"+40" uyarısını gördünüz mü?
Önceki blogum 12 Eylül 2010'daki referandumdan 17 gün önce silindiğinden bunu yeni açtım.
Siyaset,Metafizik,ekoloji,tarih ve genel kültür içeriklidir.Türk milletine ve insanlığa hediyemdir.
İslamofobi, Türkofobi yapanlar,Müslümanları ve Türkleri cinsel sapık olarak göstermeyi esas almışlardır.Bu suçlamaları, aynı yöntemle etkisiz kılan ilk ve tek blog yazarıyım. Gerçekleri inkar ederek, hiç bir şeyi savunamazsınız, sadece bir süre avunabilirsiniz.
AKP'NİN, EL KAİDE'NİN, ONDAN DOĞAN IŞİD'İN, SELEFİ İSLAMCI MÜSLÜMAN KARDEŞLER ÖRGÜTLERİNİN SEMBOLÜ "RABİA" VE BUNLARIN ÇOK SEVDİKLERİ ADLARIN BAŞINDA DA "EMİR" ADININ GELMESİ TESADÜF MÜDÜR?
Adeviyye adı Yezidilerin Allah dedikleri Şeyh Adi'ye ibadet edenlere denir. Adı adı da Hanif İbrahim dini Şiva'dan
AKP hükumeti iktidara geldiğinden beri, peygamber Hazreti Muhammet'e inen dini değiştiren Sabilerin, Sabilerden Hristiyanlığa, Yahudilikten Sabi Hristiyanlığına (Nasturi, Maruni, Süryani gibi) geçen ve Emevi-Abbasi dönemlerinde baskı ile Müslüman olmuş, azınlıkların, İslam'a soktukları putperestlikleri barındıran sahte İslami tarikatların koalisyonunu temsil etmiştir.
Kuran okuyan, namaz kılan, şeriat getirecek kadar imanlı olan bir siyasetçi Rabi ve Emir olayını nasıl bilmez ve Mısır, Suriye Derezileri ile Kürt Yezidilerinin, Yemame, Necd, Basra Sabilerinin sembollerini benimser.
Bunların geçen son 300 yıl içinde en tehlikelileri olan ve Mason inanışları barındıran, 1740’larda İngiliz rahip ajanları marifetiyle çıkartılmış yeni bir din olarak Osmanlı ulemalarınca sapkınlık olarak görülen ve asla “İslam” denilmeyen Vehhabilik dini ve bu din ile peygamberden sonra çıkan Selefi İslam akımının birleşmesi ek olarak Müslüman görünen Yahudilerin kurduğu tarikatların kurduğu bir tarikat akımıdır.
Rabia, Arap dilinde “dördüncü” demektir. Filistin bölgesinde yaşayan Derezilerin kadın ermişlerinin adıdır.
Elmalı'lı Hamdi Yazır'ın Sabileri işlediği Bakara 62. ayet tefsirinde "dini mezhep ve tarikatlarla en çok bozanlar dediği Kufa, Basra Sabileridir" tanımını doğrularcasına, Rabia Adeviye de Basra'lı Yezidi bir kadındır. "Adeviye" Yezidi mezhebini kuran Şeyh Adi'nin adından türetilme, Müslüman görünen Kürt Yezidilerinin tarikatıdır. Yezidiler, deliler, saralılarda (epilepsi) keramet arayan bir inanışa sahiptirler.
Deliüüzaman-ı Said-i Kürdi, ve günümüzü çakma peygamber R.Tayyip Erdoğan da "okumadığını, her dediğini yasalaştıran bir deli devlet adamı rolü" oynarken bu Alevilerin, Yezidilerin ve Ortodoksların oylarını kapmayı hesaplamaktadır. Aynı zamanda peygambere sağlığında "bu ayeti hakkında bir daha Allah'a sor yoksa biz dine girmeyeceğiz" diye tehditler yapan, Allah'a ayet ısmarlayan, ona tuzak ve kumpaslar kuran Rabia kabilesinin de adıdır.
Emir, İslam öncesi, 360 puttan her birinin soyundan geldiğine inanan 360 Arap kabilesi olduğunu Elmalılı Hamdi Yazır Kur'án tefsirinde İslam siyer, hadis yazarlarını kaynak göstererek yazmıştır. Arapların, Allah’ın soyundan geldiklerine inandıkları Arap beylerine verdikleri ad da Amir yani Emir’dir. Arapça’da “A” sesi yoktur, Elif vardır. Bu yüzden Amir, Emir okunur. Arap emirleri, Arap kabilelerinin hem ruhbanları hem de beyleridir.
AKP hükumetinin ilk zamanlarında zamanında yayınlanan "Adını Feriha Koydum" adlı bir dizide çok zenginlerin oturduğu bir apartmanda kapıcılık eden ailenin fakir kızı Feriha ile, İslam öncesi Mekke’de Kâbe çevresindeki genelevlerde kölelerini çalıştırarak zengin olan Arap Emirlerinin çağdaş benzeri olan, pavyonculuk yapan Sarrafoğlu soyadlı bir ailenin oğlu Emir’in aşkları bütün genç kızları sarmış, evli kadınlar bile bu diziyi genç kızlarıyla birlikte seyrederlerdi.
“Oğlu” ekini soy adlarında kullananlar çoğunlukla Yahudilerdir. İshak peygamberin oğulları olan Yakup’un soyundan olanların Yakupoğulları, Tüysüzoğulları, kıllı doğan Esav’dan, Tüylüoğulları gibi adlar ülkemizde de yaygındır. Hazar denizi çevresi Türkleri, Tatarları, Tacik ve Kırgızları arasında M.S.700'lerden itibaren Yahudi inancı yaygınlaşmış olduğundan, Cengiz, Timur akınlarıyla gelen Türkler arasında da bu Musevi Türkler de çok olduğundan, Selçuklu sonra kurulan Anadolu Beyliklerinin da adlarında bu "oğlu" ekini görürüz. Örnek, Dulkadiroğulları, Germiyanoğulları,Aydınoğulları, Ramazanoğulları gibi. Alevi Türklüğün ardında biraz bu Mesevilik vardır da unutulmuştur.
Oysa, Kırım'dan Kazakistan'a, oradan Türkmenistan, Tacikistan'a Musevi Türkler hala vardırlar. Bu gerçeklere bakarak, Musevilik-Yahudi düşmanlığı yapan Türkçü ve İslamcılar da akıllı olmak zorundadırlar. Anadolu Sünniliği de hiç bir Müslüman ülkesinde yaşanan bir İslami yaşam değildir. Kökeni Irak olmasına rağmen Irak'ta Şiiler daha fazladır.
İşte, pavyonculuk (pezevenklik) işiyle meşgul Sarrafoğlu ailesinin çapkın, yakışıklı oğlu Emir kişiliğinde bu ad diğer AKP yandaşı dizilerde hala kullanılmaktadır.
Hazreti Muhammet’e camide hutbe sırasında suikast kuran iki hainin de adları ne tesadüf ki Emir ve Rabia’dır.
Okuyalım;
13.R’AD SURESİ (YILDIRIM SURESİ)
R’ad suresi, Kur’an’da 13. suredir. 13. ayetin de tefsiri, peygambere camide tuzak kuran Rabia aşiretinden iki kişinin olayı üzerine inmiştir.
Bu ikişi kişi Rabia aşiretinden Erbed b. Rabîa ile Amir b. Tufeyl’dir. Amir de dilimize “Emir” olarak geçmiştir.
Tefsir alıntısını okuyalım;
""13:13. “Gök gürültüsü O'na hamd ile, melekler de O'nun korkusundan dolayı O'nu tesbih ederler. O yıldırımlar gönderir, onunla dilediğini çarpar. Onlar Allah hakkında mücadele edip duruyorlar. Oysa Allah'ın çarpması pek çetindir.”
Elmalı’lı Hocadan devam edelim Kuran tam bir mitolojiye dönüyor;
13:13- Ve ra'd, O'nu hamd ile tesbih eder. Gök gürlemesi de O'nun yüceliğini dile get
2016 yılı Mayıs ayında AKP milletvekillerine dağıtılan Recep Tayyip Erdoğan'ın RABİA'cı eli.
getirir ve O'na hamd eder. (Ra'd ile Berk anlamı için Bakara Sûresi âyet 19'a bakınız). Şimşek ile birlikte olan ve daha sonra işitilen o gök gürlemesi, o yürekleri yerinden oynatacak gibi tepede patlayıp, yerleri ve gökleri sarsarcasına ufuktan ufuğa yayılan o çatlayış ve gürleyiş, Allah Teâlâ'nın nimet ve rahmetini, azemet ve kibriyasını ilan ederek O'nun uluhiyetinin şanını tesbih ve tenzih eden bir sestir ki, tesbihinin altında yatan mânâyı bütün âleme haykırır. Ya da işitenlere bu mânâyı hatırlatıp telkin eder .
Melekler de O'nun heybetinden, yani Allah'dan korktuklarından dolayı böyle tesbih ederler. O'nun için gök gürlemesinin artarda yankılanan sesi duyulur. Ve Allah şimşekler gönderir de her kimi dilerse onunla onu vurur, o kimseye isabet ettirir, çarptırır, yakar. Böyle olduğu halde, onlar (yani, o kâfirler) hadlerini bilmezler de Allah'la mücadele ederler. Oysa Allah'ın havli ve kuvveti (ya da her türlü hileye karşı tedbiri ve takdiri) pek şiddetlidir, çok çetindir.
Burada Erbed b. Rabîa ile Amir b. Tufeyl olayına işaret olunduğu naklediliyor. Şöyle ki, meşhur şair Lebîd b. Rabîa'nın kardeşi olan Erbed b. Rabîa ile Amir b. Tufeyl, ikisi birlikte Hz. Peygamber'e gaile çıkarmak için gelmişler, mescide girmişlerdi. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz de ashaptan bazı kişilerle birlikte orada oturuyordu. Amir çok yakışıklı idi, güzelliği ve şıklığı oradakilerin dikkatini çekti, ona bakıyorlardı.
Amir arkadaşı Erbed'e daha önce şöyle tenbih etmişti: "Ben Muhammed'le konuşmaya başlayınca, yavaşça arkasına geç ve boynunu kılıçla vur" demişti. Hz. Peygamber Amir ile konuşmaya başlamış, Erbed de arkasına dolaşıp geçmişti, kılıcını bir karış kadar çekmiş, fakat Allah Teâlâ izin vermediğinden tamamiyle sıyıramamıştı. Amir, ne duruyorsun, haydi dercesine gözüyle kaşıyla işaret etmeye başladı.
Peygamber Efendimiz de bu durumu gördü ve hemen "Ey Allah'ım, bu ikisine dilediğini yaparak bana yardım eyle!" diye dua etti.
Defolup gittiler. Allah Teâlâ, açık bir yaz günü Erbed'in (Bin Rabia) tepesine bir yıldırım indirdi ve onu yaktı. Amir de kaçarak gitti, Beni Selul'den bir kadının evine indi.
Sabah olunca, büsbütün rengi atmış ve benzi solmuştu. Sonra atına bindi, silahını çekti, çölde bir yandan sağa sola at koşturuyor; bir yandan da "Çık karşıma ey ölüm meleği, haydi çık!" diyerek şiir sayıklıyordu ve "Yemin ederim ki, şu sahrada Muhammed ve onun koruyucusu olan ölüm meleği karşıma çıksa ikisini de mızrağımla deler geçerim." diyordu.
Derken Allah Teâlâ ona bir melek gönderdi, melek onu bir kanadıyla çarptı, yere yuvarladı; o vakit dizinde büyük bir gudde, yani hıyarcık çıkmıştı, açıkçası vebaya yakalanmıştı. Bunun üzerine o kadının evine geri döndü. "Deve guddesi gibi gudde ve Beni Selul'den zavallı bir kadının evinde ölüm! Hayır olmaz bu işte!" diyordu. Sonra yine atını istedi, bindi ve sürdü bir daha geri dönmedi, at sırtında öldü.”
İslam dini ve peygamberin düşmanı Rabia kabilesinden Erbed b. Rabîa ile Amir b. Tufeyl’in peygambere kurdukları tuzak ile, asırlardır Müslüman kimliğinde görünüp, batılı Hristiyanlardan aldıkları desteklerle zenginleşen, onların baskılarıyla devletin başına geçirilen sahte Müslümanların onun dinine kurdukları tuzak ve kullandıkları simge isimlerin de aynı olması sizi belki düşündürür.
Dokuz yıldır, AKP hükumetinin İslam’ı bozan, Ortodoks Hristiyanlığa ve Ortodoks Yahudiliğe “Ilımlı İslam” veya “Dinlerarası Diyalog” ya da “ Dinde Reform” gibi sözde yenilikçi, özünde dini dönüştüren, putperestliğe çeviren “Müslüman görünümlü” gayrimüslümler hareketi olduğunu yazarken hata etmediğimi bir kez daha kanıtlamış oldum.
RAB Musa’ya şöyle dedi: “Yıkanmak için tunç bir kazan yap. Ayaklığı da tunçtan olacak. Buluşma Çadırı
ile sunağın arasına koyup içine su doldur. Harun’la oğulları ellerini, ayaklarını orada yıkayacaklar.
Buluşma Çadırı’na girmeden ya da RAB için yakılan sunuyu sunarak hizmet etmek üzere sunağa
yaklaşmadan önce, ölmemek için ellerini, ayaklarını yıkamalılar. Harun’la soyunun bütün kuşakları
boyunca sürekli bir kural olacak bu.” (Kitab-ı Mukaddes, Çıkış 30:17-21.)
Yahudiler sabah (şahrit), öğle (minha) ve akşam (arvit) olmak üzere günde üç kez ibadet ederler. Bu ibadetlerinde On Emir (Şema),[5] dua (tefila), Tevrat’tan bir bölüm (sidra) ve peygamberlere ait kitaplardan birer bölüm okurlar. Cemaatle yapılan ibadetlerde cemaat ayakta durur (amida). Haham, rulolar halindeki Tevrat’ı çıkarır ve oradan okur, cemaat de bu okuyuşa sesli olarak katılır. Cemaat ibadet esnasında dolaşabilir ve birbiriyle konuşulabilir. Yahudiliğe göre, her yerde, her zaman ve her faaliyetin sonunda Rabb’imiz Allah’a dua edilebilir.
Yahudiler ibadetlerinde kıble amacıyla yüzlerini doğuya (misrah), Kudüs yönüne çevirirler. İbadetlerinde özel kıyafet kullanırlar. Kenarları saçaklı, üzerinde Tevrat’tan parçalar yazılı bir dua şalını (tallit) namaz esnasında omuzlarına atarlar. Üzerinde Tevrat’tan bazı ayetlerin[6] yazılı olduğu şeritlerle bağlı iki küçük siyah deri kutucuğu (tefilin) alınlarına ve sol pazularına bağlarlar. Gerek tallit, gerekse tefilin erkekler tarafından sabah ibadetinde giyilir. Her birini giymenin öncesinde belirli dualar okunur.
HRİSTİYANLIKTA NAMAZ
Başlangıçta Hristiyanlar da, tıpkı Yahudiler gibi ibadet ederlerdi. Birlikte Mabed’e giderlerdi. Sonraları Mabed’e gitmeleri yasaklandı. Yahudilere duydukları tepkileri, ibadet konusunda bir takım değişikliklere sebep oldu. Örneğin, başlangıçta Hristiyanlar Eski Ahid’in Mezmurlar bölümünden dualar okurlardı. Daha sonra Yeni Ahit’ten okumaya başladılar. Diğer bir örnek ise Cumartesi yaptıkları dua ve ayini Pazar gününe almışlardır. Kendi ibadet usullerini geliştirerek son akşam yemeği ve vaftiz etrafında kümeleştiler.
YAHUDİLERE TEPKİ OLARAK HRİSTİYANLIKTA DUA
“Dua ettiğiniz zaman ikiyüzlüler gibi olmayın. Onlar, herkes kendilerini görsün diye havralarda ve
caddelerin köşe başlarında dikilip dua etmekten zevk alırlar. Size doğrusunu söyleyeyim, onlar ödüllerini almışlardır. Ama siz dua edeceğiniz zaman iç odanıza çekilip kapıyı örtün ve gizlide olan Babanız’a dua edin. Gizlilik içinde yapılanı gören Babanız sizi ödüllendirecektir. Dua ettiğinizde, putperestler gibi boş sözler tekrarlayıp durmayın. Onlar söz kalabalığıyla seslerini duyurabileceklerini sanırlar.
Siz onlara benzemeyin!..” (Kitab-ı Mukaddes, Matta, 6/5-8.)
Hristiyanlık’ta uzun bir süre düzenli bir ibadet uygulaması olmadı. Daha sonraları Yahudilerden etkilenerek günlük sabah ve akşam ibadetleri yapılmaya başlandı.
Günümüzde Hristiyanlar günlük olarak iki vakit ibadet etmektedirler. Genellikle güneş doğarken ve ikindi vakti duasına önem verilmektedir.
Sabah duası, Kitab-ı Mukaddes’ten geceyi emniyetle geçirten Rabb’e hamd ve şüküre dair mezmurlar okunmasıyla başlar, ardından ilahiler okunur ve nihayet bir dua ile bitirilir.
Akşam duası da yine günü huzur ve emniyet içinde geçirmenin şükrü ve geceyi huzurla geçirme isteğidir. Katoliklerde bu dualar cemaat halinde aleni olarak her gün kiliselerde yapılmaktadır. Akşam duası aile içinde veya bir kilisede yapılabilir. Tefekkür duasında şahıs diz çöker, duanın sözlerini, mezmuru, Pater noster vb. bir duayı kelime kelime düşünür ya da Kitab-ı Mukaddes’teki bir pasajı tefekkür eder.
İbadetler kilisede papazların öncülüğünde toplu halde yapılmaktadır. İbadet esnasında Mezmurlardan ve İncil’den parçalar, dualar ve ilahiler okunmaktadır. Kiliselerde yapılan ayin; rahiple cemaat arasında konuşma, tevbe, günahların bağışlanması için Kitab-ı Mukaddes’ten parçalar okuma şeklindedir. Kutsal kitap okunurken ayağa kalkılır, Pazar ayininde (messe), diğer günlerdekinden farklı olarak, duruma göre bir vaaz ve inanç tazeleme vardır. Hz. İsa’nın sıfatları sayılırken cemaat diz çöker. Pazar ayininde, ayrıca, oturma ve ayakta durma da bulunmaktadır.[7] Din adamları ise saat 3, 6, 9, 11, 12 ve gece yarısı gibi vakitlerde de dua ederler.
Yahudi Namazı...
Dünya Hristiyanları arasında yalnızca Süryani Ortodoks ve Ermeni Gregoryen Kilisesi’nde secdeli ibadet vardır. Secde ritüelinin sade bir şekilde başın öne eğilmesi, belden aşağıya eğilmek ve yere kapanarak alnın yere değdirilmesi şeklinde üç ayrı uygulaması bulunmaktadır. Ayrıca Maniheistlerin ibadeti (namazı) da secdelidir.[8]
Açıklama Alaeddin YavuzDan; Fatiha suresi bile okuyorlar. Haydi bunları Müslümandan ayır bakalım. Bunlar diyaneti de devleti de ele geçirirler böyle.Başımızdakilerin Müslüman olduğunu mu sanıyorsunuz?
Hinduistler sabah, öğlen ve akşam olmak üzere günde üç kez ibadet yaparlar. Bir Hindu, sabah gün doğmadan kalkar. Hinduizm’in besmelesi olan “Om” kelimesiyle tanrının ismini anar. “Om” sözcüğü; ibadet ve yemek öncesinde, Vedalar’ı okumaya ve her işe başlarken söylenir. Yüzünü doğuya dönerek oturur. Vücuduna su serper. Derin bir tefekküre dalınarak nefes kontrol altında tutulur. Kutsal sözleri ve sözcükleri sükûnet içerisinde durmadan tekrarlar. Kutsal kitapları okumak da ferdi ibadettendir. Öğle ve akşam ibadetlerinde de benzerini tekrarlar. İbadet öncesinde saçlar başın üzerinde toplanır, ayaklar ve belden yukarısı çıplak bir biçimde doğuya doğru yönelinir ve bağdaş kurulup oturulur.
İbadetlere boru çalınarak başlanır. Mabetlerdeki ibadetleri rahipler organize ederler. Rahiplerin görevi, tanrıların bakımıdır. Putu yıkar, yağlar ve elbise giydirirler. Önünde ışıklar yakar, çiçek ve yemek sunarlar. Mabede gelen bir Hintli, manevi temizliğin yanında maddi temizliğe de büyük önem verir. Bunu sağlamak üzere mabetlerin yanında temizlik için yapılmış banyo veya havuzlar vardır. Bir tür abdest veya dini temizlenme diyebileceğimiz bu gelenek günümüzde de devam etmektedir.
Meryem Suresi'nin 31'inci ayetinde Hz.İsa'nın henüz çocukken şöyle dediği anlatılmaktadır: "Beni bulunduğum her yerde yararlı kıldı. Sağ olduğum sürece bana namaz kılmayı, zekât vermeyi emretti." Hz.İbrahim de, "Rabbim beni namazını kılar yap" diye dua etmiştir.
Kur’anda Salât kelimesinin geçtiği günlük namaz vakitlerine ilişkin ayetler;
"Namazlara hele orta namaza[14]Not A, dikkat edin ve Allah için boyun eğerek kalkıp namaza durun."(Bakara Sûresi: 238)
Tefsir-2:238- Böyle olabilmek için de bilinen namazları ve hele orta namazı üstlerine düşerek muhafaza ediniz. Her birini dikkatle gözetip vaktinde eksiksiz olarak yerine getirmeye devam ediniz. Ve Allah için ayağa kalkıp divan durunuz, yani Allah için kalkıp, önünüze bakarak, ellerinizi güzel bir şekilde tutup oynatmayarak sessiz ve sakin ve bir boyun eğme tavrı içinde Allah diyerek namaza durunuz.
KUNUT: Bir şeye öyle devam edip durmaktır ki taat, huşu, sukünet ve ayakta durmak mânâlarını içerir ve dilimizde buna "divan durmak" denir. Bunun için kunut taattir, kunut uzun süre ayakta durmaktır, kunut susmaktır; kunut huşu ve tevazu kanatlarını indirmek ve azaların sükuna kavuşmasıdır diye çeşitli bakımlardan tarif edilmiştir. Bir hadisi şerifte "Namazın en faziletlisi kunutu (kıyamı) uzun olandır." buyurulmuştur ki kıyam demektir.
. Bunun için salat-ı vüstâ anlam itibarıyla orta namaz veya efdal (en faziletli) namazdır diye ancak iki görüş vardır. farz namazlar içinde salat-ı vüstâ (orta namaz) melekler içinde Cebrail'e benzer. Acaba bu hangi namazdır?
1- Bu, ikindi namazıdır. Bu görüş, Hz. Ali'den, İbnü Mes'ud'dan, Ebu Ey-yub'dan, bir rivayette İbnü Ömer'den, Semre b. Cündeb'den, Ebu Hüreyre'den, Utayye rivayetinde İbnü Abbas'tan, Ebu Said el-Hudri'den, bir rivayette Hz. Âişe'den, Hz. Hafsa'dan (R. anhüm), birçok tabiînden, İmamı Azam Ebu Hanife'den, bir kavlinde İmam Şafiî'den, Ahmet b. Hanbel'den ve Mali k 'in bazı arkadaşlarından rivayet edilmiştir ki Resulullah Efendimiz "Ahzab" savaşı günü, "Bizi, orta namazı olan ikindi namazından meşgul ettiler. Allah kalblerine ve evlerine ateş doldursun." buyurmuştur. Çünkü düşmanların savaş için hücumlarından dolayı "korku namazı" şeklinde olsun vaktinde kılamamışlar, güneşin batışından sonra kılmışlardı. Hz. Ali de "Biz orta namazı sabah namazı zannederdik. Nihayet Resulullah söyledi de bunun ikindi namazı olduğunu öğrendik." demiştir.
2-Sabah namazıdır. Bu da Hazreti Ömer'den, bir rivayette Hz. Ali'den, Ebu Musa, Muaz, Cabir, Ebu Ümame ve bir rivayette İbnü Ömer hazretlerinden ve Mücahid'den ve İmam Malik'ten ve bir kavilde İmam Şafiî'den rivayet edilmiştir.
3-Öğle namazıdır. Bu da İbn Ömer, Zeyd, Üsame, Ebu Said, Aişe hazretlerinden ve bir rivayette İmam-ı Azam'dan rivayet edilmiştir. Zeyd b. Sabit (r.a.) şöyle rivayet etmiştir ki: "Hazreti Peygamber, öğle sıcağında namaz kılar, insanlar da kendilerini sıcaktan koruyacak barınaklarında bulunurla r, Cemaate gelmezlerdi. Resulullah, bu hususta söylendi. Cenab-ı Allah: 'orta namazı' âyetini indirdi ki maksat öğle namazıdır." Yine rivayet olunmuştur ki o zaman öğleyin Hz. Peygamberin arkasında ancak bir iki saf cemaat bulunurdu. Resulullah: "Vallah i şu namaza gelmeyen kavmin üzerlerine evlerini yakayım, diye gönlüme geldi. buyurmuş, bunun üzerine bu âyet inmiştir; bir de öğle namazı, Resulullah'ın ilk defa Cebrail'in imamlığı ile kıldığı ilk namazdır. Bundan başka cuma namazı bu vakittedir.
6- Beş vakit namazın tamamıdır ki Muâz b. Cebel (r.a.) bu görüştedir.
"Gündüzün her iki tarafında ve Not B, geceye yakın olan saatlerinde namaz kıl!"(Hud Suresi: 114)
11: 114. Gündüzün her iki tarafında ve gecenin saçaklarında (gündüze yakın olan saatlerinde) namaz kıl! Muhakkak ki, iyilik kötülükleri giderir. Bu ise, düşünebilenlere bir öğüttür.
114- Ve namazı kıl, ve kıldır, gündüzün her iki tarafında ve gecenin zülfelerinde yani gündüzün başlıca değişme saatlerinin
ikisinde ve gecenin zülfeleri, saçakları demek olan eteklerinde, gündüze yakın olan saatlerinde.
Zülef: Zülfe'nin çoğuludur ve Arapça'da çoğul en az üç sayıdan oluştuğu için bu âyetteki ifadeden anlaşılan sonuç, ikisi gündüzün taraflarında, üçü de gecenin eteklerinde olmak üzere tam beş vakit namaz emredilmiş olduğu açıkça bellidir.
öğle ile ikindiye tarafeyi'n-nehar denilmesinin sebebi şudur: Sabah gündüzün kökü, güneşin doğuşundan öğleye kadar geçen vakit ise gövdesidir. Zevalden sonra öğle ile ikindi de, ta batıncaya kadar olan kısım da taraflarıdır. Şer'an de gündüz vaktinin sabah, öğle ve ikindi olmak üzere başlıca, üç bölümü, üç tarafı vardır. Nitekim bir başka âyette "Gündüzün tarafları" (Tâhâ, 20/130) diye gündüzün üç tarafından söz edilmiştir. Sabah namazı güneş doğmadan önce olduğu için, sabah ve akşam na m azları "zülefen mine'l-leyl" in kapsamı içinde kalmış olurlar. Böylece gündüz namazına iki taraf kalmış olur. Bununla beraber mutlak anlamda "gündüzün iki tarafı" tabiri gündüzün iki ucu veya ortasının iki yanı mânâsına geldiğinden, şer'î anlamda gündüz d e fecir vaktinden geçerli olduğundan birçok âlim, bunun "Güneş doğmadan önce ve batmadan önce Rabbini hamd ile tesbih et." (Tâhâ, 20/130) âyetini örnek alarak sabah namaz 100-el-ÂDİYÂT
Âdiyât, koşan atlar demektir. Asr sûresinden sonra Mekke'de inmiştir, 11 (onbir) âyettir. Bu sûrede insanoğlunun nankörlüğünden, kıyamet günü ortaya çıkacak acıklı durumdan söz edilir.
ile ikindi namazı olması gerektiğini öne sürmüşlerdir.
Gündüzün taraflarından iki taraf: Öğle ile ikindi ve geceden üç zülfe: Akşam, yatsı ve sabah olmak üzere hepsi tam beş vakit namazdır ki, ikamet aynı zamanda namaz kıldırmak anlamına da geldiğinden bunlar cemaatle kılınan namazla r dır, ikamet sünnet, cemaat vaciptir.
Hasılı işte bu beş vakit namazı ikame et.
"Güneşin batıya kaymasından gecenin kararmasına kadar namaz kıl, bir de sabah namazını kıl. Çünkü sabah namazında, gece ve gündüz melekleri hazır bulunur."(İsra Suresi: 78)
İsra 78. Ayetinde iki farklı anlama gelen iki ayrı okuma şekli bulunur. Sabah namazını ifade eden şekil "sabah'ın Karnı" ifadesidir. "Sabah Kuranı" ifadesi ise sünnilerce okuyuşta tercih edilen, manada tercih edilmeyen ifade olmuştur.
"Güneşin batıya yönelmesinden, gecenin karanlığına kadar namaz kıl. Sabah vakti de namaz kıl. Zira sabah namazı, görülmesi gerekli bir namazdır."(İsra Suresi, ayet 78)
17:78- Güneşin batıya kaymasından, gecenin karanlığına kadar (belirli vakitlerde) gereği üzere namazı kıl, bir de sabah namazını kıl. Çünkü sabah namazında, gece ve gündüz melekleri hazır bulunur.
17:79- Gecenin bir kısmında da sadece sana mahsus bir nafile olmak üzere uykudan kalk, Kur'ân ile teheccüd namazı kıl, Rabbinin seni bir makam-ı mahmuda (şefaat makamına) göndermesi kesindi r.
78- Namazı devamlı kıl ve kıldır. Güneşin zevali (batıya kayması) dolayısıyla gece karanlığına kadar ki öğle, ikindi, akşam, yatkı vakitlerini içine alır.
Rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber buyurmuştur ki: "Güneşin batıya kayacağı vakitte Cebrail geldi, bana öğle namazını kıldırdı" Sabah Kur'ân'ını da, yani kırâeti özellikle önemli olan sabah namazını da dosdoğru kıl. Muhakkak sabah Kur'ân'ı şahitlendirilmiştir. Ona gece melekleri de gündüz melekleri de hazır ve şahid olur ve bütün kâinat uyanır, insanın gözle görme zevki yükselir
Kur'anda ışa (akşam)'ın yatsı anlamında kullanıldığı bir ayet bulunur; "Ey iman edenler, sağ ellerinizin malik olduğu ile sizden olup da henüz erginlik çağına ermemiş olanlar, üç vakitte izin istesinler: Sabah namazından önce, öğleyin üstünüzü çıkardığınız vakit ve akşam namazından sonra. Üçü sizin için mahremdir. Bunların dışında size de, onlara da bir sakınca yoktur; onlar yanınızda dolaşabilirler, birbirinizin yanında olabilirsiniz......"(Nur suresi 58.)
NAMAZ KILINMAYAN VAKİTLER
Sabah namazının kılınmasından yani güneşin doğmasından itibaren 45 dakika içinde
Öğle ezanının okunmasına 45 veya 30 dakika kala,
Akaşam ezanına 45 dakika kala güneş batarken
Bu vakitlere Keraet vakti denilir. Kelima olarak iğrenç, tiksinilen şey anlamına gelen Keraetin anlamına göre sabah ve öğle vakitlerindeki keraet vaktind ekılınan namazlar mekruh (kirli), akşam keraetinde kılınan namaz ise geçersiz sayılır.
Yunus 10/5 “Güneşi ziyâ, ayı nûr yapan odur…”
Enbiya 21/33 “Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı yaratan odur. Her biri bir yörüngede yüzer.”
Yasin 36/38-40 “Güneş kendine ayrılmış yolda akıp gider. Bu, güçlü ve bilgili olanın koyduğu ölçüdür. Ayada da menâzil belirledik; sonunda kuru hurma salkımının sapına döner. Güneş ayı yakalayamaz. Gece, gündüzü geçemez. Her biri bir yörüngede yüzmektedir.”
Furkan 25/45-47- Furkan 25/45-47Rabbini görmedin mi; gölgeyi nasıl uzatıyor? Emretse hareketsiz kılardı. Güneşi ona delil yapmıştır. Sonra gölgeyi yavaşça kendine çeker[8]. Geceyi size örtü, uykuyu dinlenme, gündüzü de yayılma vakti yapan odur.”
SÜRYANİ VE ERMENİLERDE NAMAZ (Süryani Kilisesi netinden alıntıdır.)
Süryâni Ortodoks Kilise’nin ibadet çeşitleri arasında, İslâm ibadet şekillerine en büyük benzerlik arz edeni namazdır. Süryâniler kaç vakit nasıl namaz kılıyorlar?
Namaz sadece Müslümanlara değil, İslamiyetten önceki ilahi dinlerde de müminlere emrolunan bir ibadetti. Bunun en somut göstergesi Türkiyeli Süryâniler arasında görülmektedir. Onların namaz ibadetlerinde İslamiyetin öngördüğü namaz ile büyük benzerlikler söz konusudur. Günümüzde, dünya Hıristiyanları arasında ibadetlerderinde secde görülen iki topluluk Ortodoks Süryâniler ile Ermenî Gregoryen Kilisesi mensuplarıdır.
Süryâni Ortodoks Kilise’nin ibadet çeşitleri arasında, İslâm ibadet şekillerine en büyük benzerlik arz edeni namazdır. Süryânilerin namazında müslümanlardan farklı olarak rükû yoktur. Süryanice’de namaz (salat), Slutho kelimesi ile ifade edilmekte ve dua anlamına gelmektedir. Bu kelime hem namaz hem de dua anlamında kullanılmaktadır.
Süryani inancına göre Hz. İsa vaftiz olduktan sonra namaza başlamıştır. Bu yüzden bir insan namaz kılarsa imanlı olduğunu belli etmiş olur. Namaz bir Süryâ’nin ilk vazifesidir. Bir Hrıstiyan asla namazsız kalmamalı, her daim yüzünü Rabb’e çevirmelidir.
Rabb’e tesbih ve şükür ederek, onun rahmet ve yardımını talep etmelidir. Namaz insan için yiyecek ve giyecek kadar önemlidir ve lüzumludur.
Süryaniler Nasıl Namaz Kılarlar?
Süryânilerde namaz, cemaatle ve bireysel olmak üzere iki türlü kılınır.
Bireysel namaz kişinin tek başına Allah’la baş başa kaldığı, evinde ve iş yerinde kılabildiği namazdır. Cemaatle namaz ise toplu halde Tanrı’nın evinde veya başka bir mekanda kılınabilir.
Kilise kurallarına göre Süryânilerde gün, akşamdan başlıyor.
Namaz sıralanışı da buna göre, akşam, yatsı, gece yarısı, sabah, öğle ve ikindi vakitlerinde olmaktadır.
Günümüzde bunlar birleştirilerek sabah ve akşam olmak üzere iki vakit halinde icra edilmektedir.
Süryani kilisesinde kıble doğudur.
Süryânilere göre namaz esnasında secde;
a- Sade bir şekilde baş eğilir
b- Belden itibaren eğilinir.
c- Yere kapanıp alnın yere değdirilmesi. (Yere kadar kapanıp tüm ve vücut ve alnın yere değdiriliş ritüelinin kimi Hindularda da görülmektedir)
Namaz günün belli saatlerinde (sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı) gerçekleştirilmesi emredilen bazı ayetler okunarak ve belirli hareketler yapılarak gerçekleştirilen bir ibadet şeklidir.
Hristiyanlıkta namaz kılmak yoktur ama dua vardır. Dua aracılığıyla Tanrı'ya yaklaşır sevinçlerimizi dertlerimizi sıkıntılarımızı ve kaygılarımızı O'nunla paylaşırız.
İsa Mesih’in vaftiz olduktan sonra namaza başlamasiyla ilgili bir ayete Kutsal Kitap’ın hiçbir yerinde kesinlikle rastlanmamaktadır.
Ama İsa’nın sık sık sessiz bir yere çekilerek dua ettiğini Kutsal Kitap’ta sıkça görüyoruz. ‘Bu sözleri söyledikten yaklaşık sekiz gün sonra İsa yanına Petrus Yuhanna ve Yakup`u alarak dua etmek üzere dağa çıktı’(Luka 9:28). ‘O günlerde İsa dua etmek için dağa çıktı ve bütün geceyi Tanrı`ya dua ederek geçirdi’(Luka 16:12). Süryani ortodokslar ve Ermeni gregoryanlar namaz kılarlar mı?
Kudüs'e doğru dönerek secde ederler ki bu uygulama Kutsal Kitap'ta vardır. Bildikleri ezberlenmiş duaları tekrarlarlar ve genel ihtiyaçlar için dilekte bulunurlar. Protestanların dışında Ortodoks ve katolikler Tanrı’yla kişisel bir ilişki kurmak yerine ne yazık ki ezberlenmiş kalıplaşmış duaları bir kaç kez tekrarlayarak İsa Mesih’in Matta 6:7’de söylemiş olduğu bu uyarıyı gözardı etmektedirler. '
Dua ettiğinizde putperestler gibi boş sözler tekrarlayıp durmayın. Onlar söz kalabalığıyla seslerini duyurabileceklerini sanırlar’(Matta 6:7). İsa Mesih bizlere Matta 6:5-15’te nasıl dua etmemiz gerektiğini öğretirken namaz kılmaktan hiç söz etmedi.
Şekilcilikle ezberlenmiş dualarla belli yönlere dönerek ya da belli hareketleri yaparak Tanrı’ya yaklaşamayız.
O’nu hoşnut edemeyiz. Tanrı her zaman her yerde ve her yöndedir. O bizlerin ruhta ve gerçekte tapınmamızı ister. ‘Tanrı ruhtur O`na tapınanlar da ruhta ve gerçekte tapınmalıdırlar’(Yuhanna 4:24).
Peygamber Efendimiz Mekke'de iken Kâbe'ye dönerek namaz kılardı. Medine'ye hicretten sonra Kudüs'e doğru namaz kılmaya başlamıştı ki, bunda oradaki Yahudileri İslâm'a ısındırma çabası ve maksadı bulunduğu söylenebilir.
Peygamb er Efendimiz, Medine'ye gelip Beyt-i Makdis'e doğru namaz kılmaya başlayınca, bu iş Araplar'ın gücüne gitti. Daha sonra tekrar Kâbe'ye dönülerek namaz kılınması emir buyurulduğu zaman Araplar sevindi, yahudilerin gücüne gitti: Yahudiler, "Bu ne iş böyle, k âh buraya, kâh oraya? Bunda kesinlik ve kararlılık olsa böyle olur mu?" diye İslâm'dan çıkıp dinden çıkanlar oldu. Münafıklar, ipe sapa gelmez sözlerle müslümanlar arasına şüphe ve fitne sokmaya çalıştılar. Müslümanlardan bazıları, "Vefat eden arkadaşları m ızın kıldıkları namazlar ne olacak?" diye telaş ve endişeye kapıldılar. İşte bütün bunlara karşı ve daha doğrusu, kıblenin değişmesinden önce bu gibi hallerin olabileceğine işaret etmek üzere bu âyetler inmiştir.
Şunu da iyi biliniz ki, Allah, sizin imanda sebatınızı v e imanınızın eser ve alâmeti olarak kıldığınız namazlarınızı ve iyiliklerinizi hiç yok etmez, kaybolmasına izin vermez. Şu halde kıble değişmiş olunca bundan evvel kıldığınız namazlar ve vefat eden kardeşlerinizin namazları Allah katında zayi olmaz, kaybo l up gitmez. Çünkü Allah kesinlikle insanlara karşı pek şefkatli ve pek merhametlidir.
144-İşte Allah böyle bir Allah'dır. Ve size bu şekilde bir sırat-ı müstakim verecek ve sabit bir kıble gösterecektir. Hz. Peygamber, yukarıdan beri devam edip gelen bu işaretler üzerine artık kıblenin değişmesiyle ilgili vahiy emrinin gelmesini bekleyip duruyordu. Adeta semadan Cibril'in yolunu gözlüyor ve atası İ b rahim aleyhisselâmın kıblesi olan Kâ'be'ye yönelmek için Allah'a dua ediyordu. Nihayet şu âyetler nazil oldu: Ey Muhammed! Biz senin yüzünün sık sık semada dönüp durduğunu görüyoruz, artık seni, pek memnun olacağın bir kıbleye kesinlikle çevireceğiz. Şu halde sen hemen yüzünü doğruca Mescid-i Haram'ın şatrına çevir. Yani, Kâ'be tarafına çevir. Bu suretle eski kıble kaldırılmış ve istikbal-i kıble (kıbleye dönme) farz olmuş oldu.
Bakara 183.ayetin tefsierinden;
Peygamberimizin Medine'ye hicretinin ilk zamanlarında Hz. Peygamber tarafından ayda üç gün, bir de aşûre gününde oruç tutmak, bir nafile olmak üzere emredilmişti ki, buna ilk oruç denir. Hicretten birbuçuk yıl sonra kıblenin değişmesinden sonra Şaban ayının onunda Ramazan orucu farz kılınmıştır.
PROF. DR. MEHMET ÇELİK'İN HRİSTİYANLIK TARİHİNE DAİR KONFERANSI
Prof. Dr. Mehmet ÇELİK'in 2007 yılında Süleymaniye Vakfında verdiği Konferansın Özeti
Hıristiyanların manastır hayatı günümüze kadar hep sırlı olarak kalmıştır. Orada ne olup bittiği herkesçe bilinmez. Kapalı bir dünya… Peki ben böyle esrarengiz bir dünyaya nasıl girdim? İmam Hatip Okulunda öğrenciyken süryani bir papazın çocuklarıyla tanışırdık ve samimiydik. Onları ilk kez o zamanlar da tanıdım. Sonra fakültede Muhammed Hamidullah hoca bana “İslamı anlamak istiyorsan önce dinler tarihini anla” dedi. Sonra yüksek lisans ve doktoramı Süryaniler üzerine yapmaya karar verdim. Süryani dili üzerinde uzun zaman çalıştım. İki buçuk yıl manastıra kabul edilmek için uğraştım. Bu iki buçuk yıllık ısrardan sonra manastıra kabul edildim ve orada beş yıl kaldım.
Manastır Hayatının Tarihi Arka Planı
Yunan Saint Andrew kilisesinde rahibelerin kıldığı paskalya namazı Amerika Ohio
Hristiyanlığın manastır hayatını daha iyi anlamak için hristiyan mistisizminin nereden geldiğine bakmak lazım: İsa a.s, o günkü Yahudi materyalizmine ciddi bir mücadele başlatmıştı. Dikkatleri ahret hayatına çekti. isa a.s orijinal ismi Yeşu’dur. Arapçaya İsa olarak geçmiştir. Grekler de İsa a.s’a Christ derlerdi. İsa a.s’ın cemaatına karşıt olanlar onun cemaatini tanıtırken christiyan demeye başladılar. Zamanla İsa a.s’ın cemaatine farklı gruplar katılmaya başladı. Bu yabancı grupların katıldığı sıralarda Pavlos da bu cemaata katıldı. Ve günümüzdeki anlamda Hıristiyanlığı kuran kişi bu pavlos’tur. Pavlos Musa a.s şeriatına savaş açtı. Şeriatı kaldırdı.
Pavlos taraftarlarıyla İsa a.s çekirdek cemaati arasındaki mücadele 3 asır sürdü. Mücadeleyi 3 asır sonra Pavlos taraftarları kazandı. Zamanla Roma İmparatorluğu pavlos taraftarı bu hristiyanlara aşırı baskılar yapmaya başladı. Bu aşırı baskı ve zulümler hristiyanlıkta manastır hayatını doğurdu. Askerlerin ulaşamayacağı sarp yerlerde ve mağaralarda manastırlar kuruldu. Roma imp. Hristiyanlığı kabul edince bile manastır hayatı hristiyanlığın resmi bir kurumu olarak yerini korudu. Manastırlar genelde doğu hristiyanlığında yaygındır. Mesela 4. Yüzyılda doğuda 100’den fazla büyük manastır vardı. Bu manastırlarda insan tabiatına zıt çok ağır kurallar vardı. Örneğin Türkiye’de bulunan peri bacalarının olduğu bölgeye klise tarihlerinde oranın adı: “keşişler vadisi” dir.
Peri bacaları da tabii oluşmuş yerler değil, keşişlerin inzivaya çekilmeleri için özel yapılmış yerlerdi. O yer altı şehirlerinde on binlerce insan katledilmiştir. Devlet (Bizans) hristiyandı ve hristiyanları katlediyordu. Bunun sebebi devletin kayzero papizm siyasal sistemini ülkede oturtmak içindi. Yani tek din, tek mezhep, tek kilise ve tek devlet siyasetidir. Yani devlet süryani, keldani, nasturi ve kıbti gibi farklı mezhepleri yok etmek istiyordu. Bizans ordusunun başında da fener rum patrikleri giderlerdi. Mesela o döem patriklerinden birinin (Patrik Akatiyüs) kilise tarihinde belirtildiğine göre bir defasında halep bölgesinde 115 000 hristiyan Bizans askerleri tarafından koyun boğazlanır gibi boğazlanmıştı. İmparator Jüstin döneminde Antakya tümden boşaltılır. Antakyanın o günkü nüfusu 550 000’dir O dönemde dünyada bir şehrin ortalama nüfusu 10 ile 20 bin arasındadır. Antakya o dönemde dünyada üç büyük yerleşim yerinden biriydi. (Roma, Antakya ve İskenderiye.) Antakyada yapılan katliamlarrda asi nehri günlerce kan akmıştır. Antakyada ki hridtiyan halkın erkeklerini öldürmüşler çocuklarını ermenistana sürmüşler kadınlarını da İstanbula getirmişlerdi (soylarını kesmek için). O tarihe kadar İstanbulda manastır yoktu. O günden sonra yüzlerce manastır aniden ortaya çıktı. Bu manastırlardakiler Antakyadan getirilen kadınlardı. Bizansta bunlar olurken, Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer zamanında büyük fetihler yapılıyordu. Bu fetihleri kolaylaştıran sebeplerin en öenmlisi Bizans tarafından hristiyan halka yapılan bu akıl almaz zulümlerdir. Hatta Hz. Ömer’e verilen “Faruk” sıfatını bu zulme uğrayan hristiyanlar vermişlerdir. Onlar Hz. Ömer’e “Foruko” diyorlardı. Foruko kurtarıcı demekti. Ben bunu yüzlerce Kıbti ve Keldani kitaplarında gördüm. Hz. Ömer’e “Hak ile Batılı ayırdeden” anlamında “Faruk” lakabının verilmesi olayı sahih değildir. Zaten bu kelime arapça olsaydı Fail vezninde Farik şeklinde olurdu. O gün İslam orduları ve biz Türkler Anadoluya gelmeseydik bu gün dünyada Ermeni ve Süryani diye bir ırk kalmayacaktı. Yani doğu hristiyanı kalmayacaktı. Ermenilerin o dönemlerinde (7. Yüzyıl ile 12. Yüzyıl arası) yazılan tarih kitaplarına baksınlar türkler hakkında neler yazmışlar. Biz ermeniceyi öğrenmiyoruz onlar da gerçekleri yazmıyorlar. Türkler ve Arap orduları Anadoluya gelmeselerdi bu gün Ermeniler olmazdı. O dönemde Ermeniler türkleri kurtarıcı olarak görmüşlerdi. Örneğin Kılıçarslan vefat ettiği zaman tüm süryani kliselerinde 40 gün yas ilan edilir ve 3 gün oruç tutulur. Rum kliselerinde de 3 gün yas ve oruç tutulur. Bizi çok seven ermenilere tarihte “millet-i sadıka” denmiştir. Ama ermeniler 19. Yüzyılda yanlış insanların peşine düşerek yanlışlar yaptılar ve çok acıların yaşanmasına sebep oldular. Ama bu yanlışı süryaniler yapmadı.
Manastır Hatıraları
Şimdi de 5 yıllık manastır hatıralarımdan biraz bahsedeyim: Manastır hayatını ve ruhban psikolojisini bilmeden hristiyanlığı anlamak mümkün değildir. Çok yakın zamana kadar doğu hristiyanlarında 5 çocuğu olan bir aile çocuklarından birini manastıra bağışlamak zorundaydı. İşte o manastırda böyle biriyle tanıştım. Adı Abona Tomas’tı. 5 yaşında manastıra bağışlanmıştı. Ben oradayken (1982 yılında) 51 yaşındaydı. 46 yıllık manastır hayatında sadec 3 kez dışarıya çıkmış birisiydi. (Hastalandığı için Midyata getirmişlerdi.) Sakalları göbeğinde saçları 3 numaraydı. Yaşantısı tam bir ruhban hayatıydı. Sadece ibadet zamanı kiliseye iner yemek zamanı da yemekhaneye gelirdi. Ona nasılsınız denirse sadece “sağol” der. Siz nasılsınız demezdi. Bunu lüzumsuz bir kelam addederdi. Kilise ve yemekhane hariç hücresinden hiç çıkmazdı. Çok uzun tesbihleri vardı. Saatlerce “Aloho, Aloho, Aloho” diye binlerce kez Allah’ı zikrederdi. Gece gündüz ibadet ederdi. Ben manastıra ilk gittiğim zaman manastır reisi bana dedi ki: “Hocam bu Abona’ya dikkat et.” Ben bu uyarının ne anlama geldiğini pek anlayamamıştım. Oraya gidişimin daha ilk ayında bir gece ben uyurken bu Abona Tomas boğazıma yapışıp üzerime çöktü. Ben bağırdım herkes ayaklandı Abona beni bırakıp kaçtı. Manastır baş rahibi (Şu anda metropel olan Samuel Aktaş) Abona’ya: “Bu bizim misafirimizdir, buna bir şey olursa devlet bize şune eder bunu eder” gibi ifadeler kullanarak çok kızdı ve böyle birşeyi tekrar ederse onu aforoz edip manastırdan atmakla tehdit etti.
Bunun sebebini sonradan anladım. Abona, beni kafir olarak görüyordu ve beni öldürerek İsa katındaki derecesini yükseltmek istiyordu. Bu sadece bir örnektir. Ruhban hayatı yaşayan insanların % 90’ı psikolojik yönden dengesizdir. Sağlıklı kişiler değildirler. Çünkü fıtratı çok zorlayan bir hayat yaşıyorlar. Rabulanın koyduğu kuralları kendilerine rehber etmişler. Karıştırmamak lazım papazlar evlenebilir normal hayat yaşayabilir. Her şeyden kendilerini tecrit edenler rahiplerdir. Ama papalar askeriyedeki ast subay sınıfı gibidirler.
Onlardan general falan olmaz. Subay olamazlar. Rahipler ise subay takımı gibidirler. Generaller bunlardan çıkar. Piskoposlar, metropolitler, kardinaller, papalar, patrikler bu ruhbanlar arasından çıkar. Hristiyanlığı anlamak istiyorsanız rahiplerin psikolojilerini anlamak zorundasınız. Çünkü hristiyanlığa yön verenler bunlardır. Tarihteki hristiyanlıktan kaynaklanan mücadelelerin altında da bu psikoloji yatmaktadır. Tüm dünya nimetlerinden kendilerini men eden ruhbanları korkunç bir hakimiyet duygusu ve hırs sarmaktadır. Kilise tarihlerinde her patrik seçiminde yüzlerce hatta binlerce insanın katledilmesi bir gerçektir. Bunun altnda kilisede dönen akıl almaz paralar ve hakimiyet kavgası yatmaktadır. Hristiyanlık tarihi tamamen ruhbanların hakimiyet mücadelesidir. O yaşantı tarzı bu insanların o duygusunu çok geliştirmiştir. Rahipler evlenmez, et yemez, doğudaki rahipler siyah ve eziyet edici giysiler giyerler, yine doğuda ruhbanları meşgul etmek için sabahtan akşama kadar eski kitapları istinsah ettirirler yani önceden yazılmış kitapları el yazısı ile yazdırırlar. Buna da bir kutsallık havası verirler. Buradaki amaç kitap sayısını artırmak değil ruhban hayatı yaşayan o kişiyi meşgul etmektir. Bunların hepsi insan fıtratına aykırı şeylerdir ve insanın yapısını bozar.
Manastırda Namaz
Bizim ilim adamlarımız ve bazı dinler tarihçisi olan hocalarımız, Pazar günü kilisede yapılan ayini hristiyanların ibadeti zannediyorlar. Hayır Hıristiyanlıkta böyle bir ibadet yoktur. Zaten bir papaza da sorduğunuz zaman onu ibadet olarak söylemez. Pazar günleri yaptıkları ayinleri bizim mevlüt törenlerimize benzetebiliriz. Onların inancına göre İsa a.’ın öldükten sonraki dirilişini sembolize etmek ve onu ayinle kutlama mantığı vardır Pazar ayinlerinde. Şimdi size tüm Ortodoks manastırlarındaki ibadetten bahsedeyim. Bu ibadeti bugün sadece ruhbanlar yapıyorlar. Ruslarda, Yunanlılarda, Kıbtilerde, Nasturilerde, Süryanilerde, Sırplarda, Ermenilerde, Bulgarlarda, Maronilerde, Keldanilerde manastırda günde beş vakit farz namaz kılınır. Sabah namazları 4 rekattır ve güneş doğmadan önce kılınır. Öğle namazı 10 rekattır ve güneş zevaldeyken kılınır, akşam namazı 6 rekattır ve güneş battıktan sonra kılınır. Ben Süryani manastırında kaldığım 5 yıl boyunca onların topluca kıldıkları bu namazlara şahitlik ettim. Kilisede en ön safta erkekler vardır. Ardında çocuklar, en arkada da kadınlar bulunur. Kadınlara tesettür de aynen bizde olduğu gibi farzdır. Aslında normal bir Hıristiyan kadının tesettürü de bir rahibe tesettürü gibi olmalıdır onlara göre. Onlar namazda ayakta durmaya “gıyomo” (kıyam) derler. Ayaktayken ellerini dirseklere yakın bir yerden bağlarlar. (Kıpti, Süryani, Nasturilerde) Namazda kıraatte Zeburdan okuyorlar. (Çünkü onlar incil’i bir biyoğrafi olarak kabul ederler.) Kıraatten sonra rukuya gidiyorlar. Rukuyü aynen bizim gibi yapıyorlar ama zaman olarak daha fazla duruyorlar. Ruküdan sonra tekrar düzeliyorlar. Sonra secdeye gidiyorlar. Kimisi alnını yere koyuyorlar kimisi alnı yere bir karış kalana kadar yaklaştırıyor. Onların namazlarında oturma yoktur. (Ka’de) Namazlarını iki rekat olarak kılarlar. Örneğin 10 rekatlık öğle namazını 2’şer 2’şer kılarlar. Bu üç vakti (sabah, öğle, akşam) cemaatle kıldıktan sonra diğer iki vakti de kendi odalarında tek başlarına kılarlar. Fakat bu iki namaz da farzdır. Bunlar da bizim yatsı ve ikindi namazlarımıza tekabul eden vakitlerde kılınır. Bu iki namaz çok önceki zamanlarda cemaatle kılınırmış ama sonra ictihatla ferdi kılınmaya başlanmış. İşte onların farz namazları bu şekildedir. Bunlardan başka iki namazları daha vardır ki onlar da nafiledir. Bunlardan biri aynen bizim kuşluk namazı vaktinde kıldıkları namazdır. Birisi de gece yarısı kıldıkları namazdır.
Bunların dışında Süryanilerin siyasi ve ictimai çalışmalarıyla ilgili çeşitli bilgiler verilmiştir. Dış güçlerin Süryaniler üzerinden ülkeyi karıştırma hesaplarından bahsedildi. (Konferansın son 20-25 dakikalık bu bölümünde de çok önemli ve faydalı bilgiler veriliyor)
Prof. Dr. Mehmet Çelik kimdir:
1979 yılında Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nden mezun oldu. Tarih alanında 1981 yılında Yüksek Lisans, 1985 Yılında ise doktorasını bitirdi.Halen Celal Bayar Üniversitesi Ortaçağ tarihi ABD başkanlığını yapan Çelik, özellikle Fener Rum Patrikhanesi ve Süryani Kilisesi üzerine yaptığı çalışmalarla tanınmaktadır.
In India, except for a few people belonging to the English-speaking elite in metropolitan centers, mostly in the higher echelons of advertising, fashion, design, fine and performing arts, men (and women) with same-sex-partners neither identify themselves as homosexuals nor admit their sexual preference, often even to themselves. Many men - some married - have had or continue to have sex with other men; but only a miniscule minority are willing to recognize themselves as homosexual.
The assertion that there are hardly any homosexuals in India and yet there is considerable same-sex-involvement seems contradictory, yet simple to reconcile. Sex between men, especially among friends or within the family during adolescence and youth, is not regarded as sex, but masti, an exciting, erotic playfulness, with overtones of the mast elephant in heat.
Outside male friendship, it is a way to satisfy an urgent bodily need or, for some, to make money. Sex, on the other hand, is the serious business of procreation within marriage. Almost all men who have sex with other men will get married even if many continue to have sex with men after marriage. Sexual relations with men are not a source of conflict as long as the person believes he is not a homosexual in the sense of having an exclusive preference for men and does not compromise his masculine identity by not marrying and hrefusing to produce children.
As a recent study (Asthana & Oostvogels) tells us, "Even effeminate men who have a strong desire for receiving penetrative sex are likely to consider their role as husbands and fathers to be more important in their self-identification than their homosexual behavior."
The cultural ideology that strongly links sexual identity with the ability to marry and procreate does indeed lessen the conflict around homosexual behavior. Yet for many it also serves the function of masking their sexual orientation, of denying them the possibility of an essential aspect of self knowledge. Those with a genuine homosexual orientation subconsciously feel compelled to maintain an emotional distance in their homosexual encounters and thus struggle against the search for love and intimacy which, besides the press of sexual desire, motivated these encounters in the first place.
The "homosexual denial," as some might call it, is facilitated by Indian culture in many ways. A man's behavior has to be really flagrant, such as that of the cross-dressing hijras to excite interest or warrant comment. Some find elaborate cultural defenses to deny their homosexual orientation. The gay activist Ashok Row Kavi tells us about the dhurrati panthis, men who have sex with other men because the semen inside them makes them twice as manly and capable of really satisfying their wives. Then there are the komat panthis who like to give oral sex, but will not let themselves be touched. Some of these men are revered teachers, "gurus," in body building gymnasiums, who believe they will become exceptionally powerful by performing oral sex on younger men. Both will be horrified to be called homosexual.
In general, classical Hinduism is significantly silent on the subject of homoeroticism. In contrast to the modern notion of homosexuality, which is defined by a preference for a partner of the same sex, queerness in ancient India was determined by atypical sexual or gender behavior. Some of our contemporary attitudes towards homosexuality go back in time to ancient India, where it was the homosexual (but not homosexual activity) who evoked society's scorn. As in several other societies, such as in Middle East and Latin America, the active partner in a homoerotic encounter was not stigmatized as much as the passive partner. It was what you did, whether you were active or passive, and not with whom you did it (man or woman) that defined acceptability. The Kamasutra's man-about-town who uses the masseur's mouth for sexual pleasure is thus not considered "queer"; the masseur is.
Actually, in classical India, the disparagement for the homosexual was not devoid of compassion. The homosexual belonged to a deficient class of men called kliba in Sanskrit, deficient because he is unable to produce male offspring. The word (which has traditionally been translated as eunuch, but almost certainly did not mean eunuch) was a catch-all term to include someone who was sterile, impotent, castrated, a transvestite, a man who had oral sex with other men, who had anal sex as a recipient, a man with mutilated or deficient sexual organs, a man who produced only female children, or, finally, a hermaphrodite. In short, kliba is a term traditional Hindus coined to describe a man who is in their terms sexually dysfunctional (or in ours, sexually challenged). Kliba is not a term that exists any longer, but some of its remnant - the perception of a deficiency, and the combination of pity, dismay and a degree of disdain toward a man who is unable to marry and produce children - continues to cling to the Indian homosexual.
It is instructive that the Kamasutra, the main source of information on ancient sexuality, does not use the term kliba at all. It mentions sodomy in only one passage, and that in the context of heterosexual and not homosexual sex: "The people in the South indulge in "sex below," even anally."(2.6.49). (In general Southerners have a pretty poor reputation in this book composed in the North, and it could be that their geographical position suggested their sexual position in this passage: down under). In the Kamasutra, fellatio is regarded as the defining male homosexual act.
In Same Sex Love in India, Ruth Vanita argues that the relative tolerance, the gray area between simple acceptance and outright rejection of homosexual attraction, can be primarily attributed to the Hindu concept of rebirth. Instead of condemning the couple, others can explain their mutual attraction as involuntary, because it is caused by attachment in a previous birth. This attachment is presumed to have the character of an "unfinished business," which needed to be brought to a resolution in the present birth.
An Indian gay put son make up before a rally in Calcutta.
In ancient texts, folktales and in daily conversations, mismatched lovers, generally those with vast differences in status (a fisherman or an untouchable falling in love with a princess), are reluctantly absolved of blame and the union gradually accommodated, because it is viewed as destined from a former birth. When a brave homosexual couple defies all convention by openly living together, its tolerance by the two families and the social surround generally takes place in the framework of the rebirth theory. In 1987, when two policewomen in the state of Madhya Pradesh in central India got "married", a cause celebre in the Indian media, the explanation often heard from those who could no longer regard them as "just good friends sharing living accommodation" was that one of them must have been a man in a previous birth and the couple prematurely separated by a cruel fate.
In ancient India, homosexual activity itself was ignored or stigmatized as inferior, but never actively persecuted. In the dharmashastras, male homoerotic activity is punished, albeit mildly: a ritual bath or the payment of a small fine was often sufficient atonement. This did not change materially in spite of the advent of Islam, which unequivocally condemns homosexuality as a serious crime. Muslim theologians in India held that the Prophet advocated the severest punishment for sodomy. Islamic culture in India, though, also had a Persian cast wherein homoeroticism is celebrated in literature. In Sufi mystical poetry, both in Persian and later in Urdu, the relationship between the divine and humans was expressed in homoerotic metaphors. Inevitably, the mystical was also enacted at the human level. At least among the upper classes of Muslims, among "men of hrefinement," pederasty became an accepted outlet for a man's erotic promptings, as long as he continued to fulfill his duties as a married man. Emperor Babur's autobiography is quite clear on his indifferent love for his wife and his preference for a lad. We also know that until the middle of twentieth century, when the princely states were incorporated into an independent India, there was a strong tradition of homosexuality in many princely courts in north India. The homosexual relationships were much safer than relationships with mistresses whose children could be the source of endless divisive rivalries.
It seems that the contemporary perception of homosexual activity, primarily in images of sodomy, can be traced back to the Muslim period of Indian history. As we saw, the classical Hindu image of homosexual activity is in terms of fellatio. In the Kamasutra, for instance, the fellatio technique of the closeted man of "third nature" (the counterpart of the kliba in other Sanskrit texts) is discussed in considerable sensual detail. I would venture to add that one reason Hindu homosexuals regard sodomy with considerable ambivalence, exciting and repulsive at the same time, has also to do with their strong taboos around issues of purity versus pollution; the mouth is cleaner than the anus.
If male homosexuals make themselves invisible, then lesbians simply do not exist in Indian society - or so it seems. Again, it is not that Indians are unaware of lesbian activity. Yet this activity is never seen as a matter of personal choice, a possibility that is theoretically, if reluctantly, granted to "deficient" men, the men of "third nature" in ancient India. Lesbian activity, on the other hand, is invariably seen as an outcome of the lack of sexual satisfaction in unmarried women, widows or, women stuck in unhappy, sex-less marriages. This is true even in creative depiction of lesbian activity in fiction or movies. In Deepa Mehta's 1998 movie Fire, which sparked a major controversy, with Hindu activists setting fire to cinema halls because the movie showed two women having an affair, both women turn to each other only because they are deeply unhappy in their marriages.
In ancient India, lesbian activity is described in the Kamasutra at the beginning of the chapter on harems where many women live together in the absence of men. What the queens have is just one king, preoccupied with affairs of state, to go around. Since none of the kings can be the god Krishna, who is reputed to have satisfied each one of his sixteen thousand wives every night, the women use dildos, as well as bulbs, roots or fruits that have the form of the male organ. The implication is that lesbian activity takes place only in the absence of the "real thing." There are hints on other kinds of lesbian activity in the ancient law books: a woman who corrupts a virgin is to be punished by having two of her fingers cut off - a pointer to what the male author think two women do in bed. The harsh punishment is not for the activity itself but for the "deflowering," the heinous crime of robbing a young girl of her chastity. Not surprisingly, it seems that female homosexuality was punished more severely than homosexuality among men; out of concern for the protection of women's virginity and sexual purity, traditionalists would say; to exercise control over women's sexual choice and activity, modern feminists would counter.
In general, then, India has a tradition of "benign neglect" of alternate sexualities, a tradition that is very much a part of the Indian mind. The laws against homosexual activity, such as the act of 1861, are all examples of a repressive Victorian moral code. It is ironical that reactionaries, both Hindu and Muslim, who reject homosexuality as a decadent Western phenomenon subscribe to the same foreign code that is so alien to the Indian tradition. The Indian tradition of indifference or deliberate ignorance is also incompatible with the model of the Western gay movement, which is beginning to make inroads into our metropolises. In its insistence on the politics of a gay identity, of a proud or at least defiant assertion of homosexual identity, this movement is beginning to compel the rest of society to confront the issue publicly.
Bacha Bazi and Islam: Devilish Deception, The Mullah’s Response, and Beyond Heaven’s Pearly Gates
Posted by Ann Corcoran on February 8, 2015
Editor: This is the 4th in a series of guest posts by ‘Pungentpeppers’ about Bacha Bazi, the Afghan pedophile practice targeting boys that has made its way to the West (including possibly to the US). Go here,here, and here to see the previous reports. Part II (Australia grapples with Bacha Bazi compulsive predators) was our top post last week.
Bacha Bazi & Islam: Devilish Deception, The Mullah’s Response, and Beyond Heaven’s Pearly Gates
Why does Afghanistan, an Islamic country, allow men to prey on boys – men such as Ali Jaffari who came to Australia, bringing his immorality with him? Do these men operate under some grand delusion? Their behavior is perplexing because Islam expressly and clearly and repeatedly forbids homosexuality. Yet in Afghanistan so many men – regardless of ethnic origin – actively engage in sexual activity with underage boys, contrary to religious law. This Bacha Bazi culture also pervades the tribal areas of Pakistan.
Afghanistan’s population is mostly tribal. The prevailing values system, which includes Bacha Bazi, is tribal. The people have values and morals – but their values system is very different from Western values. Their morality also differs from socially acceptable norms found in other Muslim societies. Afghans have adapted Islam to fit their own tribal values and customs. In so doing, they twist certain Islamic teachings into something peculiarly Afghan.
Afghans pedophiles do not admit that they are breaking Islamic law. Incredibly, they claim that Bacha Bazi is permitted and sanctioned by Islam.As usual, the Devil finds ingenious ways to let people deceive themselves.
Some of the deceptions: Women are “impure”; boys without beards are not men; the men are not “in love”, just having sex; the men are not homosexual since they have wives. Such silly arguments are not worth airing. Instead, let’s explore some puzzling Koranic references Afghans use to justify Bacha Bazi.
The Rewards of Paradise: Young, Beautiful, Eternal Boys like Pearls
Bacha Bazi perpetrators say that the Koran allows pedophilia with boys, per passages in the Koran that describe the afterlife in Paradise:
There will circulate among them [servant] boys [especially] for them, as if they were pearls well-protected. [52:24]
There will circulate among them young boys made eternal with vessels, pitchers and a cup [of wine] from a flowing spring. [56:17-18]
There will circulate among them young boys made eternal. When you see them, you would think them [as beautiful as] scattered pearls. [76:19]
These passages, that supposedly justify Bacha Bazi, mention neither sexual rewards nor boys on earth. These eternal beings compared to “pearls”, who are circulating and moving in Paradise and offering refreshments, are called “boys” in English, but the words used for them in Arabic are not identical. Other English translations say they are “youths” or “young men” or “menservants”. The words chosen depend on what the translators think was meant. In Persian, a language used in Afghanistan, the Koran translation for the first entry shows “boy” (in Persian the word is applicable to many different ages), while the second and third ones make use of a term that refers only to pre-teens and teens. You cannot take these translations literally, for they contradict each other. But nowhere do they say that Bacha Bazi is allowed. I will share with you a very different translation in a bit, but first let us make a visit to Afghanistan.
A Mullah’s Dilemma
Islamic cleric Hayat Ed-Din Sahibi
Imagine you are a Mullah (an Islamic clergyman), in Mazar-e-Sharif, where Bacha Bazi is rampant. Yours is a Persian-speaking congregation. Some of the devout have an unshakeable belief that in Heaven, men have sex with pearly pre-teens and teen-aged boys. They grew up with this belief, and if you deny it, they may accuse you, the Mullah, of denying what is in the Koran!Does the Koran lie?! Other members of your congregation have their own Bacha Bazi boys – these men also have guns. Dare you tell them they are not allowed to keep their boys? (Powerful Afghans don’t take kindly to authority.) You know though that boys are being abused and want to discourage Bacha Bazi. What should you tell your congregation?
A cleric named Hayat Ed-Din Sahibi, who preaches in Mazar-e-Sharif, came up with an Afghan approach to discourage his flock from trying to replicate Heaven here on Earth. Speaking in Dari, he preached, “Those who do not get caught in the sins of Bacha Bazi will have God give them beautiful boys in Paradise.” Now I don’t know what his motivations were, or what he really believes. Yes, he told his followers there are benefits to abstinence; but he told them also, in essence, that there is pedophilia in Heaven.
Because this Mullah’s sermons are on YouTube, and they are shared on Facebook, word about this and some other of his unusual sermons got around to Iran, the country next door. Some people reacted fiercely – Mullah Hayat Ed-Din was labeled a liar, and accused of deceiving and misleading uneducated people into thinking there was room in Heaven for the sins the Prophet Lot forbade (i.e., sodomy). They stated he was symbolic of the hopeless backwardness that is Afghanistan.
Typically Afghans were reluctant to criticize the Mullah. Though some denied he said certain things, his words are recorded and on the internet. Others said it was a “mistake” or he spoke thus because of where he preaches. However, it is apparent that they don’t like ignorance and wrong things being said. Perhaps, eventually – though it may take a very long time or a miracle – Bacha Bazi will become unacceptable in Afghanistan. But in the meantime, keep an eye open, in case it arrives to your shores!
What Really Awaits the Faithful Behind Those Pearly Gates?
Islamic scholars differ on the meanings of certain passages in the Koran. The knowledge gap is especially wide because the origins of the Koran go back 1400 years. In any language, the meanings of words and phrases change over time. To understand the true meaning you must understand the historical context. Further, since the Koran’s references to Christian beliefs are numerous, Christian teachings can be studied along with the Koran to see whether they shed light on puzzling passages of the Koran.
Pink grapes, pink pearls
Scholars have given many different explanations for the Koran’s unusual references to “boys” who are “like pearls” and are circulating. I have put some of them in the links. Historical linguists, however, say the “boys” are not boys in the sense of humans, but are instead “fruits”, specifically grapes. Grapes are the refreshment in Paradise that is circulating, not boys or youths.
At the Last Supper, Jesus said in Aramaic, “But I say to you, I will not drink of this fruit of the vine from now on until that day when I drink it new with you in my Father’s kingdom.” (Matthew 26:29) The “fruit” of the vine are grapes that are pressed to make new wine.
The language of Jesus, Aramaic, has a dialect called Syriac. Syriac became the language used by Eastern Christians. Jesus’ word was spread throughout the Near East through the Syriac Bible. Syriac was also the major medium of communication in the regions north of the Arabian peninsula and was used by Arab traders. The Syriac language is a close cousin to Arabic.
The Syriac Bible relates the above passage from the Last Supper. For the word fruit it gives “yalda”. The word “yalda” means “child” or “birth” or “that which has been born” – i.e., the “child” of the vine is its fruit. In an odd coincidence, we have the word “yield” in English that is also used to mean the product of a crop. In Arabic, the word boy, “walad” is similarly close in sound, but some of the verb forms referring to “giving birth” and “production” drop the “w” and replace it with “y”. At the winter solstice, Persians celebrate the festival of Shab-e-Yalda (night of “Yalda”) and eat the fruit of pomegranate, but the word “Yalda” itself comes from the Syriac for “birth” and “Christmas”, and is related to our “Yule”. Thus, our discussion about Heaven yields all good things: fruits and festivals and feasts.
And yet the Afghans say they are allowed on Godly authority to harm young boys. Truly, theirs is a Devilish deception.
In the next segment, we return to Australia. How will the Australian Parliament protect boys from arriving Bacha Bazi predators?
This article is cited from this page; https://refugeeresettlementwatch.wordpress.com/2015/02/08/bacha-bazi-and-islam-devilish-deception-the-mullahs-response-and-beyond-heavens-pearly-gates/
For additional reading ‘Pungentpeppers’ has forwarded the following links:
Might the march toward gay rights in the West at some point meld with widespread pederasty in the Middle East? This is not a rhetorical question. What ‘our allies’ do to boys in Afganistan and Pakistan echoes past Islamic practice and is cause for concern — especially since ‘our’ homosexuals have been successful in lowering the age of consent and are busily teaching Western children the wonders of homosexual sex.
We know that pederasty followed Muslim conquests from Spain to northern India and did not decline until the middle of the 18th century. Mohammed said “Beware of beardless youth for they are a greater source of mischief than young maidens.” Was he referring to men with sexual desires for boys?
The creation of the Taliban in Afghanistan offers a clue about the ‘dangerousness’ of boys: “Such is the Pashtun obsession with sodomy — locals tell you that birds fly over Kandahar using only one wing, the other covering their posterior — that the rape of young boys by warlords was one of the key factors in Mullah Omar mobilising the Taleban. In the summer of 1994… two [Afghan] commanders confronted each other over a young boy whom they both wanted to sodomise. In the ensuing fight civilians were killed. Omar’s group freed the boy and appeals began flooding in for Omar to help in other disputes. By November, Omar and his Taleban were Kandahar’s new rulers.” [1]
Perhaps these commanders wanted the boy for Bacha Bazi (‘boy play’). As documented on Frontline (PBS, April 20, 2010), attractive boys, aged 10 through 17, are sold by or extorted from their Afghan families to dress in women’s clothes, perform the whirling dance forcrowds of men (often wearing artificial breasts!), and then (often) get privately sodomized by one or more of the audience.
In neighboring Pakistan, in “villages throughout the country, young boys are often forcibly ‘taken’ by older men, starting a cycle of abuse and revenge that social activists and observers say is the common pattern of homosexual sex.” These quasi-abductions often ‘create’ homosexuals: “The first time Aziz, a lean, dark-haired 20-year-old in this bustling cultural capital, had sex with a man, he was a pretty, illiterate boy of 16. A family friend took him to his house, put on a Pakistani-made soft-porn video, and raped him. Now, says Aziz…, he is ‘addicted’ to sex with men, so he hangs around Lahore’s red-light districts, getting paid a few rupees for sex. At night, he goes home to his parents and prays to Allah to forgive him.… Among the Pashtun majority [in the region], having a young, attractive boyfriend is a symbol of prestige and wealth for affluent middle-aged men. Indeed, Pashtun men often keep a young boy in… the male room of the house that the wife rarely enters.… The boy is always the passive partner in sex and has often been coerced into the relationship; he is given food and clothes by his partner, and is in many cases forbidden to leave the relationship or marry. (In theory, the boys could marry when they’re grown, but they are generally considered damaged, and end up wandering the streets as homosexual outcasts).” [1]
As might be expected when the stronger foist themselves upon the weaker, violence and homosexual activity are highly correlated. Consider the fate of boy volunteers for the Taliban captured by the Northern Alliance. Jeffrey Gettlemanreported [2] that:
“at least 1,500 prisoners, mostly boys, were being held in private jails. ‘Were they being sexually abused?’ Gettleman asked. ‘It is a custom,’ the informer declared, ‘With boys that age, before they have hair on the faces, these things happen.’” Things? What things? “Jimshade [a boy ]… follower of the mullah Sufi Mohammed… said he was captured. He spent six weeks as a slave… before his family bought his freedom. ‘The soldiers do things to you,’ he said, ‘that make you want to kill yourself. They have this game: They start with the youngest prisoners and ask them their age,’ he continued. ‘If a boy says 13, they send 13 soldiers to him. If he says 16, the boy gets 16.’ The soldiers take turns raping the boys, Jimshade said. ‘They take them to an underground room and hold the boys down, and the whole house fills with screaming, and the soldiers yell louder than the screaming, like they are mad or crazy or have turned into wild animals.Sometimes,’ he said, his voice shrinking, ‘I still hear them.’”
One could wish this were an isolated event. Yet, last year in Pakistan, at least 61 boys were raped and murdered — 28 of them by groups of men, and at least another 431 boys were raped without being killed. [3] As these are the ‘reported’ incidents, we can be sure there were many more since families are not only ‘paid off’ for use of their boys, but also to shut up. As such, the ‘sexual tastes’ of a significant minority of Pakistanis are decidedly anti-social. Investigators have reported that a large minority of Pakistanis is very supportive of pederasty.
By comparison, we know that about a third of interviewed U.S. adult homosexual males approved of, and had sex with, boys. This is close to the figure the National Coalition for Child Rights’ reported — specifically, that 23% of Pakistani adults said they were “proud” of man-boy sex and “11% did not consider it wrong” (Rajabali, Khan, Warraich,et al, 2008). [4] Since Pakistanis are migrating all across the Western world, you have to wonder how much pederasty is now taking place in London or New York.
As horrible as pederasty is, adult homosexuality is also rampant in Afghanistan. A military study (reported by Fox News) found that Pashtun men commonly have sex with other men, admire other men physically, have sex with boys, and shun women socially and sexually — but don’t call themselves “homosexuals.” In one instance, a group of local male interpreters had contracted gonorrhea anally from each other but refused to believe they could have contracted it sexually “because they were not homosexuals.”
Apparently, according to the report, Pashtun men interpret the Islamic prohibition on homosexuality to mean they cannot “love” another man — but that doesn’t mean they can’t use men for “sexual gratification.” A U.S. army medic had to tell a local man how to get his wife pregnant. “When it was explained to him what was necessary, he disgustedly asked, ‘How could one feel desire to be with a woman, who God has made unclean, when one could be with a man, who is clean? Surely this must be wrong.’”
The contradictions abound. These Pashtun men apparently enjoy and are having anal sex, that is, sex with the body’s sewer system! Yet women are ‘unclean!’ And to top it off, the U.S. is allied with these Afghanis in order to defeat the Taliban — even though it is the Taliban that opposes pederasty.
Since the gay movement was partially inspired by prominent pederasts (e.g., Oscar Wilde, Paul Goodman, André Gide, Allen Ginsberg), if Islamic fundamentalists come to believe pederasty is part and parcel of ‘the Islamic truth’ (and millions of Muslims may apparently believe this), might they form an alliance with the gay movement? Consider Larry Kramer, co-founder of ACT-UP, who has contracted both Hepatitis B and HIV (from adults) in his homosexual travels. While he doesn’t mention pederasty…
Gay Liberation (or Gay Lib) is the name used to describe the radical lesbian, gay, bisexual and transgendered movement of the late 1960s and early to mid 1970s in North America, Western Europe, and Australia and New Zealand. …“Oscar Fingal OFlahertie Wills Wilde (October 16, 1854 – November 30, 1900) was an Irish playwright, novelist, poet, and short story writer. …In those instances where children do have sex with their homosexual elders, be they teachers or anyone else, I submit that often, very often, the child desires the activity, and perhaps even solicits it, either because of a natural curiosity that will or will not develop along these lines, or because he or she is homosexual and innately knows it. This is far from ‘recruitment.’ Obviously, there are instances in which the child is unwilling, and is a victim of sexual abuse, homo- or heterosexual. But, as with straight children anxious for the experience with someone of the opposite sex, these are kids who seek solicit, and consent willingly to sex with someone of the same sex. And unlike girls or women forced into rape and traumatized, most gay men have warm memories of their earliest and early sexual encounters; when we share these stories with each other, they are invariably positive ones.” [5]
What Aziz and Jimshade said doesn’t quite fit Kramer’s optimistic scenario. Nor does it fit the thousands of boys being kept in sexual slavery in Afghanistan, Pakistan, and beyond. Clearly, some Muslim men have developed and written about sexual tastes that include boys. For instance, Sufyan at-Thawri (d. 783) wrote about sexual temptation “if every woman has one devil accompanying her, then a handsome lad has seventeen.” Or Hanbalite jurist Ibn al-Jawzi (d. 1200): “He who claims that he experiences no desire when looking at beautiful boys or youths is a liar, and if we could believe him he would be an animal, and not a human being.“ Much of this is undoubtedly driven by cultural norms, but FRI has also noted the apparent inclination of those who enjoy homosexuality to include youth in their activities, regardless of culture.
Beyond Bacha Bazi, a 2009 study of 170 Pakistani truck drivers and their 169 helper boys [6] reported that “almost all” of the boys ended up having sex with the mostly-married drivers.Further, older helper boys often raped younger boy-helpers. Principal investigator, Dr Muhammad Tufail, said athough having sex with female prostitutes is fairly common, “drivers prefer young boys.”
All of this evidence — both anecdotal and otherwise — should give significant pause to the notion of a great one-world ‘melting pot’ of cultures, traditions, and practices championed by our liberal elite. That Muslims and Christians; Americans, Pakistanis, and Afghans; homosexuals and heterosexuals, etcetera, etcetera, can all live in ‘perfect harmony.’ Indeed, one of the obvious successes of Christianity was driving institutionalized pederasty out of society. As the West rejects Christianity, it becomes more and more accepting of homosexuality. Are we headed back to a highly violent and ugly past?
References:
1. Kennedy M (2004) Open secrets: In Pakistan, sex between men is strictly forbidden by law and religion. But even in the most conservative regions, it’s also embedded in the society. Boston Globe, July 11.
2. Gettleman J (2002) The untold war: prisoner of Jihad. LA Times, July 21