12 Mayıs 2025 Pazartesi

#ATMAN, BEN, BENBEN ve KURAN

  ATMAN, BEN, BENBEN ve KURAN

#DİNLERDE TANRININ ORTAK ADI 

Bu kadar da saçmalama derseniz haklısınız. Ben de aşağıdaki tespitleri yapmadan önce  duysaydım öyle derdim.

18 yıl önce yazdığım “#Değişik İnançlardan Yaratılış” başlıklı yazıma ve sonradan bir çoğuna eklediğim #Hint Brahman tanrısı #Atman'ın “#öz Türkçe” olan adının “#BEN" olması ve bunun #Tevrat Mısır'dan #Çıkış Kitabı #3.bölüm #14.ayetinde #Allah’ın #Hz Musa'ya kendini “# BEN adı #BEN BEN olan #TANRIyım" diye tanıtmasını ilk kez J#oseph Cammpbell'in Tanrıların Maskeleri #İlkel Mitoloji kitabında okuyup bunu Tevrat ve Atman efsanelerini ayrıca bularak kendime kanıtlamıştım. Bloklarıma da yazmıştım.

Ama bir eksik varmış o da #Mısır #Heliopolis şehri #Atum tapınağında bulunan #BENBEN TAŞI veya #PİRAMİDİymiş. 



Temsil ettiği değer ise, #Tek Tanrılı ilk #Mısır dinini yapan firavun #Akeneton'un tanrısı #Atum'un evrende henüz toprak, gezegenler yaratılmadan önce her yerin #sularla kaplı olduğu zamanda Tanrı Atum, #sert bir şey olsun ister ve #Benben taşını yaratır ve üstüne #oturup dinlenir.

Benben taşı da Atum'un Mısır Heliopolis şehrindeki Atum mabedine bu taşı indirmiş ve Atum’un ululuğunu göstersin diye piramitlerin, dikilitaşların tepe taşı olarak kullanılmış.

Hatta tepe- höyük şeklinde yapılan anıt mezarların da bununla ilişkili olduğu bence tartışmasızdır.



Ama, her kıtada bu gelenek olduğuna göre efsanenin gerçeği tek bir millete ait görünmemektedir.

Aşağıdaki bir kaç efsane ile bunları örnekleyeceğim.

Bu arada Tevrat, İncil, Kuran temelli dini kutsallar da biraz savunma yapmak zorunda kalabilirler.

İşte bu taş yüzünden bu yazıyı yazma gereği duydum.

Bu nedenle ilk önce hiç bir katı nesnenin olmadığı göksel sular efsanelerine Sümer, Kalde, Türk Karahan efsanelerinden örnek vererek başlayacağım.

İkinci olarak Hint Atman felsefesi, Atman'ın ‘Ben' adını alması ve alması,

Üçüncü olarak Allah’ın kendini Musa'ya ‘BEN” adıyla tanıttığı Exodus/Çıkış 3:14 ayeti ile Mısır Benben taşı ile hakkında wikipedia alıntılı makaleler ekleyeceğim. Tevrat tanrısının adının sadece üstüne tanrının oturduğu taş veya taştan tepe anlamına gelmesi biraz ilginizi çekecek.

Dördüncü olarak da, Mısır’ın Grek firavunu I. Ptolomeo'nun Mısırlı tarihçisi Maneto'nun Yahudi tarihçi Josephus Flavius'tan Grek tarihçi Apion'un elde ettiği bilgilere göre Hz Musa’nın Osarsiph adlı, Benben taşının olduğu Heliopolis Atum Tapınağının kekeme, iyi niyetli, yardımsever bir baş rahibi olduğunu, cüzam salgınında hastalara yardım ederken cüzam bulaşması yüzünden Avaris taş ocağına tayin edilmiş, kızıp taş ocağındaki köle ve asillerle birlikte darbe yaparak 15 yıl firavunluk ettikten sonra II.Ramses tarafından devrilip Sina yarımadasına sürüldüğü ve Yahudilerin de bu karışık cüzzamlı sürgünler olduğunu Mısır Tarihinden benim yaptığım çeviri metinden okuyacaksınız.

Mitoloji, dinleri siyasi, ekonomik, coğrafi, tarihi şartlarıyla birlikte okuma deneyimi olmayanların ve karşı tarih okumaya alışık olmayanların beyinleri epey yanacaktır. 


EVREN YARADILIŞ MİTLERİ

Eski İnanışların hepsinde ortak nokta olan “SU” yun her şeyin ilki olması ilkesi ile başlayalım.

Bu mitleri Kuran Hud Suresi 7.ayet doğruluyor. Bu tespitimi 2008’lerde “ketkubat.blogcu.com" bloğumda “Değişik İnançlardan Yaratılış” başlıklı yazımda yapmıştım. 

Tonton bir İlâhiyat Fakültesi profesörü bu tespitlerimi kitap olarak yazmış, gazeteci Hulki Cevizoğlu Ulusalkanal’daki Cevizkabuğu programına davet ederek itiraf ettirmiştir. 

Buraya koyduğum efsaneler ve bir çoğu bilmediğim sayıda insan tarafından kullanılmıştır.


A-HİÇ BİR ŞEY YOKKEN EVREN SULARDAN İBARETTİ


Enuma Eliş Destanı (Babil-Akad Kutsal Destanı)

1876 yılında George Smith tarafından yayınlanan Kaldelilerde Yaratılış adlı eserinde,İ.Ö 1200 yıllarında yaşamış Asur veziri veya Kralı Nebukadnezar’ın mezarından elde edilen yedi adet her biri 115-170 satırdan ibaret toprak tabletlere yazılmış yaratılış destanı.


Destanda adı geçenlerin karşılıkları;


Apsu-Güneş :Başlangıçtan beri var olan

Mummu-Merkür:Apsu’nun danışmanı ve elçisi

Lahamu-Venüs :Savaşların hanımı

Lahmu- Mars :Savaş İlahı

Dünya- Tiamat :Yaşam veren Bakire

Jüpiter-KİŞAR :Sağlam karaların en başta geleni

Satürn-Anşar :Göklerin en başta geleni

Pluton-GAGA :Anşarın danışmanı ve elçisi

Uranüs-ANU :Göklerin olan

Neptün-Nudimmud (Ea):Sanatkarane yaratıcı.


Bunların hepsi de ayrıca Sümer,Babil,Hitit tanrılar ailesidirler.


Başlangıçta sadece su ve onun üzerinde salınıp duran sis (*Ruh) (Hud Suresi 7- Hiçbir şey yokken varlığı suyun üzerinde ki Arştaydı...) mevcuttu.


Baba Apsu ortaya çıktı ve tatlı suların efendisi oldu, Ana Tiamat ortaya çıktı, tuzlu suları yönetti ve her iki su birlikte aktılar.(Belki milyarlarca yıl)


Tatlı ve acı suların birbirlerine karışmasından varlıklar meydana gelir. Bunlar erkek ve dişi birer çift olarak yaratılırlar; birinci çift Lakmu ile Lakamu . Apsu ve Tiamat'ın oğlu Mummu, suları kaplayan sislerin içindeydi.

( Hud Suresi 7- Hiçbir şey yokken varlığı suyun üzerinde ki Arştaydı...)


Ne yukarıdaki gökler ne de yeryüzü henüz ortaya çıkmamıştı. Suların üstünde henüz ne bataklık ne de otlak araziler vardı. Ve henüz kamışlardan örülmüş barınaklar yapılmamıştı...

*(Sular hem sisi=Ruh’u hem de “Toprak”ı =”Beden”i oluşturuyorlar. Suların sisinden ruhu, tatlı-tuzlu suların karışımından da oluşan “Toprak)”ile “Tanrı’nın vücut bulma ” olayı anlatılmaya çalışılıyor)


KARA HAN (TÜRK-OĞUZ KAAN Yaratılış Destanı)


Her şeyden önce su vardır. Yer , gök , ay ve güneş yoktu. İlah Kara Han ( Kayra Han ) ile insan vardı. Her ikisi de birer kara kaz şeklinde , suyun üstünde uçuyorlardı.

*İlk cümle hem Kur’an, hem Tevrat hem de Kızılderili inanışı ile uymaktadır.



MEKSİKA JİKARİLLA APAÇİLERİ


KÖKEN MASALI:


Başlangıçta dünyanın şimdiki durduğu yerde yalnızca hiçbir şey yoktu. Yalnızca su ve kasırga vardı.

Yalnızca Hactcinler mevcuttu. Issız bir yerdi. Balık yoktu, canlı yaratık yoktu.Fakat bütün Hactcinler başından beri buradaydılar. (Hud Suresi 7- Hiçbir şey yokken varlığı suyun üzerinde ki Arştaydı.........)


(**Hactcinler,Apaçilerin Pueblo köylerinin maskeli tanrılarına tekabül eden varlıklarıdır, doğanın davranışlarını destekleyen güçlerin kişileştirilmiş halleridir. İçlerinden en güçlü olanı Kara Hactcin’dir (Kara Haktsin)**(Sanki “KARA HAN-Hak” gibi)


TEVRAT-YARATILIŞ

Yar.1: 1 Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı.

Yar.1: 2 Yer boştu, yeryüzü şekilleri yoktu; engin karanlıklarla kaplıydı. Tanrı'nın Ruhu suların üzerinde dalgalanıyordu


KUR’AN-I KERİM

Hud Suresi 7- Hiçbir şey yokken varlığı suyun üzerinde ki Arştaydı...

NAHL SURESİ

62- Allah gökten su indirir ve ölümden sonra yeryüzünü diriltir. Anlayışlı kişiler için bunda ibretler vardır

NUR SURESİ 45-Allah her canlıyı sudan yaratmıştır. Kimi karnı üstünde sürünür, kimi iki ayakla, kimi dört ayakla yürür. Allah ne dilerse yaratır. Çünkü Allah her şeye kadirdir.


Yorumlar

Görüldüğü gibi en azından su konusunda hepsinin anlaştığını gördük. 

Kur’an-ı Kerim’in Hud S.Ayt.7’nin doğrudan Tevrat’ın Yar.2.ayetine atıf yaptığı görülür. (Bu tespit bana aittir Alaeddin Yavuz Tercüman Emekli Polis Memuru )  Hepsine göre de su vardır. İfadeler aralarında belki onlarca yüzyıl olmasına rağmen neredeyse aynıdır. Türk ve Kızılderili efsaneleri bu iki Ortadoğu kitabından çok öncedir.


İbrani kavminin oluşumu, bu bölgede Hz. İbrahim ile başlar ve buradaki eski halkların imha işlemi de Lut Kavminin helakı ile halen sürmektedir.Hz.Muhammed dönemine kadar bu bölge halklarının yenilendiğini görüyoruz. Bu nedenle bu bölge halkına uyarıcılar çok geç gelmiştir. Asya-Amerika kavimleri çoktan bu işlemden geçmişlerdir.


Enuma Eliş Destanında ,Toprak ile Güneş’in oğlu Mummu’nun ruhu “Sis”lerin içindedir. Aslında o da aynı kapıya geliyor. Biraz uzatmıştır. Diğer dört inanış ta “Su ile Tanrı”’nın aynı anda var olduğu belirtiliyor.

Enuma Eliş ise “Tanrının sulardan olduğunu”,Tiamat (Yeryüzü, Toprak)ile Apsu’nun (Güneş) oğlu olan “Mumnu”nun suları kaplayan sislerin içinde olduğunu yani, “Sular hem sisi=Tanrı’nın Ruh’unu hem de “Toprak”ı =”Tanrı’nın Bedenlenmesini” oluşturuyorlar.


Suların sisinden ruhu, tatlı-tuzlu suların karışımından da oluşan “Toprak” ile “Tanrı’nın vücut bulma ” olayı anlatılmaya çalışılıyor .İlginç ama bilime de karşı bir tanımlama olmasa gerektir

İlkel suları ve ilk yaratılan sert nesneyi dinlerden öğrendik.  Bu arada Tanrının bizim gibi vücut yapısına sahip olmadığı, suların üstünde dalgalanan bir RUH olduğu da dikkatinizi çekmiş olmalı.

Katı nesne barındırmayan evrende kaya ve toprak hayal edip yaratmak da olağanüstü hayal ve yaratma gücü olmalıdır.


Hintliler bu Atman olayını çok genis incelemişler ben sadece “BEN" adılı ile ilgili olanları genel kültür bilgisi olsun diye genişçe aldım. 


Hinduizm'de Atman ve Brahman nedir?

Atman bireysel Benlik iken, Brahman Nihai Gerçeklik, Tanrı'nın Yüce Varlığıdır. Brahman evrenin ilahi özüdür, Atman ise insanlar, hayvanlar ve doğa gibi tüm maddelerde yaşayan özdür.


Atman, Brahman Om sembolleri 


Atman ruh mudur?

Atman, Batı'daki ruh kavramına benzer, ancak Atman ölümsüzdür ve zaman ve mekanı aşar. Atman, ilahi bilinçtir. Atman'ın her bireyin içinde bulunan ilahilik olduğuna inanılır. Bir kişi nefret, açgözlülük ve şiddet gibi olumsuz duygular ve eylemler deneyimleyebilirken, Hinduizm tüm bireylerin nihayetinde içlerinde Tanrı-Benlik'e sahip olduğunu öğretir.

Atman basit bir dille nedir?

Atman, "ben" veya "nefes" olarak tercüme edilen Sanskritçe kelimeden türemiştir. Atman, evrensel temel Ben'in içinde bulunan ebedi Ben, bireysel ruhtur. Ben, bir bireyin eylemlerinin ve hareketlerinin gözlemcisidir.

Ātman'ın bu teması , her insanın ve varlığın özünün ve Benliğinin Brahman ile aynı olduğu, Brihadāranyaka Upanishad'da kapsamlı bir şekilde tekrarlanır. Upanishad, "Ben Brahman'ım" bilgisinin ve "Ben" ile "sen" veya "Ben" ile "o" arasında bir fark olmadığının bir kurtuluş kaynağı olduğunu ve tanrıların bile böylesine özgürleşmiş bir insana üstün gelemeyeceğini ileri sürer. Örneğin, ilahi 1.4.10'da, [ 30 ]

Brahman önceden buydu; bu yüzden Ātma'yı (ruh, kendisi) bile biliyordu. Ben Brahman'ım, bu yüzden her şey oldu. Ve tanrılar arasında bu aydınlanmaya sahip olan, aynı zamanda O oldu. Bilgeler için de aynıdır, insanlar için de aynıdır. Kendini "Ben Brahman'ım" olarak bilen, tüm bu evren olur. Tanrılar bile ona karşı galip gelemez, çünkü o onların Ātma'sı olur. Şimdi, eğer bir insan başka bir tanrıya tapıyorsa ve "O bir, ben bir başkasıyım" diye düşünüyorsa, bilmiyordur. Tanrılar için bir hayvan gibidir. Birçok hayvan bir insana hizmet ettiği gibi, her insan da tanrılara hizmet eder. Bir hayvan bile alınsa, bu acıya neden olur; birçoğu alındığında ne kadar daha fazla? Bu yüzden insanların bunu bilmesi tanrıları memnun etmez.

—  Brihadaranyaka Upanişad 1.4.10 [ 30 ]

Ātman , beden, duyular, duyu nesneleri, akıl, zihin, etkinlik, hata, pretyabhava (öteki yaşam), meyve, acı ve mutluluk doğru bilginin nesneleridir.

Arzu, nefret, çaba, mutluluk, acı ve biliş Ātman'ın Linga'sıdır (लिङ्ग, işaret, belirti) .

—  Nyaya Sutra, I.1.9-10 [ 48 ]

Hinduizm'in ritüelciliğe dayalı Mīmāṃsā okulunda Ātman , Ben-bilinci olarak tanımlanan ebedi, her yerde mevcut, doğası gereği aktif bir özdür. [

Vedanta

Advaita Vedanta (dualizm dışı) her canlı varlıktaki "ruh/can/ben"in Brahman ile tamamen aynı olduğunu görür.

https://en.wikipedia.org/wiki/%C4%80tman_(Hinduism)

Tevrat tanrısı Yahweh’in adını Musa’ya “Ben” olarak Türk dilinde açıklamasının kaynağı Hint tanrısı Atman’ın efsanesine aittir.

Tevrat; Mısırdan Çıkış Kitabı;

“Çık.3:13 Musa şöyle karşılık verdi: "İsraillilere gidip, 'Beni size atalarınızın Tanrısı gönderdi' dersem, 'Adı nedir?' diye sorabilirler. O zaman ne diyeyim?"

Çık.3:14 Tanrı, "Ben Ben'im" dedi, "İsraillilere de ki, 'Beni size Ben Ben'im diyen gönderdi.'”

Kur’an da Elohe, İlohim gibi adlarıyla Allah’a benzeyen Yahweh’in aynı tanrısı olduğunu söyler. Bu duruma Allah’ın da adlarından birisinin Türkçe “Ben” olduğu ortaya çıkmaktadır.


HİNT YARATILIŞ DESTANI

Vedalar adı verilen şiir tarzı anlatımı olan ayetlerden oluşan Hint Brahadaranyaka Upanişad’ında olay kısaca şöyle anlatılmaktadır;

“…Başlangıçta sadece Atman* vardı. Etrafına baktı, ama kendisinden başka bir şey göremedi.

-Ben varım’ Dedi.

Bundan dolayı onun adı “Ben”* oldu. Bu nedenle şimdi dahi bir adama kim olduğunu sorsanız o adam önce “Ben” der, sonra da sahip olduğu ismi söyler…

Korku duydu, çünkü yalnızlık korku yaratır.

-Benden başka bir şey yoksa niye korkayım? Diye düşündü. O zaman korkusu geçti. Korkacak bir şey yoktu. Çünkü korku ikinci bir varlık olduğu zaman gelir.

Bu yalnızlıktan dolayı mutsuzdu. Kendisine bir arkadaş istedi. Sarılmış kadın ve erkek iriliğindeydi. Kendisini ikiye böldü, böylelikle kadın ve erkek doğdu.

Bilge Yajnavalkaya’nın dediği gibi gövdesi bezelye gibi ikiye ayrıldı ve kadın böylece ortaya çıktı.

Onunla birleşti ve böylece insanlık doğdu.

Kadın düşündü;

-O beni kendisinden yarattı, benimle nasıl birleşebilir? Kendimi gizleyeceğim. Dedi.

O zaman kadın inek oldu, erkek boğa oldu, birleştiler böylece davarlar oldu. Dişi bir kısrak, erkek te bir aygır oldu, dişi eşek öteki erkeği oldu, birleştiler böylece tek tırnaklı hayvanlar oldu. Dişi keçi öteki erkeği teke oldu, dişi koyun öteki koç oldu böylece keçiler ve koyunlar oldu. Bu şekilde karıncalara kadar bütün hayvanlar yaratıldı.

Sonra düşündü.

-Gerçek yaratılış benim! Çünkü bütün her şeyi ben yarattım! Dedi

Böylece “yaratılış kavramı” doğdu. Bu gerçeği bilen kişi gerçekten yaratırken yaratıcı olur…”

Efsane öncesinde Tevrat ayetinde tanrı adının “Ben olduğunu vermiştik. Hint destanında da baş tanrı Atman’ın da adının “Ben” olduğunu gördük. Bu da bize Yahudi tanrısının Hint kökenli olduğunu gösterdi. (Kynk. J.Campbell- İlkel Mitoloji S.111: Ayrıca James Churchward Mu'nun Çocukları ve Güneş Dil Teorisi kitabinda, Atman’ın BEN adının orijinal metinde de Türkçe BEN olduğunu öne çıkartarak ‘Bütün diller Türkçe ’den türetilmiştir' tespitini yapmıştır. Alaeddin Yavuz Emekli Polis Memuru )

Kendi bloğumdaki yazımdan alıntı. 

https://keykubat.blogspot.com/2016/01/jainism-can-dini.html

BENBEN TAŞI


Efsanevi Benben Taşı: Mısır Tanrısı Atum'un İniş Yeri

Benben taşı, eski Mısır mitolojisinde bulunan bir nesnedir. Bu efsanevi taşın bir zamanlar Heliopolis'teki Atum tanrısına adanmış tapınağın kompleksindeki bir türbede muhafaza edildiği söylenir. Benben taşı aynı zamanda bir mimari terimdir ve bir dikilitaşın ucuna veya bir piramidin tepesine yerleştirilen baş taşına verilen addır. Bu mimari özellik aynı zamanda bir piramition (veya çoğul haliyle piramitia) olarak da bilinir.


Antik Mısır mitolojisinde, dünyanın yaratılışına dair çeşitli anlatımlar vardır. Bunlardan biri tanrı Atum'a odaklanır ve kökeni Heliopolis şehrindedir. 

Yaratılış hikayesinin bu versiyonuna göre, evren Atum tarafından var edilmiştir.

Başlangıçta, karanlık ve kaos dışında hiçbir şey yoktu. Benben taşı olarak bilinen ilkel tepe, karanlık sulardan yükselmiş ve tepesinde Atum durmuştur. 

 Benben taşı ilkel sulardan yükselirken, bu kelimenin Mısır hiyeroglifi olan 'weben' fiiliyle ilişkili olduğu öne sürülmüştür. Bu fiil, 'yükselmek' anlamına gelir.

 


Tanrı Atum, Usirur'un ilk solunum kitabı 


Başka bir yoruma göre, Benben taşı Atum'un ilk indiği kadim tepeydi. Tanrı etrafına baktı ve etrafında karanlık ve kaostan başka bir şey olmadığını ve tamamen yalnız olduğunu fark etti. Arkadaşlık isteyen Atum, yaratma işine başladı. Mitin bazı versiyonlarında, Atum mastürbasyon yaptı ve bu eylemle Shu'yu (hava tanrısı) ve Tefnut'u (nem tanrıçası) yarattı. 

Hikayenin diğer versiyonlarında, bu tanrılar Atum'un kendi gölgesiyle çiftleşmesiyle yaratıldı. 

Shu ve Tefnut, Atum'u Benben taşının üzerinde bıraktılar ve dünyanın geri kalanını yaratmak için uzaklaştılar. Bir süre sonra Atum'un çocukları için endişelenmeye başladığı söylenir. Gözünü çıkarıp onları aramaya gönderdi. Shu ve Tefnut babalarının gözüyle geri döndüler ve çocuklarının geri döndüğünü gören tanrı sevinç gözyaşları döktü. 

Atum'un üzerinde durduğu Benben taşının üzerine düşen bu gözyaşları insanlara dönüştü.



Hori Piramidi, Yeni Krallık 18. Hanedan MÖ 1350, Kireçtaşı ( Mary Harrsch / Flicker)

Benben taşının ayrıca bir zamanlar 'hwt benben' olarak bilinen ve 'Benben Evi' anlamına gelen özel bir tapınakta saklanan kutsal bir nesne olduğu da kaydedilmiştir. Bu kutsal kalıntı, Atum'un bir zamanlar baş tanrısı olarak hizmet ettiği Heliopolis'teki tapınağın en içteki kutsal alanıydı. Orijinal kült nesnesinin tarihin bir noktasında kaybolduğu söylenmektedir. 

Bununla birlikte, resimli kanıtlara dayanarak, bunun yuvarlak tepeli dik bir taş olduğu öne sürülmüştür. Ayrıca daha sonra diğer güneş tapınaklarının da kendi Benben taşlarına sahip olacağına dikkat çekilmiştir. 

Örneğin, MÖ 14. yüzyılda 18. Hanedan firavunu Akhenaten tarafından inşa edilen El-Amarna / Akhetaten'deki Aten tapınağının kendi Benben taşına sahip olduğu kaydedilmiştir.

Benben taşı, bir kült nesnesinin adı olmasının yanı sıra, bir tür eski Mısır mimari öğesini tanımlamak için de kullanılır. 



Eski Mısırlılar için bu, 'benbenet' ('benben'in dişil biçimi) olarak bilinirken, günümüzde insanlar için taş, bir piramit olarak da bilinir. 

Bu terim, bir piramidin veya bir dikilitaşın tepesine yerleştirilen başlık taşını tanımlamak için kullanılır. 

İlki durumunda, piramidin genellikle elektrum veya altınla kaplandığı söylenir. Piramid örnekleri günümüze ulaşmıştır ve müzelerde bulunabilir. 


Örneğin, bir zamanlar Amenemhat III'ün 12. Hanedan Piramidi'nin tepesinde bulunan ve bugün Kahire'deki Mısır müzesinde sergilenen piramittir.



Luksor'daki bir dikilitaşın altın başlığı (kamu malı )
Öne çıkan görsel: Amenemhat III Piramidi'nden Benben taşı (piramit), Mısır Müzesi, Kahire. Fotoğraf kaynağı: Wikimedia.


TÜRK KARAHAN EVREN YARATILIŞ MİTİ

Kara Han hiç bir şey düşünmüyordu. O sırada insan rüzgârı icât edip suyu dalgalandırdı, Kara Hanın yüzüne su sıçrattı. Bunu yapınca da kendisinin ilahlardan daha güçlü olduğunu sandı, daha yüksekte uçmak istedi.

Ama uçamadı ve suya düşüp dibe doğru dalmağa başladı. Neredeyse boğulacaktı; "Bana yardım et!" diye bağırıp Kara Handan yardım istedi.

Kara Han izin verdi ve insan su yüzüne boğulmadan çıktı. Ondan sonra Kara Han: "Sağlam bir taş olsun!" dedi; suyun dibinden bir taş yükseldi. Kara Han ile İnsan, bu taşın üstüne oturdular.

Mu Kıtası Türklerinin tanrısı RA-MU,Hint tanrısı BRAHMA, RA-MA, ATMAN=BEN, Türk Tanrısı KA-RA HAN, Mısır Tanrısı RA, ATUM=BEN-BEN   ve iki Amerika kıta yerlilerinin efsaneleri “ İlkel Sulardan yaratılan Taş ve Toprak efsanesinde buluşmuşlar.

Bu tespitler ışığında Tevrat, İncil, Kuran imanlıları kendilerinden olmayan diğer milletleri cahil, ilkel, barbar olmakla suçlayamayacaklardır.


Şimdi sıra Yunanlı Mısır firavunu I.Ptolomeo'nun isteğiyle Mısır tarihini yazan Mısır soylu tarihçi Maneto'nun yazdığını Yahudi tarihçi Josephus Flavius'un Yunanlı tarihçi Apion'a yazdığı mektuplardan derleyerek Apion'un yazdığı ve bu yüzden Yahudiler tarafından öldürüldüğü bilinen Maneto Tarihî. Türkçesi bana ait;

Osiris- Apis boğa kültüne dayanan Sarapis kültünde otoriteydi. Bu kült, Greklerin Mısır’a yerleşmelerinden sonra doğmuş Mısır/Grek inançları harmanı bir dindi.

Apion (M.Ö.20-MS-45-48); -M.S.I.yy.da Siva Oasis’de yüzyılın ilk yarısında doğmuş, Homer üstüne yorumlar yapan Sufi, Mısır/Grek dil bilimcisidir. Yahudilerin M.S.70’te Romalılarca sürülmelerinden önce ömrünü tamamlamış olan Apion, İskenderiye’de yetişti ve Caludius zamanında Roma’da bilinmeyen bir yere yerleşti. Çok sayıda yazdığı eserlerden hiç biri günümüze kalmadı. En çok bilinenleri “Androclus and the Lion –Androklus (Kaçak kölenin adı)ve Aslan” Aulus Gellius’ta korundu, diğeri de “Aegypiacorum (Mısır’ın Harikaları) dır. Apion’un Yahudi kültürüne yaptığı eleştiriler Josephusún “Against to Apion- Karşı Apion” yazısıyla cevaplandırıldı. Josefusun cevabında “Yahudiler inançları için ölmeye hazırdırlar” ifadesini “ölüm tehdidi” olarak algılamış olsa gerek ki Roma’ya adresi meçhul bir yere göçerek kendini emniyete almaya çalışmıştır. Eserlerinin “Anti-semitik” olması yüzünden Maneto’nun “Aegyptiaca’sının kaderini paylaşarak hiç birisinin bulunamaması da bu savı desteklemektedir.

Ayrıca, Dünya İmparatorluğunu henüz Roma’ya kaptırmış olan Greklerin kendi kültürlerini korumak için Yahudilere karşı verdikleri kültürel mücadelede Apion mükemmel bir kişilik olmasına rağmen ne yazık ki, Roma- Bizans’ın, İran Mitra/ Mehr ve Zerdüşt dinî kültür emperyalizminden kendisini kurtarıp kendilerine uygun yeni bir din kültürü yaratmak isteyen ve bunu Yahudi uydurmalarından temin eden Grek rahiplerinin Yahudi ürünü olan İsevilik/ Hıristiyanlığı devlet dini yapmaları yüzünden bu güne kadar batı dünyası bir Apion çıkarmış değildir. Hele Grekler, atalarının başlarını taşlara vurduracak derecede Hıristiyanlığa bağlanarak tam bir Yahudi mevalisi/ kölesi olmuşlardır. Aynen öteki kavimler gibi.

MISIR’IN MUSA’SI / OSARSİF’İN HİKÂYESİ;

Josephus’un “Against to Apion” adlı çalışması Maneto’nun Agyptiaca’sından çok sayıda alıntıya yer vermektedir. İlk olarak Hyksosların  (bu ad Maneto’ca verilmiştir) kovulmaları ve Judae/ Yuda’da yerleşmeleri ardından Jerusalem (Kudüs) şehrini kurmaları anlatılmaktadır. Maneto kendisi bu konuda herhangi bir tespit yapmazken, Josefus, Maneto’nun Hiksoslarının kovulmalarını Yahudilerin Mısır’dan Çıkışları olarak altını çizerek belirtmiştir.

İkinci olarak Osarsif'in hikâyesi ondan iki yüz yıl sonra anlatılmıştır. Josefus’a göre, Maneto, Osarsif’i Heliopolis’teki Osiris mabedindeki korkunç bir yüksek rahip olarak tanımlamıştır.

“Firavun Amenofis tapınaktaki tanrıları görmek ister ama kâtip rahipleri tanrıların onu kabul etmeleri için ilk önce tapınakları ve Mısır’ı cüzzamlılardan ve kirli insanlardan Mısır’ın temizlemesi gerektiğine ikna ederler. O da onlardan 80.000’ini doğu deltasındaki Hiksosların eski başkenti olan Avaris’e hapseder ve taş ocaklarında çalıştırır. Bölgeyi de onlara bağışlar. Bundan sonra cüzzam bulaştığı için sürülenlerin arasında katılan başrahip Osarsif onların önderi olur ve tanrılara ibadet etmeyi bırakmalarını kutsal sayılan hayvanları yemelerini emreder. Osarsif’e inananlar bunun ardından Hyksos’ları ülkeye davet ederler onların da yardımıyla firavun Amenifisi oğlu Ramses ile birlikte Nubiya’ya sürgüne sevk ederler. Firavun ve oğlunun sürgünde oldukları 13 yıl boyunca şehirleri, tapınakları, tanrıların heykellerini, büstlerini tahrip ederler ve tapınakları da mutfağa çevirirler, kutsal hayvanları ateş üstünde kızartırlar. Sonunda firavun ve oğlu Ramses dönerler, Hyksoslar ile cüzzamlıları kovarlar, eski dini de yeniden onarırlar. Hikâyenin sonuna doğru, Maneto, Osarsif'in sürgüne gittiği yerde Musa adını aldığını bildirir.”

Maneto, atalarımızın yıllar önce Mısır dışına bu şekilde sürüldükleri hakkında bizi bilgilendirirken kurgusal kralı Amenophis’i de bizlere tanıtırken der ki;

“Bu kral, kendisinden önceki atalarından birisinin de yapmak istediği gibi, Horus’un olduğu kadar öteki tanrıların da gözlemcisi olmayı istemektedir. Hatta, o adaşı olan Papis’in oğlu Amenophis ile arzusuyla bağlantı kurar ve gelecek hakkındaki bilgi ve akıldan ibaret ilahi tabiatı paylaşıyor gibi görünmüştür.”

Maneto ilave eder; “Adaşı  ona  sayıları “80.000”’i geçen cüzamlılar ve bedenlerindeki kusurları olan öteki kirlenmişleri Nil’in doğusundaki taş ocaklarına göndermesi, çalıştırmasıyla geri kalan Mısırlılardan onları ayırarak ülkeyi temizleme kararıyla tanrıların memnun olacağını ve böylece kendisinin tanrıları görebileceğini anlatır.” İleride de şöyle devam eder;

“Bazı bilge rahiplerden de cüzam bulaşmasıyla kirlenmiş olanları vardı” ancak akıllı ve peygamber olan Amenophis, bu insanlara kötü muamele ve tecavüzkâr davranışlarda bulunulduğunda tanrıların krala kızacağından korkuyordu ve gelecekle ilgili sağduyusuna dayanarak birilerinin bu zavallıların yardımına gelebileceklerini, hastalık bulaşmış bu zavallı adamcağızların kendilerine yapılacak zorbalıklar yüzünden isyan ederek ülkeyi “13” yıllığına teslim alacak bir isyana kalkışabileceklerini ve ülkeyi teslim alacaklarını sağduyusuna dayanarak gelecekle ilgili böyle bir tespitte bulundu ve ileride bunu notlarına ekledi. Her nasılsa Krala bu şeylerden bahsetmemeyi uygun gördü ve bütün bu konular hakkında ardında bazı yazılar bırakarak kendisini öldürdü ve kralı yüreği yanık bıraktı.” Bundan sonra kelimesi kelimesine şunları yazar;

“ Bundan sonra taş ocaklarında çalışmaya gönderilenler uzun bir süre bu üzücü yaşamlarına devam ettiler ve Kral, terkedilmiş çobanların korunup yaşadıkları Avaris şehrini onlara bahşetmekle iyilik ettiğini düşünerek ülkeden ayırmaya karar verdi. Eski teolojiye göre bu şehir şimdiki Typho’nun (Tifo) şehridir.

Fakat bu insanlar o şehrin içine girdiklerinde adı Osarsiph/Osarsif (Osiris’den türetme-Osiris’in oğlu gibi))  olan Hellopol’li rahibin idaresinde kendilerini isyana uygun bir ortamda bularak şaşırdılar ve ondan gelen her şeye inanmaya, onun dediklerini yapmaya yemin ettiler. Daha sonra rahip onlar için yasalar yaptı ve kendi birliklerine katılanlar dışında hiç kimseye acımayacaklar, artık ne eski Mısır tanrılarına ibadet edecekler ne de kutsal sayılan hayvanlara saygı göstereceklerdi ve hepsini yıkıp, yakıp öldüreceklerdi.

Mısırlıların temel ilkelerine karşı olan bazı benzer yasalar da yaptıktan sonra şehrin duvarlarını inşa eden ellerin çokluğuna güvenerek onlara kral Amenophis’e karşı savaş açmaya hazır olmalarını emretti. Kendisi gibi kirlenmiş olan öteki rahiplerle de işbirliğine girişerek Tefilmosis’den sürülenlerin yaşadığı Jerusalem’deki  (Kudüs/ Yeruşalim) çobanlara elçiler gönderdi. Onlar vasıtasıyla böyle aşağılayıcı muameleye mazur kalanların yaşadığı ülkedekileri de kendi durumlarından haberdar etmiş ve onları Mısır’a karşı açılacak savaşa kendi rızalarıyla katılmaya davet etmişti. Hatta onlara eski şehirleri olan Avaris’i vereceğini, haklarını korumak için savaşacağını, onlara çokluklarına rağmen hak ettikleri bakım ve yardımları sağlayacağını ve kolayca ülkeyi idarelerine alacaklarına da söz vermişti. Çobanlar bu habere çok sevinmişlerdi ve yürekten gelen coşkuyla bir anda “200.000” kişi bir araya gelerek Avaris’e geldiler.

Ve şimdi Papis’in oğlu Amenophis’in önceden gördüğü ve kendisine anlattığı  büyük karışıklığa işaret eden bu isyancıların işgallerinden kral Amenophis haberdar edilmişti. İlk olarak kral Mısırlıların çoğunluğunu topladı, bir meclis kurdu ve önderlerini öncelikle tapınılan kutsal hayvanları tanrıların heykelciklerini saklamak için tapınaklara gönderdi ve özellikle öteki adı da babası Rhampses’ten adını alan Ramasses olan oğlu Sethos’u rahipleri bu konuda açıkça uyarmak için yola çıkardı. Ama o beş yaşında bir çocuktu.

Ardından kendisi de düşmanla buluşmak üzere geriye kalan Mısırlılardan “300.000” kişilik bir savaşçı birliğini oluşturmaya devam etti. Tanrılara karşı savaşmış olacağını düşünerek savaşa girmeyi tercih etmedi ve Memfis’e gelerek Apis ve kendisine gönderilen öteki kutsal hayvanları da alarak çoğunluğu Mısırlılardan oluşan bütün ordusu ve çok sayıda Mısırlılarla birlikte, idaresinde bulunan, kendisi ve beraberindekilere yiyecek, barınma ve her türlü destek sağlayacağına inandığı Etiopya’ya doğru yola çıktı.

Hatta, bu on üç yıllık felaket ile sonuçlanacak olayın başlangıcı nedeniyle gelen sürgün nedeniyle köyleri ve şehirleri de paylaştırdı. Üstelik, Mısır sınırı üzerinde kral Amenophis’i korumak üzere Etiyopya ordusundan bir kamp kurdu. Ve bu Etiyopya’da olan şeylerin ifadesiydi.

Kirlenmiş Mısırlılarla birlikte gelerek ülkeyi yakıp yıkan, kutsal tanrı idollerini kıran, tapınılan kutsal hayvanları (Öküz,keçi,timsah, babun maymunu, ibiş kuşu, kedi gibi)  öldüren, mangallarda kızartan ve onları öldürmeleri ve de kızartmaları için rahiplere baskı yapan bu Jerusalem’li ler olmasaydı, onları kolayca kutsal şeylere saygısızlık ve zarar vermekten dolayı suçlayarak ülkeden kovabilirdi.

