13 Şubat 2012 Pazartesi

CİN ve ŞEYTAN KÜLTÜ DİNLERİN GENEL YORUMU


SÜMER’DEN İSLAM’A CİN VE ŞEYTAN KÜLTÜ

Dinlerin Genel Yorumu ve Tarihe Etkileri;


İnsanlık tarihi pozitif bilim tarafından Sümer’e dayandırılmaktadır. Bu da bize M.Ö. 3200’leri göstermektedir. Bu durumda İnsanlık tarihi 5200 yıldır sonucunu çıkarmaya götürmektedir.

Çatalhöyük kazıları ile M.Ö.8.000’lere kadar ulaştıysak da genel kabul gören ilke “Tarih Sümer’le Başlar”  ilkesi halen revaçtadır. Gene Sümer tablet çözümlemelerine bakılırsa M.Ö.500.000 yıl kadar geriye gitmek mümkündür hem de bu dönemlerde yeryüzünde göklere çıkan büyük bir uygarlık da vardır ve o zaman da din gene vardır. Sümer’i yıkan Akadları Babiller onları da Medyalılar (Pers) ve Asurlar izlemiştir.

Binlerce yıldır yeryüzünde hüküm süren devletler halklarını yönetmek için daima dini, siyasi iktidarlarının temeli olarak kullandılar. Bütün kanunlarını da oluşturdukları din kurallarının ilkelerine göre yaptılar. Halkın ilgisini sürekli kılmak içinde önce kendileri görkemli ayinler yaptılar.

Din kültürünü halklara dayayan egemen sınıflar, halklarına “dayattıkları kültürü eleştirme hakkı” da vermemekte, karşı çıkanı da hemen ya öldürtmekte ya da rezil ederek gözden düşürüp etkisizleştirdiler.
Bunlara rağmen fikir yürütenler ise tarih boyunca en akla hayale gelmedik işkence yöntemleriyle öldürülmüşlerdir. Tırnaklarının, parmaklarının, dilinin, dişlerinin, kulaklarının kerpetenle sökülmesinden kol, bacak gibi organlarının kesilmesine, cinsel organlarının haşlanmasına, kazığa bağlanarak yakılmasına kadar iğrençlikler bu ceza yöntemlerinden bazılarıydı.

Şekil 2 Kızılderililerde İnsan Kurbanı ayinleri .
İnka Kızılderililerinde insan kurbanı
Tanrının değneği yoktur ama onun adıyla insanları köle edenlerin, değnek dâhil her şeyleri vardır. İnsanlığın kölecilikle başlayan karanlık tarihlerinin başlangıcından beri akıllı insanlar köleciliğe karşı çıkmışlar ve onlarla baş edemeyince, köleci kültürü ortadan kaldırmak için köleciler yerine tanrıyı inkâra çalışmışlardır. Yaptıklarına karşılık ceza tanrıdan değil kölecilerden gelmiştir.

Bu dinler, her nesneye geçebilen ve canlı hücrelerde yaşayabilen, gerçek şekilleri tam olarak bilinemeyen cin veya şeytan adı verilen varlıklara tapınmaya, onlardan yardım ummaya, karşılığında da hububat, yemek adaklarından hayvan ve insan kurbanı gibi vahşilikleri, katliamları, kasaplıkları ibadet olarak göstermeye dayanmaktadır.

Köleci dinler, bu göksel sömürgeci varlıkların bizleri, genetik kopyalama suretiyle üretip bin yıllarca köle olarak çalıştırdıklarını, kendi aralarında da benzer bir hiyerarşik düzene sahip olduklarını iddia etmektedirler. Bu varlıkların iyilerine “tanrı” diyerek tapınmayı, kötülerine de “cin/şeytan” deyip lanetlemeyi, kötü etkilerinden korunmak için de hepsine adaklar ve kurbanlar verilmesini kabul ettirmekle, düzenlerine karşı gelenleri veya yakınlarından bazılarını “kurban seçme” olanağını elde etmişler ve bu olanağı da “tehdit unsuru” olarak korumuşlardır.

Tanrıyı suçlamak ve inkâr etmek, tanrı adıyla iş gören kölecileri suçlamak ve günahlarını söylemekten kolaydır.

Dinler tarih boyunca toplumlara dayatılmışlar ve dayatıldığı gibi inanılması istenilmiştir. Dinleri dayatan devletler yıkıldığında yeni gelen erk kendi inancını dayatarak toplumları beyin felcine sokmuştur.

İşte böyle baskılardan, zalimane uygulamalardan ibaret olan her milletin dini, onları “kendi soyundan üreten” aslında bu göksel cin ve şeytanlar olan tanrılarına tahıl, hayvan kurbanı adakları, dualarla tapınma, onlardan yardım dileyerek varlıklarını sürdürme ilkesine dayalıdırlar.

Yahudilik ve İslam dini dâhil bütün eski dinler kendi milletlerine aittirler ve ekvatora yakın çevrede yaşayan her kavim kendi tanrısının insanlarla olan evliliğinden doğmuş çocuklarından “ensest/aile içi ilişkilerle” türemiştir. 


(Karahan Türk destanına göre Türklerde Tanrıya kölelik yoktur. Yaratılışta "19" boy" yaratıldıklarından "ensest üreme" de yoktur.)     

Krallar tanrının oğlu ve halklarının babalarıdır ve eşleri de milletlerin analarıdır. Bu ilke gereğince kurulan bu devlet düzenine batıda “Feodalite” denilmiştir

Feodal kelimesi krallar ve ailelerine verilen ve onların “tanrı soyu” oldukları anlamına gelen Latince bir kelimedir. İki kelimeden oluşur Feu(o)d-al, “Feud” Kan bağı/akraba anlamındadır ve “Al/El/İl” de olabilen ikinci ek de “Tanrı” anlamına gelir ve böylece Feodal yeni “tanrı ile akraba” olan monarşik devlet idareleri olan krallık, hanlık vs. lere de ”Feodalite” denilirdi.  Her hakanı olan milletin kendi dini vardır. Türkçe’de “Han, Kağan, Hakan, Bey”, Rusça “Çar”, İngilizce “King, Lord” gibi aynı rütbeleri temsil eden bütün kelimeler “Tanrı” demektir. Bu yüzden “ırkçılık” dinlerle başlar.

Padişahından kralına her devlet adamının da kutsallığı buna dayanmaktaydı. Kral ve ailesi tanrının “oğlu ve kölesi” olduğundan halk da doğal olarak babaları olan kralın ya da onun tayin ettiği yetkili beyin, paşanın, valinin kölesi oluyordu.

Türklerin tanrıları Kara Han, Oğuz Kağan, Sümer’lerin Anu, Asur’lıların Asur/ Aşşur, Perslerin Mitra, Hürmüz, Mısırlıların Ra, Greklerin Zeus, Yemenlilerin Talip, Hicaz Araplarının Lah/ Ellah/ Allah/ Hubel, Yezidilerin Ezd/ Yezdan’dan, Yahudilerin kısır Sara’dan tanrı yardımıyla ataları İbrahim’in “100” yaşında sahip olduğu İshak ve İshak’ın da tanrı yardımıyla “60” yaşında sahip olduğu Yakup/İsrail’den türeme mitleri buna örnektir.

Ayrıca, Kur’an İbrahim Suresi 14:4.ayet te, “Her millete kendi dilinde peygamber ve kitap gönderdik”  ve Yasin Suresi 36:6. ayette de tarihlerinde hiç peygamberle uyarılmadıkları için İslam’ın Hicaz Araplarına geldiği, “Babaları uyarılmamış bir kavmi uyarasın diye gönderildin” diyen ayetiyle bunu doğrulamaktadır.
Çünkü İbrahim peygamberin Sara’nın kölesi Hacer’den olma oğlu İsmail’e, anası Hacer’in büyüklenmesi yüzünden Mekke çölüne sürülerek kovulmaları sebebiyle peygamberlik verilmemişti. Yasin Suresi “6.ayet” buna işaret etmekteydi.

