NASYONALİZM-MİLLİYETÇİLİK
Ön Söz.
İngiliz rahip ajanı Hemper ile kurduğu Vehhabi dini ile İslam'a ihanet eden işbirlikçi Memet Abdülvehhap İngiliz Sir Percy ile. |
Nasyonalizm, milliyetçilik, Türklerin ve Müslümanların ürettiği bir ideoloji değildir. Osmanlı, İran, Afgan, Irak, Suriye, Mısır ve Balkan Türkleri Müslüman olduklarından ırka dayalı kültür geliştirmemişler, “Din Kardeşliği”, Ümmeti Muhammet” Muhammet’in dininde birleşenler ilkelerine bağlı olarak yaşamışlardır. Özellikle 18. Yüzyılda Osmanlı topraklarında ortaya çıkan , “Türkler Mecüc kavmidir, hilafet yapamazlar, hilafet (halifelik) onlardan alınmalıdır” ilkesi ile Osmanlı’ya isyan başlatan Vehhabi Beni Temim kabilesinin isyanlarının Arap yarımadasını, Suriye’yi ve Kuzey Afrika’yı kapsaması ile, peygamberin gerçek Ümmeti olan Araplar, Osmanlı’nın açtığı “Cihat” çağrılarına cevap olarak siyan etmişlerdir. 1805’de Osmanlı’dan çıkan Kafkasya’da İngilizler “Sami Irkına dayalı” ideoloji olan Vehhabilik Siyonizmini yaymışlardır.
Balkanlarda ise 1804-1827 arası Sırbistan, Karadağ ve Yunanistan kurma amaçlı isyanlar Rusya, İngiltere ve Avrupa ülkelerince desteklenmiştir. Bu akım, Romanya, Bulgaristan’ın da ayrılmasına uzanmıştır. Bu Osmanlı tebaları olan milletler, dinen Ortodoks Fener Patrikhanesine bağlanmışlar, isyanları bu patrikhane merkezli oluşturulan siyasi oyunlarla yürütülmüştür.
Buna Doğu Karadeniz Pontus Rum-Ermeni isyanları ile Doğu, Güneydoğu Ermeni, Nasturi, Süryani, Yezidi isyanları, Suriye Dürzi isyanları eklenmiştir.
Bu isyanlara, Fener Ortodoks Rum patrikhanesi ile işbirliği içinde olan, 1827- 1830’larda Yunanistan, Karabağ, Sırbistan’ın devlet olmayı başarmalarından iştaha kapılan ve devlet olmak isteyen Van Eçmiyazin (Ak Tamar) Ermeni katalikosluğu, Hatay ve Beyrut Hristiyan patrikhaneleri ve onlara bağlı olan kilise yapılanmaları da katılmışlardır.
Sırbistan ve Eçmiyazin kiliseleri ile Bulgar, Romen kiliseleri ağırlıklı olarak Rusya Başpiskoposluğu idaresinde olsalar da, çıkartılan isyanlara destek veren Avrupa Hristiyan mezheplerinin getirdikleri kilise bağışlarına konmak isteyen bütün azınlıkların hızla batılı mezheplere geçtikleri görülmüştür.
Avrupa kiliselerinin etkin olmasını istemeyen Osmanlı hükumetleri, hem yani bağımsız devlet olması hem de Hristiyan teba üzerinde etkisi henüz olmayan Amerikan Protestan kiliselerine izin vermiştir.
1815’de Beyrut’ta kurulan Amerikan ABCFM Protestan hareketi, 1850’lerden sonra tüm Osmanlı toprakları üzerinde 450’nin üzerinde dini okul açmış ve etnik ve dini milliyetçiliği desteklemiş, Osmanlı’nın çöküşünü hızlandırmıştır.
1912-1914 Balkan savaşları ile Osmanlı dünkü tebası olan yeni devletlere bile mağlup olmuş, toprak kaybına uğramış ve Balkanlardan çıkartılmıştır. Bunun Ermeni, Pontus Rum, Süryani, Suriye Arap Rumları, Keldaniler, Yezidi Kürtler, Dürziler üzerinde yarattığı heyecan Anadolu, Suriye, Irak, Arap yarımadasını isyanlara boğmuştur. Müslüman halklar bile milliyetçilik akımlarının getirdiği ve Balkanlarda olduğu gibi bağımsız milliyetçilik esasına dayalı devletler kurma hayalleri ile gayrimüslümlerle birlikte hareket etmişlerdir.
1914-1918 arası süren I.Dünya savaşında, Osmanlı’nın asker kaynağı sadece Türkler olmuştur.
1915 Çanakkale zaferinin ardından Enver paşanın Kafkas seferleri, Mustafa Kemal Atatürk’ün Doğu Anadolu ve Suriye seferleri (Yıldırım Orduları) ile doğu Anadolu, Rize’den beri doğu Karadeniz, Suriye kurtarılmış, isyanlar bastırılmış, özellikle, Sünnileri ve Türkleri “Faşist, sömürgeci” ilan eden Sosyal Demokrat Hınçak Partisi (1887), Taşnak Partisi (1890)ve Liberal Ramgavar Ermeni Partisi (1908) örgütlerinde toplanan, erkeksiz, silahsız Türk köylerini ve şehirlerini basıp yağmalayan, erkeklerini öldüren, kadın ve çocuklarını köle yapan, Türk ve Müslümanların cesetleri üzerinde zafer (!) yürüyüşleri yapan, masum halkı kitleler halinde öldüren soykırımcı isyancı Ermeniler ile onlara destek veren diğer etnik ve dini azınlıklar Suriye ve çevresine sürgüne gönderilmiştir.
Vehhabi ve Dürzi isyanlarıyla içeriden vurulan Osmanlı ordusu biraz da Almanların fazla asılmamaları ve Kudüs’ün İslam işgalinden kurtarılmasına hoş bakan Almanların ağırdan almaları ile 1917’de Süveyş Kanal savaşı kaybedilmiş, General Sör Allenby komutasındaki İngiliz orduları Suriye’yi işgal etmişler, 178.000 Ermeni sürgününü silahlandırarak Adana, Urfa yöresinde Ermeni devletleri kurmaları için isyanlar çıkartmışlardır.
30 Ekim 1918’de Mondros Anlaşması ile Osmanlı, 01 Kasım 1918 tarihinde de Almanya teslim olduklarını açıklamışlardır.
30 Ekim 1918'de Osmanlı teslim olunca dayatılan harita buydu. |
Böylece I.Dünya savaşı Osmanlı ve müttefiklerinin yenilgisiyle sonuçlanmıştır. Galip devletler de Osmanlıdan çıkan topraklar üzerinde devletler kurmuşlardır.
Milliyetçilik akımlarının Osmanlı’ya yansıması böyleyken, Avrupa’da da bütün feodal (tanrı ile kanbağı olan kralların ) devlet idareleri çökmüş, yerini milliyetçi, ulusalcı, faşist, sosyalist devlet idarelerine bırakmıştır. Her ne kadar İngiltere, İsveç, Danimarka gibi krallıklar kaldıysa da onlar da demokratik, parlamenter siyasal yapılara geçerek feodal idareyi sembolik kılmışlardır.
Milliyetçilik akımı ülkemizde “Kürt Milliyetçiliği” adı altında birleşen geçmişin Hınçak, Taşnak, Pontus ve Suriye Rumları, Kürt Yezidi ve Dürzilerin farklı tarikatları tarafından İslam Tarikatları adıyla sürdürülmektedir.
Benim şahsi görüşüme göre, 10 Kasım 1938’de öldürülen Mustafa Kemal Atatürk’ün ardından aslen Bitlis’li olan İsmet İnönü, Hınçak-Taşnak Ermeni solunu CHP’de örgütlemiş, 1971’de Bülent Ecevit ile bu yapılanma CHP içinde ve dışında 1967’de TİP’in bölünmesi ile ortaya çıkan Kürtçü sol fraksiyonlar, siyasi partiler, dernekler, sivil toplum örgütleri, yurt dışında Asala, 1984’de PKK ve 1987’de Asala’nın tasfiye edilerek PKK’ya katılması, 1980’de kapatılan CHP yerine kurulan SODEP=Sosyal Demokrat Parti (1983-1985), 1985’de Halkçı parti ile birleşen SODEP, Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SDHP) olan adını “SHP” olarak kısaltarak kendisini gizlemiştir.
1991 genel seçimlerinde PKK’nın siyasi partisi olarak da bilinen Halkın Emek Partisini (Hep) TBMM’ye sokan yine İsmet İnönü’nün oğlu Erdal İnönü ile Hemşin Ermeni’si olduğu Kürtlerce de yazılan Murat Karayalçın idaresindeki sözde vatansever bu parti Atatürk Cumhuriyetinden öç alırcasına hıyanet örgütünü devletin merkezine taşımıştır.
Ermeni kökenli 1980 cuntasının başı Kenan Evren'in devleti bölmek için hazırlattığı "8" eyaletli Türkiye haritası. |
Daha sonra HDP adını alan bu partinin kurucularından Kadir AKIN, 26 Aralık 2015’de yaptığı, Ulusal Kanal’da yayınlanan açıklamasında, “I.Dünya savaşı döneminde emperyalistlerin taşeron olarak kullandığı Ermeni Taşnaksütyun Partisinin devamı olduklarını, bu partinin eli silahlı çetelerinin o dönemin meclisinde (Meclisi Mebusan) olmasını örnek göstererek “Bugün Cizre’de, Silopi’de, Sur’da geçmişte Ermeni ve Rumlara yapılanlar tekrarlanıyor. Gerillanın meclise girmesi yeni değildir” ifadesini kullanarak niyetlerini açık etmiştir.( http://www.ulusal.com.tr/index.php?m=haber&id=86248&link=gundem/hdp-tasnak-partisi-yle-ayniyiz)
Osmanlı’da ilk Türkçülük ideolojisi Türkiye Cumhuriyetinde milliyetçilik Devletçilik, Atatürkçülük, Ülkücülük, Turancılık, Türkçülük, Türk Milliyetçiliği, Ulusalcılık adlarıyla yukarıdaki akımlara uygun olarak gelişmiştir. SSCB’de de Galiyevizm olarak kendini göstermiştir.
Galiyevizm;
1917 Rus Sosyalist Bolşevik devrimcilerinden Türk Sultan Galiyev’in geliştirdiği, milliyetçilik, vatanseverlik, Türkçülük, Turancılık temellerinde kurduğu Türk milliyetçiliğini Sosyalizm ideolojisine göre düzenlediği bir görüştür. Müslümanlara ve Müslüman Türklere yapılan Sosyalist propagandayı, İslam karşıtlığı şeklinde değil, İslam ile uyumlu olabilecek farklı yöntemlerin takip edilmesini Milliyetçilik ile Sosyalizmin birleştirilmesini, bu aşamadan sonra Komünizm aşamasına geçilebileceğini savunan farklı bir bakış açısıdır. Bu bakış açısı yüzünden de SSCB sosyalistleri içinde dışlanmıştır.
Şimdi, Wikipedia’dan yaptığım “Nasyonalizm=Milliyetçilik” akımı ile ilgili çeviri yazımı okuyabilirsiniz.
Alaeddin Yavuz
NASYONALİZM- MİLLİYETÇİLİK
Vatanseverlik duygusu, vatanseverlik hisleri, bayrak dalgalandırma, yabancı düşmanlığı, şovenizm, jingoizm (aşırı milliyetçilik) bunların aşırısı olan milliyetçilik korkutucudur.
Bunun aşırısı, özellikle başka milletler üzerinde üstünlük kurmaya işaret eden şeklidir.
Özel bir ülkenin siyasal bağımsızlığını savunmaktır.
Patriotism (vatanseverlik) ile karıştırılmamalıdır. Patriotizm, belli bir soya dayanmadan, ülkesini seven vatandaşların anavatan sevgisinde birleşmelerini ifade eden ideolojidir. Bu bağ, birinin kendi anavatanı ile ilişkili ırki, dini, gelenek, siyasi ve tarihi bakımdan farklı görüşlerini içeren bir bileşim (kombinasyon) olabilir.
Görüşün kaynakları;
Patriotizm görüşünün bazı ifadeleri arasında “toprak/ülke” elementine vurgu yapılır, toprağından, tarımından pastoral semboller üreterek anavatanını sevmek şeklinde olabilir. “Toprağına taşına ölürüm Türkiyem” gibi her milletin ülkesinin coğrafi, doğal güzelliklerini öne çıkartarak sevgisini ifade şeklidir.
Nasyonalist (milliyetçi), nasyonalizmin herhangi bir tanımı ile ifade edilebilir. Nasyonalizm, siyasal, sosyolojik ve psikolojik bakış açıları ile adlandırılabilen bir siyasal ideolojidir.
Savaş sırasında veya devletin bütün etnik, dini unsurlarını birleştirerek bir barış toplumu kurma amacıyla oluşturulabilen Milli Birlik, Milli Birlik Hükumetleri ile, dünyanın her ülkesinden olmasına rağmen işverenlere karşı tek sendikada toplanma ideolojileri ile Nasyonalizm karıştırılmamalıdır.
Nasyonalizm, özel bir milletin, anavatanı üzerinde egemenlik (kendi kendini yönetme) hakkını kazanmak ve bu yöntemle yükselmeyi hedefleyen siyasal ve ekonomik karakterli bir ideolojidir.
Siyasal ideoloji olarak Nasyonalizm, bir milletin, dış baskılardan uzak, “self determination=kendi kaderini tayin hakkı”na dayalı olarak kendi kendisini yönetme hakkını elinde tutmasıdır. Nasyonalizm, ortak atalardan gelme inancı merkezinde kültür, dil, din ve siyasi görüş gibi toplumsal karakterlere dayandırılarak ülkesinin dışındakilerle birleşmeyi isteyebilen “milli kimlik” oluşturma siyasetine de uzanabilir. (Kynk-Smith, A.D. (1981). The Ethnic Revival in the Modern World. Cambridge University Press.;- Triandafyllidou, Anna (1998). "National Identity and the Other". Ethnic and Racial Studies. 21 (4): 593–612)
Milliyetçilik, vatanseverlik duygularını körükleyen geçmiş ve yakın zamandaki milli başarıların verdiği gururla, kendi ülkesini kendi yöneterek milli üretim gerçekleştirmeye dayalı patriotizm* ile alakalı olarak milletinin kültürünü korumayı amaçlar.*( Nairn, Tom; James, Paul (2005). Global Matrix: Nationalism, Globalism and State-Terrorism. London and New York: Pluto Press.; and James, Paul(2006). Globalism, Nationalism, Tribalism: Bringing Theory Back In – Volume 2 of Towards a Theory of Abstract Community. London: Sage Publications.)
Tarihi olarak Nasyonalizmin çağdaş kavramı, yerel otorite, aile ve kendi toprağıyla ilişkili olan bir millet olmaktan daha büyük içeriğe sahip olarak 18. Yüzyılda şekillenmiştir.( Kohn, Hans (2018). Nationalism. Encyclopedia Britannica.)
Siyasi ve sosyolojik olarak milliyetçiliğin temelini ve kökenini anlamak için üç paradigma vardır. İlk paradigma, milliyetçiliğin doğal fenomenler olduğunu, milletlerin eskiden beri var olduklarını ileri süren primordializm (perennializm=ilkel, eskiye dayalı)dir.
İkincisi ise, milletlerin öznel sembolleri bağları yoluyla evrimsel olguları içinde yaşadıkları tarihlerini telkin ederek milliyetçiliği bir dinamik olarak açıklayan bileşim olan enhnosymbolism (ırksal sembolcülük)dir.
Üçüncü paradigma ise, var olan çağdaş toplumun sosyo-ekonomik ihtiyaçlarını içeren sosyal olgulara göre tanımlayan modernism (çağdaşlık)dir.
Milliyetçiliğin tiplerine baktığımızda 15 milliyetçilik tipi tanımlanmaktadır, bunlar;
1-Etnik Milliyetçilik (Irk, dine, tarihe dayalı)
2-Sivil “ (Sivil, yasal haklardan eşit vatandaş olarak yararlanma hakkına dayalı)
3-Yayılmacı “ (Milli duygularla yapılan yayılmacı, özerk, radikal, ilkel milliyetçilik)
4-Romantik “ (Bireyin kendi dini-ırki kimliğinin yasal olarak tanınmasını isteyen aydınlanmacı şekli)
5-Kültürel “ (Ait olduğu topluma kendi dini-ırki kimliğiyle katılımcı, sivil ve ırkçı olmayan şekli)
6-Devrimci “ (Mussolini tarafından açıklanan kökten milliyetçi, ırkçılık temelinde birleşme ideolojisi)
7-İleri-Sömürgeci “ (Post-colonnial Nationalism-II. Dünya savaşından sonra çıkan, sömürülen ülkelerin milliyetçilikleri)
8-Liberasyon (Özgürlükçü) Milliyetçilik (Irka dayalı sosyalist bir devlet kurma amacı güden)
9-Sol kanat “ (Sol kanat akıma dayalı olarak Küba Fidel Castro, İrlanda Sinn Fein, Fulgencio Batista tarzı milliyetçilik)
10-Liberal (Özgürlükçü) Milliyetçilik (Irk korkusu olmadan siyasi, felsefi temelde özgürlük, temel haklarda eşitlik gibi kavramlara dayalı olan milliyetçilik)
11-Milli Muhafazakarlık (Avrupa şartlarına uygun olarak, göçleri önleme, milli kimliği koruma amaçlı muhafazakarlık temelinde milliyetçilik)
12-Milliyetçilik bilgisine dayalı anarşizm okulu (Irk ilk ve en başta gelen şeydir, devlet asalaklardan kurtulmalıdır, ırka, dine dayalı bir devlet, federasyon veya özerk oluşum kurulmalıdır diyen bir zihniyet. Bu Avrupa Birliğinde 25 devlet, 500 etnik farklılık göz önüne alındığında, Asya ve Afrika ülkelerinde bile olası bir ideoloji değildir. Türkiye’de bile 36 etnik ve dini farklılık sayıldığında bizde de bu “ırkçı” milliyetçilik uygulanabilir değildir.)
13-Dini milliyetçilik (Din, mezhep, tarikat temelinde etnik milliyetçilik, ülkemizde Keldani, Süryani, Ermeni milliyetçiliği gibi)
14-Pan-Nationalism (Başka din ve kültürlerce ele geçirilmiş Slav milliyetçiliği tarzı “tek millet” milliyetçiliğidir.
15-Sürgün-Gurbet (Diyaspora) Milliyetçiliği (Benedict Anderson’un teorisi olan, ABD gibi uzak ülkelerde yaşayan Yahudi, Ermeni gibi milletlerin milliyetçiliğidir)
MİLLİYETÇİLİĞİN TERMİNOLOJİSİ
Nation (Milliyet) 1800’lerden önce Avrupa’da bir ülkenin ikamet eden vatandaşlarını tanımlamak olduğu kadar onların ortak tarihlerini, hukuklarını, dillerini, siyasal haklarını, dinlerini ve geleneklerini içeren günümüzdeki çağdaş tanımına yakın olarak ifade etmekte kullanılıyordu.( Gat, Azar (2012). Nations: The Long History and Deep Roots of Political Ethnicity and Nationalism. Cambridge University Press. p. 214.)
Nasyonalism(Milliyetçilik), daha eski bir kavram olmasına rağmen asla, 1844’de tarihlenen İngilizce bir terim değildir. Sadece 19. yy. da önemli olmuştur. Terim, 1914’den sonra çağrıştırdığı anlamın dışında artarak olumsuz anlam kazanmıştır. Glenda Sluga, Yirminci yüzyıl, büyük küreselleşme çağında dahi nasyonalizm derin bir uyanış çağı olmuştur, der.( Glenda Sluga, Internationalism in the Age of Nationalism (University of Pennsylvania Press, 2013) ch 1)
TARİHİ
Nasyonalism (Milliyetçilik), 18. Yüzyılda milli siyasal özgürlük, kendi kaderini tayin hakkı gibi çağdaş kavramlarla ifade edilen bir duygu olsa da eski çağlardan beri medeniyetin tekrarlayan bir yönüdür.( Hans Kohn, The idea of nationalism: A study in its origins and background (1944).)
Milliyetçi hareketler, İran’ın Sasani çağı ile tekrar ortaya çıkan Pers kültüründeki Yahudi isyanlarında, 4. Ve 5. yüzyıllarda Batı Roma İmparatorluğuyla tekrar beliren Latin Kültürlerinde olduğu gibi diğer kültürlerde de olduklarına dair örnekler verilebilir.
Modern çağlarda 1804-14 arasındaki Rhine konfederasayonuyla Almanya’nın Napolyon tarafından kontrol edilmesine karşı çıkan, Alman Milliyetçiliği örnek verilebilir.( Gregorio F. Zaide (1965). World History. . p. 274.)
Linda Colley, “İn Britons Froging the Nation 1707-1837 (İngilizlerde 1707-1837 arasında Milli Şekillenme)” (Yale Unv.Press 1992) kitabında Milliyetçiliğin 1700’lerde ortaya çıktığını, 1830’l,arda İngiltere’de tam haline ulaştığını keşfetmiştir.
Tipik olarak tarihçiler milliyetçiliğin Avrupa’da (1789) Fransız devrimiyle başladığını, sadece Fransız devrimine değil Alman, İtalyan ve diğer Avrupalı entelektüellere de vurgu yaparak yazarlar.( Raymond Pearson, ed., The Long-man companion to European nationalism 1789–1920(2014) p. xi, with details on each country large and small.)
Bazı tarihçilere göre de Amerikan devrimi çağdaş milliyetçiliğin erken şeklidir.( "Nationalism in Europe and America | Lloyd S. Kramer | University of North Carolina Press".University of North Carolina Press. Retrieved2017-10-12.)
Sanayi devriminin ortaya çıkmasıyla ekonomi ile çevresi sarılmış entegre milliyetçilik halkın günlük yaşamında belirmeye başladı ve insanlar, daha küçük olan, aile, köy, kasaba, vilayet merkezli tanımlar yerini bütün olarak bir milliyetçilikten bahsetmeye başladılar.
Sevilen Vatansever Milliyetçiliğin İngiltere de ortaya çıkması 18.yy. ın ortalarını buldu ve aktif olarak hükumet, yazarlar, entelektüeller tarafından işlendi. Union Jack (İngiltere ve sömürgelerini temsil eden günümüz bayrağı) 1801’de milli olarak kabul edildi. (Nick Groom, The Union Jack: The Story of the British Flag (2007).) Thomas Arne milliyetçi şarkıları olan “Rule, Britannia” yı 1740’ta besteledi.( Scholes, Percy A (1970). The Oxford Companion to Music (tenth Edition). Oxford University Press. p. 897.) ve karikatürist John Arbuthnot, İngiliz milli karakterini yansıtan John Bull karaktrerini 1712’de kişileştirdi (Newman, Gerald G. (1987). The Rise of English Nationalism: A Cultural History, 1740–1830. New York: St. Martin's Press)
18. yüzyılın geç dönemleri yayılan Amerikan ve Fransız devrimlerinin etkisiyle vatansever milliyetçilik çırpınışlarıyla geçti.( Dictionary of Politics, "French Revolution... It produced the modern doctrine of nationalism, and spread it directly throughout Western Europe ...", Oxford, 2009)
Prusyalı (1815 öncesi Almanya) alim Johann Gotfried Herder,(1744-1803) 1772’de yaygın olan dilin önemine vurgu yapan “Dilin Kökeni Üzerine Tez” ini yayınladı. Buna vatanseverlik ve milliyetçilik kavramlarının önemlerini “ vatanseverlik ruhunu kaybeden, kendini ve bütün dünyada kendini temsil eden ruhunu kaybetmiştir” şeklinde vurgulamayı da ekledi.
19. YÜZYIL
Milliyetçi siyasal gelişmeler, Halk Egemenliği kavramının itici gücüyle ırkçı/milliyetçi devrimler Avrupa’da zirveye ulaştı. 19. Yüzyıl boyunca milliyetçilik, I. Dünya Savaşını belirleyen etkenler listesinin en yüksek tipik tarihi, siyasi toplumsal güçleri olmuştur.( Gillette, Aaron (2006). "Why Did They Fight the Great War? A Multi-Level Class Analysis of the Causes of the First World War". The History Teacher.40 (1): 45–58.)
1800-1806’da Napolyon’un İtalyan ve Alman topraklarını fethi, milli birlik isteklerini ve milliyetçiliği tetikleyen bir rol oynamıştır.
FRANSA
Milliyetçilik, Fransız devrimiyle Fransa’da erken bir ifade şekli kazanmıştır. 1793’de hükumet halkı hizmete davet eden bir yığın milli hizmet çağrısı(Levee en Masse) yayınlamıştır;
“Bundan böyle, düşmanlarımız cumhuriyetin topraklarından çıkartılıncaya kadar, bütün Fransızlar sürekli askerlik hizmeti altına alınmıştır. Genç erkekler savaşa gideceklerdir; evli erkekler kollarını hastanelerde işleteceklerdir; çocuklar eski çamaşırları sökerek ipliğe çevireceklerdir; yaşlı erkekler, halka açık alanları onaracak, savaşçılarımızın cesaretlerini arttırmak için krallaraa karşı nefreti, cumhuriyetin birleştiriciliğini vaaz edeceklerdir.”( Moran, Daniel; Waldron, Arthur, eds. (2003). The People in Arms: Military Myth and National Mobilization since the French Revolution. Cambridge: Cambridge University Press. p. 14.)
Fransız devriminin kapanışına yakın zamanda milliyetçilik hız kazandı. Savaşlarda gelen bozgunlar ile toprakların elden çıkması milliyetçiliği güçlendiren en önemli etkenlerdi. 1871’de Alman bozgunu ile Fransa’nın elinden çıkan Alsace-Loraine bölgelerinin geri alınması için yapılan çeyrek yüzyıl boyunca güçlü bir motivasyon süreci yürütüldü. 1895’de Dreyfüs davaları, hükumetin düşürülmesiyle Alsace konusu gündemden düştü.( K. Varley (2008). Under the Shadow of Defeat: The War of 1870-71 in French Memory. Palgrave Macmillan UK. p. 54)
Milli anavatana ait toprakların geri dönmesi isteği ile Fransızların yarattığı en büyük tepki “Revanchism=İntikamcılık” di. Revanchism, ekonomik, siyasal coğrafi faktörler ile motive edilmiş, gücünü vatanseverlik ve misilleme düşüncelerinden alıyordu. Aşırı Revanchist ideoloji, açılacak bir diğer savaşın olumlu sonuçlar getireceğini umarak şahin siyaseti yürütme ideolojisiydi ve kaybedilen topraklarını geri alma, milli sınırların dışında kalmış milli, ırki unsurlarla birleşme ideolojisi irredentism ile alakalıydı. Revanchist ideoloji, ülke sınırları dışında kalmış toprakları, oralara yaşayan ırki unsurları bu ideolojide harekete geçirmeyi isteyen milli kimliğe dayalı milli devlet siyasetine dayanıyordu.
1804-1906 arasında yapılan savaşta sadakatsizlik ve ihanet davasına konu olan Dreyfus davası muhafazakar Katolik Fransız milliyetçilerinin esas konusuydu. Dreyfus, Fransız milliyetçilerinin gözünde dışlanmış bir yabancı, bir Yahudiydi, şüphelenilebilecek, güvenilmezdi ve Fransız değildi. Muhafazakar bakış açısıyla millete gerçek bağlılık, Liberal ve cumhuriyetçilerin eşitlik, özgürlük kavramlarını tehdit etti ve ülkenin yıkıma yönelmesini sağladı.( Jeremy D. Popkin (2016). A History of Modern France. p. 173. )
ALMANYA
1806’da Napolyon, Prusya’nın batı devletleri olan Almanya’da Orta çağa ait birçok kutsal eski yapıları ortadan kaldırdı ve Kutsal Roma İmparatorluğunu çözecek işler yaptı.
Akli yasal sistemleri önerdi ve dramatik değişikliklerin nasıl yapılabileceğini gösterdi. 1806 Rhine Konfederasyonu ile yaptığı düzenleme ile milliyetçilik duygusunu teşvik etti.
Milliyetçiler, birlik gücünü oluşturmak için milliyetçiliği erkeklik duygusu ile çevrelediler. Prusyalı Şansölye Otto Von Bismarck, Almanya’dan küçük eyaletlerde yaşayan milliyetçi Almanları heyecana getirmek, birleştirmek için Danimarka, Avusturya ve Fransa ile başarılı bir savaşlar serisi yürüttü. Bu savaşlara Alman soylular yeni bir Alman İmparatorluğu kurmak için gönüllü olarak katıldılar, bunların sonucunda Bismark 1871’de Avrupa barışı için bir denge haline gelebildi.( Hagen Schulze, The Course of German Nationalism: From Frederick the Great to Bismarck 1763–1867 (Cambridge UP, 1991).)
19. yüzyılda Alman milliyetçiliği, Prusya’da, Alman milliyetçiliğinin en yüksek amacının Alman devlet gücünün Alman olma ruhu ile gerçekleşebileceğini savunan Hegelcilerin merkezinde akademik seviyeye yükseltildi. Johan Gustav Droysen (1808-1884), Heinrich von Sybel (1817-1895), Heinrich von Treitschke (1834-1896) gibi üç büyük Alman tarihçisi de bunlara katılmıştı. Droysen, Avusturya’nın liberal görüşünü yetersiz, geri kalmış olduğunu söyleyerek Alman yenilikçiliğini etkin, ilerici,reformcu olarak tanımlayarak, liberallikten milliyetçiliğe geçiş yaptı.
Prusya kralı Hohenzollern’i ideal kişilik olarak tanımladı. 1855-1886 yılları arasında 14 ciltlik Prusya Siyasi Tarihi’ni (History of Prussian Politics) yazdı. Von Sybel, Prusya arşivlerinde milliyetçilik alimlerinin oluşturdukları yaygın kaynaklardan çeviriler yaparak Historische Zeitschrift’i yazdı. (Louis L. Snyder, Encyclopedia of Nationalism(1990) pp. 77–78, 381–82.)
En bilgili milliyetçi Alman tarihçi olan Treitschke, Berlin Üniversitesi ve Heidelberg’de büyük oranda seçkin öğrencilerini etkiledi. Coşkulu bir şekilde sosyalizm, pasifizim,İngiliz, Fransız ve Yahudiler ile enternasyonalistler ile parlamenter siyaset savunucularına saldırdı. Söylemek istediklerinin özü ise, Prusyalıların gözlemleri altında, birleşmiş, güçlü bir Almanya ihtiyacı olduğuydu. “Devletin gücünü arttırmak, onun en yüksek görevidir” diyordu. Oysa, kendisi, Çek kökenli Slav bir aileye mensuptu ve “Ben o profesörden 10.000 kez daha Alman’ım” diyerek kendisini Alman olarak yorumluyordu.( Snyder, Encyclopedia of Nationalism (1990) pp. 399–401)
İTALYA
İtalyan milliyetçiliği 19. Yüzyılda İtalya’nın Birleşmesine yönelik “Risorgimento=Diriliş,Yeniden Diriliş” adıyla ortaya çıktı. 1861’de İtalyan Krallığı devletini oluşturan İtalyan yarımadasındaki küçük devletçikleri birleştirme amaçlı entelektüel ve farklı eyaletlerce desteklenen bir hareket olarak belirdi. Risorgimento’nun esası orta sınıfa dayalı İtalyan milliyetçiliği üzerine kuruluydu ve zayıf kaldı (Silvana Patriarca and Lucy Riall, eds., The Risorgimento Revisited: Nationalism and Culture in Nineteenth-century Italy (Palgrave Macmillan, 2011).) Mezzogiorno adıyla anılan Güneyliler ile dindar Katolikler daima muhalif kaldılar. Yeni hükumet, gelenekleri, zayıf İtalyanca dilleri, ekonomik olarak fakir olmaları yüzünden güneylilere işgal edilmiş bölge muamelesi yaptı.
Liberaller, çok iyi organize olmuş Papa ve Katolik kilisesine daima kuvvetli muhalefet yaptılar. Papa, 1860’a kadar iktidarını korudu ve 1870’de İtalyanlar Roma’ya girdiler. Roma’yı kaybeden Papa, yeni hükumetin Liberalizmine daima kuvvetle muhalefet etti ve önerilen terimleri ret etti. Kendisini Vatikan’a hapsolmuş mahkum olarak ilan etti ve Katolikleri yeni hükumetin siyasetlerine katılmamaya, oy vermemeye çağırdı. Katoliklerin yabancılaştırılması 1929’’a kadar sürdü. Francesco Crispi idaresindeki Liberal hükumet Bismark’a özenerek siyaset alanını genişletti ve İtalyan milliyetçiliğini ateşleyerek yüksek derecede saldırgan bir dış politika izledi. Geri tepme ile sonuçlanan siyaseti kırıldı. Tarihçi R.J.B.Bosworth Crispi’nin milliyetçi dış politikasını;
“Faşist rejimle eşit olamayacak kadar saldırgan politikalar izledi. Avrupa’nın yangın felaketi hakkında neşeyle konuştu, Alman ve İngiliz dostlarını düşmanlarına engel olmaları için saldırıya geçmeleri için alarma geçiren önerilerde bulundu. Doğu Afrika’daki kolonici arzuları, Fransa ile ticaretini bozma siyasetleri oldukça aşağılayıcı ve yıkıcıydı. Crispi’nin toprak genişletme arzuları, Etiyopya İmparatoru Menelik’in 01 Mart 1896’da Adowa’da bozguna uğratmasıyla kesildi. Crispi’nin özel yaşamında üç eşli oluşu,kendini finanse etmesi gibi nedenlerle sürekli rezaletlerle anıldı ve şerefsiz bir emekliliğe mahkum oldu.( R.J.B. Bosworth (2013). Italy and the Wider World: 1860–1960. Routledge. p. 29.)
Bu gelişmeler esnasında sanayileşmiş kuzeylilerden, milliyetçilik karşıtı, radikal sosyalist değerlere sahip üçüncü bir muhalif grup ortaya çıktı ve Liberalizmi ret etti. I.Dünya savaşına Müütefiklerin yanında katılan İtalya vaat edilen toprakları alamayınca çabaları fiyasko ile sonuçlandı ve faşist rejimi getirecek Benito Mussolini’yi iktidar edecek kaldırım taşlarını döşedi. Bu da yüksek saldırgan milliyetçiliğin sonucu olarak II.Dünya Savaşında Hitler Almanyası ile müttefikliği, art arda gelen savaşları ve hayal kırıklığını getirdi ve aşağılanma ile sonuçlandı. 1945’de Katolikler tekrar iktidarı ele geçirdiler, tansiyon yatışır gibi oldu ama Mezzogiorno sefil ve gülünç bir halde kaldı.
Çalışan sınıflar, Roma’dan değil Moskova’dan etkilenmiş görünen Komünist partiyi oyladılar, Kuzey’in sanayileşmiş şehirlerinin desteği ile hükumeti elde tuttular. 21 yy. da Komünistler gittiler ama kültürel gerilimler Kuzey’da Padanya Milliyetçiliği (Kuzey İtalya devleti isteği) olarak kendini gösterdi.( Stephen Barbour and Cathie Carmichael, eds. (2000). Language and Nationalism in Europe. Oxford UP chapter 8. )
YUNANİSTAN
Yunanlıların Osmanlı’dan bağımsızlık istekleri 1820-1830’lar arasında Hristiyan batılılarca, özellikle İngiltere tarafından desteklendi. Yunan Milliyetçilerinin başarılı olabilmeleri için İngiltere, Fransa ve Rusya kritik zamanlarda araya girerek başarıyla sonuçlanmasını sağladılar. (Alister E. McGrath (2012). Christian History: An Introduction. p. 270)
SIRBİSTAN
Ortodoks Hristiyan Sırplar asırlarca Osmanlı İmparatorluğunca yönetildi. Osmanlı idaresine karşı Sırp Devrim hareketinin 1817’de Sırbistan Eyaletini doğurdu. Bu da 1867’de de facto Bağımsız Sırbistan’ı getirdi ve Sırbistan 1878’de uluslararası devlet olarak tanındı. Liberal Sırbistan Bosna-Hersek ile Eski Sırbistan olan Kosova ve Makedonya Vardar Ovası ile birleşmek istedi. Sırbistan ortak dil gerekçesiyle Habsburglar idaresindeki Hırvatistan’ı, ve Bosna’yı da kendisine katarak daha büyük bir devlet kurmayı savunmaya başladı. (Hajdarpasic, Edin (2015). Whose Bosnia? Nationalism and Political Imagination in the Balkans, 1840-1914. Ithaca and London: Cornell University Press. pp. 1–17, 90–126.)
1914’de Yugoslav devrimcileri Bosna’da Arşidük Ferdinand’ı öldürdüler. Avusturya-Macaristan Almanya destekli olarak Sırbistan’ı işgal etmeyi düşündülerse de araya Rusya girdi, bu yüzden I.Dünya savaşı ateşlendi, Avusturya devletlere bölündü.( Christopher Clark, The Sleepwalkers: How Europe Went to War in 1914 (2012))
1918’de Voyvodina bölgesi Avusturya-Macaristan’dan ayrıldığını, Sırbistan ile birleştiğini ilan etti, 01 Aralık 1918’de Slovak, Hırvat ve Sırp devletleri birleşti, devlet Sırp, Hırvat, Slovak Krallığı adını aldı. Daha sonra Yugoslavya olarak ad değiştirdi ise de Yugoslav kimliği itibar görmedi. II.Dünya Savaşından sonra Komünist Yugoslav rejim ilan edildi 1990’larda sona erdi.( Sabrina P. Ramet, Nationalism and federalism in Yugoslavia, 1962–1991 (Indiana Univ Press, 1992).)
POLONYA
Polonya’da milliyetçilik, tekrarlayan hayal kırıklıkları ile 1918’den önce çıktı. Avusturya, Prusya ve Rusya tarafından işgal edilip parçalara ayrıldı. Napolyon Varşova Dükalığını kurduktan sonra milliyetçilik ruhu ateşlendi. 1815’de Rusya Polonya Kongresi ile buna son verdi ve Rus Çarı Polonya Kralı ilan edildi. 1830, 1863-64’de çıkan milliyetçi ayaklanmalar Rus Çarlığınca sert bir şekilde bastırıldı, Polonya dini ve kültürü Ruslaştırıldı. I.Dünya savaşında Rus Çarlığının çökmesi üzerine büyük devletler Bağımsız Polonya’yı yeniden kurmak için anlaştılar ve bu 1939’a kadar sürdü. Bu anlamda bölgedeki Polonyalılar, ağır sanayileşmeye geçen Almanya’nın, 1870’lerde Bismarck’ın Kulturkampt adını verdiği, Almanya’nın Kutsal İttifak’ın başı olduğu yıllardan kalan, Vatikan’dan daha yetkili olarak eğitim ve kilise üzerinde etkili olma siyasetinin saldırısına uğradı. Polonyalılar Alman Katolik kilisesine katılarak Merkez Parti’yi örgütlediler ve Bismarck’ı yenilgiye uğrattılar. O da rahatsızlığa son vermek için Merkez Parti ile işbirliği yaparak cevap verdi (Richard Blanke, Prussian Poland in the German Empire (1871–1900) (1981))
19. yüzyılın geç ve 20.yüzyılın erken dönemlerinde Polonya Milliyetçileri Piast Concept’ini imzaladılar ve Polonya topraklarının üzerinde, modernleşme, batılılaşma, batı ile ilişkilerde Piast hanedanını yetkili kıldıklarını onaylamış oldular. Aslında Piast hanedanı 1000 yıl önce var olduğuna inanılan, “Polonya Polonyalılarındır” diyen Polonya milliyetçilerinin bir ütopyasıydı.
Jan Polawski, 1890’larda Piast Concept’ini geliştirdi, şekillendirdi ve Polonya Milli İdeolojisinin merkezi yaptı, bu ideoloji yönünde Roman Dmowski’nin başkanlığını yaptığı Endecja adıyla anılan Milli Demokratik Parti ortaya çıktı. Buna karşı olarak da çok çeşitli etnik gruplara sahip olan Polonya’da milliyetçilik olamayacağını savunan Jagiellon Consept’i ortaya çıktı.
Piast Jonsepti, bölünmüş Polonya’nın diğer yarısı Kresy’de, Polonyalıların diğer etnik gruplar üzerinde egemen olmasını savunan Jagiellon konseptine karşı durdu.
Jagiellon kavramı 1920-30’lu yıllarda resmi devlet ideolojisi oldu. Sovyet diktatör Stalin, 1943’de Tehran’da yapılan görüşmede, Polonyalıların Ukraynalılar ile Belarusların üzerinde hakimiyet tanıyan, batı sınırlarında yoğun değişikliği savunan Jagiellon kavramına karşı çıktı. 1945’de Sovyet destekli kukla rejim, “Polonya Milliyetçiliğinin Gerçek Mirasçıları” olduklarını savunarak kalben Piast Konseptini kabul etti.
Alman Nazi işgal dönemi dahil çıkan bütün ölümlü olaylarda Polonya’nın %99’unun Polonyalı olduğu tezi savunuldu.( Davies (2001-05-31). Heart of Europe. pp. 286–87.)
YAHUDİ MİLLİYETÇİLİĞİ
Yahudi Milliyetçiliği 19.yüzyılın ikinci yarısında Siyonist(Zionist) hareketle ilişkili olarak ortaya çıktı. “Zion=Sion=Siyon” terimi Kudüs şehrinin Tevrat’taki adıydı. Siyonist ve milliyetçilerin amaçlarının sonu Filistin’de egemen bir Yahudi Devleti kurmaktı. Yabancı yerlerde, baskılar altında gürültülü bir yaşamın yarattığı belirsiz şartlar, destekçilerini, İsrail’in doğum yerinde bağımsızlık ilanı taslağı hazırlamaya yönlendirdi.
Eski Tevrat metinlerinde birinci ve ikinci kez tapınaklarının yıkılışları efsaneleri Yahudi milliyetçiliğini özendirdi. Yahudi dini ve eskatologyasındaki birçok teoriler, bölgedeki hareketin destekçileri ve muhaliflerince öne çıkartıldı.
1789 Fransız devrimiyle Avrupa’daki Hükumdarlık ve yönetime karşı yeni düşünce akımları kıvılcımlanmıştı. Geleneksel Hiyerarşi temelli sistemdeki siyasal bireycilik ve devlet-vatandaş temelinde olan değişim Yahudileri ikileme düşürmüştü.
İkamet hakları ve temel yasayı sağlamaya gelindiğinde vatandaşlık esastı. Sırasıyla bu yasaları yapmaya başlanıldığında çok ama birçok Yahudi belirli milliyetleri tanımayı seçti. Yahudiler, millet esaslı devlet düzenine göre, seçkin bir dil ve tarih olması gerektiğinden, bunları göz önünde alındığında millet olma hakkına sahip olduklarına hükmettiler.
Tarihçi David Engel, çoğunluğu dünyanın her yerine dağılmış ve korumasız olan Yahudilerin tarihi metinlerindeki geleneklerine ve kehanetlerdeki korkuya göre Siyonizmi açıkladı.( David, Engel (2009). Zionism. Pearson Longman Publishing Group.)
LATİN AMERİKA
1810-1820’lerde Latin Amerika’da milliyetçiliğin yükselişi, İspanya’nın buradaki bütün kolonilerinde devrimleri ateşledi. 1798’den 1808’e kadar İspanya İngiltere ile savaş halindeydi ve İngiliz Kraliyet Donanması İspanya’nın kolonileriyle olan bütün bağlantısını kesti, milliyetçilik çiçeklendi ve İspanya ile ticaret askıya alındı. Koloniler İspanya’dan bağımsız olarak milli hükumetler ve cuntalar kurmaya başladılar. Hispanik halklar arasında bir bölünme patladı, kendilerine “peninsulares” diyen İspanya doğumlular ile ataları günümüz Kuzey Amerika, Orta Amerika, Asya ve Okyanusya’daki İspanyol topraklarında doğmuş olup, kökleri Habsburg İspanyol krallığının atadığı soylara dayanan “Yeni İspanyalılar “ olan Criollos (İng-creoles) olarak ayrıldılar. İki grup savaştılar ve criollos’lar bağımsızlık için savaşıyordu. İspanya bu savaşları durdurmak için ordularını göndermek istiyordu ama Avruap ülkelerinden hiç destek de alamıyordu. İngiltere ve ABD, İspanya’ya karşı birlikte oynadılar ve Avrupa ülkelerinin Amerika kıtalarındaki sömürgelerinde tekrar hakimiyet kurmalarını engelleyen Monroe Doktrinini desteklediler. İspanya, 1808-1826 arasında çıkan seri siyanlarlar Küba ve Puerto Rico dışındaki tüm kolonilerini kaybetti. (John Lynch, The Spanish American Revolutions 1808–1826 (2nd ed. 1986))
20. YÜZYIL
ÇİN MİLLİYETÇİLİĞİ
Asya boyunca milliyetçiliğin uyanışı kıtanın tarihini değiştirdi. Anahtar bölüm, çağdaş savaşta Avrupalı olmayanların askeri üstünlüklerini gösteren Japonların 1905’de Rusya’yı aldatıcı bir bozguna uğratmasıydı. Bu bozgun çabucak İran, Türkiye ve Çin’de yeni milliyetçiliğin ilanını getirdi. Çin’de Sun Yat Sen (1866-1925) Milliyetçi Halk Partisi Komintang’ı kurdu ve dışarıdan gelenlerin (Tunguz Türklerinin hanedanı- Alaeddin Yavuz) yürüttüğü çürümüş hanedana meydan okudu. Komintang Bildirisi şöyleydi;
“Bu andan itibaren, eskiyi yıkacağım ve yeniyi kuracağım, ve tespit edilen, iyi bir hükumet kurma, halkın sürekli barışı ve mutluluğu, devlet kurumlarının güçlendirilmesinden ibaret üç ilkeye göre Çin Cumhuriyetini kurmak, halkın kendi kaderini tayin hakkını sağlamak için var gücümle çalışacağım ve dünya barışı adına bu uğurda savaşacağım.”( Hans Kohn, Nationalism: Its Meaning and History(1955) p. 87.)
1949’da Pekin’de antiemperyalist, solcu öğrencilerin açıkladığı 04 Mayıs 1919 bildirisiyle Komünistler rejimi devir alıncaya kadar Komintang ülke genelinde yayıldı. 04 Mayıs hareketi Çin’in iç gericiliğine karşı ülke genelinde bir protesto hareketi olarak büyüdü ve aydın Çin Komünizminin kuruluşu olarak gösterildi. (Shakhar Rahav, The Rise of Political Intellectuals in Modern China: May Fourth Societies and the Roots of Mass-Party Politics (Oxford UP, 2015).)
Tarihçi Patricia Ebrey’e göre, Dört Mayıs Hareketi ile ateşlenen Yeni Kültür Hareketi 1920lerde ve 1930’larda giderek güçlendi;
Milliyetçilik, vatanseverlik, ilerleme, bilim, demokrasi ve özgürlük amaçları, sömürgecilik (emperyalizm), feodalite, diktatörlük, otokrasi, ruhbanlık, gelenekleri yüzünden bunlara körlemesine katılanlar da düşmanlarıydı. Aydınlar, çağdaş ve güçlü bir Çin’in nasıl kurulacağını, dünya milletleri ile yarışacak Çin devletinin nasıl korunabileceğini belirlemek için çabaladılar. (Patricia Buckley Ebrey, Cambridge Illustrated History of China (1996) p. 271)
AFRİKA
1880’lerde Avrupalılar bütün Afrika’yı böldüler (Sadece Etiyopya ve Liberya bağımsız kaldı). II.Dünya savaşının sonunda milliyetçilik akımları güçleninceye kadar yönettiler. 1950-1960’lkoloni holdingleri bağımsız devlet olmaya başladılar. İlerleme başlangıçta barış içindeydi fakat Cezayir’de, Kenya’da ve başka yerlerde kanlı sivil savaşlar oldu. (Alistair Horne, A savage war of peace: Algeria 1954–1962 (1977).)
Afrika boyunca milliyetçilik hareketi, dünya savaşında İngiliz, Fransız ordularından öğrendikleri ustalıkları kullandılar. Hareket, sömürgeci güçler ve onlarla geleneksel işbirliği içinde olan yerli işbirlikçilerin kontrolleri dışında birleşerek gelişti. Milliyetçiler geleneksel sömürgecilere ve yeni sömürgecilik sistemlerine karşı örgütlenerek meydan okudular ve sonunda onları kovdular. Bu gün bir çoğu ölmüş olan Avrupalı kolonicileri heyecanlandıran Afrikalı milliyetçilik hareketlerinin önderleri kontrolü ele geçirdiler. Milliyetçiler, merkezi hükumetler kurdular, onların gücüyle geçen on yıllar içinde milliyetçilik ateşiyle siyasal, eğitim, dini ve öteki toplumsal yapılanmaları devletin her yerinde kurdular. (Festus Ugboaja Ohaegbulam, Nationalism in colonial and post-colonial Africa (University Press of America, 1977).)
İngiliz sömürgesi olan Güney Afrika bu hareketten muaf kaldı 1931’de bağımsız oldu. 1948’den 1994’e kadar 17.-18. Yüzyıllarda bölgeye yerleşmiş Hollandalılardan oluşan ırkçı, Zencileri aşağılayan, köle gören Afrikanerlerce yönetildiler. Siyahi milliyetçiler 1994’de Nelson Mandela’nın başkanı seçildiği Afrika Milli Kongresinin başarıya ulaşmasına kadar bunlarla mücadele ettiler. (Nancy L. Clark and William H. Worger, South Africa: The rise and fall of apartheid (Routledge, 2013).)
ORTA DOĞU
Arap milliyetçiliği, Orta Doğu Arap halklarını güçlendirme ve özgürleştirme hareketi olarak, kendisinden önce 18. Yüzyılda başlamış bağımsızlık hareketlerinden esinlenerek 19.yy sonlarında ortaya çıktı. Osmanlı İmparatorluğu çöküşe geçerken Avrupa’nın büyük güçleri Ortadoğuyu bölüştüler, Araplar yabancıların yönettiklerinden çok kendi yönettikleri bağımsız milletler olmak istediler. Suriye 1920’de, Trans-Ürdün, sonradan Ürdün 1921-1946’da, Suudi Arabistan 1932’de, Mısır dereceli olarak 1922 ve 1852’de bağımsızlıklarını kazandılar. Arap ülkeleri arasında işbirliğini isteyen Arap Birliği 1945’de kuruldu.
Bu hareketlere paralel olarak 19. Yüzyılda Siyonist Hareket Avrupa’da çıktı. Yahudiler, 1882’lerde hakim oldukları Avrupa’dan Yeni Yahudi kurmak için Osmanlı İmparatorluğuna göçmeye başladılar. Çabalar, 1948’de İsrail Devletinin ilanıyla zirveye ulaştı. Bu hareket, Filistin, Arap milliyetçiliğinin bir parçasıdır anlayışı ile Araplar bölgeye işgal hareketi başlatarak karışıklık çıkarttılar. Kısmen başarılı olan bu atak sonucu on yıllardır Milliyetçi Yahudi ideolojileri ile Araplar arasında çatışmalar sürmektedir.
KOMÜNİZM SONRASI
1990’larda komünizmin çökmesinin arkasından aşırı milliyetçiliğin doğuşu vardır. Komünizm çöktüğünde birçok halk milliyetsiz kalmıştı. Komünizm idaresi altındaki halklar kendilerini özgürlüğü seçmekte ve birbirine entegre olmakta bulmuşlardır. Seçme özgürlüğü verilince uyuyan uyuşmazlıklar yükseldi ve ciddi karışıklıklar yarattı. Yugoslavya’da komünizmin çökmesi aşırı milliyetçiliğin yükselmesine ve ciddi karışıklıkların çıkmasına neden oldu.
Amerikalı siyasal teorisyen ve 1995’de best seller olan Jihad vs McWorld’un yazarı Benjamin R. Barber, 1992’de komünizmin çöküşüyle geniş halk kitlelerinin birleşmek, sınırları, kültürleri, ideolojileri yeniden çizmeye teşebbüs edebileceklerini ve bu yüzden küçük ölçekli savaşların yaşanabileceğini öngörmüştür. Ayrıca, komünizmin çöküşü “biz ve onlar” anlayışının yayılmasına da neden oldu. Hükumetler çoğunluk olan halk kesimlerinin isteklerine göre milli politikalarını şekillendirmeye teşebbüs eden araçlar oldular. Yeni çıkmış birkaç demokrasilerde ticaret yapma, ticaret, göç konuları üzerinde insan hakları konusunda farklı politikalar ortaya çıktı. Akademisyen Steven Berg, milliyetçi çatışmaların ayrı bir varlık ve özerklik taleplerinin kökleri olabileceğini hissetti. (Berg, Steven (1993). "Nationalism Redux: Through the Glass of the Post-Communist States Darkly". Ethnic Conflicts WorldWide, Current History: 162–166.)
Milliyetçilik, Komünizmin çöküşüyle ortaya çıkan siyasal ülke sınırlarının, etnik sınırlarla uyuşmaması yüzünden bazı etnik grupları hayatta kalmak için savaşmaya yöneltti. Ölümler, imha ile sonuçlanan bireylerin ve grupların inançlarına dayalı ciddi karışıklıklar sıklaştı ve yükseldi. Bunlar ortaya çıktığında demokratik ilerlemelerini düşürme riski taşıyan devletler karışıklıkları önlemekten aciz kaldılar.
Yugoslavya, Sırplar, Hırvatlar ve Slovaklardan oluşan üç halk grubu tarafından I.Dünya Savaşı sonrası kuruldu. 1971-1981 arası nüfus sayımında etnik olarak Yugoslav olanların 10 yıllık nüfus artış oranları yüzde 1,3’den 5,4’e yükselmiş olarak görülmüştü. Bu da bu devletin milliyetinin 50 yıldır dini, ırki seçkin gruplara bölünmüş olması demekti. Yugoslavya içinde, Yugoslavya’nın kalanından ayrılan Hırvatistan ve Slovakya’nın ayrılması, bölgenin önceki işgalinde görünmez bir çizgiydi. Kuzeybatıda olan Hırvatistan ve Slovakya, Rönesans, Fransız devrimi, Endüstri devrimi boyunca Katolikler, Protestanlarca işgal edilmiş ve demokrasi çağına kadar Avrupa’ya ayrılmıştı.
Geri kalan Yugoslavya Osmanlı ve Çarlık ordularında fethedilmiş, Ortodokslar ve Müslümanlar demokrasiye kadar az bir gelişme göstermişlerdi. 1970’lerde Yugoslavya içindeki ayrı toprakların liderlikleri diğer toprakların pahasına sadece toprak ilgisine bağlı olarak korunmuştu. Hatta Hırvatistan’da Hırvatlar ve Sırplar arasındaki topraklarda bölünme vardı ve herhangi bir siyasi karar ile karşı bitişikleri olan Bosna ve Hersek’te tansiyonu yükseltebilir, huzursuzlukları ateşleyebilirdi. Bosna’da Müslümanlar, Sırplar, Hırvatlar ve Yugoslavlar arasında liderliği yüklenebilecek bir çoğunluk yoktu. Topraklar içinde liderlikte uzlaşma sağlanamıyordu. Bunu yapmak için de gruplar arasında çıkartılan ciddi karışıklıklar ile bir kazanan bir de kaybeden gruplar yaratıldı. Etnik kimlikleri düzenlemek için bu politik duruş güçlendirildi. Bu yoğunlaşma Yugoslavya’da politik önderliği böldü.
1980’lerde Yugoslavya parçalara ayrılmaya başladı. Geçim şartları kötüleşmeye başladı. İhtilaflı topraklarda ırklar arası düşmanlık ve yoğun milliyetçilik teşvik edildi. Kuzeybatıdaki Hırvatistan ve Slovakya’da kişi başı milli gelir, güneyde yaşayanların aksine oldukça yüksekti. Geçim şartlarının ağırlaştığı Kosova’daki Sırplar ve Arnavutlar arasındaki uzlaşmazlıklar artan şiddetle karıştı. Yugoslavya’daki Sırbistan’da Aşırı milliyetçiliğin yükselmesi şiddetin yükselmesini getirdi. Kosova’da devam eden karışıklıklar Komünist lider Slobodan Miloseviç’in Sırp Milliyetçiliği propagandası yapmasına neden oldu. Voyvodina, Kosova, Karadağ’da Sırp milliyetçiliği bahsedilen nedenlerle yükseldi, Kosova topraklarının 4/8’ini elinde tutan Arnavutların Voyvodaina ve Karadağ’daki liderlerini dışladı. Komünist kontrol altında olmayan demokratik tek devlet Slovakya’ydı. Miloseviç’in Kosova’da üstün gelmek için milis kullanması Slovakya’da korkuya neden oluyordu. Yugoslavya’nın yarısı demokratik, öteki yarısı da milliyetçi ve otoriter rejim istiyordu. 1989 bunalımında Yugoslavya’dan ekonomik ve siyasal bağımsızlığını ilan etti ve ayrıldı. 1990’da komünizmin düşmesi zemininde birliği kurtarmak için Miloseviç’in bir kurum kurmasıyla Sırbistan’da Komünist Yugoslavya ile tam bir kırılma yaşandı.
1990’da bölgede hükumetin yapısını değiştirmeye yeltenen ırki olarak bölünmüş gruplarca bir uyarı verildi. Cumhuriyetin sınırları komünist rejim tarafından savaş sonrası dönemde aşırı savunmasız etnik gruplara karşın düzenlenmiştir. Komünizm sonrası yeni sınırlarda yaşayan herkes herkesle aynı kimliği paylaşmamaktadır. Denilmesi yeni hükumeti tehdit etmiştir. Mlioseviç öncesi ortaya çıkan bu uyuşmazlıklar onun rejiminin faaliyetleriyle halledilmişti.
Hırvatlar ve Sırplar hükumette çoğunluğu sağlamak için yarışıyorlardı. Yapılan seçimlerle Hırvat ve Sırp milliyetçilikleri de artmıştı. Sırbistan, kendi ırki bileşimine dayalı olarak kendi geleceğine karar vermek için ayrılmak istedi. Bu da Sırbistan’dan ayrılmak isteyen Kosova’ya cesaret verdi. Kosovalı Arnavutlar, Kosova’dan bağımsızdılar. Sırbistan da buna izin vermedi. Müslüman milliyetçiler de komşularınca tehdit edilen kendi topraklarının haritalarını yeniden çizmek istediler. Yugoslavya’da Komünizmin çökmesi aşırı milliyetçiliğin çıkmasına ciddi iç karışıklıkların doğmasını sağladı.
Milliyetçilik, tekrar hayatta kalma savaşı veren bazı gruplarda, inandıkları değer uğruna gönüllü olarak ölme gibi aşırı duyguların uyanmasına neden oldu. Komünizmin sonu bölgede uzun karışıklıklar ve savaşların sonu oldu. Çöküşü takip eden ilk altı yılda 200.000 ile 500.000 arası insan Bosna savaşında öldü, Bosnalı Müslümanlar, Sırp ve Hırvatların ellerinde acılar çektiler. Savaş Müslüman ve Ortodoks gruplara her yandan destek gelmesini de sağladı. Suudi Arabistan Bosna’yı, Rusya Sırbistan’ı, Merkezi Avrupa ülkeleri ve ABD de Hırvatistan’ı, Papalık da Solvakya ve Hırvatistan’ı destekledi.
21. YÜZYIL
21. yüzyıl Arap milliyetçiliği, 2010-2012 yılları arasında Arap Baharı olarak bilinen otoriter rejimlere karşı zirveye ulaşan ayaklanmalar sonucunda yerel milliyetçiliğe yönelerek düşüş göstermiştir. Arap milliyetçiliğinden etkilenmiş milletlerde artan bu isyanların başarısızlıkla sonuçlanması ile dramatik olarak milliyetçi hareket yerele dönüşerek azalış göstermiştir. Arap Baharının bir sonucu olan 2003 Irak işgali, Irak sivil savaşları ve Suriye’de tek uyumsuzluk şekline dönüşmüştür.
20. yüzyılda küreselliğin yükselişi Avrupa ve Kuzey Amerika’da popülizm ve milliyetçiliğin yükselişini getirmiştir. Bu eğilim ileride hızlanarak batıda terörizme (11 Eylül 2001 olayları gibi), artan iç karışıklıkların sonuçları batıya Müslüman göçmen akınlarına dönüşmüştür. (2016 kriziyle bu göç dalgaları zirveye ulaşmıştır).
Almanya’da Pegida, Fransa’da National Front, İngiltere’de İngiltere Bağımsızlık Partisi (U.K.İndependence Party) gibi siyasi ırkçı akımlar göç dalgalarını engellemek için yerel nüfuslarını koruma faaliyetleri ile önem kazanmışlardır.
Rusya’da milliyetçi duyguların istismarına izin veren Vladimir Putin bununla gücünü sağlamlaştırmıştır. Bu milliyetçi duygular 2014’de Kırım’ın Rusya’ya ilhakı ile sonuçlanmış Ukrayna’da benzer faaliyetler devam etmektedir. Avrupa’nın her yerinde olduğu gibi Polonya’da da milliyetçi hareket devam etmektedir.
2016 referandumunda İngiliz halk çoğunluğu İngiltere’nin Avrupa Birliğinden ayrılmasını (Brexit adını aldı) oyladı. Bu beklenmeyen sonuç popülizmin zaferi olarak görüldü.
2016 ABD başkanlık seçimlerinden, hiçbir siyasi geçmişi olmayan iş adamı Donald Trump, “Make America Great Again” ve America First” gibi popülist milliyetçi sloganlarla, küreselleşmeyi ret eden, sağlam milliyetçi söylemlerle katılarak kazandı. Onun bu beklenmedi zaferi, İngiltere’nin Brexit olayı ile aynı görüldü. (Barnett, Anthony (2017). The Lure of Greatness: England's Brexit and America's Trump. Random House.)
21 yüzyılın erken döneminde Japonya hükumetlerinde Nippon Kaigi (1997’de Şinzo Abe’nin da bulunduğu 37000 kişilik bir örgüt) gibi organizasyonlara geniş katılımlar sağlanmasıyla milliyetçi etkiler gelişti. Yeni hareket, Japonya’yı tarihi efsanelerine uygun olarak askeri bir güç haline getirmeyi ve güçlü Japonya fikrini ve ahlakını oluşturmayı destekliyordu. (Kato , Norihiro (12 September 2014). "Tea Party Politics in Japan". New York Times)
2016’da milliyetçi bir kampanya ile Rodrigo Duerte Pilipinler devlet başkanı oldu. Kendisinden önceki, Filipinler’i Amerika Birleşik Devletlerine bağlayan geçmiş devlet adamlarının aksine ülkesini ABD’den kopartarak Çin ve Rusya bloğuyla yakın bağlar kurmayı seçti. (Teehankee, Julio C. (2016). "Journal of Current Southeast Asian Affairs".Journal of Current Southeast Asian Affairs.)
2017’de Türk Milliyetçiliğini ilerleten başkan Recep Tayyip Erdoğan milli referandumdan beklenmedik güç kazanarak çıktı. (Kingsley, Patrick (17 April 2017). "In Supporting Erdogan, Turks Cite Economic and Religious Gains". NY Times.)
Dünya liderlerinin açıklamaları da birbirine karıştı. Otoriter, diktatör rejimlere karşı Avrupa Birliği ülkeleri endişelerini açıklarken Donald Trump ise tebrik eder hale geldi.
SİYASAL BİLİM
Siyaset bilimcilerinin çoğu çağdaş milli devlet ve hükümdarlık kavramının temelleri hakkında teorilere sahiptirler. Siyasal bilimlerde milliyetçilik kavramı bu teorik temellerden çıkmaktadır. Machiavelli, Locke, Hobbes, ve Rousseau gibi filozoflar, devlet idaresini yönetenlerle bireyler arasında yapılmış bir sözleşme haline getirdiler.( Miller, Max (31 March 2016). "The Nature of the State". Oxford Bibliographies. Retrieved 18 May2017.)
Alman filozof Weber, yaptığı en genel devlet tanımında “insan topluluğu, belirli bir toprak üzerinde yasal fiziksel şiddetin bir tekelin elinde olmasını istemektedir” der(Weber, Max (1994). Weber: Political Writings. Cambridge: UK: Cambridge University Press. pp. 309–331.)
Benedct Anderson 1983’de yazdığı ve 1991’de ekleme yaptığı kitabında milletleri “İmagined Communities” (Hayali Topluluklar), olarak adlandırmış ve sosyal olarak inşa edilmiş kurumlardır diyerek tanımlamıştır.( Anderson, Benedict (2006). Imagined Communities: Reflections on the origins and spread of nationalism. Verso Books.)
Birçok bilgin, devlet inşa etmek, savaş ve milliyetçilik arasındaki bağlara dikkat çekmiştir. Bir çok bilgin, Avrupa’da milliyetçiliğin vge çağdaş devletin gelişmesinin nedeni olarak savaş tehdidini gösterir. “Dış Tehditlerin, derin manada var olan bir milletin, tehdidi altında bulunduğu milleti başarıyla bozguna uğratmaktan ve egemenliğini tanımaktan endişe duymasını sağlaması yüzünden milliyetçilik güçlü etki yapmaktadır. “ Dış tehditlerin artması, devletin dışlama kapasitesini de arttırır. Jeffrey Herbst, dış tehdit eksikliği olan Alt Sahra Afrika’sında bağımsızlık sonrası devlet milliyetçiliğinin ve hacminin zayıfladığına işaret eder(Posen, Barry (Fall 1993). "Nationalism, the Mass Army, and Military Power". International Security.18 (2): 80–124.)
SOSYOLOJİ (TOPLUM BİLİMİ)
Milliyetçiliğin sosyolojik ve çağdaş yorumuna göre bir toplum inşa edebilmek için, o toplumun çoğunluğunun ortak anlayabilecekleri ortak, genel merkezi bir dil, halkı birleştiren ve yönetebilen üstün egemen bir güç, kendi kendine yetebilen sanayi ve ekonomik bir güce sahip olması ile milliyetçilik çiçeklenebilir ve yükselebilir.( Motyl 2001, pp. 508–09) Çağdaş teorisyenler milliyetçiliğin, önceden sahip olunması gereken özelliklere sahip olmayan geleneksel toplumların aksine, çağdaş toplumlarda bunun olabileceğini not etmişlerdir. Kendi kendine yeten çağdaş ekonominin eksikliği olan ve çok dilli olan toplumların da birbirleri ile iletişim kurarak bunu gerçekleştirebileceklerini savunanların da olmasıyla otoriteler aralarında bölünmüşlerdir (Motyl 2001, pp. 508–09).
Milliyetçiliğin modernist yorumunu geliştiren bazı teorisyenler, Carlton J.H.Hayes, Henry Maine, Ferdişnand Tönnies, Rabinranath, Tagore, Emile Durkheim, Max Weber, Arnold Joseph ve Talcott Parsons’tur.( Motyl 2001, pp. 508–09)
Henry Maine, tarihi analizlerinde insan toplumlarında değişikliğin ve gelişmenin sağlanabilmesi için, temel ayrımın, aile birliği üzerine kurulu, topluma ve bireye etkin roller dağıtan geleneksel “statü” toplumları ve akılcı toplumsa sözleşmelerle belirlenmiş, bireylerin ilgilerini çekebilen sosyal ilişkilere sahip çağdaş “sözleşme toplumları” olarak tanımlamıştır. Maine, toplumsal gelişmenin geleneksel toplumdan sözleşmeci toplumlara doğru gelişme gösterdiğine işaret etmiştir.
Ferdinan Tönnies, “Gemeinschaft und Gesellschaft (1887)” adlı kitabında “gemeinschaft=community=Devlet /toplum” u, geleneksel devlet toplumlarına atfen hissi bağlar üzerine kurulu olarak tanımlarken, “Geselschaft=Society(Sosyete)=Toplum’u, şahsi olmayan çağdaş toplum olarak yorumlamıştır. Modern toplumları avantajlarını överken, kişiliksiz, soğuk doğaları yüzünden eleştirmiş ve geleneksel toplumların sıkı fıkı ilişkilerini övmüştür.( Motyl 2001, p. 510.)
Emile Durkheim, Tönnies’in yabancılaşma teorisini geliştirmiş, çağdaş ve geleneksel toplumlar arasındaki farklılıkları, “organik dayanışma(organic Solidarity)üstüne kurulu toplumlara karşı “mekanik dayanışma (mechanical Solidarity)“ üstüne kurulu toplumlar olarak tanımlamıştır. (Motyl 2001, p. 510.) Durkheim, mekanik dayanışmayı, ortak görüşlerin sürdürülebilmesi için gerekli olan töre, yaşam şeklini zapt etmek olarak tanımlamıştır. Durkheim, organik dayanışma toplumunu da, yabancılaşmayı belirleyen farklılıklar üzerine kurulu, işgücüne göre ayrılmış çağdaş toplumlar olarak tanımlamıştır. Durkheim, geleneksel toplumda, toplumsal entegrasyonun/bütünleşmenin sağlanması için sosyal düzenin kabulünü gerektiren otoriter kültürün istenildiğinde ısrar etmiştir. Durkheim, çağdaş toplumun bütünleşebilmesi için iş gücüne dayalı bölünmenin yararlarının yanında çağdaş şehir yaşamının yabancılaşma gibi kişiliksiz bireyi soyutlayıcı, toplumdan soğutan karaktere sahip olduğunu da iddia etmiştir.( Motyl 2001, p. 510.)
Max Weber, gelişmiş çağdaş toplumların ve milletlerin, en üst devlet otoritesinde akılcı/rasyonel-yasal düzen kurabilen veya toplumda yeni gelenekler oluşturan karizmatik güce sahip önderlerin doğuşu ile sonuçlandıklarını savunmuştur. Weber’in bu karizmatik otorite kavramı, bir çok milliyetçi hükumetlerin temeli olduğu not edilmiştir.( Motyl 2001, p. 510.)
İlkel Evrimsel Yorumu
Milliyetçiliğin bir diğer yaklaşım da milliyetçiliğin biyolojik ve psikolojik uzun vadeli evrimsel yorumu olarak ortaya çıkmıştır. İlkel perspektif, evrimsel gelişim teorisi üzerine kuruludur. (David Goetze, "Evolution, mobility, and ethnic group formation." Politics and the Life Sciences(1998): 59–71)
Bu görüş halkın geneli tarafından sevildiyse de uzmanlar tipik olarak bunu ret etmektedirler. Laland ve Brown, sosyal bilimler ve profesyonel akademisyenlerin geniş çoğunluğu tercihen sınırlı kanıtlardan birçok durumda aşırı düşmanca geniş genellemeler çizen evrimsel yöntemi görmezden gelmektedir.( Kevin N. Laland; Gillian R. Brown (2011). Sense and Nonsense: Evolutionary Perspectives on Human Behaviour. Oxford UP. p. 2.)
Milliyetçiliğin evrimsel gelişim teorisi insanoğlunun, etnik bir gruptan veya diğer bir grubun şekillendirdiği etnik gruptan oluşmuş gruplar halinde tanımlamanın sonucudur. (Motyl 2001, pp. 272–73) Roger Masters, “The Nature of Politics=Siyasetin Doğası”nda, ırki ve milli kökenlerin ilkel açıklamasını, nesiller boyu süren, genel atalara kan bağı ile bağlı, kuvvetli hisler üzerine kurulu, tek olduğu düşünülen gruplara ait olmak şeklinde tanımlamaktadır. (Motyl 2001, p. 273.)
Milliyetçiliğin ilkel evrimsel gelişimi teorisi sıklıkla Charles Darwin olduğu kadar 19. Yüzyılın Darvin Toplumcularının teorilerine de başvururlar. Herbert Spencer ve Walter Bagehot gibi düşünürler, Darwin’in doğal seçim teorisinin, ırklar, milliyetler arasındaki farklılıklar yüzünden Charles Darwin’in Evrim Teorisi ile uyuşmadığı şeklinde tekrar yorumlamışlardır. (Motyl 2001, p. 495-496.) Çağdaş evrimsel gelişim bilimcileri kendilerini bu görüşlerin bazılarından uzaklaştırmışlar, Leda Cosmides ve John Tooby gibi evrim psikologları, çalışmalarında uzun vadeli evrim kavramını esas almamışlardır.( Motyl 2001, p. 268.)
İlkel evrimsel bakış açısından yaklaşıldığında, bir milletin sınırlarında yabancı askeri hareketlilik görüldüğünde karşılık olarak o millet grubunun da birleşerek hareketlenerek olayı provoke ettikleri görülür. Bireylerin gerçek acil olmayan veya acil ortamları tanımladıkları yaklaşık ortamlar vardır bu durumlarla yüzleşen bireyler genel durumun görsel ve nesnel bileşenleri bireyin kararlarını etkileyebilir. Böyle yaklaşık ortamlarda insanlar var olan durum üzerinde sezgileriyle kararlar verebilirler.( Motyl 2001, p. 272.)
Eleştirmenler, ilkel evrimsel yaklaşımların tarihi olayların değil evrimsel psikoloji üzerine temellenmiş olduklarını ve belirli bir bölgede istikrarlı olarak yaşayan nüfusun binlerce yıllık gözlemlenmemiş genetik bileşimleri ile bilinen tarihi süreçlerin şekillendirdiği kazanılmış olasılıkların elverişsizliğini tartışırlar. Robert Hislope de;
Kültürel evrimsel teori, sosyal biyoloji üzerine gelişimi ifade eder ama, insan işlerinde yakın tesadüfi etkenlerin rastlantısal etkileri ve evrimsel olmayan anlamları yüzünden teorinin açıklanmasının sonucu sınırlı kalmaktadır. Evrimsel gelişim teorisi şüphesiz bütün organik yaşamın gelişimini aydınlatır, açıklamanın merkezinden uzak, uzun süreçli bakış açısından bakılarak yapılacak makro düzeyde analizler çok iyi işlemektedir. Bu yüzden, mikro düzeyde doğada olan beklenmedik olayların noksanlarını göstermek zorunludur.( Robert Hislope "From Ontology to Analogy: Evolutionary Theories and the Explanation of Ethnic Politics: in Patrick James and David Goetze ed.Evolutionary Theory and Ethnic Conflict (2000) p. 174.)
İngiliz tarihçi G.P.Gooch 1920’de “vatanseverlik (patriotısm) insan toplulukları kadar eski, dereceli olarak topluluktan kabileye, şehirden devlete genişlemesiyle oluşmuş milliyetçilik, çağdaş dünyanın karmaşık zeka süreci arasındaki görünümünü kolayca söylenebilir işlevsel bir ilke yaptığını savunur.( G.P. Gooch (1920). Nationalism. p. 5.)
Marksist Yorumlar
Karl Marx ve Frederic Engels, “Komünist Manifesto” da “çalışan insanların ülkeleri yoktur” demişlerdir.(K. Marx, F. Engels. Manifesto of the Communist Party.)
Vladimir Lenin, “self determination=kaderini tayin hakkı” diyerek onları desteklemiştir.
Joseph Stalin, “Marksizm ve Millet Sorunu”(1913)nda, “millet ırksal veya kabilevi değildir ama tarih içinde bir halkı oluşturan topluluktur”; “bir millet, bir topluluğun geçici olarak değil, istikrarlı olarak toplu yaşamasıdır”; “bir millet, nesilden nesile tam bir bütünlük içinde çok uzun, sistemli toplumsal ilişkiler ile şekillenir. Bir millet, istikrarlı bir halkın belirli bir toprak üzerinde ekonomik yaşamını, genel kültürünü oluşturan psikolojik yaşamını düzenleyecek şekilde biçimlendirdiği genel bir dili olmasıyla şekillenir.( Stalin, Joseph. "Marxism and the National Question". marxists.org. Marxists Internet Archive. Retrieved 10 May 2016)
Nasıl olduysa Stalin 1929’da idarede saldırı altındaydı. Nikolay Bukarin’in* emekçi sınıfı yanlılığını, SSCB’nin kapitalizmden Sosyalizme geçişi sürecince devletin işçi sınıfı ile uyumlu ilişkiler içinde olduğundan beri “devlete karşı düşmanca eğilim” olmakla eleştirdi. 1936’da Stalin, devlet, kapitalist dünya tarafından çevrilmiş olsa bile, “komünist üretim sitemine” ulaştığında varlığını sürdüreceğini savunmuştur.
*1917 Devrimini yapan V.İ.Lenin, 1924’de zehirlenme, belsoğukluğu gibi hastalınlar bulaştırılmasıyla ölmüştür. Yerine geçen Gürcü Stalin, kendisini, devrimi tasfiye etmekle eleştiren Troçki ve Bukarin’i idam ettirmiştir. Alaeddin YAVUZ
Milliyetçiliğin Çeşitleri
Tarihçiler, sosyologlar ve antropologlar 1930’lardan itibaren milliyetçiliğin farklı tiplerini tartışmışlardır. Genel olarak milliyetçilik sınıflandırıldığında “sivil” veya “etnik” karakterde bir hareket olarak tanımlanmıştır. Bu ayırım 1lerde Hans Kohn tarafından batı dünyası için “sivil” milliyetçilik, demokratik olmayan veya gelişmemiş demokrasilerin olduğu doğu dünyası için de “etnik” milliyetçilik şeklinde tanımlanarak sevdirilmiştir. 1980’lerden beri de bir çok alim, sert bölünmelere ayrılmış, özel olarak tanımlanmış özelliklere işaret eden çeşitli milliyetçilik türleri önermişlerdir.
Medeni/Çağdaş Milliyetçilik ve Özgürlükçü Milliyetçilik
Medeni milliyetçilik (liberal milliyetçilik olarak da bilinir),eşitlik, katılımcı siyasal haklar ve benzeri siyasal işlemlere sadakati olan, bunlarda birleşmiş bir millete ait birey olarak kendilerini tanımlayan milliyetçilik anlayışıdır. Medeni milliyetçiliğin ilkelerine göre, millet genel olarak aynı ırki atalara ait değildir, millet kimliğinin özü ırki değil, siyasal bir varlık olmaktır. Milliyetçiliğin bu medeni kavramının örneklendirmesini Fransız tarihçi, Sami dilleri uzmanı, filozof ve yazar Joseph Ernest Renan 1882’de, bir toplumun birlikte yaşamayı isteyip istemediğini göstermek için bu gün “plebiscite=Plebisit=halk oylaması “ olarak kabul gören bir anayasal oylamayı işlediği “What is a nation=Bir millet nedir?” başlıklı dersinde örneklendirmiştir. Medeni milliyetçilik, II. Dünya Savaşında Amerikalıların Japonları, Çinlileri özel bir kampta toplaması, Almanların Yahudi kıyımları gibi “xenophobic nationalism=yabancı korkusuna dayalı milliyetçilik” değildir aksine, özgürlük, hoşgörü, eşitlik ve bireysel haklar gibi özgürlükçü değerlere sahiptir. Ernest Renan, ekonomist bir devlet memuru ve filozof olan İngiliz John Stuart Mill sıklıkla erken liberal milliyetçiliği düşünmüşlerdir. Liberal milliyetçiler, milli kimliği savunurlarken bireylerin milli kimliklere ihtiyaçları olduğunu ancak bunun da kendilerine ait özerk yaşamlarına yönelik olabileceğini, milli kimliği özellikle işlevsel kılabilmek için de özgürlükçü demokratik siyasetlere ihtiyaç olduğunu anlamlı şekilde savunmuşlardır.
Medeni milliyetçilik, zıttı olan etnik milliyetçilik ile biçimlense de akılcı (rasyonalist) ve özgürlükçü (liberalist) geleneklerle birlikte yürütülmelidir.
Medeni Milletin üyesi olmak Ernest Renan’ın “Whati is nation(1882)” dersindeki klasik tanımında olduğu gibi gönüllülük esasına dayanmalıdır. Renan, etnik köken, dil, din, ekonomik şartlar, coğrafya, iktidar hanedanı, tarihi, askeri işler gibi etkenlerin önemli olsalar da yetersiz olduğunu savunmuştur. Halk arasında, aklen ve ruhen onayın alınabilmesi için günlük bir halk oylaması yapılmalıdır. Medeni-milli idealle Fransa ve Abd’de olduğu gibi “temsili demokrasinin” gelişmesine esin kaynağı olmalıdır.
Alman filozof, Monika Kirloskar-Steinbach, liberalizm ile milliyetçiliğin uyuşmadıklarını, ama böyle olduklarını düşünenler olduğunu söylemiştir;
Milliyetçiliğin savunulması, siyasal felsefede gelişim sağlıyor görünmektedir.
Liberal milliyetçiler, birini, milliyetçiliğin çağdaşlığın bir patolojisi (hastalık teşhis bilimi) değil fakat, hastalığa cevap olduğunu düşünmeye zorlarlar. Onlar için milliyetçilik bir çocukluk hastalığı olmaktan çok, insanlığın bir kızamık hastalığıdır, Einstein bunu bir kez açıklamıştı. Onlar, bireyin yaşamdaki rolünü anlayabilmesinin yolunun milliyetçilik olduğunu savunurlar. Milliyetçiliğin savunulmasını özgürlüğün sınırları ile biçimlendirmeye uğraşırlar. Burada olması gereken esas istek, milliyetçiliğin şiddetten tiksindiğini göstermek olduğu kadar, devletin bütün vatandaşlarının felsefi referansları ile düşünülmüş haliyle eşit vatandaşlık, eşit haklara sahip olacaklarını seslendirmektir. Der.
Çevirmen Alaeddin Yavuz’un açıklaması;
Bu yazıda geçen “Medeni Milliyetçilik” teriminin yazıdaki İngilizce karşılığı “Civic Nationalism” dir. ”Civic=Kent, kente ait, kent kültürü yani Şehir Kültürü demektir. Medeni de Arapça Medine(Şehir demektir) şehrinden dilimize geçmiştir. Medine, Yahudi, Mecusi, Nasturi Hristiyanların yaşadığı bir şehirdi. Bu gün de o çağda da bütün şehirler farklı dini ve ırki köklerden olan insan gruplarının birlikte yaşadığı yerlerdi. Bir şehirde, etnik ve dini milliyetçilik azar, bir grup ötekilerine;
“-Haydi, burası bize ait, her şeyinizi alıp defolup gidin veya her şeyinizi bırakıp defolup gidin” dese, kimse bu teklifi hoş karşılamaz, uyuşma sağlanmazsa şehirde iç savaş çıkar. Örneğin, peygamber Muhammet, Medine’de yaşadığı “11” yıl içinde Beni Nadir Yahudileri ile geçinememiş iç karışıklık çıkarmış ve Beni Nadir Yahudilerini sürmüştür. Onlar da Mekke ve Hayber şehirlerine göçmüş, bu iki şehrin ele geçirilmesinde de Muhammet’e karşı savaşmışlardır. Hatta Hayber kalesinin fethinde, fetih sonrası kale komutanının karısı Zeynep’in zehirli kuzu eti ikram ederek peygamberin arkadaşlarını zehirlediğini, bu etten az yiyince zehri fark eden peygamberin bu zehrin etkisiyle beş yıl içinde öldüğü Arap tarihçilerince yazılmıştır. Medine=şehir kültürünü hazmedemeyen Muhammet’in bir hatası onun ve arkadaşlarının ölümüne uzamıştır.
Devletler de böyledir yeryüzünde tek bir dini, ırki gruba ait devlet yoktur. Hepsi dinen ve ırki karışık toplumlardır. Bir grup diğerini kovmaya veya haklarını kısıtlayıp köleleştirmeye, sömürmeye kalkarsa ülke parçalanma sürecine girer ve o devlet yıkılır, başka devletlerin idaresine girer. Bunu önlemek ve birlikte olmanın verdiği gücü, huzuru, zenginliği çözebilen toplumlar şehir kültürünü ve buna dayalı ulusalcı milliyetçiliği keşfetmişlerdir. Bu yazının bunu işlediğini anlamak çok önemlidir.
Medine ve devlet örneğinden devam edersek, Muhammet’in tebliğ ettiği dine muhalif olan Necran ve
Yemame Beni Temim Yahudileri İslam’a Ebubekir döneminde işgal sonucu kılıç zoruyla girmişler ve takiye ile yaşamışlardır. İslam’da ilk mezhep ve tarikatları bunlar çıkartmıştır. En son darbeyi de 1739’de Necran’lı (Şimdiki başkent Riyad) Mehmet Abdülvehhab’ın yaydığı, askeri olarak Yemame’li Beni Temim Yahudi kabile reisi Abdullah bin Suud’un askeri faaliyetleri ile Vehhabi İslam’ı ortaya çıkmıştır. Siyasal İslam olarak da bilinen bu akım 1746’da başlayan ilk Vehhabi isyanları ile büyümüş, başta İngiltere ve bütün Hristiyan sömürgeci batılı devletlerden aldığı destek ile “Hilafeti Türkler yapamaz, hilafet Osmanlı’dan alınmalıdır, 1000 yılından sonra İslam değişmiştir, İslam’ı ilk haline dönüştüren Vehhabi dinidir” diyerek kendilerini kafir, müşrik kabul eden Osmanlı hilafetine olduğu kadar onlara inanmayan Arapları da düşman bellemişlerdir. Şükrü Paşa’nın Mirat-ül Haremeyn kitabında geçtiğine göre, Mekke, Medine 1805-1815 yılları arasında idarelerine geçtiğinde birçok masum Arap Müslümanı öldürmüşler, mallarını yağmalamışlar, karı, kız, oğullarını köle yapmışlar ve bu yüzden hac “8” yıl yapılamamıştır. Birçok Türk askeri öldürmüşler, maaşlarını mecidiye altını olarak aldığını bildikleri Türk askerlerinin karınlarını yararak bağırsaklarında altın aramışlar, sayısız insanlık suçları işlemişlerdir. Sonunda işbirliği yaptıkları ülkelerin 1917’de Süveyş kanalı zaferiyle Osmanlı’yı mağlup etmelerinden sonra İngiliz, Amerikalıların destekleriyle geçici bir Suud Krallığı kurmuşlar, bu krallık 1932 yılında resmen tanınmıştır.
Bu gün de bu doğu kiliseleri Hristiyanlığı olarak bilinen, Süryani, Nasturi ve Ortodoks Yahudilik temelli Vehhabilik dini ülkemizde Nurculuk adıyla 1900’lerden itibaren yayılmış, Çerkez, Arnavut, doğu Karadeniz Pontus Rumları, Ermeni, Nasturi, Süryani, Yezidilerce benimsenmiştir. 1925-1938 yılları arasında cumhuriyeti yıkmak için 26 Kürt İsyanı, Karadeniz Pontus, Anadolu Rum isyanları çıkartmışlar, Mustafa Kemal Atatürk’e 41 suikast gerçekleştirmişler ve sonunda onun ölümünü zehirleyerek sağlamışlar, devlet idaresini ele geçirmişlerdir. 1950’den sonra hızlanan Vehhabi dininin İslam adıyla yayılması ülkemizin rejimini ve geleceğini tehdit etmektedir.
Medeni milliyetçiliği, her millete geldiği ifade edilen İslam ile kuramayan Muhammet’in İslam kültü ölümünde Mürcie ve Hariciye olarak iki mezhebe ayrılmıştır. Barışçı, eşitlikçi olan Mürcie mezhebi silinmiş, onu çağrıştıran Hanefi Maturidi İslam ilk mezhep olarak çıkmış, bunların sayıları “4” ile sınırlandırılmışsa da günümüz İslam dünyasını oluşturan 57 ülkede 1000’den fazla tarikat, cemaat oluşumu ile birliği, bütünlüğü kaybolmuştur.
İslam, bu gün kendi ülkesinde ve bütün İslam dünyasında silinmiş, yerini onun muhaliflerinin çıkardığı eski dinlerin sapkın geleneklerini barındıran, ırkçı, korkulan, köleci, yağmacı, talancı bir din kurmuşlar, bütün dünya milletlerini İslam’a küfür ettirir hale getirmişlerdir.
Bu örnekleri başka dinlerden ve milletlerden sayısız örnek bularak zenginleştirmek mümkündür. Çok ideal olarak bilinen Fransız devriminin, bazı ırkçı Fransızlarca yozlaştırılıp, kısa sürede Fransa’nın Napolyon ile Krallığa geçişi, Almanya’da, Alman olmayanların daha çok savunduğu Alman milliyetçiliği ile gelen Alman faşizmi, Stalin ile iktidarı ele geçiren Rus çarına bağlı subayların, sosyalizmi iptal edip Rus Faşizmini kurmalarını hatırlatabilirim. Bu örneklerin sonunda Fransa Napolyon İmparatorluğu, Büyük Alman imparatorluğu ve SSCB’nin yıkılmalarını aynı şekilde dünya tecrübe etmiştir.
Medeni milliyetçilik bu yüzden anlaşılması gereken, fedakarlık, karşılıklı hoşgörü ve anayasal güvenceler gerektiren, toplumsal birliği sağlayıcı bir anlayıştır.
İlle de milliyetçilik yapılması isteniliyorsa bu yapılmalıdır veya çağdaş, anayasal haklara, özgürlüklere dayalı bir hukuk devleti hepsinden iyidir ama milliyetçilik bulaşıcı bir hastalık olarak yayılıyorsa en mantıklı, adaletli, uygulanabilir özelliğe sahip olanı budur.
Nationalism/Etnik milliyetçilik ethno nasyonalism olarak da bilinir, millet yönünden milliyetçilik, etnisite/ethnicity(ortak toprağa, kültüre geçmişe, dile, yaratılış özelliklerine sahip ırk) teriminin içinde tanımlanmıştır. Etnik milliyetçilerin merkezi konuları ortak mirasa genel ortak dile, ortak imana, ortak ırksal atalara sahip olmaktır. (Muller, Jerry Z. "Us and Them." Current Issue 501 Mar/Apr 2008 9–14) Hatta, bu grubun üyeleri ile ataları arasındaki kültürel fikirleri de içine alır. Kültürel asimilasyon yoluyla bu milletin üyeleri olanları da içeren sırf milliyetin kültürel tanımından farklıdır ve özel bir dilin konuşanlarını da içine alan millet tanımına göre saf bir dilci tanımlamadır.
Madem ki milliyetçilik, bir ülkenin, bir ırkın diğerine karşı üstünlüğünü içeren bir inanca sahip, buna karşın bazı milliyetçiler de ethnocentric/ yabancı düşmanlığının üstünlüğüne ve korumacılığına inanırlar.
İkinci sınıf vatandaşlığın aşağılanması, özellikle azınlıkların milliyetçiliği dil ve dini azınlık kültürüne sadakat olarak tanımlamalarıyla, Almanya, Rusya, Osmanlı gibi çok kültürlü devletlere iter, zoraki asimilasyon nefreti getirir. (Timothy Baycroft, Nationalism in Europe 1789-1945 (1998) p 56.)
Siyasal egemen kültürel grubun milliyetçiliğinin esas bileşeni olan şey sadakatsiz, hain grupları en aza indirmek için asimilasyon yapmaktır. Milliyetçiliğin ikinci bir etkeni ise, hakim grubun komşu devletlerle yarışmasıdır, milliyetçilik özellikle ekonomik güç, askeri yiğitlik terimleriyle yapılan bir rekabeti içerir.( Baycroft, Nationalism in Europe 1789-1945(1998) p 58.)
Ekonomik Milliyetçilik
Ekonomik milliyetçilik, ekonomik vatanseverlik, iş gücü, sermaye yapılanması, fiyat tarifelerinin dahi devletçe tespit edilmesi, iş gücü, mal ve sermaye hareketlerinin devletçe kontrolü şeklinde ekonomiye, devlet müdaheleciliği ideolojisine atıf yapar.
Dini Milliyetçilik
Dini milliyetçilik, özel bir dini inancın, dogmanın milliyetçiliğidir, ortak dini inancın görüldüğü yerlerde yaşayan insanları millet olarak kabul ederek milli birliğin parçası görür, Suudi Arabistan, İran, Pakistan İslam Milliyetçiliği, ki Millet Teorisi(Müslüman ve Hinduları iki ayrı millet gören anlayış)gibi örnekler verilebilir.
Sol Kanat Milliyetçiliği
Sol Kanat Milliyetçiliği, sosyalizm ilkesinde birleşmişlerin antiemperyalizm ilkesine sadık kalarak kurdukları sosyalist devlet mantığı olan Sosyalist Milliyetçilik olarak bilinir ve Milli Sosyalizm(Nazizm) ile karıştırılmamalıdır.
Birçok milliyetçi hareket, kendilerine eziyet çektirmekle suçladıklarından, “kendi kaderini tayin hakkını” isteyerek, bağımsızlık savaşı ile özgürleşme görüşüne sahiptir. Anti revizyonist Marksizm-Leninizm bu ideolojiye yakındır, Stalin’in erken dönemlerinde yazdığı çalışmaları olan “Marksizm ve Millet Sorunu ve Tek Ülkede Sosyalizm’de, milliyetçiliği evrensellik bağlamında tanımlayarak, dini ve ırksal bölünmelere kapılmadan milli özgürlük için mücadele etmeyi ifade etmekte kullanılır.
Buna diğer bir örnek de Fidel Castro’nun 1959’da, 26 Temmuz Hareketiyle başlattığı Küba Devrimi,Cornwall’ınMebyon Kernow’u, İrlanda’nın Sinn Fein’i, Galler’in Plaid Cymru’su, Bangladeş’te Avami Ligi, Güney Afrika’da Afrika Milli Kongresi ve doğu Avrupa’daki bir çok hareketi ekleyebiliriz.
(Robert Zuzowski, "The Left and Nationalism in Eastern Europe" East European Quarterly, 41#4 (2008) )
Bölgesel Milliyetçilik
Bazı milliyetçiler belirli grupları dışlarlar. Bazıları da, milli birliğin gerçek parçası olmayan azınlıkları belirlemek için milli birliği ırki, dili, kültürel, tarihi veya dini bazıları da bunların bileşimleriyle tanımlarlar. Bazıları da üzerinde halen yaşadıkları topraklardan daha çok efsanelerdeki ülkelerinde yaşamayı isterler.( Smith, Anthony D. 1986. The Ethnic Origins of Nations London: Basil Blackwell. pp. 6–18.)
Bölgesel milliyetçiler, nüfusuna geçtikleri, ikamet ettikleri ve doğdukları ülkeye sadakatle bağlı olduklarını farz ederler. Sevilen ortak hatıralar millete kutsallık verir. Bölgesel milliyetçilik vatandaşlığı esas kılar. Bölgesel milliyetçiliğin kriterleri, ortak değerleri üzerine kurulu halk kültürü, nüfusun gelenekleri ve genel doğrularıdır.( Leoussi 2001, p. 62.)
Bütünleştirici Milliyetçilik, Eski Toprakları Alma Milliyetçiliği ve Tam Milliyetçilik
Bütünleştirici Milliyetçilik ve Risorgimento milliyetçiliği ile üç türlü milliyetçilik vardır. İtalya’da Risorgimento, Yunanistan’da, Almanya’da, Polonya’da ve 19. Yy. Amerikan Milliyetçiliklerinde olduğu gibi Risorgimento milliyetçiliği de liberal bir devlet kurmayı ararken, Bütünleştirici Milliyetçilik de bir milletin bağımsızlığını kazanıp, devleti kurmasından sonra sonuçlanır. Faşist İtalya ve Nazi Almanya’sı Alter ve Brown’a göre bütünleştirici milliyetçiliktir.
Bütünleştirici Milliyetçiliğin bazı özellikleri arasında bireycilik karşıtlığı, statism (devletin ekonomik sosyal politikaları tespit etmesi), radikal aşırıcılık, saldırgan askeri yayılmacılık vardır. Bütünleştirici milliyetçilik, sıklıkla, doğal uyuşmazlık noktaları bulunsa da faşizm ile örtüşür. Bütünleştirici milliyetçilik, bağımsızlık savaşı ile sağlamlaşmış, bağımsızlığı elde etmiş, yeni kurulacak devleti yaşatabilecek, güvenliğini sağlayabilecek kuvvetli askeri kültürel yapıya sahip ülkelerde ortaya çıkar.
Hatta, aşırı milliyetçiliği körükleyebilecek üstünlük duygularını verecek bazı özgürlük çabalarından sonuç almış olması da gerekir.
Pan-Nationalism veya Tam Milliyetçilik, geniş bölgeye yayılmayı örtmekte tektir. Tam milliyetçilik, etnik grupların daha çok salkımları üzerine odaklanır. Tam milliyetçiliğe Pan Slavizm bir örnektir. Amacı tüm Slav halklarını bir ülkede birleştirmektir. 1918’de güney Slavları Yugoslavya’da bunda başarılı oldular.(Ivo Banac, The National Question in Yugoslavia(Cornell University Press, 1984).)
Sömürgecilik Karşıtı Milliyetçilik (Anticolonial Natıonalism)
Milliyetçiliğin bu türü genelde savaş sonrası ortaya çıkar. Asya ve Afrika’da, yabancılarca boyun eğdirilmiş ulusların bir tepkisi olarak ortaya çıkmıştır. Hatta, Rus Çarlık imparatorluğu ve sonrası SSCB sonrası topraklarda, Ukrayna’da, Bolşevik Rus emperyalizmince İslam Marksizmine mahkum edilmiş topraklarda ortaya çıkmıştır. Bu tür milliyetçiliğin Hindistan alt kıtasında ortaya çıkan Mahatma Gandi tarzı pasif direniş kılıkları vardır.( Grant, Moyra. "Politics Review" (PDF). Politics Review. Retrieved 2011-04-16.)
Benedict Anderson sömürgecilik karşıtı milliyetçiliği, yerel, eğitimli, iki dilli, sömürgecilerin okullarında okumuş, dillerini akıcı konuşan, memuriyetlerinde bulunmuş, yüksek derecelere gelmiş aydınların tecrübeleri üzerine kurulu olduğunu savunmuştur. Sömürge sonrası hükumetler, önceki sömürgeci idare şekline sadık kalmışlardır.( Velychenko, Stephen (October 2012). "Ukrainia Anticolonialist Thought in Comparative Perspective". Ab Imperio (4): 339.)
Irkçı Milliyetçilik
Irkçı Milliyetçilik ideolojisi, milli kimliğin ırkçı tanımlamasını savunur. Irkçı milliyetçilik, başka ırkların göçlerinin, onlarla karışmanın yasaklanmasını güden koruyucu politikalar arar. Tipik örnek gerekirse Siya milliyetçiliği ve Beyaz Milliyetçiliğidir.
Spor Milliyetçiliği
Futbol Dünya Kupasının dünya çapındaki spor seyircilerine milletlerin üstünlük savaşı gibi verilmesi ile hayranlarının milli takımlarına para yatırmasına sebep olmaktadır. Halklar, artan bir şekilde kültürel kimliklerini bile milli takımlarına vermektedirler. Dinleyicilerin küreselleşmesi ile ve öteki medya gruplarının reklamları, taraftarların milyarlarca dolarlık bağışlarına sahip olunması 2015 Dünya kupasından sızan skandallara neden olmaktadır. Jeff Kingston, futbola , İngili Milletler Takımları oyunları, beyzbol, kriket ve oyunları gibi bakmakta, “Sporların hacimleri milli duyguları, güçlerinin olabildiği kadar olağanüstü olduğuna inandırılmaları ile iyi niyet duygularının yükseltilerek birleştiklerini” tespit etmiştir.( Jeff Kingston, Nationalism in Asia: A History Since 1945 (2016).)Bu olgu dünyanın her yerinde algılanabilmektedir. İngiliz imparatorluğu askerleri ve ajanları arasında sporu dünya çapında kuvvetle desteklemiştir ve coşkulu yerel katılımlar sağlanmıştır. (P. McDevitt, May the Best Man Win: Sport, Masculinity, and Nationalism in Great Britain and the Empire, 1880–1935 (2008).)
Yüksek prestijli yarışmalar 1930’larda kurulmuş, 1930-1950 arasında da İngiliz İmparatorluk Oyunları (British Empire Games) adını almıştır. 1954-1966’da Biritish Empire and Commonwealth (İngiliz imparatorluğu ve Milletler Topluluğu) adını almış,1970-1974’den beri de British Commonwealth Games (İngiliz Uluslar Topluluğu Oyunları) adıyla devam etmektedir. (Harold Perkin, "Teaching the nations how to play: sport and society in the British empire and Commonwealth." International Journal of the History of Sport 6#2 (1989): 145–55.)
Fransız İmparatorluğu da İngilizlerden geri kalmamış, Fransa ve kolonileri ile dayanışmayı güçlendirmek için kullanmıştır. Terfi ettirilen sömürge memurları jimnastik, masa oyunları,dans, ve futbolu sömürgelerde yaymak için para bağışları yapmışlardır.( Driss Abbassi, "Le sport dans l'empire français: un instrument de domination?." Outre-mers96.364 (2009): 5–15)
Cinsiyet ve Kas Milliyetçiliği
Feminist eleştirmenler milliyetçiliği, çoğunlukla egemen erkek gücünün cinsel kontrolü elinde tutmasını, baskı uygulamasına karşı haklı çıkartan bir mekanizma olarak yorumlarlar. Cinsiyet Milliyetçiliği milletin inşasına katılan erkek ve dişlerin şekilleri üzerine veya milletin nasıl milliyetçi görüneceği üzerine değil de, toplumsal olarak erkeklik ve dişilik kavramı üzerine inşa edilmiştir. Bir milletin kimliğini alması gereklilik olarak görülmektedir ve çoğunlukla kaçınılmazdır ve bu kimlikler cinsiyete tabidir. Fiziksel alanı sıklıkla dişi cinsiyettir (anavatan), vücudu yabancı erkeklerce daima tecavüz tehlikesi altındadır, erkek cinsi gibi onun da sınırları, gururu korunmalıdır.( Peterson, Spike V. (1998). "Gendered nationalism: Reproducing "Us" versus "Them"". In Turpin, Jennifer; Lorentzen, Lois Ann. The Woman and War Reader. New York: New York University Press. pp. 41–49)
Tarih, siyasal ideolojiler ve dini yerler, en çok kas milliyetçiliğinin olduğu yerlerdir…
Kadını ve erkeği devlete benzeterek, batı doğuyu nasıl baskı altına alıp dişileştirmiş ise, erkek de batı gibi kadını baskı altına alıp sömürmektedir, güçsüz olduğu için askerlik yaptırılmadığından aşağılanması benzetmeler ile kadın ve erkeği insan türünün bir birine düşman üyeleri olarak yorumlamaktadır.
Yazılan yorumları Türkçe dahi olsa anlayacağımı sanmadığımdan bu konuyu tercümeye son veriyorum.
Kadın-Erkek İlişkilerine Bakışım;
Benim görüşüm, şudur; İnsan türü, bir erkek ile dişinin birleşmesinden bu güne kadar varlığını sürdürmüştür. Bu günün kız ve erkek çocukları, yarının anne ve babaları olacaklardır, onların da kız ve erkek çocukları olacak, insan türü olabildiğince varlığını sürdürecektir.
Aile yaşamında veya toplum yaşamında, kadına her türlü baskıyı, şiddeti öneren dini ve yasal gelenekler kaldırılmalı, toplum yaşamından çıkarılmalıdır. Dinler asla “ahlak”ı temsil etmezler, Sabilik, Budizm, Hinduluk gibi birçok dinde ensest ve biseksüel aile için cinsellik dinen uygun iken, Tevrat, Katolik Hristiyanlık ve İslam’da yasaklanmıştır ve şerefsizlik olarak görülür. Buna rağmen İslam ve Hristiyan mezhepleri, tarikatları içinde bunlara izin verilmektedir ve güncel dindar yaşamında bütün dünyada bunlara tanık olunmakta, görsel ve yazılı basın bu konuda yargı ve polisiye haberlerini vermektedir. Artık, din temelli cinsiyet ayrımcılığı yasaları, gelenekleri, töreleri terk edilmeli hatta toplumların geleneklerine rağmen yasaklanmalıdır. Kadına pozitif ayrımcılık da adaletsizlik yaratmaktadır, kadının iş bulamayacağını varsayan yasa koyucular, birkaç ay veya birkaç yıl evli kalmış çiftlerin boşanmaları halinde erkeğin küçücük memuriyet, işçilik maaşından başka hiçbir geliri olmamasına rağmen hem kadına hem de çocuğa ömür boyu nafaka bağlamaktadır. Evlilik bir sözleşme ise, cinsel ilişki evlilik gereği olmuş ise, çocuk bundan doğmuş ise, çocuğun masraflarına eşler ortak katılmalı, boşanan kadın çalışmalı veya devlet korumasına alınmalıdır.
Aile içi ensest, çocuk ve kadın emek sömürüsü yasaklanmalıdır, kadının taciz ve tecavüzü önlenmeli bunun için devlet kurumlar kurarak halkı eğitmelidir her şeyi yasaklayarak sağlayamazsınız. En iyi ahlak eğitimi tapınakta değil, çağdaş okullarda verilir.
Hatta gelişmiş batılı ülkelerde bile kadın ve kız çocukları ile erkek çocuklarının cinsel, iş gücü istismarlarının çoğunun üstü örtülmektedir. Doğu toplumları son 500 yıldır batılı toplumlarca sömürüldüklerinden gelişimlerini sağlayamamışlardır, kim bilir belki sömürge olmasaydılar da bazılarının gelişmesi sapkın, eski, ilkel dini gelenekleri yüzünden olanaklı değildir. Günümüz Türkiye’si de Ortodoks Yahudilik ve Hristiyanlık temelinde İslam adıyla dinen dönüştürülmekte ve cinsel ve ahlaken sapkın gelenekleri barındıran, Vatikan’ın asırlarca Hristiyan saymadığı Doğu Kiliselerinin geleneklerini içeren bir yaşam halkımıza dayatılmaktadır.
Bu da en çok kadınlar tarafından rağbet görmektedir ve kadınlar, “Allah’ın emri” deyip her türlü aşağılamaya, köleliğe gönüllü onay vermektedirler. Kadının köleleştirilmesi ve sosyal haklarının elinden alınmasına en çok kadınların oy verdiği şartlarda Türkiye’de “Kas Milliyetçiliği” kavramının adının okunması dahi düşünülemez.
Biz, Atatürk cumhuriyetinin getirdiği, oy kullanma, eşit işe eşit ücret, seyahat edebilme, erkekle eşit olarak yargılanma, mirastan eşit pay alma v.b. kazanımları bile kabul ettirmekte güçlük çekiyoruz.
Yok, kadın vücudu milletmiş, devletmiş, anavatanmış, anavatan, millet gibi haklarının korunması gerekiyormuş bunu kim anlar ki?
Arkadaş, eğer milletsen tarih oku, yeryüzünde mahkeme kararı, devlet koruması ile kurulmuş bir millet, devlet yoktur. Anavatan isen, anavatanını sen koruyacaksın, millet isen milletini sen koruyacaksın. Çünkü bütün milletler böyle yaşıyorlar, anavatanlarını koruyamayanlar milletlerini de koruyamıyor, tarih yok edilmiş anavatanlar, asimile edilmiş milletler çöplüğüdür.
Kadın ve erkek bir bütünün parçasıdır, her ikisi de eşit yasal korumaya muhtaçtır. Erkeğin kas gücü ne yazık ki, güzel bir kadına “hayır” diyemeyen polisler, savcılar, hâkimler, avukatlar, basın, siyasiler karşısında acizdir. Kadınlar da pek masum değillerdir, herkes kendini biliyor zaten.
Doğu milletleri bunca kültürel, ekonomik, askeri saldırı altında bölünüp, sömürülürken bir da kas milliyetçiliği de bizde kusur kalsın diyeceğim ama epey feministimiz de var. Merak eden onları okusun.
Eleştiriler;
Milliyetçilik, “Milliyet” kavramının neyi ifade ettiğinin bulanık olması, siyasal yasaların bütünlüğünün bir yasallaşması olup olmadığı yüzünden sıklıkla eleştirilmiştir. Milliyetçiler, bir milletin ve devletin sınırlarının diğeriyle uyumlu olmadığını, bu yüzden milliyetçiliğin çok kültürlülüğe muhalefete meyilli olduğunu savunurlar. (Heywood, Andrew (1999). Political Theory: An Introduction (2nd ed.). London: Macmillan Press. pp. 97–98)
Aslında böyle yaparak milliyetçilik, bir milli devlet içindeki azınlıkları marjinalleştirir fakat, milletin parçası olması gereken özelliklerini paylaşmayı düşünmez. (Aguettant, Joseph (1996). "Impact of Population Registration on Hill Tribe Development in Thailand". Asia-Pacific Population Journal. 11 (4): 47–)
Hatta, birden fazla grubun özel bir toprak üzerinde kendi haklarını ister halde karışıklık çıkarmasına, devleti kontrol etmek istemesine sebep olur.( Triandafyllidou, Anna (1998). "National Identity and the Other". Ethnic and Racial Studies. 21 (4): 593–612.)
Pelsefeci A.C.Grayling, milleti, “geçmiş savaşlarda kanla çizilmiş” sınırlarının inşasını yapay olarak tanımlar. “Yeryüzünde birlikte yaşamak dışında, bir ülkenin birden daha farklı bir evi olamayacağını savunur. Kültürel miras, milli kimlik ile aynı şey değildir.( Grayling, A.C. (2001). The Meaning of Things: Applying Philosophy to Life. London: Weidenfeld & Nicolson. pp. 78–79. )
Milliyetçilik, bireyin kimliğini sahip olduğu milletin kimliği olduğuna vurgu yapması, halk arasında farklılıkları parlatması yüzünden doğası itibarıyla bölücüdür. Milliyetçilik fikri, bireyin kimliğini bütün milletin içinde kaybettiğinden ve seçkinlere, politikacılara yığınları kontrol etme, onları potansiyel olarak manupile etme fırsatı verdiğinden dolayı da potansiyel bir saldırgandır. (Heywood, Andrew (2000). Key Concepts in Politics. London: Macmillan Press. p. 256.)
Milliyetçiliğe erken muhalefet edenlerin çoğunun gerekçesi, her milletin ayrı yaşaması ve jeoplolitik ideallerdir.
19. yüzyılın klasik milliyetçileri, Avrupa’da “çok ırklı imparatorlukları” ret etmişlerdir. Erken dönemde milliyetçiliğe ideolojik eleştirilerin çok yapıldığı dönemde dahi böyle olmuştur. Bu yüzden, batı dünyasında enternasyonalizm(evrensellik), anti nasyonalizm(milliyet karşıtlığı) gibi çeşitli biçimler geliştirmiştir. 20. Yüzyıl İslam yenilemesinde ise, İslamcı Kültür Milli Devlete eleştiri olarak “Pan İslamizm”i(Tam İslamcılık, tüm Müslümanları birleştirme arzusu-Ümmetçilik) üretmiştir.
19. yüzyıl sonunda, Marksistler, Sosyalistler, Rosa Lüxemburg gibi Komünistler merkezi ve doğu Avrupa’daki milliyetçilik akımlarını eleştirirlerken, çağdaşları olan komünist V.İ.Lenin, sosyalist Jozef Pilsudski milliyetçiliğin “kendi kaderini tayin hakkı”na sempatik bakmışlardır.( Cliff, Tony (1959). "Rosa Luxemburg and the national question". Marxists Internet Archive. Retrieved 2008-08-02.)
George Orwell klasik makalesinde, “özel bir yere bağlanmak” olarak tanımladığı milliyetçiliği vatanseverlikten ayırmaktadır. Milliyetçilik, daha özet olarak “güce dayalı kendini aldatmadır” der.( George Orwell, Notes on Nationalism, orwell.ru.)
Orwel’e göre milliyetçilik, olumsuz, mantıksız dürtülerin hâkim olmadığında daha mantıklıdır der;
Buna örnekler, mesela, Troçki, hiçbir diğer gruba sadakat geliştirmediği halde kolayca SSCB’nin düşmanı ilan edilmiştir. Biri bunu alıp tanımın içine soktuğunda, milliyetçiliğin muhaliflerini kaldırmada ne kadar iyi bir temizlikçi olduğu anlaşılacaktır. Bir milliyetçi, prestij yarışmacılığı kavramında düşüncelere sahip olabilir. Akli enerjisini kendisini yüceltme veya başkasını karalamada kullanırken düşünceleri daima zaferler, yenilgiler, aşağılamalar, bozgunlar ile meşgul olduğunda, yararlı veya zararlı bir milliyetçi olabilir. O tarihi, özellikle çağdaş tarihi, büyük güçlerin sonsuz inişleri veya yükselişleri olarak görebilir bu bağlamda kendi tarafını yüceltirken rakip olan tarafı da aşağılayabilir. Sonuç olarak, milliyetçiliği daha çok başarıya ibadet ile karıştırmamak gerekir. Milliyetçilik her zaman güçlü olan tarafla birlik olmakla sürmez. Aksine, kendi tarafını toparlamalı, güçlü olduğuna inandırmalı ve şartlar kendisine karşı olsa dahi inançlarına sarılmalıdır.( George Orwell, Notes on Nationalism, orwell.ru.)
Geleneksel liberal siyasette, milli devletler arasındaki savaşlar, tehlikeli karışıklıklar çıkarmanın nedenleri olarak milliyetçiliğe karşı olumsuz görüşler hala vardır. İngiliz Katolik tarihçi ve yazar Lord Acton, 1862’de “milliyetçilik deliliktir” diyerek son noktayı koymuştur. Hatta, milliyetçiliğin ahlaki değerleri örterek, bireyde devlete karşı tehlikeli bir bağlılık yarattığını, azınlıkları sindirdiğini savunmuştur. Ama Acton, Papa’nın İtalyan milliyetçiliğine karşı tutumunu desteklemiş ve demokrasiye de karşı da çıkmıştır.( Lang, Timothy (2002). "Lord Acton and 'the Insanity of Nationality'". Journal of the History of Ideas. 63 (1): 129–49)
20. yüzyıldan beri, Michael Walzer, İsiah Berlin, Charles Taylşor, ve David Miller gibi filozoflar artan bir şekilde bölünerek, “istikrarlı bir devlet temeli üzerine kurulu toplumun liberal toplum olduğunu vurgulamışlardır.( Motyl 1:298)
Milliyetçiliğin pasifist eleştirmenleri de milliyetçi hareketi tecavüzcülüğü üzerine yoğunlaşmışlar ve jingoizm, şovenizm gibi akımlardan etkilenen milliyetçiliğin militarizm ile birleşebileceği yönünden eleştirmişlerdir.
Özellikle Almanya’da milliyetçi işaretler ile kendine aşırı güven veren vatanseverlik duygularının siyasete sokulması ile bazı komşu ülkelerin Almanlara karşı geçmiş tarihi savaşlardan gelen güvenlerini kırmıştır. İngiliz pasifist Bertrand Russel, milliyetçiliği, baba vatan siyasetini yargılayarak bireyin kapasitesini azaltmakla eleştirir.( Russell Speaks His Mind, 1960. Fletcher and son Ltd., Norwich, United Kingdom)
Albert Einstein, “milliyetçilik bir çocukluk hastalığıdır. İnsanlığın kızamığıdır” demiştir.( Viereck, George Sylvester (26 October 1929)."What Life Means to Einstein" (PDF). The Saturday Evening Post. p. 117. Retrieved 2013-05-19.)
Wikipediya “Natıonalism” çevirisi burada bitti.
FENERLİLER (Feneryotlar)
Fenerliler, Osmanlı’nın devletin en yüksek mevkilerini, devleti teslim ettiği ve kazık yediği etnik grupların başında gelirler.
Phanariotes (Feneryotes) ; Fhanariots (Feneryots) veya Yunanca Phanariote, Romence Fanarioti, Türkçe Fenerliler adlarıyla bilinen Ortodoks Grek Partikhanesinin bulunduğu Yunanlıların oturduğu Fatih,Balat’taki mahalleye verilen addır. İstanbul’un Türklerin eline düşmesiyle Fatih Sultan Mehmet, Balat semtinin Hristiyan halkını (Mamboury (1953), p. 98) sürmüş, Yahudilere dokunmamış, semti devletin diğer yerlerinden özellikle Mora Yarımadası ile 1461’de fethettiği Trabzon’dan getirdiği Hristiyan ve Müslümanlarla doldurmuştur.
Bu bölge insanları Osmanlı devletinde dört önemli pozisyonda görev almışlar ve bu mevkileri uzun yıllar ellerinde tutmayı başarmışlardır. Bu mevkiler, Divanı Hümayun Tercümanlığı, Eyalet ve Yabancı Elçilik- Konsolosluk Tercümanlığı, Donanma Tercümanlığı, Moldovya Voyvodalığı (Boğdan Beyliği), Wallachia Vovvodalığı (Eflak Beyliği).
Eflak ve Boğdan beylikleri (Voyvodalıkları) birbirine bitişik beylikler olduklarından onlara yakın olan Romen soylularından seçilen kişiler Osmanlı padişahlarınca bey olarak atanırdı.
18. yüzyıl sonrası Rus çarlığı topraklarını Osmanlı’dan toprak alarak genişletmeye başlayınca iş birliği yapan Romen kökenli Boğdan Beyi Dimitri Kantemiroğlu bu güveni sarsınca, Fenerli Rum tercümanlardan olan Nikolas Mavrokardatos’un 1711’de Baltacı Mehmet Paşa tarafından bey olarak atanmasıyla başlayan gelenek Mavrokardatos ve İpsilantis ailelerine vakfedilmiştir.
Osmanlı’nın bu kadar güvendiği Nikolas Mavrokardatos yazdığı “Philotheou Parerga’sında “Biz tamamen Helenik bir ırkız” demektedir. (Kynk-Mavrocordatos Nicholaos, Philotheou Parerga, J.Bouchard, 1989, p.178, citation: Γένος μεν ημίν των άγαν Ελλήνων)
Çoğunlukla Bizans kökenli Rumlar, 16. Yy.ın ikinci yarısında ve 18.yy.ın Balkanlardaki gelişmelerinin sonucu olarak paralı Grek tüccarlar olarak belirmişlerdir.
Feneryotlar veya Fenerliler, evlerini, Osmanlı’nın “Millet Sistemine göre “Millet Başı” olarak tanıdığı Fener Patrikhanesinin çevresine inşa etmişler, Rum Milleti olarak veya “Roma Milleti” olarak bilinmişlerdir.
Osmanlının Grek desteğine ihtiyacı özellikle 17. Yüzyılda Balkanlarda komşularına emirlerini yazdırmakta güçlük çekmesiyle başlamıştır. Bab-ı Ali’de dış ülkelerle yazışma ve gelen heyetlerle yapılan görüşmelerde ortaya çıkan iyi dil bilen tercüman/mütercim/mihmandar ihtiyacını karşılamak için Bab-ı Ali ilk kez gezgin tüccarlar olan Rum/Grek tercümanları saraya almıştır. İstanbul’un Yunan/ Helen kökenli Fenerli aileleri Osmanlı resmi dairelerinde kâtiplik ve çevirmenlik mevkilerinde yüksek yerlere gelebilmişlerdir. Fener Rum Patrikliği, Antakya, Kudüs, İskenderiye, Ohri Patrikliklerine getirilmişlerdir. Bu nüfuslarını kullanarak Sakız adası, İzmir ve Ayvalık’ta Yunanca öğreten yüksekokullar açarak Grek Milliyetçiliğini körüklemişler, ayrılıkçı isyanlarda etkin roller oynamışlardır.
İlk Grek milyoneri olan Mihail Şeytanoğlu Moskova’da yaptığı bir kürk ticaretinden 60.000 Dükayı bir yılda kazanmıştır.
Fenerliler, gerek Patriklik, Patrikhane gerekse memuriyet görevlerinde bulunmaları, Eflak-Boğdan beylikleri gibi seçkin görevler almalarıyla Macaristan devleti ve onun aracılığıyla diğer devletlerle ticaret yaparak öteki batılı dilleri öğrenmelerinin avantajlarını, İngiltere, Fransa, Rus Çarlığı ile yürütülen ilişkilerde, diplomatik ajanlar olarak yukarı seviyelere taşımışlardır.
Osmanlının beylik bahşettiği Fenerli Rum ailelerin devamı olan Aleksandros Mavrokardotas (1791-1865), 1822-23 yılları arasında Yunan Bağımsızlık Savaşının ve geçici Yunan devleti idaresinin başkanlığını, Aleksandros İpsilantis (1792-1828) Tuna-Eflak beyliği yaptığı sırada Rus Çarlık ordusunda Süvari subaylığı, Napolyon Savaşlarında da Filiki Eterya adı verilen Eflak Rum ayaklanmasının başkanlığını yapmıştır.
1804-1821 arasında Sırbistan, Karadağ ve Yunan Bağımsızlık savaşları başladığında Fenerli bu ailelerin işbirlikçilikleri dikkat çekmeye başlamış, 1805-1812 Osmanlı Rus savaşını Osmanlı kaybedince Eflak-Beserabya’nın bir kısmı Ruslarda kalmış ve Fenerli tercümanların görülen ihanetleri üzerine 1821’den sonra Fenerli Rumlara yüksek görev verilmesi son bulmuştur. 1878 Berlin Anlaşmasıyla da Eflak-Boğdan elden çıkmıştır.
Nikos Svoronos’a göre, Fenerliler, Kleptler ve Armatoloylar olarak adlandırılan ayrılıkçı, yağmacı, katliamcı eşkıyaların olumsuz etkileri yüzünden Osmanlılarla uyum içinde yaşamayı sürdürebilmek için Milli Kimlik ve Sınıf kimlikleri anlayışı geliştirememişlerdir.
Phanariote families[Fenerli Aileleri]
Ghica family coat of arms
Maurice Paléologue(1859–1944), diplomat, historian and essayist
Rosetti family coat of arms
Grigorios Ypsilantis (1835–1886), Greek diplomat
Argyropoulos (see John Argyropoulos)
Athanasovici
Callimachi family (also known as Călmașu, Kalmaşu or Kallimaşu), originally a Romanian boyar family from Moldavia
Canellou (Kanellou)
Caradjas (also known as Caragea, Karaca, Karacas, Karatzas)
Caratheodoris (see Constantin Carathéodory)
Cariophyllis
Chrisoscoleos
Chrisovergis (also known as Hrisovergis), form the Peloponnese
Diamandis
Evalidis (also known as Evaoglous, Hadjievalidis), from Trebizond
Geralis, from Kefalonia
Hantzeris (also known as Handjeri, Hançeri, Pıçakçı and Hançeroglou),
Kavadas (Kavvadas), from Chios
Lambrinos
Lapithis, from Crete
Lazaridis (Lazarević), Serbianized family from Montenegro
Lermis (Lermioglous, Lermilis), Pontic Greeks
Mamonas
Mavroudis
Mourousis (Moruzi, Mavruzis)
Musurus (see Marcus Musurus)
Photeinos (Foteinos or Fotinos)
Philanthropenos (Filandropenos)
Rizos Rangavis (see Alexandros Rizos Rangavis)
Rallet
Ramalo (Romalo)
Scanavis
Schinas
Sereslis
Soutzos (Suțu, Sutzu or Sütçü)
Tzanavarakis (Tzanavaris, Çanavaris or Canavaroğulları)
Venturas
Vlachoutzis
Ypsilantis (Ipsilanti)
Former families[edit]
Aristarchis
Ballasakis
Cananos
Caryophyles
Dimakis
Eupragiotes
Iancoleos (della Rocca)
Moronas
Negris
Paladas, from Crete
Plaginos
Rizos Neroulos
Ramadan
Souldjaroglou
Tzoukes
21. yüzyılda ABD'nin "demokrasi ihracı" yüzyılın Orta doğu ve İslam dünyasını işgal, yağmalama, talan etme, mevcut devletleri daha küçük parçalara ve etnik yapılara bölme, öldürmez, tecavüzler, kölelik çağının hortlatılması olarak kendisini göstermiştir.
Demokrasi ihracının da siyasal İslam ve Yahudi şeriatı olduğu görülmüştür. ABD zaten kendisi dini ağırlıklı demokratik bir rejime sahiptir. Filmlerinde bile kilisesiz, TANRILAŞTIRILMIŞ BAŞKAN İDOLLERİ olmayan filme rastlanmaz.
Dünyanın en büyük şeriat devleti olan ABD bütün dünyaya din, Protestan şeriatı ihraç etmektedir. Demokrasi , eşitlik kardeşlik sloganlarını ABD geçtiğimiz yüzyılda terk etmiş, SSCBye, komünizme karşı dinin koruyucusu olarak kendisini ilan etmiş, soğuk savaş senaryoları ile bütün dünyayı kültürel,ekonomik ve askeri olarak işgal etmiştir. Tüm yeryüzünde demokratik kazanılmış haklarını düşmanı, sermayenin, gericiliğin, yobazlığın Allah'ı, koruyucusu olmuş, çağdaş hukuk ve eğitim sistemlerini baltalamıştır.
Ülkemizdeki Türk-İslam sentezciliği, dini ve etnik ortak bölücülük hareketlerine katılmak sadece ABD'ye hizmet etmek, kendi halkını ve devletini onlara sömürge yapmaktır. Feneryotlar, F.Gülen, Menzil gibi şeriatçı hareketlerin hepsi ABD'nin 19.yy dan beri sürdürdüğü ABCFM Amerikan Protestanlığını yayma siyasetinin maşalarıdır.
Türk ırkçılarımız, aslında Ermenidir, imamlarımız da Ermeni, Rum, Yahudilerden oluşur.
Takdir sizindir.
Alaeddin Yavuz wordpress
keykubat
/adilyargic
/ adilyargicc