20 Nisan 2011 Çarşamba

DAYATMA EGITIM KIME HIZMETCI YETISTIRIR

DAYATMA EĞİTİMLE YARATILAN VATANDAŞIN KALİTESİ KİME YARAR?

Küresel Güçler

Bu gün haber kanallarını gezerken EURONEWSTURKEY” kanalını seyrediyordum. AB’nin yayın organı olan ve Türksat üzerinden de yayın yapan bu kanalın Türkçe yayınları oldukça yoğun. Bu günkü yayınlarında dikkatimi çeken AB Eğitim Komisyonu başkanı olan Grek asıllı Bayan AndroullaVassiliou’nun başlattığı “Eğitim fonlarını kesmeyin” kampanyası oldu.


Bayan Vassiliou’nun tespitlerine göre Avrupa Birliği bütçe harcamalarında %30’un üzerinde bir kesintiye gitmişti ve AB’nin gelecek 20 yıl içinde %3’lük büyümeyi sağlayabilmesi için ihtiyacı olan İki Milyon araştırmacının yetişebilmesi için eğitim fonlarının kesilmesi değil arttırılması ve yüksek eğitimimin de teşvik edilmesi gerekiyordu.

Androulla Vassiliou
Avrupa Birliği ülkelerinde eğitim kalitesi düşmüştü,15 yaş gurubundaki gençler arasında “okuma zorluğu çekenlerin oranı” da hayli yüksekti. Buna ek olarak da 15 yaş grubunda eğitimi terk edenlerin oranı İspanya’da %31 ki bu oran AB ülkelerinin Almanya dışındaki üyelerinde ortalama bir rakamdı. Amerika’da bu oran %41’i diğer dünya ülkelerinde ise bu oranı katlayarak yükseliyordu.

Bayan Vassiliou’nun tespitlerinden çıkardığıma göre, dünya ülkelerinin eğitim, ekonomi, siyaset ve her alandaki faaliyetlerini düzenleyen “İngiltere-Amerika merkezli Küresel Sermaye” bu oranların gerçekleşmesinde etkili olmuş olabilir mi? Diye düşündüğümde olabileceği yönünde sonuç çıkarmamı sağlayan birçok veriyle kafam doluverdi.

Okuma yazama oranının yükselmesi haliyle gereklidir. Çünkü bu gün evimize aldığımız en basit bir elektronik cihazın kullanımı için bile neredeyse bir haftadan bir aya kadar kurs görme gereksinimi vardır.
1990’larda üretilmiş bir çamaşır makinesini bile taşıdığı özelliklere göre bilinçli kullanan ev kadını oranının %0,1 olduğuna kendi çevremden şahidim. 

Dünyanın parasını verip evimize doldurduğumuz televizyonların bile farkına varmadığımız birçok özelliklerini kullanamadan eskitmekteyiz. Çoğumuz tüketim çılgınlığına, komşuya, hısım akrabaya, arkadaşa hava basmak için aldığımız bu cihazların özelliklerinden haberdar bile değiliz. 

Misafirliğe gittiğim birçok evde kullanılan uydu cihazı ve kablolu Tv yayınlarını izleyenlerin en çok seyrettiği kanalları sıralamaktan haberlerinin olmadığını, favori kanal özelliğini dahi bilmediklerine şahit oldum. Bunu kurumlarda fark etmiş olsalar ki, Türksat a kendi kanallarının kanal listesinde öne alınması için değişik şekillerde etki etmeye çalıştıklarına bazı programlarda bunların tartışılmasıyla tanık oluyoruz.
Bu da küresel sermayenin ürünlerinin tüketilmeleri ve kullanımlarının yaygınlaşması için okuryazarlığın üzerinde “orta öğretim” eğitimini şart koştuğu ancak yükseköğrenimini,  hele “kaliteli yükseköğretimin” ise tavsiye edilmediği sonucuna erişiyoruz.

Neden mi?
12 Eylül.1980'de sopadan geçirilen bu gençlerin hepsi "eğitimliydi!"
Kaliteli eğitim insanlardaki “yaratıcılık” yeteneğini tetikler ve sömürülen, ezilen ülkelerin mevcut düzenin çarkını kıracak beklenmedik gelişmelere neden olabilir. Örnek mi, ülkemizde birçok Teknik Üniversite olmasına rağmen, su ile çalışan otomobillerin bile ilk-ortaokul mezunu tamirci çıraklığından yetişme kişilerce ülkemizin gündemine sokulduğunu ve bunlarında geçen birkaç yıl zarfında halka unutturulduğunu hatırlayalım. Diğer yandan işbirlikçi kitle eylemleriyle kaliteli eğitim almış kesimlerin galeyana getirilmesi biraz zordur da ondan.
Diğer yandan, ”orta öğretim” ile eğitimini sınırlandırmış yoğun kitlelerin daha çok klasik dinci, köktendinci, milliyetçi, muhafazakâr siyasetlere kolayca kapıldıkları AKP’nin ve diğer dinci partilerin seçmen gruplarından da bellidir. 

AKP’nin yaptığı üniversite açılımları ile yeni kurulan Üniversitelerin resmen “Yüksek İlkokul” özelliğinde olması mezunlarının hiçbir işe yerleştirilemeyecek olmasından bellidir. 1980’lerde başlatılan Açık Öğretim Fakültesi girişimi de böyle bir şeydi. 

Bu çabalar sonunda eğitim, 1970 öncesi gibi diplomayı gösterince “ekmek kapısı” olma özelliğini taşımaktan çıkarılmış, ama hala “ekmek kapısı” gibi gösterilerek, dershane, özel öğretmen, ek ders, destek kitap pazarlamalarıyla, sadece “dayatılan bir sömürü aracı” haline getirilmiştir. Son yıllarda eğitimin ulaştığı en son rezilliğin adı olan “Şifreli Sınavlar” da bu utanmazlığın, şerefsizliğin sonucuydu.


12 Eylül sopasından,sonra Diplomalı Genç Gazozlarımız oldu.
Çabuk gaza gelen ve muhafazakâr eğilimleri yüksek olan “diplomalı gazozlardan”  ibaret bu grubun, İsrail—Filistin Flotalia ve çakma “One Minute-Van Minüt” olaylarında, terör örgütünün faaliyetlerinde veya bunlara karşı düzenlenen eylemlerde, mitinglerde kolayca harekete geçirildiklerini görüyoruz.

Büyük devletlerin siyasi projelerinin uygulandığı bizim gibi hedef ülkelerin “işbirlikçi “ siyasi, askeri, sivil toplum örgütlerinin, kendilerine verilen “tahrik faaliyetleri” ile kolayca kalabalıkları galeyana getirerek halk desteğini kaptıklarını ve halkı sonucu pişmanlık getirecek maceralara rahatça sürüklediklerini görüyoruz.

Hatta ne kadar “vatansever ve haklı gerekçelerle” düzenlenmiş olursa olsun, yapılan bir “tahrik” eyleminin sınırlarını tespit edecek bir çalışmaya hiçbir miting veya benzeri tahrik eyleminde rastlanılmamıştır. Bu sınırlama konulmadığından da “en haklı” direnişler, tahrik eylemleri kolayca yasa dışı ilan edilivermektedir.
Bu eksiklik bile “kalitesiz eğitimin” bir sonucudur. “Mantık ve Geometri” bilmeyenle konuşamam” diyen Gazalilerin, Sinaların, Erzurumlu İbrahim Hakkıların torunları bu gün,ne yazık ki bu değerlere en yabancı  milletlerdir. 

Olasılıkları hesaplayan bir “mantık yürütme yeteneği”  kimsede yoktur. Siyaset ve eğitimde “kişileri tanrılaştırma salaklığına da”  bu sayede kapılıp gitmekte böylece de iki yakamızı bir araya getirememekteyiz.
Bu gün Pakistan’dan Cezayir’e, Azerbaycan’dan Yemen’e kadar bütün Türk ve Müslüman coğrafyasında  “İslami Uyanış” ya da “İslam Devrimi” adıyla methedilen kitle eylemlerinin arkasında küresel sermayenin siyasi ve askeri jandarması olan ABD-AB’nin paraları olduğu ortadadır. Daha dün Suriye Devlet Başkanı Beşer Esad bunu açıklamıştır.

Libya'lı bir Direnişçi
Geçenlerde EURONEWSTURK kanalında yorumsuz yayınlanan bir Libya görüntüsü vardı.Uçaktan paraşütle atlayan askeri üniformalı, sarı saçlı mavi gözlü uzun boylu Avrupalı-ABD’li askerler yere indiklerinde birden üzerinde Arapça yazılar bulunan sivil bir Jeep yanlarına geliyor, makineli tüfekten roketatara kadar silah ve mühimmatları sandıklarla arabadan aşağıya atarak bunlara veriyor, bu askerler hemen silahları monte ediyorlar ve ardından Kaddafi’nin askerlerine saldırıya başlıyorlardı.

Bu kitle olaylarının hepsinde 1925’lerde Afgan Kralı Emanullah Han’ı ülkesinden kovduran “Topal Molla’lardan, Kurtuluş Savaşımızın haini işbirlikçisi Deliüzzaman-ı Said-i Kürdisine, Molla Efgani’sine, İskilip’li Atıf hocasına kadar takiyyeci Haçlı İşbirlikçilerinin günümüz versiyonları iş başındadır.

Bu sinsi “teslimiyet senaryolarına “ iştirak edenlerin asıl beyin takımlarının “Müslüman takiyyesi” yapan aslen Hıristiyan, Yahudi, Yezidi ve benzeri kişilikler olmasına rağmen kitlelerin bunlara aldanıp eylemlere katılması iğrençtir, ama acı bir gerçektir de.


Gene bu “İslami Uyanış” adı takılan işbirlikçi eylemlerin sürdüğü ülkelerin televizyonlarına baktığımda Libya’da sokakların girişlerinin tırlarla, yakılmış engellerle kapandığını ve çatışan her iki tarafın da “Allahüekber” çığlıklarını attıklarına şahit olmak ibret vericidir. Şahit olduğumuz bu iğrenç olaylar, aldatılmışlığı, din birliğinin yıkılmışlığını, bölünmüşlüğü, parçalanmışlığı, teslimiyetçiliği, köleleşmeyi sergilemektedir. Libya örnekleri Yemen, Bahreyn, Suriye’de farklı şekillerde hızla sürmektedir. Suriye’de iddia edilen ölüm oranları dün 20’nin üzerindeydi. Keza bizde de terör örgütü ve partisi aynı görevi iktidar ve dışardaki cunta ile kol kola yürütmektedir.

Libya'lı El Kaide'ci Genç Gazozlar
Birbirlerinin kafalarına günün her saati durmadan kurşunlar, bombalar yağdıran ve Hıristiyan Haçlı güçleriyle açıkça, çekinmeden işbirliği yapan, kandırılmış bu insan şekilli mahlûklara adını çok zikrettikleri “Allahlarının “ hidayet vermesini dilemekten başka yapacak bir şeyde yoktur.

İşte kitlelere verilen eğitimin kalitesiyle ancak açıklanabilen bu acı verici ibretlik olaylara karışan ahmakları ve ahmaklıklarını başka ne ile açıklayabilirsiniz?
Küresel sermaye kitlelerin eğitimlerinin kaliteli değil, pazarladıkları ürünlerini satın alıp kısmen kullanabilecek, tüketebilecek, reklam kampanyalarını özümseyebilecek,  görsel veya yazılı basın-yayın organlarıyla yapılacak kitle hipnozlarını kavrayacak, onların aldatıcı yalanlarına inanıp alet olacak kadar eğitimi dayatmaktadır.
Yoksa Haçlı dünyası da, kendi ülkelerinde bu hedef ülkelere giderek gönüllü savaşacak “kurbanları”  başka şekilde üretemeyecektir. Dışarıdan ithal edemeyeceğine göre eğitim dümenleriyle kitleleri cahil-aç-muhtaç bırakarak emperyalist amaçlarına kolayca alet edecektir.

Küresel sermayeyi,  yüksek kalitesiz eğitim dahi korkutmaktadır. Hatta  “kaliteli bir orta öğretim” bile korkulu rüyasıdır. Çünkü AB Eğitim Komisyonu Başkanı bayan Vasiliou raporunda AB ülkelerinde bile personel alımlarında “vasıfsız eleman” oranının yüksekliğini ortaya koymuş ve “nitelikli vatandaş” yetiştirilmemesinden şikayet etmiştir.

İşlenilmiş suçu sorgulayacağına "tehdit" eden bir kişilik!
Ben de bu tespitlere aynen katılıyor ve “dayatma eğitim sistemi, dayatma kültür” ile her şeyin kolayca “dayatıldığı ve coşkuyla kabul ettirildiği, koyun sürüsü gibi her yere kolayca sürüklendiği”(!) bir toplum haline getirildiğimizi belirtiyorum.

Dayatma eğitim,12 Eylül 1980 sonrasında, küresel sermayenin ürünlerini tüketen, onun senaryosu olan din manyaklığının militanı olan kendi değerlerinden uzaklaştırılmış aşağılık bir toplum yaratmış, tamamen sömürgeci-emperyalist güçlerin beklentilerine hizmet edecek ürünler (nesiller) yetirştirmiştir.

Bu yüzden, bu gün antiemperyalist, vatansever bir eğitim ve siyaset güdülmeye kalkışılsa bu kitleler bunun en büyük düşmanı olurlar. 
Bu kitleler fedakarlık gerektiren vatansever sömürge karşıtı siyasetleri taşıyamaz, onun faturasını ödeyemezler. 

Vatanseverliğin ve bağımsızlığın faturasını ödeyebilecek sorumluluk sahibi toplumu oluşturmanın ilk adımını bu yazılarla oluşturmaya çalışıyoruz.
Kenan Evren cuntasının yarattığı teslimiyetçi, iç düşmanlıklar yaratan ve körükleyen, köleci zihniyet pisliğine ilk küreği böylece vurmuş olduk. Sağ oldukça arkası gelecektir.

“Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az!”

Neyse,siz gene yazdıklarıma boş verin, zırvaladım işte!

Adilyargicc

Libya'ya karşı ABD-AB yalanları ve komploları için İngilizce bilenler bakabilirler;
TIKLA- http://www.globalresearch.ca/index.php?context=va&aid=24033
 

2 Nisan 2011 Cumartesi

IDAM ISTEKLERININ PERDE ARKASI

İDAM İSTEKLERİNİN PERDE ARKASI


Kayserideki çocukların cenazesi
Son günlerde Kayseri'de 3 çocuğun vahşice öldürülmesinin ardından bir başka çocuğun üvey annesi ve anneannesi tarafından parçalanması üzerine idam cezasının geri getirilmesi tartışmaları başladı.
İşte size İnternette geçen bazı tespitler;

Hakkari Şehitleri
1-Hakkâri Yüksekova'dan gelen acı haber Türkiye'yi yasa boğdu. Osmaniye Harp Malulü Gaziler Şehit Dul ve Yetimleri Derneği tarafından saldırı kınandı. Dernek Başkanı Durmuş Öksüz Şırnak'tan sonra Hakkari'den gelen şehit haberleriyle sarsıldıklarını belirterek, Türkiye Büyük Milet Meclisi'nden bir an önce idam cezasının çıkarılmasını istedi. Dernek olarak idam yasasının çıkarılarak teröristlerin yeniden yargılanması için teröre lanet mitingi düzenleyeceklerini belirten Öksüz, Güneydoğu'daki terör sorununun çözülmesi için komutanlara büyük görevler düştüğünü kaydetti.

2-Tokat Esnaf ve Sanatkarla Odaları Birliği (TESOB) Başkanı Mehmet Bekçi, idam cezasının tekrar gündeme gelmesini gerektiğini belirterek, "Bugün dünyanın en modern ülkesi olan ABD’de dahi idam cezası varsa Türkiye’de de olmalı" dedi.

Hurriyet.com.tr’nin anketine 156,806 kişi katıldı. Katılımcıların yüzde 64,6’sı “Evet idam cezası geri gelmeli” derken, yüzde 35,4’ü ise idamın geri gelmesine karşı çıktı.

Anket Sonuçları
İdam anketi - İdam geri gelmeli mi?
Evet 749 oy. (75.50 %)
Açıklama: 75.50 %
Hayır 243 oy. (24.50 %)
Açıklama: 24.50 %
Toplam oylar: 992 | Ankete Oy Vermek İçin Tıklayınız
Anket Sonuçları tamamen bağımsız olup, siteyi ziyaret edenlerin seçimlerini yansıtmaktadır.
TurkiyeSecimleri.com tamamen bağımsız bir yayın yapmaktadır.

Anket Sonuçları Yazılı/Basılı veya Görsel Medya'da Kaynak Gösterilerek Kullanılabilir.

Halk aleyhine olan bütün yasalar, hükümetlerce halkın duygularını yukarıdaki olaylarda olduğu gibi tahrik eden bir takım olayların arkasından sinsice ortaya atılarak yasalaştırırlar. Böylece “tahrik edilen halkın” duyguları suiistimal edilerek kamuoyunun tahrik edilmesi hükümetin amaçlarını gerçekleştirme aracı olarak kullanılır.

Bırakın idam ve müebbet hapis cezalarını gerici şeriat ve benzeri rejimlerde aynı yolla gerçekleştirilir. 

İşçi ve memurların ellerinden “sendika, grev, miting, geçici iş bırakma, dernekleşme” gibi haklarını ellerinden alan kısıtlamaları yasalaştırırken AKP, “Yabancı Sermayenin ve sıcak paranın ürkütülmemesi” gerekçesini koymadı mı?

İşte Arap devrimleri, İran 1979 devrimi ve Türban olayları ile tahrik edilen kamuoyunun duygularının aynı yolla suiistimali sonucu iktidara gelen Eş Başkan R.T.E hükümeti.

İdam cezası yukarıda halkın duygularını tahrik edilmesinin ardından tartışmaya açılmıştır ve başlı başına bir provokasyondur.

İktidara geldiği günden beri devletin bütün kurumlarına yandaşlarını dolduran AKP son olarak, Ergenekon aldatmacası ile Orduyu da kumandası altına almıştır.

Şimdi sıra yeni İslami Rejimi ilan etmeye gelmiştir. Bunun için de 2011 seçimlerini ardından muhaliflerini bütünüyle ortadan kaldırmak için kullanacağı “idam silahını” halkı bu tahrik edilmiş hailinden istifade ederek ele geçirmek arzusundadır.

PKK terörü önce devletin de içinde olduğu sinsi bir senaryodur ve daha çok uzun yıllar birlikte yaşayacağımız bir gerçektir. İdam cezası gelse dahi inanın AKP’nin bir tek terörist idam etmesi bile kolay olacak iş değildir.

Ülkemizde adalet kurumu henüz yerleşmiş değildir ve “hatır-gönül-rüşvet” gibi tarihi kokuşmuşluklar yaygınken ileride bir çok mağdur insanın “haklılığını ispat edememesi” yüzünden yok yere ölümünden başka işe yaramaz.

Zengin hiçbir yerde kolay kolay idam edilmez, olan fakire olur. Avukat tutmaya parası olmayan bir mağdur, avukat tutan bir suçlu ile olan davasında “suçlu” çıkarılıp idama gidebilir. Bunlar geçmişte de çok yaşandı ve tecrübe edildi.

İdam devlet erkini ele geçirmek için mücadele veren,  siyasi otoritenin “önünü açmak” engelleri temizlemek için kullanacağı en kolay “temizlik” aracıdır.

İran devriminden sonra Humeyni’nin idam ettiği insan sayısı belli değil. İdam sehpalar vinçlere kuruldu insanlar yirmişer yirmişer idam edildiler.

Tahrik edilmiş duygularınızla gelecek nesillerin yaşamlarını karartmayınız.

Saygılar!


31 Mart 2011 Perşembe

AKP'NIN ILERI DEMOKRASISI YILDIRIYOR

AKP’nin İLERİ DEMOKRASİSİ YILDIRIYOR

Amerika ve Avrupa Birliğinin ortak projeleri ve yerli işbirlikçileriyle birlikte organize edilen ekonomik krizler ve sahte “İrtica Mücadeleleriyle” halk mevcut hükümetlere ve orduya karşı antipatik psikoloji içine sokuldu.
Kenan Evren’in diktatörlüğü döneminde, Turgut Özal'ın işbirlikçiliği ile Fethullah Gülen devletin en yüksek mevkilerinin koruması altında Amerika ve AB ülkeleriyle yıkılan SSCB’den bağımsızlığını kazanan Türk devletlerine önerildi, şişirildi, palazlandırıldı.

Halk tarafından pek de tutulmayan Nurculuk ve gelişmişi olan Fethullahçılık akımlarının halka nüfuz etmesine öğrenci yurtları deniz feneri gibi oluşumlarla kolaylık sağlandı.

Daha sonra da Necmettin Erbakan ülkeye başbakan yapıldı. 1950’lerde Adnan Menderes’in Amerikan desteğiyle yürüttüğü, Nurculuk sayıklamalarının bütün sömürge Müslüman ve Türk devletlerine aşılanması, “bağımsızlık, emekçi hakları, bireysel özgürlükleri” dışlayan, “bireyi köleleştiren dini ağırlıklı sosyal yaşamı teşvik eden” teslimiyetçi siyasetine geri dönüldü.

Siyasetin doğasına uygun olarak ortaya çıkan “İslam-Türk coğrafyasında birlik sağlama” çalışmaları da 28 Şubat operasyonuyla baltalanarak Nurcuların halka “mağdur gösterilmesi” sağlandı.

Mehmet Akif’in “Camiler kışlamız, kubbeler miğferimiz, minareler süngümüz… ” dizeleri okutularak “İrticacı” ilan edilen Necmettin Erbakan’ın koltuğunda büyütülmüş İstanbul Belediye Başkanlığına getirilmiş Recep Tayyip Erdoğan cezaevine gönderilerek yeni bir “mağdur”  Nurcu önderi yaratıldı.
Cuntacıların “Türban karşıtlıkları”, dini bilmeyen yasa koyucu ve yorumcularca ya da art niyetli olarak günümüzü hazırlayan ortamı yaratmak için Nurcuların “mağdur” gösterilmesini sağlamaya yönelik operasyonlarda, rahibe kıyafeti olan Türban halkın olağan baş örtüsüyle karıştırılınca, Nurcu olmayan asker-Polis ve diğer devlet memuru veya işçi anneleri, eşleri ve çocuklarının bile asırlardır kullanılan baş örtüleriyle hastaneler dahil kamu hizmetlerinden mahrum edilmelerine kadar uzanınca halkın tepkisi cuntaya karşı büyüdü ve 2002 seçimlerinde de halk doğal olarak, istihbarat masalarında hazırlanan projelere göre kurulmuş Tayyip’in partisi AKP,sandıklarda oyların büyük çoğunluğunu toplayıverdi.


12 Eylül darbesinde tutuklananlar
İşte o gün bu gündür mevcut hükümet, “konuşulmayanı konuşmak, fikir özgürlüğü,” gibi evrensel değerlerin ardına saklanarak yaptığı “etnik kökenleri kaşıyan açılımlar” ile  resmen bölücülük propagandalarını serbest bıraktı.

Devlet içinde yapılanmış, terörist, anarşist örgütlenmeleri destekleyen bir “Alevi yapılanması” sorgulamasına geçildi.

Diğer yandan, devletin rejiminin “şeriat” olmasından ülkenin “36” parçaya bölünmesine ve hatta, 1984’lerden beri süren ayrılıkçı terör örgütünün düşüncelerinin bile halka devletin basın ve yayın organlarından 24 saat yayınlanmasına izin verildi, askeri gücü önceki iktidar döneminde bitirilmiş terör örgütü palazlandı, terör örgütü mensupları sınır kapılarında kurulan “sözde” mahkemelerle matbu ifadelere imzalar attırılarak serbest bırakılırken, bu örgüte karşı savaşan Astsubayından Generaline kadar çok sayıda asker de “hükümete darbe yapmak için plan proje hazırlayarak darbe teşebbüsünde bulunmak” suçlarından tutuklanmaya başlandı.
Haydi, askerler darbeciydiler, emirlerinde ne de olsa bir ordu vardı ve silahlıydılar, geçmişte yaptıkları için darbe yapmaları da mantıklı olarak kabul edilebilir.

Ama gel gelelim, tutuklanan siyasi parti başkanları, doktorlar, gazete yazarları, üniversite öğretim görevlileri, emekli polis şeflerinden polis memurlarına ve yetmedi şimdi daha dün piyasaya çıkmış yaşları 25 ile 35 arasında değişen yeni parlamaya başlayan gazeteciler de mi darbeciydi?

Hatta Harp Akademisinden yeni mezun olmu,24-25 yaşlarında sıfır kilometre subay olan bir çocuk Teğmen de mi darbeciydi?

Bunun hiçbir mantıklı açıklaması olamaz. Hele hele, cuntacıların hakkında “ölüm kararı verdikleri” iddiasıyla bu konuda hükümetin yanında yer alan Uğur Dündar gibi bir gazetecinin rahlesinde yetişmeye çalışan Nedim Şener gibi bir gazetecinin tutuklanması hiç akıl işi değildir. Yasal olarak gerekçeleri varsa da bu gazetecinin nasıl bir “darbe eylemi” içinde olduğunu ben naçiz aklımla halen anlayabilmiş değilim.

Ahmet Şık adlı ve inanın bu güne kadar hiçbir yazısını okumadığım hatta adından bile haberdar olmadığım genç gazetecinin tutuklanmasını henüz yargıçların bile görmediği “kuluçka” aşamasındayken yayınevlerinin ve yakınlarının bilgisayarlarına el konularak aranması, olası kopyalarının da imha edilmesi, iki  askeri darbe, dört küsür muhtıra görmüş ülkemiz tarihinde yaşanmış bir olay değildir.

Olaylar bunlarla kalsa iyi dünkü gelişmeler de her şeyin üstüne tuz biber serpti. Zekeriya Beyaz gibi halkça çok iyi tanınan ve sevilen bir İlahiyat Profesörü de  “Misyonerlik” suçlamasıyla evinin, bilgisayarlarının incelenmesi olayıyla karşı karşıya kaldı.

F.Gülen-Papa II.J.Paul

Zekeriya Beyaz ve Misyonerlik yani “Hıristiyanlığı yayma gönüllülüğü” akıl alır iş değildir. Bu ülkede bu tutuklamaları yapan AKP hükümetinde misyonerden bol bir şey yoktur.
İslamiyet’in hiçbir döneminde yaşanmamış “kadınlı-erkekli namaz”  olayını başbakanın mali destekçisi ve “deliğe süpürülmesinden” kurtaran, Said-i Kürdi’nin en yakınlarından bir aileye mensup Cüneyt Zapsu yapmıyor mu?

Üniversitelere “Gay ve Lezbiyen kulüplerin kurulması için kanun çıkartan, “cinsel sapıklığı” yasalaştıran, gençlerimizi ilim irfan yolundan “bok yolu düşkünlüğüne” sevk eden AKP değil mi?
Ya İstanbul ve ülkemizin bütün illerinde ve ilçelerinde “apartman kiliselerini” açtıran kim?
-AKP değil mi?


Cüneyt Zapsu'nun eşi Beyza da burada
Ilımlı İslam” adı altında Bahailik (Murculuk), Brahmanizm, Hinduizm, Yahudilik, Hıristiyanlık karışımı saçmalıklar dizisini ülkemiz halkına ve bütün Türk ve Müslüman devletlerine dayatan, Vatikan’ın Papa’sını Sultanahmet Camilerinde ağırlayan, Fener patrikleriyle yemekler düzenleyen, avukatları Kezban Hatemi’den televizyon ekranlarından “emir alan”  kim?

-AKP değil mi?


-AKP değil mi?

Van gölündeki Aktamar (Ah Tamara) kilisesini onartarak Ermenistan’dan, Amerika ve Avrupa’dan Ermenileri getirerek ayin yaptıran kim?

-AKP değil mi?

Trabzon Sümela manastırına Yunanistan ve Rusya’dan getirilen, müze müdürünü “başbakanınız da bizden, sen bize karışamazsın” diye tehdit eden Ortodoks Hıristiyanlarına ayin yaptıran kim?
Müslüman maskeli Mason başbakan

-AKP değil mi?

“Ha Güneysu ha Potomya-Ha Norşin  ha Güroymak”  saçmalıklarını utanmadan halkın gözüne bakarak söyleyen, bölücülük yapan  kim?

-Başbakan Recep Tayyip Erdoğan değil mi?

Gittiği her ülkede kilise gezerek rahiplere devlet bütçesinden hediyeler sunan kim?

-Tayyip Erdoğan değil mi?

Devlet bütçesinden ayrılan “2” milyar USD doları harcayarak Amerika’da düzenlenen “sözde “Türk Günlerinde, “Ermeni, Grek, Arap, Kürt halk oyunları” ekiplerini oynatan, onları oralara götürüp gezdiren, besleyen kim?

-AKP değil mi?

1958’de Vatikan’dan “takdirname alan Said Nursi’yi, Vatikan’a giderek taklit eden, papanın elini öpen, özel görüşen, Amerika Pensilvanya’dan olası İran Devrimi gelişmeyi sabırsızlıkla bekleyerek Türkiye’nin Humeyni’si olmayı bekleyen Fethullah Gülen ve cemaati değil mi?

Eğer bu ülkede misyoner, bölücü, darbeci aranıyorsa AKP’den ve Nurculardan başkasını bulamazsınız!

AKP’nin “ileri demokrasisi”  bölücülük, din değiştirme, ülkenin kurum ve kuruluşlarının yabancılara peşkeş çekilmesi, İslam ve Türk dünyasının “Haçlı-Mason ordularınca işgal edilmesi, halklarının köleleştirilmesi, sosyal hakların ve özgürlüklerin geri alınması, ülkemizin de olası yüzüncü yıllardan birinde “2014 ya da 2019’ da işgal edilmesini tanımlamaktadır.

Eğer bunlar “ileri demokrasiyse” ben bu “ileri demokrasiden” çocuğumun ve ülkemin nesillerinin geleceği adına korkuyorum.

Bu “ileri demokrasi” korkutuyor, yıldırıyor!

Olmaz olsun böyle “ileri demokrasi” !



25 Şubat 2011 Cuma

OSMANLI'DA GIZLI TARIKAT IZLERI

Osmanlı'da Dünyayı Yöneten Gizli Güçler veya Tarikatların İzleri;


Piri Reis
Piri Reis birincisini 1513'de Yavuz Selim döneminde diğerini de 1528'de Kanuni Süleyman döneminde olmak üzere iki dünya haritası çizmiştir.


Kanuni kendisine sunulan haritayı eline alınca "-Dünya ne küçükmüş!" diyerek haritayı yırtmış ve "-Doğusu bize ait" demiş.


Bu iddia bana,Evliya Çelebi Seyahatnamesinde geçen II.Bayezit'in dünyanın etrafında uçarak gezen dervişlerle keşiflerin ona önerilmesi olayını hatırlattı.


Bu gün de Rotschıld Yahudi Ailesinin 500 yıldır dünyayı yönettiği iddiası var ya,ona aynen de uymakta olan bu olay,Evliya'nın anlattığına göre şöyle olmuştur;


Bu iki derviş,"-Kafirler,yeni yerler keşfedecekler ve büyük topraklar kazanacaklar.Onların çok kıyım yapacaklarından korktuğumuz için siz bu keşifleri yapın da biz de yardım edelim" demişlerdir.Ancak,Beyazıd-ı Veli yani II.Beyazıt bunu istememiştir.


Mehmet Soylu adlı araştırmacı yazarın,"Piri Reis'in Şifresi" adlı kitabı ile ilgili olarak yayınlanan bir söyleşsindePiri Reis'in kaleminden yaptığı şu tespitler ilginçitir.Pusula dahil bütün haritacılık eğitimi her şey kendisine öğretilmiştir;

HARİTANIN BEYANI
Artık pusulanın ne olduğunu bildin,
Şimdi de haritanın durumunu dinle!
Hem pusulayı hem de haritayı gerçekten bil,
Çünkü Onu Süleyman Peygamber gerçekleştirdi.
(Ta Sûleymanu’n-nebî ıtdi tasih)
Zira ona, insanlar, cinler, vahşi hayvanlar,
Kuşlar ve karıncalar tabi olmuştu.
Bu Hakk’ın emridir, bu sözü yabana atma.
Şüphesiz, deniz ilmi de ötekiler gibi onun emrinde idi.
Denizler ona mil mil ma’lum oldu
Ve şimdi bu hayrın ondan kaldığı söylenir.
Zira harita, irtifa almakla ve mum aramakla çizilemez.
İrtifalar haritadaki, sığları ve taşları göstermez;
Mühendisler bundan hiç yararlanamazlar.
…………………. Kitab-ı Bahriyesi’nde I.cilt sayfa:79
Mason Sembolü "7" Işıklı Dünya-"6gen",Gönye-Pergel,Güneş


Son olarak Piri Reis Bahriye Kitabı’nda Cil-1 Sayfa:82’de şöyle der:
……………
Tam onaltı kısma böldüler inan,
Merkez onun tam orta yerine düşer.
Bu onaltının birinden öbürüne
Ki çekerler çizi hep yerli yerine
Biz çizginin iki başına adip hesap
İkişerli olur otuziki cevap,
Dinle şimdi bu harita ilmini,
Ta bilesin halini ahvalini….


Sanki Kuran ayetlerinin vahiyle gelişi gibi ilahi dille yapılan bu anlatımda,haritayı Piri Reis'in yanında bir takım varlıklar göstere göstere çizmişler ve nedenini,niçinini öğretmişlerdir.
Hz.Süleyman'ın Mührü-Mason
İsrail NUR Mason Locası



Örnek olarak,"Artık pusulanın ne olduğunu bildin" ifadesinde geçen "bilme" Adem'in Havva'yı "bilmesi" anlamındaki kadar "derinlemesine,içine girerek ayrıntılarıyla bilme" anlamında kullanılmıştır.

Piri Reis de gemiciliği ve korsanlığı "dini-mistik değerlerle" amcası Kemal Reis'ten öğrenmiştir.O zaman kadar mevcut olmayan bir haritayı çizmesini açıklamak için de mistisizm en mantıklı yoldur.Bu anlatma tarzı zaten vardır.

Bu yüzden ortaçağın her şeyi dinle açıklayan mantığı içinde reisin anlatım şeklini tuhaf karşılamamak gerekir.

Sanatkarların bile çıraklıktan kalfalığa kadar olan yükselme sınavlarında,"acemili dönemleri 35 yıl gibi zaman aldığından,soruların mesleki olmaktan çok mesleğin pirleri,meslekteki mucizevi halleri ve mesleklerin piri kabul edilen peygamber veya melek kabul edilen kişilikler hakkında bilgiler sorulurdu.

Barbaros Hayretin'in Sancağı-Mason
(Masonların 12.yy.da çıkmasından önce bu semboller hep vardı)
Piri Reis'in aşırı mistik ifadelerini günümüz mantığıyla düşündüğümüzde "peygamber veya meleklerce ya da uzaylılarca eğitilimiş" bir kişilik olarak yorumlamak olasıdır.O zamanın şartlarında ise her şey "dini terminoloji" ile izah edilmekteydi. Bunun göz önüne alınmasında fayda vardır diyorum.

Diğer yandan Evliya Çelebi'nin II.Bayezit'i "Veli" olarak anlattığı ilginç,mistik abartılı bir olayı gene Seyahatnamesinin I.Cildinde dile getirmiştir.Olay şöyledir;

Tatih ve II.Bayezid dönemi Haritası 
(Anadolu'daki Beyazlar-Beylikler)
Bir gün II.Bayezid nefsi ile kavga etmeye başlar ve nefsinin onu ele geçirmesinden kurtulmak için,vezirlerinin önünde ;

"-Ey nefis içimden çık" der ve ağzından küçük bir yaratık çıkarak yere düşer.Vezirlerine,"- Hemen onu çiğneyerek öldürün" diyerek nefsini öldürtür.

Bu düşünce tarzına sahip bir padişahın "dünyayı yönetmesi" düşünülemez.Olsa olsa Sinoplu Diyojen gibi filozof olur.

Büyük keşiflerin onun saltanatı döneminde tamamlanması,Osmanlı'nın ve Müslüman dünyasının uyuya kalmasının "dünya malına minnet etmeyen,kanaatkar Müslüman" tasavvufi felsefesi ile açıklanması o zaman için muhteşemdir.

Eğer böyle "güç dağıtan" bir tarikat ya da göksel kripto kişilikler gerçekse oğlu Yavuz Selim'in onun gibi düşünmediğini ve "Bizans Haritasına" razı olmak zorunda kaldığı anlamı da çıkarılabilir.

Piri Reis'in anlatım tarzına uygun olarak düşünüldüğüne,Evliya Çelebi'nin iddiası doğruluk kazanmaktadır ve II.Bayezit bu davranışı ile bir "Cihan İmparatorluğunu" ret etmiştir,resmen tepmiştir.Tahtı babasını öldürerek alan Yavuz'da gelen Piri Reis haritasını "atı alanın Üsküdarı geçmesi" yüzünden işleme koymamıştır.Kanuni ise yırtmış veya yırtılmasına engel olmamıştır.


Roma'nın bölünmesi ile Bizans olan Mor bölge
Yani Yavuz tahta geçtiğinde Müslüman "II.Bizans Saltanatına" razı olmuştur.Oldukça mesnetsiz ve bu yazıya yakışmayan bir tespit olsa da bu konunun yazılması gereğini düşündüm.

İncil'e göre,Yuhanna'ya Vahiyler bölümünde şeytanın sayısı "6"dır.Allah'ın da sayısı "6"dır.İsa'nın da "6"dır.İnanmayan Zebur'un Süleyman Mabedi bölümünü okusunlar.Allah'a yapılan mabedin ölçülerinden Süleyman'a getirilen altınların miktarı hep "6" ve katları şeklindedir.
Hürrem Sultan'ın 1506 doğumlu olması da ilginçtir;

((1+5=6;-0+6=6) Yanyana "66",toplam "12" bölündüğünde iki adet "6".Bu sonuçtan İncil'e göre "Şeytan" anlamını çıkarırsak ki o da Allah katında bir melektir ve sayısı doğal olarak "6"dır.


Osmanlı Kuruluştan 1683'e kadar 
gelişimi-Bizans benzerliği
Haritanın yırtılması,parçalanması olayı ise Hürrem'den başkasının işi olamaz.450 kadının bulunduğu,12 kadar eşi,gözdesi,ikbali ve hiç bir kadına bağlanması da söz konusu olmayan bir padişahı hipnoz etmişçesine kendisine bağlayan resimlerine bakılırsa pek de göze de hoş gelmeyen bu kadın tam bir "çocuk casustur".


Olaydan yaklaşık 500 yıl sonra 09.11.1929'da Topkapı Sarayı Harem bölümünde,Hürem Sultanın odasında  haritanın bulunması ise bu iddiayı güçlendirmektedir.İddialara göre,Piri Reis'in amcası Kemal Reis'in korsanlık günlerinde,papaz kızı Hürrem-Roksana cariye edilerek Kırım'dan Kemal Reis'in gemisiyle getirildiğinden,Piri Reis'e gıcığı büyüktür.

Eğer,dini açıdan kendi soyunu yeryüzüne hakim kılmak isteyen bir "şeytan"  veya şeytanın hizmekarı  ise (!) o zaman da gıcıklıktan ziyade devleti yüceltecek bütün kadroyu imha ettiğini düşünmek daha da mantıklı olabilir. :))
Gizemli Rus Rahibi kızı Roksana-Hürrem
Dünya hakimiyetinden Türkleri uzak tutmak için gelmiş bir Şeytan=Roksana-Hürrem.Bu kadın Kanuni'nin gözünü boyuyor,evlatlarını,en kıymetli vezirlerini öldürtüyor ama padişah "bir delik uğruna ne güneşler batıyor" haberdar olmuyor,düşünmüyor.Sonunda esrarlı bir şekilde askerlerinin ihaneti ve Zigetvar'da acayip bir ölüm ile son bulan yaşamı,ardından çuvallayan bir Osmanlı.

Beyazıd-ı Veli yani II.Beyazıt'ın "nefis mücadelesi" de "nefis=şeytana uymamak ve tanrısına sadık kalmak" ilkesiyle de izah edilebilir.Bu gün,Sümer'in Enki'si olan Şeytan'ın Adem ve Havva'dan  ve soyu Nuh'un Sam'ının nesillerinden yarattığı "Semitik" kavimlerin dünyayı yönetmesi, yer tanrısı şeytan Enki'nin dünyayı sahiplenme ve kökleri önceden var olan göklerden gelmiş kavimleri de silme mücadelesi midir?
Bu gün de "Yezidi (Şeytana tapan)  Kürtlerin" İlluminatici (Nurcu) dönme Ermeni ve Sabilerin Vehhabilik-Bahailik (Nurculuk)- Nurculuk siaysetleri ile,devleti ele geçirmeleri,"sıfır sorunlu dış siyaset" derken devleti iki kez Rus ve İsrail savaşının eşiğinden döndürmeleri de acaba bu şeytanın son darbe eylemleri midir?

Dünyayı 500 yıldır yönettiğini iddia 
eden yapılanma-tarikatlar
Küresel Sermayenin kitabı şeytana dayalı İbrani dinlerin kitapları olunca,olayları dini açıdan yorumlamak da gerekli oluyor.Bilimsel olarak bu kavramları her ne kadar ret etsek de,"sinsi hesaplar yapan mistik tarikatlaırn" faaliyetlerini engelleyecek bir çaba Fransız,Rus ve Çin devrimlerinden beri görülmemektedir.Bu tarikatlar yeryüzünün idaresini üstlenmişlerdir.


Bu nedenle bu şeytanları "yok" saymak onların palazlanmasına yaramakta olduğundan varlıklarını kabul ederek "mücadele etme" yolunu seçmek,bunda mistisizm gerekiyorsa onunla ne gerekiyorsa "fikri-ideolojik" ciddi bir mücadele yapılmalıdır.

adilyargicc.

10 Ocak 2011 Pazartesi

HIRSIZ ve DOST BLOGLAR,

Bu özet kullanılabilir değil. Yayını görüntülemek için lütfen burayı tıklayın.

5 Ocak 2011 Çarşamba

GENCLER DOGRU SOYLUYORLARDI AMA



GENÇLER DOĞRU SÖYLÜYORLARDI AMA

Bu gün Ankara’da AKP binası önünde yürüyüş yapmak isteyen öğrenciler,polisin izin vermemesi üzerine ortamın gerilmesiyle taşlama coplama aldı başını gitti.
12 Eylül 1980 öncesinin günümüze uyarlanmış halini sadece ülkemiz değil bütün dünya yaşıyor gibi.
05 Ocak 2001 AKP'ye ve polise
başkaldırma eylemi.

O zaman da gençler,insanın insana muhtaç olmadığı,herkesin onuruyla ekmeğini kazanacağı sosyalist  bir devlet düzeni kurmak,şeyhlerin,pirlerin,hacı-hocaların,cincilerin,ermişlerin dervişlerin merhametleriyle bağışlayacakları bir tas çorba,bir somun ekmek uğruna şükür etmeyi,köle olmayı dayatan,dinci,gerici,feodal bir devlet düzenine baş kaldırıyorlardı.

Diğer yandan “Din elden gidiyor” diye halkı onlara karşı kışkırtan,Osmanlı’yı da batıya satmış işbirlikçi Kürt-Türk toprak ağaları ve din adamları da MTTB ve Ülkü Ocaklarında ABD’den para alan karşıt grupları örgütlemişti.

Leninist Sol’u bölmek için de bazı Cunta yanlısı Almanya-ABD'de C.I.A Kursu görmüş sözde solcular da ABD ve AB’den yardım alarak sol hareketi bölüyorlardı.

Sonunda,bazı asker,sivil kalantorların desteklerine güvenilerek başlanılan sol hareket Deniz Gezmiş,Mahir Çayan ve Hüseyin İnan gibilerle ilk kurbanlarını vermişti.

12 Eylül 1980’e kadar geçen sürede olaylar artmış,asker seyretmiş,siyasetçi fişiktirmiş,basın,feodal yapılanma kışkırtmış,gruplara bölünen ülkemizin gençliği her gün 10-20 gibi evladını kaybeder hale gelmişti.
Herkes devlette bir değişiklik olması gerektiğinde hemfikirdi ama bu değişikliğin nasıl olması gereği yüzünde çıkan anlaşmazlıklar yüzünden çıkarılan kavgalar ülkemizin 20 yıllık (1960-1980) gençliğini tüketmişti.

Cuntacılar ve işbirlikçiler "daha iyi bir Türkiye yaratma mücadelesinden başka bir şey olmayan" bu olayların adını dakısaca "Anarşi" koymuşlardı.Bu anarşi bir an önce bitirilmeliydi.Ama bitirilmesi için de olgunlaşması gerekiyormuş,sonradan öğrendik.
İşte sözde "Atatürk'çü Kenan Evren Ermenisi
1 Ocak 1980'de Çankaya köşkünde Kenan Evren ve kuvvet komutanlarıyla bir görüşmesinde şöyle diyordu;.
"Türk Silahlı Kuvvetleri ülkemizin bugünkü hayati sorunları karşısında siyasi partilerimizin bir an önce, milli menfaatlerimizi ön plana alarak, anayasamızın ilkeleri doğrultusunda ve Atatürkçü bir görüşle bir araya gelerek anarşi, terör ve bölücülük gibi devleti çökertmeye yönelik her türlü hareketlere karşı bütün önlemleri müştereken almalarını ve diğer anayasal kuruluşların da bu yönde yardımcı olmalarını ısrarla istemektedir."

Birisi de kadayıf kızartıyordu;
"18 Mayıs'a MSP il başkanları toplantısına kadar bekleyeceğiz. Kadayıfın altının kızarıp kızarmadığına bakacağız." (Necmettin Erbakan 23.Nisan 1980)
Arkasından kadayıf kızarıyordu ve;
İç Hizmet Kanunun verdiği Türkiye Cumhuriyeti'ni kollama ve koruma görevini yüce Türk Milleti adına emir ve komuta zinciri içinde ve emirle yerine getirme kararını almış ve ülke yönetimine bütünüyle el koymuştur.İfadesiyle Kenan Evren cuntası devlet yönetimine el koyduğunu açıklıyordu.
Devletin ordusundan üniversitesine her kurumuyla yarattığı anarşi ve kültürel bölünme ortamından nasibini alarak bir takım olaylara karışmış ve idam yemiş gençler için,esir edilen düşman askeri için bile istenilmeyen istekler cunta önderinin ağzından dökülüyordu;
Kenan Evren idama mahkum edilen Erdal Eren hakkında,3 Ekim 1984'de yaptığı Muş gezisi sırasındaki konuşmada şunları söylemiştir:
12 EYLÜL darbesinde tutuklananlar sokaklara sığmadılar.
"Şimdi ben, bunu yakaladıktan sonra mahkemeye vereceğim ve ondan sonra da idam etmeyeceğim, ömür boyu ona bakacağım. Bu vatan için kanını akıtan bu Mehmetçiklere silah çeken o haini ben senelerce besleyeceğim. Buna siz razı olur musunuz?"
Evet,gençlere böyle bakan bir darbeci general, ”Anayasal düzeni değiştirmek için örgüt kurmak ve faaliyet yürütmekten “ suçlu bulmuş ve cezalarını da kesmişti.

Sonunda darbe oldu ve 1.5.000.000. kişi tutuklandı,yarım milyonu mahkum edildi,çok sayıda kayıp ve 50 de idam çıktı.
İdamlar,Sol’a karşı cuntacı askerlerin himayesinde en çok savaşan Ülkücüler,tutuklandıklarında gelen karavanaya,”bu yemek devletin ikramıdır,yakında biz çıkacağız ama bu pis Komünistler ölecekler” dediyseler  de solcularla birlikte sopadan nasiplendiler.

Bir tane “dinci veya köktendinci” ceza bile almamıştı.Sadece,Jandarma ve Polis karakollarında “sakalları tıraş edilip” serbest bırakıldılar.
Şu  an da haberlerde bir yanda Ülkücüler,Atatürkçüler  ve Solcular aynı safta üniversitelerde olaylarda yerlerini almışlar,diğer yandan aynı üniversitede sakallı şeriatçılar ve Kürdistancılar ABD’ciler bir yanda gene şeriat çağrılarını tekrarlıyorlar,Kürt kıyafetleri ile yürüyüşler yapıyorlar ve haliyle Atatürkçü,Solcu ve Ülkücüler de tepki gösteriyorlar.

Bu defa Ülkücüler kısmen doğru yerde,bir kısmı da gene ABD-AB’ci,köleci tarafta.
Üç yıl önce "AKP'nin arkasında cunta var" diye yazdığımda bana virüs gönderenler şimdi yola geldiler.

Anayasal düzeni değiştirmek istemek” suçundan gençleri idama mahkum eden Amerikancı askeri cunta,kendisi Anayasayı değiştiriyor ve 07 Kasım 1982’de dipçik gölgesinde  %92 oyla halka kabul ettiriyordu.
Burada gerçek olan gençlerin doğru söylediğidir.

Anayasal düzen değişmeliymiş ve cunta da değiştirdi, ama peki o zaman ”değiştirelim” diyenleri idam etmelerinin mantığı neydi?
Hem onlar bu günküler gibi "yok,devleti 36 parçaya bölelim,yok Kürtdistan,yok,Ermenistan,açılım,sıçılım gibi" dertleri de yoktu.
Her halde tek kusurları buydu,Milletin birliğini istemek kötü bir şeydi herhalde ki en ağır şekilde cezalandırıldılar.

Bu gün de cuntanın sinsi eylemlerle,orduyu gözden düşürüp din düşmanı hale getirmesi sonucu,Atatürk’ Cumhuriyetini İngiliz ve ABD paralarıyla yıkarak Kürdistan,Gürcistan,Pontus Rum ve Büyük Ermenistan kurmak isteyenlerin torunları “Allah” adının arkasına saklanarak ordunun bu desteğiyle iktidar oldular ve sekiz yılda ülke bölünecek aşamaya geldi ve 24 saat televizyon kanallarından gazetelere,kahvehanelere kadar tartışılmakta,meclis kürsüsünden “yeni parçalanmış,bölünmüş Türkiye haritaları" başbakanın gözüne sokulmaktadır.Şu anda sayın MHP’li Oktay Vural haritayı kürsüden “Bunları millete hazmettiriyorlar sayın başbakan” diyordu.Ama "hazmettireceğiz" diyen başbakan saflarından sadece gülümsemeden başka bir şey yoktu.

Gençler gene doğru söylüyorlar,kıytırık nedenlerle “Atatürk,demokrasi,Laiklik” teraneleriyle darbe yapan “kahraman,Atatürkçü ,Laik” (!) generaller, devletin bölünme aşamasında bile bırakın darbe yapmayı,mevcut hükümetin oyları düştükçe yeni bir “Darbe senaryosunu”,telefon veya video kaydını piyasaya sürüyor,bazı içi geçmiş emekli bazen de çalışan askerler,muhalif gazeteci ve siyasetçiler  mahkemelerce tutuklanıp içeri tıkılıyor,ülkeyi bölmekle görevli hükümet de “kahraman”gösterilmektedir.

Hatta bunların tutukluluk sürelerini “10 yıl” ile sınırlayan yeni bir yasa da onaylanıp yürürlüğe girdi.Üstelik ülkenin en büyük yargı kurumları da bunun “doğru” olduğunu onayladılar.Diğer yandan beş kişiyi öldürmüş 90 yıl hapis giymiş olanlar,Hizbullahçı,Pkk'lı çeteciler  da serbest bırakılıyordu.

Artan öğrenci ve işçi direnişleri ile ülkemizin bir zaman taşıyıcısına bindirilip 30 yıl öncesine taşınmışçasına eski tiyatrolar aynen yürürlüğe sokulmuştur.

Gençler istedikleri kadar doğru söylesin,vatanı için endişelenenler istedikleri kadar endişelensin,tutukluluk süresinin uzatılması devletin bu ağır bunalımda en az kalacağı süreyi de göstermektedir.
Daha kötü günlere doğru hızla yuvarlanıyoruz.
Doğru söyledikleri için idam edilen o gençleri saygı ile andıktan sonra,adlarını da aşağıya aldım.

İşte onlar da böyle genç,vatansever insanlardı.

Türkiye'de 1984 tarihinden bu yana ölüm cezaları uygulanmıyor.
12 Eylül döneminde idam edilenler

Adı Soyadı Tarih Yer
Necdet Adalı (sol görüşlü) 07.Eki.80 Ankara
Mustafa Pehlivanoğlu (sağ görüşlü) 07.Eki.80 Ankara
Serdar Soyergin (sol görüşlü) 25.Eki.80 Adana
Erdal Eren (sol görüşlü) 13.Ara.80 Ankara
Cevdet Karakaş (sağ görüşlü) 04.Haz.81 Elazığ
Veysel Güney (sol görüşlü) 10.Haz.81 Gaziantep
Ahmet Saner (sol görüşlü) 25.Haz.81 İstanbul
Kadir Tandoğan (sol görüşlü) 25.Haz.81 İstanbul
Mustafa Özenç (sol görüşlü) 20.Ağu.81 Adana
İsmet Şahin (sağ görüşlü) 20.Ağu.81 İstanbul
Seyit Konuk (sol görüşlü) 13.Mar.82 İzmir
İbrahim Ethem Coşkun (sol görüşlü) 13.Mar.82 İzmir
Necati Vardar (sol görüşlü) 13.Mar.82 İzmir
Fikri Arıkan (sağ görüşlü) 27.Mar.82 Ankara
Sabri Altay (adli suçlu) 23.Nis.82 Adapazarı
Cengiz Baktemur (sağ görüşlü) 30.Nis.82 Elazığ
Şahabettin Ovalı (adli suçlu) 12.Haz.82 Sinop
Ednan Kavaklı (adli suçlu) 18.Haz.82 Ankara
Ali Bülent Orkan (sağ görüşlü) 13.Ağu.82 Ankara
Veli Acar (adli suçlu) 13.Ağu.82 Isparta
Eşref Özcan (adli suçlu) 19.Ağu.82 Kayseri
Halil Fevzi Uyguntürk (adi suçlu) 29.Ara.82 Afyon
Kazım Ergun (adli suçlu) 29.Ara.82 Akşehir
Muzaffer Öner (adli suçlu) 29.Ara.82 Amasya
Adem Özkan (adli suçlu) 13.Oca.83 Balıkesir
Hüseyin Çaylı (adli suçlu) 13.Oca.83 Afyon
Osman Demiroğlu (adli suçlu) 13.Oca.83 Isparta
12 Eylül'ün iktidar ettikleri.
Ahmet Mehmet Uluğbay (adli suçlu) 22.Oca.83 Akşehir
Ali Aktaş (siyasi) 23.Oca.83 Adana
Duran Bircan (adli suçlu) 23.Oca.83 Denizli
Levon Ekmekçiyan (Asala) 28.Oca.83 Ankara
Ramazan Yukarıgöz (sol görüşlü) 29.Oca.83 İzmit
Ömer Yazgan (sol görüşlü) 29.Oca.83 İzmit
Erdoğan Yazgan (sol görüşlü) 29.Oca.83 İzmit
Mehmet Kambur (sol görüşlü) 29.Oca.83 İzmit
Ahmet Kerse (adli suçlu) 30.Oca.83 Gaziantep
Rıdvan Karaköse (adli suçlu) 05.Şub.83 Akşehir
Cavit Karaköse (adli suçlu) 05.Şub.83 Akşehir
Süleyman Karaköse (adli suçlu) 05.Şub.83 Akşehir
Fatih Laçinligil (adli suçlu) 24.Şub.83 Keşan
Faik Görünmez (adli suçlu) 24.Şub.83 Kilis
Mustafa Başaran (adli suçlu) 30.Mar.83 Edirne
Hüseyin Üye (adli suçlu) 30.Mar.83 Nazilli
Şener Yiğit (adli suçlu) 20.Nis.83 Isparta
Cafer Aksu Altıntaş (adli suçlu) 20.Nis.83 Ordu
Abdülaziz Kılıç (adli suçlu) 26.May.83 Edirne
Halil Esendağ (sağ görüşlü) 05.Haz.83 İzmir
Selçuk Duracık (sağ görüşlü) 05.Haz.83 İzmir
İlyas Has (sol görüşlü) 06.Eki.84 İzmir
Hıdır Aslan (sol görüşlü) 24.Eki.84 İzmir

Cunta'nın idam ettiği gençlere ağlayan Artist başbakan
Kürtçe popstar yarışması da başlamış,haberlerde bakıyorum,kuyruğunu tramvay çiğnemiş köpek enceği gibi bir Kürt genci uzun hava vıylıyor.
Bu işler,birleşmeyi değil ayrışmayı güçlendirecek işlerdir ve kasıtlı olarak artarak desteklenmektedir.1950’den bu yana yapıldığı gibi.

Dikkat edelim,bu senaryo pis bir Haçlı Senaryosudur ve işbirlikçisi de devletin en üstünden siyasetçisine ve iş adamına kadar herkestir.
Cunta zamanında top oynayanlar,günümüzün artist işbirlikçileri oldular.
Artist işbirlikçilere bilmeden bile olsa mazleme olmamaya çalışın.
Aman dikkat edin,aşırıya gitmeyin.
Doğru söylerken 20 yıllık bir kuşağımız kayboldu,ikincisi sonumuz olur herhalde.
Saygılar.

adilyargıç