YAHUDİLER SEÇİLMİŞ KAVİM Mİ? TOPLUMDAN ATILMIŞ CÜZAMLILAR MI?
Kutsal kitapları olan Tevrat’ın birçok yerinde geçen ayetlere
dayanarak kendilerinin “tanrının seçtiği üstün ırk” oldukları inancına sadık
olan ve dünyaya kendilerini böyle kabul ettirmeyi başarmalarında da
Hıristiyanlık ve Müslümanlığın da onların kitaplarına dayanması sayesinde
başarılı olan Yahudiler gerçekten “seçilmiş kavimler “ mi yoksa durum çok daha
farklı bir boyutta mı?
Bu konuyu açıklığa kavuşturan hatta bu konuyu açmamızı sağlayan
kaynaklar ise aşağıda adlarını ve haklarında yeterince bilgiler verdiğim
kişilerin Hıristiyanlık öncesi çağlarda yazdıkları kitapların gün ışığına
çıkarılmalarıyla verdikleri bilgilerin paylaşılması sebep olmuştur. Hele
Mateno’nun yazdığı kitap Mısır’ın Pers ve Grek hâkimiyetinde bulunduğu çağlarda
yazılmış olması açasından önemlidir. Malum günümüz Tevrat’ı “70” yıl süren
Babil Sürgününden sonra rahip Ezra tarafından M.Ö.”510” yıllarında ezberden
yeniden yazıldığı dönemlere çok yakın (M.Ö.III.yy.) olması açısından önem
taşımaktadır.
Şimdi bahse konu yazının başkarakterleri ve yazarları hakkında
kısa tanımları okuyalım;
Osarseph (Osarsef) veya Osarsiph (Osarsif) Mısır’ın peygamber
Musa’ya karşılık gelen efsanevi bir şahıstır. Hikâyesi Ptolomeo (Eflatun) döneminde
yaşamış olan Mısırlı tarihçi Maneto’nun yazdığı Aegyptiaca
(Eciptiyaka-Mısır’ın Tarihi) adlı eserde yer almıştır. Ancak eser kaybolduysa
da Yahudi tarihçi F. Josephus (M.S.I.yy.) ondan yoğun alıntılar
yapmıştır. (Kimin neden çaldığı belli olmuş.)
Çok tartışılmasına ve ret edilmesine rağmen tarihi gerçekler
insanların önünde durmaktadır. M.Ö. birinci ve ikinci yüzyıllarda, Tevrat’ın “Mısır’dan
Çıkış” bölümünün “tersine çevrilmişi” olarak suçlanıp “Yahudi
karşıtlığı” ile ilişkilendirilmiştir. Fakat Mısır bilimcisi Jan Assmann,
efsanenin arkasında hiçbir kimse veya olayın kast edilmediğini ve zamanın
travmalar yaratan olayları ile Akheneton (Amenophis IV)’un kayda değer
icraatlarını dile getirdiğini belirtmiştir. Akenethon bilindiği gibi “Tek Tanrılı Dini” Mısır’da kuran
ve “put ticaretini” ortadan
kaldırarak devlet bütçesine zarar verdiği için rahiplerce öldürülen ilk
firavundur.
Yukarıdaki açıklamalar ışığında Maneto’nun Osarsif/Musa’nı
okumadan önce sırasıyla yazarı Maneto
ve onu yüzyıllar sonra gündeme getirerek başını Yahudilerle derde sokan Grek Apion’u tanıyalım;
Manetho (Manethon-
Maneton); M.Ö.III.yy.da Ptolomeo döneminde (Grek dönemi) yaşamış Mısırlı rahip
ve tarihçidir. Aegyptiaca (Mısır’ın Tarihi) adlı kitabı yazmıştır. Firavunların
saltanat dönemlerinin kronolojik tarihleri ve Mısır’ın geçmişi hakkında
deliller bulmak için Mısır bilimcilerinin çok sık başvurduğu bir kitaptır.
Adının anlamı günümüzde kaybolmuşsa da “Thoth’un Sevdiği”,”Thoth’un
Gerçeği”,”Neith’in Sevdiği”,”Neith’in aşkı” anlamlarına geldiği hakkında
spekülasyonlar yapılmaktadır. Daha az kabul edilen anlamları arasında “Seyis,
At çobanı”, “Ma’ani Djehuti-( MâniYehuti)” “Thoth/ Yahudiyi* Gördüm anlamları
da vardır. Eski Grek kaynaklarından olan Kartaca ve Flavyus Josephus’un eserlerinde
Manethônn Plato’da ve öteki Greklerde Manethôs, Manethô, Manethôs, Manethôn ve
Manethoth olarak geçmektedir. Latincede Manethon, Manethos, Manethonus ve
Manetos olarak geçmektedir.
*Djehuti, Tehuti, Jehuti tanrı Thoth’un adlarındandır ve bu
adlar “Yahudi” demektir.
Maneto, Mısır’ın Grek Firavunları Ptolemi I.Soter
(M.Ö.323-283) ve Ptolemi II.Filedelfiyus (285-246) saltanatları döneminde
yaşamış olduğu M.Ö.241/40 tarihli Hibeh Papiri’de yazmaktadır. Ayrıca
Aegyptiaca’nın da yazarı olduğu ve III.Ptolemi Euergetes (M.Ö.246-222)
döneminde de yaşadığı belirtilmiştir. Kendisi Mısırlı olmasına rağmen, sadece
Grek dilinde eserler vermiştir. “Heredot’a Karşı, Kutsal Kitap, Din
ve Antik Kültür Üzerine, Bayramlar Üzerine, Kifi’nin Hazırlanması
Üzerine ve Fiziğin Lezzeti” adlı eserleri vardır. Astroloji üzerine
“Sothis’in Kitabı” adlı eser ona atfedilmiştir. “Aegyptiaca-
Mısır’ın Tarihi” adlı eserinde Grek hanedan dönemini ve devletin gücünü
anlatmıştır.
Kendisi Heliopolis’te güneş tapınağında bir rahip olup Ra dinine
inanırdı. Syncellus’a göre tapınağın başrahibiydi. Osiris- Apis boğa kültüne
dayanan Sarapis kültünde otoriteydi. Bu kült, Greklerin Mısır’a
yerleşmelerinden sonra doğmuş Mısır/Grek inançları harmanı bir dindi.
Apion (M.Ö.20-MS-45-48);
-M.S.I.yy.da Siva Oasis’de yüzyılın ilk yarısında doğmuş, Homer üstüne yorumlar
yapan Sufi, Mısır/Grek dil
bilimcisidir. Yahudilerin M.S.70’te Romalılarca sürülmelerinden önce ömrünü
tamamlamış olan Apion, İskenderiye’de yetişti ve Caludius zamanında Roma’da
bilinmeyen bir yere yerleşti. Çok sayıda yazdığı eserlerden hiç biri günümüze
kalmadı. En çok bilinenleri “Androclus and the Lion –Androklus (Kaçak
kölenin adı)ve Aslan” Aulus Gellius’ta korundu, diğeri de “Aegypiacorum
(Mısır’ın Harikaları) dır. Apion’un Yahudi kültürüne yaptığı eleştiriler
Josephusún “Against to Apion- Karşı Apion” yazısıyla cevaplandırıldı.
Josefusun cevabında “Yahudiler inançları için ölmeye hazırdırlar”
ifadesini “ölüm tehdidi”
olarak algılamış olsa gerek ki Roma’ya adresi meçhul bir yere göçerek kendini
emniyete almaya çalışmıştır. Eserlerinin “Anti-semitik”
olması yüzünden Maneto’nun “Aegyptiaca’sının kaderini paylaşarak hiç birisinin
bulunamaması da bu savı desteklemektedir.
Ayrıca, Dünya İmparatorluğunu henüz Roma’ya kaptırmış olan
Greklerin kendi kültürlerini korumak için Yahudilere karşı verdikleri kültürel
mücadelede Apion mükemmel bir kişilik olmasına rağmen ne yazık ki, Roma-
Bizans’ın, İran Mitra/ Mehr ve Zerdüşt dinî kültür emperyalizminden kendisini
kurtarıp kendilerine uygun yeni bir
din kültürü yaratmak isteyen ve bunu Yahudi uydurmalarından temin eden
Grek rahiplerinin Yahudi ürünü olan İsevilik/
Hıristiyanlığı devlet dini yapmaları yüzünden bu güne kadar batı
dünyası bir Apion çıkarmış değildir. Hele Grekler, atalarının başlarını taşlara
vurduracak derecede Hıristiyanlığa bağlanarak tam bir Yahudi mevalisi/ kölesi
olmuşlardır. Aynen öteki kavimler gibi.
MISIR’IN MUSA’SI
/ OSARSİF’İN HİKÂYESİ;
Josephus’un “Against to Apion” adlı çalışması Maneto’nun
Agyptiaca’sından çok sayıda alıntıya yer vermektedir. İlk olarak
Hyksosların (bu ad Maneto’ca
verilmiştir) kovulmaları ve Judae/ Yuda’da yerleşmeleri ardından Jerusalem
(Kudüs) şehrini kurmaları anlatılmaktadır. Maneto kendisi bu konuda herhangi
bir tespit yapmazken, Josefus, Maneto’nun Hiksoslarının kovulmalarını
Yahudilerin Mısır’dan Çıkışları olarak altını çizerek belirtmiştir.
İkinci olarak Osarfis’in hikâyesi ondan iki yüz yıl sonra
anlatılmıştır. Josefus’a göre, Maneto, Osarfis’i Heliopolis’teki Osiris
mabedindeki korkunç bir yüksek rahip olarak tanımlamıştır.
Şimdi Tevrat’ın şu ayetlerine bakalım;
Yar.43: 32 “Yusuf'a ayrı, kardeşlerine ayrı, Yusuf'la yemek yiyen Mısırlılar'a
ayrı hizmet edildi. Çünkü Mısırlılar İbraniler'le
birlikte yemek yemez, bunu iğrenç sayarlardı.”
Yar.46: 33 “Firavun
sizi çağırıp da, 'Ne iş yaparsınız?' diye sorarsa,”
Yar.46: 34
'”Atalarımız gibi biz de çocukluktan beri hayvancılık yapıyoruz' dersiniz. Öyle
deyin ki, sizi Goşen bölgesine yerleştirsin. Çünkü Mısırlılar çobanlardan iğrenir."
Bu ayetlerin ışığında soralım da birisi bize açıklasın;
Günümüzün silikon vadisi adıyla anılan bilgisayar teknolojisi çağını değil,
tarım, hayvancılık ile geçinen ve haliyle çobanlık ta yapan Mısırlılar,
kendilerinin de yaptığı bir işten neden “iğrensinler”?
Yusuf ta onların bir “başbakanıdır” yani “köle baş vezirdir” ve ayette
Mısırlıların Yusuf’la da yemek yemediklerine tanık oluyoruz. Yusuf’un “ayrı
hizmet görmesi” ayet yorumlandığında makamından değil “iğrenç” bulunan yanından
olmalıdır.
Çobanlık yapmayan başbakan Yusuf’un durumu düşünüldüğünde, Yahudilerin
“iğrenç” olan yanları “çobanlık” değildir.
Öyleyse nedir?
Şimdi işin aslını kısaca F.Josephus’un yazılarından çıkardığım özetle biraz
öğrenelim;
“Firavun
Amenofis tapınaktaki tanrıları görmek ister ama kâtip rahipleri tanrıların onu
kabul etmeleri için ilk önce tapınakları ve Mısır’ı cüzzamlılardan ve kirli
insanlardan Mısır’ın temizlemesi gerektiğine ikna ederler. O da onlardan
80.000’ini doğu deltasındaki Hiksosların eski başkenti olan Avaris’e hapseder
ve taş ocaklarında çalıştırır. Bölgeyi de onlara bağışlar. Bundan sonra cüzzam
bulaştığı için sürülenlerin arasında katılan başrahip Osarsif onların önderi
olur ve tanrılara ibadet etmeyi bırakmalarını kutsal sayılan hayvanları
yemelerini emreder. Osarsif’e inananlar bunun ardından Hyksos’ları ülkeye davet
ederler onların da yardımıyla firavun Amenifisi oğlu Ramses ile birlikte
Nubiya’ya sürgüne sevk ederler. Firavun ve oğlunun sürgünde oldukları 13 yıl
boyunca şehirleri, tapınakları, tanrıların heykellerini, büstlerini tahrip
ederler ve tapınakları da mutfağa çevirirler, kutsal hayvanları ateş üstünde
kızartırlar. Sonunda firavun ve oğlu Ramses dönerler, Hyksoslar ile
cüzzamlıları kovarlar, eski dini de yeniden onarırlar. Hikâyenin sonuna doğru,
Maneto, Osarfis’in sürgüne gittiği yerde Musa adını aldığını bildirir.”
Şimdi Yahudilerin gerçek kimliklerini, “piyasadan
kaybettikleri kitaptan” alıntı yaparak Apion’a karşı yazmak zorunda kaldıkları
bu iddianın doğru olup olmadığını kendi kalemlerinden, Flavius Josephus’un
kaleminden okuyalım;
APİON’A KARŞI
veya KARŞI APİON
“Karşı Apion “ latince “Contra Apionem veya İn Apionem”
Josephus Flavius’un klasik felsefenin ve Yahudilik (Judaism) dininin, Greklerin çok daha eski
geçmiş geleneklerindeki algılanmasına karşı vurgulama yapmak ve savunmak için
yazdığı ihtilaflı bir yazıdır.
“METİN”
“Karşı Apion”
Yahudi metinlerinin olduğu kitabın olduğu gibi görülmesini tanımlar. Yazıdaki
çeviri metin F.josephus’un “Karşı Apion” yazısından seçilerek tarafımdan
Türkçeye çevrilmiştir. Metnin ”El yazısı” ile gösterilen kısmı Maneto’dan
yapılan alıntıları, düz yazı da F.Josephus’un görüş ve tespitleridir;
FLAVİUS JOSEPHUS’UN KARŞI APİON YAZISINDAKİ
HYKSOSLAR, OSARSİF VE YAHUDİLERİN
KİMLİKELRİ ÜZERİNE
(1.Kitap’tan.)
8-“Greklerde de olduğu gibi birini yalanlayan ve onunla
anlaşmazlığa düşen sayısız çoklukta kitaplara sahip değiliz ama eski zamanlara
ait kayıtlar içeren sadece “22” kitabımız vardır. Bunların beşi Musa’ya ait
olup, insanlığın kökenleri, gelenekleri, onun yasaları hakkında ölümüne kadar
yazdığı ve ilahi olduğuna inanılan kitaplardır. Küçücük üç bin yıllık bir
dönemin araya girmesi hariç Musa’nın ölümünden sonra Zerkses’ten saltanatı
devralan Pers kralı Artakzerkses’in saltanatları boyunca gelen peygamberler on
üç kitap yazdılar. Kitapların kalan dördü insan yaşamının idare edilmesi ve
tanrıya ilahileri içermektedir.
Tarihimizin Artakzerkses’ten beri çok özel olarak yazıldığı doğrudur ama o
cetlerimizce biçimlendirilmiş bir otorite gibi kabul edilmemelidir çünkü o
zamandan beri peygamberlerin mutlak tahta geçmeleri olmamıştır ve geçtiğimiz
çaplarda olduğu gibi milletimizin bu kitaplara ne kadar sadakat, güven ve sıkı
bağlılık içinde olmaları yapabileceklerimizin kanıtıdır. Hiç kimse
onlara ne bir şey eklemeye ne de çıkarmaya cesaret edememiştir ve bütün Yahudiler
o ilahi ilkeleri içeren kitaba bağlılıklarını sürdürmeye ve uğrunda hemen
gönüllü ölmeyi doğal görmektedirler”
14-(5.satırdan)…Simdi Maneto “Mısır Tarihi” adlı ikinci kitabında bizi
ilgilendiren aşağıdaki ifadeleri yazar. Bizzat kendisini buraya şahitliğe
getirmişçesine yazdıklarının hepsini kelimesi kelimesine yazacağım ;
“Timaus adlı bir kralımız vardı,
onun idaresi altındayken nasıl olduysa tanrı bizimle anlaşmazlığa düştü ve
ülkenin doğu tarafında kökleri “aşağı
tabakaya” ait insanlardan oluşan bir topluluk, daha önce onlarla zarar verici
bir savaş yapmamamıza rağmen yeterince gözüpeklik göstererek kuvvetle ülkemizi
işgal etti ve kuvvetle bize boyun eğdirdi.
Onların idareleri altında
yönetilirken şehirlerimiz yakıldı, tanrılarımızın tapınakları yıkıldı,
oturanlar barbarca denecek şekilde kullanıldılar, kadınları ve çocukları köle
edildi ve sürüldüler.
Bundan sonra içlerinden Salatis
adlı birisini kral yaptılar ve Memfis’te yaşadı, aşağı ve yukarı bölgelerde
onlarca özel olan yerlerde askeri birlikler kurdular ve haraçlarını topladılar.
Özellikle ülkenin doğu bölgesini
emniyete almaya dikkat ederek, o zamanlar bir tehlike olan Asurluların saldırılarından
ve işgallerinden korunmak için Saite Nomos’ta (Sethroite) Bubastik kanalın
üstünde uzanan, teolojik olarak da saygı gösterilen çok özel bir şehir olan
Avaris adlı bu şehri etrafını kalın duvarlarla çevirerek yeniden inşa ettiler
ve hakimiyetlerini sürdürmek için garnizonlara iki yüz kırk bin savaşçı
yerleştirdiler.
Salatis oraya yaz zamanı
gelir, kısmen tahıl hasatından alır, kısmen paralı olan askerlerinin maaşlarını
öder ve düşmanlarına korku vermeye çalışırdı. Bu adam on üç yıl boyunca
hüküm sürdü ve ardından Beon adlı birisi kırkdört yıllığına
saltanata geçti onu Apachnas otuz altı yıl yedi ay ile takip
etti. Ondan sonra Apophis altmışbir yıl, Janin 50 yıl bir ay, Asis
kırk dokuz yıl iki ay olarak saltanatı sürdürdüler. Bu, Mısırlılarla savaşmaya
ve köklerini kurutmaya pek istekli olan krallarının ilk altılık grubunu
oluşturmaktaydı.
Bütün bu milletin adı “Hyksos”
olarak şekillendi ve adın ilk hecesi olan “HYK”
kutsal metinlere göre “bir kral’a”
işaret ettiğinden ve “SOS”
hecesinin de “Çoban’a” işaret
etmesinden dolayı geleneksel şiveye göre
“Çoban Krallar” anlamında “Hyksos” deniliyordu ama bazılarına göre
bunlar Araplardı.”
Şimdi yazının bir başka kopyasında “Hyk” kelimesi “kral’a”
işaret etmiyordu ve aksine “esir”
anlamına geliyordu ve Mısır dilinde “Sos”
kelimesinin “çoban” anlamına
geldiği kesin olduğundan bunlara “Esir
Çobanlar” deniliyordu. Bu açıklama eski tarihin şartlarına göre bana daha uygun bir tanımlama olarak
görülmektedir.
Ama Maneto şöyle devam etmektedir;
“…Bu insanlar atalarını ve
krallarını adlandırmadan ve çobanlar olarak çağırmadan önce Mısır’da beş yüz
on bir yıl saltanat sürdüler.”
Bundan sonra der ki;
“…Mısır’ın öteki parçası olan
Thebais (Tebes) Kralları olan çobanlara karşı isyanlar çıktı ve aralarında
korkunç savaşlar oldu.” Daha da ileri giderek;
“Alisphragmuthosis’in
(Alişfragmutosis) krallığı zamanında çobanlar isyancılara boyun eğdiler
ve Mısır’ın öteki parçası olan binlerce hektarlık bir yer olan Avaris’e
sürülerek kapatıldılar”. Maneto
devam eder;
“…Çobanlar bu yerde büyük ve
geniş duvarlarla çevrili bir şehir inşa ettiler, tapınaklarını kurdular, sahip
olduklarını içine koydular ama Thutmosis’in oğlu Alisphragmuthosis,
kendisiyle ittifak yapan dört yüz seksen bin adamıyla orayı zorla işgal
ederek onları ülke dışına çıkarmayı hesapladı ama umutsuz olmasına rağmen kuşatmanın
etkisiyle aralarında anlaşma oldu ve hiçbir zarar vermeden ülkeyi terk etmeyi
kabul ettiler ve ailelerini, hayvanlarını ve her şeylerini yanlarına alarak
gidecek yerleri olmamasına rağmen “her nereye olursa olsun” buldukları bir yere yerleşmek amacıyla “iki
yüz kırk bin’den az olmamak kaydıyla Suriye’nin vahşi yollarına düştüler.
Asurluların korkusuyla Asya’da bir sömürge olan Suriye’de, bu gün Judea (Yuda) adıyla bilinen bir
şehir inşa ettiler ve içine kendileriyle gelenlerin bir çoğunu
yerleştirdiler ve sonradan adına Jarusalem (Yeruşalim- Kudüs)
dediler.”
Şimdi Maneto öteki kitabında devam ediyor;
“…İşte bu millet “Çobanlar” olarak çağırıldılar ve
hatta kendi kitaplarında bile “esirler”
olarak adlandırılmaktadır…”
Ve onun bu hesabı doğrudur. Eski çağlardaki atalarımızın
işbulabilmek açısından dolaşarak koyunlarını beslemeleri yüzünden “çobanlar” olarak anılmaları doğrudur. Nedensiz olarak atalarımızdan bazılarının
Mısırlılarca Esirler olarak
çağrılmalarına gelince, Yusuf’un, Mısır kralının esiri olduğu ve sonradan ve
daha sonra Kralın izniyle Mısır’a kardeşleriyle yola çıkmıştır. Meselenin
aslına bakılırsa onlar hakkında başka bir yerden daha kesin bir tahkikat
yapacağım.
26- V eşimdi, söylevimi konunun başlıca yazarlarından birinden küçük
bir alıntı yaparak onun şahitliğiyle bizim eskiliğimizi kanıtlayacağım ki
elbette Maneto’yu kastediyorum. Kutsal yazılarından Mısır’ın tarihini
yazacağına söz vermiş olan ve “boyun eğdirdikleri atalarımızın”
Mısır’dan binlerce sayıda gelerek yerleştikleri yeri ve tapınaklarını şimdi Judea (Yuda) olarak
çağırdıklarını itiraf etmiştir. Şimdiye kadar eski kayıtları takip etti ama
bundan sonra, saltanat süresinin ne kadar olduğunu bile yazmadığı kurgusal
kralı Amenofis zamanında Mısır çoğunluklu cüzamlılar ile hastalık bulaşmış bir çok kimsenin de bizlere
karıştığını ve bunların ülke dışına sürülmeye mahkum edilmiş Yahudiler hakkında derlediği
dedikoduları Tutmosis’ten beş yüz on
sekiz yıl öncesiyle alakalı olarak fabl benzeri hikayesinde yazmaya
başladığını göstermiştir. Onlar sürüldüklerinde Tethmosis kraldı.
Şimdi, Maneto’ya göre onun günlerinden bu yana araya giren kralların
saltanatları 393 yıldır
derken iki kardeş olan Sethos ve Hermeus, bunlardan Sethos’un öteki adlarından birisi de Egyptus’tu (Mısır- Mısır
adını bu firavundan alır.) ve ötekinin Danaus
ile Hermetus’tu demektedir.
Hatta, Sethos’un Mısır’ın
doğusundan dışa doğru sınırları genişlettiğini ve “51” yıl hüküm sürdüğünü ve ardından gelen en büyük oğlu Rhampses’in “66” yıl saltanat
sürdüğünü de belirtmektedir.
Maneto, atalarımızın yıllar önce Mısır dışına bu şekilde
sürüldükleri hakkında bizi bilgilendirirken kurgusal kralı Amenophis’i de
bizlere tanıtırken der ki;
“Bu kral, kendisinden önceki
atalarından birisinin de yapmak istediği gibi, Horus’un olduğu kadar öteki
tanrıların da gözlemcisi olmayı istemektedir. Hatta, o adaşı olan Papis’in oğlu
Amenophis ile arzusuyla bağlantı kurar ve gelecek hakkındaki bilgi ve akıldan
ibaret ilahi tabiatı paylaşıyor gibi görünmüştür.”
Maneto ilave eder; “Adaşı ona sayıları “80.000”’i geçen cüzamlılar ve
bedenlerindeki kusurları olan öteki kirlenmişleri Nil’in doğusundaki taş
ocaklarına göndermesi, çalıştırmasıyla geri kalan Mısırlılardan onları ayırarak ülkeyi
temizleme kararıyla tanrıların memnun olacağını ve böylece kendisinin
tanrıları görebileceğini anlatır.” İleride de şöyle devam eder;
“Bazı bilge rahiplerden de
cüzam bulaşmasıyla kirlenmiş olanları vardı” ancak akıllı ve peygamber olan
Amenophis, bu insanlara kötü muamele ve tecavüzkâr davranışlarda bulunulduğunda
tanrıların krala kızacağından korkuyordu ve gelecekle ilgili sağduyusuna
dayanarak birilerinin bu zavallıların yardımına gelebileceklerini, hastalık
bulaşmış bu zavallı adamcağızların kendilerine yapılacak zorbalıklar yüzünden
isyan ederek ülkeyi “13” yıllığına teslim alacak bir isyana
kalkışabileceklerini ve ülkeyi teslim alacaklarını sağduyusuna dayanrak
gelecekle ilgili böyle bir tespitte bulundu ve ileride bunu notlarına ekledi.
Her nasılsa Krala bu şeylerden bahsetmemeyi uygun gördü ve bütün bu
konular hakkında ardında bazı yazılar bırakarak kendisini öldürdü
ve kralı yüreği yanık bıraktı.” Bundan sonra kelimesi kelimesine şunları
yazar;
“ Bundan sonra taş ocaklarında
çalışmaya gönderilenler uzun bir süre bu üzücü yaşamlarına devam ettiler ve Kral,
terkedilmiş çobanların korunup yaşadıkları Avrais şehrini onlara bahşetmekle
iyilik ettiğini düşünerek ülkeden ayırmaya karar verdi. Eski teolojiye göre bu
şehir şimdiki Typho’nun (Tifo) şehridir.
Fakat bu insanlar o şehrin
içine girdiklerinde adı Osarsiph/Osarsif
(Osiris’den türetme-Osiris’in oğlu gibi)) olan Hellopolis’li rahibin idaresinde kendilerini
isyana uygun bir ortamda bularak şaşırdılar ve ondan gelen her şeye
inanmaya, onun dediklerini yapmaya yemin ettiler. Daha sonra rahip
onlar için yasalar yaptı ve kendi birliklerine katılanlar dışında hiç
kimseye acımayacaklar,artık ne eski Mısır tanrılarına ibadet edecekler ne de
kutsal sayılan hayvanlara saygı göstereceklerdi ve hepsini yıkıp, yakıp
öldüreceklerdi.
Mısırlıların temel ilkelerine
karşı olan bazı benzer yasalar da yaptıktan sonra şehrin duvarlarını inşa eden
ellerin çokluğuna güvenerek onlara kral Amenophis’e karşı savaş açmaya hazır
olmalarını emretti. Kendisi gibi kirlenmiş olan öteki rahiplerle
de işbirliğine girişerek Tefilmosis’den sürülenlerin yaşadığı Jerusalem’deki (Kudüs/ Yeruşalim) çobanlara elçiler
gönderdi. Onlar vasıtasıyla böyle aşağılayıcı muameleye mazur kalanların
yaşadığı ülkedekileri de kendi durumlarından haberdar etmiş ve onları Mısır’a
karşı açılacak şavaşa kendi rızalarıyla katılmaya davet etmişti. Hatta
onlara eski şehirleri olan Avaris’i vereceğini, haklarını korumak için
savaşacağını, onlara çokluklarına rağmen hak ettikleri bakım ve yardımları
sağlayacağını ve kolayca ülkeyi idarelerine alacaklarına da söz
vermişti. Çobanlar bu habere çok sevinmişlerdi ve yürekten gelen coşkuyla bir
anda “200.000” kişi bir araya gelerek Avrais’e geldiler.
Ve şimdi Papis’in oğlu
Amenophis’in önceden gördüğü ve kendisine anlattığı büyük karışıklığa işaret eden bu isyancıların
işgallerinden kral Amenophis haberdar edilmişti. İlk olarak kral
Mısırlıların çoğunluğunu topladı, bir meclis kurdu ve önderlerini öncelikle
tağınılan kutsal hayvanları tanrıların heykelciklerini saklamak için
tapınaklara gönderdi ve özellikle öteki adı da babası Rhampses’ten adını alan
Ramasses olan oğlu Sethos’u rahipleri bu konuda açıkça uyarmak için yola
çıkardı.Ama o beş yaşında bir çocuktu.
Ardından kendisi de düşmanla
buluşmak üzere geriye kalan Mısırlılardan “300.000” kişilik bir savaşçı
birliğini oluşturmaya devam etti. Tanrılara karşı savaşmış olacağını
düşünerek savaşa girmeyi tercih etmedi ve Memfis’e gelerek Apis ve kendisine
gönderilen öteki kutsal hayvanları da alarak çoğunluğu Mısırlılardan oluşan
bütün ordusu ve çok sayıda Mısırlılarla birlikte, idaresinde bulunan, kendisi
ve beraberindekilere yiyecek, barınma ve her türlü destek sağlayacağına
inandığı Etiopya’ya doğru yola çıktı.
Hatta, bu on üç yıllık felaket
ile sonuçlanacak olayın başlangıcı nedeniyle gelen sürgün nedeniyle köyleri ve
şehirleri de paylaştırdı. Üstelik, Mısır sınırı üzerinde kral Amenophis’i
korumak üzere Etiyopya ordusundan bir kamp kurdu. Ve bu Etiyopya’da olan
şeylerin ifadesiydi.
Kirlenmiş Mısırlılarla birlikte
gelerek ülkeyi yakıp yıkan, kutsal tanrı idollerini kıran, tapınılan kutsal
hayvanları (Öküz,keçi,timsah, babun maymunu, ibiş kuşu, kedi gibi) öldüren, mangallarda kızartan ve onları öldürmeleri
ve de kızartmaları için rahiplere baskı yapan bu Jerusalem’li ler olmasaydı,
onları kolayca kutsal şeylere saygısızlık ve zarar vermekten dolayı suçlayarak
ülkeden kovabilirdi.
O yasaları koyan ve siyaseti
yürüten, adı Osarsiph (Ozarsif/ Osarsif)
olan Hellopol şehrinin tanrısı olan Osiris mabedinden Heliopolis doğumlu rahibin bu insanlarla
gittiğini ve adını değiştirdikten sonra Musa adıyla
çağırıldığı da krala rapor edilmişti.”
27-Kısaltmak için bazı yerlerini çıkardığım daha bir çok şeye göre Mısırlıların
Yahudilerle alakaları böyle anlatılmaktadır. Ama Maneto gene anlatmaya
şöyle devam eder;
“Bundan sonra Amenophis büyük
ordusuyla Etiyopya’dan geri döndü ve ordunun diğerini oğlu Ahampses’e verdi,
kirlenmişler ve çobanlarla savaşa girdi büyük bir çoğunluğunu öldürdü ve
kalanlarını Suriye sınırına kadar takip etti”. Bu ve bunun gibi daha
neler Maneto’ca yazılmıştır.
31-Şimdi Maneto ile Musa hakkında yapmam gereken bir tartışmam kalmıştır.
Şimdi Mısırlılar onun harika,ilahi bir kişilik olduğunu bildiriyorlar ama işin
en terbiyesiz ve inanılmaz manada onu Heliopolis’li ve ora doğumlu bir rahip
yapıyorlar ve cüzzam bulaştığı için onu ülkeden bu günkü yaşadığımız yer olan
Judae’ya cetlerimizi Mısır’dan
getirdiği tarihten tam “518” yıl önce kovuyorlar. Ancak onunla aynı çatı
altında yaşamış ve hastalık bulaşmış olması olası olan ötekilerini de orada
bırakıyorlar.
Resmi olarak Osarsiph olan adını Moses olarak değiştirdiğinden bahsediyor ki Mısırlılar suya
“Moil” derler ve gerçek adı olan Musa’da buna daha yakındır. Maneto’nun kötü
niyeti olan kişilere güven vermenin dışında hiçbir işe yaramaycak gerçek
tarihle uyuşmayan yanlışlıklardan oluşan böyle gülünç yazıları yazmak için
neden tarihi kayıtları kullanmayı tercih ettiğini onları neden çarpıttığını
sorgulamak gerekir.
32-V eşimdi ben de Maneto
gibi yaptım. Cheremon’un (Şeremon)
dediklerini sorgulayacağım. Mısır tarihini yazıyor gibi yapan Maneto’nun
yaptığı gibi aynı adlı kralı yani Amenophis’i
ve oğlu Ramasses’i yazan kişiyle devam edelim;
“Amenophis uykudayken tanrıça
İsis belirdi ve savaşta yıkılan tapınağına karşı günah işlendiğini
belirtti. Ama kutsal kâtip Phiritiphantes ona böyle korkunç bir hayaletin
çıkması durumunda Mısır’daki bütün kirlenmişlerin temizlenmesi
gerektiğini söyledi. Amenophis bu hastalıklı olanlardan “250.000”
tanesini seçerek ülke dışına çıkarılmasını istediğinde Musa ve Yusuf onun kâtipleriydi ve Yusuf “kutsal kâtip’ti” ve Mısır dilinde adları, Musa’nın kisi “Tisithen” (Tisitsen) ve Yusuf’unkisi “Peteseph”
(Petesef) idi ve ikisi de Pelusium’a
karşılık geliyordu ve “380.000” rastgele seçilenle birlikte Amenofis
tarafından Mısır’ın içinde bırakılmamak
üzere çıkarıldılar. Bu kâtipler aralaarında birlik oluşturdular ve
Amenophis’in karşı koyamayacağı bir sefer başlattılar o da Etiyopya’ya
sığındı, çocuğunu ve karısını orada bırakarak yanında dördüncü oğlu
Messene ile mağaralara gizlendi. O çocuk büyüdüğünde Yahudileri
Suriye’ye kadar izledi ve sonra babası Amenofis’i Etiyopya’dan aldı.”
34- Maneto ve Cheremon’un hesaplarına Lysimachus’un önceki anlatılanlara benzer bir hikâyesini
anlatarak milletimize olan kin ve düşmanlığın nasıl inanılmaz belge
sahtekârlıklarıyla planlandığını ortaya koyacağım. Sözleri aynen şöyledir;
“Mısır kralı Bocchoris’in (Bokçoris)
günlerinde Mısır’da beliren kıtlık, salgın hastalıklardan etkilenmiş
olan Yahudilerin halkından
bir çoğu cüzamlı ve uyuzlardan ve de bazı öbür tür rahatsızlıkları
olanlardan oluşuyordu ve tapınakların önüne akın ederek yiyecek
dileniyorlardı. Bunun üzerine Mısır’ın kralı Bocchoris kıtlık konusunda
danışmak üzere Jüpiter’e tapınan kâhin Hammon’a birilerini gönderdi.
Kâhinden alınan bilgiye göre,
tanrının istediği şuydu; “Tapınağını kirli ve dinsiz kimselerden, onları
tapınaklardan çöllere kovarak temizlemeliydi ve cüzzamlı ve uyuzların da
onlarla birlikte sürülerek tapınakları temizlenmeliydi, güneş yaşamlarında
ızdırap çeken bu insanlara kızmıştı ve böyle yapıldığında toprak meyvelerini
geri getirecekti."
Kâhinden bu kehaneti aldıktan
sonra Bocchoris rahiplerini ve inananlarını çağırdı ve kirli hastalıklı
insanları toplayarak askerlere teslim etmelerini, çöle taşımalarını ancak
cüzzamlı olanların kurşun levhalara sarılarak denizin dibine atılmalarını emretti.
Böylece cüzzamlı ve uyuzlar boğulup ölecekler ötekileri de çöllerdeki
yerleirnde sırayla yok olmaya mahkum olacaklardı.
Bu durumda ne yapabileceklerini
belirlemek için bir danışma meclisi kurdular gelmekte olan gecede lambalar
yakılarak araştırmalar yapılacak, her yer gözlenecek, bir sonraki gece daha da
hızlı olunacak ve onların teslim almalarıyla da tanrıların öfkesi
yatıştırılacaktı.
(Tanrılar insan kanı,kalbi ve beyni yemeyi,
yakılmış insan eti kokusunu çok severler.Allah’In Tevrat’Ta İsmail’i “yakmalık
sunu” olarak istediğini okuyoruz. Çevirmenin notu.)
Ertesi gün onlara nasihatte
bulunan bir Musa vardı ve onlara “yolculuğu göze almalarını”,yerleşecek uygun
bir yer buluncaya kadar yola devam etmelerini nasihat etti ve onlara; hiçbir
insana kibar, yardımcı olmamak, tavsiyenin en kötüsünü vermek, altında
toplandıkları tanrıların tapınakları ve mihraplarının tümünün altını üstüne
getirip tahrip etmelerini emretti ve herkes buna kendi rızalarıyla uymaya ve
çöle seyahat etmeye karar verdi. Yolculukları sırasında geldikleri yerleşim
birimlerinde tapınakları yaktılar, insanlara kötü davranıp tecavüzlerde
bulundular ve Judae (Yuda) adlı bir
yere geldiler ve orada bir şehir inşa ettiler, içine yerleştiler ve
tapınakları soydukları, yağmaladıkları için Hierosyla (Hiyerosila) adını verdiler sonradan bu şehrin adının
kendilerine uymayacağını düşünerek “Hierosolyma” (Hiyerosolima-“Güneş”-Tapınak
Soyguncuları- Hiyero Süleyman-) olarak değiştirdiler ve kendilerini de Hierosolymites (Hiyerosolimatlar)
dediler.”
(Karşı
Apion 2:8)
Öteki insanların da peygamberi olması sebebiyle Apion der ki;
“Antiokus/ Nemrut bir gün tapınağımızda
yatağın üzerinde uzanmış, üzerinde denizin balıklarından kuru toprakların kümes
hayvanlarına kadar çeşitli leziz yitecekler bulunan önünde küçük bir masa
bulunan bir adam bulmuş ve adam hemen dizleri üzerine çökerek salıverilmesi
için yalvarmaya başlamış. Kral ona oturmasını, kim olduğunu orada neden
oturduğunu, böyle yürek parçalayıcı iç geçirmeleri, gözlerinde yaşları ile
içinde bulunduğu durum hakkında rahatsızlık yaratan şikayetler yapmasıyla
masadaki çeşitli yiyeceklerin ne anlama geldiğini sormuş.
Ve adam kendisinin Grek/ Yunan olduğunu, bu eyalete geçimini
sağlamak için geldiğini ve birden yabancılar tarafından tutularak tapınağa
getirilip içeri kapatıldığını ve kimseye gösterilmediğini ve önceden yapılmış
sinsi planla, görünüşte büyük bir ikram gibi görünen leziz bol yiyecekler
verilerek şişmanlatıldığını, bir ara yanına gelen hizmetçilerden ona
söylenmemiş bir Yahudi yasasına göre bütün yıl boyunca onu şişmanlatıp bir
ormana salacaklarını ve öldürerek ayinlerinde kurban edeceklerini, bağırsaklarının
tadına bakacaklarını ve her yıl bir Grek yabancıyı böyle yakalama adetlerinin
ve Greklere düşmanlıklarının olduğunu ve sonunda vücudunun kalan parçalarının
da bir çukura atılacağını öğrendiğini anlatmıştır.”
“Böyle bir hikâye
zalimlik ve terbiyesizlikten başka hiçbir şeydir. Greklere karşı sinsi
işbirliğine gizlice yemin etmek ve onlara tuzak kurup kanlarını akıtmak nasıl
olabilir? Ya da Apion’un yaptığı gibi bütün Yahudiler nasıl olur da bir araya
gelerek bir insanı kurban ederler kanını akıtırlar ve bağırsaklarının tadına
bakarlar ve o adam binlercesine nasıl yetebilir? Ya da nasıl olur da kral bu
adamın her kim veya her ne adı taşıdığına dikkat etmeden büyük bir törenle onu
gerisin geriye ülkesine göndermez?
Bu vesile ile
kendini dindar ve Greklerin büyük dostu olarak sayan ve bu sayede kendisini
nefret edilen Yahudi doğumlulara karşı bütün insanlığın büyük yardımlarını
sağlayan biri olarak görmek istemekteyiz. Ama şimdi bunu bırakalım ve
“kendilerini onlara karşı yapan şeylere başvurmak” için, aptalları kandırmanın
çok özel yolu olan “ kelimelerin çıplak
anlamlarını” kullanmayalım.”…
Olaydan Çıkartılan Sonuç
Devlet Eliyle Tamamen Dinde Reform Operasyonudur. Şöyle ki, Muhtelif
bulaşıcı hastalıklarla kirlenmiş olanlar, tanrıların kararıyla ülkeden kovulduklarına
ve tanrıların onları terk etmiş olmalarına inandıkları için yazılmış bütün
vandalizmi ve barbarlıkları yapmışlardır. Hele kökleriniz asırlarla ifade
edilen bir rahip ve firavun ailesine dayanır da, Musa gibi “Osiris’in oğlu” anlamında
yorumlanabilecek bir ada sahipken birdenbire “toplumdan atılma kararının
mağduru oluyorsanız” olayın şokuyla sadakatin nefrete dönüşmesi olan bu ruh
değişimi olayını ister istemez tecrübe edersiniz.
Her üç yazarın anlatımında ortak olan Firavunun onlarla
savaşmadan ülkeyi terk etmesi de rahiplere verilen önemi ve onlardan
gelebilecek tehlikelere karşı olan korkuyu da simgelemektedir. Sonuç olarak bu
istenilmeyen olay kıtlıkla birlikte ortaya çıkan salgın hastalıkların
yayılmasından kaynaklanmıştır.
Tapınakların temizlenme konusunu da şöyle açıklamak gerekir.
Eski çağlarda insanlar doğuracak kadından geçmeyen ağrılı, rahatsızlık
verenine, veba, cüzzamdan v.b. uyuz hastalığına ve akla gelebilecek her türlü
hastalığa karşı yöredeki şifacılardan fayda bulamayanından şifacıya gitmeden
doğru tapınağa gidenine kadar herkes tapınağın bahçesine gider, gidemeyenler
götürülür bırakılırlardı. Orada yatarak tanrının mucizevi şekilde onları tedavi
etmesini beklerlerdi. Bir şekilde iyileşenler mutlu, tanrının sevgili kulu
olduklarına inanırlardı, ölüp gidenler de durumlarına göre yorumlar yapılarak
değerlendiriliyorlardı.
İşte tapınakların bu özellikleri yüzünden ölümcül bulaşıcı
hastalıklar kolayca yayılıyor, hızla ve kolayca artıyordu.
Firavunun rüya görmesi, kâhinin kehanetleri bunlar halkı ikna
etmek için kullanılan dini materyallerden başka bir şey değildir. Firavun yani
devlet, tapınakların artık fayda değil hastalık yayma merkezi olduğunu görmüş
ve bu yapının değişmesi kararına varmıştır.
Devlet, toplum sağlığını tehdit eden bu dini yapılanmadan
kurtulmak için gene “dini gerekçeleri” kullanırken, işsiz kalan rahip, rahibe
ve tapınak ruhbanları da doğal olarak karşı savaş başlatmışlardır.
On dokuzuncu yüzyıldan bu yana sürdürülen arkeolojik
kazılardan çıkarılmış papirüs metinlerinden kil tabletlere ve lahit içi
yazılara kadar belgelerden edinilen bilgilere göre de gerçekten Firavun
Akeneton döneminde bu yönde bir çalışma olduğu kesin olarak tespit edilmiştir.
Bu olayda şahit olduğumuz gerçek tamamıyla Akeneton döneminde
gerçekleştirilen ”dinde reform” operasyonudur. Böylece Yahudi Tevrat’ının
anlatımındaki ustalığın da sırrının iyi yetişmiş bir tapınak rahibinin derin
bilgisine dayalı olmasındandır.
Yahudilerin
Apion’a karşı duyguları ne olursa olsun ama bu ihtilaf bazı gerçekleri ortaya
sermiştir;
1-Yahudiler, bu hikâyeyi üstlerine alınarak doğrudan
kendilerinin “üstün ırk-tanrının
seçtiği kavim” değil de “cüzzamlılar
ordusunun soyu” olduklarının anlaşılmasından endişeye düşmüşlerdir. İnsanın bulaşıcı ve öldürücü bir
hastalığa yakalanması çok doğal olmasına rağmen, Yahudilerin hastalığa
yakalanmış, zenci veya öteki milletlerden oluşan kölelere ve yerli Mısırlılara
dayanan soylarını inkâr etmeleri anlaşılır bir şey değildir. Yahudilerin
kökleriyle ilgili olarak Cheremon
ve Lysimachus gibi adları da Josephus’un ilavesinde gördük. Özünü
değiştirmeycek şekilde farklılıklara rağmen hikayeler aynıydı.
Bu
durumda Yahudilerin kökleriyle ilgili olan bu metinler üstü örtülmüş gerçekleri
ifade etmektedirler.
2-Maneto ve
başkalarının da kitaplarını çalarak
bilgiyi saklamışlar, başkalarının kendilerini anlatan gerçekleri okuyup
öğrenmelerini engellemişlerdir. Bu sayede yalanlarına inanılacak “rakipsiz kültür ortamı”
yaratmışlardır.
3-Yok ettikleri
kutsal hayvanların kutsallıkları, Mısır gibi ekvator ikliminde her türlü
zararlı canlının kolay ürediğinden bu hayvanlar onları yiyerek halkı zararlı
hayvan istilalarından koruyorlardı. Mısır tanrılarının çoğunun Kartal, İbiş
kuşu (Kelaynak kuşu/ Kara Leylek), doğan şahin, kedi, aslan gibi yılan, çiyan,
akrep gibi zararlıları tüketen hayvanlar olmalarından gelmektedir. Onlara
verilen zararlar da “toplumdan kovulma cezası” mağduru olmuş asilinden kölesine
çok sayıda insanın içlerine düştükleri durumu hazmedememelerinden
kaynaklanmaktadır.
4- Yahudilerin neden
diğer halklara kolayca karışamadıkları ve çölde “kırk yıl dolaşma” cezasına çarptırıldıkları da böylece
ortaya çıkmıştır. Cüzzamlıların ve öteki bulaşıcı hastalık taşıyanların içlerinden sağlıklı nesilleri seçilerek çölde
“yeni bir kavim”
yaratılmıştır. Hastalıklı olanların ölerek
tükenmeleri beklenmiştir. Bu büyük icraat ta ancak bilgili Musa ve
onunla birlikte olan öteki rahip ve asiller gibi bir önder kadrosuyla
gerçekleştirilebilirdi.
5-Yahudilerin “üstün ırk” saçmalıkları da
asırlardır yaşadıkları bölgede “cüzzamlılar”
diye iğrenilmelerinin bir “ruhsal
bozukluk” olarak bilinçaltlarına yansımasının sonucu olduğu tartışma
götürmez bir gerçek olarak bu efsaneyle ortaya çıkmıştır. Toplumdan kovulmuş
olmaları onları onarılmaz bir “ırkçılık” akımı içine sürüklemiştir.
6-Tevrat’ın şu
ayetini bir okuyalım; Yar.43: 32 “Yusuf'a ayrı,
kardeşlerine ayrı, Yusuf'la yemek
yiyen Mısırlılar'a ayrı hizmet
edildi. Çünkü Mısırlılar İbraniler'le birlikte
yemek yemez, bunu iğrenç sayarlardı.”
Ayette görüldüğü gibi,
Yusuf bir başbakan/ Baş vezir (Köle başbakan) olmasına rağmen Mısırlılar
ne Yusuf’la ne de Yusuf’un kardeşleriyle yemek yememişlerdir ve bunu “iğrenç” saymışlardır. Nedeni de
“cüzzamlı soyundan”
gelmelerinden başka ne olabilir ki? Oysa bu ayetin devamında “Mısırlıların
çobanlardan iğrendikleri” belirtilerek Mısırlılar resmen karalanmış,
insanların gözünde düşürülmüştür. Oysa Osarfis’in yazarı Maneto’nun adının
anlamlarından birisinin de “At Çobanı-Seyis” olduğu gerçeğidir.
Tanrıların ve kralların bile “insanların çobanı” olduğunu yazan dinlere
inanan, tarım, hayvancılık ve çobanlıkla geçinen Mısır’da nasıl olur da “çobanlık” iğrenç meslek olur?
Elbette açıklaması işte bu “Osarsif” efsanesi olunca her şey yerli yerine oturmaktadır.
Musa’nın ve tanrısının neden Mısır’ı “düşman” olarak gördükleri de bu sayede ortaya çıkmıştır. Yahudilerin
her şeylerinin komşu kavimlerden çalınma ya da işgalleri altında
yaşadıkları dönemde kendilerine yapılan dayatmalardan ibaret olduğu
ortaya çıkmıştır. İsrail asla bağımsız olmamıştır ve Tevrat bağımsız ortamda
yazılmadığı gibi, başka kavimlerin efsanelerinin Yahudilere göre uyarlanması
olarak karşımızda durmaktadır.
7- Yahudilerin ne
İsmail ne Lut ne Kenizeliler ne Amorlular ne Hititlilerle ne de Semitik
Araplarla ve Greklerle asla akrabalıkları yoktur.
8-Bütün yaptıkları
kendilerinin açıklarını keşfeden aydınları tehdit etmek, öldürmek veya bir
şekilde aşağılamaya dayalı sinsi komplolarla varlıklarını sürdürmek olduğu Apion’a
yazdıkları tehditkâr yazıdan da açıkça anlaşılmaktadır.
9-Ülkemizde salak
Osmanlı padişahlarınca devletin teslim edildiği bu adamların seçkinleri gizli
açık dışardaki Mason yapılanmalarına ülkeyi peşkeş çekmiş, insanımızın cahil
bırakılmasından emperyalizmin köleliğini kabul etmesine kadar her pisliğin
içinde olmuşlar, Kürtleri ve Tatarları Yahudi olduklarına inandırarak
komşularına düşman etmişlerdir. Yüzyıllardır akıtılmış sayısız masum kanın
sorumluları bu işleri örgütleyenlerdir.
10-Televizyon,
sinema, yazılı medyada sürekli olarak “soyluluk” kavramını utanmadan öne
çıkararak halk arasında olmayan “sınıf farkı” yaratarak insanları bölmüşlerdir.
11-Josephus’un
yazısı, Yahudilerin İran himayesindeyken İran etkisinde Tevrat’ı yazdıklarını
da itiraf etmesi, “Değişmiş Tevrat”
iddialarını da doğrulamaktadır.
12- “Soy davası güdenin soyuyla sorunu vardır”
tespitim de böylece bir kez daha kanıtlanmış oldu.
13-Akeneton ((ack-en-AH-ten) Mısır
firavunları içinde sadece tanrı “Aten’e, ”Güneş diskine” tapınmayı şart koşarak
“tek tanrıcılığı” başlatan ve bu yüzden öldürülen tek Mısır Firavunudur.
M.Ö.1350’de iktidara geldiğinde bütün tapınakları kapatıp, rahipleri işsiz
bıraktığı, tanrıyla sadece kendisinin iletişim kurabileceğini, tanrıdan dileği
olanların kendisine bakmasının yeterli olacağı ilkelerini getirerek M.Ö.1346’da
Amarna’da Aten tapınağını yaptırmış ve kendisini “tek rahip” tayin
etmiştir.
Firavunların ve eşlerinin öldükten sonra “tanrı”
olacakları inancına sahip Mısır toplumu için geliştirdiği “kendisi ve eşi Nefertiti’ye” tapınılmasından ibaret inanç
sistemi günümüze göre kusurlu da olsa hiç te yadırganacak bir “tek tanrıcı” din değildir.
Bu durumda işsiz kalan sihirbaz kekeme rahip (Tevrat’ta Musa kekemedir) Osarfis’in
Akeneton’a düşmanlığı hiç de anlamsız değildir. Bu durum da Yahudilerin önceden
neden “putlara” taptıklarını
açıklamaktadır. Yani Musa tam bir “sihirbaz
ve putperest” piramit
rahibiydi. Tevrat’ın
günümüzdeki haline İran dönemindeki Zerdüştlük etkisiyle gelmiş olması gerekir.
-Allah aşkına bu Yahudilerin neresi “Sam soyu” yani “Semitik”?
İnanın bunlar kuraklık yüzünden 2300 yıl önce yurtlarını terk etmiş,
kendilerine özgü yaşam biçimlerini koruyan sanatkâr çingeneler bile değiller.
Günümüz Hıristiyanları, tanrıları olan İsa/ Hristos/ Christ’in
başının arkasına koydukları bir güneş halesiyle halen Akeneton’un Aten güneş
diskine tapmaktadırlar.
Yahudi kitabı Tevrat Mısır tanrılarından adlarından bazıları
“Djehuti/ Jehuti (Yehuti- Yahudi)/Yahweh (Yılan)” olan ve eski Mısır dilinde
ululuğu üç kez “wr, wr, wr=Ulu, Ulu,Ulu” olarak belirtilmiş Mısır<’In kâtip
tanrısı Thoth’a dayanır. Grekler bu tanrıdan esinlenerek “Üç kere ulu Hermes”
anlamında “Trimegistos Hermesus” adını verdikleri şeytan tanrıları Hermetizm
kültünü kurmuşlardır.
Her gün girdiğimiz İnternet’te arama motorunu da yapan Yahudi
sermayesidir ve neyle başlar?
“w.w.w.” ile değil mi?
Dini şeytan olan, tacını bile Hermes’in şapkasından
esinlenerek yaptıran mason İngiliz Kraliyeti, ABD ve Yahudi küresel sermayenin
ardında takılmak da “şeytanın askeri” olmak değil midir?
Yahudilerin yaptıklarının gerisine artık siz karar veriniz.
Yazıyı Türkçeye çeviren ve
yorumlayan;
Alaeddin Yavuz
Keykubat/adilyargıç
Tevrat’ta
Yahudileri biraz tanıyınız;
Say.14: 13 Musa: "Mısırlılar bunu duyacak" diye karşılık verdi,
"Çünkü bu halkı gücünle onların arasından sen çıkardın.
Yşa.48: 9 "Adım uğruna öfkemi
geciktiriyorum.
Ünümden ötürü kendimi tutuyorum,
Yoksa sizi yok ederdim"
Ünümden ötürü kendimi tutuyorum,
Yoksa sizi yok ederdim"
Yeşu.24: 5
Ardından Musa ile Harun'u Mısır'a gönderdim. Orada yaptıklarımla Mısırlılar'ı
felakete uğrattım; sonra sizi Mısır'dan çıkardım.
Yeşeya.14: 1 Çünkü RAB Yakup soyuna acıyacak,
İsrail halkını yine seçip
Topraklarına yerleştirecek.
Yabancılar da Yakup soyuna katılıp onlara bağlanacak.
Yeşeya.14: 1 Çünkü RAB Yakup soyuna acıyacak,
İsrail halkını yine seçip
Topraklarına yerleştirecek.
Yabancılar da Yakup soyuna katılıp onlara bağlanacak.
Yşa.26: 2 Açın kentin kapılarını,
Sadık kalan doğru ulus içeri girsin.
Sadık kalan doğru ulus içeri girsin.
Yşa.29: 22 Bundan dolayı, İbrahim'i kurtarmış olan RAB
Yakup soyuna diyor ki,
"Yakup soyu artık utanmayacak,
Yüzleri korkudan sararmayacak.
Yakup soyuna diyor ki,
"Yakup soyu artık utanmayacak,
Yüzleri korkudan sararmayacak.
Yşa.29: 23 Elimin yapıtı olan çocuklarını
Aralarında gördüklerinde
Adımı kutsal sayacaklar;
Evet, Yakup'un Kutsalı'nı kutsal sayacak,
İsrail'in Tanrısı'ndan korkacaklar.
Aralarında gördüklerinde
Adımı kutsal sayacaklar;
Evet, Yakup'un Kutsalı'nı kutsal sayacak,
İsrail'in Tanrısı'ndan korkacaklar.
Yşa.29: 24 Yoldan sapmış olanlar kavrayışa,
Yakınıp duranlar bilgiye kavuşacak
Yakınıp duranlar bilgiye kavuşacak
Rab Tek Tanrı'dır
BÖLÜM 44
Yşa.44: 1 "Şimdi, ey kulum Yakup soyu,
Seçtiğim İsrail halkı, dinle!
Seçtiğim İsrail halkı, dinle!
Yşa.44: 2 Seni yaratan, rahimde sana biçim veren,
Sana yardım edecek olan RAB şöyle diyor:
'Korkma, ey kulum Yakup soyu,
Ey seçtiğim Yşaurun
D Not 44:2 "Dürüst" anlamına gelen "Yşaurun" İsrail
Sana yardım edecek olan RAB şöyle diyor:
'Korkma, ey kulum Yakup soyu,
Ey seçtiğim Yşaurun
D Not 44:2 "Dürüst" anlamına gelen "Yşaurun" İsrail
Hez.20: 14 Ama İsrailliler'i Mısır'dan çıkardığımı gören ulusların
gözünde adıma leke gelmesin(*) diye bunu yapmadım.
Yas.32: 26 Onları darmadağın etmeyi,
İnsanlar arasından anılarını silmeyi düşündüm.
İnsanlar arasından anılarını silmeyi düşündüm.
Yahudiler dışındaki kavimleri "Düşman"
kabul etmektedir.
Yas.32: 27 Ama "düşmanın" alay etmesinden çekindim.
Öyle ki, düşman yanlış anlayıp da,
Bütün bunları yapan RAB değil,
Başarı kazanan biziz, demesin.
Yas.32: 27 Ama "düşmanın" alay etmesinden çekindim.
Öyle ki, düşman yanlış anlayıp da,
Bütün bunları yapan RAB değil,
Başarı kazanan biziz, demesin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder