ORDU POLİS ÇEKİŞMESİ FELAKETİ
Bu Ordu-Polis Çekişmesini, İngilizci, Amerikancı-Rusçu
çekişmesi olarak ta tanımlamak mümkündür.
Bunu anlamak için de özet bir
tarihi tespitlerle başlamak konunun daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacaktır.
Adnan Menderes döneminden itibaren Kürt İslamcılığı olan
Nurculuk akımının ideolojisi, kuruluşundaki İngiliz rahip ajanı Mr. Robert
Frew’un katkılarıyla özü alınmış, teslimiyetçi karaktere sahip, İslâm’dan çok
peygamber Muhammet’in en büyük düşmanları olan Sabi, onların Hıristiyan kolu
olan Süryani, Emevi Yezidiliğinin Kürt uyarlaması olan Kürt Yezidiliği harmanı olan Mason İslâm’ı şeklini almıştır.
Nur Mason Locası Sembolü |
Batı karşıtı İslami geleneği dışlayan, Hıristiyanların bile
şehit olabileceklerini işleyen, Vatikan işbirlikçiliğini kutsal görüp
Vatikan’dan 1952’de takdirname alan Bitlisli Said-i Kürdi Deliüzzaman’ın
günümüz takipçisi olan, 1992’de Vatikan’dan özel takdirname alan ve papa
tarafından kabul edilen Erzurum Ermeni’si Fethullah Gülen’in kişiliğinde
oluşturulan “Gülencilik” akımı ile daha da batının köleciliğine çanak tutar
hale getirilmiştir.
Bu teslimiyetçi ve işbirlikçi yeni dinin felsefesini
savunanların kökenleri sekizinci yüzyılda peygamber Muhammet’e “Şeytan Bizbat”
dedikleri için Bağdat halifesince katline fetva verilmiş Sabi, Süryanilere
dayanmaktadır. Bu nedenle İslam ve Türk olan her şeyden nefret eden bu
işbirlikçiler doğrudan Türk ve Müslüman dünyasını yıkamayacaklarını
bildiklerinden peygamber zamanından beri yaptıkları takiye işine girmişlerdir.
Kelime-i şehadet getirip Müslüman olduklarını ilan etmişler,
Kur’an’daki bütün peygamberlerin de kendilerine gelmeleri yüzünden İslâm
kaynaklarında bulunmayan bilgilere de sahip olduklarından Müslümanlar arasında
kısa sürede yükselip din işlerinin başına getirilmişlerdir.
16. yüzyılda İngiltere devlet idaresine hâkim olan
Masonların da zihniyet kökenleri bu Sabi-Süryani inancına yani “Ay Tanrısı
Kültüne” dayanmaktadır. Yahudilik, Hıristiyanlık, Müslümanlık bu dinlerden
doğmuştur.
1565 İngiliz İspanyol savaşı resmi |
1565 yılında “yenilmez (Tıkla)” denilen İspanyol Armadasını (Donanmasını)
Manş denizinde Atlantik’in dibine gömen İngiliz donanması ile İngilizler
yeryüzünde en büyük güç olmuşlardır. Osmanlıya uzattıkları işbirlikçilik
teklifi geri çevrilmiş hatta esir düşen Fransız kralın annesi İstanbul’da çok
iyi ağırlanmış, tarihe “barbarlık timsali” olarak geçmiş olan Kanuni’nin
mektubu İngiliz kralına ulaşınca Fransa kralı serbest kalmıştır.
Ama o tarihe kadar küçük bir Knezlik olan Rus Çarlığı da
İngilizlerin dikkatini çekmiştir. İngilizlerin Rus destekçiliğine Kanuni’nin eşi
Roksana veya Hürrem Sultan’ın devletin en yüksek mevkilerine getirdiği Slav(Köle-Rusların
soyunun adı) yapılanması da eşlik etmiş, bu da yetmemiş, devlet içinde Yahudi
ve Rumların yoğunlaşmasından dolayı dışlanmış olan ve bu kavimleri sevmeyen
Ermeniler de Slavlara sempati duymaya başlamışlardır. Sonucunda Kanuni Zigetvar
Savaşında öldürülmüştür. Bu olayı takiben Rus Çarlığı büyümeye başlamıştır.
Osmanlı’nın Doğu Avrupa’da yayılması bıçak gibi kesilmiş,
Osmanlı 200 yıl içinde Balkanlara kadar gerilemiştir. Bu tarihlerden itibaren
Mason yapılanmasının egemen olduğu İngiliz İmparatorluğu yanlıları olan Sabi,
Süryani, Yezidi Arap ve Kürt devşirmeleri “İngiliz” yandaşlığına, Slav, Ermeni
ve Rumlar yani Grekler, Bulgarlar, Romenler de Rus taraftarlığına başlamışlardır.
Osmanlı bu çekişmeler içinde boğulup yıkılmıştır.
Amerika’lı Rockefeller ailesinin “Geç Uyanan Emperyalist
Almanlara” verdiği gizli sermaye ile Almanlara iki dünya savaşı çıkartmış, İkinci
Dünya Savaşına Hiroşima ve Nagazaki’ye attığı iki atom bombası ile son veren
Amerika, yeryüzünde “tek kral” olduğunu ilan edince yanına eski kral
İngiltere’yi de alarak saltanat sürmeye başladığında eski İngilizci anlayış
“İngilizci,Amerikancı” olarak adını değiştirmiştir.
İşte 1950’de Adnan Menderes’ten bu güne İngiliz-Amerikancı
olan AKPPKK yapılanması ile onlara muhalif Ergenekoncu- Rusçu yapılanma
böyle doğmuştur.
II. Abdülhamit bunlara ustaca son verip “Almancı” olarak her
iki tarafın nefretini üzerine çekmiş ve sonucunda tahttan indirilmiş ve “kazara
tekrar padişah olabilir” endişesiyle de boğdurularak öldürülmüştür. Bakmayın siz
İngilizci-Amerikancı AKPKK’lıların Abdülhamit yalakalıklarına. 1909’da
Abdülhamit’i düşürmek için yapılan iki gerici isyanda da Said-i Kürdi ve
İngilizcilerden başkası ortada yoktur. Hatta Rusçular Müslüman ve Türk takiyyesi
yapan, gerici, çarşaf-peçeci İngilizcilerin ilk isyanlarını bastıranlardır.
03 Kasım 2002’den beri tasfiye edilmeye çalışılan
“Ergenekoncu yapılanma” da bu Rusçulardır.
Gelelim bizim devleti ve ordusunu “Peygamber Ocağı” bilen ve
bu işleri bilmeyen halkımızın durumuna.
Bu millet bu işbirlikçi ihanetleri asla devletine
yakıştıramadığından her türlü savaşa, teröre, isyana karşı evlatlarını
çekinmeden vermiştir ve vermeye de devam etmektedir. Oysa her iki tarafın hangisinde
yer alsa Haçlı, köleci batı işgalciliğine hizmet ettiğini ve her olayda
kendisinin soyunun kurutulmak istendiğini işte bu bağlılığından dolayı asla
aklına getirmediğinden bu gün de AKPKK koalisyonuna gönülden oy vermeye devam
etmektedir.
Ordunun ilk tasfiyesi Atatürk’ün 10 Kasım 1938’den altı ay
iki gün sonra 12 Mayıs 1939’da “aşırı İngiliz yanlısı” olan aslen Bitlis’li
Yezidi Kürtlerinden olan İsmet İnönü’nün İngiltere ile imzaladığı
Türkiye-İngiltere Kredi Antlaşması ile olmuştur. Bu anlaşma hemen Almanya,
Fransa, İtalya, Amerika ve öteki Haçlı koalisyonu ülkelerce de tekrar
imzalanarak ülkenin bağımsızlığının ruhuna Fatiha okunmuş, buna karşı çıkan
askerler de o zaman tasfiye edilmişlerdir.
Bu tasfiye İsmet paşanın İngiltere başbakanı Churchil’den
aldığı emirlerle Sabi, Süryani, Yezidi, Ermeni köktendincilerinin yani Masonluk
dininin de temeli olan 1300 yıllık Haçlı işbirlikçilerinin iktidarı olacak olan
Demokrat Parti’nin kurulmasına zemin hazırlaması, bu yapılanmanın 14 Mayıs
1950’de iktidara getirilip Kore’ye asker göndermesine tahammül edemeyen Fevzi
Çakmak Paşanın istifasıyla son bulmuştur.
Bundan sonra gelen on yıl içinde Derin NATO devleti ele
geçirmiş, 1960 darbesini de gerçekleştirmiştir. Bunları 1971 muhtırası, 1969-1980
arası sağ-sol, Alevi-Sünni, Türk-Kürt kapışmaları, 12 Eylül 1980 darbesi, 28
Şubatlar ve diğerleri takip etmiştir. Geçen 60 yıl içinde akan kanların bütün
sorumlusu işte bu İngilizci-Amerikancılar ile Rusçular arasındaki iktidar
savaşlarıdır.
İkisi de Türk milletine hizmet etmemiştir. Ancak bu gün
şöyle bir soru Türk Milletine yol gösterebilir.
Hangisi “ehven-i şer (Kötünü iyisi)” dir?
Hangisi bu gün halkın yararınadır?
Ehven-şer olan Rusçu taraftır. Çünkü bunlar Kendilerini
Rum/Grek/Yunanlı sayan İngilizci-Amerikancı yapılanmanın düşmanlarıdır. Bunlar
onlarla olmaktansa Türk olmayı, Türkçülük yapmayı tercih ederler ki yaptıkları
da budur. Çünkü Grekler, yani Rumlar tarih boyunca Ermenileri “şeytana
tapındıkları” için soykırıma tabi tutmuşlardır. Büyük İskender’den Roma’ya,
Bizans’a hatta Osmanlı’ya kadar bu böyle olmuştur.
Türkiye Cumhuriyeti de İngiliz-Rus anlaşması ile kurulmuştur
ve Kazak Yahudi Türk’ü olan Lenin’in öldürülmesiyle Rus Nazileri, tarihte hep
yaptıkları gibi kökenleri olan Gürcülerden Tiflis papaz okulu mezunu bir rahibi
yani Stalin’i kendilerine Çar yapmışlardır. Haliyle de Türkiye karşılık olarak
İngiliz idaresine verilmiştir.
Bu tarihi gerçekler ışığında bu gün ordudan “Rusçu” tayfanın
tasfiye edilip İngilizci-Amerikancı işbirlikçilerin yani “orduyu da tasfiye
edecek olanların” iktidar olduklarını görüyoruz. Zaten polis teşkilatı da
bunların elinde olduğuna göre karşı devrim tamamlanmıştır.
Geçmişte bu “karşı devrimin” gerçekleşmesini önlemek
amacıyla, İngilizci-Amerikancı tayfanın baskı ile aralıksız geçmiş son altmış
yılın hükumetlerini elinde tutmasını fırsat bilerek polis teşkilatını
güçlendirip orduya karşı askeri güç oluşturacağından çekinilmiş ve hükumetlerin
polis teşkilatını güçlendirmesi askeriye tarafından engellenmiştir.
Böyle bir çekişmeden haberi olmayan polis teşkilatı da
haliyle orduya karşı daima kuşkulu olmuştur. İşte AKPKK yapılanması polisin bu
hoşnutsuzluğunu iyi kullanmıştır.
AKP döneminde polis teşkilatı tarihinde olmadığı kadar
güçlendirilmiştir. Bu da polis bürokratlarının sırtlarının sıvazlanması,
teşkilatın saygınlığının artması olarak görülmüş ve polisler AKP’ye kul köle
olmuşlardır.
Oysa ordunun tam olarak tasfiye edilmesi ile sonuçlanacak
işbirlikçi yıkım projesinin yani B.O.P eşbaşkanı olan bir başbakan sıfatını
polis teşkilatı kabul etmek istememektedir. Ya da bürokratlar bu yapılanmanın
elemanları olduğundan “emir-komuta ilkeleri” gereğince kimse “işimi kaybederim”
endişesiyle ses çıkarmaya cesaret edememektedir. Bir şekilde bu böyle
yürümektedir.
“Güçlü Polis Teşkilatı”, ordunun önünde yer verilmesi polis
bürokratlarını havaya sokmaktadır. Biraz da geçmişin hıncının alınmasının
verdiği mutluluk ta belki de yüreklerinin bir yerinde parlamaktadır.
Bence bunda haksız da değillerdir ama her şeyin bir yeri
vardır. Çünkü;
Ordu, devletin dışarıdan gelecek işgallere karşı savunma
yapılanmasıdır ve vazgeçilemez.
Polis teşkilatı ise, hükumetlerin projelerini
gerçekleştirebilmeleri için çıkardıkları yasaların uygulanmasından, halk
arasında asayişin yani güvenliğin sağlanmasına, devletin adaletinin halka
ulaştırılmasına kadar hukukun uygulanması için kurulmuştur. “Adaletin uzun
kolu” da denilen bu kurum tamamıyla “iç hizmet kurumudur”.
Yeryüzü tarihinde meydan muharebesine çıkmış bir polis
teşkilatı yoktur.
Ordunun işleyişi ile polis teşkilatının işleyiş ve kuruluş
amaçları bu şartları gereğince farklıdır.
Bunu en güzel Polis marşının ilk iki mısrası dile getirir:
“Hudutta ordu bekler,
Dahilde biz bekleriz….”
Olay budur.
Polisin “orduculuk oynaması” veya böyle şeylere yeltenmesi
sadece saçmalıktır.
Devletin varlık gerekçesi olan ordu, yargı, asayiş,
vergi-maliye kurumlarından asla taviz verilemez. Bunlardan birisinin
kaldırılması devletin ilgasıdır yani kaldırılmasıdır. Hiçbir polis bürokratı
çıkıp “Orduya gerek yoktur ben polisimle ordunun da işini yaparım!” diyemez. Ya
da bu manaya gelecek faaliyetlerde bulunamaz. Polis teşkilatının
modernizasyonuna evet, tamam, olsun, halka daha iyi güvenlik hizmeti
verebilecek güçlü bir güvenlik kurumuna kimse karşı çıkamaz.
Ama unutmayalım, bu gün generalleri içeri tıktırıp devleti
bölen PKK’ da 12 Eylül 1980 darbecilerinin “Türk Ordusunu Gerilla Savaşında Eğitme Projesi(Tıkla)” kapsamında kurulmuştur.
Geçen otuz yıl sonunda “modernize bir ordu” yerine “tasfiye
olan bir ordu” görmekteyiz.
Şimdi sormak gerekir:
Modernize olmakta olan bir polis teşkilatının da tasfiyesi
bir otuz yıl sürecek midir?
Bence hayır. Çünkü İngiliz-Amerikan koalisyonu yani NATO,
yüzyılda bir yeryüzünü düzenlemektedir. Afganistan’a, Irak’a, Libya’ya tam yüz
yıl sonra tekrar işgal orduları sevk edilmiş ve işgale uğramışlardır.
Libya, Tunus, Cezayir 1911’de Osmanlı’dan çıkmışlardı ve
2011’de tekrar işgal edildiler. Osmanlının işgali 1914’te Çanakkale ile
başladı ve önümüzdeki yıl bu işgal girişiminin tam “100.” yılıdır.
1300 yıllık Vatikan işbirlikçisi olan AKPKK Grek/Rum
yapılanması 1914’te olduğu gibi bu gün de üstüne düşen görevi en iyi şekilde
yapmaktadır.
Irak’ta yaptıkları insanlık suçlarından dolayı yeryüzünü
karşısına alan İngiliz-Amerikan koalisyonu bölgenin işgali için AKP ve komşu
ülkelerdeki işbirlikçilerini kullanarak “terör örgütlerini” kullanarak “yumuşak
işgal” deneyimini sürdürmektedirler.
Bush Haçlı askeri |
Yumuşak işgale karşı olan Amerika’nın Neo-Con’cu (Yeni
Muhafazakâr-Cumhuriyetçi(Tıkla)” yapılanması ise Obama yönetimini tasfiye edebilmek,
Cumhuriyetçi Bush döneminde olduğu gibi “sert ve zalim işgal” yöntemine
geçilmesi için ülkede büyük bir ekonomik krize imza atmışlardır. Son iki gün
içinde bu çabalarına son vermişlerse de işgal sert veya yumuşa şekilde
gerçekleşmektedir. Bunu da başımıza tayin ettikleri hükumetlerden yerel
yöneticilere polisinden generallerine, gazetecisinden iş adamlarına kadar
işbirlikçileriyle gerçekleştireceklerdir.
Gerçekleri gören bütün ordu mensupları zaten tasfiye
edilirken orduda kalanların da tasfiyeyi beklemeden “istifa” yöntemiyle
hükumeti çaresiz bırakacaklarını düşünerek ya da gurur meselesi yaparak istifa
etmeleri sadece “ciğeri kediye teslim etmeleri” demektir.
Resim linki |
Asker tehlikeyi görüyor ve amirinin duyarsızlığı yüzünden
nöbeti bırakıp eve gidiyorsa görevini yapmıyor demektir.
Böyle askerin de bir iş yararı olmaz.
Nöbetini tut kardeşim!
Buraya kadar açıklandığı üzere küresel bir işgal ile karşı
karşıyayız.
Kökeni her ne ırktan, dini hangi dinden olursa olsun bu gün
devletin meclisinden bürokrasisine elan hizmet veren herkesin bu devlete sahip
çıkma sorumlulukları vardır.
Geçmişin hesabını geçmişe bırakıp herkes bastığı toprağa,
hizmetle görevli bulunduğu devlete ve onların varlığına güvenen her şeyden
bihaber millete karşı sorumludurlar. Herkes taşıdığı sorumluluğa sahip
çıkmalıdır.
Bu milletin ordusunun tasfiye edilmesinden devletin 36
parçaya bölünmesine ve her birisinin boğazlara yerleşecek olan İngiliz-Amerikan
ordularından emir alacak “yerel polis/şehir ordularının idaresine verilmesine
karşı çıkmalıdır. Çünkü bu proje yeryüzünün halklarının bizimle birlikte “Haçlı
Kölesi Yapma” projesidir.
Her kim bundan cayarsa veya böyle saçmalıkların ardına
düşerse vatana ihanet etmiş sayılır.
Bu gün size mevki verenler yarın size de güvenmeyip kendi
ülkelerinden getirdikleri memurlara, sivillere sizlerin görevlerini,
zenginliklerini bir gecelik yasayla vermeyeceklerinin garantisi yoktur.
Generalleri “teröristlikten, terör örgütü kurmaktan hükümlü,
mahpushanelere tıkılmışken, 30 yıldır kan akıtan teröristleri ise gün ortası, gece
yarısı demeden devletin kurumlarını yakıp yıkarken onlarla ortak pazarlığa ve
işbirliğine girmiş bir hükumetin varlığı her vatanseveri “yerim neresidir?”
diye düşündürmelidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder