6 Ağustos 2014 Çarşamba

BİNLERCE YILLIK TÜRK-ERMENİ KARDEŞLİĞİNDEN DÜŞMANLIĞA!







Ermeniler hakkında bu güne kadar dört-beş yazı yazdım. Hepsinde de Ermeni, Türk ve batılı kaynaklardan çeviri-derlemelerden yaptığım ortak tespitlerde yakaladığım gerçek ise, son 200 yıllık Ernmeni-Türk çatışmasında Türklerin haklı olarak zorlandığı "Ermeni Düşmanlığının" daha çok tercih edildiği dönemde halkımızın hoşuna gitmeyecek olan, Ermeniler ile Türklerin isteseler de istemeseler de bu coğrafyada birlikte olmaktan başka şanslarının olmadığı konusuydu.

Çünkü her iki millet de kendi kökenleri yüzünden kendilerini "şeytanın ordusu" gören ve tuhaftır ki Ay Tanrısı Sin'in kızı İnanna/İştar/Ermenilerde Anahita/Nene adlı bilge dişi şeytana ibadet eden, adını da Sin'in adlarından olan "Hay/Hayk/Hayasta" olarak belirleyen Sabi/Sebe/Aramilerin şeytan ibadetinin dini kitabı olan RAB ZE CİNİ (Ginza di Rabba) kitabından doğmuş Tevrat, İncil ve Kur'an kitaplarına dayalı Hrsitiyanlık ve İslam'a girmeleri de değil, son 200 yılda, Rusya Ermenilerinin zenginlik için Rus ve batı kliliselerinden aldıkları maddi, siyasi desteklerle başlattıkları Osmanlıyı Kafkaslar ve Balkanlardan atma, Ermenistan Kurma hayalleri uğruna başlattıkları "haksız savaş" ile döktükleri Türk ve Müslüman kanları yüzünden düşman edilmişlerdir.

Aynı tespitleri Eraren araştırma kurumunun sayfasında görmek de bu yüzden benim de hoşuma gitmiştir.

İşte o tespitten bir kaç satır;

"Diğer taraftan A. Küçük[5] şunun tespitini yapmıştı; 19. yy. ortalarına kadar Ermeniler Anadolu’da bir millet olarak değil, Gregoryan cemaati olarak yaşamışlardı. Batı misyoner faaliyetleri bu Hıristiyan topluma Ermeni milliyeti fikrini enjekte edince, ilk Ermeni milli şuurlaşması bu cemaatten doğdu.
Bu noktada hatıra şu gelmektedir, Anadolu’da muhtelif ırklara mensup Gregoryen halkın bir kısmı Hayk kavminden iken, bir kısmı da Türk soylu idiler. Evrensel bir din olan Hıristiyanlık tebliğ edilirken veya Gregoryen misyonerleri tarafından cemaat oluşturulurken bunlar da diğer etnik kesimlerle birlikte doğal olarak Gregoryen Hristiyan oldular."

Eraren'in bu tespitindeki "Ermenilerin millet olarak şuurlaşması" ifadesi, Rusya Ermenilerinin güçlenmeleriyle Osmanlı'daki fakir Ermenileri kendilerine katmalarını takiben, Gregoryen Ermenileri Katolik, Protestan yapmak için kiliselerden toplanan milyonlarca liralık bağışların para düşkünü Ermenileri tavlamasıyla ortaya çıkmıştır. Bu konular Eraren'in tespitleri içinde varken niye özellikle belirtmekten kaçınmış biraz anlayamadım.

Kökenleri Horasan'a uzanan Ermenilerin M.Ö. 2000'lerde İran, Kafkasya, Anadolu ve Balkanlara uzanmalarıyla buralarda her zaman yaşayan Türklerle aynı dinlere girmelerinin sebebi de hem Horasandaki Toçaryan/Koçaryan kökenleri hem de kan ve dil bağları yüzündendir. Son 200 yıllık kavganın sebebi de Hristiyan-İslam karşıtlığının Rus ve batı emperyalizminin siyasi hedefleri yüzünden şişirilmesindendir.

Biz Türkler, tarih boyunca, bütün dil ve dinlerin kendi dil ve kültürümüzden doğmasından dolayı, aralarına girdiğimiz kavimlere dert çıkarmadık, sürülerimizi doyuracak otlaklar bulduğumuzda, onlara uyum sağladık, dinlerine de girdik ama kendimize göre uyguladık, barışı sağladık. Aşırı ırkçı yaklaşımlara direndik ve devletlerimizi de kurduk. Ki taa İslam'a kadar. İslam bizi eriten din olmuştur.

Halen ülkemizde Sabetayist Yahudilerin "Alevi", Işıkçı kimliğiyle Gregoryen Ermeni F.Gülencileri, Nurcu kimliğinde çok sayıda Ermeniyi devletimizin, iktidar partisinde, muhalefetinde, Türkçü-ırkçı akımların başında sindirebiliyoruz.

Bütün bunları her türlü düşmanlık sebebini geriye bırakarak sindirdiğimizi yazarken, Ermenilerin Azerilere karşı yürüttükleri soykırım siyasetini, ordularında bayrağımızı yakmaları, atışlarında nişangah olarak kullanmalarını, Türklere her türlü tecavüz, soykırımlarını da onaylamıyoruz.

Dostluğu kurmak ve yaşatmanın inancı ile, barışçı yazabilirken, gerektiğinde düşman da olmasını biliriz.

Benzeri çıkışların Ermeni yetkililerinden, aydınlarından da gelmesini bekliyoruz.

Kimse, "Türk milleti barış eli uzatmadı" demesin!


Ermenilerle ilgili son çalışmalarımdan birisi;

18 Temmuz 2014 Cuma

AZERBAYCAN, ADINI TÜRK KÜLTÜRÜNDEN Mİ ALIR?



AZERBAYCAN, ADINI TÜRK KÜLTÜRÜNDEN Mİ ALIR?

Azerbaycan 1813 Gülistan Anlaşmasıyla Rusya-İran arasında bölündüğünde kendi başına kalmıştı.

Sonra Osmanlı'dan, İngilizlerden aldıkları desteklerle Ruslara karşı savaştılar ve yenildiler.

Ruslar da başlarına Kızılbaş, Sabetayist Ermenileri getirdi.

İki millet de geçmişte İran Zerdüştlük dinindeydiler ve Farsi kanı taşımadıkları için Araplar gibi Perslerin beş cüce şeytanına tapınmaları emredildi, onlar da tapındılar. Bütün Kafkas kavimlerinden Ruslara bu böyleydi.

Bu beş cüce şeytandan en meşhur olanı da Azer'dir. Kur'an'a göre Yahudilerin ilk babası İbrahim'in de babasının adı Azer'dir.

Şeytan aynı şeytan

Şimdi de "Bay" ı açalım. Moğolca, Tatarca "Tanrı" demektir.

'Can' ise hem Hint hem Arap dilince "CİN demektir.

Bu durumda Azerbaycan adı "üç ad" dan ibarettir. Azer-Bay-Can/Cin

Dilimize uyarlarsak "Tanrı Azer Cin'i"

Azeri" dediğimizde de bu şeytanın soyundan gelen ya da onu tanrı edinen milletten olan demektir.

Haçlı seferlerine bakıyoruz, sürekli Türk ve Müslüman soykırımı var.

Sebep?

Araplar ve Türkler cüce cinlerin, şeytanların soyudur.

Bu bilgiler ışığında bu iddia doğrudur.

Ama, Türkler ilk dinleri olan Tengrizm'de bu dinlere, cinlere tapınmayan kavimdirler. Ne zaman güneye indiler bu "Dev Öküz başlı Cinlere" tapınan İran, Hint, Arap, Grek milletleriyle tanıştılar kafaları karıştı, rahat etmek için girdikleri dinlerin pislikleri olan "şeytana ibadet suçu" onların üstüne kaldı.

Araplar gelince, sayfamda sürekli paylaşıyorum, Sabiler, Süryaniler, Yezidiler, Grekler bunların tanrıları boyları "5,70m ile 6,20m arasında değişen "Cüce Cinler ve yoldan çıkmışları olan dev şeytanlardır. Azer cini ise boyu 40cm-50cm boyunda olana daha da cüce bir tanrıdır. İranlıları köle etikleri milletleri bunlara taptırır ve din vergisi alırdı. İslam'a bu vergi "Surre (Rüşvet) Alayları" adıyla geçmiştir.

Sadece Kur'an "Euzubesmele" ile "taşlanarak huzurdan kovulmuş şeytanın şerrinden Allah'a sığınmayı" ilke edinmiş tek din olarak bu şeytan tapınıcılığından inananları kurtarmıştır.

Azerbaycan da Müslüman ve Türk.

Öyleyse "ya Türklüğün ya da İslam'ın ya da ikisinin de hakkını verip şu "Azer Bücür Şeytanından" kurtulsunlar.

İran'ın Azer şeytanını devletlerinden, diyanetlerinden kaldırsalar daha iyi olmaz mı?

Zaten gerçek Türk yazarlar, "Azeri" adını kabul etmezler ve bu adı 19.yy. da Rusların taktığını iddia ederler.

Bunca bilgi ışığında, "Tanrı Azer CİNİ" adlı bir ülke Türk'e ne kadar yaraşır?

Sonra başlarında Sabetayist Ermenilerce yönetiliyorlar aynı bizim gibi. Bizde Rumlar ve Süryaniler de var.

Türklerin daha çok yapılacak işi var, birisi de bu.
Azerbaycan'ı iptal edip "Kafkas Türkistan'ı" ya da "İran Türkistan'ı" diyelim.

Alaeddin Yavuz
keykubat /
adilyargic/
adilyargicc


http://keykubat.blogspot.com.tr/2011/12/iranli-gozuyle-zerdustluk-ve-mitra-dini.html#axzz37q4n0lJ6

3 Temmuz 2014 Perşembe

TÜRKLERİN HİDAYETİ

TÜRKLERİN HİDAYETİ

HALK TV’de programa katılan ve Ekmeleddin İhsanoğlu hakkında “vatan haini” olduğuna dair belge sunan genç tarihçimiz Sian Meydan’ın önce sesi kısılımış, ardından programdan kovulmuştur.
Bu güne kadar Atatürkçülükten taviz vermeyen, “sansürsüz Gezi direnişlerini” yayınlayan” bu haliyle övünen Halk Tv’ye ne olmuştur da böyle sansürcü olmuştur?
Ben yaşananların Yunanlı-Ermeni iktidar kavgası olduğunu yazarken doğru yapıyorum. Sonunda iki eski işbirlikçi ortak bir yerde anlaşıyorlar ya da okyanus ötesinden gelen telkinlerle hedeflerine yürüyorlar. Bizi de Türkçülük, dindarlık, demokratlık, solculuk gibi alanlarda da işletiyorlar.

Hiç birinin gerçek yüzü gördüğümüz yüzleri değildir.
Bir arkadaşım bu uyanışı “hidayete ermek” olarak tanımladı.
Doğrudur.
Vatanseverin hidayeti budur.
HİDAYET ZATEN TANRININ İLMİNE ERİŞMEK, ONDAN NASİPLENMEKTİR. BİZ TÜRK MİLLETİ DE BU NİNNLER İÇİNDE UYANABİLDİYSEK KİMBİLİR TANRIMIZIN HİDAYETİNE ERDİK BELKİ DE. AMA ARAP TANRISININ HİDAYETİ OLMADIĞI KESİN.


Alaeddin Yavuz
keykubat /adilyargic/ adilyargicc

8 Haziran 2014 Pazar

KÜRTÇÜLÜK MÜCADELESİ VE KÜRTLERE GETİRDİKLERİ!



KÜRTÇÜLÜK MÜCADELESİ VE KÜRTLERE GETİRDİKLERİ!

Sözde Kürdistan kurmak amacıyla 30 yıldır devletle savaşanlara her zaman söylediğim bu gün gerçek olmuştur.
1-Kürtçülük savaşı verdiğini iddia eden terör örgütü, bölge ülkelerinde sömürgeci güçlerin çıkarları doğrultusunda terör çıkartarak bölge ülkelerinin işgali edilmesine ön ayak olmaktır ve Nato projesi olup, bizzat ANAP ve 12 Eylül 1980 cuntasından itibaren,Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerince de korunmuş, kollanmış, halen de kollanan bir suç örgütüdür.

2-Türkiye dahil İran, Irak, Suriye'den de toprak kopartılarak kurulacak "Kukla Kürt Devleti"nin adı geçen ülkelerin bölünmesinde "emperyalizmin şımarık çocuğunu" oynayacak, Türkiye Cumhuriyeti de onlara hamilik yapacaktır.

3- Kurulacak kukla devletin Kürtlere vereceği refah dolu bir gelecek asla olmayacaktır. Kürt gençlerinden bir kısım "emperyalizmin taşeron askerleri" olacak her an ellerinde silah, ölümle burun buruna yaşayacaklardır. Bu yüzyılın uzun bir dönemi böyle geçecektir.
Bu harita Süryanilerin yaşadıkları bölgeleri gösterir.


4-Asker olamayanların seçilmişleri ise uyuşturucu, beyaz kadın ticareti, her türlü kaçakçılık trafiğini yöneteceklerdir. Bunlar da çok küçük bir azınlık olacaklardır.

5-Bölge halkının 11 Kasım 1938'den beri batıya planlı olarak göç ettirilmeleri, halen de göçlerin desteklenmesiyle bölge boşalacaktır. Batı Anadolu'ya göç ettirilen gençleri kadın ver erkek fahişelere, uyuşturucu dağıtıcısı torbacılara, ulu orta gasp yapan şehir eşkıyalarına döneceklerdir. Bu günümüzde gerçekleşmiştir.


5- Doğu Anadolu'da kurulacak kukla Kürt Devleti, Batı Ermenistan, Süryani devleti ve İsrail olarak üç ana parçaya bölünecektir. Bölgeye de diyaspora Ermenileri, Yahudileri, Süryanileri yerleştirilecek, kalan Kürtler de onların köleleri, kadın-erkek fahişeleri olacaktır.
Bunların bu gün gerçekleşmiş olduğunu aşağıdaki linkte geçen Kürt gençlerinin yorumlarında da okuyarak göreceksiniz.
ÇÖZÜM;


Türkiye ve komşu ülkelerde yok “Bağımsız Kürdistan” yok “Kürtlere özgürlük”, yok” Yezidi Kürdistan”, yok,” Katılımcı, demokratik Kur’an İslam Kürdistanı” diyerek, oralara askerlik veya doğu hizmetini yapmak için gitmiş, torpilsiz, işsiz, fakir fukara aile çocuklarından olunan, asker, polis ve öteki kamu görevlilerini öldürerek, devletin araçlarını yakarak, karakol, yol, köprü inşaatlarını yıkarak, ellere “İntikam” yazılı pankartlar alarak, yüzlere maskeler bağlayarak, güvenlik güçlerine, kamu hizmet binalarına taş, sopa, havai fişek, roketatar, Kanat suikast silahlarıyla saldırarak değil elbette.

Sevr anlaşmasına gör 1919 sonrası Anadolu Bu harita'da Kürt adı geçmemektedir.


Sömürgeci devletlerin 21. yüzyılı "mikro milliyetçilik" ile bölme, köleleştirme siyasetlerine verilebilecek en yerinde cevabı, bölge halklarının bölünmeyi değil birleşmeyi, iç savaşları değil, birleşerek küresel sermayeyi protesto etmek Edirne'den Japonya'ya kadar ortak çıkarlar etrafında birleşerek "köleci Grek/Yahudi milliyetçiliği" olan Siyonizme, sermayesine, işbirlikçilerine karşı birlikte mücadele etmektir.

Otuz yıldır, aşırı politize edilmiş, silahlı-silahsız siyasi mücadelelerle askerileştirilmiş Kürtler, bir rol değişikliği ile emperyalizme karşı mücadelenin bayrağı olarak bölge halklarının sevgisini kazanabilme marifetini gösterebilecek bilgi birikimine de sahiptirler.

Bu da olmazsa, bölge halklar kaderini yaşar, her gün oluk gibi kanlar akar, çiçekler kopartılır, insanlar ahlaksızlaşır, ilkellik, zorbalık beyinlere hakim olur, sonunda ortada ne bir devlet ne de bir ordu kalmayacağı için batılılar gelir bölge devletlerini gül gibi işgal ederler, herkes de onların köleleri olur.

17-25 Aralık 2013 operasyonlarının başbakan Recep T.Erdoğan'ın ailesine kadar uzanmasını sağlayan tahkikatın bir yıl öncesinde Edirne Kapıkule gümrüğünde yakalanan 240 kg. kadar eroinin Rıza Sarraf'a ait bir TIR aracında yakalmasıyla başladığını Kemal Kılıçdaroğlu CHP meclis kürsüsünden açıklamıştır.

Bu bu lanet nesnenin kaçakçılığında devletin başbakanı ve bakanlarının da yer aldığı göz önüne alındığında insanlığın gözünün korkması ve tedbirleri acilen alması gerekmektedir.

Süryani Tayyip bir Kürdistan kurar mı, yoksa Kürtleri satar mı?
Bilinmez.
Takdir ve tercih sizlerindir.

Alaeddin Yavuz






Şimdi Oda Tv’nin o yazısını okuyunuz ve doğuya dışarıdan destekli Kürtçülük dümenlerinin insanlarımızı nerelere getirdiğini görünüz. Bu batıda da aynen yaşanmaktadır.

Tarihin defalarca doğrulanmış tanıklığı ile bilinmektedir ki, sahte yurtsever siyasetçilerin peşinden giden toplumların sonu yılan kaynayan kuyuların dipsiz karanlığıdır. Para, makam ve şöhret bataklığına saplanan o sahte yurtseverler adları üstünde sahtekârdırlar. Marazlı ruhlarını yurtseverlik ve halkçılık gibi cazibeli sözlerle perdelemede ve sinsi yüzlerini saklamada oldukça ustadırlar; halkı tilkice hileler ve makyajlanmış yalanlarla aldatmada üstlerine yoktur. Şarlatandırlar; sesleri gerçek yurtsever aydınlardan hep daha gür çıkar. Ancak saman alevinden hiçbir farkları yoktur, pis kokular yayarak parlar, sonra da uzun toplum yaşamında bir iz bırakmadan sönüp giderler.

Gerçek yurtsever aydınlar ise toplumların Çobanyıldızı'dırlar, insanlığın semalarında hep ışıldayıp dururlar. Mal, mülk, para ve statü komik bir hikâyedir onlar için. Nasıl ki Çobanyıldızı gecelerin ufuksuz karanlığında yolunu kaybetmişlere yoldaşlık ediyorsa, onlar da toplumlara yönlerini bulmada kılavuzluk ederler. Yurtlarına ve insanlığa öyle yakıcı bir aşkla bağlıdırlar ki, kendilerini yerdeki bir karıncanın esenliğinden bile sorumlu tutarlar.

Değil yaşadıkları sokakta ve kentte, dünyanın en ücra bir köşesinde bile bir insan acı çekiyorsa onlar o insanla kardeşmiş gibi acı çeker, onun için gözyaşı dökerler. Sadece kendi yurtlarında değil, Asya'da, Afrika'da ya da başka bir kıtada tek bir insan bile aç ve açıkta ise onlar dünya heveslerine kapılmayı kendileri için alçaklık ve insanlıktan çıkma hali olarak görürler.

Onlar; yalansız günlük ilişkileri, güvenilirlikleri, barışçılıkları, sağlam karakterleri, gösterişsiz sade yaşamları, adaletten şaşmazlıkları, dürüstlükleri, dayanışmacılıkları, karşılıksız fedakârlıkları, yüksek empati güçleri ve toplumun bilincinde çimlendirdikleri ışıklı düşünceleriyle insanlığı kötülüklerden, kavgalardan, dünya hırslarından ve bencilliklerden arınmaya, sevgiye ve temiz ahlâka çağırırlar. Sözden çok yaptıklarıyla toplumu etkilerler. Toplumlar eğer gelecekte sevgiyle bezenen paylaşımcı büyük ailelere dönüşeceklerse, bu, onların nurlu varlıkları sayesinde gerçekleşecektir.


Bu özellikleri taşıyan gerçek rehber aydınlara sahip olmayan toplumlar zindanların nemli karanlığında zincirlere vurulmuş talihsiz mahkûmlardan farksızdırlar. Hele hele sahte yurtsever siyasetçiler o toplumlara hükmediyor ve onları arkalarından sürüklüyorlarsa, vay onların haline!


Geçen hafta HDP milletvekili İdris Baluken önemli bir soruna parmak basarak gençlerin madde bağımlılığı hakkında Meclis'e bir önerge verdi. Meclis önergeyi gündemine alırsa kürsüde yine o alışıldık cafcaflı konuşmalar yapılacak, böylece Meclis'in halk için çalıştığı masalı bir defa daha haber bültenlerini süslemiş olacak.


Yüksekova Haber sitesi önergeyi, "Kürt illerinde her üç çocuktan biri madde bağımlısı," başlığı ile okurlarına duyurdu. Önergede,"Türkiye Uyuşturucu İzleme Merkezi'inin 2013 raporuna göre Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde madde bağımlılığı yaşı 12’ye düşmüş. Ayrıca her üç çocuktan birinin madde bağımlılığına yakalandığı da raporda yer almıştır," denilmiş.


Kürt okurların yoğun olarak takip ettikleri sitenin bu haberine ürpertici pek çok yorum yapıldı. Sözde yurtsever siyasetçiler elde mikrofon "vatan, millet…" nutukları çekerken, bu acı yorumlar tokat gibi patlıyor insanın suratında.

İşte o yorumlardan birkaçı:

Sorumsuz sorgusuz: "Birde gever (Yüksekova) esnafını nasıl sömürdüklerini neden kimse bahsetmiyor. senede 2 kez zam yapmaya çalışan eroin satıcısının önünü ne belediye nede vekillerimiz neden gündemlerine almıyorlar. sayın vekilim.geverde ailece içici duruma düşenleri şimdiye kadar neden analiz edemediniz.bir kamu oyu çalışmasını kendi halkınız olan geverde başlasanıza. serhıldanlerın kalesinin şimdi madde bağımcıların haline dünüştüğünü biliyormusunuz Gelişlerinizde neden fakirin sıcak çorbası içilmez neden hep aynı evler de yemekler yeniliyor.hani emek ten yana mazlumdan yana duruşunuz.biz halk olarak artık o samimiyeti göremiyoruz.halk ile bütünleşin artık..." 28 Mayıs 2014

"Kimi kime şikayet ediyorsun sayin vekil? Kürt çocuklarının bağımlısı olduklari esrarin büyuk bir kismi nin lice kirsalinda yetiştiğini biliyorsunuzdur herhalde sayin vekil..." 28 Mayıs 2014 Çarşamba

"Allah rızası için partimizin bu konuya el atıp kökten çözüm için seferberlik başlatmalı.sadece Feqıye teyranda basın açıklaması yapmakla yetinmeyelim.WAN gençlerinin büyük bir kısmı esrarkeş oldu. Sanat sokağında aleni bi şekilde esrar satılıyor.Kent yöneticileri artık bişeyler yapmalı. NOT:Erek mahallesi Şure diye bilinen arazi, Kurt tepesi,akköprü tren rayları kısmı,hacıbekir mah. nuda kültr merkezi cıvarı toplu esrar partisi düzenleniyor. Allah rızası için buralara bi el atatım..." 28 Mayıs 2014

Günaydın -Gavan Adıyaman: "Günaydın milletvekili de, sormazlar mı size "Yeni mi farkına vardınız" bu konuda fikriniz ne..Çok çok geç kalınmış bir açıklama yumurta kapıya dayandı...." 28 Mayıs 2014 Çarşamba 21:16


Niye engel olmuyoruz? Mitridates : "Uyuşturucu işinden para kazananları az çok biliyoruz veya tahmin ediyoruz değilmi? Kimimizin akrabası, kimimizin aşireti, kimimizin tanıdığı veya yakını... Yarın öbürgün polis bunları yakalasa toplanırız ve kahrolsun devlet deriz. Gene bu adamları gider biz savunuruz. Trafikten şikayet ederiz ama trafik polisi ceza yazmak istese polisi taşa tutarız. Bunu bilen devlet bizi tam anlamıyla biz bize bıraktı. Ne haliniz varsa görün dedi...." 28 Mayıs 2014 Çarşamba


Simko 5634: "devlet bu uyuşturucuya önlem almıyor kanımca çıkarı vardır.onun için çok zor...." 28 Mayıs 2014 Çarşamba


Tarihin İntikamı Çetin Olur. xwenyas :"… Gelecek nesiller, onyıllar sonrası Kürt gençliği, Kürt kadını ve Kürt toplumu kime benzeyecek, nasıl olacak, ne vaziyet içinde yaşayacak, Kürt aile yapısı ne olacak hiç düşünen var mı? Tarih ve toplum kimlere hesap soracak, eminim hepiniz biliyorsunuz...." 28 Mayıs 2014 Çarşamba


Kral çıplak -geveri 30 : "sayın vekil hepimizin bildiği bir konuyu paylaşmış. uzun zamandır kürt gençlerini apolitize etmeye çalışan sistem, madde bağımlılığı, futbol fanatizmi gibi yöntemler kullanmıştır. kaldı ki son dönemler de madde kullanımı ve madde ticareti bu bölgede çok doğal bir uğraş alanı ve çok doğal bir alışkanlık gibi görülmeye başlandı… sistem tarafından konulan ve Parti tarafından geliştirilen bu toz ticaretinin bölgemize çok zarar verdiği ortada. ve acilen bir zihniyet değişiminin yaşanması gerekiyor....."28 Mayıs 2014 Çarşamba 18:35


"Laf çok icraat yok,klasik siyasetçi söylemi.Gerçi suçlu belli devlettir, kapitalizmdir vs vs işte klasik şeyler..." 29 Mayıs 2014 Perşembe 00:31

"Soruyorum size Bunun üretim ve satışı kimin elinde ? Hadi korkmadan söyleyin bakalım. Vekilin var mı bunu dillendirmeye cesareti ? Gerçeğinle yüzleş az biraz. ...." 29 Mayıs 2014 Perşembe

Yaşanan korkunç gerçeği dünyaya haykıran yorumlar böyle!

İnsanlar feryat ediyor, çocuklar esrar ve eroin kapanında mum gibi eriyorlar. Bir nesil adeta yok oluyor. Meclis ve onun yurtsever milletvekilleri ise vatan kurtarıyorlar, çocukların mutlu geleceği ve annelerle babaların refahı için geceyi gündüze katarak proje üretiyorlar! İşler yolunda ve halk emin ellerde! Sahte yurtseverleri alkışa devam…

***

Acıklı manzara ortada. Yoksa insanlığın vicdanı olacak bir aydın hareketine mi ihtiyaç var? Siz ne dersiniz?

Mahmut Alınak
Odatv.com



14 Mayıs 2014 Çarşamba

SOMA FACİASININ İŞARETLERİ

SOMA FACİASININ İŞARETLERİ

İki gündür Manisa’nın Soma ilçesindeki Linyint Kömür madeninde, vardiya değişim esnasında 787 kişi olarak belirtilen işçilerin madenin iki km. derininde meydana gelen grizu patlaması ile yatıp kalkıyoruz.
Şu ana kadar açıklanan ölü sayısı 250, resmi olmayan kaynaklara göre ise 300’ün üzerinde ve muhtemelen de %99’unun da ölmüş olması ihtimalı var.

Hükumet kamuoyunda olası tepkileri düşürmek için her felakette yaptıkları gibi yine rakamları küçültüyor, değerleri düşürüyor.
Bu madendeki, taşeron firmaların işçi çalıştırma şartlarının yasalara uymadığı konusunda 29 Nisan 2014 günü yani bu felaketten 15 gün önce CHP’nin bu konuda meclise önerge verdiğini de öğrendik.
Olay yerine de ilk gidenler de zaten CHP heyeti, TBB Başkanı Metin Feyzioğlu gibi kişilikler oldu. CHP genel başkanı İngiltere, başbakan da Arnavutluk gezilerini iptal ettiler. Hükumet yetkilileri de bölgeye gelerek en azından üzgün olduklarını gösteren açıklamalar yaptılar, yakınlarını kaybeden bazı vatandaşları kucaklayarak acılarını paylaşmaya gayret ettiler.

Bunlar da zaten insani olarak yapılması gereken şeylerdir  ve halktan çok sayıda insan da aynı amaçla evlerinden ayrılıp bölge halkının yardımına koşmuştur. Bu yüzden siyasilerin yaptıkları insani davranış olmanın yanında, bu zamana kadar yerine getirmedikleri siyasi ve idari sorumluluklarını örtmeye yönelik olarak değerlendirilecektir.

Çünkü, 12 yıllık hükumeti boyunca AKP hükumeti devletin bütün kamu kurum ve kuruluşlarını, kamu arazilerini, yer altı ve yer üstü zenginliklerini, doğal su ve orman kaynaklarını özelleştirme adı adltında “memuriyetini yaptıkları batılı sömürgeci sermaye” ye peşkei çekmişlerdir.
Bir kısmını da kendi milletlerinden AKP’yi oluşturan, Müslüman görünen, aslında kripto Yahudi ,Hristiyan ve Rum azınlıklara peşkeş çekilmiştir.
AKP’yi oluşturan azınlıkların dışında olan bu ülkenin insanlarını “kendisine köle” gören zihniyeti halkın özgürlüklerini baltalamayı ilke edinmiştir.
Ve 12 yıl boyunca çalışanların, bütün cumhuriyet dönemi boyunca kazanılmış haklarını her gün bir bir ellerinden almıştır.
Beklenen rakamlar üstünde

Toplu işçi çalıştıran iş yerlerinde aynı bu madende olduğu gibi sendikal örgütlenmeleri yasaklamıştır.
Sendikalar işçilerin hem maaş, sağlık, sosyal haklarını korudukları gibi “iş güvenliği önlemlerinin” de uluslararsı standartlara göre alınmasını sağlarlar.
Bu da maliyeti arttıran unsur olduğu için işverenlerin sevmedikleri şeydir. Hiçbir sermaye sahibi işletmeci sendikaları istemez.
AKP hükumeti de böyle işverenlere hizmeti ilke edinmiş bir hükumettir.
Bir hükumet yetkilisi başbakan dahil çıkıp da “kaza işletmeci şirketin” eksikleri sebebiyle gerçekleşmişse bunu hesabını soracaklarını, yer altı maden işçilerinin çalışma şartlarını çağdai düzeye getireceğini vaat etmemiştir.

Aksine, iki gündür hükumetin yandaş medyasında şu konular işlenmiştir;

-30 Mart 2014 yerel seçimlerindeki elektrik kesintilerinin sebebini “trafo patlaması” olarak açıkladıkları gibi maden kazasının da suçlusu olarak tarfo ilan edilmiştir.  Bu defa Kediler suçlanmaktan kurtuldular.(!)
-Maden felaketindeki ölümlerin karbonmonoksit gazından olduğunu, bu gazla ölümün “en tatlı ölüm şekli” olduğu vurgulanmıştır.

-Bizzat başbakan tarafından yapılan açıklamada, madenlerde grizu patlamalarının bir kader olduğu, i,şe giren her madencinin bu kaderi benimseyerek işe girdiği, 18. ve 19. yüzyıllarda İngiltere ve Japonya’da meydana gelen kazalarda ölenlerden örnek vererek adeta madencilerin ölümü hak ettiklerini söylemiştir.

-Kazada ölen her madencinin geride bıraktığı eş ve çocukları için “1000” TL aylık ödeneceği vaat edilmiştir.
-Sendikalar milli yas ilan edince hükumet de buna “üç yas ilanı” ile katılarak puan toplama yoluna girmiştir.

-Taşeron kömür işletme şirketinin hakkında her hangi bir yasal takibata geçilmemiştir. Çünkü kazadan bir hafta önce hükumet, CHP’nin önergesini çürütmek için müfettiş göndererek, her türlü önlemin işletmeci şirketçe alındığını müfettiş raporlarıyla ilan etmiştir.

-620 yıllık Osmanlı, 91 yıllık cumhuriyet tarihinde kendi ülkesinde “3,500” polis korumasıyla gezen ilk ve tek devlet adamı olma özelliğine sahip başbakan R.T.E, mecburen gitmek zorunda kaldığı Soma’da, kazada yakınlarını kaybedenlerin saldırılarına uğramış ve bir markete girerek kendisini kurtarmıştır.

-Başbakan ve hükumetini protesto eden ölen kazazedelerin yakınları olan halk ve öğrenciler üzerine polis kuvvetleri jop, su topu, biber gazı silahları ile saldırtılmış, tutuklanan sekiz kişinin de yakınlarını kaybeden acılı vatandaşlarımız oldukları basında haber verilmiştir.


Halkımız artık şunları görmelidir;
-AKP hükumeti milli değil, Ameerika ve Avrupa Birliğinin lokomotif ülkelerinde konuşlanmış küresel sermayenin memurudur.

-90 yıllık cumhuriyet hükumetlerince güdülen bütün milli ekonomi siyasetlerini terk etmiş, devleti toprağı, toprağının altındaki ve üstündekileriyle insanlar da dahil memuriyetini yaptığı güçlere satmıştır.

-AKP hükumeti, halkın alınteriyle çalışıp yaşamını kazanabileceği bir tek sanayi, tarım kamu kurumu kurmamıştır, olanları da yabancılardan para almış yerlileri üzerinden yabancı şirketlere satmıştır.

-Ülkemizde ne tarım ne de sanayi kurum ve kuruluşları olmayacaktır. Hükumetin hiç bir gelişme projesi yoktur. Sömürgeci devletlerin kredi derecelendirme kuruluşlarının sahte raporlarıyla iyi gösterilmektedir.

-Bundan böyle gençlerimiz, Ortadoğu bölgesindeki güç savaşlarında, haçlı devletleri adına askerlik yapacak, emeklilik, sağlık gibi sosyal güvencelerden uzak , güvencesiz köle, seks işçiliği yapacaktır.

-Halkımız her türlü dini ve etnik azınlıklara bölündüğünden sömürgeci batılılara karşı tek yumruk olarak birleşerek topraklarını, geleceklerini “savaşarak kurtarma şanslarından” da mahrum edilmişlerdir.  Halı sermaye AKP siyasetleri ile resmen “dikensiz gül bahçesine” davet edilmektedir.

-10 yıl içinde sömürgeci devletlerin memuru AKP hükumetince, “devlet tasfiye edilip, yerine sekiz eyaletli devletçikler kurulacağından” bütün mevcut emeklilik hakları, sosyal güvenceler kaldırılacak, herkes başının çaresine bakacaktır.

-Bu güne kadar AKP’ye kayıt olarak iş bulmuş, işlerinden atılmamak için AKP baskılarıyla halkı AKP’nin vatana hizmet eden bir parti, başbakanın çok vatansever bir devlet adamı olduğu yolunda karın tokluğuna yalan söyleyenler de bu felaketten kısmetlerini alacaklarıdır. Aynen, Gezi direnişinde destan yazıp, 17 Aralık soruşturmasıyla “vatan haini” ilan edilen polisler gibi olacaklardır.

Resim yazının kaynağı

Bu tespitler ışığında;
-Beş çocuk yapın ki madenlerde karın tokluğunai her türlü sosyal güvenceden ve emniyet tedbirlerinden muaf ortamlarda yanarak ölecek amele köleler, sömürgeci devletlere karşı direnen Türk ve Müslümanları sindirmek için haçlı askerliği yapacak, ölünce de niyazi bile olamayacak paralı asker köleler olsunlar.
-Hükumete oy verin ki, devlet on yıl içinde tasfiye olsun, sizler de köle pazarlarında kilonuza, gençliğinize, boyunuza göre fiyatlarla alınıp satılın. Bunun ilk örneklerini evlendirme programlarına katılan batılı morukların isteklerine bakınca görmekteyiz, ki bu itler özünde bu toprakların insanları olduklarını söylemektedirler.

-Akp hükumetine oy verin ki adliyelerde oy vermenize rağmen soy olarak onlardan olmadığınızda hukunuzun korunmadığı bir ülkeyi kursunlar.

Midelerinin, hırslarının köleleri olanlarca desteklenen AKP hükumeti devleti sattığında ortada kalacaklarını bilmelidirler. Ya da kendileri bilirler.

Başta ODTÜ'lüler olmak üzere Üniversite gençliğinin direnişleri her kesimce desteklenmelidir.

Kur’an’ın 17. suresi olan İsra Suresi ayet 16’yı Türkiye’de ilk kez Irak operasyonu konusunda ülke gündemine ben getirmiştim.
Şimdi gene şartlar değişmemiştir. Müslüman görünen AKP hükumetine ve AKP’lilere son sözü bu ayet söylesin diyorum;
17:16- 16. “”Biz bir ülkeyi/medeniyeti mahvetmek istediğimizde, onun servet ve nimetle şımarmış elebaşlarına emirler yöneltiriz/onları yöneticiler yaparız da onlar, orada bozuk gidişler sergilerler. Böylece o ülke/medeniyet aleyhine hüküm hak olur; biz de onun altını üstüne getiririz.””

Devletine, geleceğine sahip çıkmayan millete "köle olarak" birileri sahip çıkacaktır. Uzak ta değildir.

Başınıza gelecekler konusunda “uyarılma-dığınızı iddia edemezsiniz. Biz uyardık, takdir sizindir.

Alaeddin Yavuz
keykubat /adilyargic/ adilyargicc

1 Mayıs 2014 Perşembe

ÖREKE



Beklenmedik ani olaylar karşısında söylenilen "ANANIN ÖREKESİ"  deyimiyle de meşhur bir yün eğirme aletidir..




Benim çocukluğumda annelerin bir "Öreke'si" vardı.

Etimolojisi;

Benim köyümde Çanakkale, Biga-Sinekçi nahiyesi Yenimahalle köyünde yalnız TÜRKÇE konuşulur, başka dil bilinmezdi. Bu durumda Türkçe olması gerekir. Kürtçe, Rumca/Yunanca diyenler de vardır ama Göçer bir kavim olan Türklerin en gerekli el aletlerini başkalarından almaları bana mantıklı gelmemektedir.

Türkçe "ÖRmek fiilinin kökü "ÖR" den türediği açıktır. Adana, İç Anadolu, İran Türkleri arasında Türkçenin bizdeki gibi değil de "gelek, gidek" gibi söylenişi yaygındır. Bu şivelere göre, ÖR'den Örme işini yapmaya, geniş zamanda "Ör" fiilini çekmeye kalktığımızda "Örek"  şeklinde fiil çekilmektedir. "Öreke" de sadece geniş zamanda çekilmiş fiile "E" ulamak şekliyle yapılmış olduğu ortadadır.

Örmek fiilini  Türkiye Türkçesi dışında geniş zamanda çektiğimizde;
Ör
Örek
Öreke, sonucunu elde ederiz. Buna Kürtçe, Rumca diyen malı, Türkçe olarak o cümleyi nasıl kurduğunu anlamak da gerçekten zordur.

Bu durumda "Öreke" adı has be has Türkçedir.
Bu alet, yün eğirmekte kullanılırdı.

Evde işler bittikten sonra ya da komşuya gidildiğinde anneler örekelerle yün eğirir iplik yaparlar, kendilerine, eşlerine, çocuklarına veya sevdiklerine giyecek örerlerdi.

Bu yüzden, beklenmedik bir şey olduğunda "Ananın örekesi" derlerdi.

Öreke Anadolu'da bir çubuğun altına "+" şeklinde çakılmış iki çubuğa eğirilen ipliğin sarılıdğı bir çubuk olarak görülür.

Ama Balıkesir, Çanakkale yörelerinde ise Ortası şişkin, alt kısmında ipin taşmasını engelleyecek çemberimsi bir çıkıntı bulunurdu.

Üst kısmı da ince tespih imamesi gibi olur, fırıldak gibi çevrilebilir 20-30 cm kadar uzunluğunda bir aletti. Delici, yaralayıcı olarak da kullanılabilirdi.





Resimlerin linki için;


Alaeddin Yavuz
keykubat /adilyargic/ adilyargicc

25 Nisan 2014 Cuma

TAYYAR, AYYAR BAŞBAKANA HAŞLAMA

TAYYAR, AYYAR BAŞBAKANA HAŞLAMA


Bu gün Anayasa Mahkemesinin kuruluş yıldönümü nedeniyle verilen resepsiyonda konuşan AYM başkanı Haşim Kılıç, göreve geldiğinden beri belki de en hayırlı konuşmasını yaptı.
Hürriyet'in dikkat çektiği nokta

''İddia edilen kayıt dışı yapılanma, korku, endişe, belirsizliklerin doğmasına, mesleki ilişkinin çok olumsuz etkilenmesine yol açmaktadır. Yargının karşı karşıya kaldığı bu iddianın adı vicdan yolsuzluğudur''

Kılıç, 2010 yılına kadar AYM'den "mağdur" olanların, şimdi aynı mahkemenin kararlarından rahatsızlık duymalarını "çelişki" olarak nitelendirdi ve "Bizler, adil olmayı kutsal bir görev kabul eden bir medeniyetin mensupları olarak, gücün ve şartların etkisiyle gömlek değiştiren bir karakterin sahibi olamayız" dedi.
Başbakanın dört bakanı ve aileleriyle birlikte yürüttükleri yolsuzluk, rüşvet, nüfuz ticareti gibi ne hukuka ne de dini ahlaka uyan hırsızlıklarının telefon kayıtlarını yayınlayan “Başçalan” ile “Haramzadeler” adlı Twitter hesaplarının kapatılmasını emreden ve başbakanın talimatıyla hazırlanmış, bütünüyle “hukuk ve ahlak dışı” olan yasayı, AYM heyetinin iptal etmeleriyle ortaya çıkan çekişme bu güne kadar başbakanın emriyle Anayasa Mahkemesinin kaldırılacağına kadar varan dedikodularla sürdü.

Sonunda bu gün yıllar önce “hukukçu olmadığı halde” AYM’nin başına kendisinin tayin ettiği, bu güne kadar başbakanın bütün “tayyar” işlerini aklayan başkan Haşim Kılıç’ın konuşma yaptığı kürsüden resmen başbakanı ve hükumetini haşlamasıyla yeni bir aşamaya geldi.

Aynı toplantıdan görüntüler.
Başbakanın “azad kabul etmez köle yalakaları” olan Adalet(sizlik) bakanı Bekir Bozdağ, TBMM başkanı Cemil Çiçek ile, yalamalığı ile milletvekili olan Süryani kökenli Rum olan sahte Müslüman Şamil Tayyar yalakasının twitter mesajlarıyla tepkilerine tanık olduk.

Adalet(sizlik) bakanı Bekir Bozdağ, Anayasa Mahkemesini yeni muhalefet partisi olarak nitelendirdi.
Yargı mensuplarının bu şekilde konuşmalarının görevleri olmadığını,aksi halde gerekenin yapılacağını söyleyerek açıktan tehdit etti.
Şamil Tayyar, twitter mesajında AYM başkanı Haşim Kılıç’ı, hareketten yıllar önce kopup muhalefete geçen Abdüllatif Şenerleşmekle itham etti.

Şimdi gelelim şu “tayyar başbakan” konusuna ve bir Osmanlı fıkrası ile açıklayalım;

Osmanlı zamanında eyaletin birisinde Karakuşi adlı bir kadı varmış.
(Karakuş, hala Irak'ta Musul'a bağlı bir ilçenin adıdır ve Süryanilerin yaşadığı bir yerdir. Yani başbakanın kendi milletidir. Osmanlıyı da bu Müslüman görünen Sabiler ve Süryaniler böyle yıktılar zaten. Okuyunuz, göreceksiniz.)

Zamanın şartlarında kendisine verilen fayton tarzı bir makam arabasıyla gezerken bir fırının önünden burnuna kadar ulaşan enfes bir yemek kokusuyla aklı başından gitmiş. Hemen arabayı durdurmuş, doğrudan fırına girmiş. Kokunun kaynağını sormuş.
Fırıncı da, bir vatandaşın verdiği bir sini dolusu ördek yemeğini göstermiş ve sahibinin de namazdan çıkınca gelip alacağını söylemiş.
Kadı buna dayanabilir mi?

Kadı devlet, kadı millet, kadı padişah, kadı şeriat, kadı kanun demek. Kim hesap sorabilir ki?
Bu millet boşuna dememiştir; “Anamı beceren kadı kimi kime şikayet edeyim?”
Kadı, hemen ördek tepsisini kaptığı gibi arabasına binmiş, atı dehletmiş makamına doğru yol almış.
Yol almış almasına da ardından ördeğin sahibi gelmiş, ördeği isteyince fırıncı da ne desin?
Tutmuş, “Ördek uçtu” demiş.
Ardından kavga dövüş, zincirleme suçlar, kabahatler işlenmiş, olay bir sürü daha mağdur-sanık yaratmış, neyse kısaltalım, fırncıyla ördeğin sahibi kadının önüne çıkartılmış.

Olay taze olduğundan Kadı fırıncıyı tanımış. Onları getiren zaptiyelere de olayı sormuş, öğrenmiş.
Ördeğin sahibine sormuş;
-Şikayetin nedir?
-Bu fırıncıya pişirmesi için ördek verdim. Namaz çıkışında almaya geldiğimde bana “ördek uçtu” dedi. Sonra olaylar oldu buraya geldik.
Şimdi iş kadıya kalmış. Ördeğin sahibini haklı çıkarsa kendisi güme gidecek, Hemen klasik yola başvurmuş.
-Tamam anladım, haklısın ama bakalım karakaplı defter ne diyor?
-Hımm, burada “Ördek tayyardır, tayyar da, uçar demektir. Fırıncı ördek uçtu diyorsa doğrudur, ördek uçmuştur!”
Kim bilir Kadının ördeği de portakallı mıydı böyle?

Tayyip Erdoğan yolsuzluklarının ses kayıtları yayınlayan twitter hesaplarını yasaklayarak, resmen, yargıçları Karakuşi kadıya çevirmiştir. Devletin malını uçurmuştur.

Başbakan, Suudi Arabistan’dan, Katar’dan, Rıza Sarraf ile İran’dan getirttiği tırlarla, uçaklarla dolu paraları çocuklarının adlarına kurdurduğu vakıflara bağışlar yaptırarak, kuyumculuk ,gemi nakliyat şirketleri kurarak, İsviçre bankaları dahil Malezya’ya kadar bankalarda gizli hesaplara aktarmış, yetmemiş, kendisinin, bakanlarının evlerinde çelik kasalara doldurmuş gene yetmemiş, odaları tavanlarına kadar doldurmuş ve milletin malını zimmetine geçirip adını “tayyar” koymuştur.

Gerçekten de, fıkrada olduğu gibi halk arasında böyle haksız elde edilen kazançların bir adı da “ördeklemek” olarak tabir edilir.
İki kişi ortak iş yaparlar, işi bağlayan, diğerinin haberi olmadan paranın kendince uygun gördüğü miktarını cebine indirdiğinde buna “ördekleme” denilir.

Başbakanın bu yolsuzluk, rüşvet, nüfus ticareti ile “ördeklediği” paraları 12 yıldır tayin ettiği yargıçlara “aklatmıştır.”
Yani, “tayyar” etmiştir.
Bundan böyle “Başçalan” olan adına “Ördekçi ve Tayyar”  adlarını da eklemek gerekecektir.

Bir de yalakası, gazeteci müsveddesi Şamil Tayyar da milletin, yoksulun, yetimin hakkını ördekleyen başbakanın çaldıklarını “tayyar-Uçar”  aklayan bir başka ördekçidir.
Çünkü ilk adı olan “Şamil” de “kapsamlı- hacimli” demektir. Bu durumda Şamil Tayyar, tayyar başbakanın “hacimli uçurmasının” da sembol adını temsil etmektedir.
Bunlar kısaca “hacimli uçuran” bir çetedir.
Bir zamanlar bayan başbakanımız Tansu Çiller vardı. Onun da eşinin soy adı “Uçuran” olduğundan Tansu hanımın tam adı, “Tansu Uçuran Çiler’di
Tansu Uçuran hanımdan Şamil Tayyar’lı, Tayyar başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a memleket hep “uçar/uçuran/tayyar” ların eline kaldı.
Bekir Bozdağ da adı itibarıyla Bekir, Arap dilinde “deve yavrusu” demektir. “Deveyi hörgücüyle götürmek” deyimi de “hacimli uçurma” eyleminin dilimizdeki diğer adıdır.

Körler sağırla birbirini ağırlar. Başbakan ve “uçuran-tayyar” şürekası, milletin, basının önünde çocuk gibi azarlanmalarının ardından istifa edeceklerine yüzleri kızarmadan “yavuz hırsız ev sahibini bastırır” yüzsüzlüğü içinde çıkıp İmam Hatip Okullarında her yılın 14 Nisanında kutlattığı, Hrisityanların İsa’nın diriliş günü olarka andıkları “Paskalya bayramının” Selefi Nurcu ve Gilencilerce dinimize soktukları “Kutlu Doğum Haftası” etkinliklerinde hiçbir şey olmamışçasına gene işkembesinde biriktirdiği bütün gazı kullanarak böğürmeleriyle konuşmasını yapmıştır.

Başbakanın gücüne, nüfuzuna güvenerek yaptığı ama kendisine yakışmayan konuşmaları da tamamıyla “Ayyar”dır.
            Hani deriz ya “Ne ayyar adam yaaa!”
Ayyar, peygamber zamanında yaşamış, ağzında eksik birkaç dişi olan bir sahabenin adıdır. Bir gün yanında arkadaşlarıyla kırda bulunduğunda, otların üzerinde gezinen çekirgelerden bir avuç yakalamış ve ağzına atmış ve ağzını kapatmış.
 Çiğnemeye başladığı anda eksik dişlerinin arasından bir çekirge dışarı kaçıvermiş. Ağzını kapattığında hepsinin öldüğünü sandığından şaşkınlıkla;
-Aaaa bu ölmemiş! Deyince arkadaşlarının alay konusu olmuştur. Bu örneği peygamber çok defalar kullanmıştır.

Başbakan da aslında tam olarak “Ayyar’ın” durumundadır ve devlet gücünün verdiği serhoşluğun şaşkınlığıyla resmen saçmalamaktadır.
-“Yasama benim, yürütme benim, yargı benim, polis benim! Diyen, saçmalıklarını bile ertesi gün yasalaştıran, artık
gerçekten mi yoksa nükte olsun diye mi olduğu belirsiz bir şekilde Düzce miletvekili Fevai bey onun “Allah’ın sıfatrlarının çoğuna sahip olduğunu” ifade etmiş, arkasından birkaç gün sonra yardımcısı Bülent Arınç, Twitter kapatıldığında “Allah isterse Twitter’ı açar” demiştir.

Başbakan, devletin verdiği gücün serhoşluğunda, bütün insani ve ahlaki değerlerini unutmuş, olmuş bir Karakuşi kadı. Kadı devlet, kadı millet, kadı padişah, kadı şeriat, kadı kanun demek. Kim hesap sorabilir ki?
Bu millet boşuna dememiştir;
“Anamı beceren kadı kimi kime şikayet edeyim?”

“Adam olana lafın tamamı söylenmez” derler, söyledik te ne oldu?

Abdüllatif Şener’in dediği gibi devlet erkinin verdiği güç ile deliren siyasilerin analizini yapan Vamık Volkan mı çağırılıp, başbakanın ruh sağlığına bir analiz yaptırılmalı yoksa Bakırköy Ruh ve Sinir Hastanesi psikiyatri uzmanına mı?

Yoksa işimiz tayyar, uçuran başbakanlara kalmış ki vah bize vahlar bize.

TBMM’nin kukla başkanı Cemil Çiçek’in “Kimse oraya haşlanmak, azarlanmak, tokatlanmak için gitmedi” ifadesindeki gibi Haşim Kılıç’ın uyarısı eğer bir “adam haşlama” ise, başta başbakan olmak üzere hükumet, AYM başkanının ve mahkemenin üstüne topyekün saldırmak yerine;
-“Biz, gerekli uyarıyı aldık, bundan sonra davranışlarımızı uyarılar doğrultusunda düzeltme gayreti içine gireceğiz” gibi bir olgunluk göstermektir.
Yoksa;
Tayyar, Ayyar başbakan’ı haşlayan Haşim Kılıç, başına bir iş gelmezse yakında emekli olacak. Tayyar, Ayyar başbakanın “minnet borcu” olmadığı yeni başkan olacak birisi, nasıl çıkıp da ona bu sözleri söyleyebilir, “Kral Çıplak” diyebilir?
“Hukuk Devleti” ve “Güçten serhoş olup gömlek değiştirenlerin sahipliğini yapamayız” ifadeleri ile azarlayabilir?

Allah bu milleti, tayyarlardan, ayyarlardan, uçuranlardan, kaçıranlardan, kesicilerden, öcalanlardan, hıncalanlardan,"İnsan şeklinde, başbakanlık eden Allah putlarından" korusun!
Yoksa “tayyar, ayyar başbakan ve şürekasından” çekeceğimiz var.



Alaeddin Yavuz
keykubat /adilyargic/ adilyargicc

10 Nisan 2014 Perşembe

ANAYASA MAHKEMESİNİN SOSYAL MEDYA KARARLARI DOĞRUDUR.

ANAYASA MAHKEMESİNİN SOSYAL MEDYA KARARLARI DOĞRUDUR.

AKPKK koalsiyonu, 600 yıllık Mason dininin misyoneri, başta ülkemiz olmak üzere “22” Müslüman devletinin siyasi, coğrafi, dini kurum ve kuruluşarını tasfiye etmekle görevli, Haçlı ordularının askeridir.
Yaşadığımız siyasi, hukuki, dini çatışmaların gerçek nedeni, AKPKK koalisyonu ile yabancı işbirlikçilerinin, Türk ve Müslüman dünyasını köleleştirecek, devletlerini yıkacak, dinlerinden çıkartacak olan bu projelerini gerçekleştirmelerine engel olmak içindir.

Bu projelerin ne olduğunu ve nasıl bu günlere geldiğimizi görelim.
AKP hükumeti 12 yıl önce iktidar olduğunda ilk işi özellikle kendi partisine kayıtlı olan halkın en alt tabakasından olan fakir fukaraya ücretsiz bilgisayar dağıtarak işe başlamıştı.

Karşılık dağıttıkları bu bilgisayarlardan partinin beklentisi neydi?
Kendisine bağlı bir kitle yaratmak,  ki bu kitle Nur ve Gülen cemaatleri başta olmak üzere kendisine destek veren çok sayıda tarikatlar, azınlık dini ve etnik gruplar da çatısı altında birleştiğinden zaten mevcuttu.
Çünkü AKP hükumetinin iktidarı 12 Eylül 1980 askeri darbesinden itibaren kademe kademe bizzat devletin resmi siyaseti olarak yürütüldü, hazırlandı.
Amerika Birleşik Devletleri ile Avrupa Birliğinin ortak yürüttükleri 21. yüzyıla yeni bir dünya düzeni getirme siyaseti olan Büyük Orta Doğu ve Genişletilmiş Kuzey Afrika projesinin ilk aşaması 1980’li yılların sonunda Fas’tan Afganistan’a uzanan Müslüman ülkeleri içine alan Yeşil Hat Projesiydi.
Yeşil Hat Projesine göre AB-D koalisyonu yani bunun askeri ve ticari yapılanması olan NATO bu ülkelerden “demokrasi dışına çıkana” askeri operasyon yapabilecekti.

Önce Yeşil Hat Projesi adını alan bu yeni dünya düzeni 1992’lerde ABD’li Huntington’un el atmasıyla kısa adıyla bildiğimiz B.O.P’a dönüştürüldü.

AKP hükumeti de B.O.P projesine dahil olan 22 Müslüman devletten seçilen, Arabistan, Mısır gibi devletlerde Selefi Müslümanlardan seçilmiş siyasi “eşbaşkan” olduğunu bizzat Recep Tayyip Erdoğan kendi ağzından daha hükumet olmadan önce açıklamıştı.

Dağıtılan bu bilgisayarlar, 1990’dan itibaren Amerika’da yaygınlaşan İnternet olanağını hedef Müslüman ülkelere de yayarak, kamuoyu yaratmada kullanılacaktı. Ama geçen zaman içinde AKP hükumeti ülkemizde verdiği İnternet savaşını kaybedince ilk önce İnternet erişim ücretlerini ardından cep telefonu gibi iletişim, benzin, mazot gibi ulaşım araçlarının yakıtlarının fiyatlarını arttırdı. Öyle arttırdı ki dünyanın en pahalı İnternet, telefon kullanan, akaryakıt tüketen toplumu olduk.

Büyük umutlarla başlayan İnterneti yaygınlaştırma siyaseti, bedava dağıtılan bilgisayarlara rağmen ülkemizde neden başarısız olmuştu?

Sebebi halkımızın sorgulama yeteneğinin gelişmiş olması ile AKPKK Selefi çakma Müslüman siyasetleriyle artan mikro milliyetçilik, mikro köktendincilik akımları ile bunların toplumda yarattığı “devletin bölünme korkusuydu.”

Bu arada da, 1923’ten 1950’ye kadar kesintisiz olarak devam etmiş olan Ulusalcılık siyasetiyle halkımızın birleştirilmesi sağlandığından, AKP’nin getirdiği bölücü ırki ve dini mikro devletlere bölünme siyasetinin yarattığı tepkiye, AKP’nin temsil ettiği Sünni adıyla maskelediği Selefi, işbirlikçi, teslimiyetçi Mason islamından duyulan endişe de özellikle Alevi ve gerçek sünnilerde güvensizliği körüklemiştir. AKPKK koalisyonu, 1950’den beri Amerikan köktendinci-muhafazakar Neo-concu siyasetin temsilcisi olmuştur. Asla Sünni/Hanefi İslam’ın değil.

1950’den itibaren ABD’nin Neo-con’cu muhafazakar, köktendinci siyasetlerini savunan  İslam devletlerinde Selefi sözde Müslüman hükumetler, Hristiyan ülkelerde Hristiyanlık değerlerini üstte tutan ama “demokratik görünümlü” hükumetler sayesinde bütün dünyada dincilik beyinlere şırınga edilmişti
.
Neo-con/Yeni Muhafazakar dinci akımın temsilcileri

Halklara şırınga edilen dincilik aslında o toplumların asırlardır inandıkları dinleri değildi ve 16. yy. da Masonların İngiliz tahtında güç sahibi olmasını takiben 1565 Manş Denizindeki Büyük Armada (Donanma) savaşında İspanyol donanmasını batırıp dünyanın yeni gücü olmalarının ardında İngilizlerin başlattığı bütün dinlere “Mason dini esaslı” şekil verme siyasetinin Amerika tarafından uygulanan haliydi.
 Dinlerde yapılan bu Masonik düzenleme ile alışılagelmiş ibadet şekilleri korunurken biraz kıyafetlerde, biraz ahlakta ciddi ahlaki bozukluklar da antik çağ dinlerine dönüştürülerek, dinlerin içi boşaltılıyor, okumak, düşünmek, sorgulamak,akılcılık kötüleniyor, dogmacılık/ nasçılık, ruhbanlara itikat güçlendiriliyor, batı emperyalizminin dinin koruyucusu olduğu şartlanıyor ve kutsanıyor, böylece halklar emperyalizme direnmeden teslim oluyorlardı.

Bunun kültürel zemini de İslam’da peygamberin ölümünden beri var olan, Kur’an ayetlerinin halktan insanların okuyup anlamasını hoş görmeyen Selefi anlayışıydı. Bu anlayış, 13. yüzyılda Halçı seferlerinin ardından kurulan Gazze’li İmam Hanbel’in kurduğu Hanbeli Mezhebi hazırlamıştı.
İlk Mason İslam denemesini İngilizler 18. yüzyılda 1740’larda rahip ajanları Hamper ile Sabilerin dönme İslam ulemalarının yoğun olduğu Basra’da din eğitimine gelmiş Necd’li Mehmet Abdulvehhap’a  kurdurdukları Vehabbilik dini oldu. Bunu,16. yüzyılda Anadolu’da çıkmış olan Kadıyanilik tarikatını benimsemiş Moğol kökenli Ahmet Kadıyani’ye kurdurdukları Hint Kadıyaniliği, İran’da kendisini Allah ilan eden Bahaullah Mazenderani’ye Bahailiği, Mısır’da Afgan kökenli Cemaleddin Efgani’ye Efganiliği, 20. yy. başlarında Bitlis’li Süryani Said-i Nursi’ye de Kürt İslam’ı olan Nurculuğu kurdurarak başardılar.
Selefi, Mason, sahte Müslümanlar
Bu tarikatlar ya da yeni Mason dinleri, padişah II. Abdülhamit’in Pan İslamcılık akımının etkisiyle fazla yayılamadılar. Vehhabiler, Nurcular, Efganiler Osmanlıya açılan haçlı seferlerinde Haçlı işgalcilerin yanında saf tuttukları için fazla kabul görmediler. Batı karşıtı Türk ve diğer Müslümanlar arasında bu akımlar tutmadı.

Yıkılan Osmanlının ve İran’ın Safevi hanedanının yerine Mason Sabetayist Yahudi iktidarı getirildi, her iki ülkede padişahlık kaldırıldı. Bunu halifeliğin kaldırılması takip etti. Böylece İslam’a yön veren hilafet kurumu çökertildi.

Mustafa Kemal Atatürk bu açığı kapatmak hem de dini bu zararlı Mason dinlerinden koruyacak bir kurum olan Diyanet İşleri başkanlığını kurdu, başına Rıfat Börekçi gibi vatansever bir din adamını getirdi, Kur’an’ı Türkçe’ye çevirtti, halk kutsal kitabını ilk kez kendi dilinden öğrenme şansını yakaladı.

Bu yeniliğin sömürgeci batılıların sahte İslam dinlerinin yayılmasını önleyeceğini, karşılarına daha inatçı, batı karşıtı, “doğu milliyetçiliğini” yaratacağı korkusu batılıları ve işbirlikçileri olan Selefileri korkuttu.
 Cumhuriyetin kurulmasından Atatürk’ün ölümüne kadar takiyeci Mason Müslümanları olan selefilere, Şapka Kanununu bahane ederek çıkarttıkları gerici isyanlarla demokratikleşme engellendi. Kubilay olayı gibi üzücü olayları yaşattılar, Bunlara paralel olarak Yahudi ve Yezidi Kürtlerin öne sürüldüğü, Süryani ve Ermenilerin destekledikleri Kürt isyanları da eklendi. Bu olaylar 500.000 insanımızın canına mal oldu.
Sonunda Atatürk zehirlenerek yatağa düşürüldü. Öldüğü ya da öldürüldüğü gün 10 Kasım 1938’de Bitlis’li namaz kılan Gregoryen Ermeni İsmet İnönü ile Arnavut Fahrettin Altay’a askeri darbe yaptırıldı, darbeciler Dolmabahçe Sarayına girdikten sonra Atatürk’ün ölümü açıklandı.

Bu olayın ardından TBMM, cuntacıların emriyle silahlı askerlerin eşliğinde toplandı ve İsmet paşa kendisini “Ebedi Başbuğ” ilan etti.

Kendisini Türklerin sözde Başbuğu ilan eden İsmet paşanın Ermeni'liğini kimse eleştiremedi.
Devletin bütün kademelerine Alevi kimliğine girmiş Sabetayist Yahudi Ermeni, Rum, Tatar, Kürt, Çerkez, Araplar getirildi ve Rusya’da 1917 Ekim devrimi ile ortaya çıkan Komünizm’in halk arasında yayılması engellendi, 1943 sonrası tamamen köktendincilik yani Mason İslamı halk arasında körüklendi. Buna rağmen Ay Tanrısı Kültünden gelen İngiliz Masonluğunun ürünü Nurculuğun engellenmesi siyaseti sürdürüldü.

1947’de Amerikanın dünyanın yeni hakimi olarak kendisini ilan etmesi sonucu, Amerikanın neo-con’cu köktendinci, muhafazakar dini anlayışının ülkemizde en iyi şekilde yayılmasını sağlayacak Selefi Nurcuların iktidara getirilmesi şart koşuldu. Bu şart gereğince 1946’da Pembe köşkte İsmet paşa celal Bayar ile bir toplantı yaptı. İlk siyasi şike imzalandı.

14. Mayıs 1950’de iktidara getirilecek bu Selefi sahte Müslüman hükumetinin halka sevdirilmesi için çeşitli mağduriyet senaryoları üretildi. Sonuç başarılı oldu ve büyük umutlarla işbirlikçi Demokrat Parti hükumeti göreve başlatıldı ise de İsmet paşanın sağlığı boyunca Nurculuğun yayılma hızı düşürüldüyse de şike gereğince iktidarı sürdürüldü.

1965’de NATO’nun Türkiye’yi, NATO savunma alanında 1. derece savunulması gereken alan olmaktan çıkartması üzerine İsmet paşa NATO karşıtlığına başladıysa da 1971’de tasfiye edildi. Yerine ABD’de, iki yıl gazetecilik eğitimi almış Merzifon Şebinkarahisar kökenli Ermeni Bülent Ecevit getirildi.
1974’de CHP-MSP yani Selefi Süryani-Ermeni koalisyonu olan hükumet kuruldu ve İsmet paşanın, Adnan Menderes’in ısrarla kaçındıkları Kıbrıs batağına ülke sokuldu.

Milli Eğitim Bakanlığını ele geçiren Selefi Nurcu MSP, İmam Hatip Liselerinde örgütlendi, teslimiyetçi İslam olan Mason İslam’ı Nurculuk devlet okullarına sokuldu.
Aynı anda devletin olası bir Sosyalist Devrimden korunması amaçlı sinsi bir NATO projesiyle halk sağ-sol çatışmasına derin devlet-Derin NATO işbirliğinde itildi, binlerce gencimiz telef edildi. Zamanında bastırılmayan olayların yayılması, ölümlerin artmasını getirdi ve bir entrika ile Manisa’ya sürülmüş Tunceli Çemişkezek’li Gregoryen Ermeni kökenli Kenan Evren’in Genelkurmay başkanı olması sağlandı ve 12 Eylül 1980 darbesi yaptırıldı. Kökeni aynı şehirden olan Malatyalı bilinen Turgut ÖZAL da başbakan oldu.

İmamhatipler arttırıldı, gerici Mason İlsam’ı Nurculuk ile onun Gregoryen Ermeni uyarlaması olan Fethullah Gülen’in idaresine verilen Işıkçılık/Işık Evleri oluşumu devlet eliyle desteklendi. Akılcı, bilimsel eğitim tümüyle terk edildi. Özel televizyon şirketlerine izin verildi, bu kanallardan Nurcu ve Gülenci “teslimiyetçi Mason İslamı” halka şırınga edildi. Ordu-siyaset işbirliği ile ordu din düşmanı, teslimiyetçi İslamcılar da kurtarıcı olarak halka gösterildi.

Diğer yandan etkili olamayacağı anlaşılan ASALA Ermeni terör örgütü tasfiye edildi, özünde Ermeni, Süryani, Yezidi Kürtlerinin idaresinde PKK terör örgütü devlet eliyle kuruldu, cezaevlerinde solcu Kürtlere aşırı baskılar yapılarak devlete düşman edilip dağlara çıkmaları için gerekli psikolojik ortam yaratıldı.
Bütün bunlar 1980’lerin sonlarına doğru Yeşil Kuşak hattıyla başlatılan 1992’lerde B.O.P’a dönüşen projenin uygulanması için kültürel, siyasi, coğrafi şartları oluşturdu.

Türkiye, İran, Irak ve Suriye’den toprak alarak kurulacak kukla bir Kürt devleti bu dört ülkede anarşi çıkartacak, her ülkedeki küçük dini ve ırki azınlıklar tahrik edilecek, desteklenecek, özerk devlet olma savaşına sokulacak, böylece, günümüzün bu dört devleti çok sayıda mikro devletlere bölünecek, orduları, devlet kurumları tasfiye edilerek sadece silahlı polis güçlerinin baskılarıyla yönetilecekti.
Sonunda, dünyanın en gelişmiş teknolojik silahlarıyla donatılmış Amerika ve Avrupa Birliği orduları karşısında halkını toplayıp direnecek bir ordu da kalmamış olacaktı.

Bütün bunlar gerçekleşinceye kadar Türkiye ve seçilmiş diğer eşbaşkan konumundaki devletlerin orduları görev başında kalacak, projenin tamamlanması aşamasında da tasfiye edilecekti.
Nurcu AKP hükumeti ve Gülen cemaatinin ilk işleri de eşbaşkanlığını üstlendikleri bu teslimiyetçi siyasete karşı olan ordu-sivil yapılanmasını Ergenekon operasyonlarıyla tasfiye etmek oldu.

Yargı ve ordunun başına ordu içlerindeki kripto elemanları, siyasi terfi oyunlarıyla getirildiler, bunlar bütün halkın gözü önünde oldu.


Özellikle 2011’de Libya’ya yapılan NATO saldırısında AKP-Gülen cemaati koalisyonunun gerçek yüzü ortaya çıktı. Suriye operasyonunda ise Rusya-Çin-Hint-İran koalisyonu yeni bir blog olarak ortaya çıktı ve Haçlı işgali durduruldu. Top, eşbaşkan ülkelere yani Türkiye, Mısır, S. Arabistan ve Katar’a kaldı.

Takiyeci Müslüman Selefilerden seçilmiş gönüllü-paralı askerlerden oluşan El Kaide, El Nüsra, İşid gibi örgütler Suriye’de kan dökmeye başladılar. Gizli-açık haçlı ülkeleri ve eşbaşkan devletlerin mali, mühimmat, levazım, siyasi destekleriyle Suriye rejimine savaş halen sürdürülmektedir.
Her gün Müslüman kanları dökülmekte, kadın ve genç kızların ırzlarına geçilmektedir. Selefi olmayan Müslümanlar “Kâfir” ilan edilerek sekiz, on yaşlarında çocuklara kafaları balta, saldırma gibi kesici aletlerle kestirilmekte ve İnternet ortamından halklara gösterilip sindirme yapılmaktadır. Saf genç kızlara cennet vaat edilerek bu haçlı askerlerine gönüllü fahişelik ettirilmektedir.
Müslüman ve Türk devletlerini zaten asırlar öncesinden “Dar-ül Harp” yani “Yağmalanacak savaş alanı” ilan etmiş olan bu Selefi ihanet yapılanması olan AKP hükumeti bir yandan da devleti yağmalamaktadır. Bu yağmalamada elde ettiği paraları da artık yasal olarak bankalara bile yatıramayacak kadar çoğaldığından evlerinde saklama yoluna girmişlerdir.

En son olarak 2010 yılında Nurcu Selefi AKP’nin, Gregoryen Ermeni Gülen cemaatini tasfiye etme kararı almasının ardından, karşılıklı eleştirilerle başlayan geçimsizlik, bu günlerde savaşa dönüşünce, Gülen cemaati Selefi Nurcu hükumetinin bakanları ve başbakanının yolsuzluklarını gözler önüne seren Twitter, Youtube gibi sosyal medyada yayınlamaya başlamıştır.

Ardından başbakan ve bakanları hakkında yargı takibi başlayınca, başbakan takibatı başlatan yargı, polis teşkilatını hallaç pamuğu gibi atmış, bütün tahkikatları durdurmuş, “kendisine darbe girişimi olarak değerlendirmiş” bu nedenle aleyhine alınan yargı kararlarını iptal ettirmiştir.

Bu da yetmeyince yolsuzlukların yayınlandığı İntenet sitelerini de emrivaki olarak yasaklamıştır.

Yasağın ilanını takiben başta cumhurbaşkanı ve hükumetin bakanları yasakları delerek bu sitelere girip üyelerine düşüncelerini ileterek, ilan edilen yasağın başta hükumet, devlet tarafından akılcı bulunmadığını göstermişlerdir.
Yasaklanan internet sitelerinin geçmişi zaten iki ile beş yıl arasındadır. Hepsi 12 yıllık AKP hükumeti döneminde kurulmuş bu siteler sadece ülkemizde değil bütün dünyada kullanılmaktadır.
Bir ara da Google arama motorunu yasaklamışlardı. Google da halen hükumet tarafından engellenmektedir ve dünyada en çok kullanılan ve kazanan şirkettir. Bunu kuran 18 yaşında bir gençtir. Twitter, Facebook, Youtube da benzer şekildedir. Bunların hepsinden vergi almayı kafaya koyan hükumet üyeleri evlerinde, cep telefonlarında ve bütün devlet dairelerinde “google arama motoruna” girmeden bilgi taraması yapamamakta, youtube, twitter, facebook kullanmadan üyeleriyle iletişim kuramamaktadırlar.

Yok vergi ödemiyorlarmış, yok ülkemizde büro açmıyorlarmış bunlar bahane, kendilerinin hazırladığı Atatürk’ü aşağılayan videoları bu sitelere yükleyerek, “Atatürk düşmanlığı yapan görüntüler var” gerekçesiyle bütün sosyal paylaşım sitelerine erişimi toptan engelleme kararı aldırtmak şahane.

2008’de Gürcü-Rus savaşı, Osetya krizi yüzünden başladığında, televizyonlara “Kafkasya uzmanı” olarak çıkıp da Osetya’nın yerini bile bilmediğinden yüzü kızaran, ortadan görünüp, sıkışınca hükumet yalakalığı yapan, hükumetin maaşlı sözcüsü çakma prof ve hükumet sözcüsü Van’lı Ermeni Hüseyin Çelik’in, bu profun uydurmalarını esas alarak savunduğu şey, bu sitelerin ülkemizde büro açmamaları, vergi ödemeyi ret etmeleri gibi yersiz, dayanaksız gerekçelerle yasakları savunmaları mantıksızdır, hükümsüzdür.
Vergi alacak devlet adamı, üç ile beş yıldır bu sitelerde hesap açacağına, işine bakar başında gerekli yasal hazırlıkları yapar, vergisini alabiliyorsa alırdı zaten.
Yolsuzluklarınız, hırsızlıklarınız ortaya dökülünce mi vergi, büro konuları aklınıza geldi?
Alooo, artık yalanlarınızı yemiyorlar, haberiniz ola.

İster cemaat-AKP çekişmesi ürünü olsun, ister gerçekten vicdanlı yargıçların verdiği karar olsun başta Anayasa Mahkemesinin ve öteki yerel mahkemelerin “İnternet yasaklarının kaldırılması kararları” doğrudur, adildir, yerindedir.
Bu yargıçları yürekten kutluyorum.
Bütün yasakçı zihniyet, “özgürlük getirme vaadiyle” gelen “dünün mağduru, günümüzün zalimi” AKPKK ihanet koalisyonuysa ona da lanet olsun!


Alaeddin Yavuz
keykubat /adilyargic/ adilyargicc

2 Nisan 2014 Çarşamba

YSK, YANDAŞ SEÇİM KURULU OLDU

YSK, YANDAŞ SEÇİM KURULU ÇIKTI.

30 Mart 2014 günü yapılan yerel seçimleri yapıldı. Üzerinden geçen üç güne rağmen açıklanan seçim sonuçlarıyla, sandık başlarında görevli siyasi parti temsilcilerinin tuttukları raporlar arasında uçurum sayılacak farklar yüzünden YSK’ya yapılan itirazlar sürmektedir.
CHP, YSK’nın açıkladığı bütün seçim sonuçlarına itiraz etme kararı aldığını açıkladı.

Seçim sonrası Hatay'dan  bir duvar yazısı.
Bazıları “CHP’nin her zaman yaptığı iş bunda şaşıracak bir şey yok” diyebilirler. Ama işin aslı öyle değildir.

Bu gün yani, 02.4.2014 günü Sokak Tv’de yayınlanan Mirgün CABAS’ın tekrar programında dinlediğim CHP milletvekili sayın Salıcı, yalnız İstanbul seçim sonuçları hakkında yaptıkları çalışmayı “65” sayfalık bir raporla sonuçlandırdıklarını, bu raporda, yalnız CHP’nin değil öteki partilerin oylarında da ciddi oynamalar yapıldığını tespit ettiklerini açıklamıştır.

Verdiği örnekler arasında sandık başında görevli memurların tuttukları raporlarda, CHP’nin “142” olan oyunun “42”, AKP’nin “45” olan oyunun “193” olması gibi çok sayıda örnekler vermiştir.

Bu tür rakam oyunlarıyla vatandaşın oylarını yok saymanın ya da iktidar partisine kaydırmanın olduğu da CHP’nin bu çalışmasıyla gözlerimizin önüne serilmiştir.

30 Mart 2014 günü saat 19:00 itibarıyla kalkan seçim sonuçlarının ardından başlayan oy sandıklarının sonuçlarının yazıldığı tutnakların, oyların AKP’lilerden korunması için facebbok, twitter gibi sosyal paylaşım sitelerinden görevliğ memurlar sürekli AKP’lilerin saldırılarına karşı parti merkezlerinden gruplar halinde yardım çağrıları yaptılar.

Sayılan oyların sonuçlarının yazıldığı tutanaklarıyla birlikte İlçe Seçim Kurullarına selametle ulaştırılması olayı meydan muharebelerine dönüştürüldü.

Seçim sonrası oy sayımı süresinde büyük şehirlerdeki elektrik kesintileri böyle alay konusu oldu.

Her oy kullanma merkezinden İlçe Seçim Kurulu merkezine doğal olarak, sandık başkanlarınca teslim edilerek götürülmesi, ve bu merkezlerde “tarafsız” yargıç ve savcılardan oluşan kurullarca “tarafsızca” sayılıp açıklanması gereken sonuçlar, bu kurulların “taraflılıkları” yüzünden halkı iç savaşın eşiğine getirmiştir.

İnsanlar İlçe ve Yüksek Seçim Kurulları önünde gruplar halinde, silahlı, silahsız, kadınlı erkekli her an birbirine saldırmaya hazır savaşçılar haline getirilmiştir.

Bunun tek sorumlusu, hükumet olan AKP ve onun hırsız başçalanı Recep Tayyip Erdoğan’dır. 03 Kasım 2002 seçimlerinden bu güne kadar iktidarını ayrılıkçı Kürtler, Süryaniler, Ermeniler ve Lazistan kurmak isteyen kripto Rumlardan aldığı oylar üzerine kurmuş ve söylemlerini de “kendinden olanlar ile olmayanlar” üzerine şekillendirmiştir.

Başbakan, başbakanı olduğu devleti tasfiye sürecine sokmuş, tasfiye gerçekleşinceye kadar da kendi dindaşları (Süryaniler), yandaşları köktendinci Yezidi, Yahudi Kürtler, Gregoryen, Ortodoks Ermeniler ile Rumlar ile birlikte yağmalamaya girişmiş havasında her türlü hırsızlığı, yolsuzluğu, yağmacılığın olağanlığını topluma kanıksatmıştır.

Başbakan, halkı, dini ve ırki kökenlerine göre bölmek, ayırımcılık, bölücülük yapmak, B.O.P projesi gibi varlığı tartışılmayan empeyalist bir projede, yabancı devletler ile gizli işbirliği yaparak “eşbaşkan” olduğunu açıklamasıyla da “anayasal” bir suç işlemektedir.

Başbakanın işlediği suçlar artık adliye raflarına sığmayacak kadar artmıştır. Halkın dini duygularını istismar ederek, “çarşaf-peçe/başörtüsü” siyasetinden, Kur’an’ın Bakara Suresine “makara diye alay eden (Egemen Bağış), başbakanı “Allah’ın sıfatlarının çoğunu barındırdığını” söyleyerek (Fevai Aslan) tanrılaştıran putperestlikleri kanıksatarak, dini değerleri alay konusu haline getirmesi de sosyal medyaya girmeyen, hükumet yanlısı Tv kanallarından başkasını dinlemeyen, eğitim düzeyi toplumun en alt kesimi olan halk kesimlerinin gözlerinden de kaçırılmıştır.



Demokratik rejimlerde, halkın verdiği oyların itina ile korunup, tarafsızca sayılıp, siyasi iktidarları belirleyecek Yüksek Seçim Kurulları (YSK) başbakanın diktatörlüğü döneminde “yalnızca başbakan ve siyasi partisi AKP’yi koruyan “Yandaş Seçim Kuruluna” dönüşmüştür.

Ankara YSK önünde bekleyen gruplar
Bu konuda ilgili yargı mercilerinden hala başbakan ve partisinden emir almadan mevcut yasalara göre dava açabilecek yargı mensupları varsa, bunların “intihar edercesine” göerevlerini, yapmaları gerekmektedir.
“İntihar edercesine” dedim, çünkü böyle bir işe kalkışan yargı mensubu, bu görevini yapmaya kalktığında, başbakan ve partisinin saldırıları, tehditleri sonucu başına geleceklerin yanında  intihar etmesi, onun için daha az sıkıntı verici olacaktır.

Ülkemiz, bizzat başbakan ve partisi AKP tarafından 12 yıllık hükumetleri boyunca, dini, ırki olarak bölünmüş, kutuplaştırılmış, birbirine düşman edilmiştir.
Devletin bütün kurum ve kuruluşları onların idaresine sokulmuş, devletin tasfiye sürecine sokulmasıyla da “batan geminin malları” misali devlet hükumet ve yandaşlarınca “yağmalama sürecine” sokulmuştur.

Ortada devleti koruyacak ne ordu-polis ne de yargı kurumu kalmamıştır. YSK’nın açıkladığı seçim sonuçlarıyla, sandık başı tutanakları arasındaki uçurumlar, hükumetin hesabına geçirilen halkın oyları, bunun yarattığı çatışma ortamının Ankara, İstanbul ve öteki illerde sürmesi de bu çürümüşlüğün delilidir.
Devletin varlığının sürdürülmesi ve korunması sadece vatandaşa kalmıştır.
Herkes üzerine düşen görevi yapmak zorundadır.

Takdir okuyucularındır.

Alaeddin Yavuz