O yasaları koyan ve siyaseti yürüten, adı Osarsiph (Ozarsif/ Osarsif)  Hellopol şehrinin tanrısı olan Osiris mabedinden Heliopolis doğumlu rahibin bu insanlarla gittiğini ve adını değiştirdikten sonra Musa adıyla çağırıldığı da krala rapor edilmişti.”

öbür tür rahatsızlıkları olanlardan oluşuyordu ve tapınakların önüne akın ederek yiyecek dileniyorlardı. Bunun üzerine Mısır’ın kralı Bocchoris kıtlık konusunda danışmak üzere Jüpiter’e tapınan kâhin Hammon’a birilerini gönderdi.

Kâhinden alınan bilgiye göre, tanrının istediği şuydu; “Tapınağını kirli ve dinsiz kimselerden, onları tapınaklardan çöllere kovarak temizlemeliydi ve cüzzamlı ve uyuzların da onlarla birlikte sürülerek tapınakları temizlenmeliydi, güneş yaşamlarında ızdırap çeken bu insanlara kızmıştı ve böyle yapıldığında toprak meyvelerini geri getirecekti.”

Kâhinden bu kehaneti aldıktan sonra Bocchoris rahiplerini ve inananlarını çağırdı ve kirli hastalıklı insanları toplayarak askerlere teslim etmelerini, çöle taşımalarını ancak cüzzamlı olanların kurşun levhalara sarılarak denizin dibine atılmalarını emretti. Böylece cüzzamlı ve uyuzlar boğulup ölecekler ötekileri de çöllerdeki yerlerinde sırayla yok olmaya mahkum olacaklardı.

Bu durumda ne yapabileceklerini belirlemek için bir danışma meclisi kurdular gelmekte olan gecede lambalar yakılarak araştırmalar yapılacak, her yer gözlenecek, bir sonraki gece daha da hızlı olunacak ve onların teslim almalarıyla da tanrıların öfkesi yatıştırılacaktı.

Ertesi gün onlara nasihatte bulunan bir Musa vardı ve onlara “yolculuğu göze almalarını”, yerleşecek uygun bir yer buluncaya kadar yola devam etmelerini nasihat etti ve onlara; hiçbir insana kibar, yardımcı olmamak, tavsiyenin en kötüsünü vermek, altında toplandıkları tanrıların tapınakları ve mihraplarının tümünün altını üstüne getirip tahrip etmelerini emretti ve herkes buna kendi rızalarıyla uymaya ve çöle seyahat etmeye karar verdi. Yolculukları sırasında geldikleri yerleşim birimlerinde tapınakları yaktılar, insanlara kötü davranıp tecavüzlerde bulundular ve Judae (Yuda) adlı bir yere geldiler ve orada bir şehir inşa ettiler, içine yerleştiler ve tapınakları soydukları, yağmaladıkları için Hierosyla (Hiyerosila) adını verdiler sonradan bu şehrin adının kendilerine uymayacağını düşünerek “Hierosolyma” (Hiyerosolima-“Güneş”-Tapınak Soyguncuları- Hiyero Süleyman-) olarak değiştirdiler ve kendilerini de Hierosolymites (Hiyerosolimatlar) dediler.”

Yahudi tarihçinin savunmasını da buraya vermeyi uygun buldum.

Merak eden aşağıdaki linkten çeviri yazımı VPN ile okuyabilir; https://alaeddinyavuz.wordpress.com/2017/03/11/misirli-tarihci-manetho-ve-kayip-kitabi/


Maneto, Apion, Josephus yazılarının tümünün kaynağı Josefus'tur.

Greklerle ile büyüklük tartışması yapmışlar sonunda Apion Yahudilerce öldürülmüş.

İkisinin bu tartışması da bizlere bu bilgileri ulaştırmış.

Sonuç olarak din kitaplarının mutlak doğru bilgiler vermediği gerçeğini bizlere kanıtladılar, teşekkür ederim.

Bu tartışma bize Hz Musa hakkında şunları öğretti;


MUSA adı bir insan adından çok  Osiris ile ilişkili bir tanımlama sıfatıdır.

Tek Tanrılı ilk Mısır dinini kuran Amenofis, sonraki adıyla Akeneton’un kurduğu Aten tapınağının Rahibi Osarsif BENBEN adlı kutsal bir Taş, Tümsek- Tepe Tanrı  ibadetçisiydi.

Adı ister Musa ister Osarsif olsun, Tevrat Çıkış/Exodus 3:13-14 ayetlere, kendini “ Ben, adı BENBEN olan tanrıyım, size beni adı BENBEN olan tanrı gönderdi”  ayetini koymuştur.

Bu ayet de Hz Musa ile Heliopolis Aten Tapınak Kültü ibadetinin ortak geleneklerini de vermektedir;

#Aten rahibi #Osarsif de Tevrat'ın Musa'sı da #TEK TANRI ibadeti yapar.

2-#Aten dini bütün #putları ve #kutsal hayvanlara ibadeti #kaldırmıştır. 

Tevrat'ın #Musa'sı da, #Avaris'e sürgün edilen #Osarsif te aynen yapmışlardır.

Aten rahibi #Osarsif cüzam kapmıştır. Tevrat'ın #Musa'sı da #cüzam kapmıştır. Bu yüzden yüzü bile peçeli gezer.  #Yahveh veya #Benben tanrı ona “elini gömleğin içine sok der" ve eli bembeyaz çıkar. Bu da bu gun de aynı tedaviyi gören hastalarda görülen durumdur. 

Hz Musa da Osarsif de din dışında her konuda geniş bilgiye ve Firavun dahil herkesçe sayılan kişilerdir.

Ortak yönleri çoğaltmak olasıdır, aklı olana bu kadar yeter.

Buna #Harappa Sabilerin #Puranalarında geçen Musa efsanesini eklersek, Musa, #Mısır imparatorluğunun #Hindistan sınırına dayandığı ve geri çekilmek zorunda kaldığı yıllarda Mısır'ı yıkmak için gönderilen bir casus büyücüdür ve büyüleriyle Mısır ülkesini yıkıp geri döndüğü yazılır.

Bu efsanede Musa ve Muhamned hakkında yazılanlar adların Hintçe benzerlikleri dışında benim en azından yukarıdaki tespitleri yazacak birikimlerimden yaptığım  çıkarımlara göre Hintliler de yazıdakiler gibi epey sallıyor düşüncesindeyim.

Bu nedenle ve çok sayıda Hintçe adlar, sıfatlar, terimler ile birlikte anlaşılması da güçleştiğinden eklemeyi gereksiz buldum.

Yukarıdaki özet yeter.

Kuran Ibrahim'den Muhammed'e peygamberleri birleştirir;

"Bir zaman Rabbi ona '#İslâm ol.' dediğinde, İbrahim, 'Alemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum.' demişti. İbrahim İslâm ümmetinden olmayı oğullarına da vasiyet etti. #Yakub da onu tavsiye ederek: 'Oğullarım! Allah sizin için bu dini seçti. O halde sizler sadece Müslümanlar olarak can verin.' dedi. Yoksa siz Yakub'a ölüm geldiği sırada yanında mı bulunuyordunuz? O zaman o, oğullarına: 'Benden sonra neye tapacaksınız?' demiş, oğulları da 'Senin ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın ilahı olan tek ilaha kulluk edeceğiz. Bizler ona teslim olduk.' demişlerdi." 

(Bakara, 2/131-133).

"Allah'a, bize indirilene, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a ve torunlarına indirilene, Musa'ya ve İsa'ya verilen ve diğer peygamberlere Rableri tarafından verilene iman ettik. Onlar arasında bir ayırım yapmayız, biz de Allah'a teslim olanlarız, deyin." (#Bakara, 2/136).

"İbrahim ne Yahudi idi ne de Hristiyan’dı. Fakat o, Hanif (doğruya yönelmiş, hakka yönelmiş) bir Müslümandı. Müşriklerden değildi." (#Âl-i İmrân, 3/67).

"Şüphesiz ki ben, hakka eğilerek yüzümü gökleri ve yeri yaratana çevirdim. (eslemtü) Ben Allah'a ortak koşanlardan değilim." (En'âm, 6/79).

Ve;

Kuran Ankebut Suresi 46; İçlerinden haksızlığa sapanlar dışında Ehl-i kitap’la mücadelenizi sadece en güzel yolla sürdürün ve deyin ki: “Bize indirilene de size indirilene de inandık. Bizim tanrımız da sizin tanrınız da birdir. Biz O’na teslim olmuşuzdur.”

Ne güzel değil mi, tanrıları birleştirmiş işte.

Kuran'ı Kerim'in Hz. İbrahim'i, Musa'yı, İsa'yı Müslüman sayan ayetleri, Tevrat'ın Ben Ben adlı Mısır Akeneton dini tanrısını, Ben Ben'in Hint tanrısı Atman'ı, onun da Türk dilini ve, Ataman'ı, Ben 1.tekil şahıs zamiri ile temsil ettiği, dini, felsefi, öz benlik ile eşleşmesi, Tanrı, evren yaratılış mitlerindeki ortaklık ile gerçekten, ırkçılık dışında düşünüldüğünde  doğruyu işaret etmektedir. 

Son olarak su tespiti yapayım;

İnsanlığın ortak bir geçmişi,  bundan gelen ortak kültürleri vardır.  Her millet kendi  çıkarına, geleneğine uygun yorumlayıp uygulamıştır.

Bunlar için savaşmaya gerek yoktur. İnsanlık, güzel ahlakta, yardımlaşma ve barışta birleşmelidir.

Alaeddin Yavuz 

Emekli Polis Memuru


Bu yazıya Türkçe'yi aşağılayanlara verdiğim cevapları tespitleri içeren yazımı da eklemeyi uygun gördüm.

Araştırma meraklıları sevecektir sanırım;

#TÜRK DİLİ CEHENNEMİN DEĞİL TANRININ DİLİDİR.

2007 yılında ölen İran’ın önemli din ulemalarından kabul edilen Ayetullah Müctehidi, Youtube’ta da yer alan bir konuşmasında Türk dilinin “cehennemin dili”, Fars ve Arap dilinin ise “cennetin dili” olduğunu söylemiş.

Sözünü de peygamber Muhammet’in bir hadisine dayandırmış. Bu hadisin sözde iddiasının kaynağı olduğunu söylemiş.

Oysa, Kuran'ın defalarca Tevrat ve İncil'in doğrulayıcısı olduğunu, bu kitaplarla birlikte Kuran'ı da okuyun diyen Maide 69, Bakara 106-136 (Bu ayetler değişti artık). ayetlerinin ışığında, İncil Korintliler 14. Bölümde İsa yabancı diller konusunu derince işlemiştir, bazılarını okuyalım;

Korintliler 14. Bölüm

14
Diller ve Peygamberlik



Ayet 1-Sevginin ardınca koşun ve ruhsal armağanları, özellikle peygamberlik yeteneğini gayretle isteyin. 
2-Bilmediği dilde konuşan, insanlarla değil, Tanrı'yla konuşur. Kimse onu anlamaz. O, ruhuyla sırlar söyler. 

3-Peygamberlikte bulunansa insanların ruhça gelişmesi, cesaret ve teselli bulması için insanlara seslenir. 

4-Bilmediği dilde konuşan kendi kendini geliştirir; ama peygamberlikte bulunan, inanlılar topluluğunu geliştirir.

13-Bunun için, bilmediği dili konuşan, kendi söylediklerini çevirebilmek için dua etsin. 

14-Bilmediğim dille dua edersem ruhum dua eder, ama zihnimin buna katkısı olmaz. 

15-Öyleyse ne yapmalıyım? Ruhumla da zihnimle de dua edeceğim. Ruhumla da zihnimle de ilahi söyleyeceğim. 

16-Tanrı'yı yalnız ruhunla översen, yeni katılanlar senin ne söylediğini bilmediğinden, ettiğin şükran duasına nasıl “Amin!” desin? 

17-Uygun biçimde şükrediyor olabilirsin, ama bu başkasını geliştirmez. 

18-Dillerle hepinizden çok konuştuğum için Tanrı'ya şükrediyorum. 

19-Ama inanlılar topluluğunda dillerle on bin söz söylemektense, başkalarını eğitmek için zihnimden beş söz söylemeyi yeğlerim."

Bu ayetlerin sonucu bir cümle ile şudur;
Yabancı dille dua eden, kendi anlamaz, ama tanrıya, ruhunu katmadığı, kitapta yazılmış olan duasını iletir, ama kendi dilinde dua eden, ruhunu da katarak duasını tanrısına yapmış, olur.

Peki, "Kuran Arapça okunsun, başka dile çevrilemesin" diyen, "Arapça konuşmayan milletlerin dualarını Tanrıya, ruhları ile hissederek yamalarını" engelleyerek, onlara düşmanlık etmiş olmuyorlar mı?

Böyle düşmanlık karşısında bildirilen dine ve o dinin tanrısına inanmayan insan günahkâr mıdır?

Hayır, nedeni, dini tebliğ eden, kendi dilini zorla dayattığı için, o milleti inanmamaya kendisi davet etmiştir de ondan günahkâr olamaz.
Yukarıdaki, Korinliler 14; 19. ayetin son . çok açık;
"...zihnimden beş söz söylemeyi yeğlerim." Yani kendi dili ve ruhu ile 5 söz on binlerce yabancı dildeki sözden kıymetlidir, diyor. 

Azerbaycan’ın Araz News haber sitesinde 08 Nisan 2014 tarihinde bu DİL dayatan, DİL ve Millet aşağılayan bir konu işlenmiştir.

Asırlardır "Kur'an-ı Kerim'in Türkçe'ye çevrilmesinde demek bu yüzden karşı çıkmış bu şerefsizler." 

Yani biz zaten cennete giremeyeceğiz okumasak da olur. Bu şeytanın döllerine köle yaratıldık öyle mi? Vay sizin dininize de kitabınıza da inananın aklına sıçayım sizinde elbette, ölmüş de olsanız.

Ayetullah Müctehidi Tehrani.
İddiasının kaynaklarını ben veriyorum.
Bütün dinciler gibi "kulaktan dolma konuşan"
cehalet timsali, "yarı tanrı sıfatlı hödük"tür.
İran’ın I. Dünya savaşından sonra İngiltere’nin yaptığı yeni dünya düzeni gereğince İran’ın başına sözde “Fars” olduğu iddia edilen Şah Rıza’yı getiren ve Türk katliamı yaptıran ırkçı İran kültüründe büyüyen bu şeytan Ehrimanın oğlu, ırkçılıkta epey ileri gitmiş.

Çünkü peygamber Muhammet’in hadislerinde özellikle Yecüc-Mecüc konusunda Türklerin kast edildiği, “çekik gözlü, yüzleri kalkan derisi gibi kırmızı, savaşçı, çevik, asla bulaşılmaması gereken kavim” şeklindeki ifadesinden ve diğer hadis kaynaklarında da “Türk” adının Muhammet tarafından kullanılmadığını tespit ettiğimize göre Ayetullah Müctehidi Tehrani adlı kendisini “Allah’ın kelamı=Ayetullah” ilan etmiş sapığın iftirası kesinlikle hadislere dayanmamaktadır.

Ama böyle bir inanış var mıdır, varsa nerede geçmektedir ki bu şeytan Ehriman’ın dölü bunu öğrensin ve bu terbiyesizliği yapsın?

Evet, böyle bir ifadeye yakın zamanda, “google kitaplar” da rastladığım, ABD’li profesör Justin Perkins’in 1843 yılında ABD’de yayınladığı “Eight Years in Persia Residence=İran’da Sekiz Yıl İkamet” adlı araştırma kitabında, kendisinin İran Urumiye’de Türkçe öğrenirken öğrendiğini anlattığı yazısında gördüm. Ve o konuyu dilimize çevirdim;

Eight Years in Persia- 1843 Justişn Perkins. S.223;
İranlıların en eski ve
son peygamberleri
Zerdüşt
“.......Nasturi rahibimiz, baş rahip, ve vaiz Haziranın ortalarında, Tebriz'de çıkan veba salgını yüzünden evlerine gittiler. Urumiye'den yakında ayrılma ihtimali içinde Tebriz'e dönmelerinin uygun olacağını düşünmemiştim. 
Bizi terk etmelerinden sonra dikkatimi Türkçe öğrenmeye vermiştim. Azerbaycan Türkçesi, yazılı bir dil değildir ve öğrenme olanakları sağlamak da sınırlıdır.

Bu dilden, Türkçe-İngilizce on bin kelimelik bir sözlüğü Alman misyonerlerin hazırladıkları küçük dil bilgisi sözlüklerinden yararlanarak düzenledim. 

Bunlar, mükemmel olmasalar da görevimiz esnasında zaman zaman gerektiğinde yardımcı olmaktadırlar.

Burada konuşulan yaygın Türkçe, farsça ve Arapça ile zenginleştirilmiş, parlatılmış Osmanlı Türkçesinden farklıdır ve bölgenin şartlarına göre halkın biçimlendirdiği karakterleri içerir.

"...Türk dili,doğal haliyle otoriteye ve komuta etmeye olanak tanıyan çok güçlü bir dildir. Kendi anahtarı üzerinde yuvarlanarak, bizim Sakson dillerimizden daha görkemli olarak inip çıkan ses tonu değişikliği dönüşümlerine olanak sağlar. 

"Yılan, üç doğu dilinde karakteri belirlenmiş hayvan efsanesinde olduğu gibi, tartışmacı ve ikna edici dil olan Arapça ile Hava'yı (Eve) baştan çıkartmak istemektedir.

Hava, sevecenlik, ayartma ve aşk diyalektine sahip olan Farsça Adem'i işaret etmiştir.

Melek Cebrail, Arap dili ve Farsça ile onları cennetten kovmakla görevlendirilmişti ama sonunda tehdit, yıldırımın mırıldanması olan Türkçeyi kullanmak zorunda kalmıştı. 

Sertçe Türkçe konuşmaya başladığında yüreklerini korku sarmıştı ve düşüncesizce mutluluk ikametini terk ettiler."

Bu karakteristik özelliğini hala barındıran Türkçe, İstanbul ve Küçük Asya'da hakim bir dildir. Fakat uzak doğuda öne çıkan büyüklerini, Muhammedi Türkçe olarak işaret edenlerin dillerinde,alçalan, yükselen, dileyen ses tonlarıyla bükülebilen ve galibiyeti ifade eden, konuşanlarının hürmet ettiği bir dildir.

Kuzey İran'da bütün sosyal sınıflar arasında konuşulan tek dil Türkçedir ve bölgeye gelen misyonerlerin ilk dikkatlerini çeken şey budur....””

Resimdeki kitap sayfası bize, Türk dilinin daha Adem Hava yaratılmadan göklerde/cennette konuşulduğunu kendi dini kaynaklarına dayanarak bildirmektedir.
İşte bu bilgi gereğince peygamberin hadislerinde de Tevrat, İncil, Kuran Kehf Suresi ayetlerinde de Türk milleti "Mecüc soyu göksel kavim" olarak tanımlanmıştır. 325'de Hristiyan olan Romalılarca düzenlenen Tevrat, İncil metinlerinde de bu konu işlenmiştir. 611'de başlayan Kuran'ın yazılmasına da aynı şekilde eklenmiştir. Ben bunu, Türklerle asırlar boyu iyi geçinen Roma'nın, 451'de Atilla ile Roma'yı fethine ve ardından Roma'nın Atilla'nın müttefiki olan, Ukraynalı Astrogot ve Vizigot işgallerinin kini olarak kasıtlı konulmuş olarak görüyorum. Bu ayetler gereğince, İslam Araplarının Türk katliamları açıklanabilmektedir.






Daha sonra da “Peygamberlere vahiyleri Cebrail’in Farsi ve Arabi dillerde fısıldadığına inanılırsa da bu inanış yaygındır. Cebrail bütün peygamberlere vahiyleri Türkçe olarak fısıldamiştir.” Şeklinde konuyu bağlayan Justin Perkins’e bu tespitinden dolayı, “173” yıl sonra da olsa bir teşekkürü borç biliyorum.

Justin Perkins'i doğrulayan, Justin Perkins'den yüzyıllar önce yaşamış bir başka kaynak, bir Türk ve Müslüman şair ise yeterince doyurucu bilgiler vermektedir;

Türk Alp Ereni Kaygusuz Abdal ve Onun maalesef ne Okullarımızda nede başka bir yerde hiç söylenmeyen ve söyletilmeyen şiiri Gülüstan;
Kaygusuz Abdal temsili resim.


GÜLÜSTAN 

Tanrı teala çün yarattı Ademi, 
İşte ol dem Türkde dünyaya geldi. 
Ademi Cennete koydu yaradan, Caytgan(şeytan) çıkdı karşısına, 
Çok geçmeden aradan. 
Adem ata uymadı emirlere, 
Ve ceza olarak atıldı yerlere. 
Hak buyurdı Cebraile var didi 
Ademi cennet içinden sür didi


Geldi Cebrail Ademe söyledi 
Hak buyurdıgın ıyan eyledi 
Cebrail didi çıkgıl uçmakdan 
Adem Tanrının buyrugı budur işte bu dem Niçe ki söyledi hergiz gitmedi 
Cebrailün sözini işitmedi 
Türk dilin Tanrı buyurdı 
Cebrail Türk dilince söylegil dur git digil


Türk dilince Cebrail hey dur didi 
Durı gel uçmağın terkin ur didi 
Ve Adem Cenneti terk eyledi...


(Kaygusuzun bu şiirini günümüz Türkçesine uyarlayan Mustafa Koç, şiiri şöyle açıklamıştır. İnsanlığın ana dilinin Türkçe olduğu tezini savunan Feraizcizade Mehmed Şakire göre, Tanrı emriyle Hz. Ademi cennetten çıkarmak isteyen Cebrail, Ademe cennetten çık dediyse de Cebrailin dilini anlamayan Adem cennetten çıkmaz. 

Tanrı, Cebraile, Ademe Türkçe hitap et der. Adem kendisiyle Türkçe konuşan Cebraili anlar ve cennetten çıkar.)

Alıntılar T.Can 
(14 Mayıs 2024'de ekledim. Alaeddin Yavuz)

Bu metin kitabın internet basımından iki saat içinde çıkartıldı. Ben bulamadığımı düşünüp yurt dışında yaşayan arkadaşımdan rica ettim. Merak edip koca kitabı okumasına rağmen bu metinleri internet google kitaplar yayınında bulamadığını söylemiştir.

Buraya kadar İngilizce dilinden dilimize çeviren;
Alaeddin Yavuz

Hint-Aryan kavimlerinin, güçlendiklerinde kendilerinden olmayan kavimlerin "BÜTÜN KADIN VE ERKEKLERİNİ ÖLDÜRÜP, BAKİRELERİNİN IRZLARINA GEÇEREK SOY ÜRETME GELENEKLERİ İLE BASKINLARLA SOYKIRIM YAPIP ÇOCUK KAÇIRMA GELENEKLERİ"nden illallah diyen atalarımızın bunlara diz çöktürdüklerinde haklı olarak bunları suçlayıp hakaret etmelerini de bahane ederek, kendilerini de haklı göstermek için sürekli attıkları iftiraların ürününden başka bir şey değildir bu iftira.

Kendi kitaplarından örnekler vereyim;





Oysa, İranlılar M.Ö.325'de İskender'e, M.S.628'de Roma'ya, 635'te İslam ordularına teslim olduğunda sığındığı kardeş kavim Türklerdi. Türkler de zaman zaman Çin, Moğol istilalarından İranlılara sığındığından iki kavim düşman olmamış en eski kavimdir. Bu Ayetullah şeytanisinin amacı binlerce yıllık Türk-Pers kardeşliğinin köküne kibrit suyu dökmektir.

Bu desteksiz atışlar yapan sapık şeytanın imamını çürütecek öteki kaynaklardan birisi de, Mu kitapları serisini yazan araştırmacı yazar James Churchward da şu tespitleri yapmıştır ve Güneş Dil teorisini de bu tespitinden yola çıkarak Naacal tabletlerinden çeviriyle elde ettiği bilgiler ile geliştirmiştir.

En eski Hinta yaratılış efsanelerinde geçen tanrı Atman, bakar ki evrende tek başınadır başkası yok ve Ben” der ve “Sadece BEN varım” der. Böylece “BEN” olur” şeklinde yazar.




Bakara 136, Maide 68/2  ayette ge geçtiği üzere Müslümanların kitabı Kuran-ı Kerim’in temel kitaplarından sayılan Tevrattır ve Kur'an Tevratı, ondan doğan İncil’i okuyanları da “Kitap ehli” yani “Kitap okuyanlar” sayar. 

Bu da Tevrat öncesi dinlerde “okuryazarlık yasağına” işaret eder. Tevrat okuryazarlığı, “tanrıların bilip okuyabildiği alfabeyi karelere bölerek Hiyeroglif yazısını keşfeden ve bunu insanlara öğreten eski Mısır Ay Tanrısı Lah'tan sonra kaldıran ilk kitaptır.

Bu kitapta, “yanan çalıdan Musa’ya konuşan tanrısına Musa adını sorduğunda o da “Ben, adı BEN olan tanrıyım” diye tanıtır.

İran Cebraili Faravahar. İslam kaynakları, Sabi,
Süryani Nasturi kaynakları da Cebrailin
Faravahar olduğunda uzlaşırlar
Arami, Fars, Arap ve Greklerin soylarını, dini ve dil kökenlerini kuzey Hindistan İndus Vadisi medeniyetine dayandırdıkları günümüz Yahudi ve Hristiyanlarının yetiştirdiği Tevrat-İncil araştırmacılarının tümünce kabul edilmektedir.

Bu bilgiler ışığında bile hala göz göre göre yalan söyleyen, yalanı, hileyi zekanın esası sayan bu şeytan Ehrimanın çocuğunun da sözlerinin sadece fesatlıktan başka şey içermediği açıktır.

Haa, madem öyle de Türkler neden eski kavim olmalarına rağmen yazılı edebiyatları yerleşik medeniyetleri yok denilirse bunun cevabını dinler vermektedir.

“İnsanlığın Yıldız Savaşları” başlığıyla iki bölümde “alaeddinkeykubat.blogspot.com” blogumda yayınladığım yazımda bunun gerekçesini gene dini gerekçeleriyle yazdım.

Türkler, “insanın günahkar doğuşuna ve bu yüzden vaftiz edilmesi inancının” temeli olan, göklerde tanrı ve orduları ile savaşmış, medeniyetler kurmuş ama göklerden pay isteyince tanrı kavmini üstüne saldırtıp yok etmiş, sonunda Kuranda da geçtiği gibi “kırmızı balçık” ile başlayan “insanın aşağılanmış yaratılış efsanesi” nin, “kuru kara çamur” ile son bulmasıyla ifade edilen, “aşağılanmış yaratılış ile tanrının ordularına meydan okuyamayacak Kuran Tin Suresi 4.ve 5. ayetlerde “Biz insanı üstün yarattık, sonra aşağının aşağısına kaktık” (.Y.Nuri Öztürk meali) ifadesiyle “belli bir süreye kadar bu şekilde yaşamakla cezalandırılmış eski millettir. 

Bu ceza çok uzun olduğundan, “yerleşik yaşama geçmek, okuryazarlığı yaymak suçtur.” 

Bu “unutulmuş yenilgi anlaşma maddesi”, şeytanın yeryüzünde yarattığı Adem’in oğullarından Şit’in soyundan olduğunu iddia eden Yahudilerce kaldırılmıştır.

Benim çıkarımlarım bu yöndedir.
Mevcut tarih biliminde ise böyle bir kaynak veya tespit yoktur. Bu durum “insanlığın kayıp tarihlerini yazan” dinlere göredir.

Türklerin, Zencilerin, Aborijinlerin, Maya, Aztek gibi “ekvator kuşağı Kızılderililerinin dışında olan Kızlderili kavimlerinin “okuryazarlık ve yerleşik yaşam yasaklarına bağlılıkları” bu yüzdendir. Bu dinlerin hepsinde bunu görmek mümkündür.

Çünkü yer yüzünde okuryazarlığı Hindular, Farsiler, Aramiler, Mısırlılar, Grekler dahi kaldıramamıştır ve sadece “ruhban ve ruhban olan aristokrat sınıfı” için bu yasak uygulanmamıştır. Türkler gibi eski kavimlerde ise aristokrasi zaten yoktur ve yasağa herkes uymaktadır.

Bu cevap “teoloji bilimi” araştırmacılarınca bile dile getirilmemiş bir konudur ve ilk kez benim dikkatimi çekmiştir.



CEBRAİL VEYA TANRI TÜRKÇE DİLİYLE ADEM-HAVVA'YI
CENNETTEN KOVARKEN.

HRİSTİYANLARIN DA BU RESİMLE ONAYLADIKLARINA GÖRE, ,
TÜRKÇE "EMRETME DİLİ" OLARAK,CENNETTE DE
KULLANILMIŞTIR. ADEM İLE HAVVA'NIN YÜZSÜZLÜKLERİNDEN
DOLAYI KABA KISMI KULLANILDIYSA BU TÜRKÇE'NİN DE TÜRK-
LERİN DE KABAHATİ DEĞİLDİR. BU DA TÜRKLERİN
"SEÇKİN KAVİM" OLDUKLARININ KANITIDIR.

Bu iftiralara bir de Türkler ne demiş, onlar nasıl inanmış aynı dine değil mi?
Buna çok iyi bir örnek buldum.

Türk Alp Ereni görüyorsunuz Kaygusuz Abdal ve Onun maalesef ne Okullarımızda nede başka bir yerde hiç söylenmeyen ve söyletilmeyen şiiri Gülüstan.
Yeni bulduğum ve yukarıya da eklediğim bu şiiri tekrar veriyorum;


GÜLÜSTAN 

Tanrı teala çün yarattı Ademi, 
İşte ol dem Türkde dünyaya geldi. 
Ademi Cennete koydu yaradan, Caytgan(şeytan) çıkdı karşısına, 
Çok geçmeden aradan. 
Adem ata uymadı emirlere
Ve ceza olarak atıldı yerlere. 
Hak buyurdı Cebraile var didi 
Ademi cennet içinden sür didi


Geldi Cebrail Ademe söyledi 
Hak buyurdıgın ıyan eyledi 
Cebrail didi çıkgıl uçmakdan 
Adem Tanrının buyrugı budur işte bu dem Niçe ki söyledi hergiz gitmedi 
Cebrailün sözini işitmedi 
Türk dilin Tanrı buyurdı 
Cebrail Türk dilince söylegil dur git digil


Türk dilince Cebrail hey dur didi 
Durı gel uçmağın terkin ur didi 
Ve Adem Cenneti terk eyledi...


Kaygusuzun bu şiirini günümüz Türkçesine uyarlayan Mustafa Koç, şiiri şöyle açıklamıştır. 

İnsanlığın ana dilinin Türkçe olduğu tezini savunan Feraizczade Mehmed Şakire göre, Tanrı emriyle Hz. Ademi cennetten çıkarmak isteyen Cebrail, Ademe cennetten çık dediyse de Cebrailin dilini anlamayan Adem cennetten çıkmaz. 

Tanrı, Cebraile, Ademe Türkçe hitap et der. Adem kendisiyle Türkçe konuşan Cebraili anlar ve cennetten çıkar.)

Alıntılar T.Can

Demek ki İran Güney Azerbaycan Azeri Türkleri bu konuyu biliyordu, cevaplari da hazırdı.
Ama şerefsiz Hıristiyan Farsların din adına, ülkelerini Roma işgaline açmışlar, Türk soykırımına ve TEJ KUTUPLU DÜNYA DÜZENİNE yol açmışlardır.

İhanetlerini de Türk düşmanlıkları ile örtmeye de çabaları yetmediği için böyle uydurma iftiralara sığınmaktadırlar.

Bu nedenle bazı batılı tarihçi ve dil bilimcilerin, Sümer, Hint, Fars, Asur, Mısır, Grek medeniyetlerini incelediklerinde bunların tanrılarından, dini ritüellerine, ilahilerine, efsanerine kadar yazılı kaynaklarında “Türkçe” diline rastladıklarını görmekte, “Ey Dünya İnsanları Hepimiz Türküz” diye kitap yazan ABD’li yazar Gene D. Matlock boşuna mı yazıyor dersiniz?


Bütün insanlığa, “kaynağını dinlerden alan aptallıktan, yeryüzündeki bütün savaşların, fitnelerin sebebi olan DİNİ IRKÇILIK” saçmalığından vazgeçmelerini öneriyorum.

Bu dünya hepimizi besleyecek kadar bereketlidir ve cömerttir.

Kendini farklı, güçlü gören sapkınlar bu tamahkarlıklarından vazgeçtiklerinde yeryüzü bir barış, adalet cenneti olabilir.


Elbette biraz da, “çok eşliliğe inanan, 12’den aşağı çocuk yapmayan Arami, Yahudi, Yezidilerden başlayarak” nüfus planlaması yapmak gerekir.


Çünkü sokaklarda dilenenler ülkemizde bunların “ülkemizi ve yeryüzünü soylarıyla doldurmak için şeyhleri, pirlerince yürütülen işgal süreci planlarını gerçekleştirmek için yapıldığını” dinlerinden öğrendik ve önceki yazılarımda da yayınladım.


Türk diline ve Müslümanlığına aşağılayarak hakaret eden Arap ve Fars ırkçılarına İncil Korintliler 14:6. ayeti son noktayı koysun;


14-6 Şimdi kardeşlerim, yanınıza gelip dillerle konuşsam, ama size bir vahiy, bir bilgi, bir peygamberlik sözü ya da bir öğreti getirmesem, size ne yararım olur?


7-Kaval ya da lir gibi ses veren cansız nesneler bile değişik sesler çıkarmasa, kaval mı, lir mi çalındığını kim anlar?


8-Borazan belirgin bir ses çıkarmasa, kim savaşa hazırlanır?


9-Bunun gibi, siz de anlaşılır bir dil konuşmazsanız, söyledikleriniz nasıl anlaşılır? Havaya konuşmuş olursunuz!"


Kendini Müslüman, Türkleri mevali= Köle sayan bu Fars-Arap zihniyeti, Dinini tüm insanlığa yaymak için peygamberler gönderdiğine inandıkları tanrıları Allah'ın bu emrine karşı gelmekle Türklerden çok İslâm düşmanlığı yaptıklarını anlarlar mı?


Takdir aklı olan okuyanlarındır.
Alaeddin Yavuz


Sasani devleti, Ortodoks Hıristiyan mezhebini bozdu diye düşman olup Roma ile iş tutan ve Sasani 628'de yenilince, Roma destekli İslâm Çapulcuları istila için hazırlanırken, Salman-ı Farsi Muhammed'e gelir, " Farsları Arap sayarsanız (soykırım yapmazsaniz) size yardım ederiz" der.
Muhammed biraz düşünür ve;
"- Evet, Farslar Araptır ama ben daha Arap'ım" der.


Kaynak İbni İshak Siret ül Resulullah kitabı.


Bu anlama üzerine, Arap işgalciler Sasani ülkesine gelince Araplar Türklerin zayıf noktalarını Farslardan öğrenirler ve sürekli yenilgiler alarak Talkan ve Cürcan katliamlarına maaruz kalmaları Gars ihanetleri sonucudur.


Farslar, binlerce yıllık köleleri olan Arap işgalini hazım ettiyse de dinlerini hazmedemediler ve Şia'yı kurdular.
Hâlâ da aralarında bu kapışma sürüyor.








Ve ikisi bir olup Türkleri suçluyor. Haydi Türkler hem Roma hem Sasani ile ortaktı.
İki devletin ordularının bel kemiği Türklerdi.


Iki devlet de Türk ordularıyla Arapları dövüp haraca kesmiştir.

İki devlet de Türklerden her zaman çekinmiştir.


Ama Türk birliğini bozan İslam kadar başarılı bir din olmamıştır.


Farslar da Türkler olmadan 628'den beri ayağa kalkamamıştır. Türklerin kurduğu devletler idaresinde yaşamıştır. Hâlâ da öyledir.
Mekke ve Medine'nin bulunduğu Hicaz bölgesi Doğu Roma imparatorluğu idaresindeydi ve Hz. Muhammed de Roma vatandaşıydı.













Türkçülükle ve eski yeryüzü kavimleriyle ilgilenenler bunları okuyabilirler;

Türkçülükle ilgili en eski bilgiler Masonlarca üretilmektedir. İslamın VII.yy.da İranı,işgal ettiğinde Türklere çok işkenceler ve soykırımlar yapıldığından, doğan nefret, Türklerin İslamın sevmediği Yahudiliğe geçmesiyle sonuçlanmıştır. Mason localarının çoğu zaten Musevilerce kurulmuştur. Yalnız Museviliğe girenlerin Yahudilerden çok Yahudiliğe düşkün olmaları yüzünden "köleci zihniyete" sahip olduklarından, kendilerinden olmayan bizleri köleleştirme amacı gütmektedir. En azından ben öyle şüphelere sahibim.

Bu nedenle bu yazıdaki tespitleri iyice hazmetmeden öteki Türkçülük araştırmalarına pek itibar etmemenizi öneririm. Sonucunda onlar da bu bilgileri dinlerden sağlıyorlar ben de.

Türklerin ve onlar gibi eski kavimlerin dinlerinde, insanlığı göklerden göçle dünyamıza gelip yerleştiklerine, daha sonra dünyamıza gelen köleci kavimlerin dünyamızdaki eski kavimleri yok etmek, onları göklerdeki hakimiyetlerinden etmek için savaştıklarına, ve savaşı kazandıklarına, bundan sonra da bütün eski kavimlerin yok edilip, ölümlü, hastalıklı varlıklar şeklinde yaşamak üzere belli bir süre cezalandırıldıklarına, bu cezanın dolmasından sonra eski kavimlerin yeniden eski üstün hallerinde yaratılacaklarına dair mitler vardır. Bu mitlerin izlerini Tevrat, Kurandan başlayarak Kızılderili, Mu Kıtası efsanelerine uzanan bir araştırma ile tespit ettiğim yazıyı okumak isteyenler alttaki linki tıklayabilirler;

Hiç yorum yok: