19 Ekim 2013 Cumartesi

ORDU POLİS ÇEKİŞMESİ FELAKETİ

ORDU POLİS ÇEKİŞMESİ FELAKETİ


Bu Ordu-Polis Çekişmesini, İngilizci, Amerikancı-Rusçu çekişmesi olarak ta tanımlamak mümkündür. 

Bunu anlamak için de özet bir tarihi tespitlerle başlamak konunun daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacaktır.

Adnan Menderes döneminden itibaren Kürt İslamcılığı olan Nurculuk akımının ideolojisi, kuruluşundaki İngiliz rahip ajanı Mr. Robert Frew’un katkılarıyla özü alınmış, teslimiyetçi karaktere sahip, İslâm’dan çok peygamber Muhammet’in en büyük düşmanları olan Sabi, onların Hıristiyan kolu olan Süryani, Emevi Yezidiliğinin Kürt uyarlaması olan Kürt Yezidiliği harmanı olan Mason İslâm’ı şeklini almıştır.

Nur Mason Locası Sembolü
Batı karşıtı İslami geleneği dışlayan, Hıristiyanların bile şehit olabileceklerini işleyen, Vatikan işbirlikçiliğini kutsal görüp Vatikan’dan 1952’de takdirname alan Bitlisli Said-i Kürdi Deliüzzaman’ın günümüz takipçisi olan, 1992’de Vatikan’dan özel takdirname alan ve papa tarafından kabul edilen Erzurum Ermeni’si Fethullah Gülen’in kişiliğinde oluşturulan “Gülencilik” akımı ile daha da batının köleciliğine çanak tutar hale getirilmiştir.
Bu teslimiyetçi ve işbirlikçi yeni dinin felsefesini savunanların kökenleri sekizinci yüzyılda peygamber Muhammet’e “Şeytan Bizbat” dedikleri için Bağdat halifesince katline fetva verilmiş Sabi, Süryanilere dayanmaktadır. Bu nedenle İslam ve Türk olan her şeyden nefret eden bu işbirlikçiler doğrudan Türk ve Müslüman dünyasını yıkamayacaklarını bildiklerinden peygamber zamanından beri yaptıkları takiye işine girmişlerdir.

Kelime-i şehadet getirip Müslüman olduklarını ilan etmişler, Kur’an’daki bütün peygamberlerin de kendilerine gelmeleri yüzünden İslâm kaynaklarında bulunmayan bilgilere de sahip olduklarından Müslümanlar arasında kısa sürede yükselip din işlerinin başına getirilmişlerdir.

16. yüzyılda İngiltere devlet idaresine hâkim olan Masonların da zihniyet kökenleri bu Sabi-Süryani inancına yani “Ay Tanrısı Kültüne” dayanmaktadır. Yahudilik, Hıristiyanlık, Müslümanlık bu dinlerden doğmuştur.
1565 İngiliz İspanyol savaşı resmi
1565 yılında “yenilmez (Tıkla)” denilen İspanyol Armadasını (Donanmasını) Manş denizinde Atlantik’in dibine gömen İngiliz donanması ile İngilizler yeryüzünde en büyük güç olmuşlardır. Osmanlıya uzattıkları işbirlikçilik teklifi geri çevrilmiş hatta esir düşen Fransız kralın annesi İstanbul’da çok iyi ağırlanmış, tarihe “barbarlık timsali” olarak geçmiş olan Kanuni’nin mektubu İngiliz kralına ulaşınca Fransa kralı serbest kalmıştır.

Ama o tarihe kadar küçük bir Knezlik olan Rus Çarlığı da İngilizlerin dikkatini çekmiştir. İngilizlerin Rus destekçiliğine Kanuni’nin eşi Roksana veya Hürrem Sultan’ın devletin en yüksek mevkilerine getirdiği Slav(Köle-Rusların soyunun adı) yapılanması da eşlik etmiş, bu da yetmemiş, devlet içinde Yahudi ve Rumların yoğunlaşmasından dolayı dışlanmış olan ve bu kavimleri sevmeyen Ermeniler de Slavlara sempati duymaya başlamışlardır. Sonucunda Kanuni Zigetvar Savaşında öldürülmüştür. Bu olayı takiben Rus Çarlığı büyümeye başlamıştır.

Osmanlı’nın Doğu Avrupa’da yayılması bıçak gibi kesilmiş, Osmanlı 200 yıl içinde Balkanlara kadar gerilemiştir. Bu tarihlerden itibaren Mason yapılanmasının egemen olduğu İngiliz İmparatorluğu yanlıları olan Sabi, Süryani, Yezidi Arap ve Kürt devşirmeleri “İngiliz” yandaşlığına, Slav, Ermeni ve Rumlar yani Grekler, Bulgarlar, Romenler de Rus taraftarlığına başlamışlardır. Osmanlı bu çekişmeler içinde boğulup yıkılmıştır.

Amerika’lı Rockefeller ailesinin “Geç Uyanan Emperyalist Almanlara” verdiği gizli sermaye ile Almanlara iki dünya savaşı çıkartmış, İkinci Dünya Savaşına Hiroşima ve Nagazaki’ye attığı iki atom bombası ile son veren Amerika, yeryüzünde “tek kral” olduğunu ilan edince yanına eski kral İngiltere’yi de alarak saltanat sürmeye başladığında eski İngilizci anlayış “İngilizci,Amerikancı” olarak adını değiştirmiştir.

İşte 1950’de Adnan Menderes’ten bu güne İngiliz-Amerikancı olan AKPPKK yapılanması ile onlara muhalif Ergenekoncu- Rusçu yapılanma böyle doğmuştur.
II. Abdülhamit bunlara ustaca son verip “Almancı” olarak her iki tarafın nefretini üzerine çekmiş ve sonucunda tahttan indirilmiş ve “kazara tekrar padişah olabilir” endişesiyle de boğdurularak öldürülmüştür. Bakmayın siz İngilizci-Amerikancı AKPKK’lıların Abdülhamit yalakalıklarına. 1909’da Abdülhamit’i düşürmek için yapılan iki gerici isyanda da Said-i Kürdi ve İngilizcilerden başkası ortada yoktur. Hatta Rusçular Müslüman ve Türk takiyyesi yapan, gerici, çarşaf-peçeci İngilizcilerin ilk isyanlarını bastıranlardır.
03 Kasım 2002’den beri tasfiye edilmeye çalışılan “Ergenekoncu yapılanma” da bu Rusçulardır.

Gelelim bizim devleti ve ordusunu “Peygamber Ocağı” bilen ve bu işleri bilmeyen halkımızın durumuna.
Bu millet bu işbirlikçi ihanetleri asla devletine yakıştıramadığından her türlü savaşa, teröre, isyana karşı evlatlarını çekinmeden vermiştir ve vermeye de devam etmektedir. Oysa her iki tarafın hangisinde yer alsa Haçlı, köleci batı işgalciliğine hizmet ettiğini ve her olayda kendisinin soyunun kurutulmak istendiğini işte bu bağlılığından dolayı asla aklına getirmediğinden bu gün de AKPKK koalisyonuna gönülden oy vermeye devam etmektedir.

Ordunun ilk tasfiyesi Atatürk’ün 10 Kasım 1938’den altı ay iki gün sonra 12 Mayıs 1939’da “aşırı İngiliz yanlısı” olan aslen Bitlis’li Yezidi Kürtlerinden olan İsmet İnönü’nün İngiltere ile imzaladığı Türkiye-İngiltere Kredi Antlaşması ile olmuştur. Bu anlaşma hemen Almanya, Fransa, İtalya, Amerika ve öteki Haçlı koalisyonu ülkelerce de tekrar imzalanarak ülkenin bağımsızlığının ruhuna Fatiha okunmuş, buna karşı çıkan askerler de o zaman tasfiye edilmişlerdir.

Bu tasfiye İsmet paşanın İngiltere başbakanı Churchil’den aldığı emirlerle Sabi, Süryani, Yezidi, Ermeni köktendincilerinin yani Masonluk dininin de temeli olan 1300 yıllık Haçlı işbirlikçilerinin iktidarı olacak olan Demokrat Parti’nin kurulmasına zemin hazırlaması, bu yapılanmanın 14 Mayıs 1950’de iktidara getirilip Kore’ye asker göndermesine tahammül edemeyen Fevzi Çakmak Paşanın istifasıyla son bulmuştur.

Bundan sonra gelen on yıl içinde Derin NATO devleti ele geçirmiş, 1960 darbesini de gerçekleştirmiştir. Bunları 1971 muhtırası, 1969-1980 arası sağ-sol, Alevi-Sünni, Türk-Kürt kapışmaları, 12 Eylül 1980 darbesi, 28 Şubatlar ve diğerleri takip etmiştir. Geçen 60 yıl içinde akan kanların bütün sorumlusu işte bu İngilizci-Amerikancılar ile Rusçular arasındaki iktidar savaşlarıdır.

İkisi de Türk milletine hizmet etmemiştir. Ancak bu gün şöyle bir soru Türk Milletine yol gösterebilir.
Hangisi “ehven-i şer (Kötünü iyisi)” dir?
Hangisi bu gün halkın yararınadır?
Ehven-şer olan Rusçu taraftır. Çünkü bunlar Kendilerini Rum/Grek/Yunanlı sayan İngilizci-Amerikancı yapılanmanın düşmanlarıdır. Bunlar onlarla olmaktansa Türk olmayı, Türkçülük yapmayı tercih ederler ki yaptıkları da budur. Çünkü Grekler, yani Rumlar tarih boyunca Ermenileri “şeytana tapındıkları” için soykırıma tabi tutmuşlardır. Büyük İskender’den Roma’ya, Bizans’a hatta Osmanlı’ya kadar bu böyle olmuştur.

Türkiye Cumhuriyeti de İngiliz-Rus anlaşması ile kurulmuştur ve Kazak Yahudi Türk’ü olan Lenin’in öldürülmesiyle Rus Nazileri, tarihte hep yaptıkları gibi kökenleri olan Gürcülerden Tiflis papaz okulu mezunu bir rahibi yani Stalin’i kendilerine Çar yapmışlardır. Haliyle de Türkiye karşılık olarak İngiliz idaresine verilmiştir.

Bu tarihi gerçekler ışığında bu gün ordudan “Rusçu” tayfanın tasfiye edilip İngilizci-Amerikancı işbirlikçilerin yani “orduyu da tasfiye edecek olanların” iktidar olduklarını görüyoruz. Zaten polis teşkilatı da bunların elinde olduğuna göre karşı devrim tamamlanmıştır.

Geçmişte bu “karşı devrimin” gerçekleşmesini önlemek amacıyla, İngilizci-Amerikancı tayfanın baskı ile aralıksız geçmiş son altmış yılın hükumetlerini elinde tutmasını fırsat bilerek polis teşkilatını güçlendirip orduya karşı askeri güç oluşturacağından çekinilmiş ve hükumetlerin polis teşkilatını güçlendirmesi askeriye tarafından engellenmiştir. 

Böyle bir çekişmeden haberi olmayan polis teşkilatı da haliyle orduya karşı daima kuşkulu olmuştur. İşte AKPKK yapılanması polisin bu hoşnutsuzluğunu iyi kullanmıştır.
AKP döneminde polis teşkilatı tarihinde olmadığı kadar güçlendirilmiştir. Bu da polis bürokratlarının sırtlarının sıvazlanması, teşkilatın saygınlığının artması olarak görülmüş ve polisler AKP’ye kul köle olmuşlardır.

Oysa ordunun tam olarak tasfiye edilmesi ile sonuçlanacak işbirlikçi yıkım projesinin yani B.O.P eşbaşkanı olan bir başbakan sıfatını polis teşkilatı kabul etmek istememektedir. Ya da bürokratlar bu yapılanmanın elemanları olduğundan “emir-komuta ilkeleri” gereğince kimse “işimi kaybederim” endişesiyle ses çıkarmaya cesaret edememektedir. Bir şekilde bu böyle yürümektedir.

“Güçlü Polis Teşkilatı”, ordunun önünde yer verilmesi polis bürokratlarını havaya sokmaktadır. Biraz da geçmişin hıncının alınmasının verdiği mutluluk ta belki de yüreklerinin bir yerinde parlamaktadır.
Bence bunda haksız da değillerdir ama her şeyin bir yeri vardır. Çünkü;
Ordu, devletin dışarıdan gelecek işgallere karşı savunma yapılanmasıdır ve vazgeçilemez.

Polis teşkilatı ise, hükumetlerin projelerini gerçekleştirebilmeleri için çıkardıkları yasaların uygulanmasından, halk arasında asayişin yani güvenliğin sağlanmasına, devletin adaletinin halka ulaştırılmasına kadar hukukun uygulanması için kurulmuştur. “Adaletin uzun kolu” da denilen bu kurum tamamıyla “iç hizmet kurumudur”.
Yeryüzü tarihinde meydan muharebesine çıkmış bir polis teşkilatı yoktur.
Ordunun işleyişi ile polis teşkilatının işleyiş ve kuruluş amaçları bu şartları gereğince farklıdır.

Bunu en güzel Polis marşının ilk iki mısrası dile getirir:
“Hudutta ordu bekler,
Dahilde biz bekleriz….”
Olay budur.

Polisin “orduculuk oynaması” veya böyle şeylere yeltenmesi sadece saçmalıktır.
Devletin varlık gerekçesi olan ordu, yargı, asayiş, vergi-maliye kurumlarından asla taviz verilemez. Bunlardan birisinin kaldırılması devletin ilgasıdır yani kaldırılmasıdır. Hiçbir polis bürokratı çıkıp “Orduya gerek yoktur ben polisimle ordunun da işini yaparım!” diyemez. Ya da bu manaya gelecek faaliyetlerde bulunamaz. Polis teşkilatının modernizasyonuna evet, tamam, olsun, halka daha iyi güvenlik hizmeti verebilecek güçlü bir güvenlik kurumuna kimse karşı çıkamaz.

Ama unutmayalım, bu gün generalleri içeri tıktırıp devleti bölen PKK’ da 12 Eylül 1980 darbecilerinin “Türk Ordusunu Gerilla Savaşında Eğitme Projesi(Tıkla)” kapsamında kurulmuştur.
Geçen otuz yıl sonunda “modernize bir ordu” yerine “tasfiye olan bir ordu” görmekteyiz.

Şimdi sormak gerekir:
Modernize olmakta olan bir polis teşkilatının da tasfiyesi bir otuz yıl sürecek midir?
Bence hayır. Çünkü İngiliz-Amerikan koalisyonu yani NATO, yüzyılda bir yeryüzünü düzenlemektedir. Afganistan’a, Irak’a, Libya’ya tam yüz yıl sonra tekrar işgal orduları sevk edilmiş ve işgale uğramışlardır.
Libya, Tunus, Cezayir 1911’de Osmanlı’dan çıkmışlardı ve 2011’de tekrar işgal edildiler. Osmanlının işgali 1914’te Çanakkale ile başladı ve önümüzdeki yıl bu işgal girişiminin tam “100.” yılıdır.
1300 yıllık Vatikan işbirlikçisi olan AKPKK Grek/Rum yapılanması 1914’te olduğu gibi bu gün de üstüne düşen görevi en iyi şekilde yapmaktadır.

Irak’ta yaptıkları insanlık suçlarından dolayı yeryüzünü karşısına alan İngiliz-Amerikan koalisyonu bölgenin işgali için AKP ve komşu ülkelerdeki işbirlikçilerini kullanarak “terör örgütlerini” kullanarak “yumuşak işgal” deneyimini sürdürmektedirler.
Bush Haçlı askeri
Yumuşak işgale karşı olan Amerika’nın Neo-Con’cu (Yeni Muhafazakâr-Cumhuriyetçi(Tıkla)” yapılanması ise Obama yönetimini tasfiye edebilmek, Cumhuriyetçi Bush döneminde olduğu gibi “sert ve zalim işgal” yöntemine geçilmesi için ülkede büyük bir ekonomik krize imza atmışlardır. Son iki gün içinde bu çabalarına son vermişlerse de işgal sert veya yumuşa şekilde gerçekleşmektedir. Bunu da başımıza tayin ettikleri hükumetlerden yerel yöneticilere polisinden generallerine, gazetecisinden iş adamlarına kadar işbirlikçileriyle gerçekleştireceklerdir.

Gerçekleri gören bütün ordu mensupları zaten tasfiye edilirken orduda kalanların da tasfiyeyi beklemeden “istifa” yöntemiyle hükumeti çaresiz bırakacaklarını düşünerek ya da gurur meselesi yaparak istifa etmeleri sadece “ciğeri kediye teslim etmeleri” demektir.
Resim linki

Asker tehlikeyi görüyor ve amirinin duyarsızlığı yüzünden nöbeti bırakıp eve gidiyorsa görevini yapmıyor demektir.
Böyle askerin de bir iş yararı olmaz.
Nöbetini tut kardeşim!

Buraya kadar açıklandığı üzere küresel bir işgal ile karşı karşıyayız.
Kökeni her ne ırktan, dini hangi dinden olursa olsun bu gün devletin meclisinden bürokrasisine elan hizmet veren herkesin bu devlete sahip çıkma sorumlulukları vardır.
Geçmişin hesabını geçmişe bırakıp herkes bastığı toprağa, hizmetle görevli bulunduğu devlete ve onların varlığına güvenen her şeyden bihaber millete karşı sorumludurlar. Herkes taşıdığı sorumluluğa sahip çıkmalıdır.

Bu milletin ordusunun tasfiye edilmesinden devletin 36 parçaya bölünmesine ve her birisinin boğazlara yerleşecek olan İngiliz-Amerikan ordularından emir alacak “yerel polis/şehir ordularının idaresine verilmesine karşı çıkmalıdır. Çünkü bu proje yeryüzünün halklarının bizimle birlikte “Haçlı Kölesi Yapma” projesidir.
Her kim bundan cayarsa veya böyle saçmalıkların ardına düşerse vatana ihanet etmiş sayılır.

Bu gün size mevki verenler yarın size de güvenmeyip kendi ülkelerinden getirdikleri memurlara, sivillere sizlerin görevlerini, zenginliklerini bir gecelik yasayla vermeyeceklerinin garantisi yoktur.
Generalleri “teröristlikten, terör örgütü kurmaktan hükümlü, mahpushanelere tıkılmışken, 30 yıldır kan akıtan teröristleri ise gün ortası, gece yarısı demeden devletin kurumlarını yakıp yıkarken onlarla ortak pazarlığa ve işbirliğine girmiş bir hükumetin varlığı her vatanseveri “yerim neresidir?” diye düşündürmelidir.

Takdir okuyucularındır.
Alaeddin Yavuz
keykubat /adilyargic/ adilyargicc



Hiç yorum yok: