İÇKİ AYETLERİNİN SİYASİLİĞİ
İçki konusunda dinlerin hiç birisinde kesin bir yasaklama
yoktur. Hıristiyanların Katolikleri okunmuş yani kutsanmış şarapla çocuklarını
ve dine yeni girenleri vaftiz (yıkama) ile arındırarak dine kabullerini
sağlarlar. Yeryüzünde her millet içki içer. Buna rağmen her millet içkinin
akıllıca tüketilmediğinde verdiği zararları bilir ve kendilerine göre
tedbirlerini alırlar. Dünyanın her ülkesinde rahatça tüketilen içkiler onu
tüketmenin de kültürünü yaratmıştır.
Serhoşluk olayları her millette olmasına
rağmen Müslüman ülkelerdeki kadar içler acısı sonuçlar yaratmazlar. Çünkü
Müslüman ülkelerde içki yasaklandığından içki içme kültürü körelmiştir. Bu da “içkinin kötülenmesinde”
kullanılmıştır. Dünyada kişi başına tüketilen içki oranı yılda 15 litreye
ulaşan ülkelere rağmen bu ülkelerde içki yasağına rastlanılmazken ülkemizde
kişi başına yıllık ortalama “1,5” Litre iken “içki yasağı” şampiyonu siyasi
iktidarlarımız tarihe bu yasaklarıyla şan (!) vermişlerdir.
İçkinin çok tüketildiği Ege, Marmara ve kuzey ve güney
Anadolu bölgelerinde serhoşluk olayları daha düşük iken, içki düşmanlığının
yoğun olduğu güney doğu Anadolu bölgelerinde ise daha fazladır.
İçkinin yeryüzünde bütün milletlerde içilmesi gayet
doğaldır. Hatta İslamiyet’te de öyledir.
Nasıl mı?
Elmalılı Hamdi Yazır’ın 1935’lerde yaptığı Kur’an
tefsirinde* Kur’an’ın günümüz düzenlemesine göre “16.” Sırada yer alan iniş
sırasına göre de “70.” Sıradadır. İçki
konusunda Tevrat’tan Kur’an’a Allah’ın da kafası karışıktır. Tevrat konusuna
sonra gireceğiz.
İçki konusunda tanrının da kafası karışık olduğu gibi
inananların da kafaları karışıktır ve aşağıda okuyacağınız tefsir alıntılarında
“içki yasağını” peygamber Muhammed önermemiş daha çok ileri gelen İslâm
büyüklerinden bazılarının aşırı ısrarlarla peygamberi zorlamaları ile içki
yasağını belirleyen ayetler inmiştir.
Bu konuyu kendisinden önceki İslâm bilginlerinden derleyen
Elmalılı hocanın derlediği bilgilere bakalım;
“”Elmalılı Hamdi Yazır Kur’an Nah Suresi tefsirinde; “Nahl
sûresi 128 (yüz yirmi sekiz) âyet olup, son üç âyeti Medine'de, diğerleri
Mekke'de inmiştir. 68. âyette bal arısından söz edildiği için sûreye bu ad
verilmiştir.” Demektedir.
Nahl aynı zamanda Arap dilinde “Nahle” olarak yazıldığında
ve söylendiğinde Hurma da demektir.
Bence ayetin adı bal gibi tatlı olan “Hurma” meyvesine işaret
etmektedir. Hurmadan da rakı, şarap yapılmaktadır. Bu surenin “67’nci ayetinin
ilk cümlesi olan “Hurma ve üzüm ağaçlarının meyvalarından da hem içki, hem de
güzel gıdalar edinirsiniz.“ ayeti gereğince Müslümanlara içki serbestti. Ayet
bütünüyle şöyledir;
“16:67 - Hurma ve
üzüm ağaçlarının meyvalarından da hem içki, hem de güzel gıdalar edinirsiniz.
Şüphesiz ki bunda aklını kullanan kimseler için büyük bir ibret vardır.”…
…İslâm dininde şarabın ve sarhoşluk verici nesnelerin yasak
edilmesi tedricen (aşama ile) olmuştur. İslâm'ın geldiği ilk zamanlar, henüz
şarap mübahtı. Bu konuda derece derece dört âyet inmiştir. Önce Mekke'de,
"Hurma bahçelerinin ve üzüm bağlarının meyvelerinden de, hem bir sarhoşluk
verici şey çıkarırsınız, hem de bir güzel rızık." (Nahl, 16/67) âyeti
inmişti. O zaman Müslümanlar da içerler, Hz. Peygamber ses çıkarmazdı.
İkinci olarak yukarıda geçtiği üzere Hz. Ömer, Muaz ve diğer
bazı sahabelerin, "Ey Allah'ın Resulü, şarap hakkında bize bir fetva ver,
çünkü o aklı gideriyor." diye hükmünü sormaları üzerine bu âyet indi ve
ilk haram kılma bununla başladı.
Bakara Suresi 2:219-Ey Muhammed! Sana şarap içmeyi ve kumar
oynamayı, şarabı ve kumarı soruyorlar. Bunu soranlar Hz. Ömer ve Muaz ile
birlikte sahabeden birtakım kişilerdi. "Ya Resulallah şarap hakkında bize
bir fetva ver, çünkü aklı gideriyor." dediler ve bu âyet indi.
Bu âyette yasaklık açık olmakla birlikte caiz olma ihtimali
de yok değildi. Bunun üzerine hemen terk edenler bulunduğu gibi, henüz terk
etmeyenler de vardı. Sonra bir namaz olayı üzerine, "Ey iman edenler!
Sarhoş iken namaza yaklaşmayın." (Nisa, 4/43) âyeti indi. Bunun üzerine içenler
pek azaldı ise de yine vardı…
…Bir gün İtban b. Mâlik, Sa'd b. Ebi Vakkas ile beraber
birkaç kişiyi davet etmiş, içki içmişler, sarhoş oldukları zaman, övünmeye ve
şiir söylemeye başlamışlar. Bu sırada Sa'd, Ensardan birinin hicvini (şiir yolu
ile yerme) konu alan bir şiir okumuş, o da bir çene kemiği ile ona vurup başını
yarmıştı.
Bundan dolayı Sa'd, Hz. Peygambere giderek şikâyet etmiş,
bunun üzerine Resulullah'ın: "Allahım! Şarap hakkında bize yeterli beyanda
bulun!" diye, dua etmesi üzerine Mâide Sûresindeki: "Ey iman edenler!
İçki, kumar, putlar ve fal okları hep şeytanın işinden olan murdar bir şeydir.
O halde ondan kaçının ki kurtuluşa eresiniz. İçki ile kumarda şeytan sırf
aranıza düşmanlık ve kin düşürmeyi ve sizi Allah'ı anmaktan ve namaz kılmaktan
alıkoymayı ister. Artık vaz geçiyorsunuz değil mi?" (Maide, 5/90,91) âyetleri
inmiş ve bununla şarabın haramlığı son derece şiddetli bir şekilde
yasaklanmıştır.
Hz. Ömer bunu dinleyince, "İnteheynâ ya Rabbî"
yani tamamen vazgeçtik ya Rabbî demiştir. Hz. Ali'nin: "Bir kuyuya bir
damla şarap düşse, sonra oraya bir minare yapılsa, o minarede ezan okumazdım ve
bir damla şarap bir denize düşse sonra o deniz kuruyup da yerinde otlar bitse
orada hayvan gütmezdim." dediği, Abdullah b. Ömer hazretlerinin de: "Bir
parmağımı şaraba sokmuş olsam, o parmak bende kalmazdı, yani keser atardım."
dediği nakledilmiştir ki ilâhî emir üzerine Resulullah'ın ashabının, ne büyük
iman ve takvaları bulunduğunu anlamalıdır. Allah cümlesinden razı olsun…
Şarap ve Alkol hakkında yapılan tartışmalar;
“…Demek olur ki Kur'ân âyeti üzüm şarabının aynen, haramlığında
kesin hüküm ifade eder. Bu âyetin diğer sarhoşluk verici nesneleri kapsamına
alması sözcük olarak değil haramlığın hikmeti olan "sarhoşluk verme"
sebebi dolayısıyla ve hadisi şeriflerin açıklamaları iledir. Kur'ân'daki
sözcüklerin genel anlam ifade etmesi muhtemel ise de, özel anlamda olduğu gibi
kesinlik ifade etmez.
Buna göre, İslâm dininde genel olarak sarhoşluk veren
şeylerin, sarhoşluk verici olarak kullanılmaları haram; fakat üzüm şarabı aynen
ve mutlak olarak haramdır. Ve bunu inkar eden kâfirdir. Üzüm şarabının ve
bundan yapılmış olan sarhoşluk verici şeylerin, bizzat kendisi necistir.
Öbürlerinin ise necis olması şüphelidir. Mesela üzerine
şarab, şampanya, rakı, konyak dökülmüş olanlar, her halde yıkamadıkça namaz
kılamazlar. Fakat üzüm şarabından yapılmış olmayan ispirto, bira ve diğer
sarhoşluk verici şeyler içilemezse de elbiseye veya bedene sürülmesi de namaza
engel olur diye iddia edilemez.
Ebu Hanife hazretleri (Sünni Mezhebinin kurucusu) bu şekilde
şaraptan başka sarhoşluk veren şeylerin bizzat kendisinin ve damlasının necis
ve haram olmadığına ve dolayısıyla sarhoş etme derecesine varmaksızın,
fasıklara ve kâfirlere benzeme kastı da bulunmaksızın, kuvvet için az bir
miktarda içilmesinin caiz olabileceğini söylemiş ise de, "Fethu'l-Kadîr"
de "Kitabu'l-Eşribe"de açıklandığı üzere, üç mezheb ile Hanefi
mezhebinde dahi tercih edilen, "Çoğu sarhoşluk veren şeyin azı da haramdır."
hadis-i şerifi gereğince, çoğu sarhoş edenin azının da haram olmasıdır…
Alkol Konusu;
…Şer'an içme açısından bütün sarhoş edici şeyler, âyetin
genel anlamı ile hamr (içki)dır.
HAMR: Âyet metninde yer alan "hamr" kelimesi,
örtmek anlamına masdar olduğu halde, çiğ üzüm şırasından keskinleşmiş ve
köpüğünü atmış olan şaraba isim olmuştur. Çünkü şarab aklı bürüyüp örter ve bir
deyim ile, kafayı dumanlar ki buna "humar" denilir.
|
Endülüs eseri Granada'daki El Hamra (Şarap) Sarayı |
"Hamr" kelimesinin bu üzüm şarabına isim olarak
verilmesi özel bir isimlendirmedir. Bu nedenle "hamr" kelimesi bir de
genel olarak akla humar veren, yani "kafayı dumanlandıran şey" anlamına
kullanılır ki bu mânâya göre sarhoşluk veren şeylerin hepsi "hamr"dır.
İbnü Ömer hazretlerinden rivayet edilmiştir ki şarabı haram
kılan âyet indiği gün, şarap beş şeyden: üzümden, hurmadan buğdaydan, arpadan,
darıdan idi. Ve hamr, aklı bürüyüp örten demektir.
Ebu Davud'da Numan b. Beşir'den rivayet olunduğu üzere, Resulullah
(s.a.v.) buyurmuştur ki: "Üzümden bir şarap, hurmadan bir şarap, baldan
bir şarap, buğdaydan bir şarap, arpadan bir şarap vardır." demektir.
Buna dayanarak İmam Mâlik ve Şâfiî ve bunlardan önce veya
sonra gelmiş birçok âlimler ve fıkıhçılar, Kur'ân'daki hamr (şarab)ın genel anlamı
ile mutlak olarak sarhoşluk verici demek olduğuna ve dolayısıyla her çeşit
sarhoşluk verici nesnelerin Kur'ân âyeti ile aynen haram bulunduğuna ve her
birinin yalnız sarhoşluk verme derecesi değil, damlalarının bile içilmesinin ve
kullanılmasının, alınıp satılmasının asla caiz olamayacağına hükmetmişlerdir.
Günümüzün fen bilimcilerinin, Kimya ilmine göre düşünceleri
de "ihtimar" (kendiliğinden köpürüp kabarma, ekşiyip mayalanma)
denilen kimyasal bir olay olma itibarıyla, her çeşit sarhoşluk vericinin hamr
özelliğinde ortak olmasıdır ki buna Arapça "el-kuhl" kelimesinin
Frenkleştirilmişi olan "alkol", "el-küûl" veya sadece
"küûl" derler.
Bu, hamrın genel anlamına uygun ise de, aynı zamanda özel
anlamının esas olduğuna da işaret etmektedir.
Doktorluk ve tedavi açısından konuya bakınca, bu açıdan
konu, "Kim mecbur kalırsa, diğerinin hakkına tecavüz etmemek ve zaruret
miktarını geçmemek şartı ile..." (Bakara, 2/173) ruhsatına uyarak, zaruret
ve zaruret hükmünde bulunan ihtiyaç meselelerin den birisi olur…
Buraya kadar Sabilerin 5.500 yıldır “Hamra” adını
verdikleri, kendi diktikleri bağlardan yetiştirdikleri üzüm şarabından Kur’an’ın
indiği Hicaz Araplarının “Hamr” veya “Hamra” sına kadar şarap ve keyif
vericiliğinden serhoş edici etkilerine ve tıptaki gereksinimine kadar yapılan
tartışmaları okuduk.
Bunlardan şarap ve öteki serhoş edici içkilerin, önce “Nahl
16:67” ayetindeki “meth/ övülmesinden, sonra yerilerek “haram” olduklarının
işlenmesine tanık olduk. Gördük ki, Kur’an’ın tanrısı Allah’ın da “içki
konusunda” kulları kadar kafası karışıktır.
Bu karışıklık Tevrat’ta da aynen yer almıştır.
-“Tevrat ve İncil bizi bağlamaz!” diyenlere de Kur’an’ın verdiği
cevapları hatırlatalım;
Bakara Suresi 2: 106-“Biz bir yenisini, ya da benzerini getirmedikçe veya unutturmadıkça, bir
ayeti yürürlükten kaldırmayız. Allah’ın her şeye gücü yeter.” (Elmalılı
Hamdi Yazır Meali)
Aynı Surenin aynı ayeti Yaşar Nuri Öztürk Mealinden;
2: 106. “Biz bir
ayeti siler, unutturur veya ertelersek ondan daha iyisini veya onun bir
benzerini getiririz. Allah'ın her şeye gücü yeter olduğunu bilmedin
mi?” İkinci çeviri kafaları daha da karıştırır cinsten ise de temel ilke
birdir. O da;
“Kur’an Allah’ın eski kitaplarda verdiği emirlerin
bozulmuşlarını düzelten ve gelişen toplumların ihtiyaçlarına göre “yeni
emirlerin” iletildiği bir kitaptır.” Bu ilke gereğince “Kur’an’da düzeltilmemiş
Tevrat, Zebur, İncil ayetlerindeki emirler için de bu kitaplar Kur’an ile
birlikte okunmalıdır.
Beğenmediniz mi? O zaman Kur’an Bakara Suresinde gene devam
ediyor;
2: 136-“Deyin ki; Allah’a, bize indirilene, İbrahim’e,
İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve torunlarına indirilene , Musa ve İsa’ya
verilene ve diğer peygamberlere Rableri
tarafından verilene inanırız.
Ve onlar arasında asla ayırım da
yapmayız. Biz Allah’a teslim olanlarız.” (Elmalılı H. Yazır meali)
Bu da Yaşar Nuri
Mealinden;
2: 136. Şöyle deyin: "Allah'a, bize
indirilene, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a, onun torunlarına indirilene,
Mûsa'ya ve İsa'ya verilene ve diğer nebilere verilene inandık. Bunlar arasından
hiç kimseyi ayırmayız. Biz yalnız O'na/Allah'a teslim olanlarız."
Yeterince açık değil mi? Muhammet öncesi peygamberlere ve kitaplarına indirilenlere
inanırız ve aralarında ayırım yapmayız!” ifadesi kesin bir ifadedir.
Ali İmran Suresi de bunu doğrulamaktadır;
3:3. “O, sana Kitap'ı, önündekileri
tasdikleyici olarak hak bir yoldan indirdi. Tevrat'ı ve İncil'i de indirmişti.”
3:4. “Daha önce insanlara bir yol gösterici olarak Furkan'ı da
indirdi. Şu bir gerçek ki, Allah'ın ayetlerini örtüp inkâr edenler için
şiddetli bir azap vardır. Ve Allah hem Azîz'dir hem intikam alıcı...”
Ve Maide Suresi;
5: 68. “De ki: "Ey
Ehlikitap! Siz, Tevrat'ı, İncil'i ve
Rabbinizden size indirileni tam uygulamadıkça hiçbir şey değilsiniz."
Rabbinden sana indirilen, onlardan birçoğunun küfür ve azgınlığını elbette
artıracaktır. Küfre batan topluluk için tasalanma artık.” (Y.Nuri Meali)
Bu ayet, Tevrat, İncil ve Kur’an’ı birlikte okumadıkça bir Müslümanın
temeli olmayacağını ve “hiçbir şey” olmayacaklarını söylemektedir.
69. “Şu bir gerçek ki, iman edenler, Yahudiler,
Sâbiîler ve Hıristiyanlardan Allah'a ve âhiret gününe inanıp hayra ve
barışa yönelik iş yapanlar için korku yoktur. Tasalanmayacaklardır onlar.” (Y.Nuri
Meali)
Bu ayet de geçmişi 5.500 yıl gerilere uzanan, İbrahim peygamberin de
kendilerine gönderildiği Irak Sabilerini yani, “tanrılarının put ve resimlerini
yapmadan tapınan” Hanif Sabileri
dahi kast etmektedir. Çünkü birçok surede İbrahim’in “Hanif” olduğu vurgulanır.
Putperest Sabiler olan Ürdün, Suriye Sabileri ile günümüzün Hz. Yahya
Hıristiyanları olduklarını söyleyen Süryaniler ile aynı kitabın benzeri Habeş
İnciline inanan Gregoryen Ermeniler bu ayete dâhil değildirler.
Şimdi Kur’an’ın kendinden önceki kitapları doğrulayan bir kitap olduğu ve
Kur’an’ı anlamak için öncekilerle birlikte okunması gereğinin “Kur’an Emri”
olduğunu bilmeyenler de öğrenmiş oldular.
Önce şöyle de soralım;
“Allah kaç şişe rakı ile serhoş olur?”
Ya da;
“Allah’a ne kadar alkol yeter?"
Cevabını da Tevrat’tan alalım.
Tevrat’ta daha Mısır’dan yeni kurtulmuş Musa halkı olan “İlk Yahudilere” her
gün yapılması gereken sunuları sayarken, kendisine her gün “içki sunmasını emreden!” Allah’ın ayetini okuyalım;
Bu ayet Tevrat’ın çevirisinden değişiklik yapılmadan alınmıştır;
Tevrat’ta Allah’a Yapılacak Günlük
Sunular;
(Çık.29:38-46)
Çölde Sayım;
BÖLÜM 28
Say.28: 7 Kuzuyla birlikte dökmelik sunu olarak dörtte bir hin*fh* içki sunacaksınız. Dökmelik
sunuyu RAB için kutsal yerde dökeceksiniz.”
*Fh*Çevirmenin Notu- 28:5,7
"Dörtte bir hin": Yaklaşık
0.9 lt.
“Dörtte bir Hin” yani, “09 litre tam olarak 900 cl (Santilitre)” günümüzün
tabiriyle “Bir 70’lik şişe ile bir de “düdük” olarak anılan “20 cl’lik” şişe
kadar içki sunusu Allah’ın emridir. Allah’a da günde yaklaşık “1Lt” alkol
yetiyor diyebiliriz.
Günde bir “70cl” ile bir “20cl” lik alkol ile kafa yapmayı tercih eden bir
tanrının yukarıda Kur’an’da Nahl (Hurma, Bal, Bal arısı) Suresi “67.” Ayetinde ““16:67
- Hurma ve üzüm ağaçlarının meyvalarından da hem içki, hem de güzel gıdalar edinirsiniz. Şüphesiz ki bunda aklını kullanan
kimseler için büyük bir ibret vardır.”… “
“içkinin güzel rızık/gıda “olduğunu ifade etmesi ne kadar doğaldır.
Kimse beni suçlamasın!
Çünkü Tevrat'ı, Kur'an'ı ben yazmadım!
Ben sadece Kur'an'ın emri olan "aklı olanlar, aklını kullananlar" ayetlerine göre aklımı kullandım.
Beğenmediyseniz siz de kendinize hoş gelecek şekilde kullanın. Bir şey diyen mi var?
Ama gelelim, Tevrat’ta da Allah’ın kafası “içki konusunda" karışıktır. Aşağdaki Tevrat metnindeki
olayda İçki içmeyen bir Yahudi topluluğuna övgü vardır;
Rekavlılar'ın
Bağlılık Örneği
BÖLÜM 35
Yer.35: 1
Yahuda Kralı Yoşiya oğlu Yehoyakim döneminde RAB Yeremya'ya
şöyle seslendi:
Yer.35: 2
"Rekavlılar'ın evine gidip onlarla konuş. Onları RAB'bin
Tapınağı'nın odalarından birine götürüp şarap içir."
Yer.35: 3
Bunun üzerine Havassinya oğlu Yirmeya oğlu Yaazanya'yı,
kardeşlerini, bütün çocuklarını ve Rekav ailesinin öbür üyelerini yanıma alıp
Yer.35: 4
Tanrı adamı Yigdalya oğlu Hanan'ın oğullarının RAB'bin Tapınağı'ndaki
odasına götürdüm. Bu oda önderlerin odasının bitişiğinde, kapı görevlisi
Şallum oğlu Maaseya'nın odasının üstündeydi.
Yer.35: 5
Rekav ailesinin üyelerinin önüne şarap dolu testiler, kâseler koyarak,
"Buyrun, şarap için"
dedim.
Yer.35: 6 Ne
var ki, "Biz şarap içmeyiz"
diye karşılık verdiler, "Çünkü atamız Rekav oğlu Yehonadav bize şu buyruğu
verdi: 'Siz de soyunuzdan gelenler de asla şarap içmeyeceksiniz!
Yer.35: 7 Ayrıca
ev yapmayacak, tohum ekmeyecek, bağ dikmeyeceksiniz.
Böyle şeyler edinmeyecek, ömür boyu çadırlarda yaşayacaksınız.
Öyle ki, göç ettiğiniz topraklarda uzun süre yaşayasınız.
Yer.35: 8
Atamız Rekav oğlu Yehonadav'ın bize buyurduğu her şeyi yaptık. Kendimiz de
karılarımız, oğullarımız, kızlarımız da hiç şarap içmedik.
Yer.35: 9 İçinde
oturmak için evler yapmadık, bağlar, tarlalar, ekinler edinmedik.
Yer.35: 10 Çadırlarda
yaşadık; atamız Yehonadav ne buyurduysa hepsini yaptık.
Yer.35: 11
Ama Babil Kralı Nebukadnessar bu ülkeye saldırınca, 'Haydi, Kildan* ve Aram
ordusundan kaçmak için Yeruşalim'e gidelim dedik. Bunun için Yeruşalim'de
kaldık."
Yer.35: 12
Bundan sonra RAB Yeremya'ya şöyle seslendi:
Yer.35: 13
"İsrail'in Tanrısı, Her Şeye Egemen RAB şöyle diyor: 'Git,
Yahuda halkına ve Yeruşalim'de yaşayanlara şunları söyle:
Sözlerimi dinleyerek hiç ders almayacak mısınız, diyor RAB.
Yer.35: 14
Rekav oğlu Yehonadav, soyuna şarap içmemelerini buyurdu;
buyruğuna uyuldu. Bugüne dek şarap içmediler. Çünkü atalarının
buyruğuna uydular. Bense size defalarca seslendiğim halde beni dinlemediniz.
Yer.35: 15
Defalarca size kullarım peygamberleri gönderdim. Kötü
yolunuzdan dönmeniz, davranışlarınızı düzeltmeniz, başka
ilahların ardınca gidip onlara tapınmamanız için hepinizi
uyardılar. Ancak o zaman size ve atalarınıza verdiğim toprakta
yaşayacaksınız. Ama kulak verip beni dinlemediniz.
Yer.35: 16 Rekav oğlu Yehonadav'ın soyu atalarının
verdiği buyruğu
tuttu, ama bu halk beni dinlemedi.
Yer.35: 17
"Bu yüzden İsrail'in Tanrısı, Her Şeye Egemen RAB diyor ki,
'İşte, Yahuda ve Yeruşalim'de yaşayan herkesin başına sözünü
ettiğim her felaketi getirmek üzereyim. Çünkü onları uyardım, ama
dinlemediler; onları çağırdım, ama yanıt vermediler."
Yer.35: 18
Yeremya Rekav ailesine şöyle dedi: "İsrail'in Tanrısı, Her
Şeye Egemen RAB diyor ki, 'Atanız Yehonadav'ın buyruğuna uydunuz,
onun bütün uyarılarını dikkate aldınız, size buyurduğu her şeyi yaptınız.
Yer.35: 19
Bunun için İsrail'in Tanrısı, Her Şeye Egemen RAB diyor ki,
'Rekav oğlu Yehonadav'ın soyundan önümde hizmet edecek olanlar
hiçbir zaman eksilmeyecek."
|
"Tanrının kafası karışık değildir!" denmiş. Ya din adamlarınınkiler? | |
|
Allah’ın kafa karışıklığını da gördükten sonra şimdi ülkemizdeki AKP
iktidarının kafa karışıklığına gelelim.
Nahl 16:67’ye göre içkiyi rahatça içen Müslümanlara, İslam öncesi putperest
Sabi inancına sahip olup, İslâm’ı sindirememiş olanlar ve içkiden doğan kavgayı
peygambere alelacele şikayet için fırsat bilen “Sad” gibi Sabi putlarının adlarını
taşıyanlar, “etkilerinden kurtulamadıkları, yüreklerinden putlarının
korkularını atamadıkları için içki yasağı, kurban, kara taşa ibadet, şeytan
taşlama gibi eski ilkel gelenekleri dine sokma çalışmalarında başarılı
olmuşlardır.
Bunca yazıdan sonra her inanan şunları düşünmelidir.
1-Allah, Musa ve kavminden içki sunusu istemiştir. Kur’an Nahl suresi 67’de
“içkinin güzel rızık” olduğunu belirtmiştir. Bu yüzden Tevrat ile Kur’an
çelişmemektedir.
2- Rekav oğlu Yahonadav örneğinde olduğu gibi Yahudilerin Musa’nın
öğretilerinden yani getirdiği dinden çıkıp Sabileşen ve Asurlular tarafından
Süleyman Mabedinin yıkıldığı, Yahudilerin kölelikle cezalandırıldığı dönemlerde
“İçki Yasağına” riayet eden ama putperest olan Sabi dini mezheplerine girdiği
çağlarda “İçki kötülenmiştir.”
3-İçki yasağını isteyen, bunu dine sokmak isteyenlerin de gene putperest Sabi
dininden gelen Haz. Ömer, Muaz ve ispiyoncu Sad gibilerin baş rol oynamaları
Sabilerin İslâm’ı tehdit ettiğinin belgesidir ve bahse konu “içkiyi yasaklayan
ayetlerin” inmesini sağlamışlardır. Belki de ayet inmedi de siyasi olarak böyle
oldu. Çünkü Nahl 67 “aklını
kullananlar” ifadesini önemle ayetin sonunda vurgulamıştır.
4-Bakara 106. ayete göre Kur’an “değiştirilmiş, bozulmuş emirleri düzelten”dir,
Âli İmran “3.,4.” ayetlere göre de eskileri doğrulayan kitaptır. Ayrıca en son
emirleri bildiren kitaptır.
Böyleyken, “son emirleri” bildiren Kur’an nasıl olur da Nahl 16:67 ile
çelişen ayetler barındırmaktadır?
Ya Allah’ın kafası ya da peygamberin kafası karışıktır. Bunu anlamanın yolu
da yukarıdaki “2. Ve 3. Şıkkı”
tekrar okumaktır. Malum Kur’an daima “aklını kullananlara” iltifat eder.
Kumar Konusu;
Ama bu Sabi dönmelerinin günümüze yansıyanları olan AKP Müslümanları içkiyle birlikte
kumarı da yasaklayan ayetlerin “kumar” kısmını görmezden gelmektedirler.
Piyango, loto, toto açıktan her türlü kumar oynatan yerlere ise asla
dokunmamaktadırlar.
Oysa Kumar için Kur’an ne demektedir;
MEYSİR: Meysire gelince yüsür veya yesardan mimli masdar olarak kumar oynamak
anlamınadır.
Kumarda ya kolaylıkla zahmetsiz mal çarpmak veya çarptırmak
vardır. Kumar demek de zar gibi ne olacağı belli olmayan tehlikeli bir şeye
bağlanarak mal vermek veya almak demektir.
Cahiliye devrinde Araplar gerek kendilerine v e gerekse Acemlerden ve
diğerlerinden belledikleri "nerd" yani tavla, "satranç" ve
diğerleri gibi oyunlarla kumar oynarlardı.
Kısacası frenklerin piyango dedikleri tarzda bölüşme yolu ile bir kumarları
vardı ki bunu "hayır" bile sayarlar ve övünerek yaparlardı.
Şöyle ki: Zar yerinde "ezlâm ve aklâ" denilen on adet okları
vardı. Bunlara: Fezz, tev'em, rakib, hils, nafis, müsbil, muallâ, menih, sefih,
vağd derlerdi. Menih, sefih, vağddan başka diğerlerinin bir hissesi bir payı
olurdu.
Meselâ, piyango çekilmek üzere, bir deve kesilir, yirmi sekiz hisseye
ayrılır; fezze bir, tev'eme iki, rakibe üç, hilse dört, nefise beş, müsbile
altı, muallaya yedi, hisse ayrılır. Menih, sefih vağd okları boş ve mahrumdur.
Bu on kalemin hepsi "rebâbe" denilen bir torbaya atılıp adaletli
kişinin önüne konulur, o da torbayı çalkalayıp elini sokar, katılan herkes
adına bir ok çeker, hissesi bulunan ok çıkanlar belirlenmiş olan hisseyi
alırlar, boş ok çıkanlar da mahrum kalırlar ve fakat devenin bedelini öderler.
Hisse çıkanlar da da paylarına çıkan hisseyi fakirlere verirlerdi.
Böylece
meysir öncelikle diğer kumarlara göre ehven-i şer (şerrin en hafifi) görünen ve
hayır zannedilen böyle dağıtım ve bölüşme; yani piyango tarzına denilmiş ve
bundan, bütün kumarlara da "meysir" denilmiştir.
Hatta bir hadis-i
şerifte, çocukların
aşık ve ceviz oynamalarının bile meysirden olduğu beyan
edilmiştir. İki kişiden biri diğerine şu kadar yumurtayı yiyebilsen şu senin
olsun demişti. Bunlar Hz. Ali'ye hüküm vermesi için başvurdular. Hz. Ali bu
kumardır diye izin vermedi. Zaten hayır namına piyango haram olunca diğer
kumarların haydi haydi haram olacağı anlaşılır. Şarap ile kumarın bir soruda
bir araya getirilmesi de sarhoşluk veren şeylerle kumarın beraber
bulunduklarına işarettir.
Cevaben de ki: bunlarda büyük bir zarar ve günah vardır. Genel olarak ikisi
de malları telef ve insanları perişan eder. Çoğu zaman bunlar birbirini
sürükler. Önce
şarap aklı giderir;
akıl ise hem dinin, hem dünyanın dayanağıdır. Artık
sarhoşlukla öyle cinayetler yapılır ve kumarbazlıkla öyle
fenalıklara düşülür ki bunlar saymakla bitmez, ancak "büyük günah"
adı ile anlaşılır.
Bununla birlikte, bunlarda insanlara
bazı
yararlar da vardır. Bu cümleden olarak biraz neşe ve lezzet duyulur, birçok
ticareti yapılır. Korkaklara cesaret ve mizaca kuvvet gelir.
Kumarda, bazıları bedavadan mal ele
geçirir.
Günahları da faydalarından,
zararları yararlarından çok
büyüktür.
|
Sayılamayacak kadar kumar çeşitlerini oynatmak mı İslam? |
Şu halde yararları gerçek ve sağlam bir yarar değildir. Verdikleri neşe
humar (aklı örtmek)a dönüşür. O gelip geçici cesaret, felaket nedeni olur. O
gelip geçici mizaç kuvveti, sağlığı bozar; kazanılan malın hayrı olmaz, bir kâr
yüz zarar getirir. Buna tutulanlar yakalarını zor kurtarır. Kısacası neşe ve
lezzetleri kişisel ve ge l ip geçici olduğu halde; zararları, ortaya çıkardıkları
kötü sonuçlar, hem kişisel ve sosyaldir, hem bedensel ve hem de ahlâkidir.
Bulaşıcı hastalıklar gibi herkese
geçicidir. Cezasını başında çekmeyenler sonunda çekerler. Hayali olan bir parça
kâr için, kesin ve genel bir zarara düşmek de akıl işi değildir. Zararı gidermek,
yarar sağlamaktan önce gelir. Şu halde bunların aklen haram olması gerekir. Bu
âyet de böyle delâlet-i iltizamiye (dolaylı bir delaletle) şer'an bunların
haramlığını ifade etmiş olur. Kur'ân'da şarap hakkında başka bir âyet
olmasaydı, sadece bununla şarabın haramlığı sabit olurdu. Ancak bu haram kılma,
bizzat ifadenin kendi kelimesinden açıkça anlaşılan bir haram kılma olmazdı;
aklına güvenerek zararlarını sınırlayıp ve yararlarından istifade edeceğini zannedenler
bulunabilirdi.
Bunun için, ashabı kiram arasında bu
akla dayanan haramlıktan, şer'i haramlık anlamayan
kişiler olmuş, daha sonra, "
Murdardır,
... ondan kaçının" (Maide, 5/90) emri ile açık ve mutlak bir
şekilde şer'i haramlık meydana gelmiştir.
Kısacası, şarap içmeyiniz veya sarhoşluk veren şeyleri kullanmayınız,
kumar oynamayınız, piyango ile hayır
yapılır zannetmeyiniz; bunların, kötülüğü hayrından, günahı yararından çok
büyüktür. Buna karşı, hayır olmak üzere sana ne harcayacaklarını yine
soruyorlar, iki anlama gelir. Birisi nereye harcama yapılacağını sormak, diğeri
de ne verilerek harcama yapılacağını sormaktır ki birincisinde, yani nafaka
verilecek, mal harcanacak kimseler ve yerler, ikincisinde de verilecek mal,
yani bizzat nafakanın kendisi sorulmuş olur. Yukarda birincisinin cevabı
verilmişti. Şimdi kumarın yasak edilmesinden sonra, ikincisine cevap olarak, de
ki fazlasını harcayınız.
Yani malınızın gerekli ihtiyaçlarınızdan fazlasını
infak ediniz.
Piyango, kumar gibi gayri meşru araçlarla değil, meşru nedenlere
sarılarak mal kazanınız. Ve bu maldan kendinizin aile ve çocuklarınızın gerekli
ihtiyaçlarına yeterli olanından fazlasını yukarda açıklanan yerlere ve hayır
yerlerine harcayınız.
Diğer ayetlerde de görüleceği üzere küçük çocuklar, eş, muhtaç olan ana-baba
ve bunlarla aynı hükümde olan usul (dedeler, nineler), kişinin ailesinden ve
bakmakla yükümlü olduğu kimselerdendir ve bunların nafakası, kişinin kendi
nafakasından sayılır. Dolayısıyla hayır yapacağız diye kendinizi ve bakmakla
yükümlü olduğunuz ailenizi (ehl ü ıyal) nafakasız bırakmak caiz olmaz. Hayır
yerlerine harcama bunların fazlasından yapılır. İşte böyle Allah sizin için
şer'i hükümlerine delalet eden, onları gösteren âyetler, nasslar, deliller
açıklayacaktır ki, siz bunları düşünesiniz, düşünüp te bunların amaçlarını
öğrenesiniz ve gereğince amel edesiniz.
|
Sayılamayacak kadar kumar çeşitlerini oynatmak mı İslam? |
Elmalılı Hamdi Yazır hocanın kumar konusunda yaptıkları tespitlere rağmen
kendisini Müslüman gösteren ama özünde Sabi, Yahudi, Süryani, Yezidi olan
Cumhuriyet döneminin sözde “dindar hükumetleri” özünde milletimiz kendi
dininden, geleneğinden soğutup yavaş yavaş Yahudileştirmekte,
Hıristiyanlaştırmakta, Yezidileştirmektedir. Yani Masonlaştırmaktadır.
İçki her ne kadar aklı giderip insanı ölümle sonuçlanan asayiş olaylarına
sevk etse de bu olaylar asla kumar kadar yıkıcı değildir, kumar sayesinde
ailesini, aç bırakanlar, şirketleri batıranlar, devletlerini satanlar kadar
zararlı değillerdir.
İçki insanın daraldığı sıkıldığı zamanlarda yatıştırıcı olarak doktorların
verdiği “ağrı kesici” olarak bildiğimiz eroin, morfin, esrar, haşhaş türevleri
gibi bağımlılık yapmayan doğal bir sakinleştiricidir.
İçkiyi fazla içersen serhoş olursun. haddini bilmez kavgalara karışırsan
öldürülebilirsin veya araç kullanırken kaza yapabilirsin.
Ağrı kesicileri fazla içersen kesin kan zehirlenmesinden ölürsün. Erken
müdahale olabilirse güç bela kurtulabilirsin. O da ilk yardım ortamı olan
yerlerde geçerlidir.
Kumarı fazla oynarsan her şeyinle batarsın hatta arkadaşlarını, aileni ve
durumuna, konumuna göre devletini de batırırsın. Başbakan olduğu dönemde Romanyalarda
kumar oynarken burnunu kırdıran eski Başbakan Mesut Yılmaz örneğini
hatırlayalım.
Kumar, dedikodu, arkadan çeliştirme, riya, iftiranın, vatana ihanet, dini
siyasi emellerine alet etmekle halkı dinden soğutmanın dinde karşılığı ise “ebedi
cehennem cezası” olmasına rağmen siyasilerimiz bunları çok sık yapmakta ve
sözde “Müslüman milletimiz” de bunları desteklemektedir.
O zaman bu milletin de kaderi dinen belirlenmiştir;
İsra Suresi 16 ve “17. Ayetler;
17: 16. “Biz bir ülkeyi/medeniyeti mahvetmek istediğimizde, onun servet ve
nimetle şımarmış elebaşlarına emirler yöneltiriz/onları yöneticiler yaparız da
onlar, orada bozuk gidişler sergilerler. Böylece o ülke/medeniyet aleyhine
hüküm hak olur; biz de onun altını üstüne getiririz.”
17:17. “Nûh'tan sonra da nice kuşakları helak ettik. Kullarının günahlarını
haber alıcı ve görücü olarak Rabbin yeter.”
Her din bağımsız olduğu dönemdeki doğrularını boyunduruk altına girdiğinde
değiştirmektedir. Ordularının yenilmesiyle boyunlarına kılıç dayanmış, “halkını
tümden kırarız” tehdidinin altında kalmış din adamlarının dayatılan emri
yapmaktan başka seçenekleri yoktur. Din adamlarını çaresiz bırakan Dinlerde değişimin
sebebi de milletlerin başkalarının boyundurukları altına girdiklerinde dinlerde
yapmak zorunda kaldıkları değişikliklerdir.
İşte bu yüzden dinlerde “siyasi
ayetler” daima bulunmaktadır. Bu gün Nurcuların ve onlardan olan Gülen’cilerin,
İmanın ve İslâm’ın birinci şartı olan Kelime-i Şehadetten “EşhedüenneMuhammedenabdühuveresuluhü”
ifadesini “Dinlerarası Diyalog” saçmalığı yüzünden çıkardıkları gibi.
Endülüslerin İspanya Granada'da yaptıkları meşhur, binbir gece masallarında geçen zevk,sefa düşkünlüklerinin her türlü cinsi sapıklıkların yaşandığı dillere destan sarayın da adı neydi?
-El Hamra. Hamra, hatırlayalım Sabilerin üzümden yaptıkları şarabın adıydı.
Yani?
"Şarap Sarayı!"
İşte bir siyaset daha!
Takdir sizlerindir