Tevrat Yasa 4.Bölüm-Yas.4: 24 “Çünkü Tanrınız RAB yakıp yok eden bir ateştir; kıskanç bir Tanrı'dır!” Ayeti Yezid tanrısının en önemli özelliğidir. Böylece Yahudilerin de şeytana taptıkları görülmektedir.””
Onu söylerken yürümeden önce zilli tef eşliğinde zurna çalınır. Sancak Yezid’in tahtında oturan emirimizde kalır. Uzağa gönderildiklerinde Kavvallar, eski Asur tanrısı Nisruç-Şeyh Nasıreddin’i temsilen şey, büyük general ve emirin yanında kalır.
Sancakları kendi yöresinden olan Kavval eşliğinde biri Halataneye, biri Halep’e, biri Rusya’ya ve birisi de Sincar’a gönderilir.
Bu sancaklar, kavvallara antlaşma yapılarak teslim edilir. Sancaklar gönderilmeden önce Şeyh Hadi’nin türbesine, ilahiler ve danslar eşliğinde vaftiz edilmek üzere gönderilirler. Sancağı teslim alan herkes Şeyh Hadi’nin türbesinden bir miktar toz alır.Onu nohut büyüklüğünde yuvarlak parçalar haline getirerek yolculuk esnasında karşılaştığı insanları kutsamak için onlara verir.
Bir kasabaya yaklaşıldığında kavval ve sancağı karşılayarak onurlandırmak için önden bir çığırtkan gönderir, iyi elbiseler içinde buhurlar taşıyarak hepsi etrafında dönerler. Kadınlar hep birlikte hoşa giden şarkılar söylerler. Kavval onu durduran kimseler tarafından eğlendirilir. Geri kalanları durumlarına göre gümüş hediyeler verirler.
Bu dört sancağın dışında tümünü yediye tamamlayan diğer üç sancak daha vardır. Bunlar kutsal yerde iyileştirmek amacıyla tutulurlar. Bunlardan ikisi Şeyh Hadi ve üçüncüsü de Musul’dan dört saat kadar uzakta olan Bahazeni köyünde kalır. Her dört ayda bir bu kavvallar seyahate çıkarlar. Birisi emirin nezaretinde seyahat eder. Her yıl birbirine benzemeyen bir düzen içinde seyahat ederler.
Her dışarı çıktıklarında gezginler kendilerini sumakla ekşitilmiş bir su ile yıkayıp yağ ile vücutlarını yağlarlar. Kendisine ait bir odası bulunan her put için bir lamba yakılır. Bu sancağa yakışan bir yasadır.
Yılın ilk günü ölmüşlerin ruhuna mezarları başında sadakalar verilir.
Bu günlerde küçük ve yetişkin kızlar toplanarak kırlardan kırmızı renk içeren çiçekler toplarlar. Üç gün boyunca evdeki insanların kutsandıklarını göstermek amacıyla kapılarına asarlar. Sabahları bütün kapılar kırmızı zambaklarla süslenmiş görünür. Kadınlar kapılarının önlerinden geçen ihtiyaç içindeki insanları mezar başında yapıldığı gibi doyurur. Kavvallar, ellerinde teflerle Kürtçe şarkılar söyleyerek mezarlığa giderler. Böyle yaparak para kazanırlar.
129- Tamamıyla bir Sabi putperestliği olan Kürt Yezidiliği kitabında Tavus- Tevrat ve Haç birlikteliği. |
Tanrı onları kendi mührüyle mühürler. Ve büyük tanrı, aşağıya inen tanrıya mühürlü kararını verir. Bundan sonra ona takdir ettiği kadarıyla güçlerini bahşeder. Tanrı, ibadet, oruç ve yardımseverlik gibi şeyleri tercih eder. Seyideddin gibi putlardan birisine ibadet etmek oruçtan daha iyidir. Oruca uygun olmayanlar, kış veya bahar aylarında oruçtan kırk gün sonra bir Köçeğe (*1) ziyafet verirler. Eğer köçek, ”bu eğlence, sancağa verilen bir zekattır” derse, ona oruçtan muafiyet verilmez.
Eğer, herhangi bir vergi mükellefi yıllık aşar vergisini zamanında ödemezse, hasta oluncaya veya ölünceye kadar kamçılanır. Halk, köçeğin parasını, Yezidilerin soylarını korumaya yemin etmiş yılın adamının Roma ordusuyla savaşması için ödeyeceklerdir.
Her Cuma günü bir puta sunar gibi hediyelerini getireceklerdir. Bir hizmetçi, köçeğin evinin çatısından “Peygamberin oruca çağrısıdır” diye zamanında bağıracaktır. Herkes çağrıyı işittikleri an saygı ve hürmetle ve saygıyla dinleyecek, oldukları yerdeki toprağı veya taşı öpeceklerdir.
(Çatıdan yapılan çağrı-Bilal-ı Habeşi’nin çatıdan okuduğu ilk Ezan ve onu hürmetle dinleme ve secde ile toprağı öperek ibadet. Hepsi İslam’ın şartlarıdır.)
Kavvalın yüzünden jilet geçirmemesi için bu bizim yasamızdır.Evlenme çağında olanların, Koçağın (Köçeğin) evinden alınan bir somun ekmeği gelin ve damat arasında tam ortasından kesilerek bölünüp paylaşılmasıyla yapılan evlilik geleneğimizdir.
Çift,evliliklerinin kutsanması için ekmek yerine Şeyh Adi’nin türbesinden bir parça toz yerler. Yılın ilk ayı olan Nisan ayında evlilik yasaklanmıştır.
Bu kural kavvallara uygulanmaz.
Uygun olmayan kişi kavvalın kızıyla evlenemez.
Herkes kendi sınıfından olanla evlenmek zorundadır.
Fakat emirimiz istediği sınıftan sevdiği herhangi birisiyle evlenebilir.
Uygun olmayan kişiler 10 ile 80 yaşları arasında evlenebilirler. Bir yıl bir kadınla evlenen gelen yıl bir başka kadınla evlenebilir. Damat ve gelin arzularına göre geçtikleri yerlerde kutsal emanetlerin bulunduğu bir yeri, herhangi bir putu, eğer Hıristiyan kilisesinden geçerlerse orayı ziyaret edebilirler.
Damadın evine gelindiğinde, damat hâkimiyeti altında olan kadına küçük bir taşla vurmalıdır.
Bundan başka bir somun ekmek gelinin başı üzerinde kırılmalı, yoksulluğu ve düşkünlüğü sevebilmesi için azar azar yemelidir.
Hiçbir Yezidi Cuma ve Çarşamba akşam ve sabahlarında eşiyle yatamaz.
Bu emre karşı gelen herkim olursa olsun kâfirdir.
Bir adam komşusunun karısını veya eski kendi karısını veya kız kardeşini veya annesini çalarsa ona başlık ödemek zorunda değildir. Çünkü o bir ganimet sayılır.
Kızlar babalarının miraslarından yararlanamazlar.
Genç bir kadın bir dönüm arazi fiyatına satılabilir.
Eğer evliliği ret ederse, kendi emeğiyle kazandığı bir miktar parayı babasına fidye olarak ödemek zorundadır.
Aslında birçok gizli- açık anlatılan hikâyelerle sürüp giden. Kitab-ı Reş’in burada sonu gelmiştir.
Türkçe’ye Çeviren:
Alaeddin Yavuz.
Kaynak; Sacred Books and Traditions of the Yezidiz, by Isya Joseph, [1919], at sacred-texts.com/http://www.sacred-texts.com/asia/sby/sby11.htm
e-Mucizeler;
Ahmed Bin Rifai, Şeyh Hadi ile fikir yarıştırmak için Bağdat’tan gelir. Hikâyeye göre, Hadi, öğrencilerinden en önde geleni Meme Reşan’ı diğer Sufileri Laleş’e çağırması için gönderir.
Seyid Ebul Vefa sesini yükselterek;
Övünmeyi bırakalım da fakir olanı ziyarete gidelim! Der.
Mağara gibi bir yerde yaşayan Şeyh Hadi’yi müritlerinin “Hüdane Hekare (Hakkari’nin Tanrısı) adıyla çağırdıklarını görünce Sufiler şaşırırlar. Amed Bin Rifai abdest için su istediğinde, Hadi;
”-Aşağılamanın arınma için en iyi yol olduğunu” söyler. Zemzeme akmasını söyler ve oldukları yerde zemzem suyu akmaya başladığında mucize ortaya çıkar.
Sufiler;
“-Su akıtmaya gücümüz yoktur” diye bağırarak tepki gösterirler. Bunu takip eden birkaç mucizeden sonra Hadi üstünlüğünü misafirlerine kabul ettirir. Yezidi metinlerinin dikkate değer yansımalarından biri de Yezidi kozmik inancında Şeyh Hadi sadece inanç bakımından bir aziz değil aynı zamanda tanrının yeniden bedenlenmiş halidir.
f-Hz.Muhammed’in Soyunun Kurutulması İddiasının Olası Kuran Kaynağı;
Yezitlik,12 yüzyılda, Abbasi İmparatorluğunun dağılıp, Arap-Selçuklu-Haçlı kültünün çekiştiği ortamda ortaya çıkması yüzünden, hem Hicaz İslam’ı hem Türk hem de Haçlı özelliklerini barındırmaktadır. Hicaz İslam’ını ise tamamen “Yezidilik-Şeytana taparlık” olarak kabulü, Hazreti Muhammed’i aşağılaması Müslümanları çok sinir edeceğe benzer.
Şimdi biraz Kuran’a dönelim;
Ürdün Petra'da El Lât heykeli |
NECM Suresi;
(Necmden maksat, yıldız demektir.)
18-Andolsun ki, Rabbinin ayetlerinden en büyüğünü gördü.
19-Siz de gördünüz değil mi Lat ve Uzza'yı?
20-Üçüncü olarak da öteki Menat'ı?
21-Size erkek, O'na dişi öylemi?
22-Öyle ise bu çok hayıflı (haksız) bir taksim”(Elmalılı Tefsirinden)
Bir örnek de NAHL Suresinden;
57- “Kendilerine istedikleri erkek çocukları alıp,kızları da Allah’a mal ediyorlar.O bundan münezzehtir. “
Şimdi de Elmalılı hocanın tefsirinden;
“”Lât, Uzza ve Menat onların taptıkları putlardandı. Onun için bu putlarla, Abdullât, Abdul Uzza ve Abdul'l Menat diye isimler vermişlerdi.
Hatta "Bismillâti ve'l- Uzza" sözünü yemin ifadesi olarak kullanırlardı.
Ebu Ubeyde gibi bazı âlimler, bunların taştan putlar olup, Ka'be'nin içinde bulunduklarını söylemişlerse de, başka mekânlarda kurulan hususî puthanelerde de putların bulunduklarını gösteren nakillere rastlanmaktadır.
Ka'be içinde Hübel gibi diğer putların bulunması sebebiyle, yukarıda isimleri sayılan putların husûsi hanelerde bulunan putlar olması gerekir.
Lât için Tâif'de, Uzza için Nahle'de, Menat için Kudeyd'de birer mekânın olduğu nakledilmektedir. “
Bu surenin tefsirinde, Elmalı’lı Hamdi Yazır eski İslam tefsir alimlerinden yararlanarak tespit ettiği bir efsanede, Lat ve Menat’ın putlarının kırılmasını anlatır. Uzza ise bir vahada bulunan üç ağaçtan birinde yaşayan bir “ağaç tanrı-ça-(Hermafrodit)”dır. Uzza’yı öldürmesi için de Halid Bin Velid’i gönderir. O da Uzza’nın boynunu kılıçla keserek öldürür.
g-Allah’ın Kızı El Uzza’nın Öldürülmesi;
El Uzza (Güçlü olan- Kader Tanrıçası) |
Şeybân b. Câbir b. Mürre oğullarından olan bakıcıları, Beni'l-Haris b. Abdilmuttalip b. Hâşim'in adamlarındandı. Bunların en son bakıcıları da "Dübeyye b Harmeselemî idi. Hz. Peygamber (s.a.v) Mekke'yi fethettiği zaman Hâlid b. Velid'e dediki:
Batn-ı Nahle'ye git orada üç semüre ağacı bulacaksın, birinciyi kes!" Hâlid varıp kesti ve geri dönüp geldi: Peygamber (s.a.v) ona:
"-Bir şey gördün mü?" dedi.
O da,;
"-hayır" dedi:
"-Öyle ise git ikinciyi de kes!" dedi.
Kesip geldiğinde de ona tekrar;
"-Bir şey gördün mü" diye sordu.
“-Hayır” deyince,
"-O halde git üçüncüyü de kes!" dedi. Halid b. Velid kesmek üzere gittiğinde kendisini vazgeçirmek isteyen çıplak bir kadınla karşılaştı. Saçlarını dağıtmış, ellerini ensesine koymuş ve dişlerini gösteren bu şeytan kılıklı kadının arkasında da bakıcı olan Dübeyye b. Harmesselemi eşşeybânî Halid'e bakıp şöyle diyordu:
"-Ya Uzza! Haydi yalan çıkarma, Halid'in üzerine şiddetli bir şekilde saldır. Örtüyü bırak ve kollarını sıva, çünkü sen bu gün Hâlid'i öldürmezsen peşin bir zilletle dönecek ve Hıristiyanlaştırılacaksın."
Halid de şöyle dedi;
"-Ya Uzza nankörlük sana, senin için tenzih (berî kılma) yok. Gördüm ki Allah seni zelil kıldı."
Ve sonra kılıçla başına vurdu ve onu öldürdü, peşinden de ağacı kesti ve Dubeyye'yi de öldürdü Daha sonra da Resulullah'a gelip durumu haber verdi.
Peygamber de;
"-O, Uzza idi, artık bundan böyle Araplara Uzza yok." dedi.....”
Mısır mitolojisinde, gerek baş tanrı RA olsun gerek diğerleri, başka cisimlere geçebilen ve onlarda yaşayabilen canlı türleridir. Hangi canlıya girerlerse onların bedeninde yaşarlar ve öyle bilinirler. Ancak, bedenin ölümüyle, işlevini yitirmesinden sonra başka bir canlıya geçebilmektedirler.
Din mantığından düşünüldüğünde Uzza’nın kendisine yeni bir vücut bulması sorun olmasa gerekir. Bakıcısı da yaşlı bir kadındı. Muhtemelen ona geçmiş olabilir.
Bu nedenle Yezidi Şeyh Hadi’nin kitabının bu iddialarını irdeleme gereği duydum.
Kara Mushaf’ta geçen Haz. Muhammed’in baş ağrısı yüzünden tıraş olmaya karar vermesi, Muaviye’nin başını kanatması ve kanı yalaması, Muhammed’in ona laneti açıklamasını takiben, Haz. Peygamberin sekiz karısından bir tek erkek çocuğunun olmaması, tek mirasçısı ve soyunu sürdürecek olan evlatlığı ve amcasının oğlu Haz. Ali’nin kalması, Muaviye’nin akrep tarafından sokularak hasta edilmesi, kurtulmak için evlenmek zorunda kalması, evlendiği “80” yaşındaki kadının sabah 25 yaşında kalkması, çocuk Yezid’i doğurması iddiaları ve peygamberin ölümünden 15 yıl sonra Muaviye’nin Sıffin Savaşında (M.657) Ali ve soyunu kurutarak Muhammed soyunu kurutması, hatta bu olayda en sevdiği karısı Haz. Ayşe’nin askeri katkısı olması ki onun da çözülemeyen bir zina iddiası vardı, oğlu Yezid’in halifeliği, dört halife dönemine ait bir tek Kuran’ın bulunmaması, Alevilerin, Muaviye ve oğlu Yezid tarafından yayılan Sünniliğe “Yezidilik” diye karşı çıkmaları çelişkiler yumağının temelini oluşturmaktadır.
Kürt Yezidiliğinin kurucusu sözde Kürt tanrısı Şeyh Hadi’nin olayı tam bu açmazdan ele alarak kendi kavmine Müslüman-Hıristiyan-Yahudi ayırmayan ama güçlü olan Hıristiyan dünyası tarafında yer alan yalama bir din anlayışı oluşturması herhalde kendi halkını korumayı amaçlamaktadır.
Şeyh Hadi’ye dayanarak, Yezidi Kürtlerin, Arap dilinden aldıkları “Şeyh-Arap Beyi” rütbesini “Şıh” olarak, Türklerden aldıkları “Pir-bilgide en yüksek ruhani, sır sahibi” rütbesini de olduğu gibi kullanmaktadırlar.
Bu kişiliklere “yarı tanrılık” biçilmesi, ”şefaat sahibi” kabul edilmelerine günlük yaşantımızda Said-i Kürdi ve Fethullah Gülen’in “evlenmeyen, para taşımayan, insani kusurlardan arınmış varlık” görüntüleri vermeleriyle ayrıca “delilere” de “sır sahibi” olarak bakan eski putperest inanışların doğu Anadolu’da yaygın olmasını sadece Aleviler arasında değil sözde “Sünni” Şafi-Nakşibendi olduğu bilinen Said-i Kürdi’ye de yapıştırılan sıfatlar arasında olduğunu okuyacağız.
Yezidi Kürtlerin özellikle Osmanlı’nın çöküş döneminden Atatürk, İsmet paşa, Menderes, dönemleri ve günümüz terör olaylarından, yer aldıkları hükümetlerin de devleti Hıristiyan dünyasına yamayarak tırmanan bölücülüğe “sessiz” bir devlet görünümüne şahit olduğumuz bu günler bunların, Müslüman takiyesi yapan Yezidi/ Sabi olduklarını düşündürmektedir.
İşte o felsefeye uygun olarak eski şeytan ve cinlere tapmayı ilke edinen köleci dinlerin eleştirilmelerini okuyalım;
İBRAHİM VE ZERVANİLİK BAĞLANTISI
Bu konunun İbrahim bölümüne yer alması gerekirdi. Ancak ben burasının tam yeri olduğunu düşündüm. Nedenini göreceğiz.
130- Mecusi tanrısı Zervan/ Zurvan/ Zırva |
Zervan |
a-ZERVANİLİK MİTİ
Zervan Efsanesi Hıristiyan kaynaklarında korunan bir efsanedir ancak kaynaklar arasında küçük bazı farklılıklar barındırmaktadır. Efsane yaklaşık olarak aşağıdaki gibidir;
Ne cennet (gök) ne yeryüzü (toprak) vardı. Hiçbir şey yoktu. Sadece adı “Kader” ve “Talih” anlamına gelen büyük tanrı Zervan vardır. Yeryüzü ve cenneti yaratacak olan ve adı Hürmüz olacak bir oğlu olması için bin* yıllığına kurban adadı.
Geçen bin yılın sonunda düşünmeye başladı ve kendi kendisine sordu;
-Sunduğum bu kurban ne işe yarayacak ve gerçekten Hürmüz adlı bir oğlum olacak mı yoksa boşuna mı uğraşıyorum?
Bu düşüncenin ortaya çıkmasından çok kısa zaman sonra Hürmüz ve Ehriman’a gebe kalındı. Hürmüz kurban adanandı Ehriman ise şüphesindendi.
Rahimde iki çocuk olduğunu fark edince kendi kendisine dedi ki;
-Hangisi önce doğarsa onu kral yapacağım!
Hürmüz babasının düşüncesini anladı ve onu Ehriman’a söyledi.
Ehriman bunu duyunca sırasını beklemeden rahmi yırtarak dışarı çıktı ve babasına doğru ilerledi. Zervan onu görünce sordu;
-Sen kimsin?
O cevap verdi;
-Senin oğlun Hürmüz!
Zervan ona cevap verdi;
-Benim oğlum nurlu ve hoş kokuludur sen ise karanlıksın ve pis kokuyorsun!
Dedi ve acı içinde ağladı.
Onlar konuşurken doğum sırası gelen Hürmüz nurlu ve hoş kokulu olarak doğmuştu. Ehriman kendisinin Hürmüz’ün doğumuna kurban adanan olduğunu biliyordu.
Kurban işareti olan elinde tuttuğu dalları Hürmüz’e vererek şöyle dedi;
-Bu güne kadar ben senin yerine kurban adanmış olandım ancak bu günden itibaren sen benim yerime kurban adanan oldun!
Fakat Zurvan kurban işareti olan dalları ondan alınca Ehriman Zervan’ı kendine doğru çekerek;
-Sen çocuklarından hangisi önce doğarsa ona krallık vereceğine yemin etmedin mi?
Zervan da ona;
O lanet olası bir hataydı ama krallık sana dokuz bin yıllığına verilecek ve ardından gelen dokuz bin yılda da onu senin üstüne kral yapacağım ve o iyi olan her şeyi arzusuna göre düzenleyecektir.
Hürmüz gökleri cenneti ve yeryüzünü ve iyi güzel olan her şeyi yarattı Ehriman ise şeytanları, kötü olan her şeyi ve sapıklıkları yarattı. Hürmüz zenginliği Ehriman ise yoksulluğu yarattı. Daha sonra bir arada geçinmekte zorlanan bu iki kardeş evrenin yönetimi konusunda anlaştılar ve birbirlerine karışmama ve barış kararı aldılar.” Ahura Mazda (Ohrmazd/ Hurmazd) ve Angra Mainyu (Anyu Manu/ EnruMan/ Ehriman) bu iki karakterden türetilmedir.
*Bu bin yıllık süre bazı kaynaklarda “9999-dokuz bin dokuz yüz doksan dokuz” yıl olarak da geçer. Her iki şekilde düşünebilirsiniz.
Zervanilik dini Zerdüştlükten türeme bir dindir ve daha çok Mecüsilik olarak bilinir. Hz. Muhammed’in kabilesi olan Hicaz Arapları da Mecusiydiler ve onlara Fars dilinde Zenadıkan denilirdi. Dilimize “Zındık” olarak geçmiş bu kelime Zervanilerin öteki adıdır.
b-Zervan Mitinin Eleştirisi;
Her şeyden önce var ve tek olan bir tanrı çocuk sorunu yaşar ve istediği sıfatlara sahip bir çocuğa sahip olmak için, olacak çocuğu kime kurban adar bu da dincilerin akıl tutulmasına büyük bir örnektir.
Efsanede anlatılan baş ve tek tanrı Zervan tektir ve eşi yoktur. Zervan bu durumda hem erkek hem dişi yaratılışa sahiptir ve bin yıl bekleyip evrimini tamamladıktan sonra kendisi çocuklarına hamile kalmıştır. Kader ve talih tanrısı olmasına rağmen çocuk beklemekten yorulduğundan “boşuna umutlanıp umutlanmadığını” kendisine sorarak ne kadar ne talihe egemen olamadığını göstermektedir. Aynı Grek mitinde geçen Hermes ile Afrodit’in çocuklarının sonradan kadınlık organının belirmesiyle “Herm-es/ Afrodit” adlarının kısaltılmışı olan “Hermafrodit” adını almasına benzemektedir. Bu Grek mitinin de kaynağı Pers tanrısı Zervan olmalıdır.
Hermafrodit Zervan kaderin ve kısmetin tanrısıdır ama Ehriman gibi kötü bir çocuğa sahip olması bu talih yazma işinde pek başarılı olamadığını göstermektedir.
Ayrıca doğmamış çocuğunun cinsiyetini ve adını belirlemiş ise de iyi olanı veren güce şükran sunmak için bir kurban adağında bulunması, tek tanrı Zervan’ın üstünde teşekkür edilecek bir yaratıcı tanrı olduğu izlenimi vermektedir.
Doğacak iyi (Hürmüz) çocuğun karşılığında öbürünün kötü (Ehriman) olması beklenen bir sonuçtur. Ancak, rahimde dışardaki olayları kavrama yeteneğine sahip iyinin (Hürmüz) boş boğazlığı kendisinin “kurban” adayı olmasıyla sonuçlanır. Bu da “iyi’nin” biraz ahmak olduğuna işaret etmektedir.
Oysa ahmaklık ile iyilik aynı değildir. Bu durumda kötünün kurnaz, yalancı ve hilecinin üstün olduğu inancının doğmasına sebep olur.
Ayrıca çocukları arasında ayrım yapan bir “baba kültü” iğrençtir. Günümüzde bile çocuklar arasında ayrımcılığın, sorunlu çocukların dışlanmalarının sebebi bu kült veya benzerlerinden kaynaklandığından sayısız sorunlu insanın oluşmasında dinler önemli roller oynamıştır.
c-Yahudilerin İbrahim- Yakup Miti ile bağlantıları;
Şimdi bu efsaneyi Yahudi Tevrat’ının temel miti olan İbrahim, İshak (Güler demektir.), Esav (Kıllı/Tüylü) –Yakup (Hileci, Topuk Tutan, Üçkâğıtçı demektir.) miti üzerine uygulayalım;
Tanrı Zervan yalnızdır ve çocuğu olmasını ister ve iyi çocuğu olduğunda karşılığında kurban adayacağını söyler.
İbrahim’in, kısır kız kardeşi ve karısı Sara’dan çocuğu olmamıştır. Evlat özlemi çekmektedir. Tanrısı ona 75 yaşına geldiğinde çağrı yapar ve ona çocuk vereceğini ve o çocuğun soyuna Kenan topraklarını yurt vereceğini söyler. İbrahim’de tanrısını takip ederek yollara düşer.
Yahudi Tevrat’ında “İsmail” yer almadığından, yüz yaşında tanrının yardımı ile İshak doğar. İbrahim’in “kurban adağı” Tevrat’ta geçmese de tanrısı yüz yaşında bulduğu oğlunu ondan yakmalık kurban olarak ister. İbrahim’in tam oğlunu keseceği esnada bir melek ona kurbanlık koç getirerek ömrünce bulduğu tek evladı olan İshak’ı İbrahim’e geri vermiştir. Böylece tanrı Zervan’ın “kurban adağı” ile İranlılar “İnsan Kurbanını” başlattıysalar, hileci Yahudi rahipleri de “insan kurbanının” kendi soylarından kaldırılmasını gerçekleştirmek amacıyla aynı efsaneyi kullanmışlardır. İshak iyi ve doğru bir insandır. O da altmış yaşına geldiğinde kısır olan karısı Rebeka, tanrı yardımı ile hamile kalır ve ikizleri olur. (Yaratılış 25:24,25,26)
İkizlerden tüylü yani vücudu posteki gibi kırmızı kıllarla kaplı kıllı Esav doğar ve bedeni kılsız ve parlak olan Yakup, Esav’ın topuğuna tutunarak doğar. Yani ana karnında “ağabeylik hakkından ve onun peygamber olacağından” haberi vardır ve kardeşini büyüklüğünü saymamak, için aynı anda doğabilmek için elinden geleni yapar. İkinci doğmasına da engel olamaz. Ehriman’ın “parlamış, nurlu halidir. Ancak, baba İshak çocukları arasında ayırımcı değildir. O önce doğan doğru ve haklı olan Esav’ı peygamber yapmak ister de öyle olmaz.
İshak’ın önce gözleri kör olur, Yakup bir tas çorbaya ağabeyinden “ağabeylik hakkını” alır sonra da ağabeyi kutsanmak için ava gittiğinde boynunu ve ellerini pösteki ile kapatarak babasına av eti yemeği götürür. İshak sesinden Yakup olduğunu anlasa da kıllarından Esav olduğuna hükmedip Yakup’u peygamber olarak kutsar. Annesi ve tanrısı Yakup’u peygamber etme yarışında başarılı olur.
İyi baba İshak ile iyi/ doğru ve “kıllı” Esav bu mitin kaybedenleridir. Kötü bu defa kirliliği, kokuyu iyiye yüklemiş ve kendisi parlak, tüysüz haliyle tercih edilen olmuştur. Daha sonra parlak Yakup yirmi yıl dayısına kölelik edip dönerken yolda tanrısı ile karşılaşır. Tanrısı bir insan kılığında onunla güreşir, Yakup tanrısını yener (!) ve tanrısı ona “tanrıyı yendiği” için” İsrail” yani “Tanrıyla güreşip yenen” adını verir. Oysa ”İsra” Arapçada “gece yolculuğu” ve “İl” de “Tanrı” demektir. Sümer’in Nebo’su Mısır’ın Thoth’u baş tanrı ile gece yolculuğuna çıkarlar. Aslında “İsra-il” de “Tanrı ile gece yolculuğuna çıkan” demektir. Yahudiler bu olayı da çarpıtmıştırlar.
Bu mitte dikkat edilirse İshak’ın Esav’ı peygamber olarak yerine bırakma arzusunda başarılı olamaması ile Zervan’ın Hürmüz’ü evrenin kralı yapma arzusundaki başarısızlıkları birebir aynıdır. İshak kötü ve hileci Yakup’u biraz da Esav’ın boşboğazlığı ile saflığından engelleyememiştir. Zervan da Hürmüz’ün boşboğazlığından Ehriman’ı engelleyememiştir.
Ehriman ile Yakup arasındaki tek fark, bedeni yapıları yer değiştirmiştir. Kıllı, pis kokulu Ehriman, parlak nurlu ama hileci Yakup ile parlak nurlu Hürmüz de kıllı tüylü Esav ile yer değiştirmişlerdir.
Tevrat’ın tanrısı aslında bu işi düzenleyen olmuştur. Bu olaydan asırlar sonra Tevrat’ta peygamber Malaki aracılığıyla şöyle demiştir;
Malaki I.Bölüm; (1;2-3.) ayetlerde “Yakup’u sevdim, Esav’dan nefret ettim!” Bu ayet de bize Yahudi tanrısının adalet ve doğruluğu değil, işine yarayanı ve gözüne hoş geleni,hileciliği, yalancılığı öne çıkaran bir tanrı olduğunu gösterir.
Yahudiler Tanrı Zervan” kişiliğini İbrahim ve oğlu İshak’ta iki kişide toplamışlardır. “Çocuk özlemi” çeken Tanrı Zervan’ın ilk kişiliğini İbrahim’e ve “kötüye engel olamayan baba tanrı” kişiliğini de İshak’a paylaştırmışlardır.
Günümüz Tevrat’ının yazarı rahip Ezra’nın Pers kralı Daryus/ Dara’nın Babil sürgününden Yahudileri kurtardığı M.Ö. 530’lı yıllarda yazıldığını düşünürsek Yahudi efsanelerinde İran mitlerine rastlamanın tuhaf olmadığına daha kolay hükmederiz. Dara/ Daryus “tek tanrıcı” bir kraldı ve tanrısı Ahura Mazda ile kendi kişiliğini de birleştirdiğini düşünürsek Yahudilerin Tek tanrıcılığının hem Marduk’u tek tanrı” yapan Babil’e hem “Aşur’u tek tanrı yapan” Asur’a hem de “Ahura Mazda’yı tek tanrı yapan” İran’a dayandığını görmek bizlere tuhaf gelmesin.
Yahudi tanrısının ve kitabının yalanı, hileyi öven tanrı olması onun gerçek tanrı değil şeytan olduğuna hükmetmemize neden olur.
d-Elmalılı Hamdi Yazır Kur’an tefsirinden Enam Suresi “100.” Ayetin tefsirinden alınan “Cin-Şeytan-Allah ve Zervanilik/ Zındıklık” açıklamaları;
Enam Suresi 6:100;
6;100-“100. Onlar için orada derin bir iç çekis var. Ve onlar orada hiçbir sey isitmezler.” Hasılı her şeyin gerek başlangıcında ve gerek gelişme süresinin her lahzasında hem ilim ehline, hem ince ve hikmetli anlayış ehline, hem bütün iman yeteneği olanlara Allah Teâlâ'nın ilâhlık eserleri, kudret ve tek oluşunun delilleri açık ve doludur.
“Böyle iken Allah'a cinleri türlü türlü ortaklar yaptılar”. Cin genel adı altında bulunan, gözlerden gizli karanlık yaratıklara veya gözle görünmez, tabiat ötesi kuvvetlere ve rûhânî cevherlere ilâhlıktan veya rablıktan veya yaratıcılıktan pay vererek Allah'a denk veya daha aşağı ortak yaptılar.
Kimi meleklere, kimi şeytan cinsine, kimi hepsine çeşitli adlarla taptılar veya zâtî kudret ve tesir isnat ettiler. Tefsircilerin beyanına göre buradaki "cin", melekleri ve şeytanları da içine alan bir genel mânâda kullanılmıştır. İbnü Abbas demiştir ki: "Cin kelimesi, istitar (gizlenme- örtünme) den türemiştir.
Melekler ve bütün rûhânîler de gözle görünmezler ve sanki gözlerden gizli gibidirler. Bu yorum iledir ki İblis de cinden sayılır. Meleklere ve rûhânîlere de cin denilmiştir".
Yukarda putlar ve yıldızlar gibi hissedilen ve fizikî şeylerden ortak kabul edenlerin, puta tapanların, yıldızlara ve heykellere tapanların sapıklıkları beyan olunduktan sonra, burada da bunların felsefî kaynağı olan ruha tapanların sapıklıkları, yani melekler, şeytan, akıl, nefis, madde, kuvvet, tabiat gibi gizli ve fizik ötesi sebeplere bağlananların ve bunları "üç tanrı" ve "aracı" sayanların sapıklıkları beyan olunmuştur.
131- Allah'ın kızları Solda Lat/ Venüs, Orta Uzza Güneş ve sağ Menat Ay/Dünya |
Zira bütün Mecusîler, bu âlemdeki bütün tüm hayırlar nûrdan ve diğer deyimle tanrıdan, bütün şerler de zulmetten ve diğer deyimle Ehremen'dendir, diye bir ikiliğe kâni olduklarından genel mânâda "Seneviyye" (İkicilik/Düalizm) adını almışlardır.
e-Zındık Konusu;
Ve esas itibariyle Zerdüşt'ün "Zend" hitabına nisbetini ifade eden Farsçadaki "zendik" ve Arapçada "zındık" ve bunun çoğulu olarak "zenâdıka" bütün Mecusîlerin lakabıdır.
Ve esas itibariyle Zerdüşt'ün "Zend" hitabına nisbetini ifade eden Farsçadaki "zendik" ve Arapçada "zındık" ve bunun çoğulu olarak "zenâdıka" bütün Mecusîlerin lakabıdır.
Bütün Mecusî mezheplerinde anası ve kız kardeşi gibi mahremleri (kendileriyle evlenilmesi dinen haram kılınanları) ile evlenmek helâl sayıldığı gibi, yine Mecusîler içinde haram ve helal hükümlerine inanmayan "Hurremdînîler" denilen eski bir "İbâhiyye mezhebi" ve aynı şekilde bütün kadınlarda ve mallarda, ot, su, mer'a gibi şeylerde ortaklığı kabul eden ve "Mezdekiyye" denilen bir "İştirâkıyye mezhebi" de bulunduğu üzere, zındık özellikle dinsiz ve inançsız mânâsına da âdet olmuş ise de, esasen zındıklar Zerdüşt'ün "Zendevasta" isimli eseri dolayısıyla bütün Mecusîler demektir.
Mecusîlerin, hissî bir görüş işaret eden nur ve zulmet isimleriyle ifade ettikleri bu ikilik inançları sûrenin başında "karanlıkları ve aydınlığı var eden. Böyleyken kâfirler hâlâ Rablerine başkalarını eşit sayıyorlar" yüksek sözü ile detaylı bir şekilde kötülendiği gibi "Yezdan" ve Ehremen veya Hürmüz ve Ehremen diye fizik ötesi ve manevi bir görüş ifade eden şirkleri de burada cin denilmesiyle kötülenmiş ve reddolunmuştur.
Çünkü Ehremen İslâm'da İblis denilendir. Ve İblis, "Cinlerden olan İblis Rabbinin emrinden çıkmıştı" (Kehf, 18/50) âyeti delaletince cindendir.
Gerçi tefsircilerin ve "el-Milel ve'n-Nihal"de Şehristânî'nin beyanları üzere Mecusîlerin bu konuda birçok ihtilafları vardır.
İçlerinden biri hayır başlangıcı, biri şer başlangıcı olan iki esasın ikisinin de aynı derecede ezelî olduğunu kabul eden ve tam mânâsıyla Seneviyye olan Mânivviyye ve Mezdekiyye gibi mezhepler bulunduğu gibi, bu iki asla tam denk olmak üzere üçüncü bir asıl daha ekleyerek teslis (üçleme inanış)i kabullenen Disaniyye ve Merkûniyye gibi mezhepler de vardır.
Ve Mecusîlerin pek çoğu ve özellikle Kiyumresiyye, Zervaniyye, Zerdüştiyye, Meshiyye gibi asıl ve eski Mecusîler bu iki zıt aslı, varlığın vücûbu ve kudret açısından aynı derecede tutmadıkları ve çünkü Ehremen'in ezelî olmayıp tesadüf veya doğum veya yaratma veya mesh suretiyle sonradan olma olduğunu söylemiş bulundukları için, Mecusîlikle Hıristiyanlık arasında bir şirk dini tutan Maniviyye tarzında tam mânâsıyla Seneviyye değildirler.
Fakat bütün bunlarla beraber yine hepsi ve hatta hayır başlangıcı olan nur ile şer başlangıcı olan zulmet veya Ehremen'in ikisinin de Allah Teâlâ'nın yaratma ve icadıyla sonradan olma olduklarına kâni olan Zerdüştîler de dahil olduğu halde, hepsi bu âlemi idare etmede Allah'a Ehremen'i ortak yapmakta, yani hayır Allah'tan ve şer İblistendir, davasında birliktirler ve bu mânâ ile genel olarak Seneviyyedirler.
Şehristânî der ki: "Bütün Mecusîler, hayır ve şerri, fayda ve zararı, kurtuluş ve fesadı aralarında tamamen paylaşmış yani birisi yalnız hayır başlangıcı, biri de yalnız şer başlangıcı olan iki esası kabullendiler, birine nur ve birine zulmet, Farsça olarak Yezdân ve Ehremen adı verdiler."
Bu konuda bunların birçok mezhepleri varsa da, Mecusî meselelerinin hepsi iki kâide üzerinde toplanır. Birincisi nurun zulmet ile anlaşma sebebi; ikincisi de nurun zulmetten kurtuluşu meselesidir.
Anlaşmayı başlangıç, kurtuluşu son sayarlar. Bütün Mecusîler, bu şekilde, iki esas ispat ederler. Bununla beraber asıl Mecûsîler, bu iki aslın ikisinin de ezelî ve ebedî olması caiz olamayacağına, nûrun ezelî, zulmetin sonradan olma olduğuna kânidirler.
Sonra da bunun "sonradan olma" hususunda ihtilâf ederler. Aslı şer olan Zulmet veya Ehremen'in sonradan oluşu, Nûr ve Yezdan'dan mı oldu?
Hayrın başlangıcı olan Nur veya Yezdan cüz'î bir şey meydana getirmiyorsa, nasıl olur da aslı şer olan Ehremen'i meydana çıkarır? Bunu o ortaya çıkarmamışsa, kim çıkarabilir? Ortaya çıkarılmamış değilse terkip ve anlaşma nasıl mümkün olur? İşte bunlar Mecusîlerin çıkmaya ait noktalarıdır". Kiyumresîlere göre, Nur, benim bir muhalifim olsa nasıl olur, diye bir düşünmüş ve huyu nûra uygun olmayan bu kötü f ikirden zulmet hasıl olmuş ve buna Ehremen denilmiş.
Ehremen, şer, fitne, fesat, zarar veren huylu olduğundan Nura karşı çıkıp tabiatı ve sözü ile ona muhalefet etmiş ve bundan dolayı Nurun askeriyle Zulmetin askeri arasında savaş olmuş, sonra melekler araya girmiş, süfli âlem Ehremen'in olmak üzere anlaşmışlar.
Bu antlaşma, yedi bin sene sürecek, sonra Ehremen âlemi boşaltıp Nura teslim edecekmiş.
Zervânilere göre de Nur, önce hepsi nurdan birtakım rûhânî şahısları keşfetmiş, fakat Zervan adındaki en büyük şahıs bir şeyde şüpheye düşmüş ve bu şüpheden Ehremen şeytan meydana gelmiş.
Bazı Zervânîler de demişler ki, büyük Zervan, bir oğlu için 9999 sene hüzünle inlemiş, olmamış; sonra "her halde bu âlem hiçbir şey değil" diye kendinde bir fikir oluşmuş ve bundan dolayı o merakından Ehremen ve bu ilminden Hürmüz ikiz olarak doğmuş.
Hürmüz, çıkış kapısına daha yakın iken Ehremen şeytan hile edip anasının karnını yarmış ve önce çıkıp dünyayı zapt etmiş.
Zerdüşt de bu iki aslın zıddı olup âlemin varlıklarının iki başlangıcı olduğunu, bunların anlaşmasından bileşikler ve bu bileşiklerden çeşitli şekiller meydana geldiğini ve bununla beraber bu iki zıddın ikisi de Allah Teâlâ'nın yaratması ve meydana getirmesiyle oluştuğunu ve bu karışım ve bileşimin yaratıcısının Allah Teâlâ olduğunu ve bundan dolayı Allah'ın tek olup, zıddı, dengi ve zatında ortağı bulunmadığını söylemişse de aslı şer olan Ehremen'in zıddıyle beraber yaratılışını ve bunların karışımını tek olan Allah Teâlâ'ya nisbet ettiği halde Ehremen'in varlığını Allah'a nisbet etmek caiz değildir diye ısrarı noktasında anılan susmaya mecbur olmaktan ve çelişkiden kurtulamamış ve bir de tek olan ilk yaratıcının gerisinde, biri hayrın yaratıcısı, biri de şerrin yaratıcısı iki zıt başlangıç kabul etmekle âlemin idaresinde birincisi ilk yaratıcı ve mizacının sebebi olan tek Yezdan (tanrı);
ikincisi hayrın başlangıcı olan mahlûk Nur veya Hürmüz veya Melek;
üçüncüsü şerrin başlangıcı ve mahlûk olanı Zulmet veya Ehremen veya İblis olmak üzere üç idareci tanrı farz eden üçgen bir şirke de düşmüştür ki, bu şirk bir zıddı, dengi ve ortağı olmayıp tek olan yaratıcı, biri de onun yaratıp meydana getirdiği ve sentez yaptığı Melek ve Şeytan iki mahlûk başlangıcın sentez özeti ve bu âlemdeki hayır ve şerrin, kurtuluş ve fesadın, temizlik ve çirkinliğin ortak yaratıcısı bir yaratılmış tanrı olmak üzere, bir yönden ortaksız yaratıcı, ezelî bir tanrı; bir taraftan da ikiz bir Melek ve Şeytan ortaklığından ibaret bir sonradan olma tanrı arasında düşünülmüş çelişkili bir Senevî şirki durumundadır.
Şu halde Zerdüşt yalnız hayır, Allah'tan ve şer İblisten demek tarzında Senevîlik ile kalmamış, hayır Melekten, şer İblis'ten olmak üzere hayır ve şer Melek ve İblis ortaklığından, bu ortaklık da Allah'dan demek tarzında bir senevîliğe kani olmuşlardır.
Bu açıklamadan anlaşılır ki İbnü Abbas hazretlerinden nakledilen nüzul sebebinde Zenadıka hayır yaratıcısı ve şer yaratıcısı iki kardeş Senevîliği, "Onlar, Allah ile cinler arasında bir soy bağı uydurdular" (Saffât, 37/158) âyeti delale tince neseb deyimleri bütün Mecusî mezheplerinin esaslarına işareti içerir.
Hem hepsinin bir Senevîlilikte toplandığını göstermiş, hem de Mecusîlik yerine Zenâdika lakabını seçerek özellikle Zerdüştlere dikkat nazarını çekmiştir.
Şu halde âyetteki Cin diğer Mecusîlere göre yalnız Şeytana sarf edilmiş olması gerekirse de bazı Zervânîlerle Zerdüştlere göre Ehremen'e ve Hürmüz'e yani Şeytan ve Meleğe, Cin ve Peri'ye şâmildir.
Ve bu mânâ ile âyet, nakledilen nüzul sebebinin ikisine de uygun olduktan başka sözü n gelişinden anlaşıldığına göre, gerek Senevviyye ve gerek teslis (üçleme) ve gerekse diğer şekillerde olsun fizik ötesi ve rûhânî şirklerin hepsini açıkça içerir. Ve bu içeriği açıkça anlatmak içindir ki "bir ortak olarak" değil "cinlerden ortaklar" buyurulmuştur.
Bundan başka "cinlerden ortaklar" fizikî mahiyette fail tasavvur olunan tabiat kuvvetleri gibi, gizli ve örtülü sebeplere bağlı felsefî ve felsefe dışı şirklerin de türlerini içerebilecektir. Zira cinnin genel anlamında yalnız görünmeyen ve ancak bir şekle girme halinde görülebilen kuvvetler ve soyut rûhâniyet değil, gözle görülmek şânından olmakla beraber örtülü ve gizli bir halde bulunan büyük küçük cisimler, şahıslar ve gizli topluluklar bile dahil olacaktır.
Hasılı Allah'ı gereğince takdir etmeyen kâfirler ona cinleri türlü türlü ortaklar tuttular, halbuki onları Allah yarattı. Yani cinler de Allah'ın yaratığıdır. Nitekim o müşriklerin çoğu bunu esas itibariyle itiraf ederler. İtiraf etmeyenlerin de etmesi gerekir.
Şu halde yaratılanı yaratanına ortak ve rakib saymaya kalkışmanın ve Allah'ın izni olmaksızın cinlerin âlemde ve insanlar üzerinde bir tesir yapabileceklerini farz etmenin ve bu şekilde yaratanın yarattığına karşı bir âcizliğine ihtimal vermenin büyük bir aptallık, sapıklık ve açık bir haksızlık olduğu aşikârdır.
Bu mânâya göre kelimesinin sonundaki zamir cine râcidir. Ve bunda cinlerin de akıl sahibi olduklarına tenbih vardır. Bu zamirin cinne değil nun fâili olan müşriklere gönderilmesi de ihtimal dâhilindedir. Ve bu şekilde mânâ şu olur:
Halbûki bu müşriklerin kendilerini yaratan cinler değil Allah Teâlâ'dır. Bundan dolayı yaratana karşı cinleri ortak saymaya kalkışmak ve onlarda Allah'ın izni dışında bir tesir hayal etmek ne büyük küfürdür. Halbûki bir takımları, cinleri, perileri, gizli kuvvetleri Allah'a ortaklar saydılar. Bir takımları da Allah'a oğullar ve kızlar uydurdular. Allah hakkında doğma ve doğurma hayal ettiler ve bu şekilde Allah'tan doğmuş erkek ve dişi ilâhlar uydurdular ve bunları Allah'ın oğulları veya kızları diye ilâh cinsinden sayıp tanrı edindiler, Allah'ı bunlarla, bunları putlarla temsil etmeye kalkıştılar.
132- Allah'ın kızı El Lat- Sümer'in Ereşkigal'i |
Nemesis, El Lat ya da Ereşkigal |
*Tevrat’ta Üzeyir peygamberin “Allah’ın oğlu” olduğunu yazan bir tek ayet yoktur. Belki Muhammed zamanında Hicaz’da yaşayan Yahudiler veya İseviler arasında böyle bir inanış olmuş olabilir. Ancak “…(Yakup ve Soyu) İsrail benim oğlumdur.(Exodus-Çıkış 4;22)” İfadesi çok tekrar edilen bir olgudur.
Ayrıca Malaki I.Bölüm; (1;2-3.) ayetlerde “Yakup’u sevdim, Esav’dan nefret ettim” demekte, Çıkış-(4:16.) ayette Musa’yı “tanrılaştırdığını” söylemektedir. Bu açıdan bakıldığında Kur’an iddiasında gene de haklıdır.
Yaratmada ortaya çıkma ve meydana getirmeyi kabul eden filozoflar da bunlara benzer. Hep bunları hiçbir ilme dayalı olmayarak ve ne dediklerini bilmeyerek uydurdular. Allah'a ortak, oğul veya kız evlat uydurmaya kalkışanlar "ilâh" ve "oğul" dedikleri zaman ne söylediklerini bilmeyen cahiller ve iftiracıdırlar.
"İlâh ikidir veya üçtür"* diye Allah'a zatında veya sıfatında veya fiillerinde, az veya çok, denk veya aşağı, eşit veya zıt bir ortak, bir arkadaş veya rakib sayanlar, ne dediklerini bilmez cahiller, iftiracılar olduğu gibi; oğul veya kız çocuk isnat edenler de aynı şekilde ne dediğini bilmeyen ortak ve aynı cins isnat etmiş cahiller ve iftiracılardır.””
*Bu tespit gerçekten yerindedir. Tevrat “çok tanrılığa hoş bakan ve sadece Yahve’yi Yahudilerin atası İbrahim’in, İshak’ın, Yakup’un…” tanrısı olarak tanımlar. Tevrat’ta bu tanım çok olduğundan bir tekini yazalım. İşte ayet;
Mısırdan Çıkış/ Exodus Bölüm 3-Çık.3:15 "İsraillilere de ki; 'Beni size atalarınızın Tanrısı, İbrahim'in Tanrısı, İshak'ın Tanrısı ve Yakup'un Tanrısı RAB gönderdi.' Sonsuza dek adım bu olacak.”
İncil’de de teslis olduğundan bence o da putperesttir.
Maide 5:10.Ayet tefsirinde Kurban ve KÂBE’DE Putların durumları;
Kısaca cahiliye devrinde Kabe'nin etrafında böyle dikilmiş veya konulmuş birtakım taşlar vardı ki, bunlara hürmet ve tazim ederler ve üzerlerinde kurban keserlerdi. Hatta bunlara bile kurban keserlerdi.
Bunlar ise üçyüz altmış kadar dikilmiş taşlardı. "Derler k i, üçyüzü Huzâa'da idi. Kurbanları kestikleri zaman, bunların Kâbe'ye gelen taraflarına kanları serperler ve etleri yarıp bu taşların üstlerine korlardı. Müslümanlar: Ey Allah'ın Resulü, cahiliye halkı Kâbe'ye kan ile saygı gösterirlerdi.
Bu ise bize daha çok layık değil mi? demişler. Peygamberimiz "hayır" dememişti. Bunun üzerine "Onların ne etleri, ne de kanları Allah'a ulaşmaz. Fakat sizin takvanız ona ulaşır". (Hacc, 22/37) âyeti inmiştir."
Araplar İslâm ile “melek” ilan edilen eski putlarına “cahiliye halkı kan ile saygı gösterirdi, bize daha çok layık değilmi?” sorusuyla “kurban” adamaktan vazgeçememişlerdir. Peygamber de belki kurbanı kaldıracaksa bile bundan sonra vaz geçmiştir. Kurban da putperst dindarlardan bize miras kalmıştır.
Yani İslâm da “kurban” konusunda eskinin devamıdır. Peygamber’in babasının da bir “adak kurbanı” olduğunu hatırlayalım. Bu durumda İslâm, Hicaz Araplarından “İnsan Kurbanını” ve “360 tane puta” insan ve hayvan kurbanını ve putlardan/ şeytan veya cinlerden medet ummayı kaldırmış, hepsini “melek” yapmış ve sadece en büyüklerini “Tek Tanrı” ilan edip, hayvan kurbanı ve adakları sürdürmüştür. Ayrıca iki vakit olan namazı da beş vakte çıkarmıştır.
Muhammed, bütün ufak tanrıları “melek” yapıp, sadece Kâbe’deki baş putu/ Çöl şeytanı ( Hubel/ El Lah/ Allah) “tek tanrı” yaparak, onun da heykeli kırmakla, Roma’nın yapamadığı “tek tanrıcılığı” gerçekleştirmiştir.
Sümer, Mısır, Babil, Asur, Hint, Pers dinlerinde “her şeyden önce var olan” bir tanrı yoktur. Bölgedeki bütün tanrılar tabiat tarafından yaratılmış varlıklardır. Hiç birisi her şeyi yaratan her şeye gücü yeten, her şeyi yaratan ve hükmeden değildir. Melekler, cinler şeytanlardan oluşan “söz geçiremediği, kıyamete kadar insanları yoldan çıkartmasına izin verilmiş İblisleri içerir. Tanrı da insanlara iyi davranan “dev cinlerdendir.
İran Mitracılığı ve Zerdüştlüğünde yapılan da Ahura Mazda (Hürmüz- iyi cin) ve Angra Mainyu (Ehriman- kötü cin) aciz tanrı Zervan’ın sevgi ve şüphesinden doğmuş çocuklarıdır. İyi olan, güzel ve iyi her şeyi, kötü olan da kötü olan her şeyi ve karanlık dünyanın kötü cin ve şeytanlarını yaratmıştır.
Böylece Zervan da “babaların babası” olmuştur. İbrahim(çokların babası) peygamber kültüne temel olmuştur.
Önceleri “tanrı” kabul edilen cinleri yeryüzünde yaşadıklarından, doğaları da bilindiği için, tanrının doğmasında ve doğurulmasında sakınca yoktur. Sonra tanrılar dünyadan ayrılırlar bundan sonra felsefe gelişir. İnsanlar “doğan tanrılar”a itiraz etmeye, “doğmamış, doğurulmamış, her şeyi yaratan ve gücüyeten, şeytanla işbirliği içinde olmayan tanrı” aramaya başlarlar. Mitra/ Mihri dini ile “bakire doğum” ile tanrılara “özlenen” üstünlük verilme dönemine geçilir.
Tevrat sadece Yahudileri seçen bir Yahweh’i İbrahim’in tanrısı olarak öne sürer ve öteki tanrıların varlıklarına itiraz etmez. Hatta çöl tanrısı Azazel’e kurban olarak keçi sunulmasını da emreder.
İncil, Teslis ile yani “kutsal ruh, baba ve kuzu-oğul” ile “üçü Bir” yapar, Zerdüştlüğün ve Mitracılığın yaptıklarını tekrar ederek erkeklerden örtünmeyi ve kurban kesilmesini de kaldırır. İslam ise teslisi de atar ve Kâbe’nin baş şeytanı ve putu El Lah’ı hepsinin üstüne koyar, iyi cinleri “melek” kötü cinleri ise “başlarını İblis, küçüklerini de şeytan” ilan eder, ikonizmi ve putperestliği kaldırır. Ama Arapların kurban düşkünlükleri yüzünden Hayvan Kurban’ı, örtünme, hac ibadetin gereği olarak kalır.
Hepsinin temeli de İran’ın Mitracılığı, Zerdüştlüğü ve Zervaniliğine uzanır. Zervan’ın çocukları olan iki dev cinden “iyisini (Hürmüz) seçip” ona “TANRI” demek, kardeşi olan kötüyü de “Ehriman) şeytan” ilan edip, “tek tanrıcılık” adı ile üstünü bir güzel örtüp, cinlere şeytanlara tapınmayı kutsallaştırmak gerçek anlamda gerçek ve doğru tanrıya tapınmak mıdır? İkisinin de aralarında “centilmenlik anlaşması olduğunun bilinmesine rağmen. İslam’ın tanrısı Allah şeytana ve kötülere karşı en sert tanrı olmasına rağmen şeytana “ikisince bilinen güne kadar” insanları yoldan çıkartma izni vermiştir. Bu da İslam’ın İran’ın Hürmüz’ünde kaldığını, ilahi işbirliğinin sürdüğünü göstermektedir. İslam ulemalarının İranlıları “kitab ehli” saydıkları konusunda peygamberden Hz. Ali’ye sayısız açıklamalar vardır. Böyleyse ben insanların aklına şaşarım. Din adına Ortadoğu coğrafyasında yapılan da başka bir şey değildir zaten.
Her ne kadar Kafirun S. (109:2)’de “ Kulluk etmem sizin kulluk ettiğinize!” Dese de, Kâbe şeytanı Hubel/ El Lah/ Allah Arapların ısrarı yüzünden, putları, ikonları imha edilmesi şartıyla İslam’ın tanrısı olarak kalır.
Peygamberin kabilesi Kureyşlilere “Kabenin korunmasından sorumlu oldukları için “Allah’ın Bekçileri” denildiğini, peygamberin babasının adının “Abdullah= Allah’ın Kölesi” olduğunu hatırladığımızda, Allah adının İslam öncesi Kâbe’nin 360 putunun başı, Yağmur, Yıldırım ve Kılıç ve Savaş tanrısı El Lah/ Hubel olduğunu hatırlatmış olalım.
Suriye Araplarının Yağmur, Yıldırım tanrısı Adad/ Hadad’ın adlarından biri olan “Er Ramman” adının farklı şivesi olan “Er Rahman” adı, Muhammed’in isteğine rağmen ikinci planda kalır. Ama Kur’anda “El Lah/ Allah” suresi yoktur ve “Er Rahman (55. Sure).” Suresi vardır. İslam’ın temeli sayılan “Besmele’de” kesinlikle “El Lah/ Allah” adı yer almaz.
“B’ism-el-lah-er-rahman-er rahim”
B’ism= Adıyla
El-lah= İlah, Tanrı
Er- rahman= koruyan, koruyucu (Rahm= Rahmet’ten türeme- Kullarına acıdığından Rahmeti bol veren, kıtlıktan, kuraklıktan koruyan. Esirgeme “kıskanç” manasında kullanılması Haşviyelik yani Allah’a insani sıfat yakıştırmaktır. Dinden çıkmaya delalettir.)
Er rahim= yaşamı içinde barındıran ve koruyan, rahim (Rahm kökünden türemedir. Allah’ın Rahim olması, yani yaşamı içinde barındıran, eskidiğinde bedenini yenileyen, yani ölümsüzlüğe sahip olması, insanları kendine benzer yaratması “Yaşayan Tanrı” olması, ilkesine uygundur.)
“Yaşamı içinde barındıran ve koruyan, koruyucu tanrının adıyla”
Bu da “tanrı yaşamı içnde barındırır, baki, sonsuz yaşamlıdır ve daime diridir” ilkesine uygundur.
Ya da İslam ulemalarının çevirisiyle;
“Rahman ve rahim olan tanrının adıyla”
Şimdi bu konuda yayınladığım bir yazımı buyrunuz;
a-Kur’an-ı Kerim Adının Mitolojisi ve Kuran’a Giren Put Allah;
“Er Rahman” adı Kuran’ın ilk surelerinde geçen addır. Fatiha Suresi “5.” Ayette ilk kez Besmele yer alır. Türkçe olarak “Bismillahirrahmanirrahim” olarak söylediğimiz bu bileşik kelimenin açılımı şöyledir;
B’ism-el lah-er-rahman-er- rahim;
134- Okuryazarlığı insanlara öğreten ThothYahudi Djehuti/ Lah/ Nebo/ Nebi/ İdris Peygamber/ Hürmüz v.s. / Tut/Tat/ Yehuti/ |
Çünkü İlah-El Lah ta Elif ile başlar. “Bİ=İLE” demektir. “İlah=El Lah=Tanrı” demektir.”Er Rahman=Koruyan” demektir.” Er Rahim=Koruyan ve Rahim demektir. Rahim burada “Koruma anlamında değildir. Hepimizin oluştuğu yer, “ana rahmidir.” Ana rahmi aynı zamanda “yaşamı içinde barındıran yaşam odasıdır.”
Çünkü tanrı kendi yaşamını kendi içinde saklar. Bedeni yaşlandıkça kendisini yeniler ve gençleşir, ebedi yaşamı böyle sürer. Bu durumda kelimelerin anlamlarını topladığımızda;
“Yaşamı içinde barındıran ve koruyan tanrının adıyla” olarak dilimize çevrilmesi uygundur.
Er, Elif ve RA ya da IRI diye söylediğimiz kelimedir.
Arap harflerinin “üç” anlamı vardır. Biri ses anlamı, ikincisi sayısal değeri, üçüncüsü ise sembol değeridir. Sembol değeri demek o harfi tarif eden doğal bir nesnenin şeklidir. Hayvan veya bitki olabilir.
Elif’in sembol değeri “Öküz başıdır” ve Öküz başı ile resmedilir. “RA-IRI” nın sembol değeri ise sadece “baş” tır. ER=Öküzbaşlı Baş demektir.
135- Öküz Başlı sinirli Japon tanrısı |
“A” harfi burada “Ayn” dır ve sembolü “Göz” dür.
“HA” harfinin sembolü, “ kıyametteki hüküm günü, yargı günü” dür. Fatiha Suresinde geçen “yevmi'd-dîn” hesap günü, kıyamet günü yargılama gününe karşılık gelir.
“Mim” harfi de Mısır hiyerogliflerinde de Arapçada da aynıdır. Sembolü “Sudur”. Su/Sular demektir.
“Nun-N” harfinin sembolü ise “yılan’dır. Zaten kıvrılmış yılan şeklindedir ve kuyruğu ile baş bölgesinde “mim=nokta” vardır. Bu yılanın başı olarak algılanabileceği gibi, yılanın yaşam alanı olan “Su” olarak yorumlanmalıdır. Ancak cümle yapımında bu kullanılmaz. Emin olunmak için konulmuş olabilir.
Anlamları topladığımızda;
“Rahm= Hüküm gününü gözleyen suların başı” anlamı çıkar. “An” ise “Elif+Nun=Öküzbaşlı yılan.”anlamına gelir. Ayrıca Sümer’İn baş tanrısı AN ve Mısır’ın Thoth/Lah’ının cehennemdeki görevlerinden biri olan adil yargıçlık görevindeki adıdır, “A’an”
Bu durumda, Kur’an açıklamasını yukarıda vermiştik. Hatırlayalım, “Ulu An’ın Cehennemi”
Bu tanımdan yola çıkarak, “Hüküm/yargı gününü gözleyen suların başı A’an” veya;
“Hüküm günün gözleyen suların başı, öküz başlı yılan” anlamını elde ederiz.
Öte yandan Rahman’nın diğer kelime anlamı da “esirgeyen’dir”. Yani “kıskanan, kıskanç” demektir.
Bu durumda baştaki “ER” takısını da “Öküz başlıların Başı” olarak başa koyduğumuzda,;
Dil bilimcilerce Arap adı da zaten,” Ra’nın öküz başlı sürüleri” olarak çevrilmektedir. Ve Araplara “Ra’nın inek sürüleri” de denilir.
Böylece,“Öküz başlı sürülerin kıskanç başı” anlamı da çıkarılabilir. Bu durumda “Er Rahman Tevrat’ın kıskanç, ruh hastası insan görünümlü yılan/ şeytan tanrısı olur. Ben şahsen bunu tercih etmem bence;
“Hüküm/yargı gününü gözleyen suların başı A’an” veya “Hüküm günün gözleyen suların başı, öküz başlı yılan” anlamları daha manidardır. Ama bu anlamları verilebiliyorsa yapacak bir şey yoktur. Kuran’ı yazanlar düşünsün.
Şanı yüce olan Allah kendini bunlardan tenzih eder ve O'nun yüce zatı, bunların böyle cahilce ve iftira edercesine vasıflandırmalarından mukaddes ve yücedir. Gerek zıtlık, gerek benzerlik ve aynı cinstenlik şekliyle olsun, her çeşit ortaklık ve aynı şekilde aynîlik ve aynı cinstenlikle ortaklığı gerektiren doğurmak ve doğmak gibi vasıflar haddi zatında ilâhlık vasfına uymayan, ilâh anlayışıyla çelişkilidirler. Bunlar bir çeşit noksan, acizlik ve ihtiyaç ifade e d en sonradan olma vasıflardır. İlâhlık gerçeği ise, her noksandan uzak ve yüce bir kemâldir. Şu halde Allah'ın zatı ve hakikati hakkında ortaklık ve çocuk mümkün değildir. Ve bunu anlamak için başka bir delile ihtiyaç da yoktur. Bizzat ilâh anlayışı bu imkansızlığı ispata yeterlidir. Zira ilâh anlayışında en yüksek bir yücelik ile bir yaratıcılık ve güzellik vasfı vardır… “
Enam 6:110-“Onlara melekler indirseydik, ölüler dirilip konuşsaydı onlarla, her şeyi toplayıp önlerine koysaydık yine de Allah dilemedikçe inanmazlardı. Fakat çoğu bilmez.”
Tanrıya inanıp bağlanmamız bile onun dileğine bağlı. Biz ne yaparsak yapalım O, bizi cehenneme tıkmak için, bizi bir hata ve kusura sevk etmenin yolunu bulacak demektir. Allah’a göre bunun güçlüğü de olmadığına göre onun dilemesinden başka yapacak bir şey yoktur.
Haksız da sayılmaz hani. Sen evrenin en güzel yerinde cennetler yarat, içine huri gılman, vildanlar doldur. Sonra ne dediğini bilmeyen, okuduğunu anlamayan ya da her konuda iyi olup hırsı ile Allah’ı tehdit edecek durumda olanlarla “iktidar kavgası” olmadan, sonsuz bir yaşam bir arada geçemeyeceğine göre o da kendi hesabını yapmıştır.
Buraya kadar Büyük-Küçük Köpek Takımyıldızlarından gelip gezegenimize yerleşmiş kolonici, sömürgeci gkösel kavimleri olan cinlere ve şeytanlara tapınma kültüne sahip kavbimlerin Allah, Dieu, God, Yahweh, Hıristo, Krist (Christ) adlarla çağırdıkları tanrılarının topunun şeytanlar ve cinler olduğunu gördük.
ŞEYTANA TAPAN HIRİSTİYAN MEZHEPLERİ
(Ötekileri başka bir şeye tapıyor sanki de.Güçlü kavimler zayıflara kendi dinlerini dayatınca, zayıflar fırsat bulduklarında dayatılan tanrıların "kötüsünü" seçerek kendilerini farklı kılmaya çalışmışlardır.)
Biraz da Mitra, Zerdüşt, Mecüsi ve Yahudilikten doğan Hıristiyan Şeytani Mezheplerini tanıyalım;
Biraz da Mitra, Zerdüşt, Mecüsi ve Yahudilikten doğan Hıristiyan Şeytani Mezheplerini tanıyalım;
a-MANİ DİNİ
Mani inanışından bahsetmek aşağıdaki konu için faydalı olacaktır;
Mani dini de Zerdüştlükten türetilmiş bir dindir ve tanrısının adı “Ohrmaz Bay/Hürmüz- Tanrı Ahura Mazda’dır”. Baş şahsiyet ilkel bir kişilik olan “Naşa Katmaya- İlk insan” ve “Ululuğun Babası’nın (Zurvan-Zervan) ortaya çıkmasıyla, ışıklar âlemini işgal etmekte ve ışığı tüketmekte olan karanlıkla savaşa girerek kendisini feda etmiştir. Urmuzd’un oğullarıyla karanlık dünyadan serbest bırakılmasına rağmen elbiseli ve silahlı olarak çağrılmıştır. Daha sonraları, oğullarının ışığın olduğu, geldikleri yere dönmelerinden sonra gelişen olaylarda maddeden kaçmaları yüzünden onlara “dünyanın ruhları” denilir.
Mani inananları Zerdüştlerde olduğu gibi sık sık birçok evrensel kişilikler tanımlamışlardır. Bunun nedeni de Mani dininin Zerdüşt Partlar döneminde doğması olabilir.
Mani dininin bu özelliklerinin başka bir sebebi de, Mani dininin, Budizm, Hıristiyanlık ve Zerdüştlük dinlerinin doğrudan sapmış olduklarını ve kendsinin onların eksiklerini düzelttiğini iddia ettiğinden kendisi de onların bütün evrendoğum- yaratılış efsanelerine sahip olması da olabilir.
Mani dininin dünyayı görüşünde “tanrısal aydınlık” ile karanlık iki rakip olarak karşı karşıya durur.
Bu ikisinin birbirleri ile mücadelesinde aydınlığın bir kısmı karanlığın içinde (dünyanın içinde) tutsak kalmıştır. Herhangi bir canı söndürmek, hatta bir meyveyi dalından koparmak bile tanrısal maddeye zarar verip aydınlığın tutsaklığını daha da uzatır. Işığın (aydınlığın) tutsaklığına ancak seçilmişlerin yardımı ile son verilebilir.
Seçilmişler hiçbir canlıyı incitmezler ve asla cinsel ilişkide bulunmazlar. Bu yüzden kendi başlarına geçimlerini sağlayamazlar ve “dinleyenler“ (bir tür asistanlar) onların ihtiyaçlarını temin ederler. (Budist/Jainist/Cinci rahiplerinin dilenmelerinden alınmış bir ritüel)
Seçilmişlerin sindiriminde ışık ile karanlığın birbirinden ayrıldığına, dua ve şarkı yardımı ile bu elde edilen ışığın tekrar tanrıya geri döndüğüne inanılır.
Ancak dinleyenler de günahlarını temizlemek için birçok enkarnasyonlardan geçmeleri gerekir. İnanca göre dünyanın sonunda ışık ile karanlık ebediyen ayrılacaklardır.
b-PAFLİKYANLAR
(Pavlusçular)
Zerdüştlük, Buda dini ve Hırisityanlık karışımı olan Mani inanışından türemiş, düalist-ikicil bir Ermeni mezhebidir. Pavlikyan, Bavlikyan veya Paulician adı ile bilinirler. İsa’nın öğretilerini Atina’ya kadar yayan aziz Pavlus’un öğrencileri anlamına gelmektedir.
Hz. İsa, o da, başında Güneş halesi ile ilahi nurla etrafını aydınlatmaktadır. Yanı, o da Nurcu-Aydınlatıcıdır.
Samsat’lı Pavlus ile alakalarının olmadığı bilinmesine rağmen onun öğrencileri olarak da nam salmışlardır. İnandıkları Pavlus’un hangi Pavlus olduğu karanlıktır. Paflikyan adı ilk kez İ.S.719’da
Ermeni kilisesinin Duin Sinod’unda kullanılmış,bu Sinod denen kişi de onlarla ilişki kurulmasını yasaklamıştır.
Manilikten kaynaklandığı zannı uyandıran Paflikyan öğretisi,”maddi varlığı olan tüm varlıklar kötüdür” demektedir.
Eshi Ahit’i yani Ahd-i Atik’i, İncil Tevrat’ını kabul etmezler, İsa’nın yeniden doğacağına inanmazlar.
Onlara göre İsa Tanrının yeryüzüne gönderdiği bir melektir ve gerçek annesi göklerdeki Kudüs’tür.
Gerçek öğretisi yaydığı inançtır. Ona inanmak insanı son yargıdan kurtarır, gerçek vaftiz-günahlardan mesh edilerek arınma onun sözlerini duymakla olur.
Haça değer vermezler, İsa’yı ret ettiği için aziz Petrus’un mektuplarına kıymet vermezler. Luka İnciline ve Pavlus’un mektuplarına değer verirler. Kiliseyi, dogmalarını, geleneklerini de ret ederler.
Kilise,ayinler,maddi her şey kötüdür.Herkes kutsal metinleri okuyup yorumlama hakkına sahiptir.Resim ve heykellere karşıdırlar. Mistik yetkilerin tümünü de ret ettikleri için dünyaya ait bütün değerlerden kendilerini arındırmışlardır.
Örgütlenmelerinde önde gelen kişileri tarikatın farklı yörelerindeki kurucularıdır. Bu kurucular, Aziz Pavlus’un öğrencileri ve ruhlarını onun öğrencilerinin ruhlarından almış olanlardır.
Toplantılarını da proseuchai-(PRUSUÇAY) dua evleri denilen yerlerde yaparlardı. Cem evleri gibi.
Azizlerden sonra konsül oluşturan “synechdemoi-(SNEÇDEMOY)Yoldaşlar ile toplantılarında düzeni sağlayan “notarioi-(notaryoy)-yani Noter-onaylayıcı, tasdik edici gelir.
*Baskı altındayken inançlarını saklamanın hatta ret etmenin gereğine inanırlar.Bu yüzden dışarıdan kiliseye bağlıyken de inançlarını gizlice sürdürmeyi başarmışlardır.
Düşmanları tarafından dua evlerinde bile ahlaksız davranışlarda bulundukları ileri sürülmüştür.(Bu suçlama günümüze kadar gelecek ve yurt içi ve dışında da sürecektir.)
Maddenin onlar için sadece simgesel bir değeri vardır. Bu inançları onların iktidar ve politik hakların varlık nedenini de inkâr ediyorlardı. Bu açıdan dinde,inançta eşitliğe dayalı bir kavram geliştirmişlerdi.
Bu hâkim olan Katolik öğretisine göre “eşitlikçi bir dinsel anarşizm” anlamına geliyordu.
En büyük amaçları, ırk ayrımından arınmış,inananların mistik birliğine ulaşmaktır.
c-GNOSTİZM
(Bilinircilik-Bilgiye tapmak)
Bilinircilik adıyla bilinen, kökleri Mitra/ Mihr/ Mehr dinine dayanan, İran üzerinden gelen Cin dini kaynaklı Sufi dervişlerinin öğretilerinden oluşan ilk Hıristiyan akımıdır. Tevrat’ın ilk “On Emir’in” hepsi Cin, Mitra ve Zerdüşt dinlerinde vardır.
Kelime anlamı olarak Yunanca Gnosticos-bilgiye sahip insan sözcüğünden türemedir. Tanrısal mutlak bilgiye bir anlık aydınlanma ile sezgiyle ulaşılabileceğini savunur. İsa’nın tanrının oğlu olduğuna inanmazlar, haç’a değer vermezler, İsa onlara göre sadece insandır. Çilecidirler, Grek uydurması Hıristiyan dogmalarına inanmazlar.
Sabilik, Manilik, Hermetizm inançları ile uyuşurlar.
Helenleşmiş Zerdüşt (Mecüsi)lük, platonculuk ve Yahudilikten etkilenerek oluşmuştur.
İran, eski Yunan-Grek, eski Mısır, Babil veya Yahudi kaynaklı olabileceği kanaati yaygındır.
İnançlarının temeli, ışık-karanlık, iyilik-kötülük, maddi beden ve evrenin kötülüğü-ruhun ilahi evrene ait olması yani ikicilik temeline dayanır. Ruhun bedende hapis hayatı sürdüğü, bundan kurtulmak için “ilahi bilgi” ye (Gnosis’e)ulaşmaktır.
İlk resmi Hıristiyan devletini ilan etmiş olan Ermeni kilisesi de “Gnostik” bir kilisedir.
Ölümü kurtuluş olarak görmesi ,insanlarda “intihar düşüncesini uyandırıp güçlendirmesi açısından sakıncalı ve sapık bir öğretidir.
d-UNİTARYANLAR
(Unitarianism)
Grek rahiplerince uydurulan, bu gün bütün dünyada yaygın olan Hıristiyanlık inancına havarilerden Aziz Pavlus’un soktuğu “teslis-üçleme” kavramını ret eden kavramlar Pavlus’un sağlığında başlamış ve ölümünün ardından sürmüştür.
İ.S.256 doğumlu (Saint Arius of Alexandria)-İkenderiye’li Aryus tarafından şekillendirilen, ”Tanrının birliği-Vahdet-i Vücut” anlamına gelen, teslisi ret eden, İsa’yı, insan, peygamber, kabul eden Tanrının birliğine dayalı bir Hıristiyan mezhebidir
İS.325’de İznik konsülünce iddiaları ret edilen Aryus’un öğretisi “Aryanizm” olarak da bilinmektedir.
İnsanın günahkar doğduğuna, günaha meyilli olduğuna, yazılan kitapların, yazarlarının insan olduğu için hata yapabileceklerinden doğruluklarına inanmazlar.
Tanrının birliğini, onu ve yarattığı insanları sevmeyi, ebedi hayatın sonsuzluğu kavramlarına inanırlar.
Dua etmenin tanrının işine karışmak olduğuna, ölüm sonrası ebedi hayatın olacağına, tanrının varlığına inançları nedeniyle cehenneme girmeyeceklerine ancak, yaşam kalitesi hakkında bir garanti olmadığını kabul ederler.
16.yüzyılda İngiltere ve İspanya’da matbaanın icadından sonra yaygınlaşmış, inananları çok ağır cezalara çarptırılmış, aforoz edilmiş veya öldürülmüşlerdir. Macaristan’da da Feredric David tarafından krala 1571 sonrası kabul ettirilmiştir.
Macaristan, Transilvanya, Polonya, İngiltere, Amerika’da kurdukları birçok teşkilat vardır.
e-BOGOMİLLER
10. Yüz yıldan başlayarak Bizans 'ta bulunan din adamları, Bulgaristan 'da " Bogomiller " adı verilen yeni bir dinsel akımın gelişmekte olduğunu fark ettiler. Akımın kurucusu Bogomil (Tanrı 'nın sevdiği) adında bir köy papazıydı. Yaklaşık 930 yıllarında papaz Bogomil yoksulluk, alçakgönüllülük, dua ve tövbe ile geçen bir yaşamı vaaz etmeye koyulmuştu
Bogomil 'e göre dünya kötüydü, çünkü İsa 'nın kardeşi ve Tanrı 'nın diğer oğlu olan " Satanael " (Şeytan) tarafından yaratılmıştı; Şeytan, Eski Ahitteki kıyıcı Tanrı " Yehova "dan başkası değildi. Büyük olasılıkla Bogomil, 6. ile 10. yüzyıllar arasında Anadolu 'da yaygın olan Paflikyanlar 'in ve Messalianlar 'in düalist inançlarından etkilenmişti. Bogomil akiminin inanışlarına göre Ortodoks kilisesinin törenleri, kutsal eşyalar ve ikonalar, aslında Şeytan tarafından yaratıldıkları için anlamsız ve yararsızdılar; Haçtan da nefret etmek gerekliydi, zira İsa Haçın üzerinde işkence çekmiş ve öldürülmüştü; Geçerli olan tek dua, gece ve gündüz dörder kez yinelenmesi gereken " Bizim Babamız " duasıydı.
Bogomiller 'in kozmolojik ilkeleri arasında Baba ile iki oğlu önde geliyordu. Baba süper kozmik yörelerde, İsa göklerde, Satanael adlı büyük oğul dünyada egemendiler. Satanael adı, " Tanrı 'ya karşı gelen " anlamına geliyordu. Çoğu Düalist topluluklar her iki oğlu da, küçüğünü sevgiden büyüğünü ise korkudan, yüceltiyorlardı
Bogomil 'e göre dünya kötüydü, çünkü İsa 'nın kardeşi ve Tanrı 'nın diğer oğlu olan " Satanael " (Şeytan) tarafından yaratılmıştı; Şeytan, Eski Ahitteki kıyıcı Tanrı " Yehova "dan başkası değildi. Büyük olasılıkla Bogomil, 6. ile 10. yüzyıllar arasında Anadolu 'da yaygın olan Paflikyanlar 'in ve Messalianlar 'in düalist inançlarından etkilenmişti. Bogomil akiminin inanışlarına göre Ortodoks kilisesinin törenleri, kutsal eşyalar ve ikonalar, aslında Şeytan tarafından yaratıldıkları için anlamsız ve yararsızdılar; Haçtan da nefret etmek gerekliydi, zira İsa Haçın üzerinde işkence çekmiş ve öldürülmüştü; Geçerli olan tek dua, gece ve gündüz dörder kez yinelenmesi gereken " Bizim Babamız " duasıydı.
Bogomiller 'in kozmolojik ilkeleri arasında Baba ile iki oğlu önde geliyordu. Baba süper kozmik yörelerde, İsa göklerde, Satanael adlı büyük oğul dünyada egemendiler. Satanael adı, " Tanrı 'ya karşı gelen " anlamına geliyordu. Çoğu Düalist topluluklar her iki oğlu da, küçüğünü sevgiden büyüğünü ise korkudan, yüceltiyorlardı
Bogomiller ne et yiyorlar, ne de şarap içiyorlardı; evliliğe de karsıydılar. Topluluklarında hiyerarşik bir düzen yoktu. Birbirlerine günah çıkartıyorlar, birbirlerini affediyorlardı. Zenginleri eleştiriyorlar, soyluları aşağılıyorlar ve sıradan insanları, edilgin bir direniş göstererek, efendilerine bas kaldırmaya davet ediyorlardı. Bogomil hâkiminin başarisi, Kilisenin zenginlik ve ihtişamı ile papazların değersizliklerinin yarattığı düş kırıklığından kaynaklanan toplu bir adanmışlıkla açıklanabilir. Ancak asıl etken, giderek yoksullaşan ve toprak köleliğine bile razı olan Bulgar köylülerinin, toprak sahiplerine ve Bizans işbirlikçilerine duydukları nefretti. Şeytanin yetkesini kabul ederek, onu ezeli ve mutlak bir Tanrı olarak görenler " Dragovitsa Kilisesi " adıyla örgütlendiler (Dragovitsa, Trakya ile Makedonya sınırı üzerinde bulunan bir köyün adıydı). Şeytani İsa 'nın kötü kardeşi olarak gören eski Bogomiller ise " Bulgarlar " adını aldılar.
Kaynak: httpr.html#ixzz1PZN9I6K4 Kaynak: http://www.msxlabs.org/forum/din-ilahiyat/19241-taraftari- kalmayan-din-ve-akimlar-bogomiller.html#ixzz1PZMrTG4r
Buraya kadar da Hıristiyan olup da açıkça “şeytana tapanların” mezheplerini yazdık. Bazı bilgilere göre bunlar tükendi ya da aramızda sahte Müslümanlar ve Hıristiyanlar olarak yer almaktadırlar.
Şeytana tapan ve şeytan taşlayan bu kavimlerin uydurma tufan efsanelerine göre, tufan peygamberi Nuh’un oğullarından Yafes’in oğlu Magog soyundan olduğu iddia ettikleri kavimleri de kıyamette “Yecüc- Mecüc Şeytanlarının” ordularında yer alıp Allah’a düşman ilan etmişlerdir. Türk Milletini de bu kavimlerden sayıp lanetlemişlerdir
Şeytana tapınıp da “şeytana tapınmayan Türkler ile iddia ettikleri soydaşarını” çirkin iftiralarla itham eden ve asırlardır fırsat bulduklarında Türklerden Moğollara, Japonlardan Kızılderililere yapılan soykırımların arkasında işte bu sapık iftiralar vardır. Bu yüzden de bu konuyu buraya almayı uygun gördüm;