MİTOLOJİDEN GÜNÜMÜZE ERMENİLER
Ermenileri iki bölümde inceleyeceğiz;
1-Mitolojilerinden Türkiye Cumhuriyeti’nin ilanına kadar zaman diliminde;
2-Cumhuriyet döneminde devletin tüm yapılanmasındaki görevleriyle.
Çok fazla uğraşmamak için de indeks çalışması yapmadım.
Birinci Bölüm
Ermenilerin ve Arman adının Mitolojik kökenleri;
a)Hayasa ve Azzi Konusu;
Ermeni adı kökleri çok eskiye dayanan bir ad değildir. Ermeniler kendilerine, M.Ö.13-14.yüzyıllarda Hititlilere sorun çıkaran Arami/Asur Arap kökenli bir halk olan ve Hayların (E.Lepinski, Arameans, History, Culture..) adını takarak “Hay” demekteydiler. Hatta Ermenice “Ben…” derken bile “hay” ifadesini kullanırlar.
Ayrıca Ermenlier kökenlerini, 1920’de İsviçre’li bilgin Emil Forrer tarafından günümüz diline çevrilebilinen Hitit tablet metinlerinde Trabzon’un güneyinde Malatya-Rize arası (Hayasa’lar) ile Fırat’ın kuzeyinde Van gölü çevresi (Azzi’ler) arasındaki bölgede M.Ö.1400’lerden itibaren M.Ö.1290’larda Hititlerin çöküşlerinden once Hitit kralı II.Mürşili tarafından tarih sahnesinden bir daha çıkmamak üzere silinen “Hayasa ve Azzi” toplumlarına dayandırırlar.( Hayasa ve Azzi adları, Kripto Ermeniler arasında daha yaygın olan Hayati ve Aziz adlarının kaynağı olabilir)
Ermeniler bu yüzden ülkelerine “Hayasaların ülkesi” anlamında, “Hayasa” adından alınan kök ad “Haya” adına Fars dilinde “yer” anlamına gelen “istan” ekinin ulanmasıyla elde edilen “Hayastan” diyorlardı.
Köklerini dayandırdıkları ataları ile ilgili “Hitit Kil Tabletlerindeki” kayıtlara bir bakalım.
Hayasa-Hititliler arasında “kızkardeşle, baldızla” evlilik Sorunu;
Hitit kil tabletlerindeki çivi yazılarında Hayasa’nın dört başarılı kralının adı geçmektedir. Bunlar, M.ÖÖ. 1390- 1335 arasında geçen “55” elli beş yılık dönemde yaşamış olan, Karanniş, Meriyaş, Hukkanaş ve Anniyaş’tır.
Bu adı geçenlerden ilki imparator Dudaliyaş ve onun oğlu Subbiluliuma tarafından durdurulur. Hayasa’nın ondan sonraki kralı MeriyaşHitit prensesi ile evlenir ve yapılan evlilik sözleşmesi yüzünden ölüme mahkum edilir.
Üçüncü kral olan Hukkanaş, Subbiluliuma’nın kızı olan Hitit prensesi ile evlenir.
Evlilik antlaşması, günümüz geleneklerine çok uygun özel şartlar içermektedir. Ayrıca Hayasa’ların “aile içi (ensest/incest) evliliğe dayalı ahlaka sahip” İran Mihri dinine inandıklarına dair deliller de sunar;
“”Hatti hakimi, “Sana evlenmen için verdiğim kız kardeşim!” Der;
“ Eşinin kızkardeşleri vardır, bu evlilikle onlar senin kızkardeşlerin, akrabaların olmuştur. Bu yüzden Hatti ülkesinde bir yasa vardır. Sana izin verilmedikçe kızkardeşlerine ve yeğenlerine yaklaşmayacaksın!
Hatti ülkesinde böyle bir suçu işleyen her kim olursa öldürülür!
Senin ülkende, kız kardeş veya baldızla veya yeğeniyle evlenilmekten çekinilmez, bu yüzden sizler “medeni” değilsiniz!
Hatti’de böyle bir işe izin verilmez!...””
Böylece kökenlerini Hayasa’lara dayayanların da bu gün kendilerini “Kayıp 12. Yahudi Kabilesi” olarak gören ve “Yahudi Kürtler” siyaseti güden “Kızılbaşların” yaşadığı bölge olması ilginç değildir.
Tapınak Fahişeliği Kültünün Anadolu, Mezopotamya uygulamasının, Yahudilik, Roma ve Bizans dinlerinin, ardından gelen Hırisityanlık dininin ve İslâm dinin de temeli olan Sabilerin Ay tanrıları olan Sin'in adlarından birisi de "HAY"dır.
Günümüz Irak Sabilerinin yani Aziz Yahya Hırsitiyanlarının kutsal kitabı olan Ginza d Rabba kitabında her sure "Bismil Hay" (Büyük yaşamın/Hayatın adıyla) ifadesiyle başlamaktadır.
Müslümanların namazda okudukları "Allahulailahe illa huvel hayyul kayyum..." şeklinde devam eden Ayet el Kürsi duasında Allah'ın adı "Ya Hayyül Kayyüm" sıfatıyla tanımlanır.
Bu bilgiler ışığında Taş Devri Ermenilerinin "Tapınak Fahişeliği Kültünü din olarak uygulayan" Sabi dininin putperstleri oldukları şüphe götürmemektedir.
Günümüzdeki evlilik ilişkilerini düzenleyen yani akraba (ENSEST/İNCEST”)evliliklerini yasaklayan kültürün “Tevrat ayetleri” ile olduğu, Tevrat’tan doğan Hıristiyanlık ve Müslümanlık dinlerinin yaygınlığına dayanılarak Yahudilerce dayatılmaktadır. Bu tablet metni bize, bunun aksini ispat etmektedir. Tevrat araştırmacılarına göre Tevrat’ın ilk beş kitabının (Deuteronomy) tamamlanması M.Ö. 1100 ile M.Ö 950 yılları arasında gerçekleştiğine inanılır. Musa’ya inen ilk beş kitabın ilki olan “10 Emir” On Emir’in inmesine 450 ile 350 yıl kadar bir zaman vardır.
Bu durumda Yemen’in “RM” Arim seliyle yok edilen Âd Kavminin Hint uyarlaması olan Hititliler de (Beyaz Hintliler) barajlarla sulama yapan zengin bir kavimdir ve onlar da Himalaya dağlarındaki yurtlarından barajların yıkılmasıyla oluşan “RM” Arim Seli ile çıkmak zorunda kalmışlardır ve gerçek hak yolu insanlarıdır. Aile içi cinsel ilişkilere çok ağır cezalar koymuşlardır.
Ya da bunu İskit Türklerinden öğrenmiş olmaları gerekir. Çünkü Türklerde böyle ilişkilere hiç bir zaman rastlanmaz ve zina dahil böyle ilişkilerin cezası kılıçla ortadan bölünmektir. Türkler yeryüzünde gerçek adaletin, hak dininin koruyucularıdır.Benim çıkarımlarıma göre yarı göçer ve göçer toplumla bu külte aittirler.
Türklerdeki bu doğru ahlak anlayışını İslam misyoneri İbni Fadlan’ın anılarında da görüyoruz. İbni Fadlan anılarında Türkleri şöyle tanımlamaktadır;
“Bir gün bir adamın evine misafir olduk. Adam ve karısıyla birlikte oturuyorduk. Kadin bizimle görüşürken bir aralık gözümüzün önünde avret yerini açıp kaşımaya başladı. Biz utancımızdan gözümüzü kapatıp “Estağfurullah” dedik. Kocası güldü. Tercümana;
-Onlara söyle, bu kadın onu sizin huzurunuzda açıyor. Siz onu görüyorsunuz. Sizden ona hiç bir zarar gelmiyor. Bu hareket kadının onu örtüp de başkalarına müsade etmesinden daha iyidir” Dedi.
İbni Fadlan sözlerini şöyle bağlıyor;
Böyle suç işleyen birini ortaya çıkarırlarsa onu iki parçaya bölerler.”
Bu ifadeyi günümüz diliyle tam olarak yorumladığımızda şöyle diyebiliriz;
“Sizin önünüzde açılmamızın nedeni, gördüğünüz halde kendinizi tutmayı öğrenesiniz diyedir. Çünkü ulaşamazsınız. Böyle olması gizli olup ta elde edilebilir olmasından daha iyidir.” (Kynk-A.Koestler- Onuncu Kabile) Bu olayda “Kafir” dedikleri Türk, “hidayet misyonerine" resmen ahlak dersi vermektedir.(Kynk-Erdoğan Aydın Nasıl Müslüman Olduk-Başak Yayınları-1994-S.181-182)
Bu olayı günümüz düzenli devlet ve toplum yaşamına göre değil bir de, her an yapılan düşman saldırılarıyla insanların öldürüldüğü, esir edildiği, ırzına geçildiği, köle olarak satıldığı, mallarının ve ailesinin yağmalandığı dönemde, kendi köyünden, ırkından ve soyundan olmayan İbni Fadlan gibi yabancıları “evine misafir alabilecek cesarete sahip” bir insanın, uykuda karşılaşabileceği her türlü tehlikeyi de hesaplayarak böyle bir “ahlak dersi” ile ürettiği akılcı çözüm bence muhteşem bir zekâ ürünüdür. Misafire de;
“-Bakın, hiç bir mecburiyetimiz yokken size insanlık edip kapı açtık, misafir severliğimize ihanet etmeyin. Ha keza bir maceraya kalkışacaksanız, uğruna ölebileceğiniz şeyin de ne olduğunu görün!” Demektir.
Ayrıca, Hıristiyanlık ve İslamiyet’in yeni yeni yerleştirilmeye çalışıldığı bu dönemlerde, özellikle İbni Fadlan’ın Arap halkı da dahil, henüz Mecüsilik dininin etkilerinden kurtulmuş değildi ve “TapınakFahişeliği Kültü” sürmekteydi.
İsrail- Megiddo'da M.Ö.1300'lere ait tapınak fahişesi rahibe Lir çalarken. Yahudiler Tevrat'ta geçtiği (II.Krallar) gibi defalarca Sabi dinlerine girerek bu külte tapındılar |
Tapınaklarda ibadet kastıyla yapılan "Bereket Ayinleri", flüt/ney, tef, davul, Lir gibi çalgılar eşliğinde söylenilen ilahiler eşliğinde “cin/ruh çağırma ayinleri" yapılırdı, tanrıça rolünü oynayan rahibe yüzü peçeli üstü örtülü olarak ilahiler ve müzik eşliğinde dans ederek tanrıçanın gelişini beklerdi ve tanrıçanın ruhu rahibenin vücuduna girdiğinde, tapınağa ücret ödeyen kişiyle veya ülkenin kralıyla tanrıça cinsel ilişkiye girerdi. Olaydan sonra rahibe hiç bir şey hatırlamaz, bilinçsiz bir halde görünürdü.
Hint, İran, Araplar, Mısır, Ermeniler, Çerkezler, Grekler , Sırplar, Ruslar, Almanlar (Germenler) ve Romalılar arasında Anahita,Anahit, İştar, Kibele (Sibel), Venüs, İsis kültlerinde “bereket ayini” olarak adlandırılan grup seks ayinleri tapınaklarda sürmekteydi.
Kız kardeş ve baldızla evlilik yaygındı. Baba oğluyla, oğlu anasıyla,kız kardeşler birbirleriyle cinsel/eş cinsel ilişkiye girebiliyor, Yemen’den Kafkasya’ya, Hindistan’dan ’dan İngiltere’ye kadar olan coğrafyada, her kadın ömründe en az bir kez tapınakta bir yabancıyla “ücret karşılığı” cinsel ilişkiye girmek ve parayı da tapınağın tanrıçasına bağışlamak zorundaydı. Tapınaklarda rahibeler ve rahipler ücret karşılığı her türlü cinsel ilişkiye giriyorlardı.
Cinsel organları herkese açık olan bu dinlerin insanları ise aşırı derecede örtünüyorlardı. Örneğin, Aramilerde Sabi bir rahibe başını çenesinin altından bağlayarak saçının tek bir teli görünmeyecek şekilde örter, yüzüne “7” yedi kat peçe takar, altına “10” on kat etek giyerdi ama kıçlarında donları yoktu.
Çünkü okuduğum bütün araştırmalarda buna rastlamadım.Benzer durum öteki ülkelerdeki tapınaklarda da "küçük istisnalara rağmen" aynıydı.(Prostitutes And Courtesans In The Ancient World - Christopher A. Faraone, Laura McClure - Google Kitaplar) ve (Tapınakfahişeliğinden Tarikat Fahişeliğine- adilyargic.blogspot.com)
Arap İbni Fadlan ve arkadaşlarını misafir eden Türk’ün öteki toplumları ne kadar iyi tanıdığını, ahlak anlayışının ne kadar üstün olduğunu şimdi daha kolay kavramış oldunuz!
Bizlere ahlak misyonerliği yapan, şeytanın askerleri diye soykırımlar yapanların aslında ne kadar ahlak fakiri ve şatanist/cinci olduklarını da gördünüz.
Böylece yeryüzüne adaletin, şeytana tapınan Yahudiler (Sümer’den İslam’a Cinve Şeytan Kültü- Yahudi Kültü bölümü-adilyargicc.blog.spot.com) ve onların türevleri dinlerle getirildiği iddialarının da boş olduğunu gördük.
Tapınak Fahişeliği halen sürmektedir. Günümüz Hindistan'ında Muradabad şehrinde Hindu çocuk tapınak fahişesi Yazı İngilizcedir, Tıkla |
Doğru ve güzel ahlak yaşanılan zamanın şartlarına göre eski kuzeyli göçer kavimlerde her zaman vardı.
Günümüz Tevrat’ının Babil sürgünü dönüşünde rahip Ezra (Üzeyir peygamber M.Ö.VI.yy.) tarafından yazılmasına ise daha “900” Dokuz yüz yıl vardır. Böylece Yahudilerin ve Hicaz Araplarının günümüzdeki aile yaşamını düzenledikleri iddiası da çökmüş olmaktadır.
Buraya kadar "ahlaki" yaşamlarını da öğrendiğimiz Ermenilerin kökenlerini dayadıkları "Hay ve Azzi" konusuna dönelim.
Öte yandan bir kartala binen ve Suriye’de sabah yıldızı Venüs ile sembolleştirilen ve ibadet edilen Palmira (M.Ö.2000’ler) tanrıları olan Azizos (Aziz) ve Arsu adlı ikiz kardeşlerin adlarında da “Aziz’e” rastlıyoruz.
Aziz, “günahsız, masum Allah katında sevilen din büyükleri, kendini dine adamış, dünyevi beklentilerini terk etmiş çileciler için” Müslüman ve Hıristiyan Arap toplumlarında kullanılan “Arapça” bir kelimedir.
Hay adı, Kur’an Bakara Suresi (2:255) ayetinde Allah’ın sıfatı tanımlanırken; "Allah, O'ndan başka tanrı yoktur; O, hayydir, kayyûmdur" ifadesinde de geçer. Bu adların İslâm ulemalarınca “İsmi Azam” yani “Büyük Adlar” olarak açıklandıklarını biliyoruz. Bu anlamda yine "Ya Hayyu yâ Kayyûm, lâ ilâhe illâ ente" (Ey diri ve kâim olan! Senden başka ilâh yoktur) tanımlamaları İslâm kültüründe vardır.
Endülüslü hekim İslâm roman yazarı Ebu Bekr Muhammed İbn Abdulmalik İbn Muhammed İbn Tufeyl’in (M.S. Vadi-ül Aş, 1106-Marakeş,1186) İbn-I Sina’nın eserlerinden yola çıkarak yazdığı, bir isyan sonucu el değiştiren devleti idaresinin saltanattan indirilen beyinin karısının bir beşiğe çocuğu Hay’I koyarak denize bırakması ve dalgaların bir adaya ulaştırdığı sepetin içinden bir ceylanın çıkararak emzirip besleyip büyüttüğü, ileride adaya sürgün gelen bir aydının yardımlarıyla konuşmayı, okuryazarlığı öğrenen ve düz mantıkla mükemmel tespitler yapabilen bir insanın evriminin anlatıldığı “Hayy Bin Yakzan (Diri Oğlu Yanık)” adlı roman kahramnının efsanesinde de “Hay” adına rastlıyoruz.
Ermenilerin İddialarına göre mitolojik kahramanlarından olan Hayk’ın oğullarından olan Aryaman (Eryaman)a adlarının kökenlerini bağlamaktaysalarda, Ermenilerin ilk mitoloji yazarlarından olan araştırmacı Mardiros Harootioon Ananikian bu konuda bilim insanları arasında “gelişmiş bir ortak kanaat olmadığını” yazmaktadır. Aramiler hakkında geniş bir araştırma çalışması yapan Edward Lepinski’nin “”The Arameans: Their Ancient History, Culture, Religion” adlı kitabında Hayların (Hayasa) ve Azzilerin Arami olduğunu yazmaktadır.
Kur’an ve İslam kaynaklarından verdiğimiz örnekler de Ermenilerin “köken bulma çabalarına” maalesef sağlam darbe vurmuş görünmektedir.
b)Arman Adının Kökenleri;
Ermeniler asıl adlarını her ne kadar Naram-Sin’in yıllıklarındaki kayıtlara dayandırsalar da sonunda vardıkları yer, “Aram” kelimesidir. Bu kelime hem Farsça hem Aramice ve bunlardan Ermenilere geçmiş bir kelimedir. Bu gün bile Akad, Babil kökenli halk olan Sabiler, Yezidiler, Nasturi ve Süryaniler ve öteki din ve tarikatlar içinde bulunan Aramiler, Ermenistan’ın azınlıkları arasında yer alırlar. M.S. 315’de Hıristiyanlığı resmi dil haline getirten mezrop aziz Gregor’un Hıristiyan olmaları üzerine “Tanrının Armağan’ı (Bağışı) olan Millet” anlamında “Arman” adını verdiği bilinen bir gerçektir. Ermenice, Arman “Tarnın Bağışı” veya sadece “Bağış” demektir.
Alevi Ermeni ve Alevi Sünni Türk başlıklı yazı çalışmam esnasında yararlandığım Ermenistan’ın resmi sitesinde “Arman” adının bu şekilde verildiği geçiyordu. Geçen zaman içinde aynı siteye girdiğimde bu bilginin çıkarılmış olduğunu gördüm.
Bu tespite dayanarak bakanlarımızdan Egemen Bağış’ın Ermeni olduğunu belirtmiştim. AKP hükümetinin bakanlarının da dönme Ermeni, Arami, Kürt ve Yezidi Kürtlerin çoğunlukta olduğu bir hükümet olduğunu, yaptığı işbirlkçilikleri ve açılımları da göz önüne alarak diyorum ki; “Artık takdir sizlerindir“.
Arman adı, Türkçemize de Atatürk tarafından altı yabancı dil bildiğinden dolayı TDK başkanı yapılan ancak gereksiz işleri yüzünden faaliyetleri durdurulan, Ata’nın ölümünden sonra Bitlis Ermenisi olduğu A.Türkeş tarafından açıklanan İsmet İnönü tarafından tekrar “ölünceye” kadar Türk Dil Kurumu” başkanı yapılan Ermeni Agop Martayan Dilaçar (1885-1979) sayesinde “Armağan” şeklinde geçmiştir. Armağan veya Arman, Erman adları Ermeni demektir.
Biraz da mitoloji yapalım;
Kişisel tespitlerime göre Zerdüştlükte kötü tanrı olan “Angra Mainyu” adı muhtemelen Farsça ile aynı dil grubundan olan İtalyanca ve İspanyolca’daki “ng” harf bileşiminin yaklaşık olarak “-ğny” şeklinde söylenişinden dolayı “Eynra Meynu” şeklinde söyleniyordu. Örnek olarak İtalyan dilinde “Spagna” kelimesi yaklaşık olarak “İspağnya” ve “Magneto” kelimesi de “Mağnyeto” şeklinde telaffuz edilmektedir. Bu ses grubu Türkçemizde yoktur. “ny” sesini verirken biz “n” demek için dilimizin ucunu ön dişlerimizin arkasına veya diş diplerine, damağa dayayarak veririz. İtalyan ve İspanyollar bu işi dillerinin ortasını üst damağa doğru kaldırarak gırtlaktan yaparlar. Boşuna uğraşmayın o ülkede doğmadıkça o sesi veremezsiniz. Onlar da “Üzüm, Özüm, Gözüm” diyemezler.
Zervanilik, Zerdüştlük ve Mihrilik dinlerinin kötü tanrısı “E-y-nra Me-y-n-u” söyleyişi “y” harflerinin düşmesiyle zamanla “Enri Men/ Ehrimen” e dönüştü ve eski İran dilleri olan Sogd, Pehlevi ve Farsça dilleri arasındaki farklılıktan ve İran kökenli olmayan kavimlerin söyleyişleriyle “Aryaman, Eryaman, Erman; Araman, Arman” haline geldi.
c) Ara, Aram, Ar-Er adlarının ve eklerinin mitolojik kökenleri;
“H” harfi, günümüz Türkçesi dışındaki Trakya ve Ege Türkleri arasında lehçelerde de düşer. Örnek olarak, “Hasan” yerine “Asan”, “Mahmut” yerine “Mamut “, “Hüseyin” yerine “Üseen” gibi yutulan bir harftir. İran Fars dilleriyle aynı gruptan olan İspanyol dilinde ise “H” harfi hiç okunmaz. Dillerin bu özellikleri nedeniyle de zaman içinde iyi tanrı “Ahura” adı da “h” harfinin yutulmasıyla daha da kısalarak “Aura, Ara, Ere; Ar, Er” ’e dönüştü. Buna delil olartak Ermenilerin Ahura Mazda’ya “Aramazd”, Gürcülerin de “Armazd” dediğini aşağıda göreceğiz.
Nitekim Türk yaradılış destanlarından birisi olan Kara Han Destanında kötü tanrı “Erlik Han” ’dır. İyi yaratıcı, mahir tanrı Kara Han adı da farklı Türk boylarının şiveleri içinde “Kar-An;Ker –An” ve zamanla “Er-an/ Er-en” ve günümüzdeki “Erhan,Eren” adlarının kaynağı bu olabilir. Hem iyi tanrı Kara Han’dan hem de kötü şeytanın “Erlik Han” adlarından “er” ve onun bileşimleri olan adlar üretmek mümkündür. Türklerde “Er”, erken, savaşçı, erkek ve tanrı demektir. Erkeklerin cenaze namazlarında namaza niyet edilirken hoca, “Er kişi niyetine” diye tekbir aldırır.
Yakup peygamberin on iki oğlundan olan Tevrat peygamberi Yahuda’nın oğlunun tanrısı Yahweh tarafından öldürülen oğlunun da adı “Er”’dir. (Yaratılış Yahuda Tamar Bölümü)
Arap dilinde de Babillilerin ve Filistin Sabilerinin Gök Gürültüsü, Yıldırım ve Bereket tanrısı olan Hadad’ın adlarından birisi de “Er Ramman” ’dır.
Bu adı Kur’anın 13. Suresinin 13. Ayetinde “Gök Gürültüsü” anlamına gelen “Er R’ad (13:13)”, Hicaz Araplarının İslamiyet sayesinde İshak peygamberin anadan ayrı ağabeyi olan İsmail soyundan oldukları, Kur’anın inişiyle de kendilerinden okuryazarlık yasağının kaldırılmasıyla kitaplı dinler olan Yahudilik ve Hıristiyanlık camiasında “Kitap Ehli” olarak yer almalarının sevincinin, okuryazarlık yasağına bağlı Mecusi İranlılarca Bizans’ın bozgununa üzülmeleriyle bozulmasını ve Bizanslıların “üç vakte kadar” galip geleceklerinin bildirildiği “Er Rum (30.)” ile Allah’ın Muhammed tarafından önerilen adıyla inmiş olan “Er Rahman” (55.), surelerinde görmekteyiz.
İster Yahudi, ister Farsi, ister Türk, ister Ermeni, ister Arap olsun, Erbed (Muhammedi camide arkasından öldürmeye kalktığı için sonradan düşen yıldırımla ölen kişi- Er R’ad Suresi 13:13. Ayetin Elmalılı Tefsiri), Erkin (Ermeni adı), Ercan, Erkan, Erman (Ermenice), Ertan, Ersan, Ertuğrul, Ergin, Ergün, Türker, İlker, Haydar veya Hayder, Eser, Ekber, Asker, Nefer gibi adlarda da halen kullanmaktayız. Bunların hepsinde “er” takısı aynı anlama gelmektedir. Yani iyi tanrı “Ahura-Ara-Ar-Er” veya kardeşi kötü şeytan tanrı “Ehr(iman)” den “Er” anlamındadır.
Bu tespitler ışığında “Arman, Erman” olarak da söylenebilen “Ermeni” adı hem şeytan hem de “tanrı” anlamını da vermektedir. Köken olarak da Ermenice olmadığını gördük.
Üç yıl once yazdığım “Osmanlı, Ermeni ve Özür” başlıklı araştırma yazımdan Ermenistan ve Ermeniler;
Bu günkü Ermenistan Neresi;
Bu günkü Ermenistan’ı tanımlarsak; Asya’nın batısında yer alan bir devlet. Kuzeyinde Gürcistan, doğusunda Âzerbaycan, batısında Türkiye, güneyinde Nahçıvan ve İran yer alır. Güney Kafkas Dağları ile Karadeniz ve Hazar Denizi arasında kalan bölgede denize kıyısı olmayan bir ülkedir. Başkenti Erivan'dır.
Kısa Tarihçesi ve Mitolojik bilgiler;
1839’larda II.Mahmut döneminde Irak-Ninova ‘da başlatılan kazıların ardından gelişen arkeolojik çalışmaların doğu Anadolu’ya yönelmesi ile bölgenin tarihçesi hakkında unutulmuş bir çok bilgiye rastlanır.
Ermenilerin İ.Ö.13.yy.da Uruadri,Urartu ve Nairi adları ile yaşayan kavimlerin devamı olduğu inancı yaygın olsa da bazen Adana’da bazen de Bulgaristan’da izleri görülen,tanrıları ve dinleri de Sümer-Babil-Akad olan bu milletin anayurtlarının tanımlanan bu Nairi,Uruadri veya Urartu bölgesi olduğunu sanmıyorum.
Her iki ad da Sümer’in “Ur” şehrine işaret etmektedir.Sümer, Babil ve Akad mitolojisinde bölgenin en büyük tanrısı An-Anu , sık sık bölgenin kavimlerine gıcık yapmakta ve onları birbirine düşman ederek helak ettirmektedir. Tufan sonrası çağlarda, kuzey yarım kürede buzların eridiğinin farkında olmayan bölge halkı Asur monarkı I.Tiglat Pilaser döneminden itibaren savaşı kaybeden kavimleri yok etmek yerine buzullarda donup ölsünler diye kuzeye sürmektedir. Günümüzün Avrupa halklarının oluşumu bu şekildedir. Günümüz Mısırlıları da Hintli çingenelerdir ve tarih yazmış Mısırlılar ise Anadolu ve Avrupa’da karışıp kaybolmuşlardır. Antisemitizm de buna dayalı bir yapılanmadır zaten.
Diğer yandan, bölgenin Urartulardan önceki halkı olan Hititler ise yeni karıştıkları toplumların da tanrılarına saygı gösteren ve kabul eden bir inanç türüne sahip olduklarından “Bin Tanrılı Kavim” diye anılırlar.Tanrı sayıları 2000 civarındadır. Urartu veya Uruadri (Ur’dan gelen,Ur-lu olabilir) adıyla anılan bu kavim-lerin de Sümer bölgesinden sürgün yemiş bir kavim olma ihtimali olduğu gibi,başka yerden gelerek,kendilerinden önceki Hititler gibi bölge halkının inanç yapılarını benimsediklerinden dolayı,kendilerini kabul ettirme gayesi ile bu adları seçmiş de olabilirler.
Üç yıl önce yazdığım yazım benden doksan yıl kadar evvel Ermeni bir tarihçinin kayıtlarında da aynen geçmiştir;
Mardiros Harootioon Ananikian’ın 1922’de yayınladığı “Armenian Mithology:Stories of Armenian Gods and Goddesses, Heroes and Heroines, Hells&Heavens,folklore&Fairy Tales- Ermeni Mitolojisi: Ermeni Tanrıları ve Tanrıçalarının, Kahramanlarının, Dişi Kahramanlarının, Cehhennem ve Cennetlerinin, Halk oyunları ve Peri Masallarının Hikâyeleri” adlı kitabının ön sözünde, Ermenilerin dini kaynaklarının milli, İran ve Asya ile ana tanrıça ayinlerinin itiraz edilebilirliğine ragmen Sami unsurları içerdiğini ifade etmektedir. Milli unsurlarının batıya, doğu Avrupa’ya ait, genel kökenlerinin ise İran kaynaklı olduğunu söylemektedir.
Ayrıca, Urartu metinleriyle eski Grek ve Ermeni metinlerinin uyuşmadığı konusunda yorumcuların hemfikir olduklarını yazmıştır.
Aynı yazarın kitabından “Kalde bağlarına” devam edelim;
Arami kökenli oldukları sanılan Urartuların baş tanrısı Khaldi (Kaldi/Kalde) idi ve bu yüzden de “Kaldeliler” adıyla da anıldılar. Van bölgesine kadar doğu Anadolu içine alan Urartu devleti kuzeydeki Ermenileri de etkiledi ve Kaldi, hava tanrısı Theispas olarak anıldı, zamanla batı Asya Ermenileri arasında güneş tanrısı Artinis adını aldı.
Babillilerin üçlü tanrı grupları Ay tanrısı Sin, güneş tanrısı Samaş ile hava tanrısı Ramman (Babil’de Er Ramman ve de Er Rahman -A.Yavuz)dı. Sin aynı zamanda göklerin (cennetin) de tanrısıydı bundan esinlenen Urartularda Kaldi aynı zamanda “ay tanrısıydı”. Öte yandan Urartuların ay tanrıları Şelartiş’ti ve ikinci dereceden bir tanrı olduğundan kurban kesimi sırasında 42. Sırada yer alıyordu. Babil’in iştar’ı da Urartularda “Şaris” adıyla yer almıştı. Urartularda yayılan Hint/Aryan kültürü ile M.Ö.935’lerde Medes tanrılar listesine girmiş, gene Urartuların İskitlerin idaresi altına girmeleriyle de Mana (İslamiyet ile unutturulan Türklerin Manas Destanından hatırlayalım.A.Yavuz) tanrılar listesine eklenmişti.
