Nuh Suresi Ayet 71:25- “Onlar günahları yüzünden suda boğuldular. Ateşe sokuldular. Kendilerine, Allah'a karşı yardımcı da bulamadılar.”
Tablet anlatımında ise - "Diyar çömlek gibi kırılır, parçalanır." der. Yani arazide bir parçalanma olur. Bu da ya bir arazi çökmesini veya kim bilir batık kıta olan Arap Yarımadasının, deniz dibinden lavların fışkırmasıyla bağları kopan kara parçası, birdenbire kabaran suların hareketi sonucu denizin dibinden kaldırılarak, muhtemelen ABSU denilen aşağı dünya Madagaskar adası civarından sürüklenerek Asya Kıtasına çarpmasına sebep olmuş olabilir.
Çünkü bu bölgenin ilginç bir yapısı olduğunu Evliya Çelebi "Kızıldeniz kıyılarında tuz kayalıklarının olduğunu, denizci kavimlerin buralara bu nedenle saldırı yapamadıklarını anlatır. Göze net olarak görülemeyen tuz kayalıkları tahta veya demir olsun gemilerin parçalanmasına sebep olduğu için Portekizli ve Hollandalı denizcilerin buralara asker çıkaramadıklarından bahseder. Bu kıtanın Allah tarafından korunmalı yaratıldığını söyler.
Çünkü eski Karadeniz'in Adriyatik kıyılarına kadar vardığını Evliya Çelebi seyahatnamesinde anlatır ve Estergon Kalesinin bir dağ tepesinde olmasına rağmen gemi bağlamak için iskele babalarının kale önünde bulunduğunu yazar.
Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri de Akdeniz toprağının eskiden Mısır-Yunan ortak toprağı olduğunu, bu iki kavmin de kardeş olduğunu, hatta yakın bir zamana kadar Mısır'dan Kıbrıs’a yol olduğunu bunun deniz olayları sonucu çöktüğünü alıntılar yaparak belirtir. Tablet metnindeki "Diyarın çökmesi " ile Kur'an-ı kerimdeki "Onlar günahları yüzünden suda boğuldular. Ateşe sokuldular" derken bu korkunç yeryüzü değişiminin de bu esnada olmuş olabileceği de akla yatkındır.
Tufanın sona ermesi olayını yüce Kur'an-ı Kerim: Kamer Suresi 54;12-"Yeryüzünde kaynaklar fışkırttık. Her iki su belirtilen ölçüye göre birleşti." ve "Hud Suresi11:44- Yere "suyunu tut, göğe de Suyunu tut" denildi. Su çekildi, iş de bitti. Gemi Cudi dağına oturdu. Zalimlere de "Rahmetten uzak olun denildi." şeklinde açıklamaktadır.
Yeryüzünden kaynakların fışkırmasını dünyanın yakınından geçen "Marduk Gezegeninin neden olduğu adı geçen tablet metninde anlatılmaktadır. Peki, Gökten su nasıl geldi. Yani uzay boşluğundan. Bunun mantığı nedir? Uzay boşluğunda su nerededir?
Bunun cevabı da tablet metninde şöyle verilir: Tanrı Enlil sunulan kurban etinden yedikten ve Enki tarafından ikna edildikten sonra" Ziusudra, ve karısı şimdiye kadar insan idi. Bundan sonra biz tanrılar gibi olacaklar. Ziusudra, çok uzakta suların ağzında oturacaktır." der. Birçok metinde de uzay boşluğundan "Büyük engin” diye bahsedilir. Bütün ilkel inanışlarda önce “Büyük Engin'in” yaratıldığı sonra toprağın yaratıldığı ve topraktan yıldızların yaratıldığı anlatılır.
“Nuh Tufanı Kavimler Tarihi ve Türkler” başlığıyla beş yıl kadar önce yayınladığım yazıda yaptığım bazı yorumları da ekleyerek Tufan mitini biraz daha anlaşılır kılmaya çalıştım.
Unutmamamız gereken olayı hatırlatayım, Nuh ve halkı Âdem soyudurlar, beden yapıları olarak bize hiç benzemezler. Tufan sonrası bunlar bir süre yaşarlar ve göklerde tanrı adına savşalara katılırlar. Göklerden pay isteyince de terslenirler. Aralarında savşlar olur ve sonunda yenilirler. Bundan sonra Nuh soyunun yok edilişi ve “daha şağı” düzeyde yaratılmış olanlarıyla yer değiştirmeleri sağlanır. Bizim türümüz geliştikçe eski türleri sırayla yok ederler. Şimdi bunları görelim;
Sonunda her iki olayda da insan ilkel işçi, karabaşlı ve kuldur. Yaratan Tanrısı sonunda onu yarattığına pişman olmuştur. Ama bir türlü neslini kurutmayı başaramaz. Engeller, tablette kendi oğlu Enki tarafından, Kur'an da da kendi merhametinden ortaya çıkar. Ona da merhamet denirse yani. Dünya dolusu milyarlarca insanı harca, üç beş kişiden nesil üret. Buna merhamet de. Dünya Allah'ın Genetik ve sosyoloji laboratuvarı gibidir. Sürekli yeni türler üretip yok ediyor. Onların zekâlarını ölçüyor. Bir bahane bulup yine yok ediyor. Okuyun;
Hicr Suresi 15:4,5,6;
“ “15:4-"Biz hiç bir ülkeyi kaderinde yazısı olmadan yok etmedik.
" " 15:5- "Hiç bir millet ecelini ne önleyebilir ne de geciktirebilir.
" " 15:6- Gerçek şu ki : "Dirilten ve öldüren biziz. Hepsinin gerisinde biz kalırız."
Yani buyur buradan yak. Kaderi önceden yaz sonra onu yaptın bunu yaptın imha et dur. Her halde bunun başka işi yok Dediği gibi yarattıkların durmadan gözlemekle akıl fesadına uğramış görünüyor. Yarat,s uçla, yok et, yeniden yarat, geliştikçe geçmişleri hakkında tartışmalara neden olan aracılarla bilgi ver. Gökyüzüne çıkacak duruma gelince de yok et. Bunda bir arıza var.
Bu olayın en mantıklı açıklaması "Yaratık Preditör'e Karşı" filmini seyretmek. Burada uzaylı kavimler dünyamızın insanlarını onlarla savaşacak kadar güçlendiriyorlar. Sonra bizimle savaşarak tatbikat yapıyorlar. Eğer kaybetme durumu olursa dünyanın belli noktalarına asırlar öncesinden yerleştirilmiş patlayıcılarla, ses silahlarıyla (Kuran ve Sümer tabletleri) insanları bitiriyorlar. Sonra yeniden bir insan veya başka bir tür oluşturup dünya yaşamını kendi denetimlerinde tutuyorlar.
Bu barış zamanında bir devletin, halkının bir kısmını silahlandırıp kendisine isyan ettirerek ordusuna tatbikat yaptırması gibidir. Birçok devlet bunu deneyerek rakiplerine karşı caydırıcılıklarını korumaktadırlar. Bir seyredin bu filmi bakalım. Bu da bir açıklama.
Çünkü yarattığından bu kadar pişmanlık duyan, durmadan yok edip yeniden yaratan çocuksu bir Tanrı gerçeği ile yüz yüzeyiz. İşin aslı böyle daha akılcı görünmektedir ya neyse.
Bu aşağıdakiler bizim Niğdeliler miydi acaba?
Hicr Suresi 15:80,81,82,83;
“ “ 15:80- Hicr Halkı da peygamberlerini yalanlamıştı.
" " 15:81- Dağlarda güven içinde ev yontuyorlardı.
" " 15:82- Sabaha karşı korkunç bir çığlık onları yakalayıverdi.
" " 15:83- Yaptıkları kendilerini koruyamadı.”
Şekil 160- Bu Sümer tabletinde Gılgamış ve öteki tanrı-çalardan çok "Secde etmiş" köle insanın boyutuna baktığımzda boyu 7m.15cm olan Gılgamıştan aşağı irilikte olmadığını görüyoruz. Bu resim ilk insanların tanrıların boyutunda olduklarını gösterir.
Adamlar başlarına geleceği bildikleri için saklanmak için kayaların içine evler yapıyorlar. Gel de Sümer tabletlerine putperestlik de. Bire bir cuk diye uyuyor. Kur'an’da "Biz " zamiri, Allah'ın tek başına olmadığını, gösteriyor. Gök orduları da var sırada daha:
Fetih Suresi 48:7- "Göklerdeki ve yerdeki ordular Allah’ındır. Allah güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir." Bak okudun mu?
Kur'an'da helak edilen kavimlere bakınca, Nuh, Ad, Semud ve Ress'liler en çok anılan kavimlerdir. Bu yok etme ve cezalandırmanın da:
"İsra Suresi 17:58”-Kıyamet gününden önce ortadan kaldırmayacağımız veya şiddetli bir azaba uğratmayacağımız ülke yoktur. Bu kitapta yazılıdır " şeklinde devam edeceği anlatılır.
Görüldüğü gibi nankör olmayan bir insan yaratmayı başaramamış, sürekli kendisine inançsızlık eden ve bu yüzden de sürekli yok edilen ve yeniden seçilmiş, her defasında da güçten düşürülmüş bir insanlık yaratan Tanrımız var. Uyduğu bir kaç kuralı da var.
Bir kaç örnek daha:
En'am Suresi 6:121-Her şehirde, şehrin günahkârlarını hileler, düzenler kursunlar diye büyülttük, öne geçirdik. Aslında onlar kendilerine karşı hilekârlık yaparlar da bilmezler.
" " 6:133-Şüphesiz, size vat edilen şeyler gelecektir. Olacakların önüne geçemezsiniz siz.
Mürselat Suresi 77;
“” 77:16- Biz öncekileri yok etmedik mi?
" " 77:17-Sonrakileri de onlara katacağız.
" " 77:18- Biz suçlulara böyle yaparız.
" " 77:23- Buna gücümüz yeter. Biz ne güzel güç yetireniz.
Kıyamet Suresi 75:36- İnsan başıboş bırakılacağını mı sanır?
*(Yani sürekli gözlem altındayız. Neredeyse 3 bin yıl süren ortaçağın ardından, birden ortaya çıkan sanayi devrimleri, son 40 yıllık bilişim, uzay teknolojilerindeki ilerlemeler de bunu doğrulamaktadır)
Nisa Suresi 132- Ey insanlar, Allah dilerse sizi ortadan kaldırır, başkalarını getirir. Allah'ın buna gücü yeter.
*(Arkeoloji müzelerindeki yılan bacaklı, şahin suratlı, at gövdeli yaratıkların bir hayal ürünü olmadıklarını anlatmak istiyor anlaşılan.)
İsra Suresi 16-*Bir ülkeyi yok etmek isteyince, onun şımarık güçlerine ve zenginlerine emir veririz, onlar yoldan çıkarlar. Artık o ülke helak olmayı hak eder.*
Bu arada Merak edenler için;
Gılgamış da kendisine ve İnsanlığa Tanrılarının biçtiği ölümden kurtulmak için Ziusudra'dan yani Sümer'in Nuh'undan) ölümsüzlük otunu alır, Geri dönerken de bir kuyuya düşer ve otu bir yılan elinden alır gider. Gılgamış Anası Tanrıça olduğu halde insan sayılır ve ölüme mahkûm edilir. O tarihten beri de insanlar ölürler. Bu süreç en fazla insan ömrünün 30-35 yıla kadar düştüğü zamanları da görür. Belki "Kırkından sonra azanı mezar paklar" deyimi de bu zamanlardan kalmıştır. Hatta hikayede de görüldüğü gibi insanların çoğalmasından rahatsızlık duyan Tanrısı insanların cinsel ilişkilerine kısıtlama getirir. Kısır kadın ve erkekler olsun der. Gen yapısını bozarak akraba ilişkilerinde de sakat insanlar doğmasını sağlar vs.vs. Kur'an-ı Kerimde de Nisa Suresinde evlilik yapılamayacak kişiler anlatılır. Diğer Tevrat, Zebur, İncil'de de bu konulara önem verilir. Hikâyenin sonunda da böyle bir düzenleme vardır. Sümer, Babil, Akad yasalarında da akraba evlilikleri ölümle cezalandırılmaktadır.
I-Tufan Nereleri Etkiler?
Ve atalarımız toprak oldular.
Ama Güney Kutbundan Kuzey Kutbuna doğru geçen Marduk gezegeni suları Ortadoğu bölgesi üzerinde kabartır. Tufan buralarda olur. Kutupları da eritir.
Bu nedenle Amerika kıtaları ile Orta Asya kültürlerinde “Tufan” bahsi geçmez.
Türk Karahan Yaratılış destanında da olduğu gibi.
j-Tufan Sonrası Gelişmeler;
Tufan Ve Nuh’un Çocukları
Şaffat Suresi (Elmalılı H.Yazır Tefsiri)
“”75-77-*} Tufan felaketi. Hem neslini, baki kalanlar kıldık. "O'nun üç oğlu; Sam, Ham, Ya'fes ve bunların eşlerinden başka, diğer gemide bulunanların hepsi nesil bırakmayarak vefat etti" demişlerse de biz bunu Hûd Sûresi'nde geçen "Denildi ki: Ey Nuh! Bizden sana ve seninle birlikte olanlardan gelecek ümmetlere selam ve bereketlerle gemiden in." (Hûd, 11/48) âyetine uygun bulmuyoruz. Çünkü "seninle birlikte olanlar" dan maksadın, "O'nunla beraber iman edenler pek azdı." (Hûd, 11/40) diye buyurulan az kişiler olduğu açıktır.
O halde buradaki Kasrın (Tahsisin) gemidekilere değil, boğulanlara göre izafî olması daha uygundur. Bununla beraber denilebilir ki, bütün gemidekilerin nesilleri tağlib yoluyla (çoğunluk itibarıyla) onun zürriyeti hükmünde tutulmuş ve bu şekilde baki kalanların hepsi onun zürriyeti olarak sayılmış, ona ikinci Âdem denmiştir.
Taberî der ki: Arap Sam evladından, Sudan Ham evladından, Türk ve diğerleri Ya'fes evladındandır. Ebu Hayyan da "Bahr"de bunu naklettikten sonra şöyle kaydediyor: Bir grup da şöyle söylemiştir: "Allah Teâlâ Hz. Nuh'un zürriyetini baki bırakıp neslini uzatmıştır. Bununla beraber bütün insanlar onun nesliyle sınırlı değildir. Ümmetler içinde ona ait olmayan da vardır". Alûsî, de şu mütalaada bulunmuştur: Sanki bu grup, suda boğulmanın ge n el olduğunu söylemiyor. Nuh (a.s.) kâfirler aleyhinde dua etmiş, fakat dünya halkının hepsine gönderilmemiştir. Çünkü peygamber gönderilmenin genel olması ilk önce peygamberlerin sonuncusu olan Hz. Muhammed (s.a.v.)'in özelliklerindendir. Genel olduğunu s öyleyip de kasrı, boğulanlara nispetle yapmış olması da caizdir.””
Tufan sonrası kurtulan insanlar da rahat bırakılmazlar ve uzaylı koloniciler olan tanrılarınca (cinler/şeytanlar) oradan oraya dolaştırılırlar. Bazen aslanlara yem edilirler bazen kendileri tuttuklarını yerler. Ademoğlu onlar için hem akıllı bir köle, hizmetkar hem de yiyecektir zaten. Bu yüzden de insanlardan sürekli kurbanlar alırlar.
Buna rağmen atalarımızı kendilerine rakip görmektedirler.
Sonra aşağıda alıntı yapılan Babil’in Yok Edilişi” bölümünde okuyacağınız gibi Mezopotamya’da medeniyet kuran insancıklar birden yok edilir ve göksel tanrılarının tüm ırkları tarafından döllenen Adem soyu ile ömrü kısalmış, bağışıklık sistemi çökertilmiş, kendilerini tehdit edebilecek bir medeniyet üretememeleri için, “dilleri ve ırkları ayrılmış, birbirlerine düşman edilmiş” yeni tür insan ırkları üretilir.
Tevrat-Yaratılış BÖLÜM 11
Yar.11: 5 RAB insanların yaptığı kentle kuleyi görmek için aşağıya indi.
Yar.11: 6 "Tek bir halk olup aynı dili konuşarak bunu yapmaya başladıklarına göre, düşündüklerini gerçekleştirecek, hiçbir engel tanımayacaklar" dedi,
Yar.11: 7 "Gelin, aşağı inip dillerini karıştıralım ki, birbirlerini anlamasınlar."
Yar.11: 8 Böylece RAB onları yeryüzüne dağıtarak kentin yapımını durdurdu.”
Yar.11: 6 "Tek bir halk olup aynı dili konuşarak bunu yapmaya başladıklarına göre, düşündüklerini gerçekleştirecek, hiçbir engel tanımayacaklar" dedi,
Yar.11: 7 "Gelin, aşağı inip dillerini karıştıralım ki, birbirlerini anlamasınlar."
Yar.11: 8 Böylece RAB onları yeryüzüne dağıtarak kentin yapımını durdurdu.”
İnsanların “göklere çıkmak istemeleri onlar için tehlikeye işarettir. Bu da engellenmiştir. Anında “değiştirme” işlemine başlarlar;
Yar.11: 7 "Gelin, aşağı inip dillerini karıştıralım ki, birbirlerini anlamasınlar."
Yar.11: 8 Böylece RAB onları yeryüzüne dağıtarak kentin yapımını durdurdu.
Yar.11: 9 Bu nedenle kente Babil (*) adı verildi. Çünkü RAB bütün insanların dilini orada karıştırmış ve onları yeryüzünün dört bucağına dağıtmıştı.”
(*)Babil=Tanrıların Kapısı
(*)Babil=Tanrıların Kapısı
163- İnsanlar değişime tabi tutulduktan sonra boyutları günümüzdeki haline getirilir. Bu sümer tabletinde dev tanrıların ayakları altında ezilen günümüz insanının atalarından birisi. |
Rum Suresi 30:22- “O’NUN DELİLLERİNDEN BİRİ DE GÖKLERİ VE YERİ YARATMASI, AYRI AYRI DİLLERİNİZİN ve renklerinizin olmasıdır. İşte şüphesiz bunlar da bilenler için ibretler vardır”.
Müminun Suresi 79- “Sizi yaratıp yeryüzüne yayan O’dur. Hepiniz O’na döneceksiniz”.
Bakara Suresi:2:203- “İnsanlar tek ümmetti. Allah Peygamberleri, müjdeciler ve uyarıcılar olarak gönderdi”.
Ali İmran Suresi:3:137-Sizden önce neler gelip geçmiştir. Dünyayı gezin de Peygamberleri yalanlayanların sonunu görün.
Yunus Suresi 10:19- İnsanlar tek bir millettir. Sonradan düştüler ayrılıklara. Rabbinin önceden bir takdiri olmamış olsaydı, ayrılığa düştükleri şeyler hakkında hemen hüküm verilir suçlular da helak olup giderdi”.
Diğer yandan yeryüzünde, kendi soyları ile Adem Soyu arasında yapılan evliliklerden kalan “Melez İnsan Türleri”, Tufan’ın Kuzey ve Güney Amerika, Mu Kıtalarında pek etkili olmamaları yüzünden Tufandan kurtulmayı başarmış “Mu Kıtası, Atlantis Kıtaları halklarından olan Türkler ve Türk soylu kavimler de ortalıkta dolaşmaktadırlar. Nedense yeni üretilen bu İbrahim soyu da diğer Keldani, Asuri, kavimlerinde de bu ırklara karşı büyük korku duyulmaktadır.
Yunus Suresi 10:19- İnsanlar tek bir millettir. Sonradan düştüler ayrılıklara. Rabbinin önceden bir takdiri olmamış olsaydı, ayrılığa düştükleri şeyler hakkında hemen hüküm verilir suçlular da helak olup giderdi”.
Diğer yandan yeryüzünde, kendi soyları ile Adem Soyu arasında yapılan evliliklerden kalan “Melez İnsan Türleri”, Tufan’ın Kuzey ve Güney Amerika, Mu Kıtalarında pek etkili olmamaları yüzünden Tufandan kurtulmayı başarmış “Mu Kıtası, Atlantis Kıtaları halklarından olan Türkler ve Türk soylu kavimler de ortalıkta dolaşmaktadırlar. Nedense yeni üretilen bu İbrahim soyu da diğer Keldani, Asuri, kavimlerinde de bu ırklara karşı büyük korku duyulmaktadır.
Hz. Musa, bu günkü Hatay Adana bölgesinde yaşayan bu melez kavimler hakkında bilgi toplamaları için 70 tane ajan gönderir. Ajanlar döndüklerinde bölge halklarından açıkça korkularını dile getirirler. Grek mitolojisinde de dev titanların (teitan/şeytan) bulutların üstündeki Olimpos kentinde yaşayan tanrılarla savaşı mitinde de bu konu tekrar edilir.
Çölde Sayım:13: 33 “Nefiller'i, Nefiller'in soyundan gelen Anaklılar'ı gördük. Onların yanında kendimizi çekirge gibi hissettik, onlara da öyle göründük kendisiyle oraya giden adamlar, "Bu halka saldıramayız, onlar bizden daha güçlü" dediler.”
Sonra Hz. Musa Yahudilerin isyanlarını yatıştırmak için ikna yoluna gider;
Çölde Sayım.14: 9 Ancak Rabbe karşı gelmeyin. Orada yaşayan halktan korkmayın. Onları ekmek yer gibi yiyip bitireceğiz. Koruyucuları onları bırakıp gitti. Ama RAB bizimledir. Onlardan korkmayın!"
Yasa.9: 3 Bilin ki, yakıp yok eden ateş olan Tanrınız RAB önünüzden gidecek. Onları ortadan kaldıracak, size boyun eğmelerini sağlayacak. Onları kovacaksınız, RAB'bin verdiği söz uyarınca bir çırpıda yok edeceksiniz."
Yas.31: 6 Güçlü ve yürekli olun! Onlardan korkmayın, yılmayın. Çünkü sizinle birlikte giden Tanrınız RAB'dir. O sizi terk etmeyecek, sizi yüzüstü bırakmayacaktır."
Yas.7: 16 Tanrınız RAB'bin elinize teslim edeceği halkların tümünü yok edeceksiniz. Onlara acımayacaksınız. İlahlarına tapmayacaksınız. Çünkü bu sizin için tuzak olacaktır.”
Dese de bu saldırı olmayacak Yahudiler cezalandırılacaklardır. Saldırı Musa sonrası gelen peygamber Yeşu ve Hezekyel ve ardılları zamanında olacak ve bu kavimler bitirilecektir.
Bu konuyu Kur’an doğruluyor mu bakalım;
Şekil 164- Sirius- Şira yıldızından gelen Öküz başlı Niburu/ Marduk Halkı-Cinler/ Şeytanlar/ Melekler- Kaya kabartma
resmi. Başlarının üstündeki Kanatlı Gezegenleri Niburu/Marduk! Mısır, Babil, Asur ve her yerde bu temsili görmek kolaydır.
Yunus Suresi-10:30: “Orada HERKESE DÜNYADA YAPMIŞ OLDUKLARI bildirilir ve gerçek Mevlaları olan Allah’a döndürülürler. Uydurdukları ve uydukları putlar onları bırakıp kaçmışlardır.”
Demek ki Tevrat’ın bu ayeti değişmemiş ve Kur’an tarafından doğrulanan bir ayettir.
Bu ayetlerden çıkaracağımız sonuç ta, Babil’in yok edilişi olayından sonra her ırkın tanrısı onları dölleyen kavimlerin lideri ve halkı olduğu kavramını çıkarmak zor olmayacaktır.
Göklerden gelen değişik insan türü ırklar, dünyada alacak bir şey kalmayınca kendi gezegenlerine dönerler. “Koruyucuları onları bırakıp gitti”, “uydukları putlar onları bırakıp kaçmışlardır.”
Ayetlerinden çıkarılabilecek en doğru sonuç budur.
Müminun Suresi;
30-Doğrusu biz Nuh’u ve kavmini imtihan etmiş olduk ama bu olayda sizin için nice ibretler vardır.
31-Sonra onların ardından başka bir nesil var ettik.
32- Onlara aralarından “Allah’a kulluk edin. Ondan başka ilahınız yoktur, sakınmaz mısınız?” diyen bir elçi gönderdik.”
Aslında son gelen İbrani Dini Kitabı olan Kur’an ayetleri, yeryüzünde Ham, Sam, Yafes soyundan kimse kalmadığına şahitlik etmektedir.
Yalnız dikkat edilmesi gereken en önemli nokta İbrani Tanrısı yalnızca “ORTADOĞU BÖLGESİ” yani eski Sümer Tanrılarının bölgesi ile ilgilenmektedir.
Sümer tablet tercümelerinde de sanki dünyanın başka yeri yok gibidir.
Bunun iki nedeni vardır;
1-Yeryüzünde diğer kıtalarda başka uzaylı ve dünyalı kavimler yaşamaktadırlar.
Tevrat Yaratılış; .4: 14 "Bugün beni bu topraklardan kovdun. Artık huzurundan uzak kalacak, yeryüzünde aylak aylak dolaşacağım. Kim bulsa öldürecek beni."
Habil’i öldüren Kabil, Allah’ tarafından cennet diyarından doğuya sürgün cezası verilir. O da ayetteki gibi korkusunu dile getirir. Yani Tanrı da dahil başkaları da vardır.
Mu, Atlantis ve Amerika kıtalarında yaşayan medeniyetler gibi.
2-Tufan olayı öncesi “yengeç ve oğlak dönenceleri” dışındaki kutuplara yakın bölgeler buzullarla kaplıdır.
Yani yaşam olanağı yoktur.
Belki de “Neanthertal” adı verilen günümüz Avrupa Cromanyon insan türü ile aynı zamanda yaşadılar.Zaten kalıntıları da Almanya’da aynı adla anılan bir köyün mağarasında bulunduğunu da göz önüne alırsak farklı bir bakışa sahip olmak üzereyiz.
Uzaylı kolonistler Neanderthal insan türünü dayanıklılığı yüzünden “buzul bölgelerinde” çalıştırmaktaydılar. Yani her iki insan da aynı anda yaşamış olabilir. Hatta diğer türleri bile.
Yani iklim şartlarına, yapılacak işin şartlarına göre “köle” üretiyorlardı. Bir kısım türleri de yanlarında getirmiş olabilirlerdi.
Şekil 165- Gılgamış dönemini anlatan bir mühür resminde "Dev ve Cüce Tanrılar" yani göksel melekler, Cinler gösterilmiş.
Bizler ise onlara karşı görevlerimizi tamamlamıştık. Artık emeklerimize ihtiyaçları yoktu, be nedenle yok edip dünyayı terk etmek istediler. Aşağıdaki Kuran ayetinde açıklandığı gibi “Ademoğlu” tanrısı olan “İnsan Soyuna” “göğe çıkmak istemekle” rakip olmuştur, göklerde yeterince rakipleri de varken bir de bizle uğraşmak ya da bizleri onlara karşı korumak sorumluluğundan kurtulmak istemiş olabilirlerdi.
Yalnız aşağıdaki ayet bizlere “rakip” gözüyle baktıklarını göstermektedir;
Nahl Suresi:4- “İnsanı bir damla sudan halk etmiştir. Böyleyken onlar yaman bir hasım kesilirler.”
Babil’in yok edilişi ve Tin Suresinde anlatıldığı gibi de “aşağının aşağısı yapılırlar.
Düşünün, yeryüzünde gelişmesi 20 yıl alan kaç hayvan var? Çünkü bedenimiz hayvan temelli yapıya sahiptir.
Sonra da “rakip olamayacak hale sokarlar;
Kuran-Tin Suresi:
4-“İnsanı en yüksek şekilde yarattık.
5-Sonra onu aşağının aşağısı kıldık.”
4-“İnsanı en yüksek şekilde yarattık.
5-Sonra onu aşağının aşağısı kıldık.”
İnsanları rakip olmaktan çıkarıp aciz varlıklar haline getirmek için bu değiştirme işlemine ilk önce yeryüzünde egemen olan Mu halkından yani Türkler ve onlarla birlikte olan göklerden gelip yerleşenlerden bu işe başladılar. Onları yok etmek için de yeni savaşçı şeytanlar yarattılar.
İşte Cüce tanrı Bes buna bir örnektir;
k-Cüce Tanrı Bes;
Cüce Bes- Cücesinin yanında insan çekirge gibi (Sol yan) |
Özellikle Mısır Hanedanlık dönemi sonrası tapınılan bir ev tanrısıdır. Ev halkının, özellikle hamile kadınların, çocukların koruyucusudur. Bu gün Sudan olarak bildiğimiz Mısır’ın Orta Krallık (Nubia) bölgesinden getirilmiştir. Yeni Krallık dönemlerinde onun kültü pek yaygın olamamıştır. Sudan dilinde Kedi (besa) Tanrı olarak bilinir. Ancak bu kelime aynı zamanda “Koruyucu” anlamını da içermektedir. Mısırlılar yılan lardan, farelerden ve haşarattan ürünlerini korumak için kedileri belli bir düzen içinde tutarlardı. Böylece Tanrı Bes doğal olarak seçilerek ibadete değer bulunmuştur.
İnsanı, evi, ev halkını, kadın ve çocukları yılan, çiyan bilumum haşarat ve kötü ruhların saldırılarından korumak için Bes’in küçük bir heykelini bulundurmak da yeterliydi.
(Bu olaylar semavi inanışlarda da devam etmiştir. Tevrat'ta da çölde cezalı iken Allah'a karşı gelen Yahudilerin üzerine Yahve (Allah) gökten yılan yağdırır. Birçok Yahudi yılan ısırmasından ölür. Hz. Musa'nın yakarması üzerine "Allah" Musa'ya "Tunçtan bir direk yapmasını ve bu direğe sarılı bir yılan heykeli yapılmasını, bu yılanın gözlerine bakan herkesin yılan zehrinin etkisinden kurtulacağını söyler. Sonuçta aynen öyle olur. Yahudiler yılan zehrinden Musa sonrası da bu sayede kurtulmuşlardır. Sultanahmet'teki "Üç Başlı Yılanlı Sütunun" da sözde bununla alakalı olarak Jüstinyen döneminde dikildiği bilinir. Evliya Çelebi de İstanbul’da yılan olayı olmamasını bu heykelin tılsımına bağlar.)
Kötülüğün ve kötü ruhların kovulmasının ötesinde de Bes, müzik, dans, cinsel hazzın, zevkin sembolü olmuştur. Daha sonraki dönemlerde de "Tanrı Bes ve eşi Beset" olarak resmedilmiştir. Bu dönemlerde de kıtlığın kaldırılması, zenginliğin süresinin uzatılması, talihsizliklerden korunma, tedavi etme amaçlı olarak tapınılmıştır.
Yeni Krallık dönemlerinde Tanrı Bes’in resmini, dansçı kızların, müzisyenlerin ve hizmetçilerin bellerinde, kalçalarında, uğur ve koruma amaçlı dövme olarak kullanmışlardır Finikeliler ve Kıbrıslılarında bu tanrıya tapındıkları bilinir.
Bes önceleri arka ayakları üzerinde dikilebilir şekilde tasvir edildiğinden bu onun görüntüsünün bozulmasına ve uzun dilli, yay ayaklı, bazı vücut parçaları kedi organları, bazen de aslan başlı çirkin bir cüce tanrı olarak bilinmesine yol açmıştır.
Tanrı Bes'in bir özelliği de, kendinden daha büyük tanrıların bile bazı ruhani yaratıklarla baş edemedikleri için Bes'in yardımına muhtaç olmalarıdır. Ruhani ve maddi her türlü yaratıkla baş etmede bir savaş ustası olan Bes, aynı zamanda müzik, kadın düşkünlüğüne ek olarak çekik gözlü yapısı yüzünden birçok Afrika milletinin yanında Çin, Moğol gibi Asya kavimlerinin de "atası" olduğu iddiaları vardır.
Çin'li ve Moğolların Türklere besledikleri düşmanlıkların altında bu cüce tanrı Bes aracılığı ile "Semitik kavimlerin" bir akrabalığı olması mümkündür.
Halen, Moğolların ülkelerinde yaşayan bazı "Türk" kökenli kabileleri "nüfusları 1000 (bin)i aşınca fazlasını öldürdüklerini Atlas dergisi bir sayısında işlemişti.
Çin'li ve Moğolların Türklere besledikleri düşmanlıkların altında bu cüce tanrı Bes aracılığı ile "Semitik kavimlerin" bir akrabalığı olması mümkündür.
Halen, Moğolların ülkelerinde yaşayan bazı "Türk" kökenli kabileleri "nüfusları 1000 (bin)i aşınca fazlasını öldürdüklerini Atlas dergisi bir sayısında işlemişti.
Üçüncü orta dönem sonunda ise Bes esrarlı, gizemli hal almış ve muska tılsım olarak bilinmiştir. Kötü ruhları savaşarak yok ettiğine de inanılmaktaydı. Kongo veya Ruanda da BÜYÜK GÖL bölgesinde yaşayan TWA (Pigme) Halkından geldiği sanılmaktadır. Eski pigme halkı da Tanrı Bes’i aynı boyutta resmetmişlerdir.
İstanbul Arkeoloji Müzesine ana binaya girdiğinizde de sizi dev boyutta taştan bir heykel karşılamaktadır. Bu da bu cüce tanrı BES'den başkası değildir. Bazen de esrarlı yapısı ve gizemleri nedeniyle bu şekilde resmedilmiştir.
l-Tanrıların Ölçüleri;
Şimdi şu devlerin nemenem bir şey olduklarını “Gılgamış Destanından okuyalım;
Önce katran dağlarının canavarı Humbaba;
“…Humbaba... onun böğürtüsü tufandır, evet, onun soluğu ateş, saldırısı ölüm. Neden ötürü böyle şeyleri yapmaya yeliyorsun? (37) Humbaba'nın oturduğu yer için savaşan hiçbir kimse ona karşı dayanamaz…"
Onunla savaşmak için yapılan silahların ölçüleri bize göre şaşrıtıcı boyutlardadır;
"Katran devirmek için elimi bulaştırmak istiyorum. Kendim için bir ad bırakmak istiyorum.
Şimdi dostum, silâhçı ustasına gitmek istiyorum. Silâhlar gözümüzün önünde dövülsün."
Elele verip silâhçı ustasına gittiler. Ustalar oturup birbirleriyle danıştılar.
Büyük baltalar dövdüler. Üç okkalık (1 Okka 1.5.kg) nacaklar dövdüler.
Yalımı iki okkalık büyük kılıçlar dövdüler.
Kabzaların başı on beş Okkalık (22.5.kg), kılıçların kını on beşer okkalık; altından. Gılgamış ve Engidu, her biri 300 okkalık(450kg) silâhlar taşıdılar.
Adamlar, Uruk kentinin yedi sürgülü kapısına vardılar; halk bir araya birikti; Uruk sokaklarına neşe saçıldı.”
Şimdi Gılgamış’ın ölçülerine bakalım;
Şekil 168-Sümer tanrılarının köle/ kul insanlarca taşınması gösterilmektedir. Sol baştaki başında "Bulut" taşımaktadır.
Boyunun uzunluğu on bir endaze (7,15m), göğsünün genişliği dokuz karış(180.cm=2m kadar). (Gılgamış'ın bedeninin betimlemesini son yeni Babil yazmasında korunmuş olan ufacık bir parçadan, aşağıdaki gibi tamamlamaya çalışabiliriz.)
Adımlarının genişliği ...... idi. Sakalı yanaklarından aşağı uzamıştı.
Güzel bıyıkları vardı. Başındaki saçlar gürdü.
Bedeni her bakımdan ölçülüydü.
Onda üçte iki tanrılık, üçte bir insanlık vardı.
Gövdesi pek iriydi.”
(Bir endaze “65cm”, bir karış da “20cm” kadardır.)
Cüce Tanrı Bes’in İstanbul Arkeoloji müzesindeki bulunan heykeli de yaklaşık bu ölçülerdedir.
Fecr Suresi 89;7. Ayet Tefsiri; 89;7. “Sütunlar sahibi İrem'e”.
“..İbnü İshak da; "İrem, Âd'ın hepsinin atasıdır." demiştir. Bu duruma göre İrem'in sıfatı olan da "sütunlu", direkli demek olarak üç şekilde tefsir edilmiştir:
1. İmad, direk ve sütun mânâsına "amed" gibi tekil veya çoğul olarak, "refiu'l-imad" yani direkleri yüksek tabirinde olduğu gibi "uzun boylu" veya "boyları uzun" olmaktan kinayedir. Çünkü "Sizi Nuh kavminden sonra halifeler kıldığını ve yaratılışta sizi onlardan üstün kıldığını hatırlayın."(A'râf, 7/69) buyrulduğu üzere Ad kavmi uzun, iri cüsseli olduklarından boyları direğe benzetilmiş demektir…”
Bu da tanrılarla evlilik sonucu üremiş, cennete götürülmeyen ve imha edilen insan/devlere bir örnek. Davut’un bir sapanla attığı taşla öldürdüğü Filistin ordusunun medarı iftiharı dev Golyat’ın ölçülerini Tevrat’Tan okuyalım;
Tevrat Sayılar Bölüm 17:4,5,6,7. Ayetler. GOLYAT;
1.Sa.17: 4 Filist ordugahından Gatlı Golyat adında usta bir dövüşçü
ortaya çıktı. Boyu altı arşın bir karıştı*.
Tevrat çevirmeninin Notu: 17:4 "Altı arşın bir karış": Yaklaşık 2.9 m.
ortaya çıktı. Boyu altı arşın bir karıştı*.
Tevrat çevirmeninin Notu: 17:4 "Altı arşın bir karış": Yaklaşık 2.9 m.
1.Sa.17: 5 Başına tunç* miğfer takmış, pullu bir zırh kuşanmıştı. Tunç
zırhın ağırlığı beş bin şekeldi*.
D Not 17:5 "Beş bin şekel": Yaklaşık 57.5 kg.
zırhın ağırlığı beş bin şekeldi*.
D Not 17:5 "Beş bin şekel": Yaklaşık 57.5 kg.
1.Sa.17: 6 Baldırları zırhlarla korunmuştu. Omuzları arasında tunç bir
pala asılıydı.
pala asılıydı.
1.Sa.17: 7 Mızrağının sapı dokumacı tezgahının sırığı gibiydi. Mızrağın
demir başının ağırlığı altı yüz şekeldi*. Golyat'ın önü sıra kalkanını taşıyan bir adam yürüyordu.
D Not 17:7 "Altı yüz şekel": Yaklaşık 6.9 kg.
demir başının ağırlığı altı yüz şekeldi*. Golyat'ın önü sıra kalkanını taşıyan bir adam yürüyordu.
D Not 17:7 "Altı yüz şekel": Yaklaşık 6.9 kg.
İşte yeryüzünde eski kavimleri bu yaratıklarla yok ettiler ve genlerinden yeni güçsüz türler ürettiler. Tin Suresi 4. Ve 5. Ayetleri hatırlayalım. Başkalarını da ekleyelim;
İnsan Suresi 76;
İnsanların EVİRE ÇEVİRE denenmelerine bir örnek. Bu papirüs resminde Sfenkslere yedirilen “asi” insanlar! Horus “ruhları hapsettiği” ölümsüzlük anahtarıyla havada kartal şeklinde bekliyor. |
İnsan başlı Sfenks- Lillit |
Arapçası;
76:1. Hel eta alel'insani hıynüm mined dehri lem yekun şey'en mezkura.
76:2-Çünkü Biz insanı bir takım katkılarla karıştırılmış bir nutfeden yarattık; onu evire çevire deneyelim diye de onu işiten ve gören bir varlık yaptık.”
76:2. İnna halaknel'insane min nutfetin emşacin nebteliyhi fece'alnahu semiy'an basıyra.
Surenin 76:2 ayettindeki “Onu evire çevire deneyelim diye” ifadesi,deneme sürecimizi ve bize olan güvensizliklerini göstermektedir. Öyle namaz, oruç vb ibadetleri yaparak cennete girmek kolay değil gibi görünüyor. “Cennete girebilmek için “ibadet eden ve kurallara uyan insanın cennette sozsuz yaşamda nasıl tavır sergileyeceği tartışma konusu tanrı katında muhakkak ele alınmıştır. İnsan, dünya hayatında “doğru olduğundan değil de “cennete girebilmek için doğru yaşamışsa” onun bu yaşamı, cennete girdikten sonra doğru olacağı anlamına gelmez. Çünkü, dine inanıp verilecek ödüle inanmış birisi hırslarını ve arzularını dünya hayatında erteleyebilir. Bu uyumu bir karşılık ilkesine dayandığından cennette bunları yapmayacak demek değildir. Deneme oldukça uzun sürecek belki de bitmeyecek gibi görünmektedir.
Belki de insan “cennet beklentisi olmaksızın” doğru bir yaşam sürmeyi özümseyinceye kadar deneme sürebilir. İşte burada solcuların “dürüstlük ve adalet” ilkelerine “mistik, dini” beklentiler içinde olmadan sarılmaları bu doğruluğa gerçek bir örnek teşkil etmektedir. İnsan dünyevi veya uhrevi hiçbir beklenti içinde olmadan doğru olduğu zaman cennetlik olacaktır ki bence böyle doğru bir insan mevcut dinlere inanmasa bile cennete girecektir. Çünkü o insan beklentisiz olarak doğruluğa kendini adamayı başarmıştır. Bence cennetlik insan budur. Mevcut dinleri değiştiren peygamberler veya filozoflar da doğruluğu uygularken “karşılıklılık” gözetmeden bu işi yapanlar cin ve şeytanlardan diğer adıyla “gözcülerden” medet ummayanlar olduklarından peygamberdirler.
Tufan sonrası eski kavimlerin koruyucularının gittiklerini Tevrat Çölde Sayım 14:9 ve Kuran Yunus 10:30. Ayette görmüştük. Ancak, Babil’in Yok Edilişi bölümünde de yere inerek kule yapımını engellediklerini ve bütün insanların dillerini, şekillerini değiştirdiklerini okumuştuk. Tevrat ve Kurân ayetlerinden anladığımız bir başka şey de “her değiştirilen kavmin gökte bir koruyucu kavmi” olduğudur. Çünkü “koruyucuları gitti” ifadesi başka bir şey düşünmemize engel olur. Bundan sonra gidiş olur, yani “ilk değiştirilen” eski kavimlerin koruyucuları gider ve “gözcüler” kalır.
İşte, şeytan ve cinlere tapınma bu aşamada başlamış olmalıdır. Koruyucularından yoksun olan kavimler yardım umabilmek için kendilerine yumuşak davranan veya kabul edilebiliri hediyeler, sunular veya kurbanlar karşılığında “koruma” sağlayanları olmuş olmalıdır.
Bu da Şahin başlı lillit/ sfenks. Gerçekten "medet umulan" değil, "celp olunmuş asker" değil mi? |
Şahin başlı Lillit |
36:74-“Tuttular bir de Allah'tan başka bir takım ilahlar edindiler. Güya yardım olunacaklar. “
Bu hizmetten memnun kalan kavimler de onların korumalarını sürekli kılabilmek için aralarında “soy bağı” bile uydurmuş olabilirler.
Şaffat 37:158-“Onlar, Allah ile cinler arasında bir soy bağı uydurdular". Öyle de olmuş.
İkinci dünya savaşında sınırımıza dayanan Alman ordusunu gören İsmet İnönü’nün Hitler’i “peygamber” diye tanıtmış olması buna bir yakın tarih örneği sayılabilir. İşte Kur’an da bu cin/ şeytan korumasını “akrabalık” düzeyine getirmeyi ve onların aslında bize “düşman” olduklarını anlatmaya çalışıyor;
Yasin 36:75-“Onların onlara yardıma güçleri yetmez; onlar ise onlar (tanrılar) için celp olunan askerlerdir.”
Yasin Suresinin “36:74-75” . Ayetlerinde insanların “Güya yardım olunacaklar” ifadesiyle, Allah’a ve meleklerine karşı bazı insanların ki o zaman için bütün Arap yarımadası başta olmak üzere yakın ve uzak komşuları da cin ve şeytanlara tapmaktadır, “cinlerden yardım aradıklarını” da söylemektedir. “36:75.” Ayet ise onların zaten “Allah’ın celp olunmuş-emir altına alınmış askerleri” olduğunu öğreniyoruz.
Yani insanlarla sürdürülen bir oyun var. Allah bir şekilde insanları bıktırmış veya umutsuzluğa düşürmüş olsa gerek ki insanlar cin/şeytanlardan yardım ummaya kalkmışlardır. En olumlu açıdan bakışla, koruyucu kavimlerle birlikte tanrının göklere çekilmeleri bu sebeplerden biri olabilir.
Zerdüştlük yaratılış mitinde şeytan/kötü cin Ehriman’ın korkusundan yıllarca sarmaşık olarak birbirne sarılı kaldıktan sonra Hürmüz’ün isteği ile insan kılığına dönen ilk insan çift Maşya ile Maşyoi’nin cinlerin kendilerine yaptıklarını görünce çocuklarını “şefkatlerinden dolayı” yemeleri üzerine Hürmüz/ Ahura Mazda devreye girerek onların yüreklerinden “şefkati” kaldırır ve onları çocuk yapmaya teşvik eder. Elli gün aralıksız “çocuk yapmak görevimiz” diyerek çiftleşirler.
İnsan için “iyi” olan Hürmüz aslında “kötü” gösterilen Ehriman/ Angra Mainyu şeytanının gerçek patronu olduğunu bu olayda kanıtlamıştır. Ebedi köleliklerine isyan eden ilk insan çifti çocuklarının ve onlardan türeyecek soylarının bu aşağılık kölelik düzeninde yaşamalarını görmek, hayal etmektense onları başka imkanları olmadığından “yiyerek” yok etmeyi seçmişlerdir. Çünkü cinler de onları yiyecek, kanlarını içecektir.
Köle emeğine ihtiyaç duyan iyi şeytan Hürmüz de yüreklerinden şefkati kaldırıp cinsel duygularını
. Doğal olarak da “gök tanrılığını” zar oyununda kaybedip “yer tanrısı” olarak kalması yüzünden kardeşi Enlil ile arasındaki uyuşmazlık onun tufan öncesi çıkan isyanlarda ve Tufan’da Ziusudra’yı arttırmış ve insanlığın bu günlere gelmesine sebep olmuştur.
İnsanların “aldanma” içinde oldukları” Kehf 18:50.” ayetin sonunda ifade edilmişti. Ama bu aldanma her halde her ikisine yapılan kölelikten ve ikisinden birisinin “iyi olduğuna inanmaktan” başka bir şey değildir.
Gözcü de elbette yer tanrısı Ea veya onun çocukları ve ordularıdır. Sümer tabletlerinde bu dünya ve güneş sisteminin de içinde bulunduğu “32” takımyıldızın Ea’ya ait olduğu geçmektedir.
Ea, bu dünyada yaratılan Adapa/Adamo/ Âdem’in yaratıcısıdırve beraberindekileri kurtarması, Marduk’u (oğlunu) yaşam odasında yaratıp, ardından darbe ile baş tanrılığa getirmesine uzanan maceralarını bizlere okutmuştur.
Nuh halkı gemiye binmeden önce! |
Mu, Atlantis kıtaları ve onların türü olan halkları korumak için de muhakkak bir devin kalmış olması gerekir ki bunu da Tevrat’ta görüyoruz;
m-Yecüc- Mecüc
Şimdi, kendilerine köle olarak yarattıkları devler ve cüceler yani Yecüc (Dev)/Mecüc(Cüce) Tevrat ve İncil ayetlerinde de Gog (Dev)/Magog (cüce) olarak yarattıkları varlıklar konusunu inceleyelim;
Tevrat Yaratılış Bölüm 9:1 ve 10:2,3,4,5;
Nuh'un Oğulları
Yar.9: 18 Gemiden çıkan Nuh'un oğulları Sam, Ham ve Yafet(s) idi. Ham Kenan'ın babasıydı.
Yar.9: 18 Gemiden çıkan Nuh'un oğulları Sam, Ham ve Yafet(s) idi. Ham Kenan'ın babasıydı.
Yar.10: 2 Yafet'in oğulları: Gomer, Magog, Meday, Yâvan, Tuval, Meşek, Tiras.
Yar.10: 3 Gomer'in oğulları: Aşkenaz, Rifat, Togarma.
Yar.10: 4 Yâvan'ın oğulları: Elişa, Tarşiş, Kittim, Rodanim.
Yar.10: 5 Kıyılarda yaşayan insanların ataları bunlardır. Ülkelerinde çeşitli dillere, uluslarında çeşitli boylara bölündüler.”
172- Asena, Atlas ve Zues- Grek Cin/ Şeytan tanrıları. |
Muhtemelen yeryüzünün de eski hakimi olduklarından, göksel savaş sonrasında da yeryüzünün idaresi “değiştirilmiş” olan yeni türlerine teslim edilmeliydi. Savaştıkları Marduklu kolonicilere karşı da muhtemelen bir “Gog” yani dev onları korumalıydı.
İşte Tevrat’ın tanrısı Yahudileri Mısır’dan çıkarıp Kenan topraklarında çoğaltınca, Musa’nın ardından gelen ikinci peygamber Yeşu aracılığı ile Gog’a savaş ilan etmekte ve meydan okumaktadır;
Gog Kınanıyor
BÖLÜM 38
Hez.38: 1 RAB bana şöyle seslendi:
Hez.38: 2 "İnsanoğlu, yüzünü Magog ülkesinden Roş'un, Meşek'in, Tuval'ın önderi Gog'a çevir, ona karşı peygamberlik et”.
Hez.38: 3 De ki, 'Egemen RAB şöyle diyor: Ey Roş'un, Meşek'in, Tuval'ın önderi Gog, sana karşıyım”.
Hez.38: 15 Sen ve seninle birlikte birçok ulustan oluşan tümü ata binmiş büyük bir kalabalık, güçlü bir ordu uzak kuzeyden geleceksiniz.”
Bölge olarak ayette geçtiği gibi (Yar-10:5) “su kenarında” yaşamaktadırlar ve Orta Asya da “Yafes’in oğlu Magog’a” verilmiştir. Ayrıca Anadolu’da da yerleri vardır. Savaş “uzak kuzeyde oturan Gog’a “ açılmıştır. Bu “uzak kuzey”, Yahudilerin yerleştiği Lübnan- Filistin’in kuzeyinde kalan Anadolu mu yoksa Orta Asya- Sibirya bölgeleri mi takdir artık sizin.
Sonra da ikinci kitap olan, İncil’e bir göz atalım;
Vahiyler-Şeytanın Sonu:7-10
7-“Bin yılı dolunca şeytan kapatıldığı yerden çözülecek”.
8-“Yeryüzünün dört köşesindeki ulusları kandırmak için yerinden çıkacak. Gog ile Magog’un (*) ordularını savaş için bir araya toplamaya gidecek. Onların sayısı denizin kumu gibidir”.
(*)Gog ve Magog=Devler ve cüceler ya da Kur’an’da “Yecüc ve Mecüc”.Tevrat’a göre Nuh’un oğlu Yafes’in oğullarından olan Magog soyu. Afganistan’da Himalaya dağlarından kıyamet vakti çıkacak yıkıcı, savaşçı bir kavim ya da yaratık ordusu.
9-Bunlar yeryüzünü boydan boya aştılar, kutsal yaşamlıların toplandığı yeri ve sevilen kenti kuşattılar. Ama gökten ateş indi ve onları yiyip yuttu.(*1)
(*1)-Hz. Muhammed’in Miraç görgülerinde de Seyhun Nehrinin kuzeyindeki çekik gözlü kavimler bu sınıfta gösterilmektedir.1200’lerde başlayan Cengiz Han ve ardılı Hülagü Han’ın ve Timur’un akınlarının da Sina yarım adasında Memluk Sultanı Bars Bey’in yarımadayı ateşe vermesi ve topun ilk kez kullanılması ile Moğolların Mısıra girmeleri engellenir.
10-“Onları kandıran iblise gelince ateş ve kükürt gölüne atıldı. Canavarla yalancı peygamber de oradadır. Çağlar çağı gece gündüz işkence çekecekler.”
Magog soyu da Tevrat ve İncil yazarlarına göre, melek olan ve Allah’a karşı gelen dev Gog’un emrine giren Yafes’in oğlunun soyu oluyordu. Onlar öyle deyince takipçileri olan Kur’an da aynı yoldan gitmiştir.
Kur’an Enbiya (Peygamberler) Suresi 21;
21:96. Ye'cûc ve Me'cûc'ün önü açıldığı zaman onlar, her tepeden akın ederler.
21:97. Hak olan vaat yaklaşmıştır. İnkâr edenlerin gözleri birden donup kalmıştır. "Vay başımıza! Biz bundan gafil bulunuyorduk. Hayır, biz zalimlerdik!" derler.
21:98. Siz ve Allah'ın berisinden, kulluk/kölelik ettikleriniz, cehennem odunusunuz. Hepiniz oraya gireceksiniz.
21:99. Eğer onlar ilah olsalardı, oraya girmezlerdi. Oysaki hepsi orada uzun süre kalacaklardır.”
Ayetler dikkatle okunduğunda 21:98.ayette Yecüc/Mecüc tanımlaması tartışmaya gerek bırakmayacak kadar açıktır. “Allah’ın berisinden” kelimelerini daha önce bu surenin 21:29.ayetinde “İblis/şeytan ve cinler” için kullanılmıştı.
173- Grek şeytan tanrılarının babası Kronos çocuklarını yerken! |
Bu ayet açıkça cinlerden veya şeytanlardan biri çıkıp ta “tanrılık” iddiasında bulunursa ona hak edeceği karşılığın cehennem olduğu anlatılmaktadır. 21.99. ayette açıkça “ilah olsalardı oraya girmezlerdi” ifadesiyle “ ilahlık ilkelerinden sapmış melekler” şeytan olmaktadırlar.
Yani Yecüc/ Mecüc bizler değil Cin/Şeytan neslidir. Yani meleklerdir. Benim yaptığım tespit tamamen doğrudur. Ki zaten bu tespiti yapan kavimlerin kendileri şeytan ve iyi veya kötü cinlere tapmaktadırlar. Kendi kitapları olan Tevrat, Kur’an bile onların bu iftiralarını çürütmektedir.
İncil “8”. Ayet te Gog ve Magog’un şeytan olduğunu ve ordularını toplayacaklarını yazmaktadır. İnsanlardan katılanların da kim olacağını o zaman görürüz.
Kehf 18.Yecüc Mecüc
18:94. Dediler: "Ey Zülkarneyn! Ye'cûc ve Me'cûc bu yerde bozgunculuk yapıyorlar. Onlarla bizim aramızda bir set yapman şartıyla sana vergi verelim mi?"
18:95. Dedi: "Rabbimin beni içinde tuttuğu imkân ve güç daha üstündür. Siz bana bedensel gücünüzle destek verin de onlarla sizin aranıza çok muhkem bir engel çekeyim."
18:96. "Bana demir kütleleri getirin!" İki ucu tam denkleştirince, "Körükleyin!" dedi. Onu ateş haline koyunca da "Getirin bana, üzerine erimiş bakır/katran dökeyim!" diye seslendi.
18:97. Artık onu ne aşabildiler ne delebildiler.”
Kehf Suresi zaten Enbiya suresinden önce inmiştir ve ondaki eksik tanımlamayı da Enbiya suresi düzeltmiştir.
Tespiti ben böyle yaptım ama bakalım İslam ulemaları ne demişler? Elmalılı Hamdi Yazır Hoca efendi, toprağı bol olsun elinden geldiğince eskilerden derleyebildiklerinden seçtiklerimi aşağıya ekledim;
n-Elmalılı Tefsiri Yecüc Mecüc
“YE'CÛC ve ME'CÛC; Yahut Yacûc ve Macûc isimleri Arapçaya başka bir dilden nakledilmiş Arapça olmayan kelimeler olduğu anlaşılıyor. Avrupalılar da bunlara Yagug ve Magug (Gog ve Magog) demişler ve onları şeytan soyundan sayarlarmış. Nitekim orta çağları açan kavimler göçünde Batı Roma İmparatorluğunu istila eden Hunlara böyle demişlerdir ki, Barbar deyiminden daha şiddetli demek oluyor.
Gerçekten kitap ehlinden bazılarının Ye'cûc ve Me'cûc'u Hz. Âdem'in bir ihtilamından meydana gelmişler diye bir efsane naklettiklerini bazı tefsirler de rivayet etmişlerdir. Halbuki Tevrat'ın birinci sifrinin onuncu faslında Yecûc, Yâfis'in oğullarındandır diye açıkça ifade edildiği gösteriliyor. Bu sebeple olmalıdır ki, Vehb b.Münebbih ve daha bazı zatlar, Ye'cûc ve Me'cûc'un Yâfis'in çocuklarından iki kabile olduklarını kesin olarak ifade etmişler ve müteahhirîn (hicrî 3. asırdan sonraki) bilginlerden birçokları da bu görüşe dayanmışlardır. Bununla beraber Kur'ân'da tesniye (ikil) zamiri ile "Yüfsidâni" denilmeyip de "Müfsidûne" denilmesinin, sayıca kalabalık olduklarına işaret olması gerekir. Onun için iki değil, yirmi kabile diyenler olduğu gibi, yeryüzündeki insanların onda dokuzuna kadar Yecûc ve Mecûc'un çok kalabalık olduğunu nakledenler de olmuştur.
Ebu Hayyan der ki: "Bunların sayı ve şekilleri hakkındaki sözlerin hiçbiri sahih haber değildir." Kısaca Ye'cûc ve Me'cûc vaktiyle bir veya iki kavmin özel ismi olsa da doğrusu İslâm dilinde herkesin bildiği mânâ şudur: Aslı ve soyu belirsiz, din ve millet tanımaz karma bir insan topluluğudur ki, çıkmaları kıyamet alâmetlerindendir. Yeryüzünü bozacaklardır.
86-88- Nihayet güneşin battığı yere ulaştı. Yerleşmiş olduğu yerin gün batı tarafından ta sonuna kadar vardı. Tefsir bilginlerinin de yaptıkları açıklamaya göre, Okyanus denilen Atlas Okyanusunun batı kenarına ulaştı. Bu Okyanus denizinde "Halidat" ismi verilen adaların bir zamanlar uzunluk (boylam) başlangıcı olarak kabul edildiklerini kaydediyorlar. Bununla birlikte biz bugün bu Halidat adalarının ne olduğunu tayin edemiyoruz. Özetle uzak batıya vardığı vakit güneşi (sanki) siyah bir çamura batıyor buldu.
Veya "hâmiye" kırâetine göre, kızgın bir pınar içinde batıyor buldu. Tefsir bilginleri buradaki aynı, su pınarı; hamieyi balçıklı; hâmiye'yi de kızgın mânâsına tefsir etmişlerdir ki, güneşi balçıklı veya kızgın bir pınar içinde batıyor buldu demek olur.
Bu şekilde bu su pınarından maksat, okyanus ve özellikle denizin ufuktaki batış noktasıdır. Batıya varıncaya kadar geçtiği memleketlerde birtakım saltanatların batışını görerek giden Zülkarneyn, uzak batıda geçtiği yolda önüne çıkan Okyanus kenarında güneşin batışını seyretmek için ufka baktığı zaman Allah mülkünün genişliği ve yüceliği içinde o koca okyanus etrafı gök ile çevrilmiş bir kuyu havzası gibi sınırlı bir su kaynağı manzarasını alıyor.
Zulkarneyn olduğu iddia edilen Grek İskender! |
Demek Zülkarneyn'in vicdanında güneş batışının bıraktığı intiba bu olmuştur ki, bu müşahedenin en ibret verici mânâsı, en son bir sınırda duracağı kesin olan dünya ululuğunun sınırlı olduğunu görmek ve geçici olduğunu anlamaktır.
"Biz dedik ki: E y Zülkarneyn!..." Bu söz, doğrusu
Zülkarneyn'in peygamber olduğuna açıkça delalet eder.
"Zülkarneyn dedi ki: Her kim haksızlık ederse ona azab edeceğiz..." Demek ki Zülkarneyn azab verme veya iyilikte bulunmak gibi dilediğini yapmakta serbest bırakıldığı halde, yine sebepsiz hareket etmedi. Azab etmeyi zulmedenlere, iyiliği ve mükâfatı da iman edip faydalı işler yapanlara tahsis etti. Güç ve seçimini kötüye kullanmaya kalkışmadı. Çünkü kendisinin de sonunda Rabbine geri gideceğini biliyordu.
89- 90- Sonra da, yani batıda yapacağı icraatı yaptıktan sonra da bir yol tuttu. Batıda batan güneşin doğuya dönmesi gibi, batıdan doğuya giden bir yol peşine düştü, nihayet güneşin doğduğu yere kadar gitti. Yani yeryüzünde güneşin arada engel bulunmaksızın doğduğu noktaya kadar gitti ki bu noktanın, Afrika'nın doğu kıyıları olması ihtimali olsa da açıkça anlaşılan Asya'nın uzak doğusu olmasıdır. Vardığında onu (güneşi) öyle bir kavim üzerine doğuyor buldu ki biz onlara, güneşin berisinde bir siper yapmamıştık. Binaları yok, hatta elbiseleri yok. Güneşin altında yanıyorlar. Nitekim bugüne kadar bile Sudan'da, Avusturalya'da böyle çıplaklar vardır. Bununla birlikte maksat, örfte herkesçe bilindiği üzere önemli bir örtü ve siper olduğu takdirde çadırlar bile önemli bir örtü olamayacağından dolayı, bu mânâ çölde yaşayanların çoğunu kapsar.
89:91- İşte o böyle idi. Halbuki onun yanında neler vardı, biz onları tamamen biliyorduk. Yani onların öyle çıplaklığı karşısında Zülkarneyn'in mülkünde o kadar çok sebepler ve vasıtalar vardı ki, tamamını ancak Allah biliyordu. Zülkarneyn'e her şeyden sebep (vasıta) veren Allah, bunları güneşin altına koymuş, bir örtü vasıtası bile vermemişti. Bundan dolayı bunları gördüğü zaman, Zülkarneyn'in ne h isler duyduğunu, ne işler yaptığını da Allah bilir.
89:92- Sonra da diğer bir yol tutmuştu. Batı ile doğu arasında bir yolda gitti ki, bu da ya güneye veya kuzeye doğru olabilir. Bununla beraber tefsir bilginlerinin anlattıklarına göre kuzeye gitti.
89:93- Nihayet iki seddin arasına vardığında,
SEDDETMEK: Bir şeyin gediğini sağlam kapamaktır. İki şey arasına engel olan perdeye sed denildiği gibi, dağa da sed denilir. Nitekim burada iki dağ diye tefsir edilmiştir. Bazıları tabii olana sin’ in ötresi ile "süd"; insan tarafından yapılana da üstünü ile "sed" deniliyor, demiş. Bazı bilginler de birincisi "süd" gözle görünen, ikincisi "sed" gözle görülmeyendir demiştir. Bu âyette iki şekilde de okunduğundan ikisinin de aynı mânâda olduğu anlaşılır denilmiş ise de, bu iki okuma şeklinin değişik birer nükteyi kapsamış olmaları da düşünülebilir. Buna göre iki sed, yapma iki engel olabileceği gibi iki deniz, iki yer kıtası, iki dağ gibi yaratılmış (tabiî); yahut görünen ve görünmeyen de olabilecektir. Tefsir bilginleri, bu "seddeyn"i "iki dağ" diye tefsir etmişlerdir. Ancak bu iki dağı belirlemek için ipucu yoktur. Bu konuda rivayetler ise üç görüşte toplanıyor:
Şekil 175-Bu dünya haritasına göre hesap ediniz. Lacivertler İngiliz Uluslar topluluğudur. Etki alanları daha geniştir. Grek İskender eğer Zülkarneyn ise bu haritaya göre pek de iş yapmış sayılmaz. Zülkarneyn Nereyi sed ile bölebilir sizce? Atlantik ve Pasifik okyanusları Sed olabilir mi? Keşifler çağında, Vatikan Kızılderilileri ve ada yerlilerini bu yüzden mi soykırıma tabi tuttu?
1- Bu iki dağ, kuzeyde doğu tarafında Türk toprağının bittiği yerdedir. Denilmiştir ki Zamehşerî ve Ebu's-Suud bu görüşü benimsemişlerdir. Türk toprağından maksat, Maverâünnehir denilen küçük Türkistan ise, bu görüş, Çin seddi yerine işaret demek olur.
2- Ermenistan ile Azerbaycan tarafında Türkistan topraklarının bittiği yerde denilmiştir. Kâdî Beydâvî bu görüşü tercih etmek istemiştir. Bu görüşe göre bu dağlar, Kafkas dağları ve iki sed arası, Demirkapı yeri oluyor ki İbnü Haldun ve Ebu'l-Fidâ gibi tarihçilerin açıklamasına göre, burada Nûşîrevân bir sed yapmıştı. Ebu Reyhan demiştir ki, bu yerin, insan bulunan meskun yerlerin Kuzeybatı tarafında olması gerekiyor.
3- Kuzeyin son kısımlarında iki yüksek dağdır ki, Hazkiyal/Hezerkyel (a.s.)'ın kitabında "âhirü'l-cirbiya" denilmiştir. Bu cirbiya ismi ise bize Sibirya ismini andırıyor. Bunun ise batı tarafının son bölgesi, Ural dağları, doğu tarafında da Behreng/Berring boğazı tarafları olmasından dolayı önceki sözlerle de ilişkisi vardır. Bu şekilde iki dağın arası İstanoy dağları ile Ural dağlarının arası demek olan Sibirya'nın kendisi midir? Batısındaki Ural dağları ile Kafkas dağları arası mıdır? Yoksa doğusunda Behreng'e doğru Kamçatka tarafındaki dağların arası mıdır, tam olarak belirlemek mümkün olmuyor.
Kur'ân'ın ifadesinde ise bu iki seddin yerini anlayabilmek için, batı ve doğu yönlerinden başka bir ipucu yoktur. Bundan ise Rusya'nın batı tarafı ihtimali olduğu gibi bir zamanlar Asya'nın Behreng boğazından Amerika'ya bağlantısı bulunduğuna ve Zülkarneyn de eski tarihte yaşadığına göre, Asya'nın doğusunda, Amerika'nın batısı n da bulunan Behreng ismindeki yer olması da pek muhtemeldir. Bunlardan başka doğuda Çin seddi, batıda Bâbü'l-ebvâb meşhur olduğuna göre iki sedden maksat, bunların olması daha açıktır denilebilir. Her ne kadar Zülkarneyn'in zamanında bunlar henüz bulunmuyorsa da Kur'ân'ın inişi sırasında bulunmaları ve meşhur olmaları tanımlama için yeterli olabilir. Bu şekilde bu iki sed arasından maksat, Türkistan olması gerekir. Bu da bundan sonraki kavim hakkında zikr edilecek rivayete uygun oluyor.
Kısaca iki sed arasına vardığında onların ötesinde bir kavim buldu ki neredeyse söz anlayamayacak bir durumdaydılar. Yani başka dil bilmedikleri gibi zihinleri basit, anlayışları kıt idi. nın ötresi ve ın esresiyle kırâetlerine (okumalarına) göre; hemen hemen söz anlatamayacak bir halde idiler.
95-Buna cevap olarak Zülkarneyn dedi ki: Rabbimin bana vermiş olduğu servet ve saltanat, sizin vereceğiniz şeyden daha hayırlıdır. Yani ona ihtiyaç yoktur. Allah tarafından bulunduğum makam, malî kuvvet ve diğer vasıtalar itibariyle sizin tasarladığınız dereceden daha yüksek ve daha faydalıdır. Ben, sizin öyle malî ücretinize tenezzül etmeksizin istediğinizden daha iyisini bağış ve armağan olarak yapa b ilecek bir güç ve yetenek içindeyim.
Öyle ise siz, bana güç ile yardım ediniz. Yani malî masrafa karışmayınız da adamla, işçi, sanatkâr, araç gereç temin etmede emrimde hazır bulunarak fiilen yardım ediniz. Ben onlarla sizin aranıza sağlam bir du v ar yapayım. Yani sedden daha sağlam bir şey, daha büyük, daha sağlam bir gergi yapayım. Bu duvarın o kavim ile Ye'cûc ve Me'cûc arasında yapılması, söylendiğine göre adıgeçen iki sed arasında değil, onların ötesinde bir yerde olması gerekir. Çünkü bunu i s teyen o kavim, seddin ötesinde bulunduğundan dolayı, Ye'cûc ve Me'cûc ile araları daha ilerde olması gerekiyor.
96- Bana demir kütleleri getirin.
"ZÜBER" "Zübre"nin çoğuludur. Zübre, büyük demir parçası demek olup Kamus'ta zikredildiği üzere örs mânâsınada gelir. Yani demir aletler ve takımlar ile demir kütlelerini, demir cinslerini getiriniz dedi, getirdiler. Nihayet iki ucun arasını denkleştirince iki sadef, karşılıklı iki baş veya iki yanı meydana getiren iki eğik ki; buna iki dağ, iki dağın tepeleri veya tepeleriyle kenarları arasındaki yanları, yani yamaçları demişlerse de o kavim ile Ye'cûc ve Me'cûc arasında seddin bir sınırını oluşturan karşılıklı iki uç veya sedde konulan kütlelerin bitiştirilecek yanları demek de olabilir.
Karşılıklı iki uç arasını düzeltince "Körükleyin" dedi. Onu tam bir ateş haline getirdiği vakit "Bana erimiş bakır getirin üzerine dökeyim" dedi. Bunu bazı bilginlerin dediği gibi demir kenetli, bakır perçinli kayalardan meydana gelmiş bir bi n a gibi anlamak mümkün olabilir. Fakat ifadenin görünüşü bundan çok yüksek bir sanat ve işleme bağlı olan demir tuğlalı, bakır sıvalı öyle bir bina tasvir etmektedir ki, zamanımızda çok ilerlemiş olan sanat eseri ve sanayi vasıtaları ile bile onu imal etme y i düşünmek zordur.
Demir kütlelerinden bir dağ ördürüp de körükleyerek tamamını bir ateş haline getirdikten sonra üzerine erimiş bakır dökmek şüphesiz korkunç bir işlemdir. Acaba eski medeniyette demircilik böyle dehşetli bir ateşi idare edecek, böyle büyük bir işlemi yapabilecek kadar yükselmiş miydi? Olabilir. Fakat bunu ya tefsir bilginlerinin dedikleri gibi Zülkarneyn'in bir mucizesi kabul etmek veya bununla beraber sanatın gelecekte ilerlemesinin mümkün olduğuna işaret etmekle, yapılan duvarın son derece kuvvet ve sağlamlığından bir kinaye ve misal gibi anlamak daha açıktır.
Yardım etme işi daha fazla bu manaya bir ipucudur denebilir. Yani o kavmin kuvvet ve gayreti ile Zülkar-neyn'in o yardımı, Ye'cûc ve Me'cûc'e karşı öyle herkesi aciz bırakacak bir duvar meydana getirdi ki, bunun sağlamlık derecesini anlayabilmek için, körüklenerek ateş haline getirilmiş demir kütleleri ile; harcı, sıvası erimiş bakırdan meydana gelen yalçın bir sed tasarlamak gerektir.
97-Bu şekilde hem bir sed, hem bir süd (kapı) olan bu duvar öyle yüksek ve sağlam bir şey oldu ki, o Ye'cûc ve Me'cûc artık onu ne aşabildiler, ne de delebildiler. Halbuki ne yüksek dağlar aşılmış, ne sağlam istihkamlar delinmiştir. Demek ki bunun sırrı Zülkarneyn'in döktüğü akıcı maddedeydi. Demek ki o, normal bir madde değil, ilâhî bir kuvvetti.
98- Onun için dedi ki : Bu Rabbimden bir rahmettir. Yani ne sizin işinizdir, ne benim; yalnız Allah'ın nimetlerinden Allah'ın bir lütfudur. Bununla beraber bunun da bir eceli (sonu) vardır. Rabbimin vaadi geldiği vakitte, onu yerle bir eder. Ve Rabbimin vaadi hakdır. Kıyamet muhakkak kopacaktır. İlerde Enbiyâ Sûresi'nde geleceği üzere "Nihayet Ye'cûc ve Me'cûc'un (seddleri) açılıp da her dere tepeden boşaldıklarında" (21/96) âye t inin sırrı belirip Ye'cûc ve Me'cûc çıkacak, yeryüzünün düzeni bozulacak, kıyamet kopacaktır. Bazıları bunu Çin seddi zannetmişler ve bundan dolayı Ye'cûc ve Me'cûc'un, Moğollar ve Tatarlar olduğu hayaline kapılmışlardır.
Aslında Pekin civarında denizden başlayarak Altay dağlarının altlarına doğru yüzlerce saatlik bir mesafede uzanıp giden Çin seddi, hicretten dokuz asır kadar önce dördüncü Çin sülalesi devrinde, kuzeyden Moğol ve Tatarların saldırılarına karşı yapılmış olduğu tarihî bir bilgi olarak naklediliyor ve büyük eserlerin en büyüklerinden sayılıyorsa da yapılmasından fazla bir zaman geçmeden aşılmış, geçilmiş olan bu seddin sağlamlığı ve yapılış şekli, Kur'ân'da zikredilen vasıflara uygun olmadığı anlaşılıyor.
Diğer taraftan bazıları da Demir kapı seddi demişler ve bundan dolayı Ye'cûc ve Me'cûc'u bu günkü Rusya sahasında düşünmüşlerdir ki, bu sed de harap olmuştur. Doğrusu Kur'ân'daki vasıflar, ikisine de uygun olmadığı gibi, diğer yerlerde bilinebilen sedlerin de hiçbirine uymuyor.
Narnia Günlükleri filminde olayların yaşandığı bölge M.Ö.2500'lerdeki Van ilimiz ve etrafıdır. Bölge halkı cinlere ve şeytanlara tapanlardan oluşan halklardı. Şatanazmin merkeziydi. İşte filimden bir Cin. Yecüc Mecüclerin Türkler değil bölge halkı Arami, Arman (Ermeni), Süryani, Hititler, Mısırlılar, Greklerin olması gerekir. Çünkü devlerinde cücelerinde yerleri Ortadoğudur. |
Özetle doğu ve batıyı dolaşan Zülkarneyn'in en büyük işi, sırf Allah'ın bir rahmeti olan bu duvarın yapılmasıdır ki, yıkılması yeryüzünde insanlığın pek büyük bir felaketi olacaktır.”
Elmalılı hoca Türk Milletini yücelten bir yorum getirmiş ve ben de buna katılmaktayım. Hatta Mu kıtası hakkında yazılanlar ve çizilenler de eklenince hocanın tespiti gerçek ve doğru tespittir. Ama aşağıda okuyacağımız hadislerde yani bizzat İslâm peygamberinin sözlerinde Türklere hiç de o gözle bakılmamaktadır.
Bence peygamber ya vahiy ettiği Kur’an’ı anlamamıştır ya da halkının ve komşu kavimlerin “cin ve şeytanlara” taptığı bir ortamda, onları iyi ve tek olan bir cine tapınmaya ikna etmek hem de heykelleri ve resimleri o zaman için ortalarda iken kolay bir iş değildi. Düşünün, Araplara “Rahman” adını tanrı olarak kabul ettirememiş ve Kâbe’nin en büyük şeytanı/ Cini Hubel/ Lah/ Ellah/ Allah putunu mecburen yeni dinin tanrısı yapmak zorunda kalmıştı.
Ki, Kafirun Suresi 109:4- “Ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim”. Ayetine rağmen Kâbe şeytanı /Cinni El Lah/ Allah/ Hubel Hicaz Araplarının ısrarları üzerine Kur’an’ın baş tanrısı olmayı başarmıştı.
Ama peygamber en azından o bu cinlerin ve putların heykel ve resimlerinin tümünü kırdırdı, yaktırdı, yok ettirdi. Bu bile büyük başarıdır.
Öte yandan “hepimiz Yecüc/ Mecüc ordusuyuz” diyecek hali de yoktu. Aynı Yahudi Tevrat’ı ve Grek İncil’inin kurnazlığını o da böylece sürdürmüş oldu.
Şimdi, asla hak etmediğimiz şekilde tanımlanmamızı okuyalım;