Geçmiş asırlarda zaten “köle” olan atalarımız, devlet büyüklerinin isteklerine göre dinlerini benimsemişlerdir. Son 10.000 yıl içinde yeryüzünde hiçbir halkın ataları dinlerini araştırıp seçme gibi bir lükse kavuşmadılar ve dayatılanı benimsemek aksi halde kendisi veya yakınlarının öldürülme, sürülme, mallarına el konulma veya dini törenlerde bir veya birkaç ferdini “tanrılara kurban” adayı edilmekle tehdit edildiler. Dinler böyle ağır, zalim, merhametsiz baskılarla ayakta kaldılar.

Ortada işleri idare eden bir tanrı/ melekleri var mıdır? Yoksa her şey köleci devlet elitlerince yürütülen aldatmaca, uyutmaca ve soymacaya dayalı siyasi oyunlar bütünü müdür?

Örnek olarak “insan kurbanı”, özünde siyasi otoritenin kendi düşmanlarını dini kullanarak, “kurban ilan edip”  rakiplerinden kurtulma ilkesine mi dayalıdır? Ki böyle olduğu da ortadadır.

Siz siyasi erki sorguladığınızda, bir rahibin, kralın veya siyasi erki oluşturanlardan birisinin rüyasında evladınızı ya da sevdiğiniz, kıyamayacağınız birini ya da doğrudan sizi “tanrının kurban istediğini” söyleyiverdiğini düşünün. O an bittiniz demektir. İşte insanlar böyle tehlikeli olaylardan kendilerini korumak için asırlarca bu yalan, dolan, kandırmaca, uyutmacalardan oluşan sömürü düzenine destek vermek zorunda kaldılar. Bu saçmalıklarla beyinlerini körelttiler.

Bütün bu zalimliklerden ama ise elbette rahat, zengin yaşam ve hükmetme sevdasıydı. İnsanlar da zaten bilinçli bilinçsiz birbirlerinin haklarına saygı göstermiyor ve güçlü zayıfın elinden ekmeğini alıyordu. İşte bu “elinden ekmeğini alma” işini yapmakta ustalaşanların bu zalim feodal düzeni kuranlar oldukları düşünülmelidir.

Özellikle Hindistan ile Mısır arasındaki kavimlerin dinleri içlerinde barındırdıkları bütün iyi değerlere rağmen köleci ve ırkçıdırlar.

Daha zengin ve güçlü olabilmek daha büyük hayalleri gerçekleştirebilmek için başka bir kavmi işgal ederek idaresi altına alan kavimler kendi dinlerini işgal ettikleri kavimlere dayatırlar ve onlardan da, “onları yeni dinleriyle şereflendirdikleri için” vergi alırlardı.

Bu vergileri götüren ve Hicaz’da (Mekke, Medine, Taif üçgeni Kızıldeniz bölgesi) alaylara da “Surre (rüşvet) Alayları” denilirdi.

Evliya Çelebi bile seyahatnamesinde surre alaylarının getirdiklerini Mekke civarında halka dağıtılırken gördüğünde üzüntüsünü şöyle belirtir. “Türk milleti hem İslam’ın bekçiliğini yapsın hem de bu pis Arapların duasını almak için onlara vergi ödesin. Birçok şehit, gazi ve bunların aileleri yoksulluk çekerken milletin kazancının bu Araplara dağıtılmasına yüreğim el vermiyor” diye yazmıştır.

Şekil 4 (Yıldırım Tanrısı)  Hitit baş tanrısı Teşub
Hicaz Arap’ı olmayan bütün Müslüman ülkeler bu vergiyi Hicaz Araplarına ödemişlerdir.
İşgale uğramış kavimler de çaresizlikten dayatılan dinleri eski inançlarıyla birleştirmişler ve böylece de “Mezhepler ve tarikatlar” doğmuştur.

M.Ö. 2.000’lerde Hititliler Tanrıları Teşub’a dayalı çok tanrılı büyük bir imparatorluk kurdular ve işgal ettikleri kavimlere dinlerini benimsetmek yerine onların dinlerini de kendi zenginlikleri içine kattılar ve tarihte bölgelerinin en uzun yaşayan “1001 Tanrılı” imparatorluğu oldular.

 Geçen zaman içinde her millet savaşlar, işgaller sonucunda birçok tanrılara sahip oldular ama daime bu tanrıların bir başı, en büyüğü vardı.

İşte bu en büyük tanrının öne çıkarılmasıyla tek tanrıcılık, (M.Ö. 1700’lerde) Mısır Firavunu Akeneton/ Amenofis’in bütün tanrıları kaldırıp atması, tapınakları yıkması ve “Aten” adlı bir tanrıyı “tek tanrı”, kendisi ve eşini de “tanrının temsilcisi”  ilân etmesi ile sonuçlandıysa da “put satışına” dayalı Mısır bütçesi açık verince işsiz kalan rahipler onu ve eşini öldürüp, tapınağını yıkıp eskiye dönüş yaptılar.

Onların ardından çıkan Persler de benzer bir hoşgörüyle hükmettiler ama “Pers/Fars” tanrısını üstün kıldılar ve ötekilerini kendi kültürlerine uygun “ince ayar” yapmaya sevk ettiler.
Onları Grekler, Mısır kültünden derledikleri ve kendilerine uydurdukları “Grek Hermetizmi” ile takip ettiler. Ancak özünde Mısır ve Pers kültürü harmanı olan Hermetizm inancına dayalı Grek imparatorluğu da yıkılınca yerini Pers Mitracılığı ile Zerdüştlüğüne dayalı ama Grek ve Roma motifli Roma’ya bıraktı.

İşte, Pers dinine bağlı Roma imparatorluğu da iç isyanlar çıkarıp düşmanlık etmesine rağmen halkını İran üzerine savaşa ikna edemiyordu. Hangi imparator bunu denese en yakınlarınca öldürülüyordu. Buna son vermek isteyen Roma imparatorları çözüm ararken, Filistin bölgesinde “ırkçılıkları yüzünden” komşularıyla geçinemediklerinden “sürülme tehdidi” altında yaşayan “açılımcı” Yahudi rahiplerinin başlattığı Mısır tanrısı Grek diliyle Osiris’ten (Araplar Urisa derlerdi ve Ur’lu İsa demekti) türettikleri ve Tevrat ayetinde onları kurtaracak olan “beklenen kralın doğması” efsanesi birleştirilerek İsevilik Dinini” üretmişlerdi.

Başlangıçta bunu sapıklık olarak yorumlayan Roma İsevileri soykırıma uğrattı. Ancak, önce Etiyopya’da ve Yemen’de bu din devlet dini oldu. Bunu Ermeniler Aziz Gregor ile gerçekleştirdiler (M.S.315). Sonunda İran’ın çıkardığı isyanlarla kuzeyden Germenlerin (Almanların ataları) ve Gotların baskılarına dayanamayan Roma M.S 325’de Grek Hermesinin, Hristo olan adının İsa’ya uyarlanmasıyla “Hıristiyanlık” adı altında bu dini resmi din ilan etti.

Böylece “teslise” dayalı ilk zorbalık ve soykırımlarla dayatılan Grek Hıristiyanlığı doğdu. İmparatorluk sınırları içinde yaşayan bütün milletler soykırım, toplu katliamlar ve ağır vergilerden tutun da dini ret edenlerin cesetlerinin kilise önlerinde halka onlarca yıl sergilenmesiyle yaratılan korku ve dehşet ortamında Pers dininden Roma kurtulmuş oluyordu.

Bunların ileride gelişeceğini gören yetim Muhammed de kendi halkını İbrahim peygamberin oğlu İsmail soyuna uzanan efsanesini bildiğinden, İran Mecüsiliği /Yezidiliğinden halkını kurtarıp Yahudi/ Grek Hıristiyanlığına dayalı Roma’ya bağlı yapmak için İslam’ı üretti. Bu çabası karşılık göremeyince ölünceye kadar “tek devlet” haline getirdiği Arap Yarımadası İslam devleti, İran ve Mısır yönlerinde topraklarını genişlettikten sonra Anadolu üzerinden Roma’yı da tehdit etti. Ancak onları Rum Suresinde ve çok yerde geçtiği için “Kitab Ehli” yani Tevrat ve İncil okuyan kabul ettiğinden dolayı hoş tuttu ve fazla zıtlaşmadı.

Yüz yıl sonra M.S. 640’larda ırkçılıkları yüzünden Emevi hanedanı yerini Abbasilere terk etti. Emevi ailesi iktidarı geri alabilmek için Roma ile yakınlık kurdu. Bu yakınlık Abbasilerce de benimsendi ve Emeviler asla iktidarlarını geri alamadılar ve Abbasiler de adil olmaya çalıştılarsa, Emeviler zamanında “seçilmiş kavim” olduklarını sanmaları yüzünden ırkçı, faşist duyguları coşan Hicaz Arapları öteki kavimlerin tepkileri, İran’da büyüyen Selçuklu Türklerinin baskılarıyla zayıfladılar ve Hicaz Arapları Roma’ya yakın durmayı asla terk etmediler.

İki millete düşman oldular biri dinlerinin temelini dayandırdıkları Yahudiler ikincisi çok uzakta yaşayan Türklerdi. Başlangıçta Türklere Kafkaslar ve güney Asya’da resmen soykırım uyguladılar.

Ancak İslâm kültünün bu günlere gelmesi de ilginçtir ki  “Kuran Kehf (18) Suresinde kıyamette Şeytan olan Yecüc ve Mecüclere katılıp Allah’ın ordusuna yani Müslümanlara ve meleklere karşı savaşacak diye geçen Türklerdi. Bu güne kadar heykeli, ikonu yapılmış tek bir Türk tanrısına da rastlanılmamıştır.

Oysa Arap, İran, Mısır, Grek ve Roma tanrılarının hepsi şeytanlardan ibaretti. Ve bu şeytanlar sayılmakla bitmiyordu.Halka da onların heykellerini devletten satın almalarını şart koşuyorlardı.Oysa Türkler onların tanrı diye taptıkları şeytan ve cinleri “iyi ve kötü ruhlar” olarak ayırıyorlar, onlara kutsallık vermiyorlar ve kendi ürettikleri tanrılarına tapıyorlardı. 


Şeytana tapan hileci ve düzenbaz kavimlerin başkalarını “kendi yaptıklarıyla suçlamaları” yeryüzünde “iftira ve suistimalin" en çirkin örneğidir.

Ancak Hıristiyanlar da Hicaz Araplarının Ezd/ Yezd/ Yezdan/ Hubel/  Ellah/ Allah adlı şeytana İslam öncesi taptıklarını, İslam sonrası da sadece “ikonu(resim) ve heykelini” kaldırdıklarını bildiklerinden dolayı Yecüc/ Mecüc ordusu olarak görmektedir.

Bu da Muhammed’in İslam’ı ile başlayan Roma’ya yanaşma siyasetinin daha o zaman ret edildiğini gösterir. Çünkü Roma “Grek Kültünden başkasını” ret eder.
Roma, Yahudi dinini benimsediği halde Yahudileri İsa’yı öldürtmekle suçlayıp kıyım yaparak onları “ayrıcalıklı” olmaktan alıkoymuş, Hıristiyanları da onlara düşman etmiştir.

Roma’nın ırkçılığı böyleyken kökenlerini Yahudi kültüne dayama gayretindeki Hicaz Arap melezi/ Yahudilerinden çıkma Muhammed’in İslam’ının hiçbir kıymeti olamazdı. Hıristiyanlık dini onları Pers bağımlılığından kurtarmış, amaç gerçekleşmişti. Bundan sonra bırak İslam’ı tanrı gökten inse Roma için bir şey değişmezdi. Kim bilir ondan da acilen kurtulmanın yollarını hemen aramaya başlarlardı.

Devlet idaresinde “din” amaç değil araçtır. “A” olmazsa “B” olur, dinde ve siyasette bağımsızlık olursa en iyisi olur.
Roma bunu yeni dinle başarmış ve “sömürgecilik” yolunda hedefine yoğunlaşmıştır. Tarihe karışıncaya kadar Roma, Bizans ve ardından gelen Emevi İslam sömürgeciliği dayattıkları inanca karşı olanları cezalandırma geleneğinden ayrılmamışlardır.
Avrupa’da Rönesans sonrası bu cezalar hapis veya sürgün haline getirildiyse de halen toplumdan birisinin çıkıp dini eleştirmesinin cezai karşılıkları bulunmaktadır.
IV.Lui'nin Masonları yakması

Hallac-ı Mansur, Şeyh Bedreddin, Fazlullah Astarabadi, 15.yy başlarında Fransa’da masonların ve önderleri Jack De Molay gibilere yapılanlar ve Katolik olmayan Hıristiyan kavimlere karşı o çağlarda sürdürülen Haçlı Seferleri buna örnektir.

Köleciliği kabul etmeyen veya yeni dinleri ret eden kavimlerin başlarına gelenlere örnek de Roma’nın Hıristiyanlığa direnen Zerdüşt/ Mitra dinlerine inananlara ve öteki dinlere inanan halklarına yaptığı işkenceler, Yezidi Emevi Araplarının VII. Ve VIII. yy.larda Türklere yaptıkları, 15.yy’da keşfedilen Amerika ve diğer okyanus ülkelerinde Hıristiyan radikal dinci sapıkların yerli halklara yaptıkları yüz milyonlarca insanın ölümüyle sonuçlanan soykırımlarına, 19.yy.dan itibaren Türklerin Balkanlardan, Kırım ve Kafkaslardan çıkarılmaları sırasında yapılan Türk soykırımlarına, 20.yy’da I. Ve II. Dünya savaşlarında ve ardından gelişen siyasi hesaplar sonucu kıyılan masum yüz milyondan fazla insanı örnek gösterebilirim.

Şekil 7- Rus arkeolog Amanjolov'un Kazakistan'da keşfettiği Issık Kurganından çıkan Altın Elbiseli Adam'a ait kıyafetler

Tarihleri boyunca daima “Tek Tanrı’ya” tapınmış olan Türklerin, M.S. VIII. yüzyılda sopayla kabul ettikleri bu çöl şeytanları ve cinlerine tapınan Arap ve Yahudi dinlerinin nesine tapındıklarını ve neden hala terk edemediklerini anlamak güçtür.

21. yüzyıla girdiğimiz bu günlerde değişen bir şey yoktur. Gene Müslümanlar, 2001 İkiz Kule siyasi tezgâhının ardından “Yecüc- Mecüc ordusu ilan edildiler ve “terörist” olmakla suçlanıp saldırıya uğradılar.

ABD'ce Ortadoğu'yu işgal etmek
 için imha edilen
New York'un İkiz Kuleleri
Müslüman, Hıristiyan ve öteki dinlere sahip ülkelerde gene din yapılan düzeltmelerle yenilikmiş gibi halklara dayatılmaktadır.

Bu kadar büyük bir zaman diliminde insanlar devletler kurmuş ve halklarını dinlerle yönetmişlerdir. Ama bu kadar eski geçmişe uzanan tarihe rağmen insanlığın “tek bir din” etrafında toplanması başarılamamıştır.


Bu gün de Müslüman dünyasına dayatılan Masonluk/Hermetizm karışımı siyasi İslam, kitleleri küresel sermayenin ordusu olan NATO’ ordusu ve ülkelerine kayıtsız şartsız teslim olmaya sevk etmektedir ve haklı olarak tepki görmektedir.

Yahudi Tevrat’ından türetme Hıristiyanlık ve İslam dinleri yer kürenin son 2.000 yılına imza atmışsa da her iki din de kendi içlerinde mezheplere ve sayısız tarikatlara bölünmüştür. Yani “dayatılan kültür kendi kendisini amip gibi bölünmeye uğratarak parçalamıştır. Bu da demek oluyor ki “dinlerle” insanlık bir yere varamayacaktır ve dini rejimler apaçık bağırmaktadır;

“”-Ey insanlar yaptığınız iş yanlıştır, kurduğunuz düzenler adil değildir, bunlardan vaz geçiniz!”

Ama hâkim güçler gerçeklerden hoşlanmamakta ve bu çığlıklara kulak tıkamaktadırlar. Sabah akşam, ana rahminden mezara insanlara bu din narkozunu dayamaktadırlar.

En son örnekleri ülkemizden vermek gerekirse, 1950 sonrası “Soğuk Savaş” döneminde NATO/ABD yanında yer alan ülkemiz, 08.Ağustos 1950’de çıkardığı bir yasa ile “Solcuyum/Sosyalistim” demeyi ve bu konuda yazı yazmayı “vatana ihanet” sayan bir yasa çıkardı ve karşılığında iki ceza önerdi.
Ya idama razı olacaksın ya da başka ülkeye sürgüne gitmeye razı olacaksın!

İşte Nazım Hikmet bu yüzden sürülmüştü. Bu yasa ABD’de Rosenbergler olarak bilinen karı-koca bilim insanı çiftin o zamanki SSCB lehine casuslukla suçlanarak idama mahkûm edilmelerinin ardından ülkemizde hemen uygulamaya geçirilen “taklit yasadır”. Öteki örnek 12. Eylül 1980 askeri darbesinin sadece “sol hareketi” cezalandırması ve makyaj olsun diye de birkaç Ülkücü masum gencin idamı ile süslenerek “sola düşman” görüntüsünden uzaklaşılmak hedeflenmiştir.

Ama her iki darbenin ardından sömürgeci güçler devletin idaresini asırlardır kendileri ile işbirliği yapan Kürt, Arami, Ermeni, Süryani, Sabi, Yezit dindarlarını “Nurculuk Tarikatı” adı ve DP çatısı altında iktidara getirmiştir. Halen de bu böyledir.

Öte yandan, tarih boyunca yeryüzünün siyasi haritası 50 yıl gibi kısa sürede çok sık değişikliklere uğramıştır ve bu gün de bu böyledir. Örnek olarak, Rus Çarlığı, Osmanlı, Avusturya, Alman, İran Kaçar imparatorluklarının 20. yüzyıl başlarında parçalanarak yerlerine yüz kadar devletin kurulmasını, onların yerine kurulmuş devletlerden Afganistan, Irak, Libya, Somali, Sudan işgallerini ve son Suriye ve Irak dayatmalarını, yaptırımlarını gösterebilirim.

 Elli, yüz yıl içinde sürekli “sahip değiştiren halklar” yeni sahiplerinin dayattığı dini kültürlere birden geçiş yapamamaktadırlar. Bu da isyanları, soykırımları ve bunlara rağmen yeni dayatılan kültürün bir şekilde reddine neden olmaktadır. Sonucunda yeryüzünden eksik olmayan din rejimleri asırlardır dayatılmaktan vazgeçilemeyen buna rağmen yukarıda saydığım nedenler yüzünden kabul ettirilememe özelliğine sahiptirler.

Asırlardır bir türlü veimli bir şekilde yerleştirilemeyen din düzenleri 21.yy. siyasetleri içinde en cazip seçenek olarak küresel güçlerce dayatıldığından dinleri birlikte incelemek ve aralarındaki akrabalık oluşturan ilkeleri tespit etmek gerekir. Çünkü bütün dinler kendinden önceki ile akrabadır. Dinlerin bazıları insan hayatına değer veren, kurbanı kaldıran, eşitlik ilkelerini savunan felsefelere sahipken bazıları da aynı çağda, okuryazarlık yasağından insan kurbanına kadar zalimane sapık gelenekleri içlerinde barındırmaktadır.

Bunun yanında Taoizm, Konfüçyizim gibi felsefi dinlerde vardır. Ancak biz, toplumun her ferdinin veya kabilesinin kendisine bir cin/şeytan seçip tapınmasını bir düzene çekmek isteyen ve bunlara tapınmayıp sadece içlerinden “iyi” olana, yani o dini kuranın belirlediği “iyi” olana tapmayı getiren dinleri yani Ortadoğu Bölgesi dinlerini inceleyeceğiz.


adilyargicc/ adilyargic/ Keykubat/ AlaeddinYavuz



Bu kitabın telif hakları ©/ adilyargic/adilyargicc/keykubat/Alaeddin Yavuz'a aittir. Copyright © of this article is belong to adilyargic/adilyargicc/keykubat/Alaeddin Yavuz.


KİTABI  SIRAYLA OKUMAK İÇİN TIKLA
1-2-3-4-5-6-7-8-9-10-11-12-13-14-15-16-17-18-19

Hiç yorum yok: