23 Aralık 2013 Pazartesi

BOŞBAKANIN ÇIKARTMA ZİYARETLERİ VE UYARI

BAŞBAKANIN ÇIKARTMALARI VE İŞ ADAMLARINA UYARI!


BAŞBAKANA GÜVENİP LİBYA, MISIR, SURİYE GİBİ ÜLKELERE YATIRIM YAPAN İŞ ADAMLARI ORALARDAN KOVULALI ÇOK OLDU.
HATTA ELDE KALAN SİPARİŞLERİNİ DE UYDUDAN YAYIN YAPAN PAZARLAMA KANALLARINA YOK PAHASINA PAZARLATMAYA BAŞLAYALI DA EPEY ZAMAN GEÇTİ.
Boşbakan Pakistan'da

GEÇEN HAFTA İŞBİRLİKÇİ BİR MOLLANIN İDAMINI ENGELLEMEK İÇİN VERDİĞİ TALİMATI GÖRMEZDEN GELEN BANGLADEŞ'E GİDEMEYEN BAŞBAKAN PAKİSTAN'A VİZE BULABİLDİ.

BU GÜNLERDE DE PAKİSTAN'A GİDECEK OLAN BOŞBAKAN "ÇIKARTMA" DEDİĞİ İŞ ADAMLARINI ARDINA ALIP ORALARA GİDİYORMUŞ. BELKİ DE VARMIŞTIR. HATTA TEMASLARINI SÜRDÜRMEKTE DE OLABİLİR

İŞ ADAMLARINA BENDEN BİR UYARI;

BOŞBAKANA GÜVENİP ARDINDA GİTMEYİNİZ!
GİDERSENİZ AŞAĞIDAKİ VATANDAŞ GİBİ OLURSUNUZ.
DAHA NE DİYELİM?

PARASI ÇOK OLAN KAYBETMEKTE SINIR TANIMAYABİLİR!

"KAZAN,KAZAN" İDEOLOJİSİNE SAHİP ÜSTÜN ZEKALI ÇOCUKLARA SAHİP BAŞBAKAN VE EKİBİ DONSUZ KALDIĞINIZDA YANINIZDA OLUR MU DERSİNİZ?
İŞTE SİZE ÖRNEK!

SUAT KILIÇ, 
YALÇIN AKDOĞAN, 
ALİ YÜKSEL, 
MUHAMMET ZAHİT FERŞATEFENDİOĞLU.

'Sağlık Yatırımları Genel Müdürü Muhammet Mısır'a 100 bin TL rüşvet verdim' diyen Oktay Ferşat, rüşvet dosyasını Erdoğan'a sunduğunu söyledi, yanıt gelmezse konuşmakla tehdit etti
112 Acil Servis vurgununda adı geçen Başbakan Erdoğan'ın Danışmanı Yalçın Akdoğan'ın eniştesi Oktay Ferşat dolandırdığı müteahhitlerle yaptığı görüşmede çarpıcı ifadelerde bulundu ve rüşvet verdiğini itiraf etti. Başbakan Erdoğan'a rüşvet dosyasını sunduğunu belirten Ferşat, "konuşurum, hükümet düşer" dedi.


112 Acil Servis vurgununda Bakan Suat Kılıç'ın kayınpederi Ali Yüksel ile birlikte adı geçen Başbakan danışmanı AKP Milletvekili Yalçın Akdoğan'ın eniştesi Oktay Ferşat (gerçek adı Muhammed Zahit Ferşatefendioğlu) yüz milyonlarca lirasını kaybeden müteahhitleri ikna etmek için toplantılar düzenlemeye başladı. Bu toplantıların birinde yaptığı konuşmadaysa çarpıcı itiraflarda bulundu. Ferşat, Sağlık Bakanlığı'nda Sağlık Yatırımları Genel Müdürü olarak görev yapan Muhammet Mısır'a 100 milyar lira (yeni parayla 100 bin lira) rüşvet verdiğini söyledi. 100 milyar lirayı bir kahvaltıda teslim ettiğini savunan Ferşat, Mısır'ın ayrıca kendisinin haklı olduğunu belirttiğini dile getirdi.

Bakan'ın seçim bölgesine 40 trilyon
Ferşat'ın iddiaları bununla da sınırlı kalmadı. Ferşat, Sağlık Bakanı'nın seçim bölgesine sponsor olduğunu da savundu. Ferşat bu kapsamda 40 milyon liralık taahhütte bulunduğunu belirtti. Seçim bölgesine sponsor olması için zorlandığını savunan Ferşat, konuyla ilgili taahhüt belgesi de imzaladığını iddia etti.
'Dosyayı Başbakan'a gönderdim'

Erdoğan'ın danışmanı Yalçın Akdoğan'ın eniştesi Oktay Ferşat, girdiği rüşvet ilişkilerini dosya halinde Başbakan Erdoğan'a da sunduğunu savundu. Erdoğan'a bakanlıktaki rüşvet olayını anlattığını belirten Ferşat, buna rağmen iki aydır hiçbir adım atılmadığını dile getirdi. Konuyla ilgili olarak Yalçın Akdoğan'a da dosya sunduğunu savunan Oktay Ferşat, kendi babasını Akdoğan'la görüşmesi için yolladığını söyledi. Akdoğan'dan haber beklediğini belirten Ferşat, yanıt gelmezse kendisinin açıklamalar yapacağını kaydetti.
Oktay Ferşat AKP hükümetiyle ilgili olarak da sarsıcı ifadeler kullandı. Başbakan Erdoğan'a sunduğu dosyadan bir haber gelmediğini belirten Ferşat, gerekirse kamuoyu önünde konuşacağını dile getirdi. Bildiklerini anlatması durumunda hükümetin zor duruma düşeceğini savunan Ferşat, "Kendimi aklarım Ali hocayı da (Bakan Kılıç'ın kayınpederi Ali Yüksel) çıkarırım rezil kepaze ederim. Hükümet düşürürüm problem yok. Ama bunlardan hiç bir tanesinden bize para gelmez hükümeti yıpratır" ifadelerini kullandı.
Skandal çıkınca şikayet etti
Erdoğan'ın başdanışmanı Yalçın Akdoğan'ın eniştesi Oktay Ferşat ve Bakan Suat Kılıç'ın kayınpederi Ali Yüksel'in ortak şirket kurarak yüzlerce müteahhidi dolandırdığını Aydınlık duyurmuştu. Müteahhidlerin Mayıs ayından itibaren Konya ve İstanbul'da davalar açmasıyla ortaya çıkan skandala rağmen Ferşat ve Yüksel'in ifadesi bile alınmamıştı. İki yıl boyunca eniştesi hakkında suç duyurusunda bulunmayan Akdoğan, şikayetler davaya dönüşünce 8 Ekim'de "isim ve nüfusunun" kullanıldığı gerekçesiyle Ferşat'ı şikayet etmişti.,



Alaeddin Yavuz
keykubat /adilyargic/ adilyargicc
Yazının videosu için tıkla;
https://www.facebook.com/photo.php?v=769499923065545&set=vb.100000166328717&type=2&theater

30 Kasım 2013 Cumartesi

BAŞBAKANIN KARISI BAŞBAKANIN BAŞBAKANI MIDIR?

EMİNE- KAMER KAVGASI


Bir kaç gündür Japonya'nın milli günü dolayısıyla elçiliğin verdiği davette Japon elçisinin isteği üzerine Emine Erdoğan'a konuşma şansı verilmiş.
Emine hanım herhalde lafı çok uzattı ki orada bulunan Kamer Genç de kendisine sormuş;
Emine Erdoğan ile Kamer Genç

Hangi sıfatla konuşuyorsunuz? Diye.

Başbakanın korumaları emir almış olmalılar ki Kamer Genç'i yaka paşa elçilikten dışarı atmışlar.
Orada bulunan adları lazım değil kukla bakanlar Kamer beye küfür garez saldırmışlar.
Yetmedi bu gün haberlere bakıyorum Emine hanım Kamer bey hakkında suç duyurusunda bulunmuş.

Ardından başbakan da eşine destek çıkan beyanata vermiş;
Onların gıdası hakarettir!
Sanki hakaret başbakanın gıdası değilmişçesine.

Elli üç yaşıma geldim ben başbakanın ayarında bir devlet adamı dahi görmedim. O devlet adamlığı sorumluluğu taşımadan sokak ağzıyla işkembesinin gazına göre konuşan ve ertesi gün de yasalaştıran bir başbakanı cümle aleme gösterdi.

Şimdi işin aslına bakalım.

Kamer Genç TBMM üyesi, ana muhalefet partisinin aynı zamanda da TBMM'nin en kıdemli milletvekillerinden birisidir.
Başbakan milletvekili hayali dahi kuramazken o milletvekiliydi.
Emine Erdoğan kim?
Başbakanın eşi.
Resmi sıfatı nedir? Yani devleti temsil yetkisi var mıdır?
Hayır. Başbakan eşi olduğundan dolayı saygı duyulabilir ama resmi sıfatı yoktur.

Japon elçisi Emine hanımı dinlemeyi çok seviyorsa özel olarak görüşebilir veya ayrı bir davet verebilir bol bol dinler.
Ha bir konuşma önerisi vermişse hata mı işlemiş?
Hayır.
Olay nedir?
Emine hanımın hiç bir temsil yetkisi olmadığı halde kocasını taklit eden sıkıcı konuşmasını uzatması ve Kamer beyi bıktırmasıdır.
Emine hanıma gösterilen tepki bence yerindedir. Bunun ne kadın  haklarıyla ne de insan haklarıyla bağlantısı vardır.

Emine hanımın konuşacağı yerler resmi, protokol yerleri değil yardım dernekleri gibi sivil toplum kuruluşlarında şahsi girişimleriyle yapacağı yardım ve her türlü toplum yararına yapılacak sivil faaliyetlerin olduğu ortamlarda istediği gibi konuşabilir.


Eski TBMM başkanlarından İsmet Sezgin de dün akşam bir kanalda Emine Hanımın yaptığı konuşmanın devlet protokolü ile alakası olmadığını, Kamer Genç'in yerinde tepki gösterdiğini açıkladı.
Bunca yalaka arasında yaşı geçmiş bu yüzden siyasi veya ekonomik korkusu olmayan İsmet Sezgin gibi doğrucu kaç kişi var?
Ben şahsen kutladım.

Japon başkonsolosuna tavsiyem, Siirt Süryani'si Emine hanımı dinlemeyi çok seviyorsa özel davet versin bol bol dinlesin ama resmi davetle sivil davetleri birbirinden ayırsın.
Her ne kadar ülkemiz sivil bir diktatörlük ile yönetiliyorsa da böyle yapmalıdır.

Emine hanım da kendisini kocası ile bir değerlendirmemelidir. Çünkü resmi sıfatı yoktur.
Kamer Genç bey bu olayın ardından öldürülme korkusu olduğunu belirten açıklama yaptı ve basında "Öldürülürsem..." başlıklı haberler yayınlandı.

Devlet protokolünde yeri olmayan birinin konuşma merakı yüzünden başbakanın çok değer verdiği "seçilmiş bir milletvekilinin(!)" hayati tehlike  içinde olduğunu beyan etmesine varan krizlere yol açması hem

GIDASI YALAN DOLAN OLANLAR

Kamer Genç'e dava açan eşine destek vermek için açıklama yapan başbakan "Kamer Genç için "Onların gıdası hakarettir!" demiş.
Başbakanın gıdası "Ananı da al da git" ile başlamış her gün artık sayamaz olduğumuz hakaretlerine bir de kaypaklıkları, yalancılıkları eklenmiştir.
devletin işlemesine hem de vatandaşın huzursuzluğuna neden olmaktadır.

Başbakan devletin başına geçtiğinden beri "seçilmişin atanmıştan üstün olduğunu" savunarak Ergenekon tezgahı ile beğenmediği bürokratlardan kurtulmayı başardı.

 Şimdi anlıyoruz ki o "seçilmiş" olmaktan kendisini ve kendi "seçtiklerini" anlamaktadır. Yoksa devlet protokolünde yeri olmayan eşi olan bir ev kadını ile seçilmiş bir milletvekili arasında doğru tercihi yapardı. Bu güne kadar çıkardığı yasalarla kadınları iş yaşamından uzaklaştırıp eve kapatmayı özendirdiğini hatırlayarak Emine hanıma;
-Ne işin var burada haydi doğru eve bakayım!
 Diyebilirdi.
Ama o aksini yaptı, sahiplendi, seçilmiş milletvekiline bir de dava açtırdı. Her sözü yargı kurumları için "resmi talimat" olduğu bilindiği halde "onların gıdası hakarettir" açıklamasını yaptı.

Bu hal başbakanın halk için istediği ile kendisi için istediklerinin aynı olmadığını da göstermektedir.

Ama başbakanın söyleyemediğini Emine hanıma, eskiden "Lüküs Hayat" adlı bir tiyatronun bu konuya çok uyacak olan repliği ile biz söyleyelim:
"Şamama* kim sen kimsin herkes haddini bilsin! Şamama bir ev köpeği  sen ise bir sokak köpeği" ifadesindeki gibi;

Kamer hukukçu bir milletvekili sen ise bir ev kadınısın!
Ancak sivil faaliyetlerde konuşabilirsin.

Yoksa Amerikalılarla çok sıkı fıkı olan bir başbakanımız olduğuna dayanarak düşündüğümüzde işin aslı bu mudur?

Amerikalıların meşhur bir deyişi vardır;
"Generalin generali generalin karısıdır!"
Bu durumda Emine hanım da başbakanın başbakanı mıdır?

Böyle bile olsa, generalin karısı generalin ancak evinde generalidir makamda değil. Emine hanımın da yeri başbakanın anlayışına göre evidir.

Takdir okuyucunundur!

Alaeddin Yavuz
keykubat /adilyargic/ adilyargicc

*Şamama=Bir kavun türü.

19 Ekim 2013 Cumartesi

ORDU POLİS ÇEKİŞMESİ FELAKETİ

ORDU POLİS ÇEKİŞMESİ FELAKETİ


Bu Ordu-Polis Çekişmesini, İngilizci, Amerikancı-Rusçu çekişmesi olarak ta tanımlamak mümkündür. 

Bunu anlamak için de özet bir tarihi tespitlerle başlamak konunun daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacaktır.

Adnan Menderes döneminden itibaren Kürt İslamcılığı olan Nurculuk akımının ideolojisi, kuruluşundaki İngiliz rahip ajanı Mr. Robert Frew’un katkılarıyla özü alınmış, teslimiyetçi karaktere sahip, İslâm’dan çok peygamber Muhammet’in en büyük düşmanları olan Sabi, onların Hıristiyan kolu olan Süryani, Emevi Yezidiliğinin Kürt uyarlaması olan Kürt Yezidiliği harmanı olan Mason İslâm’ı şeklini almıştır.

Nur Mason Locası Sembolü
Batı karşıtı İslami geleneği dışlayan, Hıristiyanların bile şehit olabileceklerini işleyen, Vatikan işbirlikçiliğini kutsal görüp Vatikan’dan 1952’de takdirname alan Bitlisli Said-i Kürdi Deliüzzaman’ın günümüz takipçisi olan, 1992’de Vatikan’dan özel takdirname alan ve papa tarafından kabul edilen Erzurum Ermeni’si Fethullah Gülen’in kişiliğinde oluşturulan “Gülencilik” akımı ile daha da batının köleciliğine çanak tutar hale getirilmiştir.
Bu teslimiyetçi ve işbirlikçi yeni dinin felsefesini savunanların kökenleri sekizinci yüzyılda peygamber Muhammet’e “Şeytan Bizbat” dedikleri için Bağdat halifesince katline fetva verilmiş Sabi, Süryanilere dayanmaktadır. Bu nedenle İslam ve Türk olan her şeyden nefret eden bu işbirlikçiler doğrudan Türk ve Müslüman dünyasını yıkamayacaklarını bildiklerinden peygamber zamanından beri yaptıkları takiye işine girmişlerdir.

Kelime-i şehadet getirip Müslüman olduklarını ilan etmişler, Kur’an’daki bütün peygamberlerin de kendilerine gelmeleri yüzünden İslâm kaynaklarında bulunmayan bilgilere de sahip olduklarından Müslümanlar arasında kısa sürede yükselip din işlerinin başına getirilmişlerdir.

16. yüzyılda İngiltere devlet idaresine hâkim olan Masonların da zihniyet kökenleri bu Sabi-Süryani inancına yani “Ay Tanrısı Kültüne” dayanmaktadır. Yahudilik, Hıristiyanlık, Müslümanlık bu dinlerden doğmuştur.
1565 İngiliz İspanyol savaşı resmi
1565 yılında “yenilmez (Tıkla)” denilen İspanyol Armadasını (Donanmasını) Manş denizinde Atlantik’in dibine gömen İngiliz donanması ile İngilizler yeryüzünde en büyük güç olmuşlardır. Osmanlıya uzattıkları işbirlikçilik teklifi geri çevrilmiş hatta esir düşen Fransız kralın annesi İstanbul’da çok iyi ağırlanmış, tarihe “barbarlık timsali” olarak geçmiş olan Kanuni’nin mektubu İngiliz kralına ulaşınca Fransa kralı serbest kalmıştır.

Ama o tarihe kadar küçük bir Knezlik olan Rus Çarlığı da İngilizlerin dikkatini çekmiştir. İngilizlerin Rus destekçiliğine Kanuni’nin eşi Roksana veya Hürrem Sultan’ın devletin en yüksek mevkilerine getirdiği Slav(Köle-Rusların soyunun adı) yapılanması da eşlik etmiş, bu da yetmemiş, devlet içinde Yahudi ve Rumların yoğunlaşmasından dolayı dışlanmış olan ve bu kavimleri sevmeyen Ermeniler de Slavlara sempati duymaya başlamışlardır. Sonucunda Kanuni Zigetvar Savaşında öldürülmüştür. Bu olayı takiben Rus Çarlığı büyümeye başlamıştır.

Osmanlı’nın Doğu Avrupa’da yayılması bıçak gibi kesilmiş, Osmanlı 200 yıl içinde Balkanlara kadar gerilemiştir. Bu tarihlerden itibaren Mason yapılanmasının egemen olduğu İngiliz İmparatorluğu yanlıları olan Sabi, Süryani, Yezidi Arap ve Kürt devşirmeleri “İngiliz” yandaşlığına, Slav, Ermeni ve Rumlar yani Grekler, Bulgarlar, Romenler de Rus taraftarlığına başlamışlardır. Osmanlı bu çekişmeler içinde boğulup yıkılmıştır.

Amerika’lı Rockefeller ailesinin “Geç Uyanan Emperyalist Almanlara” verdiği gizli sermaye ile Almanlara iki dünya savaşı çıkartmış, İkinci Dünya Savaşına Hiroşima ve Nagazaki’ye attığı iki atom bombası ile son veren Amerika, yeryüzünde “tek kral” olduğunu ilan edince yanına eski kral İngiltere’yi de alarak saltanat sürmeye başladığında eski İngilizci anlayış “İngilizci,Amerikancı” olarak adını değiştirmiştir.

İşte 1950’de Adnan Menderes’ten bu güne İngiliz-Amerikancı olan AKPPKK yapılanması ile onlara muhalif Ergenekoncu- Rusçu yapılanma böyle doğmuştur.
II. Abdülhamit bunlara ustaca son verip “Almancı” olarak her iki tarafın nefretini üzerine çekmiş ve sonucunda tahttan indirilmiş ve “kazara tekrar padişah olabilir” endişesiyle de boğdurularak öldürülmüştür. Bakmayın siz İngilizci-Amerikancı AKPKK’lıların Abdülhamit yalakalıklarına. 1909’da Abdülhamit’i düşürmek için yapılan iki gerici isyanda da Said-i Kürdi ve İngilizcilerden başkası ortada yoktur. Hatta Rusçular Müslüman ve Türk takiyyesi yapan, gerici, çarşaf-peçeci İngilizcilerin ilk isyanlarını bastıranlardır.
03 Kasım 2002’den beri tasfiye edilmeye çalışılan “Ergenekoncu yapılanma” da bu Rusçulardır.

Gelelim bizim devleti ve ordusunu “Peygamber Ocağı” bilen ve bu işleri bilmeyen halkımızın durumuna.
Bu millet bu işbirlikçi ihanetleri asla devletine yakıştıramadığından her türlü savaşa, teröre, isyana karşı evlatlarını çekinmeden vermiştir ve vermeye de devam etmektedir. Oysa her iki tarafın hangisinde yer alsa Haçlı, köleci batı işgalciliğine hizmet ettiğini ve her olayda kendisinin soyunun kurutulmak istendiğini işte bu bağlılığından dolayı asla aklına getirmediğinden bu gün de AKPKK koalisyonuna gönülden oy vermeye devam etmektedir.

Ordunun ilk tasfiyesi Atatürk’ün 10 Kasım 1938’den altı ay iki gün sonra 12 Mayıs 1939’da “aşırı İngiliz yanlısı” olan aslen Bitlis’li Yezidi Kürtlerinden olan İsmet İnönü’nün İngiltere ile imzaladığı Türkiye-İngiltere Kredi Antlaşması ile olmuştur. Bu anlaşma hemen Almanya, Fransa, İtalya, Amerika ve öteki Haçlı koalisyonu ülkelerce de tekrar imzalanarak ülkenin bağımsızlığının ruhuna Fatiha okunmuş, buna karşı çıkan askerler de o zaman tasfiye edilmişlerdir.

Bu tasfiye İsmet paşanın İngiltere başbakanı Churchil’den aldığı emirlerle Sabi, Süryani, Yezidi, Ermeni köktendincilerinin yani Masonluk dininin de temeli olan 1300 yıllık Haçlı işbirlikçilerinin iktidarı olacak olan Demokrat Parti’nin kurulmasına zemin hazırlaması, bu yapılanmanın 14 Mayıs 1950’de iktidara getirilip Kore’ye asker göndermesine tahammül edemeyen Fevzi Çakmak Paşanın istifasıyla son bulmuştur.

Bundan sonra gelen on yıl içinde Derin NATO devleti ele geçirmiş, 1960 darbesini de gerçekleştirmiştir. Bunları 1971 muhtırası, 1969-1980 arası sağ-sol, Alevi-Sünni, Türk-Kürt kapışmaları, 12 Eylül 1980 darbesi, 28 Şubatlar ve diğerleri takip etmiştir. Geçen 60 yıl içinde akan kanların bütün sorumlusu işte bu İngilizci-Amerikancılar ile Rusçular arasındaki iktidar savaşlarıdır.

İkisi de Türk milletine hizmet etmemiştir. Ancak bu gün şöyle bir soru Türk Milletine yol gösterebilir.
Hangisi “ehven-i şer (Kötünü iyisi)” dir?
Hangisi bu gün halkın yararınadır?
Ehven-şer olan Rusçu taraftır. Çünkü bunlar Kendilerini Rum/Grek/Yunanlı sayan İngilizci-Amerikancı yapılanmanın düşmanlarıdır. Bunlar onlarla olmaktansa Türk olmayı, Türkçülük yapmayı tercih ederler ki yaptıkları da budur. Çünkü Grekler, yani Rumlar tarih boyunca Ermenileri “şeytana tapındıkları” için soykırıma tabi tutmuşlardır. Büyük İskender’den Roma’ya, Bizans’a hatta Osmanlı’ya kadar bu böyle olmuştur.

Türkiye Cumhuriyeti de İngiliz-Rus anlaşması ile kurulmuştur ve Kazak Yahudi Türk’ü olan Lenin’in öldürülmesiyle Rus Nazileri, tarihte hep yaptıkları gibi kökenleri olan Gürcülerden Tiflis papaz okulu mezunu bir rahibi yani Stalin’i kendilerine Çar yapmışlardır. Haliyle de Türkiye karşılık olarak İngiliz idaresine verilmiştir.

Bu tarihi gerçekler ışığında bu gün ordudan “Rusçu” tayfanın tasfiye edilip İngilizci-Amerikancı işbirlikçilerin yani “orduyu da tasfiye edecek olanların” iktidar olduklarını görüyoruz. Zaten polis teşkilatı da bunların elinde olduğuna göre karşı devrim tamamlanmıştır.

Geçmişte bu “karşı devrimin” gerçekleşmesini önlemek amacıyla, İngilizci-Amerikancı tayfanın baskı ile aralıksız geçmiş son altmış yılın hükumetlerini elinde tutmasını fırsat bilerek polis teşkilatını güçlendirip orduya karşı askeri güç oluşturacağından çekinilmiş ve hükumetlerin polis teşkilatını güçlendirmesi askeriye tarafından engellenmiştir. 

Böyle bir çekişmeden haberi olmayan polis teşkilatı da haliyle orduya karşı daima kuşkulu olmuştur. İşte AKPKK yapılanması polisin bu hoşnutsuzluğunu iyi kullanmıştır.
AKP döneminde polis teşkilatı tarihinde olmadığı kadar güçlendirilmiştir. Bu da polis bürokratlarının sırtlarının sıvazlanması, teşkilatın saygınlığının artması olarak görülmüş ve polisler AKP’ye kul köle olmuşlardır.

Oysa ordunun tam olarak tasfiye edilmesi ile sonuçlanacak işbirlikçi yıkım projesinin yani B.O.P eşbaşkanı olan bir başbakan sıfatını polis teşkilatı kabul etmek istememektedir. Ya da bürokratlar bu yapılanmanın elemanları olduğundan “emir-komuta ilkeleri” gereğince kimse “işimi kaybederim” endişesiyle ses çıkarmaya cesaret edememektedir. Bir şekilde bu böyle yürümektedir.

“Güçlü Polis Teşkilatı”, ordunun önünde yer verilmesi polis bürokratlarını havaya sokmaktadır. Biraz da geçmişin hıncının alınmasının verdiği mutluluk ta belki de yüreklerinin bir yerinde parlamaktadır.
Bence bunda haksız da değillerdir ama her şeyin bir yeri vardır. Çünkü;
Ordu, devletin dışarıdan gelecek işgallere karşı savunma yapılanmasıdır ve vazgeçilemez.

Polis teşkilatı ise, hükumetlerin projelerini gerçekleştirebilmeleri için çıkardıkları yasaların uygulanmasından, halk arasında asayişin yani güvenliğin sağlanmasına, devletin adaletinin halka ulaştırılmasına kadar hukukun uygulanması için kurulmuştur. “Adaletin uzun kolu” da denilen bu kurum tamamıyla “iç hizmet kurumudur”.
Yeryüzü tarihinde meydan muharebesine çıkmış bir polis teşkilatı yoktur.
Ordunun işleyişi ile polis teşkilatının işleyiş ve kuruluş amaçları bu şartları gereğince farklıdır.

Bunu en güzel Polis marşının ilk iki mısrası dile getirir:
“Hudutta ordu bekler,
Dahilde biz bekleriz….”
Olay budur.

Polisin “orduculuk oynaması” veya böyle şeylere yeltenmesi sadece saçmalıktır.
Devletin varlık gerekçesi olan ordu, yargı, asayiş, vergi-maliye kurumlarından asla taviz verilemez. Bunlardan birisinin kaldırılması devletin ilgasıdır yani kaldırılmasıdır. Hiçbir polis bürokratı çıkıp “Orduya gerek yoktur ben polisimle ordunun da işini yaparım!” diyemez. Ya da bu manaya gelecek faaliyetlerde bulunamaz. Polis teşkilatının modernizasyonuna evet, tamam, olsun, halka daha iyi güvenlik hizmeti verebilecek güçlü bir güvenlik kurumuna kimse karşı çıkamaz.

Ama unutmayalım, bu gün generalleri içeri tıktırıp devleti bölen PKK’ da 12 Eylül 1980 darbecilerinin “Türk Ordusunu Gerilla Savaşında Eğitme Projesi(Tıkla)” kapsamında kurulmuştur.
Geçen otuz yıl sonunda “modernize bir ordu” yerine “tasfiye olan bir ordu” görmekteyiz.

Şimdi sormak gerekir:
Modernize olmakta olan bir polis teşkilatının da tasfiyesi bir otuz yıl sürecek midir?
Bence hayır. Çünkü İngiliz-Amerikan koalisyonu yani NATO, yüzyılda bir yeryüzünü düzenlemektedir. Afganistan’a, Irak’a, Libya’ya tam yüz yıl sonra tekrar işgal orduları sevk edilmiş ve işgale uğramışlardır.
Libya, Tunus, Cezayir 1911’de Osmanlı’dan çıkmışlardı ve 2011’de tekrar işgal edildiler. Osmanlının işgali 1914’te Çanakkale ile başladı ve önümüzdeki yıl bu işgal girişiminin tam “100.” yılıdır.
1300 yıllık Vatikan işbirlikçisi olan AKPKK Grek/Rum yapılanması 1914’te olduğu gibi bu gün de üstüne düşen görevi en iyi şekilde yapmaktadır.

Irak’ta yaptıkları insanlık suçlarından dolayı yeryüzünü karşısına alan İngiliz-Amerikan koalisyonu bölgenin işgali için AKP ve komşu ülkelerdeki işbirlikçilerini kullanarak “terör örgütlerini” kullanarak “yumuşak işgal” deneyimini sürdürmektedirler.
Bush Haçlı askeri
Yumuşak işgale karşı olan Amerika’nın Neo-Con’cu (Yeni Muhafazakâr-Cumhuriyetçi(Tıkla)” yapılanması ise Obama yönetimini tasfiye edebilmek, Cumhuriyetçi Bush döneminde olduğu gibi “sert ve zalim işgal” yöntemine geçilmesi için ülkede büyük bir ekonomik krize imza atmışlardır. Son iki gün içinde bu çabalarına son vermişlerse de işgal sert veya yumuşa şekilde gerçekleşmektedir. Bunu da başımıza tayin ettikleri hükumetlerden yerel yöneticilere polisinden generallerine, gazetecisinden iş adamlarına kadar işbirlikçileriyle gerçekleştireceklerdir.

Gerçekleri gören bütün ordu mensupları zaten tasfiye edilirken orduda kalanların da tasfiyeyi beklemeden “istifa” yöntemiyle hükumeti çaresiz bırakacaklarını düşünerek ya da gurur meselesi yaparak istifa etmeleri sadece “ciğeri kediye teslim etmeleri” demektir.
Resim linki

Asker tehlikeyi görüyor ve amirinin duyarsızlığı yüzünden nöbeti bırakıp eve gidiyorsa görevini yapmıyor demektir.
Böyle askerin de bir iş yararı olmaz.
Nöbetini tut kardeşim!

Buraya kadar açıklandığı üzere küresel bir işgal ile karşı karşıyayız.
Kökeni her ne ırktan, dini hangi dinden olursa olsun bu gün devletin meclisinden bürokrasisine elan hizmet veren herkesin bu devlete sahip çıkma sorumlulukları vardır.
Geçmişin hesabını geçmişe bırakıp herkes bastığı toprağa, hizmetle görevli bulunduğu devlete ve onların varlığına güvenen her şeyden bihaber millete karşı sorumludurlar. Herkes taşıdığı sorumluluğa sahip çıkmalıdır.

Bu milletin ordusunun tasfiye edilmesinden devletin 36 parçaya bölünmesine ve her birisinin boğazlara yerleşecek olan İngiliz-Amerikan ordularından emir alacak “yerel polis/şehir ordularının idaresine verilmesine karşı çıkmalıdır. Çünkü bu proje yeryüzünün halklarının bizimle birlikte “Haçlı Kölesi Yapma” projesidir.
Her kim bundan cayarsa veya böyle saçmalıkların ardına düşerse vatana ihanet etmiş sayılır.

Bu gün size mevki verenler yarın size de güvenmeyip kendi ülkelerinden getirdikleri memurlara, sivillere sizlerin görevlerini, zenginliklerini bir gecelik yasayla vermeyeceklerinin garantisi yoktur.
Generalleri “teröristlikten, terör örgütü kurmaktan hükümlü, mahpushanelere tıkılmışken, 30 yıldır kan akıtan teröristleri ise gün ortası, gece yarısı demeden devletin kurumlarını yakıp yıkarken onlarla ortak pazarlığa ve işbirliğine girmiş bir hükumetin varlığı her vatanseveri “yerim neresidir?” diye düşündürmelidir.

Takdir okuyucularındır.
Alaeddin Yavuz
keykubat /adilyargic/ adilyargicc



8 Ağustos 2013 Perşembe

NİCE BAYRAMLARA


 HERKESE İYİ BAYRAMLAR!

Bütün Türk ve Müslüman coğrafyasının mübarek Ramazan bayramı kutlu olsun! 


DAHA ÇOK DEMOKRATİK HAKLARIN ELDE EDİLDİĞİ, HERKESİN EVİNE GÖTÜRÜP EŞİNE, ÇOCUKLARINA VEREBİLECEĞİ EKMEĞİ "BEN KAZANDIM" DİYEBİLECEKLERİ BİR İŞLERİ OLMASI İÇİN MÜCADELE ETMELERİ, BÖYLECE ONURLARINA DAHA ÇOK SAYGI DUYABİLECEKLERİ BİR YAŞAMA KAVUŞMALARINI ARZU EDİYORUM!

BU KAZANILDIĞINDA ŞEYH, PİR, AĞALARIN İMARET VE TEKKE KAPILARINDA BİR TAS ÇORBAYA MUHTAÇ OLMAYAN BİR ÜLKENİN EŞİT VATANDAŞLARI OLACAKLARDIR.


Said-i Kürdi Deliüzzaman TIKLA
MÜSLÜMAN MASKELİ, KÖLECİ SABİ-SÜRYANİ, YEZİDİ, GREGORYEN ERMENİLERİN İKTİDARLARI OLAN, TÜRK VE MÜSLÜMAN DÜNYASINI B.O.P, MEDENİYETLERİ İTTİFAKI, ILIMLI İSLÂM, NURCULUK, FETHULLAHÇILIK, EFGANİLİK, BAHAİLİK, KADIYANİLİK, VEHHABİLİK GİBİ  DİNDEN ÇIKMIŞ MEZHEPLERE VE IRKİ KÖKENLERİNE GÖRE AYIRAN İŞBİRLİKÇİ, MÜSLÜMAN VE TÜRK TAKİYESİ YAPAN AMA TERÖRİSTLERİ DEVLET KONUTLARINDA AĞIRLARKEN, DEVLETİN EN YÜKSEK RÜTBELİ SUBAYLARINI TERÖRİST İLAN EDİP KOLONİ MAHKEMELERİNDE YARGILAYIP MÜEBBETLER MAHKUM EDEN, HALKLARI HAÇLILARIN KÖLESİ, ASKERLERİNİ HAÇLI ASKERİ EDEN, TEKKE, ZAVİYE KÜLTÜNÜ GERİ GETİREN VE ORTAÇAĞ KÖLECİLİĞİNİ HORTLATAN ABBASİ'DEN OSMANLI'YA BATI KARŞITI DEVLET YAPILANMALARININ YIKILMASINDA 1300 YILDIR İŞBİRLİĞİ YAPAN, HER DİNE DÖNEN HAİNLERİN DEVLETİ ELE GEÇİRDİĞİ GÜNÜMÜZDE YAPACAK TEK ŞEY UYANMAKTIR. TAÇ GİYDİRDİĞİMİZ HAİNLERDEN TACI GERİ ALMAKTIR.
UNUTMAYALIM;



TACI HAİNE GİYDİREN MİLLETİN KANI DİNMEZ!


TÜRK VE MÜSLÜMAN GÖRÜNÜP BATILI SÖMÜRGECİ DEVLETLERİN KÖLESİ OLMAMIZI KURTULUŞ GÖSTEREN, HALKA TEKKE KAPILARINDA BİR TAS ÇORBAY DİLENCİLİĞİNİ LAYIK GÖREN, HER GÜN ATATÜRK CUMHURİYETİNİN GETİRDİĞİ DEMOKRATİK HAKLARIMIZI GASP EDEN, EĞİTİMİ SADECE BATILI DEVLETLERİN ÜRÜNLERİNİ KULLANMAYI ANLAYABİLECEĞİMİZ KADARIYLA LAYIK GÖREN BU KÖLECİ, TAKİYECİ YALANCI DÜNÜ VATAN HAİNİ BU GÜNÜNÜ DEVLET ADAMI OLMUŞ HARAMİLERDEN KURTULMAYA KARAR VERDİĞİNİZDE GERÇEK BAYRAMLAR SİZİN OLACAKTIR.

HER TÜRLÜ DİNİ, ETNİK (IRKİ-SOY) AYRIMCILIKLARINI BİR YANA BIRAKARAK EŞİTLİK, DEMOKRASİ VE ÖZGÜRLÜK MÜCADELERİNE KATILARAK DAHA ÇOK HAK VE ÖZGÜRLÜĞE SAHİP OLMAK, BÖYLECE DAHA ÇOK BAYRAMLARI HAK EDEN BİR TOPLUM OLMAMIZ DİLEĞİMLE!

NİCE BAYRAMLARA!


Alaeddin Yavuz
keykubat /adilyargic/ adilyargicc


 BAŞIMIZDAKİ HARAMİ İKTİDARININ GERÇEK YÜZÜNÜ GÖRMEK İÇİN OKUYUNUZ!


FETULLAH GÜLEN'İN GERÇEK YÜZÜ




  




Bir de bu yazılarımı okuyunuz;
1- http://keykubat.blogspot.com/2010/09/fethullah-hz-muhammede-karsi.html

2- http://keykubat.blogspot.com/2008/08/said-nursi-alim-mi-deli-mi.html#axzz2YpeMOv1r

3-http://keykubat.blogspot.com/2010/08/said-i-kurdiden-gunumuze-ihanetler-ve.html

4-http://keykubat.blogspot.com/2012/10/alpaslan-tukes-devlet-bahceli-ermeni.html

5-http://adilyargic.blogspot.com/2012/01/papa-pedofili-ve-cocuk-pornosunu.html

6-http://adilyargic.blogspot.com/2011/04/masonlar-ve-akp-mason-baglantilari.html

17 Haziran 2013 Pazartesi

BABAMI DA TOPRAĞA VERDİM

BABAMI DA TOPRAĞA VERDİM!

15 Şubat 2013 günü kızımı toprağa vermemin acısını henüz sindiremeden, iki yıldır alzheimer tedavisi gören babam 05.6.2013 günü sabah saatlerinde vefat etmiştir.
15 gündür babamın ölümü ve ardından yapılması gerekenlerle meşgul olduğumdan piyasadan kaybolmak zorunda kaldım!
Kendimi toparladığımda yazılarıma döneceğim!
Elbette biyolojik saatim müsade ederse!



  Ölümler başladığı zaman art arda geliyor.
Kızımın ölümünün ardından geçen yaklaşık beş ayın sonunda babamı da ebediyete uğrladık ve kızımı toprağa ellerime verdiğim gibi babamı da ellerimemezarına yerleştirdim.

Toprağın bol olsun baba!


 BİR YASTIKTA YETMİŞ YIL!


Evlendikleri zaman babamın 16, annemin yaşı ise 15'miş. Babam 86 yaşında 05.6.2013 günü vefat ettiğinde evliliklerinin 70'nci yılındaydılar.
Şimdi annem eşinin özlemini çekmeye şimdiden başladı ve kavuşacağı günleri saymaya başladı!



Alaeddin Yavuz
keykubat /adilyargic/ adilyargicc

 

25 Mayıs 2013 Cumartesi

İÇKİ AYETLERİNDE SİYASİLİK


İÇKİ AYETLERİNİN SİYASİLİĞİ

İçki konusunda dinlerin hiç birisinde kesin bir yasaklama yoktur. Hıristiyanların Katolikleri okunmuş yani kutsanmış şarapla çocuklarını ve dine yeni girenleri vaftiz (yıkama) ile arındırarak dine kabullerini sağlarlar. Yeryüzünde her millet içki içer. Buna rağmen her millet içkinin akıllıca tüketilmediğinde verdiği zararları bilir ve kendilerine göre tedbirlerini alırlar. Dünyanın her ülkesinde rahatça tüketilen içkiler onu tüketmenin de kültürünü yaratmıştır. 
Serhoşluk olayları her millette olmasına rağmen Müslüman ülkelerdeki kadar içler acısı sonuçlar yaratmazlar. Çünkü Müslüman ülkelerde içki yasaklandığından içki içme kültürü körelmiştir.  Bu da “içkinin kötülenmesinde” kullanılmıştır. Dünyada kişi başına tüketilen içki oranı yılda 15 litreye ulaşan ülkelere rağmen bu ülkelerde içki yasağına rastlanılmazken ülkemizde kişi başına yıllık ortalama “1,5” Litre iken “içki yasağı” şampiyonu siyasi iktidarlarımız tarihe bu yasaklarıyla şan (!) vermişlerdir.

İçkinin çok tüketildiği Ege, Marmara ve kuzey ve güney Anadolu bölgelerinde serhoşluk olayları daha düşük iken, içki düşmanlığının yoğun olduğu güney doğu Anadolu bölgelerinde ise daha fazladır.
İçkinin yeryüzünde bütün milletlerde içilmesi gayet doğaldır. Hatta İslamiyet’te de öyledir.
Nasıl mı?
Elmalılı Hamdi Yazır’ın 1935’lerde yaptığı Kur’an tefsirinde* Kur’an’ın günümüz düzenlemesine göre “16.” Sırada yer alan iniş sırasına göre de “70.”  Sıradadır. İçki konusunda Tevrat’tan Kur’an’a Allah’ın da kafası karışıktır. Tevrat konusuna sonra gireceğiz. 

İçki konusunda tanrının da kafası karışık olduğu gibi inananların da kafaları karışıktır ve aşağıda okuyacağınız tefsir alıntılarında “içki yasağını” peygamber Muhammed önermemiş daha çok ileri gelen İslâm büyüklerinden bazılarının aşırı ısrarlarla peygamberi zorlamaları ile içki yasağını belirleyen ayetler inmiştir.

Bu konuyu kendisinden önceki İslâm bilginlerinden derleyen Elmalılı hocanın derlediği bilgilere bakalım;
“”Elmalılı Hamdi Yazır Kur’an Nah Suresi tefsirinde; “Nahl sûresi 128 (yüz yirmi sekiz) âyet olup, son üç âyeti Medine'de, diğerleri Mekke'de inmiştir. 68. âyette bal arısından söz edildiği için sûreye bu ad verilmiştir.” Demektedir.

E.Hamdi Yazır
Nahl aynı zamanda Arap dilinde “Nahle” olarak yazıldığında ve söylendiğinde Hurma da demektir.  Bence ayetin adı bal gibi tatlı olan “Hurma” meyvesine işaret etmektedir. Hurmadan da rakı, şarap yapılmaktadır. Bu surenin “67’nci ayetinin ilk cümlesi olan “Hurma ve üzüm ağaçlarının meyvalarından da hem içki, hem de güzel gıdalar edinirsiniz.“ ayeti gereğince Müslümanlara içki serbestti. Ayet bütünüyle şöyledir;
 “16:67 - Hurma ve üzüm ağaçlarının meyvalarından da hem içki, hem de güzel gıdalar edinirsiniz. Şüphesiz ki bunda aklını kullanan kimseler için büyük bir ibret vardır.”…

…İslâm dininde şarabın ve sarhoşluk verici nesnelerin yasak edilmesi tedricen (aşama ile) olmuştur. İslâm'ın geldiği ilk zamanlar, henüz şarap mübahtı. Bu konuda derece derece dört âyet inmiştir. Önce Mekke'de, "Hurma bahçelerinin ve üzüm bağlarının meyvelerinden de, hem bir sarhoşluk verici şey çıkarırsınız, hem de bir güzel rızık." (Nahl, 16/67) âyeti inmişti. O zaman Müslümanlar da içerler, Hz. Peygamber ses çıkarmazdı.
İkinci olarak yukarıda geçtiği üzere Hz. Ömer, Muaz ve diğer bazı sahabelerin, "Ey Allah'ın Resulü, şarap hakkında bize bir fetva ver, çünkü o aklı gideriyor." diye hükmünü sormaları üzerine bu âyet indi ve ilk haram kılma bununla başladı. 

Bakara Suresi 2:219-Ey Muhammed! Sana şarap içmeyi ve kumar oynamayı, şarabı ve kumarı soruyorlar. Bunu soranlar Hz. Ömer ve Muaz ile birlikte sahabeden birtakım kişilerdi. "Ya Resulallah şarap hakkında bize bir fetva ver, çünkü aklı gideriyor." dediler ve bu âyet indi.

Bu âyette yasaklık açık olmakla birlikte caiz olma ihtimali de yok değildi. Bunun üzerine hemen terk edenler bulunduğu gibi, henüz terk etmeyenler de vardı. Sonra bir namaz olayı üzerine, "Ey iman edenler! Sarhoş iken namaza yaklaşmayın." (Nisa, 4/43) âyeti indi. Bunun üzerine içenler pek azaldı ise de yine vardı…
…Bir gün İtban b. Mâlik, Sa'd b. Ebi Vakkas ile beraber birkaç kişiyi davet etmiş, içki içmişler, sarhoş oldukları zaman, övünmeye ve şiir söylemeye başlamışlar. Bu sırada Sa'd, Ensardan birinin hicvini (şiir yolu ile yerme) konu alan bir şiir okumuş, o da bir çene kemiği ile ona vurup başını yarmıştı. 

Bundan dolayı Sa'd, Hz. Peygambere giderek şikâyet etmiş, bunun üzerine Resulullah'ın: "Allahım! Şarap hakkında bize yeterli beyanda bulun!" diye, dua etmesi üzerine Mâide Sûresindeki: "Ey iman edenler! İçki, kumar, putlar ve fal okları hep şeytanın işinden olan murdar bir şeydir. O halde ondan kaçının ki kurtuluşa eresiniz. İçki ile kumarda şeytan sırf aranıza düşmanlık ve kin düşürmeyi ve sizi Allah'ı anmaktan ve namaz kılmaktan alıkoymayı ister. Artık vaz geçiyorsunuz değil mi?" (Maide, 5/90,91) âyetleri inmiş ve bununla şarabın haramlığı son derece şiddetli bir şekilde yasaklanmıştır. 

Hz. Ömer bunu dinleyince, "İnteheynâ ya Rabbî" yani tamamen vazgeçtik ya Rabbî demiştir. Hz. Ali'nin: "Bir kuyuya bir damla şarap düşse, sonra oraya bir minare yapılsa, o minarede ezan okumazdım ve bir damla şarap bir denize düşse sonra o deniz kuruyup da yerinde otlar bitse orada hayvan gütmezdim." dediği, Abdullah b. Ömer hazretlerinin de: "Bir parmağımı şaraba sokmuş olsam, o parmak bende kalmazdı, yani keser atardım." dediği nakledilmiştir ki ilâhî emir üzerine Resulullah'ın ashabının, ne büyük iman ve takvaları bulunduğunu anlamalıdır. Allah cümlesinden razı olsun…

Şarap ve Alkol hakkında yapılan tartışmalar;

“…Demek olur ki Kur'ân âyeti üzüm şarabının aynen, haramlığında kesin hüküm ifade eder. Bu âyetin diğer sarhoşluk verici nesneleri kapsamına alması sözcük olarak değil haramlığın hikmeti olan "sarhoşluk verme" sebebi dolayısıyla ve hadisi şeriflerin açıklamaları iledir. Kur'ân'daki sözcüklerin genel anlam ifade etmesi muhtemel ise de, özel anlamda olduğu gibi kesinlik ifade etmez.
Buna göre, İslâm dininde genel olarak sarhoşluk veren şeylerin, sarhoşluk verici olarak kullanılmaları haram; fakat üzüm şarabı aynen ve mutlak olarak haramdır. Ve bunu inkar eden kâfirdir. Üzüm şarabının ve bundan yapılmış olan sarhoşluk verici şeylerin, bizzat kendisi necistir. 

Öbürlerinin ise necis olması şüphelidir. Mesela üzerine şarab, şampanya, rakı, konyak dökülmüş olanlar, her halde yıkamadıkça namaz kılamazlar. Fakat üzüm şarabından yapılmış olmayan ispirto, bira ve diğer sarhoşluk verici şeyler içilemezse de elbiseye veya bedene sürülmesi de namaza engel olur diye iddia edilemez.
Ebu Hanife hazretleri (Sünni Mezhebinin kurucusu) bu şekilde şaraptan başka sarhoşluk veren şeylerin bizzat kendisinin ve damlasının necis ve haram olmadığına ve dolayısıyla sarhoş etme derecesine varmaksızın, fasıklara ve kâfirlere benzeme kastı da bulunmaksızın, kuvvet için az bir miktarda içilmesinin caiz olabileceğini söylemiş ise de, "Fethu'l-Kadîr" de "Kitabu'l-Eşribe"de açıklandığı üzere, üç mezheb ile Hanefi mezhebinde dahi tercih edilen, "Çoğu sarhoşluk veren şeyin azı da haramdır." hadis-i şerifi gereğince, çoğu sarhoş edenin azının da haram olmasıdır…

 Alkol Konusu;

…Şer'an içme açısından bütün sarhoş edici şeyler, âyetin genel anlamı ile hamr (içki)dır. 

HAMR: Âyet metninde yer alan "hamr" kelimesi, örtmek anlamına masdar olduğu halde, çiğ üzüm şırasından keskinleşmiş ve köpüğünü atmış olan şaraba isim olmuştur. Çünkü şarab aklı bürüyüp örter ve bir deyim ile, kafayı dumanlar ki buna "humar" denilir.
Endülüs eseri Granada'daki El Hamra (Şarap) Sarayı
"Hamr" kelimesinin bu üzüm şarabına isim olarak verilmesi özel bir isimlendirmedir. Bu nedenle "hamr" kelimesi bir de genel olarak akla humar veren, yani "kafayı dumanlandıran şey" anlamına kullanılır ki bu mânâya göre sarhoşluk veren şeylerin hepsi "hamr"dır. 

İbnü Ömer hazretlerinden rivayet edilmiştir ki şarabı haram kılan âyet indiği gün, şarap beş şeyden: üzümden, hurmadan buğdaydan, arpadan, darıdan idi. Ve hamr, aklı bürüyüp örten demektir. 

Ebu Davud'da Numan b. Beşir'den rivayet olunduğu üzere, Resulullah (s.a.v.) buyurmuştur ki: "Üzümden bir şarap, hurmadan bir şarap, baldan bir şarap, buğdaydan bir şarap, arpadan bir şarap vardır." demektir.
Buna dayanarak İmam Mâlik ve Şâfiî ve bunlardan önce veya sonra gelmiş birçok âlimler ve fıkıhçılar, Kur'ân'daki hamr (şarab)ın genel anlamı ile mutlak olarak sarhoşluk verici demek olduğuna ve dolayısıyla her çeşit sarhoşluk verici nesnelerin Kur'ân âyeti ile aynen haram bulunduğuna ve her birinin yalnız sarhoşluk verme derecesi değil, damlalarının bile içilmesinin ve kullanılmasının, alınıp satılmasının asla caiz olamayacağına hükmetmişlerdir.

Günümüzün fen bilimcilerinin, Kimya ilmine göre düşünceleri de "ihtimar" (kendiliğinden köpürüp kabarma, ekşiyip mayalanma) denilen kimyasal bir olay olma itibarıyla, her çeşit sarhoşluk vericinin hamr özelliğinde ortak olmasıdır ki buna Arapça "el-kuhl" kelimesinin Frenkleştirilmişi olan "alkol", "el-küûl" veya sadece "küûl" derler. 

Bu, hamrın genel anlamına uygun ise de, aynı zamanda özel anlamının esas olduğuna da işaret etmektedir.
Doktorluk ve tedavi açısından konuya bakınca, bu açıdan konu, "Kim mecbur kalırsa, diğerinin hakkına tecavüz etmemek ve zaruret miktarını geçmemek şartı ile..." (Bakara, 2/173) ruhsatına uyarak, zaruret ve zaruret hükmünde bulunan ihtiyaç meselelerin den birisi olur…

Buraya kadar Sabilerin 5.500 yıldır “Hamra” adını verdikleri, kendi diktikleri bağlardan yetiştirdikleri üzüm şarabından Kur’an’ın indiği Hicaz Araplarının “Hamr” veya “Hamra” sına kadar şarap ve keyif vericiliğinden serhoş edici etkilerine ve tıptaki gereksinimine kadar yapılan tartışmaları okuduk.

Bunlardan şarap ve öteki serhoş edici içkilerin, önce “Nahl 16:67” ayetindeki “meth/ övülmesinden, sonra yerilerek “haram” olduklarının işlenmesine tanık olduk. Gördük ki, Kur’an’ın tanrısı Allah’ın da “içki konusunda” kulları kadar kafası karışıktır.

Bu karışıklık Tevrat’ta da aynen yer almıştır.

-“Tevrat ve İncil bizi bağlamaz!” diyenlere de Kur’an’ın verdiği cevapları hatırlatalım;
Bakara Suresi 2: 106-“Biz bir yenisini, ya da benzerini getirmedikçe veya unutturmadıkça, bir ayeti yürürlükten kaldırmayız. Allah’ın her şeye gücü yeter.” (Elmalılı Hamdi Yazır Meali)
Aynı Surenin aynı ayeti Yaşar Nuri Öztürk Mealinden;
2: 106.Biz bir ayeti siler, unutturur veya ertelersek ondan daha iyisini veya onun bir benzerini getiririz. Allah'ın her şeye gücü yeter olduğunu bilmedin mi?” İkinci çeviri kafaları daha da karıştırır cinsten ise de temel ilke birdir. O da;

“Kur’an Allah’ın eski kitaplarda verdiği emirlerin bozulmuşlarını düzelten ve gelişen toplumların ihtiyaçlarına göre “yeni emirlerin” iletildiği bir kitaptır.” Bu ilke gereğince “Kur’an’da düzeltilmemiş Tevrat, Zebur, İncil ayetlerindeki emirler için de bu kitaplar Kur’an ile birlikte okunmalıdır.

Beğenmediniz mi? O zaman Kur’an Bakara Suresinde gene devam ediyor;
2: 136-“Deyin ki; Allah’a, bize indirilene, İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve torunlarına indirilene , Musa ve İsa’ya verilene  ve diğer peygamberlere Rableri tarafından verilene inanırız. Ve onlar arasında asla ayırım da yapmayız. Biz Allah’a teslim olanlarız.” (Elmalılı H. Yazır meali)
Bu da Yaşar Nuri Mealinden;
2: 136. Şöyle deyin: "Allah'a, bize indirilene, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a, onun torunlarına indirilene, Mûsa'ya ve İsa'ya verilene ve diğer nebilere verilene inandık. Bunlar arasından hiç kimseyi ayırmayız. Biz yalnız O'na/Allah'a teslim olanlarız."

Yeterince açık değil mi? Muhammet öncesi peygamberlere ve kitaplarına indirilenlere inanırız ve aralarında ayırım yapmayız!” ifadesi kesin bir ifadedir.
Ali İmran Suresi de bunu doğrulamaktadır;
3:3. “O, sana Kitap'ı, önündekileri tasdikleyici olarak hak bir yoldan indirdi. Tevrat'ı ve İncil'i de indirmişti.
3:4. “Daha önce insanlara bir yol gösterici olarak Furkan'ı da indirdi. Şu bir gerçek ki, Allah'ın ayetlerini örtüp inkâr edenler için şiddetli bir azap vardır. Ve Allah hem Azîz'dir hem intikam alıcı...”
Ve Maide Suresi;
5: 68. “De ki: "Ey Ehlikitap! Siz, Tevrat'ı, İncil'i ve Rabbinizden size indirileni tam uygulamadıkça hiçbir şey değilsiniz." Rabbinden sana indirilen, onlardan birçoğunun küfür ve azgınlığını elbette artıracaktır. Küfre batan topluluk için tasalanma artık.” (Y.Nuri Meali)
Bu ayet, Tevrat, İncil ve Kur’an’ı birlikte okumadıkça bir Müslümanın temeli olmayacağını ve “hiçbir şey” olmayacaklarını söylemektedir.

69. “Şu bir gerçek ki, iman edenler, Yahudiler, Sâbiîler ve Hıristiyanlardan Allah'a ve âhiret gününe inanıp hayra ve barışa yönelik iş yapanlar için korku yoktur. Tasalanmayacaklardır onlar.” (Y.Nuri Meali)
Bu ayet de geçmişi 5.500 yıl gerilere uzanan, İbrahim peygamberin de kendilerine gönderildiği Irak Sabilerini yani, “tanrılarının put ve resimlerini yapmadan tapınan” Hanif Sabileri dahi kast etmektedir. Çünkü birçok surede İbrahim’in “Hanif” olduğu vurgulanır. Putperest Sabiler olan Ürdün, Suriye Sabileri ile günümüzün Hz. Yahya Hıristiyanları olduklarını söyleyen Süryaniler ile aynı kitabın benzeri Habeş İnciline inanan Gregoryen Ermeniler bu ayete dâhil değildirler.

Şimdi Kur’an’ın kendinden önceki kitapları doğrulayan bir kitap olduğu ve Kur’an’ı anlamak için öncekilerle birlikte okunması gereğinin “Kur’an Emri” olduğunu bilmeyenler de öğrenmiş oldular.

Önce şöyle de soralım;
Allah kaç şişe rakı ile serhoş olur?
Ya da;
Allah’a ne kadar alkol yeter?"

Cevabını da Tevrat’tan alalım.

Tevrat’ta daha Mısır’dan yeni kurtulmuş Musa halkı olan “İlk Yahudilere” her gün yapılması gereken sunuları sayarken, kendisine her gün  içki sunmasını emreden!Allah’ın ayetini okuyalım;
Bu ayet Tevrat’ın çevirisinden değişiklik yapılmadan alınmıştır;

Tevrat’ta Allah’a Yapılacak Günlük Sunular;
(Çık.29:38-46)

Çölde Sayım;
BÖLÜM 28
Say.28: 7 Kuzuyla birlikte dökmelik sunu olarak dörtte bir hin*fh* içki sunacaksınız. Dökmelik sunuyu RAB için kutsal yerde dökeceksiniz.”
*Fh*Çevirmenin Notu- 28:5,7 "Dörtte bir hin": Yaklaşık 0.9 lt.

Dörtte bir Hin” yani, “09 litre tam olarak 900 cl (Santilitre)” günümüzün tabiriyle “Bir 70’lik şişe ile bir de “düdük” olarak anılan “20 cl’lik” şişe kadar içki sunusu Allah’ın emridir. Allah’a da günde yaklaşık “1Lt” alkol yetiyor diyebiliriz.


Günde bir “70cl” ile bir “20cl” lik alkol ile kafa yapmayı tercih eden bir tanrının yukarıda Kur’an’da Nahl (Hurma, Bal, Bal arısı) Suresi “67.” Ayetinde ““16:67 - Hurma ve üzüm ağaçlarının meyvalarından da hem içki, hem de güzel gıdalar edinirsiniz. Şüphesiz ki bunda aklını kullanan kimseler için büyük bir ibret vardır.”… “ “içkinin güzel rızık/gıda “olduğunu ifade etmesi ne kadar doğaldır.

Kimse beni suçlamasın! 
Çünkü Tevrat'ı, Kur'an'ı ben yazmadım!  
Ben sadece Kur'an'ın emri olan "aklı olanlar, aklını kullananlar" ayetlerine göre aklımı kullandım. 
Beğenmediyseniz siz de kendinize hoş gelecek şekilde kullanın. Bir şey diyen mi var?

Ama gelelim, Tevrat’ta da Allah’ın kafası “içki konusunda" karışıktır. Aşağdaki Tevrat metnindeki olayda İçki içmeyen bir Yahudi topluluğuna övgü vardır;

Rekavlılar'ın Bağlılık Örneği

BÖLÜM 35
Yer.35: 1 Yahuda Kralı Yoşiya oğlu Yehoyakim döneminde RAB Yeremya'ya
şöyle seslendi:
Yer.35: 2 "Rekavlılar'ın evine gidip onlarla konuş. Onları RAB'bin
Tapınağı'nın odalarından birine götürüp şarap içir."
Yer.35: 3 Bunun üzerine Havassinya oğlu Yirmeya oğlu Yaazanya'yı,
kardeşlerini, bütün çocuklarını ve Rekav ailesinin öbür üyelerini yanıma alıp
Yer.35: 4 Tanrı adamı Yigdalya oğlu Hanan'ın oğullarının RAB'bin Tapınağı'ndaki odasına götürdüm. Bu oda önderlerin odasının bitişiğinde, kapı görevlisi Şallum oğlu Maaseya'nın odasının üstündeydi.
Yer.35: 5 Rekav ailesinin üyelerinin önüne şarap dolu testiler, kâseler koyarak, "Buyrun, şarap için" dedim.
Yer.35: 6 Ne var ki, "Biz şarap içmeyiz" diye karşılık verdiler, "Çünkü atamız Rekav oğlu Yehonadav bize şu buyruğu verdi: 'Siz de soyunuzdan gelenler de asla şarap içmeyeceksiniz!
Yer.35: 7 Ayrıca ev yapmayacak, tohum ekmeyecek, bağ dikmeyeceksiniz.
Böyle şeyler edinmeyecek, ömür boyu çadırlarda yaşayacaksınız
.
Öyle ki, göç ettiğiniz topraklarda uzun süre yaşayasınız.
Yer.35: 8 Atamız Rekav oğlu Yehonadav'ın bize buyurduğu her şeyi yaptık. Kendimiz de karılarımız, oğullarımız, kızlarımız da hiç şarap içmedik.
Yer.35: 9 İçinde oturmak için evler yapmadık, bağlar, tarlalar, ekinler edinmedik.
Yer.35: 10 Çadırlarda yaşadık; atamız Yehonadav ne buyurduysa hepsini yaptık.
Yer.35: 11 Ama Babil Kralı Nebukadnessar bu ülkeye saldırınca, 'Haydi, Kildan* ve Aram ordusundan kaçmak için Yeruşalim'e gidelim dedik. Bunun için Yeruşalim'de kaldık."
Yer.35: 12 Bundan sonra RAB Yeremya'ya şöyle seslendi:
Yer.35: 13 "İsrail'in Tanrısı, Her Şeye Egemen RAB şöyle diyor: 'Git,
Yahuda halkına ve Yeruşalim'de yaşayanlara şunları söyle:
Sözlerimi dinleyerek hiç ders almayacak mısınız, diyor RAB.
Yer.35: 14 Rekav oğlu Yehonadav, soyuna şarap içmemelerini buyurdu;
buyruğuna uyuldu. Bugüne dek şarap içmediler. Çünkü atalarının
buyruğuna uydular. Bense size defalarca seslendiğim halde beni dinlemediniz.
Yer.35: 15 Defalarca size kullarım peygamberleri gönderdim. Kötü
yolunuzdan dönmeniz, davranışlarınızı düzeltmeniz, başka
ilahların ardınca gidip onlara tapınmamanız için hepinizi
uyardılar. Ancak o zaman size ve atalarınıza verdiğim toprakta
yaşayacaksınız. Ama kulak verip beni dinlemediniz.
Yer.35: 16 Rekav oğlu Yehonadav'ın soyu atalarının verdiği buyruğu
tuttu, ama bu halk beni dinlemedi.
Yer.35: 17 "Bu yüzden İsrail'in Tanrısı, Her Şeye Egemen RAB diyor ki,
'İşte, Yahuda ve Yeruşalim'de yaşayan herkesin başına sözünü
ettiğim her felaketi getirmek üzereyim. Çünkü onları uyardım, ama
dinlemediler; onları çağırdım, ama yanıt vermediler."
Yer.35: 18 Yeremya Rekav ailesine şöyle dedi: "İsrail'in Tanrısı, Her
Şeye Egemen RAB diyor ki, 'Atanız Yehonadav'ın buyruğuna uydunuz,
onun bütün uyarılarını dikkate aldınız, size buyurduğu her şeyi yaptınız.
Yer.35: 19 Bunun için İsrail'in Tanrısı, Her Şeye Egemen RAB diyor ki,
'Rekav oğlu Yehonadav'ın soyundan önümde hizmet edecek olanlar
hiçbir zaman eksilmeyecek
."

"Tanrının kafası karışık değildir!" denmiş. Ya din adamlarınınkiler? 
Allah’ın kafa karışıklığını da gördükten sonra şimdi ülkemizdeki AKP iktidarının kafa karışıklığına gelelim.
Nahl 16:67’ye göre içkiyi rahatça içen Müslümanlara, İslam öncesi putperest Sabi inancına sahip olup, İslâm’ı sindirememiş olanlar ve içkiden doğan kavgayı peygambere alelacele şikayet için fırsat bilen “Sad” gibi Sabi putlarının adlarını taşıyanlar, “etkilerinden kurtulamadıkları, yüreklerinden putlarının korkularını atamadıkları için içki yasağı, kurban, kara taşa ibadet, şeytan taşlama gibi eski ilkel gelenekleri dine sokma çalışmalarında başarılı olmuşlardır.

Bunca yazıdan sonra her inanan şunları düşünmelidir.

1-Allah, Musa ve kavminden içki sunusu istemiştir. Kur’an Nahl suresi 67’de “içkinin güzel rızık” olduğunu belirtmiştir. Bu yüzden Tevrat ile Kur’an çelişmemektedir.

2- Rekav oğlu Yahonadav örneğinde olduğu gibi Yahudilerin Musa’nın öğretilerinden yani getirdiği dinden çıkıp Sabileşen ve Asurlular tarafından Süleyman Mabedinin yıkıldığı, Yahudilerin kölelikle cezalandırıldığı dönemlerde “İçki Yasağına” riayet eden ama putperest olan Sabi dini mezheplerine girdiği çağlarda “İçki kötülenmiştir.”

3-İçki yasağını isteyen, bunu dine sokmak isteyenlerin de gene putperest Sabi dininden gelen Haz. Ömer, Muaz ve ispiyoncu Sad gibilerin baş rol oynamaları Sabilerin İslâm’ı tehdit ettiğinin belgesidir ve bahse konu “içkiyi yasaklayan ayetlerin” inmesini sağlamışlardır. Belki de ayet inmedi de siyasi olarak böyle oldu. Çünkü Nahl 67 “aklını kullananlar” ifadesini önemle ayetin sonunda vurgulamıştır.

4-Bakara 106. ayete göre Kur’an “değiştirilmiş, bozulmuş emirleri düzelten”dir, Âli İmran “3.,4.” ayetlere göre de eskileri doğrulayan kitaptır. Ayrıca en son emirleri bildiren kitaptır.

Kafası karışık dünyaya bakan Allah tasviri
Böyleyken, “son emirleri” bildiren Kur’an nasıl olur da Nahl 16:67 ile çelişen ayetler barındırmaktadır?
Ya Allah’ın kafası ya da peygamberin kafası karışıktır. Bunu anlamanın yolu da yukarıdaki “2. Ve 3. Şıkkı” tekrar okumaktır. Malum Kur’an daima “aklını kullananlara” iltifat eder.

Kumar Konusu;

Ama bu Sabi dönmelerinin günümüze yansıyanları olan AKP Müslümanları içkiyle birlikte kumarı da yasaklayan ayetlerin “kumar” kısmını görmezden gelmektedirler. Piyango, loto, toto açıktan her türlü kumar oynatan yerlere ise asla dokunmamaktadırlar.

Oysa Kumar için Kur’an ne demektedir;

MEYSİR: Meysire gelince yüsür veya yesardan mimli masdar olarak kumar oynamak anlamınadır. Kumarda ya kolaylıkla zahmetsiz mal çarpmak veya çarptırmak vardır. Kumar demek de zar gibi ne olacağı belli olmayan tehlikeli bir şeye bağlanarak mal vermek veya almak demektir.
Cahiliye devrinde Araplar gerek kendilerine v e gerekse Acemlerden ve diğerlerinden belledikleri "nerd" yani tavla, "satranç" ve diğerleri gibi oyunlarla kumar oynarlardı.

Kısacası frenklerin piyango dedikleri tarzda bölüşme yolu ile bir kumarları vardı ki bunu "hayır" bile sayarlar ve övünerek yaparlardı.
Şöyle ki: Zar yerinde "ezlâm ve aklâ" denilen on adet okları vardı. Bunlara: Fezz, tev'em, rakib, hils, nafis, müsbil, muallâ, menih, sefih, vağd derlerdi. Menih, sefih, vağddan başka diğerlerinin bir hissesi bir payı olurdu.

Meselâ, piyango çekilmek üzere, bir deve kesilir, yirmi sekiz hisseye ayrılır; fezze bir, tev'eme iki, rakibe üç, hilse dört, nefise beş, müsbile altı, muallaya yedi, hisse ayrılır. Menih, sefih vağd okları boş ve mahrumdur.
Bu on kalemin hepsi "rebâbe" denilen bir torbaya atılıp adaletli kişinin önüne konulur, o da torbayı çalkalayıp elini sokar, katılan herkes adına bir ok çeker, hissesi bulunan ok çıkanlar belirlenmiş olan hisseyi alırlar, boş ok çıkanlar da mahrum kalırlar ve fakat devenin bedelini öderler. Hisse çıkanlar da da paylarına çıkan hisseyi fakirlere verirlerdi.
Kötü bir örnek!
Böylece meysir öncelikle diğer kumarlara göre ehven-i şer (şerrin en hafifi) görünen ve hayır zannedilen böyle dağıtım ve bölüşme; yani piyango tarzına denilmiş ve bundan, bütün kumarlara da "meysir" denilmiştir.

Hatta bir hadis-i şerifte, çocukların aşık ve ceviz oynamalarının bile meysirden olduğu beyan edilmiştir. İki kişiden biri diğerine şu kadar yumurtayı yiyebilsen şu senin olsun demişti. Bunlar Hz. Ali'ye hüküm vermesi için başvurdular. Hz. Ali bu kumardır diye izin vermedi. Zaten hayır namına piyango haram olunca diğer kumarların haydi haydi haram olacağı anlaşılır. Şarap ile kumarın bir soruda bir araya getirilmesi de sarhoşluk veren şeylerle kumarın beraber bulunduklarına işarettir.

İşte Dinci hükumetin kumarcılığı teşviki
Cevaben de ki: bunlarda büyük bir zarar ve günah vardır. Genel olarak ikisi de malları telef ve insanları perişan eder. Çoğu zaman bunlar birbirini sürükler. Önce şarap aklı giderir; akıl ise hem dinin, hem dünyanın dayanağıdır. Artık sarhoşlukla öyle cinayetler yapılır ve kumarbazlıkla öyle fenalıklara düşülür ki bunlar saymakla bitmez, ancak "büyük günah" adı ile anlaşılır.

Bununla birlikte, bunlarda insanlara bazı yararlar da vardır. Bu cümleden olarak biraz neşe ve lezzet duyulur, birçok ticareti yapılır. Korkaklara cesaret ve mizaca kuvvet gelir. Kumarda, bazıları bedavadan mal ele geçirir. Günahları da faydalarından, zararları yararlarından çok büyüktür.

Sayılamayacak kadar kumar çeşitlerini oynatmak mı İslam?
Şu halde yararları gerçek ve sağlam bir yarar değildir. Verdikleri neşe humar (aklı örtmek)a dönüşür. O gelip geçici cesaret, felaket nedeni olur. O gelip geçici mizaç kuvveti, sağlığı bozar; kazanılan malın hayrı olmaz, bir kâr yüz zarar getirir. Buna tutulanlar yakalarını zor kurtarır. Kısacası neşe ve lezzetleri kişisel ve ge l ip geçici olduğu halde; zararları, ortaya çıkardıkları kötü sonuçlar, hem kişisel ve sosyaldir, hem bedensel ve hem de ahlâkidir.

Bulaşıcı hastalıklar gibi herkese geçicidir. Cezasını başında çekmeyenler sonunda çekerler. Hayali olan bir parça kâr için, kesin ve genel bir zarara düşmek de akıl işi değildir. Zararı gidermek, yarar sağlamaktan önce gelir. Şu halde bunların aklen haram olması gerekir. Bu âyet de böyle delâlet-i iltizamiye (dolaylı bir delaletle) şer'an bunların haramlığını ifade etmiş olur. Kur'ân'da şarap hakkında başka bir âyet olmasaydı, sadece bununla şarabın haramlığı sabit olurdu. Ancak bu haram kılma, bizzat ifadenin kendi kelimesinden açıkça anlaşılan bir haram kılma olmazdı; aklına güvenerek zararlarını sınırlayıp ve yararlarından istifade edeceğini zannedenler bulunabilirdi.

 Bunun için, ashabı kiram arasında bu akla dayanan haramlıktan, şer'i haramlık anlamayan kişiler olmuş, daha sonra, "Murdardır, ... ondan kaçının" (Maide, 5/90) emri ile açık ve mutlak bir şekilde şer'i haramlık meydana gelmiştir.
Kısacası, şarap içmeyiniz veya sarhoşluk veren şeyleri kullanmayınız, kumar oynamayınız, piyango ile hayır yapılır zannetmeyiniz; bunların, kötülüğü hayrından, günahı yararından çok büyüktür. Buna karşı, hayır olmak üzere sana ne harcayacaklarını yine soruyorlar, iki anlama gelir. Birisi nereye harcama yapılacağını sormak, diğeri de ne verilerek harcama yapılacağını sormaktır ki birincisinde, yani nafaka verilecek, mal harcanacak kimseler ve yerler, ikincisinde de verilecek mal, yani bizzat nafakanın kendisi sorulmuş olur. Yukarda birincisinin cevabı verilmişti. Şimdi kumarın yasak edilmesinden sonra, ikincisine cevap olarak, de ki fazlasını harcayınız.

Yani malınızın gerekli ihtiyaçlarınızdan fazlasını infak ediniz.
Piyango, kumar gibi gayri meşru araçlarla değil, meşru nedenlere sarılarak mal kazanınız. Ve bu maldan kendinizin aile ve çocuklarınızın gerekli ihtiyaçlarına yeterli olanından fazlasını yukarda açıklanan yerlere ve hayır yerlerine harcayınız. 

Diğer ayetlerde de görüleceği üzere küçük çocuklar, eş, muhtaç olan ana-baba ve bunlarla aynı hükümde olan usul (dedeler, nineler), kişinin ailesinden ve bakmakla yükümlü olduğu kimselerdendir ve bunların nafakası, kişinin kendi nafakasından sayılır. Dolayısıyla hayır yapacağız diye kendinizi ve bakmakla yükümlü olduğunuz ailenizi (ehl ü ıyal) nafakasız bırakmak caiz olmaz. Hayır yerlerine harcama bunların fazlasından yapılır. İşte böyle Allah sizin için şer'i hükümlerine delalet eden, onları gösteren âyetler, nasslar, deliller açıklayacaktır ki, siz bunları düşünesiniz, düşünüp te bunların amaçlarını öğrenesiniz ve gereğince amel edesiniz.
Sayılamayacak kadar kumar çeşitlerini oynatmak mı İslam?
Elmalılı Hamdi Yazır hocanın kumar konusunda yaptıkları tespitlere rağmen kendisini Müslüman gösteren ama özünde Sabi, Yahudi, Süryani, Yezidi olan Cumhuriyet döneminin sözde “dindar hükumetleri” özünde milletimiz kendi dininden, geleneğinden soğutup yavaş yavaş Yahudileştirmekte, Hıristiyanlaştırmakta, Yezidileştirmektedir. Yani Masonlaştırmaktadır.

İçki her ne kadar aklı giderip insanı ölümle sonuçlanan asayiş olaylarına sevk etse de bu olaylar asla kumar kadar yıkıcı değildir, kumar sayesinde ailesini, aç bırakanlar, şirketleri batıranlar, devletlerini satanlar kadar zararlı değillerdir.
İçki insanın daraldığı sıkıldığı zamanlarda yatıştırıcı olarak doktorların verdiği “ağrı kesici” olarak bildiğimiz eroin, morfin, esrar, haşhaş türevleri gibi bağımlılık yapmayan doğal bir sakinleştiricidir.
İçkiyi fazla içersen serhoş olursun. haddini bilmez kavgalara karışırsan öldürülebilirsin veya araç kullanırken kaza yapabilirsin.

Bağımlılık yapan sayısız "Yatıştırıcı/Sedative" çeşitleri
Ağrı kesicileri fazla içersen kesin kan zehirlenmesinden ölürsün. Erken müdahale olabilirse güç bela kurtulabilirsin. O da ilk yardım ortamı olan yerlerde geçerlidir.
Kumarı fazla oynarsan her şeyinle batarsın hatta arkadaşlarını, aileni ve durumuna, konumuna göre devletini de batırırsın. Başbakan olduğu dönemde Romanyalarda kumar oynarken burnunu kırdıran eski Başbakan Mesut Yılmaz örneğini hatırlayalım.

Kumar, dedikodu, arkadan çeliştirme, riya, iftiranın, vatana ihanet, dini siyasi emellerine alet etmekle halkı dinden soğutmanın dinde karşılığı ise “ebedi cehennem cezası” olmasına rağmen siyasilerimiz bunları çok sık yapmakta ve sözde “Müslüman milletimiz” de bunları desteklemektedir.
O zaman bu milletin de kaderi dinen belirlenmiştir;

İsra Suresi 16 ve “17. Ayetler;
17: 16. “Biz bir ülkeyi/medeniyeti mahvetmek istediğimizde, onun servet ve nimetle şımarmış elebaşlarına emirler yöneltiriz/onları yöneticiler yaparız da onlar, orada bozuk gidişler sergilerler. Böylece o ülke/medeniyet aleyhine hüküm hak olur; biz de onun altını üstüne getiririz.”
17:17. “Nûh'tan sonra da nice kuşakları helak ettik. Kullarının günahlarını haber alıcı ve görücü olarak Rabbin yeter.”

Her din bağımsız olduğu dönemdeki doğrularını boyunduruk altına girdiğinde değiştirmektedir. Ordularının yenilmesiyle boyunlarına kılıç dayanmış, “halkını tümden kırarız” tehdidinin altında kalmış din adamlarının dayatılan emri yapmaktan başka seçenekleri yoktur. Din adamlarını çaresiz bırakan Dinlerde değişimin sebebi de milletlerin başkalarının boyundurukları altına girdiklerinde dinlerde yapmak zorunda kaldıkları değişikliklerdir.
İşte bu yüzden dinlerde “siyasi ayetler” daima bulunmaktadır. Bu gün Nurcuların ve onlardan olan Gülen’cilerin, İmanın ve İslâm’ın birinci şartı olan Kelime-i Şehadetten “EşhedüenneMuhammedenabdühuveresuluhü” ifadesini “Dinlerarası Diyalog” saçmalığı yüzünden çıkardıkları gibi.

Endülüslerin İspanya Granada'da yaptıkları meşhur, binbir gece masallarında geçen zevk,sefa düşkünlüklerinin her türlü cinsi sapıklıkların yaşandığı dillere destan sarayın da adı neydi?

-El Hamra. Hamra, hatırlayalım Sabilerin üzümden yaptıkları şarabın adıydı.
Yani?
"Şarap Sarayı!" 
  İşte bir siyaset daha!

Takdir sizlerindir

Alaeddin Yavuz
keykubat /adilyargic/ adilyargicc