Zamanla Kaldi ile Manas birleşerek Gök Tanrısı “Bag Maştu (Bag Mazda)” adını aldı ve bu ad Perslerin Ahura Mazdalarının ilk adı oldu.
Urartuların zayıflamalarıyla bölgeye yerleşen Ermeniler Urartu baş şehri Tuşpa’yı (Van) ve ikinci başkentleri olan Armavira’yı kurdular.
Ermenilerde batı kökenlerine bakıldığından, birisi hava ötekisi gök tanrıları olan Litvanyalıların tanrısı olan Perkunas ve Teutonic Fjorgynn’in izleri Ermenilerde “Toprak anlamına gelen “Erkin” veya “Erkinr” adıyla uyuşmaktadır. Toprak anlamına gelen Tanrıça İord’un adı Ermeni dilinde de toprak, arazi, ülke anlamına gelen “Ard-Arda (Erd, Erda olarak da okunabilir.)” şeklinde sürmektedir.
(Yazar burada Ermenilerin kökenlerini Avrupa’ya bağlamaya gayret etmektedir. Bunlar Sabiler gibi her yöne dönen takiyyeciler olduklarının kanıtıdır. Ülkemizde örnekte gördüğünüz gibi “Ar/ Er” ile başlayan “Arda, Arman, Erman, Ersan gibi” adlara sahip ve “Türk/ Müslüman” olduğunu iddia eden hatta dindar geçinen çoğunluğu yüksek mevkilerde olan ne çok insan olduğu gibi bunları, Kökenleri İslâm öncesi tanrılara ait olan ancak, “sahabe, ermişlere, dervişlere ait” oldukları için halkımıza dayatılan put adlarından oluşan Müslüman adlarındaki Arap kültür etkisinden çıkarak çocuklarına “Türk “ adı diye koyan insanlarımız da vardır. Bu adlar Sabetayist Yahudi ve Aleviler arasında da yaygındır. Bu adları çocuklarına koyan aydın Türkler bu azınlıklardan daha fazladır. Bu durum bile bizlere “din ve ırk temelli etnik milliyetçiliğin” sürdürülemeyeceğini açıkça göstermektedir. A.Yavuz)
“Toprak Ana” anlamına gelen eski Ermenice söz olan “Armat” günümüzde “kök” anlamına gelmektedir. Bunun sıfat hali “armti-kh” olup “hububat, tahıl” demektir. Bu kelimenin gerçek kökeni muhtemelen Fars Vedalarında geçen “armaiti” olup olmadığı tartışılabilir. “Hogm” sözü “rüzgâr” demek tir ama esasında “gök” anlamındadır ve eş anlamlısı “himmel” dir. Veda ve Avesta’da geçen “vata” (Almanca-Votan?), “Vayu” mitolojik desteklere sahip olmasına ragmen Ermenice’de “hava, rüzgâr, iklim” anlamına gelen “aud” sözü ile desteklenmektedir. Vedalarda geçen “Aryaman (Eryaman)” Almanca’da İrmin, muhtemelen Ermenilerin mitolojik kahramanı olan Dyaus-Tiwaz (Deyus Tayvaz/Ayvaz) adı olarak da bilinen “Armenak (Ermenek)” sözünü tanımlayabilir.
Grek gezgin Strabo çağımızın birinci yüzyılında Erez’de (Eriza) Anahita ibadetine işaret eder ve “Medler ile Ermenilerin her ikisi de Perslerin kutsallarını onurlandırmaktadırlar, Ermenilerde Anahita herşeyin üstündedir” demektedir.
Milli, resmi rahiplik örgütlenmeleri Hıristiyanlık çağının başlangıcına kadar sürmüştür. Agasancelos (Aghathangelos), Sasani imparatoru Hüsrev’in başarılı seferinden dönüşünde Ermenilere “yedi büyük tapınak” inşa etmelerini ve tanrılarını onurlandırmalarını emrettiğini yazar. Bu tapınaklar Aramazd (Ahura Mazda), Anahit (Anahita) Tiur (Tir), Mihr (Mitra), Ba’al Şemin, Nane (Nene- Nene Hatun’un kökeni) ve Astgik’ti.
Bu tanrılar yedi gezegeni temsil eden koruyucu “baş cinler”di. Aramazd- Jüpiter, Tiur- Merkür, Baal Şemin veya Mihr- Güneş, ve şimdilerde Arusyak (Küçük Gelin) adını verdfiğimiz Astghik- Venüs’ü temsil etmekteydi.
Ay, Anahit veya Nane (Nene) tarafından temsil edilmekteydi. Bu tanrıçalar başlarında “Hilal Ay” ile resmedilmişlerdir. Bu yedi baş tanrıya kısa sure içinde çok sevilen Vahagn eklendiyse de doğal rakipleri arasında Baal Şemin ile Mihr vardı.
Önceleri, Grek (Yunan), Suriye yazılarını kullanan Ermeniler, Alfablerini M.S. 361-440 yılları arasında yaşamış Mezrob Maştot’un çalışmasıyla elde ettiler. Ona Ermeni kralı Vramşapuk ile İsaac (İshak) yardımcı oldu. Maştot, alfabe için Mezopotamya’daki baş rahipleri olan Samosata‘ lı Rufinus ile Daniel (Danyal) e başvurdu. İran’ın Zerdüşt kitabı olan Avesta’da kullanılan Alfabe ile Grek Alfabesinden oluşturulan 36 harflik alfabe bu çalışmalar ile üretildi. Daha önce alfabeleri de yoktu. Ermeniler kutsal metinleri Suriye metinlerinden okuyorlardı. Kutsal metinler ile ilahiler bu nedenle anlaşılmaz bir haldeydi ve imanı olumsuz etkiliyordu. Bu yüzden tanrının sözleri “Tanrının insanlara sözleri” şeklinde yorumlanıyordu. Alfabenin yaratılmasıyla da Ermeni edebiyatı doğmuş oldu.
Ermeni Mitolojisi
Eski Ermeniler geçmişte değişik ibadet kültleri içinde yaşadılar. Bunlar arasında “Ay Tanrısı Kültü, Güneş Tanrısı Kültü, Gök Tanrı Kültü” gibiler sayılırken, ibadet edilen kutsal yaratıkları arasında da aslan, kartal, boğa da sayılabilir. Baş tanrıları bir Hint Avrupa tanrısı olan Ar sonraları Vanatur tarafından takip edildi. Pers- Ermeni ilişkileri sonunda Aramazd adını aldı, Grek hâkimiyeti dönemlerinde de Zeus adıyla anıldı.
Hıristiyanlık öncesi Ermeni mitolojisi hakkında bilinenler çok az olmasına rağmen, onalar hakkında bilgi veren en eski kaynaklardan birisi de “Xorenats’s History of Armenia =Horenatsi’nin Ermeni Tarihi-” adlı efsaneler kitabıdır.
Ermeni mitolojisi Zerdüştlük dininden yoğun şekilde etkilenmiştir. Tanrıları arasında Aramazd, Mihr, Anahit gibi İran tanrılarına ek olarak Barsamin gibi Asur kökenli olanları da vardır. Diğer yandan parçalar halinde kendi tanrıları olarak algılanabilecek Hayk, Vahagn ve Astgik de sayılabilir. Bunu yanında Grek, Roma Pers tanrılarının dönüştürülerek milli eşitleri olan yerel tanrılarından da bahsedilebilir.
Georg Brandes, “Ermeniler Hıristiyanlığı Kabul Ettikleri Zaman- When Armenians Accepted the Christianity” adlı kitabında Ermenileri tanımlarken, yeni dinin kabulü ile sadece eski dine ait tapınakların değil, o dine ait şarkıların, ilahilerin, şiirlerin de yok edildiğini yazmıştır. Ermeniler Hıristiyanlığı Etiyopya İncil’ine göre Aziz Gregor’un önderliğinde kendileri kabul etmişlerdir ve baskı görmemişlerdir. Bahsedilen “kültürel imhayı” Hıristiyan ve Müslüman olan her millet yaşamıştır.
Ermeni tanrılar ailesinin baş tanrısı Vanatur, Aramazd (Ahura Mazda’nın) yerine, Ermeni bereket tanrıçası Nar Anahita’nın yerine, konulmuştur. M.Ö. I.yy.da Ermeniler bu tanrılarının adlarını Grek adları ile değiştirmişlerdir.
Bu değişim;
Aramazd, İran, Ahura Mazda, Hürmüz, Grek, Zeus ile
Mihr, İran Mehr/ Mihr/ Mitra- Grek Hephaestus ile,
Tir, İran Tir/ Ture- Grek, Apollo ile,
Spandaramet-Sandaramet, İran Spenda/ Aramaiti, Grek Hades ile,
Anahit, İran, Nahid/ Nahit/ Anahita, Grek, Artemis ile,
Vahagn, İran, Veretranga, Grek, Herkül ile,
Astgik, Grek, Afrodit ile,
Nane (Nene), Grek, Asena ile
Mir, Hefaistus (Hephaestus) adları ile gerçekleştirilmiştir. M.S. 315’de, Bizans’tan 10 yıl kadar önce Ermeniler Etiyopya İncil’ine dayalı Hıristiyanlık anlayışını resmen kabul etmişlerdir. Bu olayın gerçekleşmesi Aziz Gregor tarafından yapıldığından Ermenilere Gregoryenler de denilir.
Güneş, Ay ve Yıldızlar
Ermenistan’da güneş ve ay ibadeti ile ilgili olarak, Moses of Chorene (Korine’li Musa) tarafından yazılmış çeşitli başvuru kaynakları vardır. Güneşin adına edilen yeminlere sıklıkla rastlanılmasının yanında, ay ve güneş adına kurbanların kesildiği sunaklar (mihraplar) ve tasvirler de vardır. Agathangelos, Diocletian’ın Tridates’e mektubunda Ermenilerin güneş ve aya hürmet ettiklerine şahit olduğunu iddia etmektedir. Her nasılsa bu ibadetin en eski tanığı, dönüşü esnasında Ermenilerin güneşe at kurban ettiklerinden bahseden (Zenefon) Xenephon’dur. Ermeni takviminin sekizinci ayı, her ayın ilk günü güneşe adanmıştır ve onun adını taşır. Her ayın 24. Günü de aya adanmıştır ve onun adını taşır.
Ermeniler, güneşe ibadet eden Persler ve doğulu öteki kavimler gibi “doğan güneşe” dönerek ibadet ederlerdi. Bu gelenek Ermeni Havarici Kilisesi (Hıristiyan Apostolik Kilisesi) tarafından da benimsenmiş olduğundan bu gün bile Ermeni kiliseleri “doğuya” bakar şekilde inşa edilmekte, “batıda” kötü ruhlar bulunduğu inacı yüzünden, ölüleri başları doğuya doğru gelecek şekilde gömülmektedir. Beşinci yüzyılda, Ohannes Mantaguni ayın bitkileri zenginleştirdiğine inandıklarına şahit olduğunu yazarken Şirak’lı Ananya (Anania Of Shirak) belgelerinde, “İlk ataları ayı bitkilerin hemşiresi- koruyucusu olarak anmaktaydılar” demektedir. Ayın evrelerinin çeşitli hastalıklara neden olduğunu ve bu hastalıklardan özellikle saranın (epilepsi) “ay hastalığı” olarak anıldığını belirtir. Kulb’lu Yeznik (Yeznik of Kolb) onların batıl inançlarına göre hastalık belirleyen şeytanların ayın evreleri esnasında faaliyet gösterdiklerine inanıldığını yazmaktadır.
Günümüz Ermenilerinin bile, çocukları ayın tehlikeli evrelerinden korumak için ay çıktığında büyülü ayinler yaptığı bilinmektedir. Sıradan çağdaş mitlerinde bile, güneşin genç bir erkek, ayın ise genç bir kız olduğu düşünülür. Fakat Alman anlayışı olan “erkek ay- dişi güneş” kavramı da Ermenilere hiç de yabancı değildir. Onlar birbirlerini büyük hazla seven, gök yüzünde iz bırakmadan giden, birbirlerini avlamaktan usanmayan “kız ve erkek kardeştirler”, ayın iki farklı adı da vardır. Gençlik dolu olan ay bazı hallerde güneşin etrafında dönerek ona hizmet eder. Eski Ermeniler de Latinler gibi aya iki ad vermişlerdir. Bunlardan birisi Latince “Luna’ya” karşılık gelen Lusin’dir (aslı Lukna veya Lusina’dır), öteki de Latinlerin bu gün “Month” dediklerine karşılık gelen adı “Ami veya Amins’tir”. Amin, Frigya’lı insanlara ya da Lunus’a karşılık gelirken “Lusin” adının “dişi tanrıça’yı” ifade ettiğinden de şüphe yoktur.
Zodyak’ın (Çark-ı Felek) özel işaretleri olan yıldızlar ve gezegenler, üzerlerinde “haç tesiri” de tecrübe edilmesine bakılarak insan kaderi üzerinde etkili rol oynarlar. Yeznik’e göre, Ermeniler göksel nesnelerin doğumları ve ölümleri belirlediklerine inanmaktadırlar. İyi veya kötü talihin nedeni, belirli yıldızların çark-ı felek içinde belirli bir yere girmeleridir.
Yeznik’e göre yıldızlar ve takımyıldızlar da, Sirius’un “Köpek” Arcturus’un yani kuzey yıldızının (ayı) adlarıyla anılmaları gibi, hayvan adları ile anılmaktadırlar.
Ateş
Garni'de Ateş tapınağı |
Ermenilerce sahiplenilen “Ateş İbadedi” kültü, onların Zerdüştlükten etkilenmelerinden önce saygı duydukları bir misrastı. Bu derin kökleri yüzünden Hıristiyan yazarlar çekinmeden Ermenileri “Küle Tapınıcılar” olarak anıyorlardı. Onlar için ateş, ışığın ve güneşin kaynağıydı. Ateş ısı ve ışık veriyordu. Bu gün bile, bir mumu söndürmek kolay bir şey değildir ve biraz dikkat ve saygı göstermeyi gerektirmektedir. Ateş, insan ölüsü, insan nefesi, tükürmek, tırnak, saç yakmak gibi temiz olmayan şeylerle kirtletilmemelidir ve bunları yakarak kutsallığı bozulmamalıdır.
Kirli ateş kabul edilmemelidir, genellikle çakmak taşıyla arı olarak yerinde temiz şeylerle yakılmış olmalıdır. İnsanlar güneşe yemin ettikleri gibi ateşe de kalben yemin ederler. Ateş, hala var olan inanışlarında kötü ruhları uzaklaştıran demektir. Doğu Ermenilerindeki inanca göre gece gölde veya havuzda yıkanmak isteyen birisi üzerinde temiz bir ateş yakarak kötü ruhları uzaklaştırmalıdır ve bir kişi kötü ruhların etkisine girmişse onu kurtarmak için çakmak taşından ve temiz nesnelerle yakılmış temiz bir ateş yakılmadıkça yapılacak bir şey yoktur. Demir de kıvılcım çıkartılabildiğinden, karanlığın güçlerine karşı en önemli silah olarak kabul edilir. Sadece kötü ruhlardan değil, hastalıklar ve şeytanların tesirlerinin de ateşin etkisine dayanamayacağına inanılır.
Ermenilerde ateş için iki ad vardır. Birisi Greklerde de olan “Pur’a” karşılık gelen “Hur” ve Ermenice mum ve ışık anlamına gelen “Jrak” kelimesinden türetme olan “krak” kelimesidir. Hur, eski Ermenilerde çok yaygın olan addır ama Ermeni edebiyatında oldukça çok sayıda “krak” adına da rastlamaktayız. Vahagn’ın erkek bir tanrı olduğu açık olmasına rağmen, Hestia gibi Vesta gibi “dişi ateş tanrıçaları” adlarında da görebiliyoruz.
Totemcilik
Ermenilerin temel ibadet tarzlarından olan kartal ve aslan ibadetine ek olarak kutsal hayvanları boğa ( kadınla ilişkiye girmek için doğmuş olan Ervand ve Ervaz) geyik (Bronz çağı dönemlerinde ana-çocuk kültüne ait çok sayıda kabartmalar vardır. Bu kült Hıristiyanlıkta İsa- Meryem’e dönmüştür.),ayı, kedi, ve köpek (örn-Aralez) gibi hayvanlar sayılabilir.
Kutsal Memeliler;
Aslan,
At,
Öküz,
Koyun’dur.
Kutsal Kuşlar;
Aragil veya leylek, tarlaların savunucusu olmasının yanında Ara’nın güzel mesihi/habercisi olarak kabul edilmiştir. Eski mitolojilerde “çift leylek” güneşin sembolüdür.
Kartal, “David of Sasun_Sasun’lu Davud” adlı kahramanlık şiirinde tanrıların habercisi olarak geçer.
Akahi ya da Horoz, vahiy getiren kuş, sabah güneşinin müjdecisidir. İnsanların ölümden sonra yaşama döndürülmelerinde , ölüm uykusundan uyandırılarak iyileştirilmelerinde önemli tesirleri olacağına inanılmaktadır. (Sabilik, Yezidilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet’te bu hayvan halen kutsaldır.)
Turna ve kırlangıçtır.
Ermenilerde Güneş, Ay ve Yıldızlara İbadet
Ermeni Tanrılar Ailesi
Aramazd
Aramazd |
(Pers biçimi Ahura Mazda’dır) Eski Ermenilerin, yeryüzünü ve gökleri (cenneti) yaratan üstün tanrısıdır. Bütün tanrıların ve tanrıçaların babasıdır. Yeryüzü ve cenneti yaratmıştır. Adındaki ilk iki harf olan “A-R”, Ermenilerin güneş, ışık ve yaşamdan oluşan köklerine işaret eder. Güneş tanrısı olarak ibadet edilmiştir. Toprağın bereketinin kaynağı olarak görülmüştür. Eski Ermeni takvimindeki 21 Mart’ta kutlanılan Am’nor- Yeni Yıl Bayramı ona adanmıştır. Baş kültü eski Ermenistan’dadır. Mihr adlı oğlu ile Nana (Nene) adlı kızı vardır. Hıristiyanlık öncesi Gürcülerince “Armazd” adıyla benimsendi. Grek döneminde de üstünlüğünü Zeus ile birlikte sürdürdü.
Anahit
Bereket ve doğum tanrıçasıdır, Aramazd’ın kızıdır, Artemis ve Afrodit ile eşleştirilmiştir. “Büyük Hanımefendi Anahit” Ermenilerin en sevdiği tanrıçadır, elinde çocuk tutan kadın şeklinde heykeli yapılırdı, onun heykelindeki şaç şekilleri Ermeni kadınlarının saç şekilleriydi. Armavir, Artaştat, Aştişat gibi uerlerde en büyük kültleri bulunmaktaydı. İran tanrıçası Anahita’dan uyarlamadır. Altın tanrıça da denilir. Almanlar arasında yaygın olarak kullanılan “Anita” adı Anahit’in Anait/Anit söyleyişlerinin sonucudur ve Almanlar da böyle kabul ederler.
Vahagn
Ermeni tanrılar ailesinin üçüncü büyük fırtına ve yıldırım tanrısıdır. Herkül çağında bir ejderha öldürme sahnesinde görüntüsü yapılmıştır. Cesaret ve güneş tanrısı olarak ibadet edildi. Eski Ermenistan bölgesindeki Aştiştat’ta kültü vardır. Savaştan önce Ermeni krallarının yardım için yalvardıkları bir savaş tanrısıydı. Vahagn adının “Vahayn ya da Vayn” okunuşu, İran’ın ve Hint’in “Agni’sini” yani diimizdeki okunuşuyla “Ağnyi” söyleyişinde sessiz harf düşmesiyle “Ani” şekline dönüşmektedir. Bu da Mısır’ın Osiris’inin adlarından biri olan “Ani” adı ile Kars’taki Ani şherinden Uygur Devletindeki Ani şehrine atıf yapmaktadır. Bu durumda Uygur’dan Mısır’a kadar “Ani” adına tapınaklar ve şehir adlarının bulunması şaşırtıcı gelmemelidir. Eşi Astgik’in de İsis, İştar, Afrodit benzetmesi de tam yerindedir.
Astgik
Vahagn’ın eşi, aşk, güzellik ve su tanrıçasıydı, ayrıca yıldız tabiatlı Ermeni tanrıçasıdır, eşiti olan eski Mezopotamya tanrısı İştar, Helen dönemi Grek Afrodit’tir ve esas rolü aşk tanrıçasıdır. Sevgilisiyle buluştuğu yerden esinlenilerek “Vahagn’ın Odası” adıyla anıldı. Çıplak olarak heykelleri yapılmıştır. Tapınağı Aştistat’tadır. . Hıristiyanlığın gelişiyle Astgik’in görevi düşürüldü ve periler ile su perileri konumuna indirildi. Günümüzde Ermenilerin Vartavar bayramlarında kutlamak için yaptıkları “su savaşları” halen onun onuruna yapılmaktadır.
Ara Aray (Eray) /Aralo
“Güzel Ara”, bitki örtüsü, bahar, tarım, ekim, sulama ve savaş tanrısıdır. Sembolü yeni yaşamdır. Hint/Alman uzantısı muhtemelen Trakya tanrısı Ares olabilir. Göze çarpan karakteri ise Ara ölüp yeniden dirilen “ölen tanrıdır”. Bu teze destek olarak ülkenin her yanında eski Hitit tanrısı onunla aynı adı taşır. Gürcülerin tarım tanrısı Aralo olarak da yaşadığı düşünülebilir. Osiris, Vişnu, Diyonisus ile birleştirilmiştir.
Aretia (Aresya)
Ermeni inancında (muhtemelen Tevrat’ta geçen) Nuh’un kutsal eşi olarak hürmet edilmiştir ve bütün yaratılmışların anasıdır.
Mihr (Mir)
Işık, gök, güneş tanrısıdır. Aramazd’ın oğludur. Anahit ile Nane’nin kardeşidir. Kült merkezi Bagahariç’tedir. Garni’deki pagan tapınağı ona adanmıştır. Med ve Sasanilerce Mitra olarak anılan tanrının Perslerce kullanılan öteki adıdır. Aynı tanrıdır. Kürt beylerine de halen Mir denilmektedir.
Nane (Nene)
Nane-Nene Hatun |
Aramazd’ın kızıdır. Akıl, analık ve savaş tanrıçası olarak hürmet edildi. Kültü Anhit’in yakınındadır, tapınağı Gavar (Gabar)’dadır.
Tir
Akıl, bilim, kültür ve çalışmanın tanrısıdır, rüya yorumcusudur. Apollo ile eşleştirilmiş, tanrıların mesihidir. Tir’in tapınağı Artaşat’tadır.
Amanor
Veya Vanatur adıyla da bilinir. Ermenilerin yeni yıl tanrısıdır. Yeni yıl bayramı Temmuz’un sonunda kutlanılan Navasard bayramıdır. Tapınağı Bagavan’dadır.
Tsonivar
Nar adıyla da bilinir. Yağmur, deniz, su tanrıçasıdır. Yağmurun düşmesi için zorlanılan bu tanrıça aslında çok vahşi biriydi.
Spandaramet
Ölüler krallığının zindancısıydı. Grek tanrısı Hades ile eşleştirilmiştir.
Hayk
Efsanevi okçu ve Ermenilerin ilk atasıdır. Hayk dev(Titan) Bel’i öldürmüştür. Orion ve Güneş Tanrısı olarak tanımlanmıştır. Halen, bu tanrıdan türeme “Hayko” adı kullanılan bir addır.
Aray
Az bilinen bir savaş tanrısıdır.
Barsamin
Gök ve hava tanrısıdır. Sami tanrısı Ba’al Şamin’den (Bel Şemin) türetilmiştir.
Canavarlar ve Ruhlar
Al (El)
Hamile kadınlara saldıran ve yeni doğmuş çocukları kaçıran cüce kötü ruhtur. Yarı hayvan yarı insan, dişleri demirden, tırnakları bakır veya pirinçten olarak tasvir edilmiştir. Çanlarla kaplı benekli bir şapka giyen, görünmez olabilen bir varlıktır.
Aralez
Aralezner, Ermeni panteonundan en eski tanrılardandır. Köpeğe benzer bir yaratıktır. Düşmüş savaşçıları hayata döndüren, ölüyü alnından yalayarak diriltendir. Yaygın olan düşünceye göre cennette yaşayan bu köpeğe benzer yaratıklar hizmetçi olarak görülüyorlardı.
Ays (Ez)
Eski Ermeniler arasında bu kelime sadece “rüzgâr” anlamına gelmez ve rüzgâr ile insana işleyen ve delirten kötü ruh anlamına da gelir.
Devler
Zerdüşt mitolojisinden Daevalardan kaynaklanan hava ile birleşmiş ruh yaratıklardır. Meleklerle çok benzerlikleri vardır. Kayalık yerlerde ve viranelerde yaşarlar.
Şahapet
Genellikle yılan şeklinde görülen koruyucu ve dost bir ruhtur. Meyva bahçelerinde, evlerde, tarlalarda, ormanlarda, bağlarda oturur. Şvaz tipi daha çok tarım kökenlidir Şvuud olduğunda ise evin koruyucusudur. Şvuud olduğunda iyi davranılırsa ev sahibini altınla ödüllendirir. Kötü davranılırsa uğraştırır ve evi terk eder.
Nang (Nenyi,Neni)
Farsça timsah demektir. Nehirlerde oturan yılan canavardır. Geleneksel Ermeni canavarları ile yer değiştiren güçleri vardır. Bir erkeği kadına çevirebilir, boğulan birini sürükleyerek kanını içmeye zorlayabilir. Ermeni edebiyatında bazen deniz canavarı olarak da anılmıştır.
Piyatek
Kanatsız griffonlara benzeyen geniş bir memelidir.
Kahramanlar ve Efsanevi Krallar
Hayk
Efsanevi kral ve Ermeni milletinin kurucusudur. Hayk, “Moses of Chorene- Korene’li Musa’nın” hesabında Torgoma’nın oğludur. Mağrur dev Bel’in onu krallığa sokmasından sonra Hayk Babil’i terk etmiş, en az 300 kişilik ev halkıyla Ağrı bölgesine yerleşmiş, kendisine Haykaşen adında bir köy kurmuştur.
Güzel Ara
Güzel Ara, Yakışıklı Ara, Şirin Ara (Erm- Ara Geghetsik) efsanevi Ermeni kahramanıdır. Asur kraliçesi Semiramis’i yakışıklılığı ile etkilediğinden, Semiramis’in ona sahip olabilmek için Ermenistan’a savaş açtığı anlatılan efsane Ermeni halk edebiyatında çok sevilir. Bazan, M.Ö.9.yüzyılda Ağrı Kralı Arame ile de karıştırıldığı olur.
Yervant ile Ervaz
Ervand ve Erv(b)az olarak da bilinen Ermeni Arsasid Hanedanı zamanında doğmuş ikizlerdir. Duygusallık üzerine büyük olaylarla ortaya çıkmışlardır.
Karapet (Garabet)
Hıristiyanlık öncesi Ermeni mitolojisinde Vaftizci Yahya (Haz. Yahya) olarak tanımlanan Ermenilerin Haz. Yahyasıdır. Karapet, parlayan uzun saçlı, kor tacı ve Haç’ı ile bir yıldırım tanrısı olarak temsil edilmiştir.
Nemrut
Nuh’un torunudur. Şinar diyarının kralıdır (Irak).Tevrat’ta güçlü insan ve güçlü avcı olarak anlatılmıştır.
Pahapan Hreştak
Koruyucu melektir.
Şanaşar ve Bağdaşar
Sason kasabasında büyük bir devlete gözcülük eden iki erkek kardeştir. Şanaaşar, Sassonlu kahramanların ataları olarak da yorumlanmaktadır.
Sarkis
Hıristiyanlık öncesi mitlerde geçen bir kahramandır. Sonraları aynı adla bilinen Hıristiyan aziz olarak anıldı. Uzun boylu, narin yapılı, yakışıklı, at üstüne binmiş bir kral olarak resmedildi. Sarkis, rüzgâr, fırtına ve tipiler çıkartarak onları düşman üstüne salabiliyordu.
Şamiram
Efsanevi Asur kraliçesi, Güzel Ara’ya sahip olabilmek için Ermenistan’ı işgale kalkan Semiramistir.
Türkçeye Çeviren
Alaeddin YAVUZ
Ermenler hakkında genel bilgileri bu kadarla bitirerek, Yeniçerilerle Orhan Hazi zamanında devletin için “Müslüman edilerek/devşirilerek” doldurulmalarından, Birinci ve İkinci Meşrutiyet ile devleti ele geçiren o zamanın “aydınlıkçı-İlerici” yapılanmalarından birisi olan İttihat ve Terakki Cemiyetinden Türkiye Cumhuriyeti devlet çarklarına yerleşmiş Ermenileri görelim. Ermeniler de diğer milletler gibi çocuklarına mitolojik tanrılarının ve kahramanlarının adlarını vermişlerdir. Bunları tanıyabilmek için önce hangi adları kullandıklarına bakalım. Bu adlar sözlüğünü okurken Ermeni tanrılarının ve kahramanlarının adlarını da hatırlayalım;
Ermenilerin Türkçe Adları;
Ermenice İsimler Sözlüğünden;
Sözlük İngilizce olarak Ermenilerce yayınlanan internet sözlüğüdür. Türkçeye tarafımdan çevirilmiştir.
ARMAN (Ermenice) İ.S.316’da Mezrop İlluminator (Nurcu) Aziz Gregor’un Ermeni İncili’ne göre Hıristiyanlığı resmi din ilan ettiği zaman yaptığı açıklamadan alınmıştır.Tanrının İnsanlara Hediyesi-Armağan.
VREJ.(Vrej,Brej-Drej=ÖÇ-İntikam) Armenian name, apparently from the vocabulary word vrej, meaning "vengeance." I have not actually found this word in use as a personal name.
Öç-İntikam anlamına gelen Ermeni adı.(Brej-Drej Ali gibi.) Kişi adı olartak rastlanılmamıştır.Lakap olarak kullanılmaktadır.
Türkiye'de ise "Ermeni Hınçak Partisi (Hıncı alacak olan Parti) Öcal,Öcalan,Hıncal" adları ile meşhurlardır.
Once rumours were circulated that famine was prevailing in Russia. The reason, which was understood later, for this rumour was as follows. Shouts of: "Vrej, vrej!" (Armenian for "vengeance") were continually heard from the Russian Army... (Arm. Hrld., v.1, 1918)
Rusya’da halk arasında dolaşan rivayetlere göre “kıtlık’tan,yokluktan,sıkıntıdan” türetilmiş bir kelime olduğu sanılmaktaydı.Daha sonraları bu rivayetin aslının Ermenilerin Rus ordusunda (Türklere karşı) savaştıkları zamanlarda “Öç,Öç” diye bağırmalarından kaynaklandığına inanılmaktadır.
Bedrî :Arap=Bedr'e ait ve onunla alâkalı.Erkek ismidir. (Müennesi: Bedriye)
101. AYDIN From Turkish word aydn which means ''moonray'', ''bright'' (ay - ''moon''). This name is still met. The surnames Aydinyan, Aytinyan are formed from this name.
Türkçe’den geçmiştir.Aydinyan-Aytinyan olarak kullanılmaktadır.
102. AYVAZ (Arapça-Avaz=Vekil-yerine bakan) From Arabian avaz ''substitute''. It was in use in the previous century. The su.rname Ayvazyan is also used. The name Ayvaz is also used by many eastern nations.
Ayvazyan olarak kullanımı yaygındır.
106. AZIZ (Arap-Aziz-Sevgili,Günahsız.12.yy.’dan itibaren Azizyan olarak kullanımı yaygındır.) From Arabian aziz, which means "dear", "darling". This name was in use in XII century (both for males and females).From this name the surname Azizyan is formed.
107. AZNAVUR (Ermenice Azn=Görünen-Beliren,dev,Titan anlamındadır.)From Armenian ''azn'', which means ''eminent man'', ''giant'' and ''titan''. In Georgian the form Aznaur is used. Nowadays we can meet the surname Aznavuryan very often though the name is not… 0.2 KB Günümüzde Aznavuryan olarak kullanımı yaygındır.
108. BABAJAN (BABACAN-Türkçe=BABA ve Farça’dan CAN=Sevgili,yar=BABA AŞIĞI” anlamında.”Baba’lık kültünden gelmektedir.İngilizcesi yanlıştır.BABACANYAN olarak da kullanımı yaygındır.)From Turkish baba "father" and Persian jan "sweetheart" i.e. "father's sweetheart". It is almost forgotten now unlike the surname Babajanyan.
109. BABAKHAN (BABAHAN=Babailik kültüründen gelirçBabaların Han’ı,Şanı anlamındadır. Babahanyan olarak yaygın kullanımı vardır.)
From Turkish baba "father" and Persian khan "prince". It is out of use now unlike the surname Babakhanyan.
140. DADASH (Dadaş-Erkek kardeş,birader anlamındadır.Bakü taraflarında DADAŞYAN olarak kullanımı yaygındır.)
From Turkish dadaš "brother". It is often met in Gharabagh, Baku. The corresponding surname is Dadashyan.
269. JAN (CAN-Farsça.Ruh, aşık, sevgili, cevher, öz, ruh anlamındadır. Canyan, Canoyan olarak kullanımı yaygındır)
From Persian jan "sweetheart", "soul", "essence". It is in use since XV c. The diminutive form is Jano; the corresponding surnames are Janyan, Janoyan.
270. JANAN (CANAN-Farsça-Aşık, sevgili anlamındadır.19.yy.dan itibaren CANANYAN olarak kullanılmaktadır.)
From Persian janan "lover". It was used till XIX c., now it is a rare name as well as the surname Jananyan.
278. JIVAN (CİVAN-Far.Genç, gençlik anlamındadır.Çift cinsiyetli kelimedir.Civanyan olarak kullanımı yaygındır.)
From Persian jivan "young", "youthful". The corresponding surname is Jivanyan.
From Persian jivan "young", "youthful". It never was very common and spread in honor of Am. Famous ashugh (folk singer) Jivani (Serovbe Levonyan 1846-1909). 280.
JIVANSHIR (CİVANŞİR-Fars-GENÇ ASLAN demektir.11.yy.dan beri Karabağ civarında kullanılır.)
From Persian name Jivanšir, consisting of jivan "young", "youthful" and šir "lion" i.e. "young lion". It was common in XI c., now it is used in Gharabagh.
From Turkish kalaš "brave" which is in use since XVII c. till now, but seldom. The corresponding surname is Kalashyan.
301. KHACHIK (HAÇ-ÇIK Ermenice Küçük Haç anlamındadır.Haçatur,Haçikyan,kısaca Haço,Keço, Kaço olarak söylenir.Rize civarlarında Müslümanlar arasında da yaygındır.İnternet bu niklerle dolu.)
From Armenian khach "cross" + ik diminutive suffix. This name is also one of the short forms of the name Khachatur. The corresponding surname is Khachikyan, the short forms are Khacho, Khecho… 0.3 KB
308. KHOJIK (Hojik-Hocik Farsça.Hocacık demektir.Hacoyan,Haco olarak kullanılır. Rize civarlarında Müslümanlar arasında da yaygındır.İnternet bu niklerle dolu.)
From Persian xoja "master" and Arm. diminutive suffix ik. The short form is Khajo, from which the surname Khajoyan is formed.,
312. KHUDAVERDI (Hüdaverdi-Farsça.Farsça Hüda =Allah-Türkçe -verdi.Tanrıverdi.Hüdaverdiyan adı yaygındır. Arami kökenli Sabiler ile Yezidi Kürtler şeytandan ürediklerine inanırlar. Şeytan tanrılarının bilinen adları Ezd, Ezda, Yezd, Yezdan, Ruha’dır. Ruha’nın babası Allah’tır. (Nag Hamadi Metinleri). Şeytan’ın adlarından birisi de Kürt Yezidi kitabı olan Mushaf-ı Reş’te “Hüdaverdi’dir. Hürriyetin çizgi kahramanı.Her yerde Ermenileri görmek mümkündür.)
From Persian khuda "god" and Turkish verdi "gave" i.e. "God-given". The corresponding surname is Khudaverdyan.
From Persian khuršid "sun". The corresponding surname is Khurshudyan.
349. MANSUR(Arapça.Mansur-Mensur-Galip.Mansuryan adı yaygındır.Lale Mansur gibi Kürtçü görünen Ermenileri tanıyınız.)
From Arabian name Mansur "winner". It is out of use now, only the surname Mansuryan is met.””
Bir kulağını yatak öbürünü yorgan yapıp yatan Nairi, Urartu cinlerinden İran, Arap ve Grek cinlerine şeytanlarına tapınan Ermenilerin mitolojileri hakkında biraz bilgi sahibi olduk. Şimdi sonuç kısmına geçelim ve alttaki paragrafın konusunu da gene Ananikian’dan yapalım;
Ermeniler, bu gün bile paskalya bayramı kutlamaları ve öncesi yapılan perhizlerde halen bir boşluk içindedirler. Suriye ve Bizans etklerini ayıkladığımızda geriye kalan ibadet tarzımız tam bir putperestliktir. Bu bayramlarda şeytandan uzaklaşmak, kurtulmak için yapılan ayinler arasında, dünyanın dört bucağını kutsayan bâkirenin varlığı farz edilerek üzümlerin kutsanması için güller ve gül suyu serpilmesi gibi işler yapılır.””
Buraya kadar Ermenilerin tarihlerinin olmasına ragmen kendilerine özel ne dinleri ne adları ne tanrıları ne de kültürlerinin olmadığını gördük. Yukarıdaki kitap gibi bir çok kitaba baktığımda karşıma farklı bir bilgi çıkmadı. Dilleri, Türkçe, Farsça, Grek, Arap dillerinden alıntılarla doludur. Adlarının veya soy adlarının çoğu Türkçedir ve Farsça ek lmıştır, Örnek; Bakırcıyan “bakırcı” Bakır işi yapan demektir ve Türkçe olduğu tartışılmaz haldedir, “Yan eki ise Farsdça’dan geçme “-ler” çoğul ekidir. Osmanlının Yeniçeri Kanunu da benzer eki taşımaktadır: “Kanunname-i Yeniçeriyan”.
Başka örnek vermeye gerek de yoktur sanıyorum. Bu yüzden Ermeniler “saf-arı” bir millet olmadıkları gibi, mitolojilerinde kendilerine ait bir tanrıları dahi yoktur. Bu tespit de tarih içinde hastalıklar veya savaşlar nedeniyle topraklarından, yurtlarından sürülmüş sayısız milletlerden birisi olduklarını kanıtlamaktadır.
Buna rağmen Farsça, Türkçe, Arapça, Grekçe, Aramice gibi dillerden oluşmuş derme çatma Ermenice, taşıdığı “Batı İran” özelliği nedeniyle “Hint-Avrupa dil grubunda yer almaktadır.
Ermenilerin İskit -Manas, Mihri (Mitracı), Zerdüşt kökenleri aynen güney Türkistan bölgesi Türklerinde de vardır. İki kavim tarih boyunca hem içiçe hem de din kardeşi olarak yaşamışlardır. Bu yüzden Türkler, Ermenileri hiç bir zaman incitmemiş ve hoş tutmuşlardır.
İlk ayrım, Hıristiyanlığın mezrop Aziz Gregor tarafından Ermeni krallığının resmi dini ilan ettiği M.S. 316’larda başlarsa da Ermenilerin Bizans etkisinde olduklarından dolayı Türklerle sorunları yoktur.
M.S. 325’de Teosidiyus Hıristiyanlığı Bizans dinlerinin başına oturttuğunda, Ermeniler “gerçek İncil’in tespiti için” İznik konsülüne çağrılmışlar, İran ile savaşta olduklarından temsilci göndermemişlerdir. Ardında Bizans’ın gönderdiği İncil’i de Kabul etmemişler, Etiyopya İncil’ine sadık kalmışlardır.
Hıristiyanlık Dönemi Ermeniler;
Hıristiyanlığın yayılışı döneminde Ermeni krallığı toprakları dışında kalan Ermeniler ise İran Mitra Dininin yaygın adı olan Mihri dinine, Trakya bölgesinde yaşayanları Grek Mitracılığına, Van ve güneyindeki bölgelerde yaşayanları da komşuları olan Aramilerin Sabilik, Yezidilik, Mecusilik inançları içinde kalmışlardır.
Bu nedenle her iki toplum aralarında “din birliği” bozulmuş olsa da Bizans tarafından her iki Ermeni toplumu kâfir ilân edilmiş ve 10.yy.da Selçukluların ardından 13.yy başlarında Cengiz akınları ile gelen Türk ve Moğolların gelişine kadar 600 yıl boyunca soykırıma uğratılmıştırlar.
2009 yılında yaptığım bir çalışma ile bunu açıklamalı olarak görelim;
HIRİSTİYANLIK SOYKIRIM,KATLİAMLARLA YAYILDI
01.Ocak.2009'da yayınlandı.Blog silindiğinden 11.Ekim 2010'da tekrar konuldu.
Bu yazım ile hem ülkemizde serbest bırakılan Hıristiyanlık propagandasına karşı hiçbir siyaset geliştirmeyen hükümetin yapamadığını,hem de 500 yılda dört kıta insanı soykırıma uğratarak semirmiş,koca burunlu , kültürsüz Avrupa’lı bazı düdüklerin aslında küçümsenmesi ve aşağılanması gereken cani türleri olduğunu göstermek amacı ile bu yazımı hazırladım.
Çünkü Türk Milleti’nin geçmişinde böyle aşağılık olaylara tanıklık olmadığı için bizleri türlü iftiralarla,güç kullanarak “aşağılık ve suçlu” olduğumuzu kabul etmeye zorlamaktadırlar.
Bir gün kalkıyoruz,Ermenilerden özür kampanyası,ertesi gün kalkıyoruz Kürtlerden özür kampanyası ile karşılaşıyoruz.
İsa/Kuzu |
Fener Rum Patrikhanesinin avukatı,geçen hafta bir Tv kanalında Türkiye’nin özür dilemesi iddiasının savunuculuğunu yaptığı tartışmada,Şükrü Elekdağ’ın sıkıştırması üzerine “Dini inancımı açıklamaya beni zorlayamazsınız,bu benim “anayasal hakkımdır” deyip sıyrılıveren kokuşmuş,kendine utanmadan Müslüman diyen,18 yıldır,dinden tarihe,ekonomiden AB siyasetine her konuda derin bilgiçliği ile bazı güçlerin destekleri sayesinde evlerimize konuk edilen , bu milletin birbirine düşmesini,akan kanının sürmesini isteyenlere hizmet ettiği bu günlerde yaptığı fikir beyanları ile iyice ortaya çıkan, Kezban Hatemi de gün ara, kanal kanal gezerek devlet idarecilerini ve Türk Milletini,bu kampanyaya ikna etmeye çalışmaktadır. |
Madem öyle,biz de okuyanlara buralardan bir şeyler verelim değil mi?
Nasıl doğdu?
Nasıl yayıldı?
Bu gün uşakları olan Ermeniler,Roma-Bizans’tan önce Hıristiyan olmalarında rağmen hiç saygınlık gördüler mi,yoksa soykırımlara mı uğradılar?
Ermenileri kimler kurtardı?
Merak ediyorsanız,buyurun okuma maratonuna;
Hıristiyanlık öncesi Bizans'ın İnançları;
İran Tanrısı Ahura Mazda.İslam Hadislerinde "Uçan Kürsü'den"
Hz.Muhammed ile konuşan Cebrail tanımına ne kadar da uygundur.
Tarihi binlerce yıldan ibaret olan Mazdeizm ya da Zerdüştlük olarak bilinen eski İran inancı,göklerde yaşayan ve herşeyi yaratan tek tanrı olan Ahura Mazda'nın peygamberi Zerdüşt'e olan vahiylerinden oluşan bütün diğer diğer milletlerin dinleri gibi,inanç sistemi, "ezbere dayanan" bir inanıştı.Zerdüşt'ün bıraktığı vahiyler ilk defa kitap haline onun ölümünden belki 8000 yıl kadar sonra İ.Ö.850'lerde Zerdüşt rahiplerince kitap haline getirilmiştir.
Daha sonra bu inanca bazı tanrılar da eklenmiştir.
Bu inanç,İran'dan İngiltere'ye kadar geniş Roma İmparatorluğu coğrafyasında da kabul gören bir inançtı.
Bu din daha sonraları "Hz.İsa'nın Bakireden Doğumuna" esin kaynağı olacak Taştan doğan tanrı Mitra ile Mitraizm olarak da anılmaya başlanılacaktır.
Taştan doğan Mitra/Mihr
|
İran Persepolis yakınlarında Nakşi Rüstem bölgesinde yani Zaloğlu Rüstem'in mezarı olduğu iddia edilen bölgede İ.Ö.500. yıllarında yapılmış Kabe'nin kopyasıdır.Hz.İbrahim'in ülkelerinden geçerken yaydığı tanrı Ahura Mazda'nın son emirlerini İran'lıların aldığını ve uyguladığına işaret etmek,Mazdeizm'in yani Zerdüştlüğün evrensel emirleri takip eden bir din olduğunu anlatmak için yaptıkları bilinir.Ancak,asla bir haç yeri de olmamıştır.
İranlıların bu Kabe inşaatı aslında o dönemlerde,1000 Tanrılı Hititlilerdeki gibi bir gelenek olan büyük devletlerin yeni çıkan inanç türlerini de benimseyerek farklı inançlarıyla bütün kavimleri kendi içinde eritme siyasetine dayanan bir uygulamadan başka bir şey değildi.Nitekim,Yahudileri de Babil sürgününden kurtaran Büyük Krus,bu anlayış doğrultusunda Yahudilere hem tapınakları kurma haklarını hem de kutsal emanetlerini geri vermiş olduğu Tevrat'ta da geçmektedir.
Zerdüşt Kabesi.Nakş-i Rüstem
Aşağıdaki yazılarda Roma İmparatorlarının bu yüzden,İran'a karşı savaş açaıp hakimiyet kuramadıklarını,buna yeltenen Roma İmparatorlarının bizzat kendi askerlerince öldürülüşlerini okuyacaksınız.
HIRİSTİYANLIĞIN DOĞUŞU;
Hz.İsa'nın Özellikleri;
Sümer,Mısır ve diğer inanışlarda tanrıçaların bakirelikleri her ilişkiden sonra yenilenir.Onlar sürekli bakiredirler.
Sümerli İnanna,Yunanlı Afrodit,Mısır'lı İsis daima bakiredirler.
Hatta,İncil Yuhanna'ya vahiyler bölümünün 1 ile 5.ayetlerinde dünyada yaşama karşılığında İsa'ya kurtulmalık olarak kıyamet gününde fidye verilecek 144.000 gılmanın (erkek çocuk eş veya fahişe) da "kızoğlankız",kadınla ilişkiye grerek kirlenmeyenlerden oldukları yazılır.
Horus'u emziren İsis ile İsa'yı emziren Meryem tasviri arasında benzerlik.
İsa'nın annesi Hz.İmran'ın kızı Meryem de "erkek olur" ümidi ile tapınağa bağışlandığından kız olmasına rağmen tapınağa bağışlanmış,ilişkiye girmemiş bir bakiredir.Hz.İsa bakire Meryem'den doğar.
Kıskanç tanrı Set tarafından öldürülen Osiris'i,eşi-kızkardeşi İsis bulur ve vücudunun parçalarını birleştirerek ilişkiye girer ve Osiris'i yeniden doğurur.Daha sonra da çocukları Horus'u doğurur. Horus Osiris'in intikamını alır ve Set'i yer altına gönderir.
Bu olay Hz.İsa'nın,kutsal ruhun üflemesi ile Hz.Meryemden doğuşunu,çarmıha gerilerek öldürülmesinden sonra yeniden dirilişi ile çok ilişkilendirilmektedir.
Mısır Tanrısı Osiris eşi ve kardeşi İsis.
Haçlı Diyonisus
İsa'dan 400.yıl önce
|
Osiris ile Yunan şarap tanrısı Dionysos'un babası aynı İsa'nın "babası" gibi Tanrı'dır, ayrıca annesi de aynı İsa'nın annesi gibi bakiredir.
Osiris-Dionysos'un, Attis'in ölümü ve yeniden dirilişi, aynı hristiyanlıkta olduğu gibi, onun etini ve kanını sembolize eden ekmek ve şarabın yenilip içilmesinden oluşan bir ritüel ile kutlanır.
Osiris-Dionysos'çular da aynı hristiyanlıkta olduğu gibi, kendi kurtarıcılarının son günlerde tekrar dünyaya geleceğine inanmışlardı.
Osiris-Dinonysos, aynı İsa gibi, Tanrı'nın yaptığı etten kemikten bir varlık ve Tanrı'nın oğlu'dur.
Osiris-Dionysos, aynı İsa gibi, dünyanın günahları nedeniyle bir kurban olarak Paskalya zamanında ölmüştür.
Yuhanna incili’nde pagan bir gizem ayini ilginç bir şekilde İsa’ya uyarlanmıştır:
MÖ. 400’lere ait bir Yunan vazosunda Dionysos’un önünde, hristiyanların kutladıkları gibi bir komünyon, sunak önündeki şarap kapları Dionysos’un kutsal kanını simgeliyor:
Roma Magna-Mater M.Ö I.yy.
Ana/Çocuk kültü |
"Size doğrusunu söyleyeyim, insanoğlunun bedenini yiyip kanını içmedikçe, sizde yaşam olmaz. Bedenimi yiyenin, kanımı içenin sonsuz yaşamı vardır ve ben onu son günde dirilteceğim. Çünkü bedenim gerçek yiyecek, kanım gerçek içecektir. Bedenimi yiyip kanımı içen bende yaşar, ben de onda." (Yuhanna 6:53-56)
Son derece dikkat çekici olarak, Pagan Tanrısı Mitra da İsa'dan yüzyıllar önce bir yazıtta şöyle demiştir:
"Benim bedenimden yemeyecek kanımdan içmeyecek ve böylece benimle bir olmayacak kişi, kurtulamayacak kişidir!" (Godwin, J. Mystery Religions in the Ancient World 1981, 28)
Şaman rahiplerinin ve animist toplumların yamyamlıklarını öven ayetleri içeren bir din nasıl "çağdaş,asri" bir din olabilir.Ona kimsenin de inanmadığı ortadadır.Hayat bir geçim dünyasıdır.Tıkla.
İSA'nın getirdikleri;
Hz.İsa,(Hristo-Christ,Jesus) kıyametten önce,Yahudilerin beklediği,onları zafere götürecek beklenen bir kraldı.
Almanya Hamburg- Hıristiyanlık Dönemi Zenci Meryem-İsa kültü |
Hz İsa’nın (İ.Ö.3-İ.S.30-.33 yıl yaşadığı iddia ediliyor.) “Tanrının oğlu” sıfatı ile yeryüzüne gelişi,Tevrat ve Zebur’da Yahudilere biçilmiş olan ağır şeriat hükümlerini İsa Mesih geçersiz kılmıştır.Irk ayrımını ortadan kaldırmıştır. Kendisinin çarmıha gerilerek öldürtmesi ile de geçmişte,zamanında ve gelecekte yaşayan insanların günahını da çekmiş olduğu için artık insanların kurban kesmelerine de gerek kalmamıştı.
Çünkü Hz.İsa kendisi Tanrınınoğlu, kuzusuydu.Havarilerinden İncil’i en çok anlayan Pavlus’tu,İsa çarmıha gerildikten sonra ona görünmüştü ve doğru Hıristiyan kilisesini o kurmuştu.
Pavlus’un öğretisinin ilkesi,Mesih ile şeriatın fesih edildiğiydi.Gerçekten Marcion (*) gibi,Şeriatın insan için bir lanet olduğunu kabul ediyordu.
Hıristiyanlık’ta “Irkçılık Kavramı"-Hz.İsa'nın Soyu;
Şöyle yazdı;
“Mesih bizim uğrumuza,lanet olmuş olarak bizi şeriatın lanetinden kurtardı....İman vasıtası ile,Ruhun vaadini alalım diye ve gene şöyle ki,imanla salih sayılalım diye şeriat Mesih için mürebbimiz oldu.Fakat iman geldiğinden artıkmürebbi (öğretmen, gözetmen) altında değiliz.
( Bu ayet aslında "ruhbanlığı" yok saymaktadır ama gel de anlat)
"Ne Yahudi, ne de Yunanlı vardır,ne kul ne de azatlı vardır,ne de erkek ve dişi vardır,çünkü Mesih İsa’da siz hepiniz birsiniz”
Dese de;
İncil,"İbranilere Mektup Bölüm 7;14 ve 15".ayetlerinde,Hz.İsa’nın aile kökeni hakkında “Rabbimizin Yahuda soyundan geldiği açıktır....”diye yazılıdır.Hani şu verdiği sözü tutmadığı için gelininin kurduğu dümenle,çarşaflı-peçeli gelini ile fahişe niyetine zina eden Yahuda.(Kaynak-Tevrat)
Vahiyler 22:16.ayette de “....Davut’un soyu ve köküyüm,parlak çoban yıldızıyım” demektedir.
Yani,Tanrı İsa,Yahuda soyundan bir Yahudidir.
Vahiy 14:1’den 5.ayete kadar da,”bakir,kızoğlankız, erkek çocuklardan 144.000 kişiyi yanında fidye olarak cennete götüreceğini ve onların babaları olan 144.000’kişiye de yeni kurduğu dünyayı bağışlayacağı anlatılır.
Hıristiyanlık’ta Baş Örtüsü.
Bulgar Kilisesine göre Yahudi değil
"Zenci" İsa/Meryem
|
.....”İmdi bilmenizi isterim ki,her erkeğin başı Mesih,ve her kadının başı erkek ve Mesih’in başı Allah’tır.
Başı örtülü olarak dua eden yahut peygamberlik eden erkek,başını küçük düşürür.Fakat,başı örtüsüz olarak dua eden yahut peygamberlik eden her kadın başını küçük düşürür.
Çünkü tıraş edilmiş olmakla bir ve aynı şeydir.
Çünkü eğer kadın örtünmüyorsa,saçı da kesilsin,fakat kadına saç kesmek yahut tıraş olmak ayıp ise,örtünsün.
İsa ile Erkeklere Baş Örtüsü Kaldırılıyor.
Çünkü,erkek Allah’ın sureti ve izzeti olduğu için,başını örtmemelidir.Fakat,kadın erkeğin izzetidir.
Çünkü,kadın erkekten değil,fakat kadın erkek için yaratıldı.Bunun için melekler sebebinden kadın,başı üzerinde hakimiyet alametine malik olmalıdır.”
Ben Mesih’e uyduğum gibi siz de uyun.” Diye cemaatine yazdı.
(*)Marcion,Sapık sayılan bir Hıristiyan tarikatının kurucusu..(İ.S.150)
Pavlus’un Gezileri ve Dışlanması,İlk Hıristiyanların Çileleri;
Hz.İsa’nın İ.S.30’da çarmıha gerilerek öldürülmesinin ardından ilk inanan 11 havari önce Kudüs’te teşkilatlanırlar.Ancak Yahudi’lerin gazabı da gecikmez.Pavlus’un çalışmaları sırasında arkadaşlarından aziz İstefanos’un Yahudilerce taşlanarak öldürülmesi,kilisedeki ilk Hıristiyan Yahudilerin öldürülmeleri,kadın ve erkeklerin sürüklenerek zindanlara atılmalarının ardından Anadolu’ya ,Atina’ya ve Roma’ya doğru göçe başlarlar.
Gittikleri yerlerde ilk önce Yahudilere vaaz verirler.Bu pek kabul görmez.Bu defa Yunanlılara ve Rumlara açılmayı denerler.
Küçük cemaatler de olsa Anadolu’da ilk yedi kiliseyi kurmaları hem devletin hem de diğer inanç mensuplarının dikkatlerini ve ardından düşmanlıklarını çeker.
İ.S.70’lerde Ege,Marmara ve Akdeniz bölgelerinde ağır baskılar yüzünden dayanamayarak iç Anadolu bölgesine,Niğde ve civarında bulunan eski çağlardan kalmış yer altı şehirlerine saklanırlar.
Roma’ya gidenler de kendilerini gizlerler ve o zamanın hakim dini olan İran kökenli Mitra inananları gibi görünürler. Mitraistler gibi yaşayıp onların bayramlarını kutlarlar.26 Aralık Noel kutlamaları da Mitra’nın doğum günüdür.Mısır’da da Osiris’in doğum günüdür.
Kudüs’te verdiği vaazdan dolayı canını zor kurtaran aziz Pavlus soluğu Atina’da alır.Orada da kendini dinleyen birkaç insan bulsa da bu ona göre sadece bir sıfırdır.
Çünkü,Atina’ya vardığında etrafında gördüğü putlar onu çok rahatsız etmiştir ama elden ne gelir.?
“”Ey Atina erleri,ben sizi her şeyde çok dindar görüyorum,çünkü dolaşıp tapınaklarınıza baktığım zaman şu yazı ile bir mezbah buldum.Meçhul Allah’a şimdi tanımayarak tapındığınızı ben size ilan ediyorum” diye hitap eder.
Hıristiyanlık’ın Halka Tanıtılma Çalışmaları ve Yeni Tanrı Tanımı.
İran tanrısı Mitra'nın cennete gitmeden önceki son yemeği M.Ö.600'ler. İranlılara bakarsan M.Ö.16.000 yıllık |
Bu tanım ileride İslam tarafından İ.S.780'lerde Abbasi Hanedanlığınca kurulacak Bağdat Üniversitelerinde daha da güzelleştirilecektir.
Ardından;
“Dünyayı ve içinde olan şeyleri yaratan Allah,gökün ve yerin Rabbi olduğundan ellerle yapılmış mabetlerde oturmaz,madem ki hepsinde hayat,soluk ve her şey veren kendisidir,bir şeye muhtaç imiş gibi insanların elleri ile ona hizmet olunmaz ve muayyen vakitlerini ve meskenlerinin sınırlarını tayin ederek bütün yeryüzünde otursunlar diye insanların her milletini bir kandan yarattı.Taa ki Allah’ı arasınlar ve kabil ise el yordamı ile bulsunlar. Fakat,o hiçbirimizden uzak değil,çünkü,biz onda yaşıyoruz,hareket ediyoruz ve varız.Nasıl ki sizin şairlerinizden bazıları demişlerdir;”Çünkü biz de onun zürriyetiyiz.
Şimdi,Allah’ın zürriyeti olduğumuz için uluhiyet insan ve hüneriyle oyulmuş,altına veya gümüşe,yahut taşa benzer sanmamalıyız.Şimdi Allah cehalet zamanlarına göz yumdu,şimdi her yerde hepsinin tövbe etmelerini emrediyor.Çünkü Allah bir gün tespit eyledi.O gün de tayin ettiği adam vasıtasıyla dünyaya adaletle hükmedecektir.
Da Vinci'den İsa'nın cennete gitmeden önceki son yemeği 1970 yıllık |
Onu ölülerden kıyam ettirerek bütün insanlara teminat verdi.” Şeklinde verdiği vaazda, Tanrılarının insan şekilli olduğuna inanan ve onların yiyip eğlenmeleri ve barınmaları için tapınaklar yapan Yunanlılara artık bunun doğru olmadığını,tanrının bunlara ihtiyacı olmayacak kadar yüce olduğunu vurgulamıştır.
Putperestliğe karşı bu çıkış tabii ki o zamanın mevcut “din anlayışı” içinde sadece bir dinsizlikti ve Yunanlılar onu kendi demokrasi anlayışları içinde saygı ile dinlemişlerdi.
Ne derse desin ilgi görmez.Geriye marş marş başlar.
“Sen iyi konuşuyorsun ara sıra gel de dinleyelim” gibi alaycı konuşmaların yanında gerçekten ilgi gördüğü insanlar da olsa umutsuzluğa kapılarak Kudüs’e geri döner.
İncil’in Romalılar bölümünde anlatıldığı gibi bütün Yahudiler Pavlus’a saldırılar,sürükleyerek mabetten dışarı atarlar.O arada bir Romalı asker devriyesi olaya müdahale eder ama kurtaramayınca yardım çağırır ve gelen askerler Pavlus’u zincire vurarak götürürler.Halk ancak yatışır.Pavlus canını zor kurtarmıştır.
Ama,kader ağlarını örmektedir ve Roma’da büyük sıkıntılar baş göstermektedir.
Roma Kuzey kavimlerinin ve İran Kaynaklı Saldırılarla Yıkılma Noktasına Gelir;
İ.S.167’lede,Marcus Aurelius’un altıncı yılında kuzeydeki Germen kabileleri Tuna nehrini aşarak Roma duvarını geçerler,kuzey İtalya’yı silip süpürürler.Bunları kovamayan Roma onların kuzey İtalya’ya yerleşip çiftçilik yapmalarına izin vermek zorunda kalır.
Roma büyük bir çöküş sürecine girmiştir.İmparatorlar sık sık değişirler,kimisi değişik şekillerde öldürülürler. Suriye’de kuzey Afrika ülkelerinde,Ermenistan’da (Hıristiyanlık nedenli) ve Roma’nın her yerinde iç isyanlar artar asayiş bozulur.
Roma Ordusu Din Kardeşliği Yüzünden İran'a Savaş Açamaz ve Yeni Din Arayışı Başlar;
Septimus Severus’un oğlu Caracalla (İ.S.213) Germenleri Tuna ötesine,Mısır ve Anadolu’daki isyanları bastırmaya muvaffak olur.Parth’lara (İran) doğru yöneldiği sırada yakın koruması tarafından öldürülür. Çünkü,Zerdüşt-Mitraist olan İran halkı ile “dinkardeşi”olan hiçbir Romalı’yı onlarla savaşa ikna etmek mümkün olmamıştır. Çünkü,tanrıları ve peygamberleri de İran’lı olduğu gibi o halk onlarca zaten kutsal bir halktır da.
Ardından kuzey Karadeniz kıyısındaki Gotların isyanı da başlar ve Anadolu’yu korsan akınları ile yağmalamaya başlarlar.Roma’nın her yeri tekrar Germen istilalarına uğrar,yıkılır ve yakılır.
İ.S.226’da İran’daki Part’ları deviren Sasaniler de yeni bir tehlike olarak ortaya çıkarlar.İmparator Diocletian Sasani’lere karşı sefer düzenlese de başarı sansı din yüzünden mümkün değildir.
Roma’da çıkan karışıklıkların temelinde de İran inançları çerçevesinde yapılanmış olan kiliseleşme ve ruhbanlık vardı.
Roma'nın İran'a Teslimiyeti ve Ardından Hıristiyanlığa Güneşin Doğuşu;
Sonunda Diocletian rakibi Asyalı Sasani kralı ile uyuşmak ve onun inançlarını da giyim tarzını da kabul etmek zorunda kalır. Simgesel incilerle bezenmiş evrenin burçlarını temsil eden değerli taşlar taşıyan “cennet elbisesini” giymişti.
Pers kralı Şapur'un Valerius'u diz çöktürmesi |
Bu elbisenin ortasında da altın taçlı başı ile, kralın başı da evrenin ortasında güneş gibi parlamaktaydı. Dünyanın basamağı onun ayaklarının altındaydı ve her şey önünde eğilmeliydi.
Yukarıdaki cümlenin Gerçekleşmiş hali.İran karşısında kendi askerlerinin de "Din Kardeşlikleri yüzünden ihanet etmeleri yüzünden" yenilen Bizans İmparatoru Valerius'un Sasani (İran) İmparatoru Şapur karşısında diz çökmesini anlatan bu tasvir,İran Persepolis civarındaki Nakşi Rüstem mezar bölgesindeki kayalara oyulmuştur.
İşte bu "aşağılanmalardan" kendi inanç sistemini yaratarak kurtulmak isteyen Batı adeta "Hıristiyanlığı İcat Etmek" zorunda kalmıştır.
Yahudi rahipleri bu konuda onların en büyük yardımcıları oldular.
Roma yine doğulu devlet yapısına bürünmek zorunda kalmıştı.Aurelius zamanından bu yana da konulan vergiler artmıştı.Devlet halkını istila ve soygunlardan koruyamadığı gibi,güçlülere verdiği “vergi toplama yetkisi” ile de halka bir şey vermeden sadece alan durumuna düşmüştü.Yani zorbalaşmıştı.
Bu yüzden,yeni iş kurmak isteyenleri bile engellemekte ve “meslek değiştirmeyi" bile yasaklamıştı.
Her şeyin fiyatını devlet belirliyordu,insanlar casuslar ile çok sıkı takip ediliyorlardı.En ufak hatada ağır şekilde cezalandırılıyorlardı.İmparator devleti binlerce yıl önceki Mısır’a çevirmiş, adil hükümdar yerine tam bir zalim firavun olmuştu.
Diocletian’ın despotluğu ülkede üretimi,sanatı ve kültürel gelişmeleri de sürdürmüştü.Ülkeyi bu duruma düşüren Partların,Sasanilerin ve Germenlerin saldırılarını düşürmüştü.Şimdi de öbür yandan Hıristiyanlar da bir güç olarak çıkmaya başlamışlardı."(Yahudi kökenli ve Rum,Arap Anadolu halkları ve Ermeniler)
Hıristiyanların Kıyımı;
"Diocletian Hıristiyanların da üzerine gitmiş,düşmanı bilmiş ve onları da çok ağır şekilde ezmişti.
Halefi Galerius (304-311) putperest ilkeler bağlı kalarak bir hoşgörü fermanı yayınlar ve ülke biraz nefes alır.Yerine geçen Constantine’in döneminde (İ.S.311-324) Hıristiyanlık tehlikeli bir dengede kalır,artmaları engellenir."
Buraya kadar dikkat edilmesi gereken en önemli nokta,Roma kendisine ait bir “Dini Yönetim Kültürü” yaratamamıştır. Dünyaya hakimdir ancak doğu ve diğer putperest kültürleri devleti çıkardıkları karışıklıklarla ciddi şekilde tehdit etmektedir.Halkı üzerinde “birlik” sağlayamamakta,kendisi için tehlike arz eden İranlılara karşı hiçbir zaman savaşacak ordu kuramamaktadır.
Çünkü,dinler,kavimlere gelmektedir.Her kavmin kendi dini ,peygamberi ve kitabı vardır.Roma’yı Kuran Etrüsk’ler de Germenlerin de (blondy Gipsy-Sarı Çingene-Beyaz Hintli) ve Roma’lıların da kendilerini Sami soyu olarak saymaları (Aslında Türk olduklarını geçen yıl Antalya'da bir toplantıda ilan ettiler.) “doğulu”İran üzerinden gelen bir kavim olmaları ve bu yüzden de Roma ve Avrupa halkları “İran Dinlerini” kabul etmekte bir sakınca görmezler ve yürekten bağlanırlar.
Bu olayı,Kuran’ın İbrahim Suresi 4.ayeti de “Biz her millete kendi dilinde din ve peygamber gönderdik”,Casiye Suresi28 ayette de “kıyamette her kavimin kendi peygamberinin bayrağı altında toplanacağını,kendi kitabından sorgulanacağını” belirterek bu olayı doğruladığını biliyoruz.
Çöküşün Ardından Roma'nın Yeni İdeoloji Arayışları;
Roma İmparatorluğunun bu inkar edilemeyen yapısı yüzünden,her defasında,İran krallarının ve inançlarının önünde diz çökmeleri bu son 300 yıllık dönemde Roma hanedanı-aristokrasisi içinde yeni bir arayışa yönelim başlatmıştır.
Sonunda onlar Avrupa,Afrika,Ortadoğu halkları ile karışmış,yeni bir toplum olmuşlardır ve kendilerine uygun bir “kültürel yapılanmaya” gereksinimleri vardır. Çünkü,onlar artık “batılı" bir dünya gücüdürler.
Hıristiyanlık'ın Fark Edilişi;
İşte bu arayış için en uygun ilaç ise,”Sami “kökenli bir halk olan Yahudilerin arasında çıkan “Hıristiyanlık” olacaktır.Gittikleri her yerde dışlanan ve hatta kendi halkı Yahudiler arasında bile yaşayamayan bu “ilk Hıristiyanlar “,gittikleri yerlerde kendilerini kabul ettirmek için “Yahudi Milliyetçiliğine” dayalı olan inanç yapılarını, yukarıda Pavlus’un Atina’da verdiği vaazda olduğu gibi”diğer milletleri de kucaklayacak bir felsefi açılıma yöneltmeleri” inançlarının evrenselleşmesine sebep olmuştur.
Onların kurduğu bu inanç sistemi ise çökmekte olan Roma’nın tek kurtuluş reçetesidir.
Sonunda olaylar Hıristiyanlık’ın kabulü yönünde gelişir ve bu gelişmenin getireceği yeni devlet yapılanması Roma’nın ömrünü İstanbul’un 1453’de Fatih Sultan Mehmet tarafından fethine kadar 1129 yıl uzatacak,bütün Sami kökenli olsun olmasın Avrupalı kavimleri tek bir “Haçlı” bayrağı altında toplayacak,ve eski Yunan’dan sonra yeni bir “Avrupa Toplumu” oluşturacaktır.
Yeni İdeolojinin Kabul Bahanesi Yaratılıyor." EFSANE"
"İmparator Constantine zamanının meşhur biyograficisinin anlattığını göre o meşhur efsane şöyle gelişir;
“Constantine kendisi ,Maxentius ile hazırlandığı savaşta Hıristiyanların düşmanı olan tacının en büyük rakibine karşı halen pagan olan Constantine,gökte “HOC VİNCE” sözlerini taşıyan parıldayan bir “haç” görür.Bunu ordusu da görür.O gece gördüğü rüyada Mesih gelip ona sancak olarak bu işareti kabul etmesini emretti,o da etti.Savaş kazanıldı,ondan sonra Constantine “Haç” ’a sadık kaldı.”
Hoc Vince
"Bununla Fethet" demektir |
Tarihçi-Araştırmacı yazar J.Campbell bu olayı,Hindistan’da İ.Ö.563-483 yılları arasında yaşamış Guatama Buda’dan 300 yıl sonra gelen Büyük Aşoka’nın (İ.Ö.268-232) yaşamına benzetmektedir.Constantine’nin de (İ.S.324-337) Hz.İsa’nın (İ.Ö.3-İ.S.30) ölümünden 300 yıl sonra iktidara gelip Roma’da Hıristiyanlığa dayalı devlet rejimi kurması tamamen birer kopya izlenimi vermektedir.Büyük Constantine,annesi Bitinya’lı (Kastamonu-Üsküdar arası bölge) babası ise Constantius’dur.İ.S.274’de Romanya’da DACİA şehrinde doğdu."
Hıristiyanlık İnancının Düzenlenmesi;
"Aynı dönemde sayısı 145’i bulan İncil yanında,Hz.İsa’nın Tanrı olmadığını,aslında bir insan olduğunu savunanlar,ruh olarak insan vücudunda yaratıldığı için kendi gücünü bilmediğine inananlar gibi çok sayıda farklı inanışlar vardı.Constantine bunların bir çoğunu düzenlediği seferlerle yok etti.Ancak karmaşıklığa son vermek için İ.S.325’de İznik Konsülünü topladı.
Ülkenin her yerinden 300 kadar Konsül katılmış,İmparator’un “dinde birlik sağlanmasını” isteyen çağrısından sonra da “Paskalya gününün” saptanması ve Arianların aforoz edilmeleri çalışmalarına geçilir.
Sonunda İskenderiye’li Athanasius’un kaleme aldığı “amentü” kabul edilir;
“Biz,her şeyin yaratıcısı,hem görünebilen,hem görünmeyen,her şeyin yüce Babası,Tek Tanrı’ya inanırız;
Ve tek Rab Mesih’e,Allah’ın oğlu,babadan doğan, ve tek doğan;
Babanın özünden,
Tanrıdan tanrı,ışıktan ışık,gerçek tenrıdan gerçek tanrı,doğan,yapılan değil,Babanın tek özüyle var olmuş;
Her şeyi yapan,cennettekileri ve bu dünyadakileri,
Biz insanlar için ve bizim kurtuluşumuz için,inip te ete bürünen,ve insan olan acı çeken ve üçüncü gün tekrar yükselen,cennete çıkan,dirileri ve ölüleri yargılayacak olana,
Ve Kutsal Ruha,
Fakat,onun olmadığı zaman var diyenler,ve doğumdan önce yoktu diyenler,veya Allah’ın oğlunun, başka bir özü olduğuna inanlar,veya yaratıldığını veya ahlaki değişime ve dönüşüme uğradığını söyleyenler i Papalık aforozediyor”demektedir.
İlk defa bu dönemde “Bakireden doğan tanrı” inancına dayalı “Hıristiyanlık” dini,kendinden binlerce yıl önceden beri var olan ve “Taştan,elinde kırbacı,savaş baltası ve yıldırımları ile doğan” tanrı inancına dayalı putperest “Mitra” dini ile eş düzeye resmen konulmuştur.
İkisinin de “insandan doğmama” özelliğine bakılırsa,Hıristiyanlık,inancının,daha o zaman “Mitraizm” inancına rakip olarak yapılandırıldığına işaret etmektedir."
Elinde kırbacı,baltası ile "taştan doğan" İran Tanrısı Mitra'nın Kutsal Boğa ile Savaşı. Mısır,Tevrat, Kuran Bakara (İnek-Boğa) Suresinde de bu inancı görmekteyiz.Roma'lılar da bu dine inanmaktaydı.
Bu olaydan 50 yıl sonra büyük Theodosius zamanında (İ.S.379-395) tek ve resmi din olarak kabul edilecektir.
Artık,Roma “doğu inançlarına bağlı kalmak ve onların önünde diz çökmekten kurtulmuş,kendine has yeni bir inanca sahip olmuştu.
Bundan sonra batının istilacılığının adı “Haçlı” olacak,Tevrat’ta Hz.Musa ve sonrası Joshua’nın Kenan halklarına yaptığı gibi “Hıristiyan olmayan halklara ve insanlara çoluk, çocuk,hayvanlarına kadar soykırımlar yapacak,yerlerini yurtlarını yakacaklardır.
Artık,kadınlar kocalarından izin almadıkça konuşamayacak,aksi halde sopalarla öldürülünceye kadar dövülecekler,”dişi insan ırkı” yeryüzünde en aşağı davranışlara tabii olacaktı.
Ermenilerin "Kafir" İlan Edilmeleri.
Önceden de Bizans'a Göre "Kafir" diler Zaten.
Bu toplantıya,Bizans'tan 100 yıl kadar önce Hıristiyanlığı kabul etmiş bulunan Ermeniler,İran ile savaşta olduklarından dolayı bilirkişi Kardinal gönderemezler.Daha sonra kendilerine gösterilen,bu gün kü "Dört İncil'i" de"değişme" sebebi ile kabul etmezler.
Ta ki 10.yy.da Türklerin bölgeye gelmelerine kadar bu soykırım ve dışlama süreecektir.13-14.yy. içinde Bizans'ın Anadolu topraklarında tarihe gömülmesi ile ilk defa nefes alırlar ve çoğu da aslen Türk kökenli oldukları için Türkçe'yi kolayca benimserler, bir çoğu Şii'lik mezhebine ve onun yan kollarından olan Alevi'lik tarikatına gönüllü geçerler.
Bizans'tan yüz yıl kadar önce Hıristiyan olmalarına rağmen,Bizans'ın Hıristiyan olmasından sonra da yeni düzenlenmiş kitabı ret ettikleri için dinden "afaroz" edilip,kıyılacak olan bu kavim, 1500 yıl sonra 19.yüzyılda,Rus Çarlığının 1821'lerde Kafkasya'yı işgal edip Doğu Anadolu üzerinden Basra Körfezine inme çabaları sırasında fark edilecek,Rusların "Müslümanlara karşı Hıristiyanların haklarını korumak için Kafkasları işgal ettik" bahanesi, Avrupa'da sempati yaratınca tüm Avrupa bu işe oynayacak ve Osmanlı'yı yıkacaklardır.
19.yüzyıldan bu yana misyoner faaliyetleri ile gerçek dini inançları unutturularak,Katolik,Ortodoks,Protestan gibi yeni Hıristiyan mezhepleri içinde parçalanan Ermeni toplumu,kendi soydaşı ve koruyucusu olan Türklere ihanet dümenlerinin baş rol oyuncusu olacaktır.
HIRİSTİYANLIĞIN VANDALİZM,SOYKIRIM ÇAĞI;
Sanat eseri değerli tapınaklar,heykeller,binalar,her şey yok ediliyor:VANDALİZM;
"Bunun ardından da ,sanatın,bilimin köreltildiği,köleliğin arttığı,Avrupalı olmayan kavimlerin soykırımlara uğratılıp köleleştirildiği,”kilise hukukunun” hakim kılındığı zalim bir “ortaçağ”a geçiliyordu.
Edward Gibbon’un anlatısı ile,Hıristiyanlığın Ortadoğu’daki marifetlerinin okumaya başlayalım;
Suriye’de Teodore’un dindar ve tanrısal diye nitelendirdiği piskopos Marceelus,Apame piskoposluk bölgesindeki tüm tapınakları yıkıp kazımaya karar verdi.
Jüpiter tapınağı öyle sağlam yapılmıştı ki,yapılan bütün saldırılara dayandı.Bir tepe üzerinde bulunan bu tapınağın dört yüzü vardı ve her biri on altı yuvarlak ayaklı onbeş som sütunluydu.
Silifke'de kalıntıları bulunan Jüpiter Tapınağı Tanrı Zeus'un yılan tanrı TİPHON (Tayfun)a karşı kazandığı zafer anısına dikilmişti.İ.S.5yy.'da yıkılarak taşlarından kilise yapıldı.
Bu sütunların taşları demir ve kurşunla birbirine kenetlenmişti.Lağımlanarak (mayınlanarak) patlatıldı ve bu çok değerli yapı temeli oluşturan payandaların sarsılması ile yıkılıp gitti.
Bu yıkma girişiminin,güçlüğe uğraması,şeytanın işe karışmasından bilindi.Her nasılsa bu şeytan yıkımı önleyemediyse de geciktirmeyi başardı. Diye yorumlar yapıldı."
Şeytanlara karşı savaş:Yeni efsanelerin yaratılması;
"Bu başarıdan koltukları kabaran Marcellus,kalabalık bir asker ve gladyatörü,piskoposluk sancağı altında toplayarak onların başına geçti.
Amacı,şeytanları bozguna uğratmaktı.Bunun için Apame piskoposluk sınırları içindeki köylere ve tapınaklara birer birer saldırdı.Tehlikenin baş gösterdiğini sezdiği zamanlarda,bu inanç şampiyonu,bacaklarındaki felç bahanesi ile kaçamadığı ve savaşamadığı için okların etki alanı dışında oturup beklemekteydi.
Bir gün bu tedbiri ,öfkeden çıldırmış köylülerin onu öldürmelerini engelleyemedi.Ama bu onun aziz ilan edilmesine sebep oldu."
Papazların Aç Gözlülükleri,Yağmacılıkları;
"Çölden çıkan kalabalık Hıristiyan keşişler,putperest halkların tapınaklarının ve kutsal saydıkları değerlerinin talan edilmesine yardımcı oluyorlardı.Köylülerin anlamadıkları dilde,kılıç zoruyla sindirilmiş insanlara,İncil’den Mezmurlar okuyup,onların eski inanışlarından nefret etmelerini sağlamaya çalışırken,köylülerden de kılıç korkusu altında görebilecekleri bir şekilde tuhaf bir saygı görüyorlardı.
Bu şekildeki çabaları,çabadan çok öfkeye ya da yırtıcılık ve kan dökücülüğe benziyordu.Açgözlülük,ve doymaz birer tamahkar damgasını yediler.Paganların varlıklarını yağmalarken,yırtık elbiseleri ve sahte soluk yüzleri ile zavallı insanların nefretlerini topluyorlardı.
Kartaca’daki semavi Venüs Tapınağı,sağgörüyle Hıristiyan Kilisesine dönüştürülürken,Roma’daki Panteon da aynı şekilde kutsanarak kilise yapılmış,kraliyet kubbesinin şerefi korunuyordu.
Roma İmparatorluğunun her yerinde sınırsız sayıda ve sorumsuz bir çok Hıristiyan fanatikler ordusu barış içinde yaşayan yerlileri sardılar ,yağmaladılar, asırlardır oluşturdukları kültürleri yerle bir etmişlerdi..
Eski dünyanın bu eserlerinin yıkıntılarına ait kalıntılar halen bu barbarlığı,vandallığı sergilemektedir.
Tarihin akışı bu defa Hıristiyanların lehine değişmiş,Theosidiyus’un emir ve yasakları ile “dinsel görevlerini" yerine getirmek ve kurbanlarını kesmek için saklanma sırası paganlara gelmişti.Onlar da dini görevlerini “eğlenceler düzenleyerek” maskelemeye çalışıyorlardı.
Kutsal bayram günlerinde yine “eğlence” maskesi altında toplanıyorlar,kurbanlar kesiyorlardı. Ancak,kanlarını toprağa akıtacak sunaklar yapamıyor,adak tuzlu kekler pişirilemiyor, ”eğlence” görünümünü bozacak her şeyden kaçınılıyordu."
Günümüz Alevilerinin ibadetleri de bu tür "kaçak köçek,eğlence görünümlü" bir ibadet şeklini çağrıştırmaktadır.
Bazı Sünni bakanların "Cem evi değil cümbüş evi" benzetmeleri, Alevilerin tavşan geçen toprağı yedi yıl sürmemeleri gibi Tevrat kökenli geleneklerinin geçmiş bağlarının Bizans'a ardından gelen Arap,Sünni Osmanlı yasaklamaları ile ilişkili olarak yorumlanabilir.Bu yasaklamalar o kadar ağır yaptırımlar içermekteydi ki aşağıda örneklerini okuyacaksınız.
Roma Halkını "Kan Dökerek" Hıristiyanlaştırıyor:Kılıç,İşkence ve Her Şey;
Sonunda İmparator Theosidiyus yayınladığı bir emirde;
“Hiçbir uyruğumuzun,yetkili memur veya sıradan yurttaş olsun,rütbe ve konumları ne kadar yüksek veya alçak olursa olsun ,ister kentte ister şehirde,başka yerde olsun,günahsız bir kurbanı adayarak cansız bir puta tapınmaması emrimiz ve isteğimizdir.Kurbanın iç organları ile adakta bulunma ve kutsama eylemi soruşturma sonucunda,tahkikatı yapılanın kimliğine bakılmaksızın öldürülecektir” diyerek bu “bayram “ işine de bir son veriyordu.
Bunların yanında,kurban kesmeyi,adak adamayı gerektirmeyen daha az kıyıcı ve kanlı görülenlerinden,aydınlatma, çelenkler asma,tütsüler yakma,gibi pagan inançları da tek tek sayılarak yasaklanmıştı.
Kutsal sayılan iyi ev cinleri ve onlara için yapılacak ibadetler de yasak kapsamındaydı.
Bazı Yasak Türleri;
Yasaklar kabul gördükçe,öldürme dışında da cezalar verilmeye başlandı.Bu tür ayinleri yapanların veya yapılan mülkün sahibi ayrıca mülkünü de kaybediyordu.
Bir kimse,bu ayini yapmak için onayı olmadan birini mülkünü seçmişse,25 pound yani 12.5 kg, altın veya bin sterlin ile cezalandırılmaktaydı.
Bu yasakların uygulanmasında akraba,eş dost kayırmacılığı yapanların cezaları da asla diğerlerinden daha az değildi.
Hıristiyan dünyasında “Büyük Theosidiyus" olarak bilinen şahısın baskıcı yasalarının özü buydu.
Hıristiyan Sami Papazları,Başka Kavimleri, Nasıl Kabul Ediyor?
Ret Edene,Kılıcın, En Zalim İşkence ve Soykırımın Daniskası:
Hıristiyan keşişler,”İnsan” demeyi red ettikleri için “murdar hayvan” dedikleri bu pagan insanları dinlerine geçirmek için işkencelerle öldürüyorlardı.Hıristiyan edemedikleri önderlerin bedenlerini ve başlarını tuzlayarak kurutup saklamışlar,ve diğer paganları bunlarla tehdit etmişler ve korkutmuşlardır.
Eski dünyanın mallarını bu Vandalizm,talan ve yağmacılıkla zapt eden keşişler,tüm bu zenginlikleri kiliselere,yani ruhban sınıfın mülkiyetine geçirmişlerdi.
İ.S.395’de Theodisiyus’un ölümünden 15 yıl sonra,pagan Vizigotlar,60-70 yıl sonra Batı Hun’ları Atilla ile gelerek Roma’yı işgal edip yağmalamışlardı.Bu da onlara işledikleri bunca suça bir karşılık mıydı bilinmez.
Aslında olay “gerçek tanrısal bir iletiye” insanları kavuşturmak falan değil,sadece,Roma ülkesinde “Pers-Fars kültürel baskısını kırmaktı.
Bu da başarılmıştı.
Müslümanlığın “kılıç” ile geldiğini söyleyen Papa XVI.Benedictus acaba bu gibi on binlerce Vandalizmi, yağmayı talanı,katliamı, soykırımı, cinayetleri nasıl açıklayabilir ki?
Yeryüzünde "Semavi Dinler” olarak kendilerini ilan etmiş bulunan bu İbrahim-i dinler kadar kan döken,ırkçı,paragöz bir inanç türü yeryüzüne gelmemiştir.
15.yüzyılda başlayan keşifler çağı ile,2 Amerika kıtası,Afrika,Avustralya ve Mikronezya adalarında,19.yüzyılda Balkanlardan,Kafkaslardan sürülüşümüzde,Doğu ve Batı Anadolu’nun Rus ve Yunanlılarca işgallerinde,halkımıza yapılan,Afrika,Tunus,Rodezya, Etiyopya, Filistin’de soykırımları,camilerin yıkılıp yakılmaları halen kesintisiz sürmektedir.
Bunların adaleti ortadadır.
Bu yazıyı yazdığımda,Gazze’de Yahudi saldırısı sürmekte,ölü sayısı 400’ü,yaralı sayısı 1500’ü bulduğu,kimyasal veya ses gibi farklı teknolojik silahlar kullanılmış olabileceği söylenmektedir.
Bazı ölülerin vücutlarında hiçbir yara olmadığı halde iç organlarının parçalanmış olması doktorları bu kuşkuya itmiş denilmektedir.
Hıristiyan,Yahudi yani İbrani dünyasının getirdiği ve getireceği adalet,tabiatın talan edilmesi,iklimlerin değişmesi, canlı türlerinin azalması,kutupların erimesi,seller,depremler,kıtlıklar,soygun,talan ve “soykırım ve Vandalizm’dir.
Hıristiyan Adının Kökeni ve Bu Dinin Amacı;
İ.S.325'lerde Bizans İmparatoru II.Teosidiyus tarafından Bursa-İznik'te oluşturulan bir konsül ile günümüzde kullanılan Matta,Luka Yuhanna,Marcos adlı dört rahibe ait İncillerin (Evancel-Güzel Haber-Müjde) kabul edilmelerinin ardından,bu kitaplar hakim dil olan Yunanca diliyle yazılmışlardır.Hz.İsa'nın adı da bu kitaplarda bir Yunan adı olan "Hıristo" olarak yazılmasından "Hıristiyanlık" bir inanç adı olarak doğmuştur.
Hıristiyanlığın doğduğu yıllardas Roma'da Serapis dini vardı Uzun saçlı İsa ile uzun saçlı Serapis benzetmesi |
İngilizler ve diğer batı toplumları da de bu adı kendi şivelerine uygun olarak "Christ-Krist" olarak telaffuz ettiklerinden "Christian-ism-Kristiyan-izm" şeklinde söylemişlerdir.
Bizans'tan yüz yıl ,önce İsevi olmuş,Asya'lı Turani kavim olan Ermenilerin ünlü şair ve tarihçisi Matheos bile bu yüzden "Hıristiyan Bizans'ı" kendi mezheplerini ret edip değiştirmeye kendilerini bu yüzden "afaroz" edip kafir ilan eden Bizanslılara "Yunanlı" demektedir.
Dili ve kültürü ile "Yunanlı" olmayı benimsemiş olan Bizans da İran'ın uyguladığı "Din ile farklı inançlara mensup kavimleri içinde eritmek için" Hıristiyanlığı kullanmıştır.
Nuh'un oğullarından "Sam Soyunu " esas alan bu inanış da Sami olmayan Avrupa'lı ve diğer kavimleri de Hıristiyan ederek İran'ın Roma'ya yaptığı gibi "Köleleştirme" siyasetini gütmeyi amaçlamıştır.Bu gün de bu yolda gitmektedirler.
Tevrat'taki cezası "yakılarak ölüm" olan "eşcinsellik"in de Tevrat kökenli bu dine Luti bir kavim olan Yunanlılar'dan geçtiği de bu sayede kesinlik kazanmaktadır.
İsa'nın Gay Tanrı olduğuna inananlar onu böyle resmetmektedirler.
Yeni ABD başkanı Barrack Obama'nın da Başkanlık Yeminini Californiya Gay Kilisesi
rahibi yaptırmıştır.Müslüman aileden geldiği için seçim sırasında kendi
kilisesi onu kayıtlarından çıkarınca oa da Gay Kilisesine üye olmuştu.
Yani,bilinen Hıristiyanlık;İncil Vahiy 14:1’den 5.ayete kadar da"bakir,kızoğlankız, erkek çocuklardan * 144.000 kişiyi yanında fidye olarak yanında cennete götüreceğini ve onların babaları olan 144.000’kişiye deyeni kurduğu dünyayı bağışlayacağını vaat etmesiyle "Sami Irkçılığını esas alan,diğer kavimleri dine sokarak köleleştiren bir "Yunan uydurmasıdır" anlamında anlaşılmalıdır.
1890'larda yıkılmakta olan Osmanlı toprakları üzerinde, Rusya'nın Kafkaslardan Hürmüz Boğazına inmesini engellemek için Avrupa'ya hizmet etmek üzere kurulması hedeflenen Kürdistan için düşünülen Said Nursi ile başlatılan "Nurculuk Hareketinin", günümüzde ABD'nin himayesinde yaşamını sürdüren Fethullah Gülen ve uydusu AKP hükümeti ile İslam dünyasına dayatmayı sürdürdükleri "Ilımlı İslam" projesi" de İslam dünyasının yavaş yavaş Hıristiyanlığa geçişini ve Avrupa'nın kölesi haline getirilmesini amaçlamaktadır.
Yol aynı yol,hedef aynı hedef sadece zaman bu zamandır.Değişen sadece uygulayanlar, mağdurları ve zamandır.
Adilyargıç/keykubat
VANDALİZM=Kültür ve Sanat eserlerini tahrip edilmesi olayıdır.Filistin’de Yahudilerin bu gün dokuz camiyi vurduğunu öğrendik.Bu da bir Vandalizm’dir.
*Bu oğlanlar Kuran'da "Ğılman-Gılman-Vildan" olarak geçmektedir.
Cennet Oğlanları 2-http://keykubat.blogcu.com/cennet-oglanlari-2_24988211.html “
Selçuklular, kısmen Zerdüştlük öğelerini barındıran Şii tarzı bir İslam anlayışı içindeydilerse de Ermenileri kırmamışlardır. Cengiz ile gelenler ise hiç dokunmamışlardır.
Ardından gelen Osmanlı ise İstanbul’a girişleri yasak olmalarına ragmen Fetih ile bunu kaldırıp İstanbul’a onları yerleştirmiş ve mal mülk sahibi etmiştir. Başlangıçta Padişahın yakın korumasını yapan ileride Sipahi ordusunun tasfiyesiyle onun yerini alacak ve devletin de padişahların da başına bela olacak Yeniçeri ocağını Ermenilerden kurmuş, Devletin ordusundan siyasetine onlara teslim etmiştir. Bu çoğunluğu Arnavutlar takip etmiştir.
8.Yüzyılda, Emevi işgaline uğrayan Güney Türkistan’lı olan Kayı Boyu’nun başına,Arapların “saygın" bulduğu Semitik “Fars-İran” kökenli Ertuğrul beyin soyu Türk değildi.(A.Kemal Meram-Padişah Anaları)
Türkleri “aşağılayan,” Mecüc-Cüce soyu, kıyamette "şeytanın lanetli ordusunun askerleri gören” bu Fars soyundan gelen ve anası da bir Sırp olan Fatih Sultan Mehmet (II.Mehmet) döneminde son Türk Veziri Çandarlı Halil Paşa’nın bu dönmelerin (A.K.Meram-Padişah Anaları) entrikaları ile devletten uzaklaştırılmasından sonra bu dönmeleri cezalandıracak “Türk askeri gücü” devlet içinde kalmamış oluyordu.
Yine Fatih Sultan Mehmet döneminde, henüz Osmanlı sınırları içinde olmayan, Diyarbakır, Sivas, Karaman, Kayseri başta olmak üzere, Orhan Gazi zamanından beri Osmanlı içine yerleştirilen İzmit, Bursa, Adapazarı, Kastamonu, Ankara, Yozgat ve Ege bölgesinden çok sayıda tüccar, kalfa, usta, sanatkâr, Ermeni korkup kaçan Tumların yerine İstanbul’a getirilerek yerleştirildiler. Bu uygulama III. Murat döneminde de sürdürüldü.
II.Bayezit döneminden sonra gerçek yüzleri ortaya çıktığında yapacak bir şey kalmamıştı.
Dönmelerin ağzına bakarak Türkleri devletten dışlayan,kendilerini analarından dolayı “Semitik” kabul edip Türkleri aşağılayıp dışlayan (Müslüman maskesi giymiş,aslında asla Müslüman olmamış, Padişahları da İncil’in “İsa’ya inanmayanların yakılarak öldürülmesi” emrine göre de suçlu kabul eden bu dönmelere inanıp Türk Milletini dışladıkları için,”Semitizm” yapayım derken salaklıkların en büyüğünü yapmışlardır.) melez Osmanlı padişahlarının bu hatasını,370 yıl boyunca (1550-1923) Topkapı hareminin mahzenlerinde demir parmaklıklar arasında geçirerek,bu devşirmelere hizmet ederek ödeyeceklerdi.
Kurdukları devleti artık takiyyeci Gürcüler,Ermeniler,Grekler,Sırplar,Ruslar,Araplar devir almış,Türk Milleti de “Kuyucu Mehmet Paşa” larla kuyulara doldurularak ya da planları önceden satılmış, Osmanlı-Rus ve diğer batılılarla ile yapılan savaşlarda "din,vatan millet aldatmacaları ile" katlediliyordu.
Yavuz Sultan Selim’in 1516 yılında yaptığı Osmanlı-İran Savaşında Alevi -Şaman Kara Tatarları da kandırıp başlarına geçirerek,orduyu arkadan vurdukları için savaş sonrası kıymasının öcünü,oğlu II.Beyazıt döneminde Yeniçerilerin de bağlı olduğu “Bektaşi Tekkelerini” ele geçirmelerinin ardından 1826’da II.Mahmud’un Yeniçeri Ocağını kaldırmasına kadar geçen sürede,batılılardan aldıkları avantalar karşılığında, Avrupalıların çıkarlarını tehdit eden padişahları tahttan alıp kuklasını geçiren,
Padişahları paranoyağa çeviren,Osmanlı’yı resmen Rusya’ya teslim eden,iktidara 1908 II.Meşrutiyetle İttihat ve Terakki içinde “Sosyalist” akımın parçası olarak katılanların içinde en etkin olanlar arasında gene Ermeniler de vardır.
Osmanlı’nın çöküş döneminde bazı Ermeniler sadık kaldılarsa da Osmanlı’dan çıkan Kafkasya ve Balkan topraklarında yaşayan Ermeniler çoğu Mihri olduklarından farklı Hıristiyan mezheplerine Ruslar ve Batılı Misyonerlerce geçirilmişlerdir.
1789 Fransız Devrimi ardından yayılan ve Fransa’da Katolik- Protestan iç savaşını önlemede kullanılan “Fransız Milliyetçiliği” Fransa’da krallığın yıkılıp cumhuriyetin kurulmasına ve devletin bir anda dünya gücü olmasına yol açar. Bunu takiben savaş meydanlarında keşfedilen genç bir teğmen olan Napolyon bir anda Fransa’nın diktatörü olur ve ordularıyla İber yarımadasından Moskova’ya kadar bütün Avrpua’yı ve Osmanlı topraklarından Mısır’ı 1799/1802 arasında topraklarına katar.
Fransa’da milliyetçiliği etkisine hayran kalan bütün Avrupa ve öteki dünya devletlerinde “milliyetçilik” çığ gibi gelişir. Fransa’yı en üstün askeri ve ekonomik güç haline getiren bu akım tersine dönerek Napolyon’un ordularını bozguna uğratacak güç haline gelir.
İngiltere ve müttefiki olan Avrupa’nın feodal güçleri, başta İspanyollar, İtalyanlar olmak üzere tüm Avrupa’da “Etnik Milliyetçilik” körüklenir, Fransızlara karşı direniş başlatılır ve Napolyon ordularının 15 yılda bitirilmesiyle sonuçlanır.
Ancak iyi maya tutan bu etnik milliyetçilik 20. yy. başında Rus Çarlığı, Avusturya Macaristan ve Osmanlı İmparatorluklarını tarihe gömecektir.
İşte o gömülme anının son anlarında, işgal altındaki ülkemizde azınlıklar ile işgalci güçler arasında müthiş şikeler, işbirlikçilikler yaşanmaktadır.
Bunlardan nasiplenen Osmanlı azınlıklarından Balkanlar ve Trakya bölgesinde yaşayanlar devlet sahibi edilirken doğudaki Ermeni, Kürt, Laz, Arami/Sabiler, Yezidi Kürtler de iştahlarının son aşamasına erişmişlerdir.
19.yüzyıla gelindiğinde Ermeniler ile Yahudiler devletin bütün ekonomisin üstlenmiş haldeydiler. Tebayı sadıka olarak bilinenErmeniler, padişahın da sevgisini kazanarak mimari alanda büyük işler aldılar. Camiler, saraylar, çarşılar, hamamlar, medreseler gibi kamu kurumlarının inşaatları bunlara verildi. İzmir, İzmit, Bursa kentleri Ermenilerin yoğun yaşadığı kentler haline getirildi.
Kiremitçilik, kalemkârlık (yazıcılık), kerestecilik, eşekçilik, lağımcılık,terzilik, ipekçilik, keten imalatçılığı, işlemecilik (süsleme), saatçilik, bakırcılık, demircilik, çilinghirlik, tütüncülük, meyhanecilik ve en önemlisi kuyumculuk gibi temel ve en iyi gelir getiren meslekler Ermenilerin tekeline girmişti.
Ermeniler, Erzurum ve Tokat’ta bakırcılık, Van ve Yozgat’ta kuyumculuk, Harput (Eski Elazığ) ilinde kunduracılık, Sivas, Malatya, Amasya’da dokumacılık, İzmit Armaş’ta ipekböcekçiliği gibi ticari faaliyetleri ellerinde bulunduruyorlardı.
Londra, Manchester gibi Avrupa kentlerinde merkezi İzmir, İstanbul olan otuzdan fazla ticaret şirketi bulunmaktaydı. 1980’lardan sonra, Adana bölgesindeki pamuk üretimi ve ihracatı da gene Ermenilerin ellerindeydi.
Amerika’lı misyoner papaz Dr.H.G.O. Duright’ın Kirkor Agop Basmacıyan tarafından aktarılan anılarında;
“…Önde gelen tüccarlarınve hükümetinbüyük sarraflarının neredeyse tamamı Ermenidir, özel bir maharet ve ustalık gerektiren sanatların hemen hemen hepsi Ermeniler tarafından yapılmaktadır”. Demektedir.
Emile De Laveye gore de İstanbul’da iktisadi hayatın önde gelen müteşebbisleri Ermenilerdir.
“Bu toplum (Ermeniler), Türkiye’de günlük yaşamın temelini teşkil ediyorlardı. Çünkü çok uzun bir süredir hizmet etmekten ziyade idare etmeye alışmış olan Türkler sanayinin bütün dallarını onlara bırakmışlardı. Dolayısıyla Türkiye’deki bankerler, tüccarlar, mekanikler hep Ermeni tüccarlardı. Ermenilere bir şekilde borçlu olmayan bir tek paşa veya yüksek rütbeli memur bulunamazdı. En fakir köylü bile ektiği tohumun bedeli için onlara borçlanırdı”. (C.Ocanyan The Sultan and His People New York 1857 S.353-354)
1913 yılına gelindiğinde Anadolu’da 166 ithalatçının 141’i Ermeni, 13’ü Türk’tür. 9800 dükkan sahibinden 6800’ü Ermeni, 2550’si Türk’tür. 37 bankacının 32’si Ermenidir. Vilayeti- Sitte (Altı İl) denilen altı doğu ilinde en zenginler gene Ermenilerdi. Eczacılık, dişçilik, marangozluk,saatçilik, değirmencilik ve fotoğrafçılık bile Ermenilerin ellerindeydi.
Tehcirin başladığı 1915’de bile, imparatorluk topraklarında 264 sanayi kuruluşundan 172’si gayrimüslümlere, 42’si Müslüman-Türklere aitti. Bu da işletmelerin %80’inin gayrimüslümlere ait olması demektir.
İşte bu zenginlik ve refah içinde yaşayan, devletin her şeyinin teslim edildiği bir azınlık millet nasıl oldu da baştan çıkarıldı ve devleti yıkmak için en çok çaba sarf edenler haline geldi sorusuna bizleri “soykırımcılıkla” suçlayanlar cevap vermelidirler.
1774 Küçük Kaynarca Antlaşması ile “askere alınmaları engellendiği için nüfusları da rahatça artan Ermeniler, 1838 Baltalimanı (İstanbul) Antlaşması ile ticari güçlerini arttırarak, misyoner yabancı sermayenin de ortakları oldular. Kafkasların elden çıkması, bu bölgedeki Ermenilerin Rus çarlığı idaresindeki Batum, Tiflis okullarında çağdaş eğitim almalarını sağladı. Burada “yıkıcı fikirlerle donatılan” Ermeniler Osmanlı’ya tüccar vb olarak sokularak Ermeniler arasında “milliyetçilik” akımlarını kuvvetlendirdiler.
Azerbaycan petrollerinin nakliyesinin yapıldığı Bakü-Tiflis demiryolu hattını güvenlik altına almak isteyen Rotschild ve Aramco petrol şirketleri de bölgede Rus Çarlığının da nüfuzunu kırmak istediğinden Ermeniler ve Kürtler bölgede tahrik edildiler, Rus Çarlığının destekleriyle kurulmuş çeteleşmeler maddi ve silah bakımından teçhiz edilerek palazlandırıldılar ve “devlet olma sevdasına” düşürüldüler. İste nefret uyandıran büyük ihanetler böylece hız kazanmış oldu.
Azınlık isyanlarının küresel sermaye tarafından desteklenmesi, devletin her tarafında açılan işgal savaşlarında sürekli kan kaybetmesi yüzünden, özellikle Ermeni isyanlarını durdurmada zayıf kalınmasını telafi etmek isteyen II.Abdülhamit Rusların “Kazak Alayları” örneğini değerlendirerek Sünni Kürt Aşiretlerine yetki vererek “Hamidiye Alaylarını” kurar. Ermeni isyanları büyük ölçüde bu yapılanma tarafından bastırılır.
Sünni Kürtler ile Sünni Görünen Bazı Kürt Aşiretleri Ermeni Terörüne Karşı II. Abdülhamit’in Hamidiye Alaylarına Katılırlar.
Bunu Kürtçülerin Kalemlerinden Okuyalım;
HADEP'li yazarın kitabında Kürtler ve Alevilerin büyük tepkisini çeken iddialar var...
2'inci Abdülhamid, Kürt aşiretlerinden 100'ün üzerinde alay oluşturmuş, bunlar da Ermeniler'e saldırmıştı. DTP lideri Ahmet Türk'ün dedesi Kanco, 'Hamidiye Alayları' denilen bu birliklerde yer almıştı. HADEP, DEHAP gibi partilerde görev yapan Kemal Süphandağ, bu birlikleri anlattı.
Bir yandan Rusya, bir yandan İngiltere, Ermeni toplumunu Osmanlı Devleti içinde ayrı bir devlet kurmaya teşvik ediyordu. Osmanlı Padişahı 2. Abdülhamit, 1891'den itibaren Doğu Anadolu'daki Kürt aşiretlerinden 100'ün üzerinde alay oluşturmuş; bu alaylar da bölgedeki Ermenilere karşı kanlı saldırılar düzenlemişlerdir. Ermenileri katletme yolunda ilk eyleme geçenler Türkler değil Kürtler olmuştur
Yazar Orhan Pamuk 'Türkler 2 milyon Ermeni'yi ve 40 bin Kürt'ü kestiler!' deyince, ünü birden artmış; peşinden de Nobel Ödülü'nü almıştı. Fakat tarih Orhan Pamuk gibileri yalanlıyor. Ermenileri katletme yolunda ilk eyleme geçenler Türkler değil Kürtler olmuştur. Bu süreç de 1890'larda başlatılmıştır. Osmanlı Padişahı 2. Abdülhamit, 1891'den itibaren Doğu Anadolu'daki Kürt aşiretlerinden 100'ün üzerinde alay oluşturmuş; bu alaylar da bölgedeki Ermenilere karşı kanlı saldırılar düzenlemişlerdir.
Yani; Ermenileri katletmeye ilk başlayanlar işte bu Kürt alayları olmuştur.
Osmanlı Devleti bu sürece 93 Harbi denilen savaşı yitirdikten sonra girdi. 1878'de Berlin'de yenik Osmanlı Devleti'ne çok ağır bir anlaşma imzalattılar. Bu anlaşma ile Doğu Anadolu'daki 6 ilde (Vilayet-i Sitte) Ermeniler lehine reformlar yapılması kabul edildi. Erzurum, Van, Elazığ, Sivas, Bitlis, Diyarbakır illerindeki bu haklar; Ermenilerin giderek devlet istemelerini gündeme getirdi. Bir yandan Rusya, bir yandan İngiltere, Ermeni toplumunu Osmanlı Devleti içinde ayrı bir devlet kurmaya teşvik ettiler.
GEREKÇE BELLİ
Hamidiye Alayları'nın kuruluş gerekçelerini M.S. Lazarev, 'Kürdistan ve Kürt Sorunu' isimli kitabında açıklarken diyor ki: 'Hamidiye Alayları, Hıristiyan ulusal azınlıkların, özellikle de Ermenilerin yükselen özgürlük hareketlerine karşı kullanmak amacıyla kuruldu.'
Tarihçi Yılmaz Öztuna da Büyük Türkiye Tarihi'nde 'Kürtlerin kendilerini Ermenilere karşı silahlandırılması yönündeki bitip tükenmek bilmeyen talepleri yerine getirilmiş oldu' demektedir.
Bu olaya ayrılıkçı Kürtlerin gözüyle bakan, HADEP ve DEHAP gibi PKK bağlantılı partilerde çalışmış bulunan Kemal Süphandağ, 'Büyük Osmanlı Entrikası Hamidiye Alayları' adlı kitabında yukarıda anlatılanları doğruluyor.
Bu alaylarla ilgili ilk yasal düzenleme 1891 yılında yapıldı. Alayların subay kadrosunu oluşturmak için de İstanbul'da bir okul açılmış; buraya aşiret reislerinin çocukları alınmıştı. 1896 yılına gelindiğinde Doğu ve Güneydoğu'da yüz dolayında Kürt aşiret alayı kurulmuştu. (Bak: Fahrettin Altay, '10 Yıl Savaşı ve Sonrası')
Hamidiye Alayları kurulunca, resmi nitelik kazanan Kürt silahlı güçleri; astığı astık kestiği kestik oldular. Ermenilerden çetelerin çıkmasını fırsat bilen aşiret reisleri; emirlerindeki bu silahlı güçleri bir çete gibi kullanıp acımasızca kan döktüler. Ermeni katliamı diye nitelendirilen eylemler böyle başlamıştır.
Büyük dedesi de Hamidiye Alayı Kumandanı olan Kemal Süphandağ, Kürtlerin bu Ermeni katliamını tespit etmiş ve şunları yazmıştır: 'Neredeyse tüm Sünni Kürt aşiretleri teşkilatta yer almışlardır. Yazarken bile insanı dehşete düşüren tam bir vahşet sürecidir bu süreç. (...) Teşkilatta yer alan aşiret reisleri ile mensuplarına büyük imkanlar ve imtiyazlar sağlayan bu oluşum diğer inanç grupları ve halklar için tam bir zulüm mekanizmasına dönüşmüştür. Özellikle bu teşkilatın asıl hedefi olan Ermenilere yapılanlar, daha doğrusu yaptırılanlar tüyler ürperticidir. (Sayfa: 10)'
İşin düşündürücü yanı şudur: Kürt aşiretleri Ermeni köylerini basıyor, mallarını yağmalayıp direnenleri öldürüyor iken, Osmanlı Devleti normal askeri kuvvetleri ile Ermenileri korumaya çabalıyordu. Bunun için Kemal Süphandağ'ın sunduğu belgelere bakılabilir. (Sayfa: 342, 345 vb.)
1915 Ermeni sürgünü de o zamanki Türk ordusunu yöneten Alman subayların planlaması ile gündeme getirilmiştir. Bilinmelidir ki 1915'te, Türk ordusu; İttihat ve Terakki yönetimi tarafından Alman genelkurmayının yönetimine bırakılmıştı. 42 kişilik Alman subay heyetinin başında bulunan Limon von Sanders, 1915'te savaşı yöneten gerçek isimdi. Ermenilerin içeride iyice etkisizleştirilmesi için sürülmeleri; bu Alman heyetin planıdır. Bu sürgün de Hamidiye Alayları'nın desteği ile yürütülmüştür.
Hamidiye Alayları bölgedeki Sünni Kürtlerden oluşturulmuştu. Belgeleri inceleyen Kemal Süphandağ kitabında bunu açıkça belirtiyor: 'Ezidi (Yezidi), Alevi, Şii ve Dürziler müracaatlarına rağmen kabul edilmemişlerdir. (Sayfa: 71)'
Alevi aşiretleri, silahlanarak bu saldırılara direnmeye çalıştılar. Vartolu dedelerden olan Mehmet Şerif Fırat; bu alayların kendilerine yaptıkları zulmü acı acı anlatmaktadır (Bak: Doğu İlleri ve Varto Tarihi). Bu katliamlardan birisinde yaşanan trajediyi, Vartolu Alevilerden eski CHP Milletvekili Tekin İleri Dikmen, yazar Şakir Keçeli'ye şöyle anlatmış: 'Hamidiciler; bizim atalarımızı kuşatmışlar; silahlı çatışma başlamış. Bizimkiler, bir yarma hareketiyle canlarını kurtarmak istiyorlar. Fakat yanlarında bir kadın var; o dağ başlarında kendilerine engel olacak. Obada da bırakamıyorlar. Bıraksalar, gelen alay çapulcuları kadına tecavüz edecekler. Bu açmazdan kurtulmak için kadın, 'Beni onlara bırakmayın, öldürün; siz de canınızı kurtarın!' der. Ve öyle de yaparlar.'
Geçen hafta yayımlanan Kürt Alevi Yoktur konulu yazım; bazı Alevicileri ve DTP'lileri kızdırmış bulunuyor. Bunlar; işte böyledir. Bilgi ve belge karşısında çaresiz kalınca sizi hemen 'şovenist, faşist, gerici' diye suçlarlar. Bana kızan DTP'lilere soruyorum: 500 yıl boyunca bölgenizdeki Alevileri katletmediniz mi? Bunun için Osmanlı'nın emrine girmediniz mi?
İşte size yeni bir belge daha: Yıl 1587. Osmanlı Padişahı 3. Murat, Doğu ve Güneydoğu'daki 38 Kürt beyine şöyle bir ferman (emir) yolluyor:
'... emrinizde bulunan Kürt askerleriyle kusursuz ve eksiksiz bir cenge hazır olasınız. Tebriz'de bulunan vezirim Cafer Paşa'dan haber gelir gelmez acele edip ona katılasınız. Kürt emirleri, şimdiye kadar Kızılbaşlara kılıç sallayarak Allah yolunda gaza ve cihad edegelmişlerdir. (...)İnşallah benim için yaptığınız hizmetler zayi olmayacaktır. (...) Din uğruna çalışıp Kürt emirlikleri arasında faydalı ve ünlü olasınız.' (Kaynak: Kürtleşen Türkler; s. 120)
İşte benim söylediklerimi Osmanlı padişahı da tasdik ediyor: Kürtler, Kızılbaşlara (yani Alevilere) kılıç sallamayı kafirlere karşı savaşmak görmüşlerdir....
Su TV adlı Alevici bir kanalda, bu yazım üzerine aleyhimde atıp tutmuşlar. Muhataba söz hakkı bile vermeyen bu zihniyet bir de demokrat geçinmez mi... Devam etsinler. Ben de belgeleri konuşturmaya devam edeceğim.
Alevi Bektaşi Federasyonu diye Alevilikle ilgisi bulunmayanların kurduğu bir dernekte sekreter yapılan birisi de Kürt Alevi Yoktur yazıma sinirlenip bana, 'Köşe yazarı bu işe karışmamalı!' diye göndermede bulunuyor. Belli ki dün mektebe gidip bugün kendini üstat sanan bu zat da bilgiden, belgeden hoşlanmıyor. O ve benzerleri bilmeliler ki ben köşe yazarı olmadan önce yazar idim. 10 kitabım ve 2 ödülüm; düzinelerce makalem bulunuyor.
Ziya Paşa merhum, 'Rencide olur dide-i huffaş ziyadan' diyor.
Ne yapalım, onlar rahatsız oluyor diye tarihin üstündeki karanlık örtüyü kaldırmayalım mı?
Ermeni Prens'e göre Türkler
Bugün; önemli bir belge daha sunuyoruz. Bu belge, düşünür Karl Marx'ın Doğu Sorunu adıyla dilimize çevrilmiş eserinde bulunuyor.
İngiltere'de yaşayan Ermeni Prensi Leo; Rusya ile Osmanlı Devleti arasında çıkan Kırım Savaşı öncesinde Türkiye'de yaşayan Ermenilere şöyle bir çağrıda bulunuyor.
'Tanrının inayetiyle Ermenistan Prensi olan Leo'dan Türkiye'deki Ermenilere!
Sevgili kardeşlerim, sadık yurttaşlarım!..
İstediğimiz ve yürekten arzumuz, kanınızın son damlasına kadar ülkenizi (Osmanlı Devleti'ni, yani Türkiye'yi) ve Sultanı (O zamanki Osmanlı Sultanı Abdülmecit'i), Kuzey'in zalimine (Rusya'ya) karşı savunmanızdır.
Anımsayın kardeşlerim! Türkiye'de Rus kamçısı yoktur; burun deliklerinizi yırtmazlar; kadınlarınız gizlice ya da halkın gözleri önünde kamçılanmaz. Sultanın hükümranlığı altında insanlık vardır; buna karşılık Kuzey'in o zaliminin hükümranlığı altında ise sadece gaddarlık vardır. Bu nedenle kendinizi Tanrının gösterdiği yola sokun ve ülkenizin özgürlüğü ve şimdiki hükümdarınız için kahramanca savaşın. Engeller kurmak için evinizi yıkın, silahınız yoksa masa ve sandalyenizi parçalayın ve kendinizi onunla savunun. Zafer yolunda kılavunuz yüce Tanrı olsun. Benim için tek mutluluk, sizin aranızda, sizin ülkenize ve dininize zulmedene karşı savaşmaktır. Tanrının, sultanın kalbine, benim isteğimi onaylaması ilhamını vermesini dilerim. Çünkü onun hükümranlığı altında dinimiz saf biçimde kalırken, Kuzey'in zaliminin hükümranlığı altında değiştirilecektir. Kardeşlerim, en azından anımsayın ki, şu anda sizlere seslenen kişinin damarlarında dolaşan kan, 20 kralın kanıdır; o kan, kahramanların -Lusignan'ların- ve imanımızı savunanların kanıdır; ve biz size, 'Dinimizi ve onun saf biçimini, kanımızın son damlasına kadar savunalım' diyoruz.'
Görüldüğü üzere, Hamidiye Alayları'ndan 40 yıl önce Ermeniler, Türklere övgü dizmektedir. Peki Ermenilere böyle dost bir millet, soykırımcı olabilir mi?
Ziya Gökalp anlatıyor;
Büyük Türk düşünürü Kürt kökenli Ziya Gökalp, Hamidiye Alayları'nın Diyarbakır çevresinde yaptığı zulmü Şaki İbrahim Destanı'nda anlatmıştır. Bu uzun şiirin bazı bölümlerini veriyoruz:
Şakir Paşa Rusya'da kalmıştı
Kazakları görüp ibret almıştı
Düşmüş idi Kürt alayı fikrine
* * *
Behro Ağa iki alay yazarak
Padişah'tan aldı ferman ve bayrak
Hain KANCO oldu ana sancaktar
* * *
Berarzi'yi Aneze'yi dağıttı
Seller gibi Şamar kanı akıttı
Mızrak dikti Karakeçi yurduna
Rütbeleri alınarak Behro'nun
Muhtac oldu yardımına KANCO'nun
Yezidilerin imdadına sığındı
(Kurulan alayların yaptığı zulmü anlatan Ziya Gökalp, ilginç bir bilgi de veriyor. Kanco, bugün DTP Lideri olan Ahmet Türk'ün büyük dedesidir. Ahmet Türk, Kanco Köşkü anlamına gelen Mardin civarındaki Kasr-ı Kanco'da oturmaktadır. Şiir gösteriyor ki Hamidiye Alayları'nda görev yapanlardan birisi de bunlardır. Şimdi ise Ahmet Türk ve diğerleri temize çıkmış; Türkler soykırımcı ilan edilmiştir. )
Başta İngiltere, Amerika, Fransa, Rus Çarlığı ve öteki Avrupalılarca desteklenen bu asiler halinden memnun Ermenileri de tehdit ederek aralarına katmayı başarmışlar ve 1821’den 1921’e kadar Türklere en büyük düşmanlığı yapmışlar, her savaşta arkadan vurmuşlardır.
Şimdi bu kounda “Atatürk’e Saldırıların İç Yüzü” başlığıyla yayınaldığım bir yazımdan alıntı yaparak, Ermenilerin nasıl emperyalist sermaye tarafından kullanıldığını gene bir Ermeninin kaleminden bilginize sunuyorum;
Ermeni Soykırımının Arkasındaki Siyonistler,Yahudiler
Yazan Jack Manuelian (Cek Manuelyan)
23.Nisan 2005 (24 Nisan Ermeni Soykırımı Anma Gününün Arifesi)
“Bu günkü çağdaş Türkiye’deki ata yadigarı topraklarında,bir buçuk milyon Ermeni’nin zalimane bir şekilde mahvedildiği 1915-23 Ermeni soykırımı planı 1910 veya 1912 arasında gerçekten ayarlanmıştı.
Mevlanzade Rıfat’ın Türkçe olarak 1929’da yazdığı Osmanlı Devriminin İçeriden Çöküşü” adlı kitabında,yeni Türk sultanının soykırımına Ağustos 1910 ve Ekim 1911’de,Müslüman takiyyesi yapan sinkretist Yahudi olan Talat,Enver,Bahaeddin Şakir,Cemal ve Nizam paşalardan oluşan Genç Türkler komitesi ile yaptığı toplantıda karar verdiğini yazmıştır.
Rotschild –Büyük Doğu Locasına ait Selanik Otelinde buluştular.Sinkretizm (Syncretism) Masonluk olarak tanımlanan farklı inanışların bileşiminden oluşan inanç şeklinin uygulanmasıdır.1897’de Masonlar Fransa’da iktidara geldiklerinde “Liberty,Fraternity,Equality-Özgürlük,Kardeşlik,Eşitlik” diye bağırıyorlardı.1908 Genç Türkleri de aynı sloganla iktidar olmuşlardı.
Schiller Enstitüsünden Joseph Brewda’nın 1994 konferansında “Palmerson Launches Young Turks to Permanently conrol Middle East-Palmerso Ortadoğu’yu kontrol etmeleri için Genç Türkleri piyasaya sürüyor” başlıklı çalışmasında kesin Yahudi olduğu belirlenen Emmanuel Karasu tarafından kurulan Genç Türkleri işaret ediyordu.
“1890’da Karasu’nun Genç Türkler örgütünü,o zamanın Türkiye’si şimdinin Yunanistan’ının parçası olan Selanik’de kurduğunu” söylüyordu.Karasu ayrıca “Macedonia Resurrected-Makedonya’nın Dirilişi” adı altındaki İtalyan Mason Locasının da büyük üstadıydı.Loca aynı zamanda Genç Türklerin ve bütün Genç Türk üyesi önderlerinin de karargahıydı.
Mr Brewda şöyle devam ediyor;”Genç Türkler rejimi süresince Karasu önderlik etmeyi sürdürdü,Sultanla buluştu ve tahttan indirileceğini ona söyledi.Kendisi,sultanı ev hapsine almakla görevliydi.Genç Türkler örgütünü Balkanlarda işe koştu.I.Dünya Savaşı sırasında imparatorluğunu bütün su ihtiyaçlarını karşılamakla görevliydi.
İşin alaya alınacak yanı,dört yüz yıl önce Avrupalıların kovduğu Yahudileri ülkesine alan,ağırlayan Türk sultanları şimdi,gizli Yahudi toplumu ve Siyonistler tarafından 20.yüzyılda tahttan indiriliyor,ülkesinden kovuluyordu.,Osmanlı İmparatorluğunu yıkıyorlardı.Zaferlerini de bir buçuk milyon Hıristiyan Ermeni,yarım milyon Grek,yarım milyon Ermeni-Süryani halkını katlederek kutluyorlardı.
1982’de İsrail ordusu Lübnan’ı işgal ettiğinde zaferlerini Şattila kampına milislerinin iki gün içinde girerek Filistinli kadın ve çocukları katletmelerine izin vererek kutlamışlardı.
Kampta kalanların %80’i öldürülmüştü.Öldürülenlerin büyük çoğunluğu silahsız yaşlı,kadın ve çocuklardı.Filistin’li şahitlerin ifadelerine göre hiçbirisinde ne bıçak ne de tabanca vardı.Bütün bunlar Yahudilerin şeytani kitapları olan Talmud’un, doğrudan veya dolaylı olarak “Her Yahudi kurban olarak tanrısızların kanını dökmelidir” diyerek Yahudileri öldürmeye teşvik eden ilkelerine göre yapılıyordu.(Talmud-Bammidber Raba c21&Jalkut 772) Talmud’a göre Yahudi olmayan bütün herkes “tanrısızdır”.Ve,”Tevrat’ı inkar eden herkesi öldürmek yasadır.Hıristiyanlar da Tevrat’ı inkar edenlerdendir.”(Talmud-Coshen Hamischpat,Hagah,425)
Bu aslında onlar için çok temiz bir hükümdü.
İsa geldi ve Yahudi’lerin inandığı kertenkele tanrıları için önceden gerekli olan masumların kanlarını dökmelerini isteyen Talmud’unun ayetlerinden bizleri ve sırasıyla insanlığı korumak,insan ve hayvan kurbanına son vermek için cesurca bir girişimde bulunarak kanını döktü.
Ortadoğu’daki onlara vaat edilen yeni anavatanlarında bulunan şeytani tanrılarının iştahlarını yatıştırmak için insanlığın milyonlarca ve milyonlarca üyesini en iyi sonucu alacak şekilde planlanmış toplu katliamlara uğrattılar.
Görünüşte,20.yüzyılın ilk yarısındaki, yüz milyonlarca insanın (altı milyonu Nazi katliamına uğrayan Yahudilerdir.) kurban edilmesi tanrılarının iştahını yatıştırmak için yaptıkları bağışlardır.
Genç Türklere dönüldüğünde,Mr. Brewda,”Diğer önemli öğe basındı,Genç Türkler iktidardayken kendi adlarını da içeren çok sayıda gazeteler çıkardılar.Bunlardan birisinin yazarı da Rus Siyonist önder Vladimir Jabotinsky’ydi diye yazmaktadır.Jabotinsky gençliğinde İtalya’da eğitilmişti.
Mr.Brewda,Talat’ın örgüte sızmış bir Yahudi olduğunu ;”Elbette,Genç Türk Hareketine yardım eden bazı Türkler de vardı.Örneğin Talat paşa.Talat,I.Dünya Savaşı sırasında içi işleri bakanıydı ve diktatördü.1908 darbesinden bir yıl öncesinden Karasu’nun Selanik’teki mason locasının bir üyesiydi ve İskoç Mason Locasının ayinlerinin büyük üstadı olmuştu.
Waşington’daki İskoç Mason Locasına giderseniz,İskoç Mason ibadetinde Genç Türklerin önderlerinin çoğunu orada bulursunuz.(Waşhington’da ibadethane açacak kadar sevilen bu işbirlikçileri neden kötülüyorsunuz o zaman.Demek ki size darbe vurmuşlar.)
İngiliz ve Fransızlar 1916’da açgözlülüklerine boyun eğerek Osmanlı devletini kendi aralarında paylaşmak için anlaşmışlardı. Hemen ardından Türk yayıncılar tarafından binlerce ve binlerce olarak basılarak dağıtılan Hitler’in “Men Kampf-Kavgam” adlı Semitizm karşıtı kitabı,Türkiye’de en çok satılanlar arasındaydı.(Kitabın ilk cildi 1925’de ikinci cildi 1926’da basıldı.Adam 1916’dan bahsediyor.Çevirmenin notu)
Sultanlarının,Siyonist Yahudilere vaat edilen büyük Filistin toprakların verilmesini ret etmesiyle imparatorluğun çöküşüne sebep olacak bu kararlarından sonra Türkler uyanıyorlar mıydı acaba?
(Hani bunlar Yahudi’ydi? Çevirmenin notu)
Ve,boyun eğdirilmiş Türkler gerçek idarecilerini yeniden keşif mi ediyorlardı?
Çağdaş Türkiye’nin kurucusu mavi gözlü Yahudi asıllı Mustafa Kemal’e istek duyuyorlardı.
Türkiye’nin en az diğer iki Cumhurbaşkanı’nın da (Celal Bayar ve İsmet İnönü’nün) Yahudi oldukları bilinir.(İsmet İnönü Yahudi değil Malatya’ya yerleşmiş,İzmir Amerikan kolejinde okumuş Bitlis Ermeni dönmesidir.Eşi Bulgaristan Razgrad’lı Türk’tür.çevirmenin notu.Celal Bayar,Razgrad’lı Türk’tür ve Bursa Yahudi okulunda okumuştur.)
Osmanlı İmparatorluğunun başkenti İstanbul’da,On binden az Yahudi,iki yüz bin kadar Ermeni-Grek tüccarın ülke ekonomisini ve sanatını ellerinde tuttukları bilinmektedir.
Hıristiyanlar ve Yahudiler asırlardır ülkeyi ellerinde tutmak için aralarında sıkı bir yarış içindeydiler.Bu yarışta hep Yahudiler kaybediyor,sultanlar tercih edilen Hıristiyanları dinledikleri için daima Hıristiyanlar kazanıyordu.Çünkü Hıristiyanları öldüren kötü sultanlar sadece birkaç taneydi.
(Demek ki Osmanlı’yı satan dönme Hıristiyanlarmış.Çevirmenin notu.Bu ülkenin tarihinde bir Yahudi İsyanına rastlanmaz.)
Siyonist Yahudilerin Türkiye’yi devralmalarıyla Hıristiyanlar dışlandı ve görüntüsü olarak da 20.yüzyılın ilk soykırımı yaşandı.
“Ermeni&Yahudi Soykırımı Projesi” ile ilgili diğer uzun makale ise, ”Eliminating Etnic Conflict Along theOil Route From Baku to Suveyz Canal Region-Baku’den Süveyş Kanal Bölgesine Irk Kavgalarını Yok Etmek” adıyla Clifford Shack’ın Web sitesine postaladığıydı.
Mr Shack Rothschild ailesinin Fransa kuruluşlarının Rusya-Baku’deki ucuz Rus petrolünü Adriyatik’teki rafinerilerine taşımakla ilgilendiklerini yazmaktadır.
Bu ilgileri nedeniyle Baku’den Batum’a demiryolu inşa ettirmişlerdi.Bu girişim,dünyanın ihtiyacı olan Baku petrolünü dünyaya açmıştı.Bu demiryolu sayesinde Rothschild ailesi satabileceklerinden daha fazla petrol sahibi olmuştu.
Amerikan şirketi Standart Oil ile yarışmaktan korktukları için Süveyş’in doğusunda kalan uzak doğu pazarına göz dikmişlerdi.
Mr Shack’ın işaret ettiğine göre,”Açıkgöz Rothschildların” Fransa Şubesi muhtemelen değişik petrol bölgelerinin sömürülmesine katılmayı hesaplamıştı.Bakü’deki Royal Dutch’a katılmalarından üç yıl sonra 1905’de üretim aniden durma noktasına gelmişti.
Siyasi faaliyetlerle sallanmalarına rağmen,karışıklığın asıl nedeni bölgedeki Müslüman halk ile azınlık nüfusa sahip Hıristiyan Ermeni halk arasındaki karışıklıklardı.
Bu karışıklık ilk kez Bakü petrolünün dünya pazarına ulaşmasını engellemişti.Standart Oil “Barış Battaniyesi” altında pazarın eksik olan ihtiyacını karşılamaya başlamıştı bile.Royal Dutch/Shell Group (Nobles) Bakü’deki yatırımlarını alevler içinde seyretmeye başlamışlardı.
Irki karışıklık sorunun gerçek nedeniydi.Gelecekte böyle sorunların yaşanmasını engellemek için önlemler almayı üstlenmek emniyetli olabilirdi.
Petrol şirketleri bu olay ile tarihten gerekli dersleri aldıklarından şimdiki Baku-Ceyhan Petrol Boru Hattının emniyeti için Bakü’de Ermenilerin kalmaması gereğinden herkes emindi.
Mr.Shack,Bölgede çok sayıdaki Ermeni nüfusunun yok edilmesi bölgedeki ırki sorunu çözmeye yetmiyordu.Yakın bölgedeki olası ırki karışıklıklara yataklık edebilecek diğer kaynakların da kurutulması gerekiyordu.Diyor ve soruyordu;-“Bölgedeki barışın sağlanması için uygun fiyat olan küçük bir Ermeni azınlığın yok edilmesi,uzak doğudaki yatırımları ve diğer gelişmeleri riske sokmuyor muydu?
Ve de “İnsanın kötüsünün kızgınlıkla öç alma özelliğine sahip olduğunu işaret ediyordu.
Bay Shack,kendi sorusunu “Büyük İş ve Büyük Şirketler “başlıklı makalesinde kendisi yanıtlıyordu:”En azından sorunun çözülebilmesi için Bir milyara hizmet etmek için bir milyonun soykırıma uğratılmasını istemek makuldür.Ama bu nasıl yapılabilirdi?
Makul bir şekilde açıklanamasa da muhtemelen bölgedeki Müslüman Türklerin,Kürtlerin,Azerilerin tahrik edilmeleri planlayıcılar açısından yeterliydi:
İşaya 30.Bölümde Tanrı peygamberine konuşur;”Günah işlemek amacıyla bir planı icra etmek üzere birleşen,tanrının emrini dinlemeyi ret eden asi çocuklara,isyankar insanlara eyvahlar olsun,onlar benden değillerdir....”
Hikayenin tümü böyle değildir,ona karşı kötü yaratıkların işbirliği de vardır.Amitakh Stanford http://www.xeeatwelve.com/ web sitesindeki makalesinde “Anunnaki kalıntıları halen yeryüzündedir” diye yazar:”
Z.Sitchin’in haklarında özür yazdığı bu dehşet verici yaratıklar,Anunnakilerdir.Sitchin’in okunan materyallerinde, konuşmak için hiçbir iz bırakmadan ayrılmış,kendi gezegenlerini korumaya çalıştıklarının anlatıldığı hikayede olabildiği kadar hoşa gidecek şekilde boyanarak sunulmuşlardır.
Oysa Anunnakiler buraya işgal ve köleleştirmek için gelmişlerdir,başka hiçbir hatırlı amaçları yoktur.Anunnakiler insanları ve diğer türleri gezegende seçmektedirler.Bundan önce de sık sık soykırımlar yaptılar.Her nasılsa bu gün üstü örtülen bir terim olan “etnik temizlik” terimini kullandılar.
İnsanlar arasında farklılıklar yaratarak bir birlerine karşı şüphe ile bakmalarını sağlayarak böldüler,bir ırkın kendilerinin destekledikleri diğer ırkı hakir görerek aşağılamasını sağladılar.Tarihin herhangi bir sayfasına baktığınızda bunun böyle olduğunu göreceksiniz.20.yüzyılda yapılan Yahudi ve diğer soykırımlar buna örnektir.
Böylece bütün bunlardan sonra bu uzaylı varlıkların sahiplendiği,bu kötü yaratıkların çeşitli farklı türlerinin eğittiği,hile ile yönlendirdiği insanlar yüzünden olağan insan türü olarak aramızda geçinemiyoruz.
Bu araştırma makalesinin telif hakkı yoktur.Basılıp dağıtımı serbesttir.Semitizm karşıtı yazara izin almak için boşuna telefon etmeye gerek de yoktur.Bir Yahudi’nin hayatı tehlikede olduğunda,o Yahudi’nin yardımına ilk gelen de o olacaktır.
Ona Semitizm karşıtı bir telefon etmeden önce İncil’in tanrısı ve Semitizm karşıtı peygamberine telefon etmeniz daha yararlıdır.Olmazsa İncil’i daha dikkatli okumalısınız.
Joseph Brewda’nın makalesine gitmeden önce,arama çubuğuna yazarın http://schillerinstitute.org/ adını koyarak web enstitüsüne ulaşabilirsiniz.
Clafford Schak’ın makalesi için de Yahoo arama çubuğuna adını koyarak sitesindeki gönderilerine ulaşabilirsiniz.
“Osmanlı Devriminin İçten Çöküşü” adlı kitabın İngilizce’sinin varlığı bilinmemektedir.1939’da Lübnan’da Donigian Press tarafından Ermenice’ye çevrildi. http://www.rense.com/
“Yazarın Notu;Türkiye’nin 7.Cumhurbaşkanı Kenan Evren de Sabetaycı Yahudi olduğu herkesçe bilinir.”
Türkçe’ye Çeviren Alaeddin Yavuz
Biraz da bizden okuyalım;
ERMENİ MEZALİMİ -8-
Cami avlusu bir buçuk metre yüksekliğinde cesetle örtülüydü
Bu vahşet karşısında işgalci Rus askerlerinin bile kanı dondu.
Rus belgeleri, Talat Paşa’nın hatıralarında önemli bir yere sahip. Erzurum ve Deveboynu Mevkileri Muvakkat ve Topçu İkinci Alayı Kumandanı Rus Yarbay Twerdokhleboff’un tanık olduğu Ermeni katliamlarını not ettiği 16 Nisan 1918 tarihli belge de onlardan biri.
“Ermenilerin Türklere tahammül edemedikleri herkesçe malumdur; buna rağmen daima bir mazlum rolü takınmış ve bilgi dereceleri ve dinleri neticesi olarak en ağır muamelelerin kurbanı olduklarına bütün dünyayı hakikaten ikna edebilmişlerdir” diyen Twerdokhleboff, Erzurum’da karşılaştığı insanlık dışı manzarayı şöyle anlatıyor:
Yetmiş yaşında iki Türk’ü hapishaneye götürmekte olan bir gruba rastladım. Ermeni asker hırs içinde idi ve telle örülmüş bir kamçıyı sallayarak vahşi bir tavırla biçareleri sürüyordu. Bu askerleri biçare yetmişliklere daha insanca muamele yapmaları lüzumuna ikna etmeğe çalıştım. Güruhu idare etmekte olan Ermeni üzerime geldi ve kamçısı ile beni tehdit ederek “Bizleri kana boğmuş olanları müdafaa ve onlara yardım etmeğe cesaret ediyorsunuz” diye haykırdı...
KÖR SATIRLA KAFASI KOPARILAN ÇOCUKLAR
Erzincan’dan Erzurum’a çekilen Ermeni çetelerinin yolları üstündeki bütün Müslüman köylerini “en vahşi şekilde” yok ettiğini kaydeden Twerdokhleboff, Rus Başkumandanı Odişeliceve Yarbay Girasnoff’dan işittiklerini dehşetle aktarıyor:
İlice köyünden kaçamamış olan bütün Türklerin katledildiklerini ve başları kör satırla koparılmış olan sayısız çocuk cesedi gördüğünü bana söyledi.
28 Şubat’ta yani katliamdan üç hafta sonra İlice’den dönen Yarbay Girasnoff bana şunları anlatmıştır:
Köye giden yollarda uzuvları hurdahaş olmuş cesetlere rastlanmıştır; yoldan geçen her Ermeni bir de küfür savurarak bunlara tükürmekte imiş.
Caminin 10-15 Saşen (10 metre = 4.69 Saşen) büyüklüğündeki avlusu takriben bir buçuk metre yüksekliğinde cesetle örtülü idi. Bunlar arasında her yaşta kadın, erkek, çocuk ve ihtiyar bulunuyordu. Kadınların vücutlarında ırza geçme alametleri gözüküyordu; kadın ve genç kızların tenasül aletlerine fişekler sokulmuştu. Yarbay Girasnoff Ermeni kıtalarında telefoncu olarak çalışan birkaç genç Ermeni kızını cami avlusuna çağırarak, vatandaşlarının yaptığı vahşeti göstermiş ve kapalı bir tekdir mahiyetinde olmak üzere bununla iftihar edebileceklerini söylemiştir. Fakat bu manzara karşısında dehşet içinde kalacakları yerde sevinçten güldüklerini görünce, Girasnoff’u nefretle karışık bir hayret kaplamıştır. Heyecana kapılarak onlara küfretmiş ve Ermenilerin kadınları da dahil en alçak ve barbar bir millet olduğunu söylemiştir...
BİR GECEDE 3 BİN CİNAYET
Twerdokhleboff’un kaleme aldığı Rus belgesinde Ermeni itirafları da var:
Alaca mıntıka kumandanının müteahhidi olan bir Ermeni, yapılan gayri insani muameleler hakkında şunları anlatmıştır:
Ermeniler bir Türk kadınının kalbini çıkardıktan sonra bir duvara baş aşağı çakmışlardır.
Talat Paşa’nın Twerdokhleboff’’tan yaptığı alıntıda Büyük Erzurum Katliamı sonrasında yaşananlar da anlatılıyor:
26 Şubat’ı 27’ye bağlayan gecede Rus subaylarını aldatmış olan Ermeniler yeni bir katliama sebebiyet verdiler. Bu katliam tesadüfi değildi. O zamana kadar tevkif edilmiş Türkler toplattırılarak bir bir öldürüldüler. Ermeniler bu gece işlenen katliamların sayısının üç bini bulduğunu iftiharla anlatıyorlardı...
Hayvanlar gibi boğup kuyulara attılarİkaz ettikleri Ermenilerden, “Çok ufak bir ekalliyet teşkil eden Ermeniler tarafından yapılan cinayetlerin bütün milletin şerefine halel getirmeyeceği ve makul Ermenilerin (...) bu muamelelere mani olmak için mümkün olan her şeyi yapacakları” cevabını aldıktan hemen sonra, bakın hangi haberi almış Yarbay Twerdokhleboff:
Tekrar ve tekrar edilen bu teminatlardan az sonra Erzincan’daki Türklerin öldürüldüğü haberini aldık. Çeteler tarafından değil, fakat şehrin doktoru ve ordu müteahhitleri tarafından tertip olunan bu katliamın izah edeceğim teferruatını bizzat Başkumandan Odişelice’nin ağzından işittim:
Silahsız vesair her türlü müdafaa vasıtalarından mahrum olan sekiz yüz Türk öldürülmüştü. Ermeniler büyük kuyular kazmış ve oraya götürülen zavallı Türkleri hayvanlar gibi boğduktan sonra üst üste içeri atmışlardır. Bu idam ameliyelerini idare etmekte olan bir Ermeni bedbaht kurbanlarını sayarak “Yalnız yetmişe mi vardık, o halde daha on kişi için yer var haydi bakalım” diye bağırmıştır. Bunu müteakip boşluğu doldurmak üzere on biçare daha öldürülmüş ve üstü toprakla örtülmüştür. Müteahhidin kendisi eğlenmek maksadı ile seksen biçareyi bir eve kapamış ve evden çıkanları birer birer kafalarına vurmak sureti ile bizzat öldürmüştür...
Hiçbir Ermeni’nin bir Türk için öldürüldüğü görülmüş müdür?
Yarbay Twerdokhleboff’un, haklı bir sebep olmaksızın bir Türk’ü öldürdüğünü tespit ettiği Ermeni’yi hapsedip, Divan-ı Harb’e verilmesini emrettikten sonra şahit olduğu şu konuşma manidar:
Ermeni subaylardan biri kendisine asılacağını söylediği zaman katil hiddetle yerinden fırlayarak hayretler içinde, “Hiçbir Ermeni’nin bir Türk için öldürüldüğü görülmüş müdür” diye bağırdı!
ERMENİ MEZALİMİ -9-
“Talat Paşa’yı öldürmeye ant içtim” diyen Ermeni katili 1.5 günde beraat ettirdiler
“Ermenilerin taleplerini haklı gösterecek tarihi hiçbir hakları yoktur... Osmanlılara iltica etmiş olan bu halk, hüsnü kabul ve daima vatandaş muamelesi gördü... Memleketin gerek saadetinden gerek ıstıraplarından daima menfaat temin ediyorlardı... Bu lütuflara teşekkür olarak şimdi ekseriyeti teşkil eden nüfusu kovmak ve istiklallerini elde etmek üzere Osmanlı vatanının bir parçasını koparmak istiyorlar. Tarih bu çeşit nankörlüğün bir eşini kaydetmemiştir...” yazarken, bu “nankörlüğün” ilk kurbanı olarak “arkasından vurulacağını” tahmin etmiş miydi acaba!
1921 yılıydı; Mart’ın 15’i. Günlerden salı. Saat onbir suları. Berlin’de Hardenbergs’teki evinden çıkan Talat Paşa, arkasından sinsice yaklaşan Sogomon Tehleryan adlı Ermeni’nin kafasına sıktığı kurşunla yere yığıldı. Beyni dağılmıştı. “O kaldırım” da öylece, tam iki saat kaldı. Tek başınaydı. Yerde cansız yatan kişinin kim olduğu dakikalar sonra anlaşıldı...
Tehleryan kaçmaya çalıştı ancak başaramadı; Nikolaus Jessen adlı bir satıcı tarafından yakalandı.
TÜRK ÖLDÜRMEK BİZİM İÇİN VAZİFEDİR
Talat Paşa’yı katleden Ermeni katilin yargılandığı mahkeme sadece 1.5 gün sürdü. Ortada bir cinayet, tanıklar, deliller; kısacası Alman yasalarına göre “idam” la cezalandırılmasını sağlayacak ne lazımsa vardı. Lakin sonuç öyle olmadı. Berlin’de 2-3 Haziran 1921’de görülen davada Tehleryan’ın beraatına karar verildi.
Mahkeme, sorgusunda gayet bilinçli bir şekilde, “Almanya’ya sadece Talat Paşa’yı öldürmek için geldim” diyen katilin “saralı” olduğuna ve bilinç kaybı yaşadığına hükmetti. Oysa Tehleryan cinayeti en ince ayrıntısına kadar planladığı böyle itiraf etmişti:
“Talat Paşa’yı öldürmeye ant içtim... Ermeni asıllı bazı vatandaşlar Talat Paşa’yı öldürmem için para verdi. Epeydir Berlin’deydim... Onu rahatça izlemek ve alışkanlıklarını ezberlemek için tam karşısındaki binada oda tutum... Şimdi, Talat Paşa’nın öldüğünü duyan vatandaşlarım rahat bir nefes alacak ve bu başarımdan ötürü benimle iftihar edeceklerdir, bunu düşününce seviniyorum. Cinayeti sadece bu duyguyu tatmak için işledim, bu cinayeti soğukkanlı bir şekilde önceden hesaplayarak, hazırlanarak işlediğimi itiraf ediyorum, sorumluluğu vicdan rahatlığıyla taşıyorum.”
Mahkemede yargıcın kendisine “Talat Paşa’yı öldürmek istediniz mi” diye sorması üzerine Tehleryan şu cevabı vermişti:
- Soruyu anlamıyorum. Öldürdüğümü söyledim ya!
Ermeni katil, “Bir insan öldürdüm, ama katil değilim... Türkleri iyiliğe götürecek kimseleri ortadan kaldırmak bizim için vazifedir(!)” diyordu.
Bu Tehleryan’ın ilk cinayeti de değildi. Daha önce İstanbul’da Türklerle işbirliği yaptığı gerekçesiyle Mıgırdiçyanadlı bir Ermeni doktoru öldürmüştü. Ermeni iddialarının ateşli savunucularından Tessa Hofmann,Tehleryan’ın Taşnak Partisi komandolarından(!) olduğunu iftiharla ilan etmişti!
CİNAYETE KAHRAMANLIK KILIFI
Almanya’daki mahkemede çok garip, hukuk tarihinde belki de eşi görülmeyen bir şey oldu; “katil” değil “maktul” yargılandı!
Bunun sebebi, Alman savcılığının yargılamanın başlamasından sadece bir hafta önce 26 Mayıs 1921’de Prusya Adalet Bakanlığı’na gönderdiği şu yazıda gizliydi:
“Sanık avukatlarının, yani katilin avukatlarının öncelikle bu suikastı Türk boyunduruğuna karşı acı çeken Hristiyan bir halkın, yani Ermenilerin hürriyet uğruna kahramanca atılımı olarak yansıtacakları beklenebilir.”
Osmanlı ordusunda görev yapan Korgeneral Bronsart von Schellendorf hem bu durumu hem de kendilerinin tanık olarak dinlenmemesini protesto etmek amacıyla 24 Temmuz 1921’de Deutsche Algemenie Zeitung’da bir açık mektup yayınladı.
Mektubunda doğu illerindeki isyanlara da dikkat çeken Schellendorf, “Talat, ne yapacağı belli olmayan kindar bir katil değil, ileri görüşlü bir devlet adamıydı. Talat, Ermenilerin bölgeden çıkarılmaları konusunun, ’Türkler Hristiyanlara zulmediyor’iddiasını ortaya atarak propaganda amaçlı kullanılacağını tahmin ediyordu ve sadece bu yüzden her türlü sert uygulamalardan kaçınırdı. Haklı çıktı. Propaganda başlatıldı ve yurt dışında her yerde, Hristiyanlara zulüm yapıldığı şeklindeki bu inanılmaz aptallığa inanıldı?” diyordu.
YİNE İNGİLİZ PARMAĞI
Talat Paşa’nın ölümünden kısa süre sonra Alman gazetelerinde ilginç bir haber yayımlandı. Berlin’de yaşayan Hintli bir zengin, şoförü tarafından öldürülmüştü. Eşinin ifadesine göre bu kişi, İngilizlerin Talat Paşa’yı katlettiren komiteye verdiği ödülle ilgili sırlara vakıftı. 1935 yılında yaşanan bir başka ilginç olayda ise Amerikan polisi, Tehleryan’ı azmettirenlerin izini bulduklarını açıklamasına karşın konunun üstü kapatılmıştı.
Öpmekle doyamam... Vatan toprağını yiyeceğim!
Berlin’de bir dostuyla sohbeti sırasında Selanik’te sürgün cezasına çarptırılan Bulgar komitacıların, vatanlarından ayrılmadan önce rıhtım üzerinde toplanıp, hep birden eğilerek toprağı öptüklerini, bunun onlar için vatana dönüş umudunun bir ifadesi olduğunu anlatan Talat Paşa, dostunun “Her halde siz de onlar gibi toprağı öpeceksiniz...” demesi üzerine şu cevabı verir:
“Ne dersin sen? Ne dersin sen? Ben öpmekle doyamam ki... Yiyeceğim vatan toprağını, yiyeceğim...”
ERMENİ MEZALİMİ -10-
Türkleri öldürme teknikleri
Ermeni komitelerinin talimatnameleri katliam metodolojisi gibiydi...
1. Kama, 2. Tabancı, 3. Boğmak/Zehirlemek
Hınçakyan İhtilal Komitesi Azası’nın Vazifelerine Dair Talimatname’nin sekizinci maddesi aynen şöyleydi:
“Komitenin bir de cellatbaşı bulunmalı. Cellatbaşının maiyetinde, kendisiyle hemfikir bir fırka daha bulunmalı, bunların vazifesi de heyetin emrinden hariç olmamak şartıyla dahilen ve haricen muzır olan adamları katletmektir. Üç nevi ceza vardır: Biri tekdir, biri sopa, biri ölüm. Ölüm de üç türlüdür: Birincisi kama, ikincisi revölver (tabanca), üçüncüsü boğmak veyahut tesmim etmek(zehirlemek)tir.”
Ermeniler Türklerin hangi teknikler kullanılarak öldürülecekleri gibi evlerinin, köylerinin, kentlerinin, kamu kurumlarının hangi yöntemlerle yok edileceğini de önceden belirlemişti:
“Evvela dinamit güllesi, ikinci olarak dinamit suyu, üçüncü olarak baruttan mamul patlayıcı cinsi!”
KÖYLERE HÜCUM...
1910’da basılan Müdafaa-i Şahsiyye İçin Talimat’ta köy baskınlarının “püf noktaları” verildi:
“- Hücum edilecek köyün yalnız üç tarafı muhasara altına alınmalı, sakinlerinin kaçmaları için bir taraf serbest bırakılmalıdır. (Köy eğer dört taraftan muhasaraya alınırsa, düşman son gayretle karşı koyarak zaferi tehlikeye sokabilir) Yalnız serbest bırakılan tarafta, bir baskıncı grup gizlenerek kaçanları sıkıştırıp onları zarara sokmalıdır.
- Düşmanı şaşırtmak için, hücum zamanı olarak fecir vaktini seçmelidir.
- Telaş ve kargaşalığın tam manasıyla sağlanması için, yangın çıkarmak ve bunu birkaç yerde birden yaparak genişlemek icabeder. ”
Kod adı: NEMESİS!
Türklere ve ayaklanmayan Ermenilere karşı “intikam operasyonu” yaptılar.
Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti’nin ilk Başbakanı Fetali Han Hoyski, 19 Haziran 1920’de Tiflis’te Aram Yerganyan ve Misak Kirakosyan adlı Ermeni katiller tarafından katledildi. Aynı saldırıda Azerbaycan eski Adalet Bakanı Halil Bey Hasmemmedov ağır yaralandı.
Ermenilerin Avrupa’da ses getirecek eylemlere imza atmak niyetindeydi. Bu kez Azerbaycan’lı Bakan Behbud Han Civanşir hedef seçildi. Fransızlar tarafından korunan (!) Civanşir, 18 Temmuz 1921’de İstanbul’da Pera Palas Oteli önünde öldürüldü. İngiliz askeri savcı Rickatson-Hatt katil Misak Torlakyan için ölüm cezası talebinde bulununca görevinden alındı. İtilaf Devletlerinin kurduğu mahkemede yargılanan Torlakyan suçunu itiraf etmesine rağmen “zihinsel durumu” gerekçe gösterilerek beraat ettirildi ve ABD’ye gönderildi.
Tehcir sırasında Sadrazam olan ve Malta’dan tahliyesinin ardından Roma’ya giden Said Halim Paşa 5 Aralık 1921’de, evinin önünde uğradığı silahlı saldırıda hayatını kaybetti. Ermenistan’ın eski Roma elçisi Mikael Vartanyan’ın kontrolündeki tetikçi Arşavir Şiragyan yargılanmadı.
Teşkilat-ı Mahsusa ve Adli Tıp kurucularından Dr. Bahaeddin Şakir ve Trabzon Valisi Cemal Azmi Bey aynı gün; 17 Nisan 1922’de Berlin’de Aram Yerganian ve Ajan T. kod adlı Ermeni katillerin suikastı sonucu şehit oldu.
İttihat ve Terakki’nin “Üç Paşalar” olarak bilinen liderlerinden Cemal Paşa (Gazeteci Hasan Cemal’in de dedesidir), 25 Temmuz 1920’de Falih Rıfkı Atay’ın deyişiyle “Bolşevikler hesabına on binlercesine kendi eli ile hayat vermiş olduğu Ermeniler tarafından” öldürüldü. Tiflis’teki suikasttan sonra tutuklanan katiller Stefan Çekiçyan ve Bedros D. Bogosyan (kimi kaynaklara göre de Karakin Lalayan ve Sergo Vartanyan) serbest bırakıldı.
Ve Enver Paşa
Osmanlı Başkomutanı ve Harbiye Nazırı, 4 Ağustos 1922’de Turan Kağanlığı kurmak üzere çarpışırken, Tacikistan’da Belçivan yakınlarında Agop Melkovyan komutasındaki Bolşevik Ermeniler tarafından havan topu ile öldürüldü.
Ermeniler sadece Türklere değil Türklere düşman olmayanlara(!) da kin güdüyordu. Nitekim Türklerle işbirliği yaptıkları öne sürülen Hemayag Aramyan, Mıgırdıç Harotunyan, Vahe Ihsan Yesayan ve daha çok sayıda Ermeni, Ermeni kurşunlarıyla can verdi.
İNTİKAM TANRIÇASI
Bir tekinin bile katilleri cezaandırılmamış olan bu cinayetler silsilesi kişisel eylemlerden oluşmuyordu. Katledilenlerin tamamı, 1919’da Erivan’da yapılan Taşnaksutyun 9. Kurultayı’nda oluşturulan “ölüm listesi” deydi.
Ermenilerin, Türklere ve Türk Devleti’ne karşı ayaklanmayan soydaşlarına karşı başlattıkları “intikam operasyonu” için manidar bir isim seçildi:
Nemesis!
İlk etapta 41 toplam 650 kişinin öldürülmesinin planlandığı operasyona adını veren Nemesis, Yunan mitolojisinde “merhametsizliğin” timsaliydi.
M.Ö. 8. yüzyılda yaşadığı düşünülen Ozan Hesiodos adaletin yolunu intikamdan geçiren ve Ermenilere ilham veren Yunan Tanrıçasını şöyle tarif etmişti:
“Ölümcül Nyx (Gece) Nemesis’i doğurdu, fani insana acı vermek için!”
KATLİAM KOOPERATİFİ
Taşnaksutyun’un suikastların yapılabilmesi için “fon” oluşturduğu ve adeta bir “katliam kooperatifi” tarafından yürütülen Nemesis Operasyonu’nun başında, Talat Paşa’nın katili Tehliryan’a “Talât’a ateş edip kafatasını parçalayacaksın. Vurduktan sonra kaçmayacak, ayağın ile cesedinin üzerine basacak ve polisin gelip seni almasını bekleyeceksin. Bu sayede, Ermeniler’in yaşadığı büyük trajediyi bütün dünya öğrenmiş olacak” talimatını veren ve asıl adı Hagop der Hagopian olan Şaan Natali vardı. Elazığ Amerikan Koleji’nde yetiştirilen Natali, Türkiye’deki “görevini” tamamladıktan sonra ABD’ye yerleşti. 99 yaşında ölen Natali’ye yönettiği katliamların hesabı sorulmadığı gibi “kahraman” ilan edildi. http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/habergoster.php?haber=66161
Bir yandan haçlı saldırıları karşısında aralıksız bozguna uğratılan ve kayıp verdirilen Osmanlı Ordusu, bir yanda işbirlikçi azınlıkların ve devletin “dış baskılarla halkına karşı uyguladığı” bazı siyasetler sonucu mağdur olup dağlara çıkmış çeteciler, bir yanda işbirlikçi azınlık isyanlarıyla boğuşan güvenlik güçleri ve gene haliyle ordunun hali tam bir perişanlıktır.
Emperyalist ülkelerin “toprak vaatleriyle kışkırttığı azınlık isyanlarının” en zalimanesi olan, vatandaşı olduğu devletin ordusunu da halkını da düşman ülkelerden aldığı güçle arkadan vuran Ermeni ihaneti cezalandırılmamalı da ne yapılmalıydı? Hangi millet savaş esnasında düşman ülkelerle iş birliği yapıp kendisini arkadan vuran azınlık halka hoş görüyle bakabilir?
Soykırıma kimlerin uğradığı apaçık ortadadır.
Ermeni ihanetinde başlangıçta Ermenilerin tanımlanmasında üç unsur göze çarpmaktadır;
1- Doğu Anadolunun Osmanlıda bulunmadığı, Yavuz Sultan Selim’in 1516 seferi öncesi başlatılan misyonerlik faaliyetleri ile yeni Hıristiyan mezheplerine geçenler,
2- Eski Gregoryen mezhebinde kalanlar
3- Pers, Grek, Bizans, Roma, İslam, Osmanlı imparatorluklarında bu imparatorluklarının sınırları boyunca her yere dağılıp farklı inan gruplarında olanlardan, Osmanlının çöküş döneminde para, şöhret, din duygularının kışkırtılması ve vatan vaatleriyle kandırılanların başlattığı bir anarşi olayının, savaşlarla zayıflatılması ve 1774’de yapılan Küçük Kaynarca Antlaşması ile Ruslara ve batılılara “Gayri Müslümlerin koruyuculuk haklarının” tanınması askere alınamamalarının da eklenmesiyle tetiklenerek bir Ermeni Bağımsızlık Savaşına dönüşmesi izlemiştir.
Emperyalistlerin amacının onlara devlet kurmak olmadığı da onları yarı yolda bırakmalarıyla kesinleşince Ermeniler hüsrana uğramışlardır. 1915-1917 arasında Enver ve Talat paşaların gayretleriyle isyanları bastırılmış ve Osmanlının güney topraklarına zorunlu ikamete gönderilmişlerdir.
Tehcir (Yer Değiştirme) Kararı ve Gerekçeleri; (Alıntı)
Arapça asıllı bir kelime olan tehcir, "bir yerden başka bir yere göç ettirmek, yer değiştirmek, hicret ettirmek (immigration, emigration)" manasını taşır; bir "sürgün", bir "deportation" manası yoktur. Bununla birlikte; "Tehcir Kanunu" diye adlandırılan kanunun adı da aslında "Savaş zamanında hükümet uygulamalarına karşı gelenler için askeri tarafından uygulanacak önlemler hakkına geçici kanun"dur. Bu kanuna dayanılarak gerçekleştirilen yer değiştirme uygulamasının anlatımında kullanılan "tenkil (nakletme)"tabiri de batı dillerinde "sürgün" anlamına gelen "deportation","exile" veya "proscription" gibi terimlere karşılık değildir.
Başta Van olmak üzere yurdun pek çok yerinde başlayan Ermeni isyan ve katliamlarına önlem almak amacıyla Talat Paşa'nın başlattığı, Hükümet ve Meclis'in de uygun gördüğü yer değiştirme, doğrudan doğruya cephelerin güvenini sarsacak bölgelerde uygulanmıştır. Bunlardan birincisi, Kafkas ve İran cephesinin geri bölgesini oluşturan Erzurum, Van ve Bitlis dolayları; ikincisi ise, Sina cephesi gerilerini oluşturan Mersin-İskenderun bölgeleridir. Ermeniler, her iki bölgede de düşmanla işbirliği yapmış ve onların çıkarma yapmalarını kolaylaştıracak faaliyetlerde bulunmuşlardır.
Yer değiştirme uygulaması daha sonraları, isyan çıkaran, düşmanla işbirliği yapan ve Ermeni komitacılarına yataklık eden diğer vilâyetlerdeki Ermenileri de kapsayacak şekilde genişletilmiştir. Başlangıçta Katolik ve Protestan Ermeniler uygulamanın dışı bırakıldıkları halde, daha sonra bunlardan zararlı faaliyetleri görülenler de göç ettirilmişlerdir.
Gerçekleştirildiği 1915'ten günümüze kadar yer değiştirme uygulaması hakkında çok şey yazılıp çizilmiştir. Ermeniler, uydurma belgelerin arkasına gizlenerek, dünya kamuoyunu uzun süre kandırmayı başarmışlardır. Başlangıçta üç yüz binlerden başlayıp, üç milyonlara kadar varan rakamlarla ifade edilen Ermeni katliâmı hikâyelerinin hiçbir dayanağı bulunmamaktadır. Nitekim İstanbul'un işgal edildiği dönemde İngilizler ve Fransızlar, Osmanlı arşivini yeterince araştırmalarına rağmen soykırımı imâ edecek tek bir belgeye dahi rastlamamışlardır.
Şayet, Osmanlı devletinin Ermenileri "soykırım"a tabi tutmak gibi bir amacı olsaydı; bulundukları yerlerde bu düşüncesini gerçekleştiremez miydi? Bunun için "yer değiştirme" gibi bir uygulamaya ne gerek vardı? Kafilelerin güvenliği, sağlığı ve yeme-içmelerinin temini için büyük maddi fedakarlıklara ne gerek vardı? 1915 Mayısından 1916 Ekim ayına kadar yaklaşık bir buçuk yıl devam eden göç ettirme ve yerleştirme sırasında, emirler çerçevesinde ve mahallinde aldığı tedbirlerle, o günün zor savaş şartlarına rağmen, Ermenilerin can ve mallarını koruma altına almasına ne gerek vardı? Adetâ yeni bir cephe açmış gibi idarî, askerî ve malî yükün altına girmemeye ne gerek vardı?
Bütün bu soruların cevapları, Osmanlı Devleti'nin asıl niyetinin anlaşılmasına yetecektir. Osmanlı devletinin, yüzlerce yıl devlete olan bağlılıklarından dolayı "millet-i sadıka" olarak nitelendirdiği bir halka karşı, birdenbire tavır değiştirmesinin de mantıklı bir izahı yoktur. Değişen Osmanlı değil, Rusya ve İtilaf Devletlerinin bağımsızlık vaatlerine kanan Ermenilerdir.
Devlet güvenliğinin sağlanması için gerekli bir uygulama olan yer değiştirme, dünyanın en başarılı sevk ve iskan hareketidir ve hiçbir zaman Ermenileri imha etmek gayesini gütmemiştir.
KAYNAK:
Halaçoğlu, Prof. Dr. Yusuf-; Ermeni Tehcirine Dair Gerçekler (1915), TTK Yayını, Ankara 2001.”
Yer Değiştirmede İlk Uygulamalar ve Gerekçeleri; (Alıntı)
Yer değiştirme kararı, bağımsız Ermenistan kurma düşüncesiyle, savaş içindeki kendi devletlerini arkadan vuran Ermenilerin verdikleri zararı önlemek gayesiyle zorunlu olarak alınmıştır. Ruslar ve İtilaf Devletleri'nin Ermenileri nasıl kandırdıkları ve kışkırttıkları, belgeleriyle sabittir(1). Savaşta ele geçirdikleri yerlerin kendilerine verileceği ve bağımsızlıklarının tanınacağı gibi vaatlere kanan Ermeniler, birçok ihtilâl cemiyeti kurmuşlardır(2). Ermeniler, yer değiştirme öncesinde başlattıkları tedhiş faaliyetlerini, göç sırasında da sürdürmüşlerdir. Gerek sınır bölgelerinde, gerek iç bölgelerde düşmanla işbirliği yapmışlar; müslüman halka karşı katliâmlarda bulunmuşlardır(3).
Ermenilerin yaptıkları mezalimi anlatan belgeleri bir kitapta toplamaya karar veren Osmanlı Hükümeti, bütün illere yazılar yazarak; Ermeni katliamlarını anlatan belge ve fotoğrafların gönderilmesi istemiştir(4). Toplanan belge ve fotoğrafların ışığında "Ermeni Komitelerinin Faaliyetleri ve İhtilal Hareketleri / Meşrutiyet'in İlanından Önce ve Sonra" adıyla bir kitap yayınlanmıştır(5).
Ermeni mezalimi Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra da devam etmiştir. 1920'de Hanov adlı bir Ermeni komutasında Nahçıvan'a giden 1.200 kişilik birliğin, oradaki müslümanlara yaptıkları mezalim bunun en çarpıcı örneklerinden biridir(6). Ayrıca 3 ve 7 Mart 1921 tarihlerinde Mamuretülaziz (Elazığ) vilâyeti vâli vekili Mümtaz Bey'in gönderdiği telgraflardan, Fransızların korumasına giren Ermenilerin Kilikya'dan Adana'ya kadar bağımsız bir Ermenistan hayali içinde bulundukları anlaşılmaktadır(7).
Bu gelişmeler üzerine, Başkomutan Vekili Enver Paşa duruma bir çare bulmak amacıyla, 2 Mayıs 1915'te İçişleri Bakanı Talat Paşa'ya şu yazıyı göndermiştir:
"Van gölü etrafında ve Van valiliğince bilinen belirli yerlerdeki Ermeniler, isyanlarını sürdürmek için daima toplu ve hazır bir haldedirler. Toplu halde bulunan Ermenilerin buralardan çıkarılarak isyan yuvasının dağıtılması düşüncesindeyim.
3. Ordu komutanlığının verdiği bilgiye göre Ruslar 20 Nisan 1915'te kendi sınırları içindeki müslümanları sefil ve perişan bir halde sınırlarımızdan içeriye sokmuşlardır. Hem buna karşılık olmak ve hem yukarıda belirttiğim amacı sağlamak için, ya bu Ermenileri aileleriyle birlikte Rus sınırı içine göndermek, yahut bu Ermenileri ve ailelerini Anadolu içinde çeşitli yerlere dağıtmak gereklidir.
Bu iki şekilden uygun olanın seçilmesini ve uygulanmasını rica ederim. Bir mahzur yoksa isyancıların ailelerini ve isyan bölgesi halkını sınırlarımız dışına göndermeyi ve onların yerine sınırlarımız içine dışarıdan gelen müslüman halkın yerleştirilmesini tercih ederim(8)".
Yer değiştirme uygulamasının ilk işareti sayabileceğimiz bu yazı ile Enver Paşa, Ermenilerin isyan çıkaramayacak şekilde dağıtılmalarını istemektedir. Söz konusu yazıya göre uygulama yalnızca Ermenilerin isyan ve karışıklık çıkardıkları yerlerde yapılacaktır. Nitekim öyle de olmuştur.
Durumun önemi ve aciliyeti nedeniyle zaman kaybetmek istemeyen Talat Paşa, Meclis'ten henüz bir karar çıkmadan yer değiştirme uygulamasını başlatmış ve bu çok ağır sorumluluğu tek başına üzerine almaktan kaçınmamıştır(9).
Öncelikle Van, Bitlis ve Erzurum bölgelerinde bulunan Ermenilerin savaş bölgesi dışına çıkarılması konusunu ele alan Talat Paşa, 9 Mayıs 1915'te gönderdiği şifre emirlerle Erzurum Valisi Tahsin Bey, Van Valisi Cevdet Bey ve Bitlis Valisi Mustafa Abdülhalık Bey'i konu hakkında bilgilendirmiştir. Talat Paşa söz konusu şifrelerinde, isyan ve ihtilal yapmak için bazı bölgelerde toplu halde bulunan Ermenilerin güneye doğru göç ettirilmesinin kararlaştırıldığını, kararın derhal uygulanması için vâlilere mümkün olan her türlü yardımın yapılması gerektiğini bildirmiştir.
Başkomutanlık'tan 3. ve 4. Ordu Komutanlarına konuyla ilgili bildiri yazıldığını kaydeden Talat Paşa, faydalı sonuçlar verecek bu uygulamanın, Van'la birlikte Erzurum'un güney kısmı, Bitlis'e bağlı önemli kazalar, özellikle Muş, Sasun ve Talori civarını da kapsamasının iyi olacağına dikkat çekmiş ve valilerden ordu komutanlarıyla işbirliği yaparak derhal uygulamaya başlamalarını istemiştir(10).
Ayrıca 23 Mayıs 1915'te 4. Ordu Komutanlığına bir şifre gönderen Talat Paşa, boşaltılmasını istediği yerleri şu şekilde belirtmiştir:
Erzurum, Van ve Bitlis vilâyetleri;
Maraş şehir merkezi hariç olmak üzere Maraş sancağı;
Halep Vilâyetinin merkez kazası hariç olmak üzere İskenderun, Beylan (Belen), Cisr-i Şugur ve Antakya kazaları dahilindeki köy ve kasabalar;
Adana, Sis (Kozan) ve Mersin şehir merkezleri hariç olmak üzere Adana, Mersin, Kozan ve Cebel-i Bereket sancakları.
Buna göre; Erzurum, Van ve Bitlis'ten çıkarılan Ermenilerin, Musul'un Güney kısmı ile Zor sancağı ve Merkez hariç olmak üzere Urfa sancağına; Adana, Halep, Maraş civarından çıkarılan Ermenilerin ise Suriye vilâyetinin doğu kısmı ile Halep vilâyetinin doğu ve güneydoğusuna nakledilecekleri kararlaştırılmıştır. Göç işlemlerini denetlemek ve yönetmek üzere Mülkiye Müfettişlerinden Ali Seydi Bey Adana bölgesine, Hamid Bey ise Halep ve Maraş bölgesine atanmıştır.
Yeni yerleşim bölgelerine ulaşan Ermenilerin, bölgenin durumuna göre ya mevcut köy ve kasabalarda inşa edecekleri evlere ya da hükümet tarafından belirlenecek yerlerde yeniden kuracakları köylere yerleştirilmeleri ve Ermeni köylerinin Bağdad demiryolundan en az 25 km. uzakta olması şart koşulmuştur.
Yer değiştirmeye tabi tutulan Ermenilerin can ve mallarının korunması, yeme, içme ve dinlenmelerinin sağlanması sevk güzergahında bulunan bölgesel yöneticilere bırakılmıştır. Yerleri değiştirilecek Ermenilerin bütün taşınabilir mal ve eşyalarını birlikte götürebilecekleri ve taşınmaz malları konusunda da ayrıntılı bir emir yazısı hazırlanarak ilgili yerlere ulaştırılması kararlaştırılmıştır(11).
Başkomutanlık, yerleri değiştirilen Ermenilerin yeniden fesat yuvaları oluşturmamaları için 26 Mayıs 1915'te İçişleri Bakanlığı'na bir yazı göndererek şu konuların dikkate alınmasını istemiştir:
Ermenilerin gönderildikleri yerlerdeki nüfusu oradaki aşiret ve müslüman sayısının %10 oranını geçmemelidir.
Göç ettirilecek Ermenilerin kuracakları köylerin her biri elli evden çok olmamalıdır.
Ermeni göçmen aileleri seyahat ve nakil suretiyle de olsa ev değiştirmemelidir(12).
İçişleri Bakanlığı'nın bütün bu önlemleri uygulamaya koyduğu günlerde, 24 Mayıs 1915'te ortak bir bildiri yayınlayan Rusya, Fransa ve İngiltere Hükümetleri, bir aydan beri "Ermenistan" diye adlandırdıkları Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da Ermenilerin öldürüldüklerini ve olaylardan Osmanlı Hükümeti'ni sorumlu tutacaklarını açıklamışlardır(13).
Konunun bu şekilde uluslar arası bir boyut kazanması üzerine Talat Paşa, yer değiştirme uygulamasının yasal bir zemine oturtulması amacıyla hazırladığı bir yazıyı 26 Mayıs 1915'te Başbakanlığa gönderdi(14).
Talat Paşa yazısında, "Osmanlı topraklarına göz diken istilâcıların emellerini gerçekleştirmek için Osmanlı vatandaşı olan Ermeniler arasına ayrımcılık soktuklarını ve yardım ettiklerini; isyan eden Ermenilerin düşmana karşı savaşan Türk ordusunun harekâtını güçleştirmek için her çeşit engellemeleri yaptıklarını; askere gıda maddesi, silah ve mermi ulaştırılmasını engellediklerini; düşmanla işbirliği yaptıklarını; bir kısmının düşman saflarına katıldıklarını, askerî birliklere ve masum halka silâhlı saldırıda bulunduklarını; şehir ve kasabalarda katliam ve yağmacılık yaptıklarını; düşmanın deniz kuvvetlerine gıda maddesi temin ettiklerini ve önemli askeri bölgeleri düşmana gösterdiklerini" açıkladıktan sonra, devletin selâmeti için köklü önleme gereksinim duyulduğunu ve bunun için, savaş bölgesinde olaylar çıkaran Ermenilerin başka bölgelere göç ettirilmesine karar verildiğini ifade etmiştir.
İçişleri Bakanlığı'nın bu yazısı, Başbakanlık tarafından kaleme alınan bir başka yazı ile derhal Meclis'e ulaştırılmıştır. Başbakanlık yazısında Talat Paşa'nın ifadeleri tekrarlandıktan sonra, devletin selâmeti için uygulanmasına başlanılan yer değiştirme uygulamasının yerinde olduğu ve bunun bir yöntem ve kurala bağlanmasının gerektiği dile getirilmiştir(15). Meclis de aynı tarihte uygulamayı kabul eden bir karar almıştır.
Meclis'in bu konu ile ilgili kararnamesinde, devletin varlığının ve güvenliğinin sağlanması uğrunda yapılan mücadeleye, kötü etkisi olan bu gibi zararlı faaliyetlerin önüne etkili yöntemlerle geçilmesinin kesinlikle gerekli olduğu ve İçişleri Bakanlığınca bu konuda alınan önlemlerin son derece doğru ve yerinde olduğu belirtilmiştir. Ayrıca, yerlerinden çıkarılan Ermenilerin gayrimenkul mallarıyla ilgili bir bildiri yayınlanarak, belirlenecek komisyonlar tarafından tespitinin yapılması ve gönderilen Ermenilere gittikleri yerde durumlarına uygun iş sahalarının açılması ve Göçmen Ödeneği'nden kendilerine yardım yapılması kararının alındığı ifade edildikten sonra, göçün güven içinde yapılması konusunda ilgililere gerekli emrin yazılması istenmiştir(16).
Başbakanlık'tan 30 Mayıs 1915 tarihinde İçişleri, Harbiye ve Maliye Bakanlıklarına yazılan yazıda yer değiştirme uygulamasının nasıl yapılacağı şöyle anlatılmıştır(17):
Ermeniler kendilerine ayrılan bölgelere can ve mal güvenlikleri sağlanarak rahat bir şekilde nakledileceklerdir.
Yeni evlerine yerleşene kadar yeme-içme giderleri Göçmen Ödeneği'nden karşılanacaktır.
Eski malî durumlarına uygun olarak kendilerine emlâk ve arazî verilecektir.
İhtiyaç sahipleri için hükümet tarafından ev inşa edilecek, çiftçi ve ziraat erbabına tohumluk, alet ve edevat sağlanacaktır.
Geride bıraktıkları taşınır malları kendilerine ulaştırılacak, taşınmaz malları ve değerleri belirlendikten sonra, buralara yerleştirilecek olan müslüman göçmenlere paylaştırılacaktır. Bu göçmenlerin uzmanlık alanları dışında kalan zeytinlik, dutluk, bağ ve portakallıklarla, dükkân, han, fabrika ve depo gibi gelir getiren yerler, açık arttırma ile satılacak veya kiraya verilecek ve bedelleri sahiplerine ödenmek üzere mal sandıklarınca emanete kaydedilecektir.
Bütün bu konular özel komisyonlarca yürütülecek ve bu hususta bir emir yazısı hazırlanacaktır.
KAYNAK:
Halaçoğlu, Prof. Dr. Yusuf-; Ermeni Tehcirine Dair Gerçekler (1915), TTK Yayını, Ankara 2001.
DİPNOTLAR
1) Şifre Kalemi., nr. 45/115 (23 Eylül 1916 tarihli telgrafla, Van, Bitlis, Mamuretülaziz (Elazığ), Adana, Diyarbekir ve Sivas eyâletlerine bu hususta bildiri göndermiştir).
2) DH. EUM. 2. Şube, Dosya 1, belge 45/2 (bk. belge 670).
3) Şifre Kalemi., nr. 61/50 ; nr. 62/24; nr. 63/175; nr. 64/92; nr. 64/163; nr. 64/194; nr. 66/51; nr. 46/56; nr. 66/192; BA, BEO, nr. 343464 (bk. belge 784).
4) Şifre Kalemi., nr. 62/57; nr. 62/58; nr. 63/241.
5) İstanbul 1916. Aynı eser Fransızca olarak 1917'de yine İstanbul'da yayınlandı. İsmet Parmaksızoğlu tarafından "Ermeni Komitelerinin İhtilâl Hareketleri ve Besledikleri Emeller" adıyla sadeleştirilerek yayınlandı (Ankara 1981).
6) 1 Şubat 1920'de İçişleri Bakanlığı'ndan Başbakanlığa gönderilen yazı (BA, BEO, nr. 341351).
7) Emniyet, Dosya 2 F/3; Emniyet, Dosya 2 F/5 bk. belge 799 ve 800).
8) ATBD, Aralık 1982, sayı 81, belge 1830.
9) Bayur, Aynı eser, III/3, 38.
10) G. K., nr. 52/200; nr. 52/281-282.
11) G. K., nr. 53/94.
12) Genelkurmay, nr. 1/1, KLS 44, Dosya 207, F. 2-3, nakleden, K. Gürün, Aynı eser, s. 213.
13) Bayur, Aynı eser, III/3, s. 37.
14) BA, BEO, nr. 326758.
15) Millet Meclisi Kararnamesi, Defter nr. 198, karar sıra nr. 163 (bk. belge 123); Bayur, Aynı eser, III/3, s.37-38; Gürün, Aynı eser, 213-214.
16) Bayur, Aynı eser, III/3, s. 40-42.
17) BA, BEO, nr. 326758
Yer Değiştirme Esnasında Oluşan Kayıplar (Alıntı)
Yer değiştirme uygulaması sırasında yeni yerleşim bölgelerine sevk edilen nüfus toplam 438.758, Halep'tekilerle birlikte iskan sahasına varan nüfus ise 382.148'dir(1). Görüldüğü gibi, ikisi arasında 56.610kişilik bir fark bulunmaktadır.
Göç ettirilenlerle, yeni yerleşim bölgelerine varanlar arasındaki bu 56.610 kişilik fark, belgelerden elde edilen bilgiye göre, şu şekilde ortaya çıkmıştır: 500 kişi Erzurum-Erzincan arasında; 2.000 kişi Urfa Halep arasındaki Meskene'de; 2.000 kişi Mardin civarında eşkıya ve Arap aşiretlerinin saldırısı sonucu katledilmiş, ayrıca bir o kadar, yani yaklaşık 5.000 ve belki de biraz daha fazla kişi de Dersim bölgesinden geçen kafilelere yapılan saldırılar sonucu öldürülmüştür(2).
Bu bilgiler ışığında toplam 9-10 bin kişinin yer değiştirme uygulaması sırasında katledildiği tespit edilmektedir. Ayrıca yollarda açlıktan da ölümler olduğu belgelerden anlaşılmaktadır(3). Bunun dışında tifo, dizanteri gibi hastalıklar ve iklim koşulları sebebiyle de yaklaşık 25-30 bin kişinin öldüğü tahmin edilmektedir ki(4), bu şekilde 40 bine yakın kişi yollarda kaybedilmiştir.
Kalan 10-16 bin kişinin bir kısmı, yola çıkarılmış olmakla birlikte, henüz iskan bölgesine varmadan yer değiştirmenin durdurulması sebebiyle, bulundukları vilayetlerde alıkonulmuştur. Mesela 26 Nisan 1916'da Konya iline, ilde henüz yollarda olan Ermenilerin sevk edilmeyerek il dahilinde iskan edilmeleri için yazı gönderilmiştir(5). Öte yandan yer değiştirme kapsamında bulunan Ermenilerden bir bölümünün Rusya'ya, Batı ülkelerine ve Amerika'ya kaçırıldıkları da tahmin edilmektedir.
Nitekim belgelerde, Osmanlı ordusunda silah altında bulunan Ermenilerden 50.000'inin Rus ordusuna katıldığı, yine Türklerle savaşmak üzere 50.000 Ermeni'nin de Amerikan ordusunda üç-dört yıldır eğitim gördüğü gibi kayıtlar yer almaktadır. Gerçekten de, Amerika'da yaşayan bir Ermeni'nin Elazığ'da dava vekili olan Murad Muradyan'a yazdığı mektupta bu türden bilgiler bulunmaktadır(6).
Mektupta, bir kısım Ermeni'nin Rusya'ya ve Amerika'ya kaçırıldıkları ve Amerika'da eğitilen 50.000 askerin Kafkasya'ya hareket etmekte olduğu açıkça ifade edilmektedir. Bütün bu belgelerden de anlaşılacağı gibi, Osmanlı tebaası pek çok Ermeni, harpten önce ve harp içinde Amerika ve Rusya başta olmak üzere çeşitli ülkeler dağılmışlardır. Mesela ticaret maksadıyla Amerika'da bulunan Artin Hotomyan adlı bir Ermeni'nin 19 Ocak 1915'te Emniyet Genel Müdürlüğü'ne gönderdiği bir mektupta çeşitli yollarla binlerce Ermeni'nin Amerika'ya kaçırıldığı ve bunların aç ve perişan bir halde yaşadıkları ifade edilmektedir(7).
Bu bilgiler, Anadolu ve Rumeli'nin çeşitli bölgelerinden yer değiştirmeye tabi tutulan Ermenilerin sayıları ile, yeni iskan merkezlerine ulaşanların sayılarının birbirini tuttuğunu göstermekte ve dolayısıyla sevk ve iskan sırasında herhangi bir katliam olayının olmadığını ortaya koymaktadır.
KAYNAK:
Halaçoğlu, Prof. Dr. Yusuf-; Ermeni Tehcirine Dair Gerçekler (1915), TTK Yayını, Ankara 2001.
DİPNOTLAR
1) Yer değiştirmeye tabi tutulan edilen ve yeni yerleşim bölgesine varan nüfus ile ilgili olarak belgelerde kesin rakamlar verilmekle beraber, bazı yerlerden net sayılar verilmemesi sebebiyle her ikisi için de artı-eksi % 10 oynama söz konusu olabilir.
2) Mesela Trabzon, Erzurum, Sivas, Diyarbakır, Elazığ, Bitlis illeriyle Maraş ve Canik mutasarrıflarına 26 Temmuz 1915 tarihli şifre telgrafta, savaş başlanıcından beri hastalık ve isyan sebebiyle ne kadar Ermeni'nin öldüğünün bildirilmesi istenmiştir (ŞFR., nr. 54-A/112). Ayrıca Ereğli ve Musul'da Ermeni göçmenler arasında tifüs, dizanteri, sıtma gibi bulaşıcı hastalıkların yaygın olarak görüldüğü anlaşılmaktadır (Konya iline 8 Temmuz 1915 tarihli telgraf, ŞFR., nr.57/337; Zor Mutasarrıf2lığına 3 Şubat 1916, ŞFR., nr.60/219).
3) ŞFR., nr.57/110.
4) Bkz. DH. EUM. 2. Şube, nr.68/81; Ayr. Bkz. ŞFR., nr. 57/51.
5) ŞFR., nr. 63/119.
6) DH. EUM. 2. Şube, nr.2F/14.
7) Bkz. DH. EUM. 2. Şube, nr.2F/94.
Yer Değiştirme Dışında Bırakılan ve Sonradan Uygulamaya Tabi Tutulanlar (Alıntı)
Yer değiştirme kararı bütün Ermenilere uygulanmamıştır. Başlangıçta bazı bölgelerde (Urfa'da Germiş ve Birecik, Erzurum, Aydın, Trabzon, Edirne, Canik, Çanakkale, Adapazarı, Halep, Bolu, Kastamonu, Tekirdağ, Konya ve Karahisar-ı sahip) yaşayan Ermenilerin bir bölümü göç dışında bırakılmışlardır(1). Fakat, daha sonra bunların da çeşitli şiddet olaylarına karıştıkları görülünce büyük bir kısmı göç ettirilmişlerdir(2). Hasta ve âmâlar yer değiştirmeye tabi tutulmadıkları gibi, Katolik ve Protestan mezhebinden olanlar, asker ve aileleriyle, memurlar, tüccarlar, bazı amele ve ustalar da göç ettirilmemişlerdir. Nitekim illere gönderilen telgraflarda, hasta, âmâ, sakat ve yaşlıların sevk edilmemeleri ve şehir merkezlerine yerleştirilmeleri istenmiştir(3).
2 Ağustos 1915 ve 15 Ağustos 1915 tarihinde ilgili illere gönderilen telgraflarla Katolik ve Protestan mezhebinde bulunan Ermenilerin göç ettirilmemesi ve bulundukları şehirlere yerleştirilerek nüfus sayılarının bildirilmesi emredilmiştir(4). Bu gibiler, il içinde şehirlere yerleştirilmişlerdir(5). Yanlışlıkla göç ettirilenler ise, araştırılarak o sırada bulundukları şehirlere yerleştirilmişlerdir(6). Fakat, göç dışı tutulanlardan, zararlı eylemleri görülenler; ister Katolik, ister Protestan olsun yeni yerleşim bölgelerine sevk edilmişlerdir(7).
15 Ağustos 1915'de illere gönderilen şifre telgrafla, Osmanlı ordusunda subay ve sağlık sınıflarında hizmet gören Ermeniler ve aileleri bulundukları yerlerde bırakılarak göç ettirilmemişlerdir(8). Bunun yanı sıra, merkezdeki ve taşradaki Osmanlı Bankası şubelerinde, reji idaresinde ve bazı konsolosluklarda çalışan Ermeniler de hükümete bağlı kaldıkları ve iyi halleri görüldükleri sürece tehcire tabi tutulmamışlardır(9).
Ayrıca, yetim çocuklar ve dul kadınlar da göç ettirilmeyerek, yetimhanelerde ve köylerde koruma altına alınmışlar ve kendilerine maddi yardımda bulunulmuştur(10). Yer değiştirme sırasında yetim kalan çocuklar da Sivas'a gönderilerek oradaki yetimhanelere yerleştirilmişlerdir(11). Korunmaya muhtaç Ermeni aileler hakkında 30 Nisan 1916'da genel bir emir yayınlanmıştır.
Bununla, erkekleri göç ettirilen veya askerde bulunan kimsesiz ve velisiz aileler, Ermeni ve yabancı bulunmayan köy ve kasabalara yerleştirilmiş, gıda ihtiyaçları Göçmen Ödeneği'nden verilmiştir. 12 yaşına kadar olan çocuklar, bölgelerindeki yetimhanelerin yeterli olmadığı yerlerde, zengin müslüman ailelerin yanına verilerek yetişmeleri ve eğitimleri sağlanmıştır. Hali vakti yerinde olmayan müslüman ailelerine Göçmen Ödeneği'nden çocukların gıda masrafı olarak 30 kuruş ödenmiştir. Genç ve dul kadınların kendi rızalarıyla, müslüman erkeklerle evlenmelerine izin verilmiştir(12).
KAYNAK:
Halaçoğlu, Prof. Dr. Yusuf-; Ermeni Tehcirine Dair Gerçekler (1915), TTK Yayını, Ankara 2001.
DİPNOTLAR
1) Şifre Kalemi., nr. 54-A/155; nr. 56/114; nr. 56/225; nr. 56/226; nr. 57/89; nr. 57/177; nr. 59/218.
2) Şifre Kalemi., nr. 54-A/271; nr. 54-A/272 (22 Temmuz 1331/4 Ağustos 1915).
3) Şifre Kalemi., nr. 56/27; nr. 67/186.
4) Şifre Kalemi., nr. 54-A/251; nr. 55/20.
5) Şifre Kalemi., nr. 56/112 (6 Eylül 1331/19 Eylül 1915, Konya vilayetine).
6) Bu hususta 13 Eylül 1331/26 Eylül 1915'de Sivas (Şifre Kalemi., nr. 56/176), Mamuretülaziz ve Diyarbekir vilayetlerine (Şifre Kalemi., nr. 56/172); 1 Teşrinisâni 1331/14 Kasım 1915'de Konya (Şifre Kalemi., nr. 58/2) ve Ankara vilayetlerine (Şifre Kalemi., nr. 58/159) telgrafla emirler gönderilmiştir.
7) Ağustos 1331/2 Eylül 1915 tarihinde Adana vilayetine bu yolda bir telgraf gönderilmiştir (Şifre Kalemi., nr. 55-A/23).
8) Şifre Kalemi., nr. 55/18.
9) Şifre Kalemi., nr. 56/36 (3 Eylül 1331/16 Eylül 1915); nr. 56/243 (17 Eylül 1331/30 Eylül 1915); nr. 56/360 (28 Eylül 1331/11 Ekim 1915).
10) Şifre Kalemi., nr. 54/411; nr. 54/450; nr. 54-A/325.
11) Şifre Kalemi., nr. 61/ 18-20.
12) Bu emir Adana, Erzurum, Edirne, Halep, Hüdavendigâr, Sivas, Diyarbekir, Mamuretülaziz, Konya, Kastamonu, Trabzon vilayetleriyle, İzmit, Canik, Eskişehir, Karahisar-ı sahib, Maraş, Urfa, Kayseri, Niğde mutasarrıflıklarına (Şifre Kalemi., nr. 63/147) ve 17 Mayıs 1332/30 Mayıs 1916'da da Ankara vilayetine (Şifre Kalemi., nr. 64/162) gönderilmiştir.
Ermenilerin Yerleştirildikleri Bölgeler (Alıntı)
Ermenilerin hangi bölgelerden çıkarılıp hangi bölgelere yerleştirilecekleri Talat Paşa'nın 23 Mayıs 1915 tarihinde 4. Ordu Komutanlığına gönderdiği şifrede belirtilmiştir. Söz konusu şifresinde Talat Paşa, başka vilayetlere götürülecek Ermeniler hakkında bilgi verdikten sonra, Erzurum, Van ve Bitlis vilâyetlerinden çıkarılan Ermenilerin, Musul vilâyetinin Güney kısmı ile Zor sancağına ve Merkez hariç olmak üzere Urfa sancağına yerleştirilmelerini; Adana, Halep, Maraş civarından çıkarılan Ermenilerin ise Suriye vilâyetinin Doğu kısmı ile Halep vilâyetinin Doğu ve Güneydoğusu'na nakledilmesinin uygun olacağını bildirmiştir.
Ancak, Ermeni isyan ve katliamlarının devam etmesi üzerine; 5 Temmuz 1915 tarihinde Adana, Erzurum, Bitlis, Haleb, Diyarbekir, Suriye, Sivas, Trabzon, Mamuretülaziz (Elazığ), Musul vilâyetleriyle "Adana Terkedilmiş Mallar Komisyonu" başkanlığına, Zor, Maraş, Canik, Kayseri ve İzmit mutasarrıflıklarına emir gönderilerek, Ermenilerin yerleştirilmesi için ayrılan bölgelerin, görülen lüzum üzerine genişletildiği bildirilmiştir.
Buna göre, Ermenilerin gönderilip yerleştirilecekleri bölgeler, yöredeki müslüman nüfusun yüzde 10'u oranını geçmeyecek şekilde şöyle belirlenmiştir:
l. Kerkük sancağının İran sınırına 80 km. mesafede bulunan köy ve kasabalar dahil olduğu halde Musul vilâyetinin doğu ve güney bölgesi;
2. Diyarbekir sınırından 25 km. içeride, Habur ve Fırat nehirleri vadisindeki yerleşim yerleri dahil olmak üzere Zor sancağının doğusu ve güneyi;
3. Halep vilâyetinin kuzey kısmı hariç olmak üzere doğu, güney ve güney-batısında bulunan bütün köy ve kasabalarla, Suriye vilâyetinin Havran ve Kerek sancakları dahil olmak üzere demiryolu güzergâhlarından 25 km. dışarıda bulunan kasaba ve köyler(*).
KAYNAK:
Halaçoğlu, Prof. Dr. Yusuf-; Ermeni Tehcirine Dair Gerçekler (1915), TTK Yayını, Ankara 2001.
DİPNOT
(*) G. K., nr. 54/315.
Ermenlerin Geri Dönüşleri;(Alıntı)
Geri dönenlerden kurulu silahlı Çeteciler (Adana) |
Yer değiştirme sırasında gerek iklim şartları, gerekse meydana gelen yığılmalar yüzünden zaman zaman göçün durdurulduğu olmuştur. 25 Kasım 1915'ten itibaren vilâyetlere gönderilen emirlerle, kış mevsimi dolayısıyla göç geçici olarak durdurulmuştur(1). 21 Şubat 1916'da bu emir, Ermeni yer değiştirmesine son verilmesi şeklinde bütün vilâyetlere ulaştırılmıştır. Ancak, bunun zararlı kimseleri kapsamayacağı, komitalarla ilgisi olanların derhal toplatılarak Zor sancağına gönderilmeleri gerektiği belirtilmiştir(2).
Osmanlı Hükümeti görülen idarî ve askerî gereksinim üzerine 15 Mart 1916 tarihinden itibaren vilâyetlere ve sancaklara gönderdiği genel bir emirle, Ermeni göçünün durdurulduğunu ve bundan böyle hiçbir gerekçeyle yer değiştirme yapılmayacağını bildirilmiştir(3).
Yer değiştirmenin tamamlanmasından sonra, Ermenilerin çoğunlukla Suriye vilâyeti dahilinde yerleştirilmeleri sebebiyle, İstanbul'daki Ermeni Patrikhanesi 10 Ağustos 1916'da kapatılarak Kudüs'e nakledilmiştir. Sis ve Akdamar Katogikoslukları da birleştirilerek Kudüs'e kaldırılmıştır(4). Yeni kurulan patrikhanenin başına da Sis Katogikos'u Sahak Efendi getirilmiştir(5).
I. Dünya Savaşı'nın sona ermesinin ardından Osmanlı Hükümeti yer değiştirmeye tabi tutulan Ermenilerden isteyenlerin tekrar eski yerlerine iade edilmeleri için bir kararname çıkarmıştır. 4 Ocak 1919'da İçişleri Bakanı Mustafa Paşa'nın Başbakanlığa gönderdiği yazıda, Ermenilerden dönmek isteyenlerin eski yerlerine nakledilmeleri konusunda ilgili yerlere emir verildiği ve gereken önlemlerin alındığı belirtilmektedir(6). Hükümetin hazırladığı 31 Aralık 1918 tarihli dönüş kararnamesi şöyledir:
Fransız Üniformalı Ermeni çeteciler |
Sadece geri dönmek arzusunda bulunanlar göç ettirilecek, bunun dışında kimseye dokunulmayacak.
Yerlerine iade edileceklerin, yollarda perişan olmamaları ve dönüş mahallerinde konut ve geçim sıkıntısı çekmelerinin önlenmesi için gerekli önlemler alınacak; gidecekleri bölgelerin idarecileriyle irtibat kurulup bu konudaki önlemler sağlandıktan sonra göç ve geri dönüş işlemlerine başlanacaktır.
Bu şartlar dahilinde dönecek olanlara ev ve arazileri teslim edilecektir.
Yerlerine daha önce göçmen yerleştirilmiş olanların evleri tahliye edilecek.
Açıkta kimse kalmaması için geçici olarak birkaç aile bir arada yerleştirilebilecek.
Kilise ve okul gibi binalar ile gelir getiren yerler, ait olduğu cemaate geri verilecek.
Yetim çocuklar, istenildiği takdirde kimlikleri dikkatlice belirlenerek velilerine veya cemaatlerine iade olunacak
Din değiştirmiş olanlar arzu ederlerse eski dinlerine dönebilecekler.
Din değiştirmiş olan Ermeni kadınlardan, bir müslümanla evli bulunanlar eski dinlerine dönme konusunda serbest bırakılacaklar. Eski dinlerine döndükleri takdirde kocasıyla aralarındaki nikâh bağı kendiliğinden bozulmuş olacaktır. Eski dinine dönmek istemeyen ve kocasından ayrılmaya razı olmayanlara ait sorunlar ise mahkemelerce halledilecektir.
Ermeni mallarından, henüz kimsenin kullanımında bulunmayanlar, kendilerine teslim edilecek; hazineye devredilenlerin iadesi de, mal memurlarının onayı ile karara bağlanacak. Bu konuda ayrıca açıklayıcı tutanaklar hazırlanacak.
Göçmenlere satılan mülklerin sahipleri döndükçe, peyderpey bunlara teslim edilecek. Bu konuda 4. madde aynen uygulanacak.
Adana'da toplanan Ermeni gönüllüler |
Göçmenler, ellerinde bulunan ve eski sahiplerine iade edilecek olan ev ve dükkânlarda tamirat ve ilâveler yapmışlarsa ve arazi ve zeytinliklerde ekim yapmışlarsa, her iki tarafın da hukuku gözetilecek.
Ermenilerden muhtaç olanların dönüşlerinde göç ve geçim masrafları, Harbiye Ödeneği'nden karşılanacak.
Şimdiye kadar ne miktar sevkiyat yapıldığı ve bundan sonra her ayın on beşinci ve son günlerinde nerelere ne kadar sevkiyat olduğu bildirilecek.
Osmanlı sınırları dışına çıkıp da geri dönmek isteyen Ermeniler, yeni bir emre kadar kabul edilmeyecek.
Yukarıda açıklanan kararnamedeki hükümler, Ermenilerin yanı sıra Rum göçmenler için de geçerliydi.
KAYNAK:
Halaçoğlu, Prof. Dr. Yusuf-; Ermeni Tehcirine Dair Gerçekler (1915), TTK Yayını, Ankara 2001.
DİPNOTLAR
1) Şifre Kalemi., nr. 57/273; nr. 58/124; nr. 58/161; nr. 59/123; nr. 60/190.
2) Şifre Kalemi., nr. 61/72.
3) Şifre Kalemi., nr. 62/21.
4) Ermeni Patrikhanesi için 1916'da yapılan yeni nizamnâme hakkında bk. Y. H. Bayur, Türk İnkılâbı Tarihi, III/3, s. 57-59.
5) Şifre Kalemi., nr. 66/202; nr. 66/220; nr. 63/136.
6) BA, BEO, nr. 341055. Dahiliye Nezareti'nin bu yazısı, Sadaret tarafından 26 Kânun-u evvel 1334 (8 Ocak 1919) tarihinde, ilgili olması sebebiyle Adliye ve Mezahib Nezareti'ne de havale edilmiştir. http://www.ermenisorunu.gen.tr/turkce/tehcir/nedenleri.html
Emperyalizmin toprak vâtlerine kanarak sayısız Türk, Müslüman kanı akıtan, kendi devletinin ordusunu ve halkını “düşman ülkelerin silahlarıyla” arkadan vuran Ermeniler bu durumu “kandırılma” olarak açıklayacaklardı.
Ovannes Kaçaznuni |
ERMENİSTAN BAŞBAKANI KAÇAZNUNİ nin İTİRAFLARI
(İŞTE %100 GERÇEKLER)
Uluslararası faaliyet gösteren Ermeni lobilerinin sözde soykırım iddiaları, Ermenistan'ın ilk Başbakanı Ovanes Kaçaznuni tarafından yalanlandı. Kaçaznuni'nin 1923 yılında Bükreş'te yapılan Ermeni meselesi ile ilgili Taşnak Partisi toplantısında sunduğu rapor gerçekleri bütün çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. Kaçaznuni'nin Osmanlı döneminde yaşananları anlattığı kendi imzasını taşıyan rapor, Türk Hava Kurumu (THK) tarafından Rusça'dan Türkçe'ye tercüme edilerek kitap haline getirildi. Kitapta yer alan bilgiler Türkler'in Ermeni soykırımı yaptığı iddialarını kesin bir dille yalanlarken, kitap Türkiye genelindeki bütün kütüphanelere ulaştırıldı. Kaçaznuni'nin yakın tarihe ışık tutan belge niteliğinde sözlerinin yer aldığı kitap, Ermenilerin Osmanlı İmparatorluğu' na karşı nasıl bir ihanet içinde olduklarını da gözler önüne serdi. Yıllarca sözde soykırıma uğradıklarını iddia eden ve dünya kamuoyunu baskı altına almaya çalışan Ermenilerin bütün tezlerini çürüten ilk başbakanları, 128 sayfalık raporunda şu çarpıcı ifadelere veriyor:
Operasyona katıldık
1914 sonbaharında, Türkiye henüz savaşan taraflardan birine katılmadığı dönemde, Güney Kafkasya'da büyük gürültü içinde ve enerjik biçimde Ermeni gönüllü birlikleri oluşturulmaya başlandı. Sadece birkaç hafta içerisinde Ermeni devrimci Taşnaksutyun Partisi hem bu birliklerin kurulmasına hem de Türkiye'ye karşı gerçekleştirdikleri askerî operasyonlara aktif biçimde katıldı.
Barışı sabote ettik
1096-1099 yıllarından sonra gelen II.Haçlı Seferleri ile Urfa bölgesinde kurulan Edesa Ermeni Devletini 1918'de yeniden kurmayı istediler. |
Türklere karşı ayaklandık. Barışı sabote etmek için savaştık bile. Artık hepimiz Türkler'in düşmanı olan İtilaf devletlerinin kampındaydık. Türkiye'den "denizden denize Ermenistan" talep etmekteydik. İtilaf devletlerinin ordularını Türkiye'ye göndermeleri ve hâkimiyetimizi temin etmeleri için Avrupa ve Amerika'ya resmî çağrılar yaptık. Nihayet şu da var ki, var olduğumuz sürece aralıksız olarak Türkler'le savaştık. Öldük ve öldürdük. Artık, Türklere ne gibi bir güven telkin edebiliriz ki?
Gerçekleri göremedik
Askerî operasyonlara katıldık. Kandırıldık ve Rusya'ya bağlandık. Tehcir doğruydu ve gerekliydi. Gerçekleri göremedik, olayların sebebi biziz. Türklerin millî mücadelesi haklıydı. Barışı reddetmemiz ve silahlanmamız büyük bir hataydı. Türklere karşı ayaklandık ve savaştık. Sevr Antlaşması gözümüzü kör etmişti. İsyanımızın temelinde İtilaf devletlerinin bize vadettiği büyük Ermenistan hayali vardı. Ama biz hiç bir zaman devlet olamadık. Türkiye Ermenistan'ı diye bir devletin hayalden öte olmadığı gerçeğini göremedik.
Aklımız dumanlanmıştı
Biz Ermeniler kayıtsız şartsız Rusya'ya yönelmiş durumdaydık. Herhangi bir gerekçe yokken zafer havasına
kapılmıştık. Sadakatimiz, çalışmalarımız ve yardımlarımız karşılığında Çar hükümetinin Ermenistan'ın bağımsızlığını bize armağan edeceğinden emindik. Aklımız dumanlanmıştı. Biz kendi isteklerimizi başkalarına mal ederek, sorumsuz kişilerin sözlerine büyük önem vererek, kendimize yaptığımız hipnozun etkisiyle, gerçekleri anlayamadık ve hayallere kapıldık.
Türkler doğru yaptı
1915 yaz ve sonbahar döneminde Türkiye Ermenileri zorunlu bir tehcire tâbi tutuldu. Türkler ne yaptıklarını biliyorlardı ve bugün pişmanlık duymalarını gerektirecek bir husus bulunmamaktadır. Bu yöntem en kesin ve uygun olanıydı. Kızgınlık ve korku içinde bulunan biz Ermeniler, 'suçlu' arıyorduk ve bu suçluyu Rus Hükümeti ve onun kalleşçe politikaları olarak belirledik. Siyasal açıdan olgunlaşmamış ve dengesiz insanlara özgü bir şaşkınlık içinde, bir uçtan diğerine savrulmaktaydık.
1096-1099 yıllarından sonra gelen II.Haçlı Seferleri ile Adana-Hatay bölgesinde kurulan Klikya Ermeni Devletini 1918'de yeniden kurmayı istediler. |
Rus Hükümeti'ne karşı dünkü inancımız ne denli körü körüne ve temelsizse, bugünkü suçlamalarımız da o denli körü körüne ve temelsizdi. Siyasal bir parti (Taşnaksutyun) olarak biz, meselemizin Rusları ilgilendirmediğ ini ve onların gerektiğinde cesetlerimizi çiğneyerek geçip gidebileceklerini unutmuştuk.
Barış teklifini reddettik
1914-1918 yıllarında emperyalistlere karşı savaşlarında bozguna uğrayan Türkler, direnerek iki yıl içerisinde tekrar kendilerine geldiler. Yeni genç ve
milliyetperver duygularla hareket eden bir nesil ortaya çıkarak, Anadolu'da kendi ordusunu yeniden organize etmeye başlamıştı. Türkiye'de millî bilinç ve kendisini savunma içgüdüsü uyanmıştı. Onlar küçük Asya'da istiklâllerini hiç olmazsa bir şekilde temin edebilmek için Sevr Antlaşması'na askerî güçle karşı koymak zorundaydılar. Bizim bu dönemde barışı reddetmemiz ve silahlanmamız büyük bir hataydı. Çok geçmeden sınırlarımıza askerî operasyonlar başladığında, Türkler bizimle bir araya gelmeyi ve görüşmelere başlamayı teklif ettiler. Biz ise onların bu teklifini geri çevirdik. Bu büyük bir hataydı. Bu, görüşmelerin kesinlikle başarıyla sonuçlanacağı anlamına gelmezdi ama bu görüşmelerde barışçı bir sonuca ulaşma ihtimâli vardı.
Herkes bizi kandırdı
"Kaderden şikayet etmek ve felaketlerimizin sebeplerini kendi dışımızda aramak acıklı bir durumdur. Bu bizim (hastalıklı) millî psikolojimizin karakteristik bir özelliğidir ve Taşnaksutyun Partisi de bundan kaçamamıştır. Sanki uzak görüşlü olmamız bir kahramanlıktı, çünkü isteyen herkes, Fransızlar, İngilizler, Amerikalılar, Gürcüler, Bolşevikler tek kelimeyle bütün dünya bizi kolayca aldattı, atlattı ve ihanet etti. Oysa bizler safça bu savaşın Ermeniler için yapıldığına inandırılmıştık."
Barışı sabote ettik
Osmanlı'dan, Akdeniz'e uzanan bir Ermenistan talep ettik. Derhal
gönüllü birlikleri oluşturduk, Türklere karşı ayaklandık ve savaştık. İsyanımızın temelinde İtilaf Devletlerinin bize vadettiği Ermenistan hayali vardı, gerçeği göremedik.
1923 yılında Bükreş'te Ermeni meselesinin ele alındığı Taşnak parti konferansında, SSCB ve Avrupa'lı delegasyonun huzurunda Kaçaznuni bütün gerçekleri açıklamıştı. Kaçaznuni, buradaki konuşmasında, 'İtilaf devletleri bizi hep Anadolu'da bir Ermenistan hayaliyle kandırdı. Bu boş hayale kapılarak Taşnak çeteleri kurup, 7 cephede savaşan Osmanlı ordularına silah ve mühimmat götüren birliklere saldırdık. Sonuçta İtilaf devletleri verdiği sözü tutmadı. Biz de Osmanlı'ya ihanetimizin bedelini tehcir ile ödedik. Böyle yapmasaydık belki de bu tehcir olayı başımıza gelmezdi' diyerek bugünkü sözde soykırım iddialarını ortaya atanlara tokat gibi bir cevap vermiştir. Türk Hava Kurumu'nun bunu kitap hâline getirmesi sözde soykırım iddialarını savunan devletlere de ibret olacak bir harekettir. Bunda emeği geçenleri takdir ediyorum ve kendilerini destekliyorum" diye konuştu.
KAYNAKLAR;
1923 yılında ilk Ermenistan Başbakanı'nın Raporu.
Bu rapor aynı yıl THK (Türk Hava Kurumu) tarafından
Rusça'dan Türkçe'ye tercüme edilip kitap haline getirilmiştir...
Ermenistan başbakanı Kaçuzni’nin batılılar tarafından ortada bırakılan Ermneilerin, gene komşu olarak yaşadıkları Türk halkı ve devletiyle dostluk kurabilmek amacıyla veya bir çeşit vicdani “günah çıkarma” olarak yorumlanabilecek “resmen kandırıldıklarını” itiraf eden bu samimi girişimi ile kendi halkının sorumluluğunu ortaya koymuştur.
Halen ülkemiz üzerinde sürdürülen sömürgeci küresel sermayenin güdümünde olan batılı ülkelerdeki “diyaspora Ermenilerinin” çabalarıyla bu açıklama da göz ardı edilmektedir.
Ancak Osmanlı devletini ve halkını arkadan vuran bu kandırılma Ermenilerin ne hainliklerinin ne de cezalandırılmalarının sürdürülen haksız “soykırım” uydurmasıyla örtülmesini haklı kılamaz. Yeryüzünde her yerde “ihanet, ihanettir!
Her hainin de göreceği karşılık herkesçe bilinir. Ancak Ermeniler, içimizdekilerin hatırına bu işten ucuz sıyrılmışlardır ve şimdi de emperyalist devletlerin destekleriyle mart kedisi rolü oynamaktadırlar.
Yeryüzünde hiç bir millet kendi halkı tarafından “kendisinin yeryüzünden kazınmasının hedef alındığı” savaşlarda “arkadan vurulmayı” af edemez. Ederse “yok olmayı” kabul etmiş sayılır ki o zaman savaşacağına intihar etsin daha iyidir.
Binlerce yıl bizimle iyi geçinen kavim meğer “riyakâr” bir kavimmiş ve fırsatını bulunca, daha iyi koca bulan eski Grek karılarının yenisine kaçmaları gibi AB-AB kocalarını bulunca bize ihaneti basmışlardır.
Doğu Anadolu bölgesi 1876-78 Osmanlı-Rus savaşı sonunda Ruslarca işgal edildiğinden 1876-1924 yıllarına kadar bu bölgeye göçmen dahi yerleştirilmesi yasaklanmıştı. 1917 Ekim Devrimi sonucu bölgeden çekilen Rus Orduları bölgeyi serbest bıraksa da "Devlet Kurmak İçin" İşgal güçleri olan İngiliz, Fransız, İtalyanları dinleyip Türk Devletinin adeta can çekişmesini seyretmişlerdir. 1921-22‘lerde işgal güçlerinin aralarında bölünmelerine kadar bu bölgeden bir katılma olmamıştır.Sadece her bölgeden bazı vatanseverler meclise temsilci olarak katılmışlardır. Sadece bazı Şeyhlerin gizlice "Gönüllü gönderdiklerinden bahsedilir. Bölge 48 yıl Osmanlı- Türkiye Cumhuriyeti idaresi dışında yaşamıştır.
Alaeddin Yavuz
adilyargicc/adilyargic/keykubat
Ektir. 20.12.2014
ERMENİLER İLE KIZILBAŞLARIN "ŞEYTAN SOYU İLAN EDİLECEKLERİ" KEHANETİM GERÇEK OLDU.
Bu videoda anlatılan dünya görüşü, "Hileci Tanrının Çocukları"; "Sola Açılan Haçlı Seferi"; "Soğuk Savaşta Amerikan İşgalleri" başlıklı yazılarımda işlediğim, "B.M'nin "5" esas üyesinin de ABD-İngiltere tarafından tespit edildiği, bu iki ülke dışındaki bütün devletlerin başında, hainlerinin iktidar edildiği küresel Mason/Yahudi sermayenin yer küreyi köleleştirdiği konuları da işlenmektedir.
Bu Yahudi sermaye ve İsrail düşmanlığı işlenerek, Kızılbaş Alevilerin Ermeni, Yahudi ilan edilmeleri, Ermenilerin de Pakrudini Yahudi=İblis Soyu ilan edilmesi bu yazından sonra sadece "2" yıl almıştır. AKPKK+M.İ.T kaynaklı bu video, Süryani Ortodoks Hrisityanı olan Cumhurbaşkanı R.T.Erdoğan'ın yönlendiricilerince hazırlanmış görünmektedir. Videoyu iyice seyrediniz, Yahudi düşmanlığı ile başlayan videonun adım adım Ermenileri İblis ilan ettiğine tanık olacaksınız. Takdir sizindir.
Bu Yahudi sermaye ve İsrail düşmanlığı işlenerek, Kızılbaş Alevilerin Ermeni, Yahudi ilan edilmeleri, Ermenilerin de Pakrudini Yahudi=İblis Soyu ilan edilmesi bu yazından sonra sadece "2" yıl almıştır. AKPKK+M.İ.T kaynaklı bu video, Süryani Ortodoks Hrisityanı olan Cumhurbaşkanı R.T.Erdoğan'ın yönlendiricilerince hazırlanmış görünmektedir. Videoyu iyice seyrediniz, Yahudi düşmanlığı ile başlayan videonun adım adım Ermenileri İblis ilan ettiğine tanık olacaksınız. Takdir sizindir.