tasarruflar;

1-Oruç tutmak,
2-Olağan bir insanın yediğinden az yemek,
3-Kuvvet verici ve azdırıcı yiyeceklerden kaçınmak,
4-Bencilce duygulardan kurtulmak için yardım aramak veya arayanlara yardım etmek ile alçakgönüllülük ve şükretme daima yapılmalıdır.
5-Yalnız kalmalı ve kendi ruh halini gözden geçirmelidir.
6-Bedenin ihtiyaçları konusunda uzmanlaşmalıdır.

d-TİRTHANKARA (Töğtsankara)
Heykeller Cinciliğin iki kurucusunu temsil etmektedir. Soldaki Rishabha (Rişaba) 24 törtsankara’nın ilkidir. Sağdaki Mahavira,  dinin felsefi sistemini yenileyen ve sağlamlaştıran 24 Tirtsankara’nın sonuncusudur.
Yaşamın amacı, bedeni (fiziki) ve akli arınmanın sağlanabilmesi için karmanın olumsuz etkilerini yapmamaktır. Bu doğal, büyük iç huzurun sağlanmasının eşliğinde özgürlüğe gidiştir. Ruhun adının Sanskritçe Pali dilince “Jina (Cina)/ Fatih” olmasının sebebi, ruhun özgürlüğünü kendi gayreti ile elde etmesindendir. Bir Cin müridi Cinaların /fatihlerin takipçisidir. Cinalar, bütün yaşayan varlıkların yararına olduğu düşünülen yolun, sevgisizlikler ve karma ile bağlı olan engellerden bütünüyle kopmuş özgürleşmiş, dharma’yı (darma) keşfetmiş, ruhsal olarak ilerlemiş insanlardır. Cin müritleri, “kolaylaştırıcı” olarak bilinen çok özel 24 Töğtankara cinlerinin /fatihinin öğretilerini takip ederler.
57 Bu Törtankara Cinleri devdir. Ayaklarının altlarına iyi bakınız!
Cin müritleri (Cinciler/Cinalar), gerçek yaşam darma bilgisinin, tarih boyunca dairesel olarak çöküp canlandığına inanırlar.
Töğtsankaranın gerçek edebi anlamı “geçiş yolu/geçit inşaatçısı- kolaylaştırıcı” demektir.  Cinciler, arınmış olan bir ruhun dikkat ve sabırla elde edilen bir emek ile sert akan bir nehri geçme sürecini akılla kıyaslayabilirler. Geçit inşaatçısı/kolaylaştırıcı, nehri zaten geçtiği için ötekileri sadece rehber olabilirler.
Cinci geleneği, zaman çarkı (kalaçakra) içindeki ilk töğtsankaranın alçalması (avasarpini) olan Adinats da olarak bilinen Rişaba gibi tanımlamaktadır. 24. Son töğtankara olan Mahavira (M.Ö.599-527) yılları arasında yaşamıştır. 23.töğtankara olan Parşva (M.Ö. 877-777) yılları arasında yaşamıştır. Son iki töğtankara Parşva ve Mahavira varlıkları kaydedilmiş tarihi kişiliklerdir.
24 Töğtankara’nın tarihe göre (kronolojik) sıralamaları da şöyledir;
Rişaba (Rishabha), Acitnas (Ajitnath), Sambhayanath (Sambayanats), Abinandannats, Sumatinats, Padmabraba, Suparşvanats, Çandrapraba, Puşpadanta (Suvidinats), Şitalnats, Şreyansanats, Vasupucva, Vimalnats, Anantnats, Darmanats, Şantinats, Kuntunats, Aranats, Malinats, Munisuvrata, Naminats, Parşva, ve Mahavira.

Cinler,Kannada, ತೀರ್ಥಂಕರ Töğtsankara, Tamilce இறைவன, (Iraıvan) Ayrevan/ Erivan ve Hintçe Bagvan (Bhagvân) adlarıyla saygı görmektedirler.
Töğtankaralar, panteistik (tüm varlıkları tanrı sayma inancı) ya da politeistik (putperestlik) bir duygu değil fakat hepimizin içinde uyumakta olan kalitesi tanrısal düzeyde olan uyanmış ruh olarak hürmet edilenlerdir.
Ruhlar dünyasının yollarında gidip gelen öteki ruhlara önderlik edip yardım edebilecek Arihant haline ulaşarak bir töğtankara olabilecek sadece birkaç ruh vardır. Töğtankaralardan ayrı olarak Cinciler Bahubali gibi özel Arihantlara da ibadet ederler.

Gommateşvara olarak da bilinen Bahubali metinlerine göre,  Podanpur kralı ve Rişaba’nın yüzlerce oğullarından ikincisiydi. Bahubali’nin bir heykeli Karnataka devletinde Hasan bölgesindeki Şravanabelagola’daydı. Şravanabelagola Cinciler için kutsal bir hac yeridir. Heykelin ayaklarının yukarıyı gösterdiği zamanda, biri göğün geniş boşluğuna karşı sadece azizi görür. Bahubali heykeli yek pare kayadan oyulmuş, (55 feet) yaklaşık “16.5m” yüksekliğinde inşa edilmiştir. Dev heykel M.S. 981’de Ganga kralı Ramçalla’nın bakanı Çavundaraya’nın emriyle kazınmıştır.

e-Cin Kozmolojisi/ Evrendoğum/ Yaratılış Efsanesi;

64-Cin inancının evrendoğumu Güneş, Hilal, Gamalı Haç
Cin inancına göre evren asla yaratılmamıştır ve asla da yok olmayacaktır ne de varlığı son bulacaktır. Bunun içindir ki bir açıdan bakıldığında Şasvat (Shaswat-Ebedilik/Sonsuzluk) tır. Zaman çemberi içinde alçalan ve yükselen ruhi dönemlerden geçmektedir ama başlangıcı ve sonu yoktur.

Diğer bir deyişle, evren/kainat, zaman çarkı içinde büyük aşama evreleri içindeki hareket etmekte, değişmekte sabit değişiklikler içinde olacaktır.
Cin metinleri, evrenin sonsuz miktarda Civa (Jiva- yaşam gücü veya ruh) ve Aciva (Ajiva- yaşamsız nesneler) ile dolu olduğunu iddia eder. Evrenin şekli Cin inancında resimde gösterildiği gibi boydan boya uzanır şekilde tanımlanmaktadır. Evrenin en tepesi “Sidda” (Siddha) haline erişmiş özgür ruhlara aittir. Bu en üstteki ikamet, bir hilal ayın sınırlarının üstündedir.
Hilalin altı ise “Devalar” olarak da bilinen karmanın olumlu etkilerinden hoşlanan güçlü ruhların ikamet ettiği (Deva Loka) cennettir.





Cin inancına göre tastamam “7” YEDİ CENNET”  vardır. Karmanın olumlu etkisinin tükenmesinden sonra sonuç olarak yeniden doğacak olan ruhun cennette geçireceği hoş yaşam sınırlıdır.
Benzer olarak orta kısmın/ belin altı gibi tarif edilebilecek yer ise (Narka Loka) cehennemdir.

Karmanın olumsuz etkilerinin sonuçlarıyla etkilenmiş olan her ruhun derecesine göre gideceği ve azap çekeceği yedi cehennem vardır.
Ruhların derecelerine göre azap çekecekleri cehennemlerdeki azaplar da farklıdır ve ceza arttıkça ışık ta düşmekte olduğundan, örneğin yedinci cehennemde ışık yoktur.
 Cehennemde çekilecek çileler de sınırlıdır ve günahkârlar için olan umut ışığı, sahip oldukları karmanın olumsuz etkileri üzerlerinde hiç kalmadıktan sonra evrenin bir başka yerinde yeniden doğacaklardır.
İnsan, hayvan, böcek, bitki ve mikroskopla görülebilecek küçük canlılar evrenin orta yerinde ikamet etmektedirler. En üstün özgürleşme evrenin bu bölgesinde olabilmektedir.

Cin inancında zaman çarkı Utsarpinis (gelişen, ilerleyen zaman çarkı) ve Avarsarpinis (gerileyen, düşen zaman çarkı) olarak ikiye ayrılır.
Utsarpinis ve Avasarpinis  Kalaçakra (aynı zaman çarkı) içinde sürmektedir.
Her bir Utsarpinis ve Avsarpinis Aras olarak bilinen birbirine eşit olmayan altı döneme bölünmüştür.
Utsarpinis’in yarım halkasında, ırk, gelişme, mutluluk, güç, sağlık ve din konusunda “ en kötüden en iyiye” doğru gelişme gösterir ve süreç bittikçe döngü yeniden başlar.
Avasarpinis’in yarım çemberinde de insan “en iyiden en kötüye” doğru bozulmayı tecrübe eder. Cin inançlıları tamamen Avasarpinis’in beşinci Aras’ında olduklarına inanırlar.
İlk ve son ikinci Aras sırasında, bilgi ve darma uygulaması insanlık arasında çöküşe geçecek, üçüncü ve dördüncü Araslardayken ruhunu karmadan özgürlüğe ulaştırmış, aydınlanmış insanların öğretileriyle tekrar ortaya çıkacaktır.

Geleneksel olarak evrenimizde ve bu zaman çarkı içinde Rişabaya gerçeği ilk kez fark etmek için hürmet edilir. Mahavira, aydınlanmayı sürdüren (Vardhamana) son (24.) töğtankaradır. Cin inancının bu doğrultudaki ilkelerini okumak için  P.S. Jaini tarafından yazılmış “The Jaina Path of Purification-  Cin inancı yoluyla Arınma” kısmını okuyabilirsiniz.

f-Gelenekler ve Uygulamalar;

Cinciler vejeteryandırlar yani etyemezler, sebzecidirler. Bitkilerin köklerini, onların soylarını tüketir endişesiyle yemezler. Cin metinlerine göre bitkilerin kökleri Nigodas adı verilen sonsuz sayıda mikroorganizmaları içermektedirler. Cin darma takipçileri, gece olmadan evvel yemek yerler. İçindeki mikroorganizmaların ölmelerini önlemek için, kullanacakları suyu önce bir güzel süzdükten sonra suyu kaynatırlar veya bir şekilde kullanmaya başlarlar.
66-Mkahali Cini- Dünya bunların bahçesi bizler de meyveleriyiz. Hem de ne meyve? Üzüm, Üzüm!

Cin rahip ve rahibeleri, doğumdan ölüme kadar, ruhlarının göç çemberinin sanki son halkasındaymışçasına ömürlerini çilecilik /asceticism olarak bilinen ibadetle geçirirler. Rahip ve rahibe olmayan kadın ve erkekler, sahip oldukları yetenek ve şartlara bağlı olarak ettikleri beş yeminle sınırlı bir dini yaşam tarzını takip ederler.
Ruhban olmayan kadın ve erkekler genellikle “tecavüz yok” ilkesine bağlı kalarak, geçimi sağlama şartlarına tecavüz etmekten kaçınmaya ve bütünüyle hayatı korumayı ve ona saygıyı gerektiren bir mesleği seçerler.
Cin ruhbanları, yalınayak yürüyerek, böcek ve daha küçük şeyleri öldürmekten kaçınarak yerleri süpürürler.
Bütün yaşam cinlerce kutsanmış olsa da insan hayatı yaşam biçimlerinin  en üstün hali olduğu farz edilmektedir. Bu nedenle yaşamın kuralı olarak hiç kimseyi hayal kırıklığına uğratmama ve asla zarar vermeme kabul edilmiştir.
Beş yemin gereğince Cin inananları kötü arzulardan kaçınarak merhameti uygularlar. Onlar, Atma’nın (ruh) insanı parmatma’ya ( özgür ruh) yönelerek özgürleştireceğini ve bunun da insanın içinden geleceğine inanırlar.
Cinciler, bütün ahimsalardan (tecavüz) kendilerini alıkorlar ve günahkâr davranışlardan kaçınılmasını nasihat ederler.
67-Mahatma Gandi
 Pratikraman (günahtan/haddi aşmaktan dönme) günahı itiraf etmek ve pişmanlık duymaktır. Bu günlük yaşam içinde yapılmış, işlenmiş günahları, haddi aşmaları, kötü düşünceleri bir daha yapmamayı öğrenmek için geriye bakma sürecidir. Arkadaşlık ettiğin insanla olan ilişkilerinde onun işlediği kötülüklerin bir kısmını kin tutmak için aklında saklamadan arkadaşlığı sürdürmek ve başkalarını yanlış hatalarından dolayı bağışlamayı istemek bağışlamaktır.
Bu davranış cincilere, başkalarında kusur aramaktan kurtularak kendi kendini gözlemleme, analiz etme, kedini ruhsal ilerlemesini sağlama ve kendi iç gözlemini yapma alışkanlığı kazandırır.
Cinciler, Sankritçe anlamı “eşitlik” olan Samayika’ya bağlıdırlar. Bunun uygulanmasında rahat ve sakin kalırlar. Bu onların Töğtankaraların öğretilerine uyarken günah dolu işlerden en az 48 dakikalığına uzak kalmalarına yardım eder.

Mahatma Gandi, özellikle Şrimad Racçandra’nın rehberliğindeki barışçı, yaşamı koruyucu ve dürüst Cin öğretisinden etkilendiğinden onu felsefesinin en başı yapmıştır.
Cin inancı farklı mezheplere ayrılmıştır. Tarih içinde bir mezhep ötekinin kurallarını ret etmeye yöneltilmiştir. Örnek olarak Digambaralar, Svetambaraların ilkelerini kabul etmezler. Her ne kadar aralarında bazı farklı inanç kavramları olsa da özünde ikisi de birbirinin aynısıdırlar. Her mezhep, mutlakiyetçi olmayan (Anekantvad) gerçek duygularını bir esim içinde tamamlar ve tek bir perspektif/ görünüş olarak ortaya getirir. Bu nedenle cincileri kendi inançlarına bağlı kaldıkları kadar diğer inançlara da kendi inançlarını, görüşlerini tamamlamak için saygı gösterirler.
Bütün mezhepler, Cin felsefesinin özü olan “Tecavüz etmeme, doğruculuk, çalmama, bekârlık ve sahip olmama” ilkelerine fikir birliği içinde bağlıdırlar.
Cinciler, esas olarak iki temel mezhebe bölündüler adları Svetambra ve Digambaradır. Cincilik, Töğtankara ibadetine uzanan farklı fikirler vardır. Fiziksel olarak ibadet eder görünmezler ama karakter yapıları, erdemlerine bağlılıkları, övgüleri imrenmeleriyle ibadet ederler.

68- "Göğü Giyinen" (Çıplak) rahip Törtankara Cini önünde ibadette. Karılarına kızlarına  "beyaz dikişsiz elbise" İslam'daki Hulle'den giydirirler.
Töğtankaralar rol modeli olarak kalırlar ve Stanakavasi ve Terepant mezhepleri kesinlikle idol/puta tapınmayı ret eder. Her nasılsa Murtipujak ve Digambara mezhepleri dua esnasında ruhsal yoğunlaşmayı sağlaması açısından önce idole/ puta  bakarak düşünceleri yoğunlaştırmayı sağlamak için izin vermektedir. Özünde puta taparlık yoktur.

Pasifizm;
İnsan veya insan olmasın bütün yaşam şekilleri Cin inancının merkezidir. İnsan hayatı aydınlanmaya erişmek için nadir olan ve tek fırsattır. Bir insanı öldürmek, işlenilen suçun ne olduğuna bakılmaksızın tasavvaur edilemeyecek derecede iğrenç olarak tasavvur edilir. Bütün mezhep ve tarikatlarında, rahibinden ruhban olmayanına kadar herkesin vejeteryan olmasını gerektiren bir dindir. Racastan, Guacarat ve Karnataka gibi Hindistan’ın bazı bölgelerinde Cin inancından kuvvetle etkilenildiğinden yöre Hindularının büyük çoğunluğu vejeteryanlaşmıştır.


Meditasyon;

Cin Meditasyonu;

Cin metinleri, bilgiye ulaşma ve haberdar olma erdemine ulaşma tekniği olan meditasyon üzerine cin metinleri yoğun rehberlik sunmaktadırlar.  Kocaman bedeni ve ruhi yararlar önermektedir.
Cin meditasyon teknikleri, Ratnatraya boyunca karmaya ait kısıtlamalardan kendini bağımsız kılmasıyla nefret ve düşkünlükten meditasyon uygulayıcısını ayrı kılarak yardım etmek olarak düzenlenmiştir.
Bunlar, “Doğru idrak”, “Doğru Bilgi” ve “Doğru davranış/ harekettir”. Cin meditasyonu ruhu bütün engellerden tamamıyla kurtulmuş hale getirmeyi amaçlar. Yani meditasyona başlayan kişi, kendini aklından geçen ve çevresinde olan olaylardan soyutlayarak, bina yıkılsa duymayacak, organı kesilse hissetmeyecek ruh haline girerek, tamamıyla yapmak istediği ibadete yöneltmeyi başardığında meditasyona girilmiş olunur.
Bu olay Hz. Ali’nin ayak bileğine sağlanan okun çıkarılması için namaza durması ve namazı bitirdiğinde ise okun çıkarılıp çıkarılmadığını sorması olayına benzemektedir. Bu olay ile de Müslümanların kıldığı namazında gerçekte bir meditasyon olduğunu görmüş oluyoruz.

Meditasyon kişinin arzularını denetlemesine ve idare etmesine büyük yardım etmektedir. Üzerinde durulması gereken en önemli nokta, meditasyon uygulayan kişi amaçlarını, eylemlerini ve davranışlarını iradesi altına alırken içinde oluşan düşüncelerinin de kontrolü üzerine yoğunlaşmalıdır.
Bunlar, meditasyon sırasında sapmadan doğru istikamette kalmaya yardım eden Anuprekhas veya Bavanaslardır. Lütfen Cin inancındakilerin, muhalif görüştekilerin farklı tespitlerini de hesaba katmayı gerektiren yedi katlı Syadvada yöntem bilimini uyguladıklarını ifade ederler.
Meditasyona dalmanın 12 şekli;

69-Makahali Cinleri
1-Geçicilik- Bu dünyada her şey dönüşüm ve değişikliğe tabiidir. Ruhun en üst düzeyde özgürlüğünü ve kararlılığını sunan ruhsal değerleri elde etmek için mücadeleye değer.

2-Koruma- Bu derin düşünceler altında biri, hastalık, ölüm ve yaşlılığa karşı ne kadar çaresiz olduğunu düşünebilir. Azizlerin uygulamaları ve Arihantlar, Siddaların yolunda tecavüzkâr olmama ilkesini takip etmeyi ihtiyaç hisseden birisi bütünüyle özgür kalabilmeyi icra edebilir ve ruh ta kendisinin kurtarıcısıdır. Güçlü ordularıyla, bilim insanlarıyla, en son ileri teknolojileriyle önderler, kaçınılmaz bir son olan çöküş ve ölümden korunmayı sağlayamazlar. Başarısızlık, aldanma gibi tecavüzkâr olmayan öteki şeylere sığınmaktan kaçınılmalıdır.

3-Dünyevi Varlık- Bir yaşam biçiminden ötekine ruhun göç etmesi acı ve ızdırap doludur. Ruhun bir beden biçiminden ötekine hareket ederken, doğum, büyüme, yaşlanma ve ölüm çemberinden bağımsız kalabilmenin yanılsamasından çıkabilmesi için daimi bir ilişkisi, bağı yoktur.

4-Ruhun Yalnızlığı-  Ruh yalnızca karmanın olumlu ve olumsuz sonuçlarına sahiptir. Bnezer düşünceler, kişinin kendi çabasıyla barışa ve bir arada yaşama yönelmesi için mevcut karmalardan kurtulma çabalarını harekete geçirecektir.


5-Ruhun Ayrılığı-Bu derin düşünceler içinde birisi, ruhun öbür nesnelerden ve yaşayan varlıklardan ayrı olduğunu düşünecektir. Mevcut vücudun ruha sahip olmadığı bile düşünülebilir. Oysa o, faydalı bir yaşama sahip olabilmesi için daha ileri bir aşamaya yöneltilmesinde önemli bir araçtır. Bunun içindir ki ruh dünyevi nesnelere düşkünlük veya ilgisizliğini geliştirmemelidir.

70-Beyaz Giyenler

6-Ruhun Kirliliği/Cenabetliği- Bu derin düşünceler içinde olan birisi, ruhun saflığı ile tezat oluşturacak bedeni oluşturan elementleri kıyaslamayı düşünebilir. Bu şekil yoğunlaşma, kişinin bedeninden ruhunu koparmasına yardım eder.

7-Karmanın içe akması- Ruh daima, görmezden gelme, ilgisizlik ve düşkünlüğe neden olan yeni karmaları cezbeden görme, işitme, dokunma, tatma ve koklamadan ibaret beş temel duyudan hoşlanır ya da onlardan çeker. Bu derin düşünceye dalma halini uygulamak ruha dikkatli olmayı hatırlatır.

8-Karmanın içe akmasını durdurma- Bu derin düşünce halinde olan biri, sayıklayan, başı boş gezen bir aklı denetim altına almak için gerekli doğru bilgisini geliştirmeyi, ilerletmeyi ve kötü düşünceleri durdurmayı düşünebilir.

9-Karmadan sıyrılmak- Bu düşünce halinde olan birisi, öncelikle içinde birikmiş olan karmadan sıyrılmak için bazı iç ve dış tasarrufları uygulamayı düşünebilir.

10-Evren- Evren, ruhlar, maddeler, hareketin ortası, hareketsizliğin ortası,  zaman ve boşluktan ibarettir. Evrenin doğasını ve yapısını düşünmek, asla sona ermeyen değişikliklerden ruhun kurtulma amacına doğru çalışmasını, ebedi değişimleri, dinamik bir karmaşıklığı anlamasına yardım eder.

11-Cin inancının üç mücevherini geliştirmedeki zorluklar-Doğru düşünce, Doğru bilgi ve Doğru amel ilkelerini gerçekleştirmek için ruhun bu dünyada göçünü sağlaması çok zordur. Bu, doktor veya avukat olmaya can atan birisinin bu sıfata sahip olabilmesi için ilk, orta, lise, üniversite, doktora, mastır ve staj gibi bir çok aşamalardan geçmeden sahip olamayacağının bilinmesi gibidir.
İnsanın ruhi konumu ve ilerlemesine bağlı olarak karşılaşılacak zorluklar da farklı olacaktır. Yerinde çözümler üretebilmek ve zorluklar üstünde çalışmak, kişiye ruhunu en üst düzeyde bağımsızlaştırma amacına uygun yolda sürekli ilerlemesine yardımcı olacaktır.

12-Cin Darma uygulamasında zorluklar- Cin Darması aşağıdaki şekilde tanımlanmıştır;
Hoşgörü ve merhamet
Alçakgönüllülük
Doğru sözlülük
Arınmışlık
Gerçekçilik
Akıl ve duyguları denetim altında tutmaya dayalı kendi kendini engelleme
Günahlar için bağışta bulunma
Feragat, el, etek çekme
Bir şeye düşkün veya ilgisiz-düşman olmama

Bekârlık (Günümüzde Katolik Rahipleri, Said-i Kürdi, Fethullah Gülen ve Devlet Bahçeli gibi “bekârlık”  çekenler vardır.)

Bu derin düşünce halinde bulunan bir meditasyon uygulayıcısı, dünyanın elverişli ortamında, kendi yetenekleri ve şartlarına bağlı olarak zorluklar karşısında çalışmayı düşünebilir.
Cin inananları, yürürlükte olan açık değer sistemini veya aşağıdaki dört erdemin takip edilmesini düşünmeye teşvik edilebilir. Bunlar;
1-Huzur, sevgi ve herkesle arkadaşlık
2- Başkasının yaptıklarından zevk alma, saygı gösterme ve teşekkür etme
3-Acı çeken ruhlara karşı merhamet göstermek
4-Başkalarının yaptıkları işler, söyledikleri sözler ve düşünceler ile karşılaşıldığında hoşgörü göstermek ve eşitlikçi olmak.

g-Manastır Düzeni/ Hayatı;

Cin Manastır Düzeni/Hayatı

Hindistan’da Açarya, Upadyaya ve Muni gibi kategorilere ayrılmış çeşitli Cin rahipleri vardır.
Çileci öğrenciler, Digambara (Çıplak/Göğü giyinen) mezhebindeki Ksulaka ve Aylaka adlarıyla bilinirler. Çileciler, Sadu (rahip) ve Sadvi (rahibe) olarak iki sınıfa ayrılırlar. Mahavrataları, üç Guptisand’ı ve beş Samiti’yi uygularlar.

Başlıca beş yeminleri (Mahavrata)

Tecavüz Etme (Ahimsa); Yaşayan herhangi bir varlığa zarar vermeye neden olacak bir işi, sözü, düşünce olarak dahi aklından geçirmeme, tecavüz etmeme.
Doğruculuk (Satya) : Doğru, yararlı olan (hita), az ve öz (mita) olan ve hoşa giden (priya)dir. Bir başka deyişle “zararsız gerçeği” konuşmaktır.
Çalma (Astey)             : Sahibi tarafından gönüllü olarak verilmeyen hiç bir şeyi asla almamaktır. 
İffet (Brahmaçarya)      : Cinsel arzulara izin vermeksizin vücudun ve aklın mutlak saflığını/arılığını sağlamak.
Sahiplenmemek (Aparigraha): Çevremizdeki bütün nesnelerden, yerlerden, bütün insanlardan hiç birine karşı iğrenme veya düşkünlükten kaçınmaktır.

Üç Tahdit/Kısıtlama (Gupti);

Aklın denetimi (Mangupti)
Sözün denetimi (Vaçangupti)
Bedenin denetimi (Kayagupti)

Beş Dikkat Edilecek Nokta (Samiti)

71-Cin felsefesi eğitimi meditasyon/ istişare
Yürürken dikkatli olmak (İrya Samiti)
İletişimde dikkatli olmak (Başa Samiti)
Yerken dikkatli olmak  (Eşana Samiti)
Süpürge, testi gibi şeyleri alırken dikkatli olmak (Adan Nikşepan Samiti)
Yararsız vücut atıklarını imha ederken dikkatli olmak (Pratistsapan Samiti)

Digambara (Göğü giyinenler) rahipleri hiçbir giysi giymezler ve çıplaktırlar. Bunlar “düşkün olmama” ilkesini uygularlar ve bu yüzden çamaşır giymezler. Kadın ve kızlarının soyunmalarına izin vermezler.
Svetambara (Beyaz giyinenler) rahipleri ve rahibeleri beyaz çamaşırlar giyerler. Svetambaralar, rahip ve rahibelerinin olabildiğince kendilerine bir bağla bağlanmamış, basit,  “dikişsiz beyaz” çamaşırlar giymeleri gerektiğine inanırlar. Cin rahip ve rahibeleri yaya olarak seyahat ederler. Mekanik ulaşım araçları kullanmazlar.
Digambaralar on bir yemini tutarlar. Digambara rahipleri bir şey yerken hiçbir kap, çatal, kaşık gibi şeyler kullanmazlar ve oturarak avuçlarının içinde yerler.
Günde sadece bir kez yerler.

h-Vejeteryanlık;
Cin Vejeteryanlığı;

Cin inananları sert bir vejeteryanlık uygularlar. Vejeteryanlık uygulaması, “çalmama, birlikte yaşama ve paylaşma” ilkesine bağlı uygulamayı gerçekleştirmenin bir aracıdır. Çalma temel ilkesi, kişinin, yetenekleri ve içinde bulunduğu şartların isten ve beklentilerine bağlı olarak yerine getirilen bir ilkedir.
72- Beyaz Giyen Cin kadınları
Cin inancı, himsa/tecavüz derecelerinden bazılarına ulaşmamış birinin görevini yerine getirmesinin imkansız olduğunu fakat, bu zafiyetini olabildiğince en aza indirmeye de teşvik etmeyi bildirir.
Cin inancında, bir hayvanın öldürülmesiyle elde edilmiş bir deri ürününü kullanmak kesinlikle yasaklanmıştır.
73-Cin dini devi Şiri Darnendra
Cin inananları, patates, sarımsak, soğan, havuç, turp, cassava- manyok (havuca benzer tropikal bitki), şalgam, tatlı patates ve benzerleri olan “kök bitkilerini”, yaşam çemberlerinin sonuna geldiklerinde öldürülerek soylarının tüketilmesini engellemek için tüketmezler. İlaveten kök bitkileri toprakla birbirine bağlı olduklarından dolayı öteki bitkilere nazaran daha çok mikroorganizma barındırmaktadırlar. Ama buna rağmen, köksap/rizom, zerdeçal, zencefil gibi kurutulmuş kök bitki ürünlerini de kullanırlar. Ayrıca bir Cin inananı, balkabağı, patlıcan gibi çok tohum içeren bitkileri de yaşam biçimlerinin bir tohumu gibi algıladıklarından tüketmezler.
Ancak tohumlarının yüksek ısıda ve basınçta bile kolay ölmeyeceğine inandıkları domatesi her nasılsa tüketirler.
Cinler mikrop bulaşması yüzünden geceleri de yiyecek tüketmezler. Cin rahiplerinin çoğunun yemek tariflerinde patates ve bir tür muz olan sinir otu yer almaktadır.

Bütün bunlardan ayrı olarak, on bir günlük sıkı bir diyet takip ederler. (Şukla pakşa-yeni ayın on dördüncü gecesinde altı gün, dolunayın on dördüncü gecesinde Krişna Pakşa’da beş gün). Bu günlerde yeşillik yemezler ve mutfaklarında bu dönemde kesici, keskin nesneler bulundurmazlar.

Bu günler aşağıda sıralanmıştır;
1-Al Bij- “Samyag Darsan” ve aaradna için her iki ön dördüncü gecenin ikinci günüdür.
2-Paçam-Agyiras ve Şukla Pakşa’nın beşinci, Purve Gyan’ın 14. Aaradna’nın her iki on dördüncü, on birinci günleri,
3-Aatsam-Çaudas’ın her iki on dört gününün sekizinci günü, Punam- dolunay&Amavas-Çaritranın aaradna için yeni ayın 14.günüdür. (Anlayana aşk olsun!)

I-Oruç;
Cin Orucu;

Harici/dış tasarrufların uygulanmasında esas araçlardan birisi oruçtur. Vücudun ihtiyaçlarının denetim altına alınmasına ve ruhun yükseltilmesi merkezinde dikkati toplanmaya yardım eder. Bireyin yeteneklerini, hacmine ve direncine bağlı olarak aşağıda sıralanan çeşitli oruç türleri vardır;

Bütün oruç- Bir dönem için yemek ve suyu tamamen bırakmak
Kısmi oruç-  Açlıktan korunacak kadar, ihtiyacından az yemek
Vruti Sankşepa- Yenilecek yiyecek kalemlerinin sayısını sınırlamak
Rasa Parityaga- Sevilen yiyecekleri bırakmak

Oruç sırasında birey kendisini ibadet, azizlere (rahip ve rahibelere ve yakınlarında olanlara) hizmet etmek, metinler okumak, meditasyon, doğru seçilmiş alıcılara bağışta bulunmak gibi işlere kendisini daldırabilir. Cin inananları, oruca başlamadan önce paçkaan olarak bilinen bir küçük yemin* ederler. Kişi bu yemini etmekle orucu kötü bir şekilde uygulama ve bozmaktan kaçınmak için yemin (niyet) eder.
*(İngilizce Vow, yemin etmekaht etmekadak, adamak demektir. Metinde de yeminin “küçük” olduğuna dikkat edersek bu İslam Kültüründe karşılığı niyet etmekle eş anlamlıdır.)

Cin inananlarının çoğu, bundan sonra bunlara kısaca “Cinler” diyelim, özel zamanları olan bayramlar, (Parva olarak bilinir. Paryuşana ve Aştanikalar yılda üç kez ortaya çıkan esas Parvaslardır.) ve kutsal (ay çemberinin 14. Ve 8. Günleri) günleri süresince oruç tutarlar. Paryuşana mason yağmurları zamanında bunların en öne çıkanlarıdır. (Svetambaralar 8 gün, Digambaralar 10 gün). Paryuşana sırasında insanları çoğu sıkıntılara sebep olan Rahu ve Ketu gezegenlerinin sakinleştiklerine, inananların kefaretlerini ödemelerine yardım ettiklerine inandıklarından dolayı oruç tutarlar. Her nasıl oluyorsa Cinler, yılın herhangi bir zamanında da oruç tutarlar. Oruç aynı zamanda Sapşta, Badda, veya Nidatta karmalarından temizlenme yollarından biridir de. Oruca teşvik etmenin çeşitlerinden birisi de Cinleri kendi iradelerini güçlendirmeye yöneltmektir.
Bu dinde, Sallekana adlı, ölüme kadar süren kutsal oruç tek bir dini ayin de vardır. Bu oruca başlayan kişi, olumsuz karmanın atılması, çıkarılması için olabildiği kadarıyla, vakarla ve serinkanlılıkla hareket eder. Ölümün yaklaştığından haberdar olan kişi dereceli olarak yemeden içmeden gönüllü olarak kesilir ve bütün görevlerini yaptığını hisseder.
Bu tür ölüm şekline Santara/Samadi adı verilir. Vücudun içine yiyecek alınması dereceli olarak düşürülerek yapılan bu oruç yaklaşık 12 yıl sürer. İnsanı çekişmelere sürükleyen fani insan doğasının tecrübe edilmesinden haberdar olma hali ile fazlaca ruhani ve güvenilir sayılır. Racastan’da bir avukat Santara’nın yasa dışı sayılması için yüksek mahkemeye başvuruda bulundu. Cinler bunun, bu dünyada işlerini bitirmiş ve ayrılmaya karar vermiş kişinin ruhsal arınmasının ilanı olduğunu görüyorlar. Halbuki, bu seçim kadar büyük bir ruhi çaba ve olgunluk gerektirmektedir.

Orucu Tamamlamanın Kuralları;
Bütün oruç tutmaya karar veren kişi, oruç dönemi süresince sadece kaynamış su içmek dışında hiçbir şey yiyip içemez. İçilecek su, içindeki yaşayan bütün mikroorganizmaların ölmesi, yeniden şekillenememesi ve oruç tutana zarar vermemesi, himsanın etkisini azaltması için en az yirmi dakika kaynatılmalıdır. Kaynatılmamış suya Saçet (hayat dolu), kaynamış suya da Turnedaçet (yaşamsız)  adı verilir. Kaynamış su sadece beş saat için “açet olarak kalır. Beş saat dolmadan önce açet olan su tekrar  açet kalması için oruç tutanın yararına 20 dakika kaynatılır.
Bütün orucun farklı tiplerinin tamamlanmasının kişi tarafından idare edilmesi aşağıdaki zorlayıcı adımların atılması gerekir:

Oruca Başlama; Oruç tutmaya niyet eden kişi özellikle Çauvihara niyet etmelidir. Yani, Çauvira demek, önceki günün gün batımından en az 48 dakika önce ve ertesi günün gün doğumundan 48 dakika sonraya kadar olan sürede hiçbir şey yiyip içmeyeceğine dair niyet etmektir.
Oruç SırasındaYeme; Oruçluyken hiçbir şey yenilip içilemez.  Halbuki, gün doğumundan 48 dakika sonra ve gün batımından 48 dakika önce kaynamış su içebilir.
Orucun Bitişi: Naukarsi, Porsi, Saad, Porsi, Parimudi v.b ye yemin ederek orucun biteceği gün olan günde en erken gün doğumundan 48 dakika sonra orucunu bozabilir.
Çauvihar Upvas, Çavuihar Çat, Çavuihar Attam, Çavuihar Attay vb. lerinde oruçlu kişi kaynamış su dahil hiçbir şey yiyip içemez. Hiçbir şey yiyemez ve içemez.  Orucun başlaması ve bitişi süreci aşağıdaki gibidir;

Cin Oruç Türleri;

Maaskşaman: Bu tür orucu tutan kişi 30 gün boyunca hiçbir şey yiyip içemez.       
Atthay: Bu tür orucu tutan kişi sekiz gün boyunca hiçbir şey yiyip içemez. Orucun sekizinci gününde bu orucu tutan kişi düzenlenen bir törenle başarısından dolayı kutlanır. Dokuzuncu gününde oruç durdurulur. Oruç tutanın yakınları ve arkadaşları orucu açması için yardıma gelirler.
Tela Atham: Bu tür orucu tutan kişi üç günü boyunca bir şey yiyip içemez.
Çat: Bu tür orucu tutan kişi iki gün boyunca hiçbir şey yiyip içemez.
Upvas: Bu orucu tutan da bütün bir gün boyunca hiçbir şey yiyip içemez.
Çauvihar Upvas: Bu orucu tutan da bir gün boyunca bir şey yiyip içemez.

Varşitap: Bu oruç tutmanın en zor türlerinden birisidir, sıkı disiplin ve ustalık gerektirir. Tanrı Rişbab’ın “400 gün yiyip içmeme hikâyesinden kaynaklanır. Genelde, Varşitap’ın değişik şekilleri vardır ve insanlar gün içinde yiyip içebilirler. Her değişik günde iki kez yiyip içebilirler ancak takvimin bazı özel günlerinde orucu uzatmak zorundadırlar.

Ayambil: Kişi günde sadece bir tek çeşit yemek yiyebilir. Ayambil’de yeşil sebzeler, süt ve süt ürünleri, (Yak sütünden yapılan yağlı süt türü Gii), yağ, tuz (ikisi bir arada olamaz) yenilebilir.
Bu tür oruç senede iki kez gelen Mart/Nisan ve Ekim/Kasım aylarında Ayambil Olî adı verilen dokuz günlük süre içinde tutulur.
Ekaşana: Kişi genellikle öğle yemeğinde olmak üzere bir kez yer. Yemek yiyen kişi yere diz çökmüş halde, tepsi yerden yükseltilmiş (Yer sofrası dediğimiz şekil) olmalıdır. Tepsi bir başka kap içinde de olabilir. Yemeğe başlayan kişi yemeğini bitirmeden kalkamaz. Yemek sırasında tabağı yerinden oynayamaz sadece çatal- kaşık gibi araçlar hareket edebilir. Tutulan oruçların her türünde, yılın takvimindeki günlerin özelliğine göre gün batımına kadar değişen zamanlarda yemek yiyebilir ve su içebilirler.

Beyaşna: Bu orucu tutan, Ekaşna ve Beşana’da olduğu gibi sabah ve akşam olmak üzere iki kez yemek yiyebilir.
Ulunodri Tap: Bu orucu tutan kişiye günde üç kez yemek yeme hakkı verilmiştir. Ancak, en sevdiği yemeği listeden çıkarmak zorunda olduğu gibi midesinde boş yer kalacak şekilde en az bir lokmalık boş yer bırakmak zorundadır.
j-İbadet ve Ayinler;

Cin Ayin ve Bayramları;

74-Dadaguru Şri ve Ecmer Dadavadi Şiri Cinleri
Her gün Cinlerin çoğu , Panç Namaskar Sutra, Panç Parmesti Sutra çeşitleriyle bilinen Navakar Mantra evrensel ibadetlerini eğilip söyleyerek yaparlar. Navakar Mantra, Cin inancında en temel ibadet olup günün her vaktinde ezbere okunabilir. Bu Mantra’nın ezbere okunmasıyla yapılan ibadet, insan şeklindeki Arihantas’ların, yeniden doğmaktan muaf olmuş Siddaların, ruhani önderleri Açaryasların, öğretmenleri olan Upadyayasların ve Sarva Sadus adı verilen bütün rahiplerin ve Sadvis adı verilen bütün rahibelerin özgürleşmiş ruhlarına eğilerek saygı gösterilmesiyle yapılır.
Onları selamlarken, “Namo Namaha” denir, Cinler, onların yollarını takip etmek için onların ruhlarından esinlenirler ve ruhlarını sıkan karmalardan bütünüyle kurtulmaktan mutluluk duyarlar.
 Bu ibadet, ruhi bakımdan ilerlemiş ve bütünüyle özgürleşmiş ruhlara derin saygı göstermeye yarar.
Mantra, mürite en üstün amaç olan Mokşa ya da Nirvana’ya ulaşmayı hatırlatır.
Cinler, özgürleşmiş varlıkların bu metinlerini çalışarak, ilahi bilinçlenmeyi sürdürürler, içlerini feth eden hazlara, Töğtankaraların, Arihanların ve Cin/Fatihlerin ikonlarına ibadet ederler.
Cin inancı, Töğtankaraların iyi varlıklarına bakan Yakşa ve Yakşini adlı cennet ruhlarının varlıklarını da bildirir. Çoğunlukla, koruyucu tanrılar olan erkek Cinlerin(yakşa) ve dişi cinlerin (yakşini) ikonlarının etrafında çift olarak bulunurlar.
Bu ruhların insan üstü özellikleri olsa bile doğum/ölüm çemberi içinde diğer ruhlar gibi gezip durmaktadırlar. Zaman bittiğinde insanlar bu ruhlara da ibadet ederler.
Cin ibadetinin ve duasının amacı, dünyevi değerlere insanı bağlayan bağları, arzuları kırmak ve ruhun onlardan bağımsız olmasını sağlamaktır.

Cin ibadeti ve ayinlerinin içeriği;

Panç Kalyanak Pratişta;  Töğtankaraların yaşamlarındaki beş kutlu kilometre taşı sayılan olayları kutlamaktır.
Pratikramana: Günahlardan pişmanlık duymaktır.
Samayika: Düşkünlüğü veya Sevgisizliği/ilgisizliği azaltmak için meditasyon yapmaktır.
Guru Vandana: Çaytya Vandana ve öteki sutralar çilecidirler.

Çileciler esas olarak iki gruba ayrılırlar;

Dravya Puca (metal nesnelerden sembolleri olanlar)
Bav Puca: (derin his ve meditasyon yapanlar)

İbadet sırasında yapılan maddi sunular çoğunlukla semboliktir ve sunanın yararınadır. Sunun yapıldığı eylem sırasında akıl meditasyon halindedir. İbadette sembolizm çok güçlüdür ve müridin Töğtankaraların ve Arihantasların erdemleri üzerine yoğunlaşmasını kuvvetlendirir. Her şeyin ötesinde ibadet maddi bir amaç beklentisi içinde yerine getirilmemektedir. Cin inananları temizdirler, Cinler Mokşa’da, Sidda Loka’da Siddaların sürekli ikâmetgahlarında kalırlar ve dünyadan bütünüyle arınmıştırlar. Cin inananları tapınaklarını Töğtankaralara saygı gösterilen yerlerde inşa ederler. Ayinler, Töğtankaralara sembolik nesnelerle yapılan sunular ve Töğtankaraları öven ilahiler okunarak yapılır. Cin inancındaki bazı mezheplerde, felsefitartışmalar, metin okumalar ve meditasyon üstüne yoğunlaşmalar dışında hemen hemen hiç ibadet yoktur.

İbadete Hazırlanma;

Vücudun temizlenmesi; İbadet öncesinde vücut yıkanılmalıdır. Temiz bir vücut ibadet ruhuna erişmeyi kolaylaştırır. Bu kişinin karmaların sembolik yıkanmasıdır.
Dalgınlık hali sürecinde yardım etmek için alın ve parmaktaki yüzüğün altı da safran macunu veya sandal macunu konulmalıdır. Bu kulak memelerine, enseye ve vücudun diğer tesire açık yerlerinde uygulanabilir.

Çamaşırlar: Sıradan, eskimiş olsalar da temiz yıkanmış olmalıdır. Geleneksel olarak erkekler dikişsiz kumaştan (Dotis ve Kes. İslam’da İhram gibi.) yapılmış elbise giymelidirler.

Aşta Prakari Puca (İbadetin Sekiz Sembolik Sunusu/Adağı);
75- Kali Puca Bayramı
Bu sekiz Puca aşağıya kronolojik olarak sıralanmıştır.

Cal Puca (Su)

 Su, doğumu mücadeleyi ve ölümü, yaşam okyanusunu remz eder. Her yaşayan varlık, doğum, yaşam, ölüm ve ızdırap çemberi boyunca sürekli seyahat eder. Bu ibadet mümine,dürüst yaşamayı, gerçekçiliği ve yaşayan her varlığa merhameti hatırlatır.

Çandan Puca (Kayık-Ağaç)
Sandal ağacı macunu doğru bilgiyi rem eder. Mümin, temizlikle değişik bakış açılarından gerçekliği doğru dürüst bilgiyi uygun anlayışı yansıtır.
Puşpa Puca (Çiçek)
Çiçek doğru ameli/işi remz eder. Mümin amelinin, yaşayan bütün varlıkların aralarında ayırım olmaksızın güzellikleri ve kokularını sağlayan bir çiçek gibi olması gerektiğini hatırlar.

Derin Puca (Yağ Lambası)
Yağ lambasının alevi, arınmış bilinci ya da herhangi bir karma sınırlaması olmayan bir ruhu remz eder. Mümine, özgürlüğe ulaşacakmış gibi beş esas yeminini takip etmesi hatırlatılır.

Dup Puca (Tütsü)
Tütsü çubuğu, feragat etmeyi/ el etek çekmeyi remz eder. Kendi kendine yanarken başkalarına koku verir. Bu da mümine, yaşarken başkalarına yararlı olmayı, yüksek derecede özgürlüğe yönelmeti hatırlatır.

Akşat Puca (Pirinç)
Evde her gün kullanılan pirinci ekmekle pirinç bitkisi büyütülemez.  Sembolik olarak pirinç yeniden doğum demektir. Bu ibadet ile, mümin özgürlüğüne kavuşmak için bu yaşamında bütün çabaları göstermek için uğraşır.

Fal Puca (Meyve- tercihen Hindistan cevizi)
Mümine en yüce meyveye-Mokşa’ya ulaşacakmışçasına yaşayan bütün varlıklara sevgi ve merhamet göstermeyi ve hiçbir karşılık beklemeden görevini yerine getirmeyi hatırlatır.

Nayvedya Puca (Ev yapımı tatlılar, seker v.b.)
Bu ibadet ile, mümin düşkünlüklerinden kurtulmaya veya azaltmaya gayret eder.

k-Sembolizm/İşaretçilik/Remz etme

Cin Remzleri/İşaretleri;
77- Ahimsa-Tecavüz Etme, Öldürme
İçinde tekerlek olan bir el resmi, Cin yemini “tecavüz yok” ilkesini, Ahimsa’yı remz etmektedir. Ahimsa sözü “ortada” demektir. Tekerlek, gerçeği takip ederek yeniden dirilmeyi durdurma hali olan Darmaçakra’yı temsil etmektedir.

Gamalı Haç/ Svastika
76-  Avuçtaki tekerlekle beraber Ahimsa
Cin remzlerinin en kutsallarındandır. Bir Cin gamalı haçı, en üstteki üç noktaya tepesindeki bir nokta eşlik eder. Öteki önemli işaret, elin avuç içndeki tekerlekle birleşerek Ahimsa’yı temsil eder.


Öteki Cin İşaretleri;
24 Lançanas Töğtankaraları remz eder.
Triatna (Üç Şemsiye)  ve Şrivatsa sembolü Cin dininin “üç mücevherl kuralına” işaret eder.
Bir Töğtinkar’ın veya Çakravarti’Nin anne rüyaları.
Darmaçakra ve Sidda- Çakra
Sekiz Uğurlu İşaret (Asta Mangalas). Adları resimlerin içindedir;

Svastika- Gamalı Haç: Huzura, barışa ve iyi olmaya işarettir.
Şrivatsa: Cin müridinin göğsünün ortasında bulunur ve arınmış ruha işarettir.
Nandyavartya: Dokuz köşeli geniş gamalı haç.
Vardamanaka: Lambalar için kullanılan ortası çukurlaştırılmış düzlenmiş topraktan kap, zenginliğin artmasını, Cin müridinin yapısına göre şöhrete işaret eder.
Badrasana: Taht, günahlarından arınmış bir Cin’in ayapıyla kutsanmış olduğundan uğurlu kabul edilir.
Kalaşa: Saf su ile doldurulmuş testi, akla ve bütünlüğe işarettir.
Minayıgula
Darpana: Ayna, temziliğinden dolayı karşısındakinin saf görüntüsünü yansıtır.

Cin dini Hint Vedik (Vedalara dayalı) dini olan Hindu dininin bir parçası değildir. Eski Hindistan iki ayrı felsefi akıma sahipti. Şramana felsefe okulları Cin hareketi yanlılarınca temsil edilmiştir ve Brahmana Vedik Puranik okulları Vedanta Vaişnava ve öteki hareketlerce temsil edilmişlerdir.




Her iki akım da yan yana binlerce yıl birlikte birbirlerini etkileyerek yaşadılar.
Hindu bilgini Lokmanya Tilak Cin dininin Hindu dinini etkileyerek Veda ayinlerinde hayvan kurbanının durdurulmasını sağladığını belirterek güvenini ifade etmiştir.

Bal Gangadar Tilak, Cinciliği Ahimsa’nın orjinalini yapanlar olarak tanımladı ve Bombay Samaçar’da, Mumbai 10.December 1904:”Eski zamanlarda sayısız hayvan kurban törenlerinde vahşice katledildi. Megaduta gibi kompozisyonlarda bu gibi konularda yazılmış çok çeşitli metinler bulunmaktadır.

Swami Vivekananda Cin dininin Hint kültürünü etkileyerek dini toplantılarda düzenlenen ayinlerde sayısız hayvanın vahşice katledildiği ve toplumun sırtında bir yük olan bu geleneklerden kurtulmamızda Cincilerin yaptıkları kültür devriminin çok büyük etkisi olduğunu ifade etmiştir.

Britanika Ansiklopedisinin Cincilik ve Hindu Dini Arasındaki İlişkiler, hakkında yazdığı makalede “Cin dini Hindistan’da daima bağımsız kalmış bir dindir. Halen Hindu dini Cin dininden edindiği birçok kavramları uyguladığını belirtmiştir.
Budacılık, Hindu Dini ve Cin Dini Hindistan’ın en eski ayakta kalmış üç büyük kültürüdür. Ancak Cin inancı bunların arasında bağımsız kalmayı başarabilmiş tek dindir demektedir.

Başvurulan Kaynaklar;
Helmuth von Glasenapp,Shridhar B. Shrotri. 1999. Jainism
Dundas, Paul. 2002. The Jains. P.12
Varni, Jinendra; Ed. Prof. Sagarmal Jain, Translated Justice T.K. Tukol and Dr. Narendra Bhandari. Sama Sutta. New Delhi
Larson, Gerald James (1995) India’s Agony over religion SUNY Press 
Joel Diederik Beversluis (2000) In: Sourcebook of the World's Religions: An Interfaith Guide to Religion and Spirituality, New World Library : Novato, CA

adilyargiccadilyargicKeykubat/ AlaeddinYavuz




Bu kitabın telif hakları ©/ adilyargic/adilyargicc/keykubat/Alaeddin Yavuz'a aittir. Copyright © of this article is belong to adilyargic/adilyargicc/keykubat/Alaeddin Yavuz.


KİTABI  SIRAYLA OKUMAK İÇİN TIKLA
1-2-3-4-5-6-7-8-9-10-11-12-13-14-15-16-17-18-19

Hiç yorum yok: