14 Mayıs 2014 Çarşamba

SOMA FACİASININ İŞARETLERİ

SOMA FACİASININ İŞARETLERİ

İki gündür Manisa’nın Soma ilçesindeki Linyint Kömür madeninde, vardiya değişim esnasında 787 kişi olarak belirtilen işçilerin madenin iki km. derininde meydana gelen grizu patlaması ile yatıp kalkıyoruz.
Şu ana kadar açıklanan ölü sayısı 250, resmi olmayan kaynaklara göre ise 300’ün üzerinde ve muhtemelen de %99’unun da ölmüş olması ihtimalı var.

Hükumet kamuoyunda olası tepkileri düşürmek için her felakette yaptıkları gibi yine rakamları küçültüyor, değerleri düşürüyor.
Bu madendeki, taşeron firmaların işçi çalıştırma şartlarının yasalara uymadığı konusunda 29 Nisan 2014 günü yani bu felaketten 15 gün önce CHP’nin bu konuda meclise önerge verdiğini de öğrendik.
Olay yerine de ilk gidenler de zaten CHP heyeti, TBB Başkanı Metin Feyzioğlu gibi kişilikler oldu. CHP genel başkanı İngiltere, başbakan da Arnavutluk gezilerini iptal ettiler. Hükumet yetkilileri de bölgeye gelerek en azından üzgün olduklarını gösteren açıklamalar yaptılar, yakınlarını kaybeden bazı vatandaşları kucaklayarak acılarını paylaşmaya gayret ettiler.

Bunlar da zaten insani olarak yapılması gereken şeylerdir  ve halktan çok sayıda insan da aynı amaçla evlerinden ayrılıp bölge halkının yardımına koşmuştur. Bu yüzden siyasilerin yaptıkları insani davranış olmanın yanında, bu zamana kadar yerine getirmedikleri siyasi ve idari sorumluluklarını örtmeye yönelik olarak değerlendirilecektir.

Çünkü, 12 yıllık hükumeti boyunca AKP hükumeti devletin bütün kamu kurum ve kuruluşlarını, kamu arazilerini, yer altı ve yer üstü zenginliklerini, doğal su ve orman kaynaklarını özelleştirme adı adltında “memuriyetini yaptıkları batılı sömürgeci sermaye” ye peşkei çekmişlerdir.
Bir kısmını da kendi milletlerinden AKP’yi oluşturan, Müslüman görünen, aslında kripto Yahudi ,Hristiyan ve Rum azınlıklara peşkeş çekilmiştir.
AKP’yi oluşturan azınlıkların dışında olan bu ülkenin insanlarını “kendisine köle” gören zihniyeti halkın özgürlüklerini baltalamayı ilke edinmiştir.
Ve 12 yıl boyunca çalışanların, bütün cumhuriyet dönemi boyunca kazanılmış haklarını her gün bir bir ellerinden almıştır.
Beklenen rakamlar üstünde

Toplu işçi çalıştıran iş yerlerinde aynı bu madende olduğu gibi sendikal örgütlenmeleri yasaklamıştır.
Sendikalar işçilerin hem maaş, sağlık, sosyal haklarını korudukları gibi “iş güvenliği önlemlerinin” de uluslararsı standartlara göre alınmasını sağlarlar.
Bu da maliyeti arttıran unsur olduğu için işverenlerin sevmedikleri şeydir. Hiçbir sermaye sahibi işletmeci sendikaları istemez.
AKP hükumeti de böyle işverenlere hizmeti ilke edinmiş bir hükumettir.
Bir hükumet yetkilisi başbakan dahil çıkıp da “kaza işletmeci şirketin” eksikleri sebebiyle gerçekleşmişse bunu hesabını soracaklarını, yer altı maden işçilerinin çalışma şartlarını çağdai düzeye getireceğini vaat etmemiştir.

Aksine, iki gündür hükumetin yandaş medyasında şu konular işlenmiştir;

-30 Mart 2014 yerel seçimlerindeki elektrik kesintilerinin sebebini “trafo patlaması” olarak açıkladıkları gibi maden kazasının da suçlusu olarak tarfo ilan edilmiştir.  Bu defa Kediler suçlanmaktan kurtuldular.(!)
-Maden felaketindeki ölümlerin karbonmonoksit gazından olduğunu, bu gazla ölümün “en tatlı ölüm şekli” olduğu vurgulanmıştır.

-Bizzat başbakan tarafından yapılan açıklamada, madenlerde grizu patlamalarının bir kader olduğu, i,şe giren her madencinin bu kaderi benimseyerek işe girdiği, 18. ve 19. yüzyıllarda İngiltere ve Japonya’da meydana gelen kazalarda ölenlerden örnek vererek adeta madencilerin ölümü hak ettiklerini söylemiştir.

-Kazada ölen her madencinin geride bıraktığı eş ve çocukları için “1000” TL aylık ödeneceği vaat edilmiştir.
-Sendikalar milli yas ilan edince hükumet de buna “üç yas ilanı” ile katılarak puan toplama yoluna girmiştir.

-Taşeron kömür işletme şirketinin hakkında her hangi bir yasal takibata geçilmemiştir. Çünkü kazadan bir hafta önce hükumet, CHP’nin önergesini çürütmek için müfettiş göndererek, her türlü önlemin işletmeci şirketçe alındığını müfettiş raporlarıyla ilan etmiştir.

-620 yıllık Osmanlı, 91 yıllık cumhuriyet tarihinde kendi ülkesinde “3,500” polis korumasıyla gezen ilk ve tek devlet adamı olma özelliğine sahip başbakan R.T.E, mecburen gitmek zorunda kaldığı Soma’da, kazada yakınlarını kaybedenlerin saldırılarına uğramış ve bir markete girerek kendisini kurtarmıştır.

-Başbakan ve hükumetini protesto eden ölen kazazedelerin yakınları olan halk ve öğrenciler üzerine polis kuvvetleri jop, su topu, biber gazı silahları ile saldırtılmış, tutuklanan sekiz kişinin de yakınlarını kaybeden acılı vatandaşlarımız oldukları basında haber verilmiştir.


Halkımız artık şunları görmelidir;
-AKP hükumeti milli değil, Ameerika ve Avrupa Birliğinin lokomotif ülkelerinde konuşlanmış küresel sermayenin memurudur.

-90 yıllık cumhuriyet hükumetlerince güdülen bütün milli ekonomi siyasetlerini terk etmiş, devleti toprağı, toprağının altındaki ve üstündekileriyle insanlar da dahil memuriyetini yaptığı güçlere satmıştır.

-AKP hükumeti, halkın alınteriyle çalışıp yaşamını kazanabileceği bir tek sanayi, tarım kamu kurumu kurmamıştır, olanları da yabancılardan para almış yerlileri üzerinden yabancı şirketlere satmıştır.

-Ülkemizde ne tarım ne de sanayi kurum ve kuruluşları olmayacaktır. Hükumetin hiç bir gelişme projesi yoktur. Sömürgeci devletlerin kredi derecelendirme kuruluşlarının sahte raporlarıyla iyi gösterilmektedir.

-Bundan böyle gençlerimiz, Ortadoğu bölgesindeki güç savaşlarında, haçlı devletleri adına askerlik yapacak, emeklilik, sağlık gibi sosyal güvencelerden uzak , güvencesiz köle, seks işçiliği yapacaktır.

-Halkımız her türlü dini ve etnik azınlıklara bölündüğünden sömürgeci batılılara karşı tek yumruk olarak birleşerek topraklarını, geleceklerini “savaşarak kurtarma şanslarından” da mahrum edilmişlerdir.  Halı sermaye AKP siyasetleri ile resmen “dikensiz gül bahçesine” davet edilmektedir.

-10 yıl içinde sömürgeci devletlerin memuru AKP hükumetince, “devlet tasfiye edilip, yerine sekiz eyaletli devletçikler kurulacağından” bütün mevcut emeklilik hakları, sosyal güvenceler kaldırılacak, herkes başının çaresine bakacaktır.

-Bu güne kadar AKP’ye kayıt olarak iş bulmuş, işlerinden atılmamak için AKP baskılarıyla halkı AKP’nin vatana hizmet eden bir parti, başbakanın çok vatansever bir devlet adamı olduğu yolunda karın tokluğuna yalan söyleyenler de bu felaketten kısmetlerini alacaklarıdır. Aynen, Gezi direnişinde destan yazıp, 17 Aralık soruşturmasıyla “vatan haini” ilan edilen polisler gibi olacaklardır.

Resim yazının kaynağı

Bu tespitler ışığında;
-Beş çocuk yapın ki madenlerde karın tokluğunai her türlü sosyal güvenceden ve emniyet tedbirlerinden muaf ortamlarda yanarak ölecek amele köleler, sömürgeci devletlere karşı direnen Türk ve Müslümanları sindirmek için haçlı askerliği yapacak, ölünce de niyazi bile olamayacak paralı asker köleler olsunlar.
-Hükumete oy verin ki, devlet on yıl içinde tasfiye olsun, sizler de köle pazarlarında kilonuza, gençliğinize, boyunuza göre fiyatlarla alınıp satılın. Bunun ilk örneklerini evlendirme programlarına katılan batılı morukların isteklerine bakınca görmekteyiz, ki bu itler özünde bu toprakların insanları olduklarını söylemektedirler.

-Akp hükumetine oy verin ki adliyelerde oy vermenize rağmen soy olarak onlardan olmadığınızda hukunuzun korunmadığı bir ülkeyi kursunlar.

Midelerinin, hırslarının köleleri olanlarca desteklenen AKP hükumeti devleti sattığında ortada kalacaklarını bilmelidirler. Ya da kendileri bilirler.

Başta ODTÜ'lüler olmak üzere Üniversite gençliğinin direnişleri her kesimce desteklenmelidir.

Kur’an’ın 17. suresi olan İsra Suresi ayet 16’yı Türkiye’de ilk kez Irak operasyonu konusunda ülke gündemine ben getirmiştim.
Şimdi gene şartlar değişmemiştir. Müslüman görünen AKP hükumetine ve AKP’lilere son sözü bu ayet söylesin diyorum;
17:16- 16. “”Biz bir ülkeyi/medeniyeti mahvetmek istediğimizde, onun servet ve nimetle şımarmış elebaşlarına emirler yöneltiriz/onları yöneticiler yaparız da onlar, orada bozuk gidişler sergilerler. Böylece o ülke/medeniyet aleyhine hüküm hak olur; biz de onun altını üstüne getiririz.””

Devletine, geleceğine sahip çıkmayan millete "köle olarak" birileri sahip çıkacaktır. Uzak ta değildir.

Başınıza gelecekler konusunda “uyarılma-dığınızı iddia edemezsiniz. Biz uyardık, takdir sizindir.

Alaeddin Yavuz
keykubat /adilyargic/ adilyargicc

1 Mayıs 2014 Perşembe

ÖREKE



Beklenmedik ani olaylar karşısında söylenilen "ANANIN ÖREKESİ"  deyimiyle de meşhur bir yün eğirme aletidir..




Benim çocukluğumda annelerin bir "Öreke'si" vardı.

Etimolojisi;

Benim köyümde Çanakkale, Biga-Sinekçi nahiyesi Yenimahalle köyünde yalnız TÜRKÇE konuşulur, başka dil bilinmezdi. Bu durumda Türkçe olması gerekir. Kürtçe, Rumca/Yunanca diyenler de vardır ama Göçer bir kavim olan Türklerin en gerekli el aletlerini başkalarından almaları bana mantıklı gelmemektedir.

Türkçe "ÖRmek fiilinin kökü "ÖR" den türediği açıktır. Adana, İç Anadolu, İran Türkleri arasında Türkçenin bizdeki gibi değil de "gelek, gidek" gibi söylenişi yaygındır. Bu şivelere göre, ÖR'den Örme işini yapmaya, geniş zamanda "Ör" fiilini çekmeye kalktığımızda "Örek"  şeklinde fiil çekilmektedir. "Öreke" de sadece geniş zamanda çekilmiş fiile "E" ulamak şekliyle yapılmış olduğu ortadadır.

Örmek fiilini  Türkiye Türkçesi dışında geniş zamanda çektiğimizde;
Ör
Örek
Öreke, sonucunu elde ederiz. Buna Kürtçe, Rumca diyen malı, Türkçe olarak o cümleyi nasıl kurduğunu anlamak da gerçekten zordur.

Bu durumda "Öreke" adı has be has Türkçedir.
Bu alet, yün eğirmekte kullanılırdı.

Evde işler bittikten sonra ya da komşuya gidildiğinde anneler örekelerle yün eğirir iplik yaparlar, kendilerine, eşlerine, çocuklarına veya sevdiklerine giyecek örerlerdi.

Bu yüzden, beklenmedik bir şey olduğunda "Ananın örekesi" derlerdi.

Öreke Anadolu'da bir çubuğun altına "+" şeklinde çakılmış iki çubuğa eğirilen ipliğin sarılıdğı bir çubuk olarak görülür.

Ama Balıkesir, Çanakkale yörelerinde ise Ortası şişkin, alt kısmında ipin taşmasını engelleyecek çemberimsi bir çıkıntı bulunurdu.

Üst kısmı da ince tespih imamesi gibi olur, fırıldak gibi çevrilebilir 20-30 cm kadar uzunluğunda bir aletti. Delici, yaralayıcı olarak da kullanılabilirdi.





Resimlerin linki için;


Alaeddin Yavuz
keykubat /adilyargic/ adilyargicc

25 Nisan 2014 Cuma

TAYYAR, AYYAR BAŞBAKANA HAŞLAMA

TAYYAR, AYYAR BAŞBAKANA HAŞLAMA


Bu gün Anayasa Mahkemesinin kuruluş yıldönümü nedeniyle verilen resepsiyonda konuşan AYM başkanı Haşim Kılıç, göreve geldiğinden beri belki de en hayırlı konuşmasını yaptı.
Hürriyet'in dikkat çektiği nokta

''İddia edilen kayıt dışı yapılanma, korku, endişe, belirsizliklerin doğmasına, mesleki ilişkinin çok olumsuz etkilenmesine yol açmaktadır. Yargının karşı karşıya kaldığı bu iddianın adı vicdan yolsuzluğudur''

Kılıç, 2010 yılına kadar AYM'den "mağdur" olanların, şimdi aynı mahkemenin kararlarından rahatsızlık duymalarını "çelişki" olarak nitelendirdi ve "Bizler, adil olmayı kutsal bir görev kabul eden bir medeniyetin mensupları olarak, gücün ve şartların etkisiyle gömlek değiştiren bir karakterin sahibi olamayız" dedi.
Başbakanın dört bakanı ve aileleriyle birlikte yürüttükleri yolsuzluk, rüşvet, nüfuz ticareti gibi ne hukuka ne de dini ahlaka uyan hırsızlıklarının telefon kayıtlarını yayınlayan “Başçalan” ile “Haramzadeler” adlı Twitter hesaplarının kapatılmasını emreden ve başbakanın talimatıyla hazırlanmış, bütünüyle “hukuk ve ahlak dışı” olan yasayı, AYM heyetinin iptal etmeleriyle ortaya çıkan çekişme bu güne kadar başbakanın emriyle Anayasa Mahkemesinin kaldırılacağına kadar varan dedikodularla sürdü.

Sonunda bu gün yıllar önce “hukukçu olmadığı halde” AYM’nin başına kendisinin tayin ettiği, bu güne kadar başbakanın bütün “tayyar” işlerini aklayan başkan Haşim Kılıç’ın konuşma yaptığı kürsüden resmen başbakanı ve hükumetini haşlamasıyla yeni bir aşamaya geldi.

Aynı toplantıdan görüntüler.
Başbakanın “azad kabul etmez köle yalakaları” olan Adalet(sizlik) bakanı Bekir Bozdağ, TBMM başkanı Cemil Çiçek ile, yalamalığı ile milletvekili olan Süryani kökenli Rum olan sahte Müslüman Şamil Tayyar yalakasının twitter mesajlarıyla tepkilerine tanık olduk.

Adalet(sizlik) bakanı Bekir Bozdağ, Anayasa Mahkemesini yeni muhalefet partisi olarak nitelendirdi.
Yargı mensuplarının bu şekilde konuşmalarının görevleri olmadığını,aksi halde gerekenin yapılacağını söyleyerek açıktan tehdit etti.
Şamil Tayyar, twitter mesajında AYM başkanı Haşim Kılıç’ı, hareketten yıllar önce kopup muhalefete geçen Abdüllatif Şenerleşmekle itham etti.

Şimdi gelelim şu “tayyar başbakan” konusuna ve bir Osmanlı fıkrası ile açıklayalım;

Osmanlı zamanında eyaletin birisinde Karakuşi adlı bir kadı varmış.
(Karakuş, hala Irak'ta Musul'a bağlı bir ilçenin adıdır ve Süryanilerin yaşadığı bir yerdir. Yani başbakanın kendi milletidir. Osmanlıyı da bu Müslüman görünen Sabiler ve Süryaniler böyle yıktılar zaten. Okuyunuz, göreceksiniz.)

Zamanın şartlarında kendisine verilen fayton tarzı bir makam arabasıyla gezerken bir fırının önünden burnuna kadar ulaşan enfes bir yemek kokusuyla aklı başından gitmiş. Hemen arabayı durdurmuş, doğrudan fırına girmiş. Kokunun kaynağını sormuş.
Fırıncı da, bir vatandaşın verdiği bir sini dolusu ördek yemeğini göstermiş ve sahibinin de namazdan çıkınca gelip alacağını söylemiş.
Kadı buna dayanabilir mi?

Kadı devlet, kadı millet, kadı padişah, kadı şeriat, kadı kanun demek. Kim hesap sorabilir ki?
Bu millet boşuna dememiştir; “Anamı beceren kadı kimi kime şikayet edeyim?”
Kadı, hemen ördek tepsisini kaptığı gibi arabasına binmiş, atı dehletmiş makamına doğru yol almış.
Yol almış almasına da ardından ördeğin sahibi gelmiş, ördeği isteyince fırıncı da ne desin?
Tutmuş, “Ördek uçtu” demiş.
Ardından kavga dövüş, zincirleme suçlar, kabahatler işlenmiş, olay bir sürü daha mağdur-sanık yaratmış, neyse kısaltalım, fırncıyla ördeğin sahibi kadının önüne çıkartılmış.

Olay taze olduğundan Kadı fırıncıyı tanımış. Onları getiren zaptiyelere de olayı sormuş, öğrenmiş.
Ördeğin sahibine sormuş;
-Şikayetin nedir?
-Bu fırıncıya pişirmesi için ördek verdim. Namaz çıkışında almaya geldiğimde bana “ördek uçtu” dedi. Sonra olaylar oldu buraya geldik.
Şimdi iş kadıya kalmış. Ördeğin sahibini haklı çıkarsa kendisi güme gidecek, Hemen klasik yola başvurmuş.
-Tamam anladım, haklısın ama bakalım karakaplı defter ne diyor?
-Hımm, burada “Ördek tayyardır, tayyar da, uçar demektir. Fırıncı ördek uçtu diyorsa doğrudur, ördek uçmuştur!”
Kim bilir Kadının ördeği de portakallı mıydı böyle?

Tayyip Erdoğan yolsuzluklarının ses kayıtları yayınlayan twitter hesaplarını yasaklayarak, resmen, yargıçları Karakuşi kadıya çevirmiştir. Devletin malını uçurmuştur.

Başbakan, Suudi Arabistan’dan, Katar’dan, Rıza Sarraf ile İran’dan getirttiği tırlarla, uçaklarla dolu paraları çocuklarının adlarına kurdurduğu vakıflara bağışlar yaptırarak, kuyumculuk ,gemi nakliyat şirketleri kurarak, İsviçre bankaları dahil Malezya’ya kadar bankalarda gizli hesaplara aktarmış, yetmemiş, kendisinin, bakanlarının evlerinde çelik kasalara doldurmuş gene yetmemiş, odaları tavanlarına kadar doldurmuş ve milletin malını zimmetine geçirip adını “tayyar” koymuştur.

Gerçekten de, fıkrada olduğu gibi halk arasında böyle haksız elde edilen kazançların bir adı da “ördeklemek” olarak tabir edilir.
İki kişi ortak iş yaparlar, işi bağlayan, diğerinin haberi olmadan paranın kendince uygun gördüğü miktarını cebine indirdiğinde buna “ördekleme” denilir.

Başbakanın bu yolsuzluk, rüşvet, nüfus ticareti ile “ördeklediği” paraları 12 yıldır tayin ettiği yargıçlara “aklatmıştır.”
Yani, “tayyar” etmiştir.
Bundan böyle “Başçalan” olan adına “Ördekçi ve Tayyar”  adlarını da eklemek gerekecektir.

Bir de yalakası, gazeteci müsveddesi Şamil Tayyar da milletin, yoksulun, yetimin hakkını ördekleyen başbakanın çaldıklarını “tayyar-Uçar”  aklayan bir başka ördekçidir.
Çünkü ilk adı olan “Şamil” de “kapsamlı- hacimli” demektir. Bu durumda Şamil Tayyar, tayyar başbakanın “hacimli uçurmasının” da sembol adını temsil etmektedir.
Bunlar kısaca “hacimli uçuran” bir çetedir.
Bir zamanlar bayan başbakanımız Tansu Çiller vardı. Onun da eşinin soy adı “Uçuran” olduğundan Tansu hanımın tam adı, “Tansu Uçuran Çiler’di
Tansu Uçuran hanımdan Şamil Tayyar’lı, Tayyar başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a memleket hep “uçar/uçuran/tayyar” ların eline kaldı.
Bekir Bozdağ da adı itibarıyla Bekir, Arap dilinde “deve yavrusu” demektir. “Deveyi hörgücüyle götürmek” deyimi de “hacimli uçurma” eyleminin dilimizdeki diğer adıdır.

Körler sağırla birbirini ağırlar. Başbakan ve “uçuran-tayyar” şürekası, milletin, basının önünde çocuk gibi azarlanmalarının ardından istifa edeceklerine yüzleri kızarmadan “yavuz hırsız ev sahibini bastırır” yüzsüzlüğü içinde çıkıp İmam Hatip Okullarında her yılın 14 Nisanında kutlattığı, Hrisityanların İsa’nın diriliş günü olarka andıkları “Paskalya bayramının” Selefi Nurcu ve Gilencilerce dinimize soktukları “Kutlu Doğum Haftası” etkinliklerinde hiçbir şey olmamışçasına gene işkembesinde biriktirdiği bütün gazı kullanarak böğürmeleriyle konuşmasını yapmıştır.

Başbakanın gücüne, nüfuzuna güvenerek yaptığı ama kendisine yakışmayan konuşmaları da tamamıyla “Ayyar”dır.
            Hani deriz ya “Ne ayyar adam yaaa!”
Ayyar, peygamber zamanında yaşamış, ağzında eksik birkaç dişi olan bir sahabenin adıdır. Bir gün yanında arkadaşlarıyla kırda bulunduğunda, otların üzerinde gezinen çekirgelerden bir avuç yakalamış ve ağzına atmış ve ağzını kapatmış.
 Çiğnemeye başladığı anda eksik dişlerinin arasından bir çekirge dışarı kaçıvermiş. Ağzını kapattığında hepsinin öldüğünü sandığından şaşkınlıkla;
-Aaaa bu ölmemiş! Deyince arkadaşlarının alay konusu olmuştur. Bu örneği peygamber çok defalar kullanmıştır.

Başbakan da aslında tam olarak “Ayyar’ın” durumundadır ve devlet gücünün verdiği serhoşluğun şaşkınlığıyla resmen saçmalamaktadır.
-“Yasama benim, yürütme benim, yargı benim, polis benim! Diyen, saçmalıklarını bile ertesi gün yasalaştıran, artık
gerçekten mi yoksa nükte olsun diye mi olduğu belirsiz bir şekilde Düzce miletvekili Fevai bey onun “Allah’ın sıfatrlarının çoğuna sahip olduğunu” ifade etmiş, arkasından birkaç gün sonra yardımcısı Bülent Arınç, Twitter kapatıldığında “Allah isterse Twitter’ı açar” demiştir.

Başbakan, devletin verdiği gücün serhoşluğunda, bütün insani ve ahlaki değerlerini unutmuş, olmuş bir Karakuşi kadı. Kadı devlet, kadı millet, kadı padişah, kadı şeriat, kadı kanun demek. Kim hesap sorabilir ki?
Bu millet boşuna dememiştir;
“Anamı beceren kadı kimi kime şikayet edeyim?”

“Adam olana lafın tamamı söylenmez” derler, söyledik te ne oldu?

Abdüllatif Şener’in dediği gibi devlet erkinin verdiği güç ile deliren siyasilerin analizini yapan Vamık Volkan mı çağırılıp, başbakanın ruh sağlığına bir analiz yaptırılmalı yoksa Bakırköy Ruh ve Sinir Hastanesi psikiyatri uzmanına mı?

Yoksa işimiz tayyar, uçuran başbakanlara kalmış ki vah bize vahlar bize.

TBMM’nin kukla başkanı Cemil Çiçek’in “Kimse oraya haşlanmak, azarlanmak, tokatlanmak için gitmedi” ifadesindeki gibi Haşim Kılıç’ın uyarısı eğer bir “adam haşlama” ise, başta başbakan olmak üzere hükumet, AYM başkanının ve mahkemenin üstüne topyekün saldırmak yerine;
-“Biz, gerekli uyarıyı aldık, bundan sonra davranışlarımızı uyarılar doğrultusunda düzeltme gayreti içine gireceğiz” gibi bir olgunluk göstermektir.
Yoksa;
Tayyar, Ayyar başbakan’ı haşlayan Haşim Kılıç, başına bir iş gelmezse yakında emekli olacak. Tayyar, Ayyar başbakanın “minnet borcu” olmadığı yeni başkan olacak birisi, nasıl çıkıp da ona bu sözleri söyleyebilir, “Kral Çıplak” diyebilir?
“Hukuk Devleti” ve “Güçten serhoş olup gömlek değiştirenlerin sahipliğini yapamayız” ifadeleri ile azarlayabilir?

Allah bu milleti, tayyarlardan, ayyarlardan, uçuranlardan, kaçıranlardan, kesicilerden, öcalanlardan, hıncalanlardan,"İnsan şeklinde, başbakanlık eden Allah putlarından" korusun!
Yoksa “tayyar, ayyar başbakan ve şürekasından” çekeceğimiz var.



Alaeddin Yavuz
keykubat /adilyargic/ adilyargicc

10 Nisan 2014 Perşembe

ANAYASA MAHKEMESİNİN SOSYAL MEDYA KARARLARI DOĞRUDUR.

ANAYASA MAHKEMESİNİN SOSYAL MEDYA KARARLARI DOĞRUDUR.

AKPKK koalsiyonu, 600 yıllık Mason dininin misyoneri, başta ülkemiz olmak üzere “22” Müslüman devletinin siyasi, coğrafi, dini kurum ve kuruluşarını tasfiye etmekle görevli, Haçlı ordularının askeridir.
Yaşadığımız siyasi, hukuki, dini çatışmaların gerçek nedeni, AKPKK koalisyonu ile yabancı işbirlikçilerinin, Türk ve Müslüman dünyasını köleleştirecek, devletlerini yıkacak, dinlerinden çıkartacak olan bu projelerini gerçekleştirmelerine engel olmak içindir.

Bu projelerin ne olduğunu ve nasıl bu günlere geldiğimizi görelim.
AKP hükumeti 12 yıl önce iktidar olduğunda ilk işi özellikle kendi partisine kayıtlı olan halkın en alt tabakasından olan fakir fukaraya ücretsiz bilgisayar dağıtarak işe başlamıştı.

Karşılık dağıttıkları bu bilgisayarlardan partinin beklentisi neydi?
Kendisine bağlı bir kitle yaratmak,  ki bu kitle Nur ve Gülen cemaatleri başta olmak üzere kendisine destek veren çok sayıda tarikatlar, azınlık dini ve etnik gruplar da çatısı altında birleştiğinden zaten mevcuttu.
Çünkü AKP hükumetinin iktidarı 12 Eylül 1980 askeri darbesinden itibaren kademe kademe bizzat devletin resmi siyaseti olarak yürütüldü, hazırlandı.
Amerika Birleşik Devletleri ile Avrupa Birliğinin ortak yürüttükleri 21. yüzyıla yeni bir dünya düzeni getirme siyaseti olan Büyük Orta Doğu ve Genişletilmiş Kuzey Afrika projesinin ilk aşaması 1980’li yılların sonunda Fas’tan Afganistan’a uzanan Müslüman ülkeleri içine alan Yeşil Hat Projesiydi.
Yeşil Hat Projesine göre AB-D koalisyonu yani bunun askeri ve ticari yapılanması olan NATO bu ülkelerden “demokrasi dışına çıkana” askeri operasyon yapabilecekti.

Önce Yeşil Hat Projesi adını alan bu yeni dünya düzeni 1992’lerde ABD’li Huntington’un el atmasıyla kısa adıyla bildiğimiz B.O.P’a dönüştürüldü.

AKP hükumeti de B.O.P projesine dahil olan 22 Müslüman devletten seçilen, Arabistan, Mısır gibi devletlerde Selefi Müslümanlardan seçilmiş siyasi “eşbaşkan” olduğunu bizzat Recep Tayyip Erdoğan kendi ağzından daha hükumet olmadan önce açıklamıştı.

Dağıtılan bu bilgisayarlar, 1990’dan itibaren Amerika’da yaygınlaşan İnternet olanağını hedef Müslüman ülkelere de yayarak, kamuoyu yaratmada kullanılacaktı. Ama geçen zaman içinde AKP hükumeti ülkemizde verdiği İnternet savaşını kaybedince ilk önce İnternet erişim ücretlerini ardından cep telefonu gibi iletişim, benzin, mazot gibi ulaşım araçlarının yakıtlarının fiyatlarını arttırdı. Öyle arttırdı ki dünyanın en pahalı İnternet, telefon kullanan, akaryakıt tüketen toplumu olduk.

Büyük umutlarla başlayan İnterneti yaygınlaştırma siyaseti, bedava dağıtılan bilgisayarlara rağmen ülkemizde neden başarısız olmuştu?

Sebebi halkımızın sorgulama yeteneğinin gelişmiş olması ile AKPKK Selefi çakma Müslüman siyasetleriyle artan mikro milliyetçilik, mikro köktendincilik akımları ile bunların toplumda yarattığı “devletin bölünme korkusuydu.”

Bu arada da, 1923’ten 1950’ye kadar kesintisiz olarak devam etmiş olan Ulusalcılık siyasetiyle halkımızın birleştirilmesi sağlandığından, AKP’nin getirdiği bölücü ırki ve dini mikro devletlere bölünme siyasetinin yarattığı tepkiye, AKP’nin temsil ettiği Sünni adıyla maskelediği Selefi, işbirlikçi, teslimiyetçi Mason islamından duyulan endişe de özellikle Alevi ve gerçek sünnilerde güvensizliği körüklemiştir. AKPKK koalisyonu, 1950’den beri Amerikan köktendinci-muhafazakar Neo-concu siyasetin temsilcisi olmuştur. Asla Sünni/Hanefi İslam’ın değil.

1950’den itibaren ABD’nin Neo-con’cu muhafazakar, köktendinci siyasetlerini savunan  İslam devletlerinde Selefi sözde Müslüman hükumetler, Hristiyan ülkelerde Hristiyanlık değerlerini üstte tutan ama “demokratik görünümlü” hükumetler sayesinde bütün dünyada dincilik beyinlere şırınga edilmişti
.
Neo-con/Yeni Muhafazakar dinci akımın temsilcileri

Halklara şırınga edilen dincilik aslında o toplumların asırlardır inandıkları dinleri değildi ve 16. yy. da Masonların İngiliz tahtında güç sahibi olmasını takiben 1565 Manş Denizindeki Büyük Armada (Donanma) savaşında İspanyol donanmasını batırıp dünyanın yeni gücü olmalarının ardında İngilizlerin başlattığı bütün dinlere “Mason dini esaslı” şekil verme siyasetinin Amerika tarafından uygulanan haliydi.
 Dinlerde yapılan bu Masonik düzenleme ile alışılagelmiş ibadet şekilleri korunurken biraz kıyafetlerde, biraz ahlakta ciddi ahlaki bozukluklar da antik çağ dinlerine dönüştürülerek, dinlerin içi boşaltılıyor, okumak, düşünmek, sorgulamak,akılcılık kötüleniyor, dogmacılık/ nasçılık, ruhbanlara itikat güçlendiriliyor, batı emperyalizminin dinin koruyucusu olduğu şartlanıyor ve kutsanıyor, böylece halklar emperyalizme direnmeden teslim oluyorlardı.

Bunun kültürel zemini de İslam’da peygamberin ölümünden beri var olan, Kur’an ayetlerinin halktan insanların okuyup anlamasını hoş görmeyen Selefi anlayışıydı. Bu anlayış, 13. yüzyılda Halçı seferlerinin ardından kurulan Gazze’li İmam Hanbel’in kurduğu Hanbeli Mezhebi hazırlamıştı.
İlk Mason İslam denemesini İngilizler 18. yüzyılda 1740’larda rahip ajanları Hamper ile Sabilerin dönme İslam ulemalarının yoğun olduğu Basra’da din eğitimine gelmiş Necd’li Mehmet Abdulvehhap’a  kurdurdukları Vehabbilik dini oldu. Bunu,16. yüzyılda Anadolu’da çıkmış olan Kadıyanilik tarikatını benimsemiş Moğol kökenli Ahmet Kadıyani’ye kurdurdukları Hint Kadıyaniliği, İran’da kendisini Allah ilan eden Bahaullah Mazenderani’ye Bahailiği, Mısır’da Afgan kökenli Cemaleddin Efgani’ye Efganiliği, 20. yy. başlarında Bitlis’li Süryani Said-i Nursi’ye de Kürt İslam’ı olan Nurculuğu kurdurarak başardılar.
Selefi, Mason, sahte Müslümanlar
Bu tarikatlar ya da yeni Mason dinleri, padişah II. Abdülhamit’in Pan İslamcılık akımının etkisiyle fazla yayılamadılar. Vehhabiler, Nurcular, Efganiler Osmanlıya açılan haçlı seferlerinde Haçlı işgalcilerin yanında saf tuttukları için fazla kabul görmediler. Batı karşıtı Türk ve diğer Müslümanlar arasında bu akımlar tutmadı.

Yıkılan Osmanlının ve İran’ın Safevi hanedanının yerine Mason Sabetayist Yahudi iktidarı getirildi, her iki ülkede padişahlık kaldırıldı. Bunu halifeliğin kaldırılması takip etti. Böylece İslam’a yön veren hilafet kurumu çökertildi.

Mustafa Kemal Atatürk bu açığı kapatmak hem de dini bu zararlı Mason dinlerinden koruyacak bir kurum olan Diyanet İşleri başkanlığını kurdu, başına Rıfat Börekçi gibi vatansever bir din adamını getirdi, Kur’an’ı Türkçe’ye çevirtti, halk kutsal kitabını ilk kez kendi dilinden öğrenme şansını yakaladı.

Bu yeniliğin sömürgeci batılıların sahte İslam dinlerinin yayılmasını önleyeceğini, karşılarına daha inatçı, batı karşıtı, “doğu milliyetçiliğini” yaratacağı korkusu batılıları ve işbirlikçileri olan Selefileri korkuttu.
 Cumhuriyetin kurulmasından Atatürk’ün ölümüne kadar takiyeci Mason Müslümanları olan selefilere, Şapka Kanununu bahane ederek çıkarttıkları gerici isyanlarla demokratikleşme engellendi. Kubilay olayı gibi üzücü olayları yaşattılar, Bunlara paralel olarak Yahudi ve Yezidi Kürtlerin öne sürüldüğü, Süryani ve Ermenilerin destekledikleri Kürt isyanları da eklendi. Bu olaylar 500.000 insanımızın canına mal oldu.
Sonunda Atatürk zehirlenerek yatağa düşürüldü. Öldüğü ya da öldürüldüğü gün 10 Kasım 1938’de Bitlis’li namaz kılan Gregoryen Ermeni İsmet İnönü ile Arnavut Fahrettin Altay’a askeri darbe yaptırıldı, darbeciler Dolmabahçe Sarayına girdikten sonra Atatürk’ün ölümü açıklandı.

Bu olayın ardından TBMM, cuntacıların emriyle silahlı askerlerin eşliğinde toplandı ve İsmet paşa kendisini “Ebedi Başbuğ” ilan etti.

Kendisini Türklerin sözde Başbuğu ilan eden İsmet paşanın Ermeni'liğini kimse eleştiremedi.
Devletin bütün kademelerine Alevi kimliğine girmiş Sabetayist Yahudi Ermeni, Rum, Tatar, Kürt, Çerkez, Araplar getirildi ve Rusya’da 1917 Ekim devrimi ile ortaya çıkan Komünizm’in halk arasında yayılması engellendi, 1943 sonrası tamamen köktendincilik yani Mason İslamı halk arasında körüklendi. Buna rağmen Ay Tanrısı Kültünden gelen İngiliz Masonluğunun ürünü Nurculuğun engellenmesi siyaseti sürdürüldü.

1947’de Amerikanın dünyanın yeni hakimi olarak kendisini ilan etmesi sonucu, Amerikanın neo-con’cu köktendinci, muhafazakar dini anlayışının ülkemizde en iyi şekilde yayılmasını sağlayacak Selefi Nurcuların iktidara getirilmesi şart koşuldu. Bu şart gereğince 1946’da Pembe köşkte İsmet paşa celal Bayar ile bir toplantı yaptı. İlk siyasi şike imzalandı.

14. Mayıs 1950’de iktidara getirilecek bu Selefi sahte Müslüman hükumetinin halka sevdirilmesi için çeşitli mağduriyet senaryoları üretildi. Sonuç başarılı oldu ve büyük umutlarla işbirlikçi Demokrat Parti hükumeti göreve başlatıldı ise de İsmet paşanın sağlığı boyunca Nurculuğun yayılma hızı düşürüldüyse de şike gereğince iktidarı sürdürüldü.

1965’de NATO’nun Türkiye’yi, NATO savunma alanında 1. derece savunulması gereken alan olmaktan çıkartması üzerine İsmet paşa NATO karşıtlığına başladıysa da 1971’de tasfiye edildi. Yerine ABD’de, iki yıl gazetecilik eğitimi almış Merzifon Şebinkarahisar kökenli Ermeni Bülent Ecevit getirildi.
1974’de CHP-MSP yani Selefi Süryani-Ermeni koalisyonu olan hükumet kuruldu ve İsmet paşanın, Adnan Menderes’in ısrarla kaçındıkları Kıbrıs batağına ülke sokuldu.

Milli Eğitim Bakanlığını ele geçiren Selefi Nurcu MSP, İmam Hatip Liselerinde örgütlendi, teslimiyetçi İslam olan Mason İslam’ı Nurculuk devlet okullarına sokuldu.
Aynı anda devletin olası bir Sosyalist Devrimden korunması amaçlı sinsi bir NATO projesiyle halk sağ-sol çatışmasına derin devlet-Derin NATO işbirliğinde itildi, binlerce gencimiz telef edildi. Zamanında bastırılmayan olayların yayılması, ölümlerin artmasını getirdi ve bir entrika ile Manisa’ya sürülmüş Tunceli Çemişkezek’li Gregoryen Ermeni kökenli Kenan Evren’in Genelkurmay başkanı olması sağlandı ve 12 Eylül 1980 darbesi yaptırıldı. Kökeni aynı şehirden olan Malatyalı bilinen Turgut ÖZAL da başbakan oldu.

İmamhatipler arttırıldı, gerici Mason İlsam’ı Nurculuk ile onun Gregoryen Ermeni uyarlaması olan Fethullah Gülen’in idaresine verilen Işıkçılık/Işık Evleri oluşumu devlet eliyle desteklendi. Akılcı, bilimsel eğitim tümüyle terk edildi. Özel televizyon şirketlerine izin verildi, bu kanallardan Nurcu ve Gülenci “teslimiyetçi Mason İslamı” halka şırınga edildi. Ordu-siyaset işbirliği ile ordu din düşmanı, teslimiyetçi İslamcılar da kurtarıcı olarak halka gösterildi.

Diğer yandan etkili olamayacağı anlaşılan ASALA Ermeni terör örgütü tasfiye edildi, özünde Ermeni, Süryani, Yezidi Kürtlerinin idaresinde PKK terör örgütü devlet eliyle kuruldu, cezaevlerinde solcu Kürtlere aşırı baskılar yapılarak devlete düşman edilip dağlara çıkmaları için gerekli psikolojik ortam yaratıldı.
Bütün bunlar 1980’lerin sonlarına doğru Yeşil Kuşak hattıyla başlatılan 1992’lerde B.O.P’a dönüşen projenin uygulanması için kültürel, siyasi, coğrafi şartları oluşturdu.

Türkiye, İran, Irak ve Suriye’den toprak alarak kurulacak kukla bir Kürt devleti bu dört ülkede anarşi çıkartacak, her ülkedeki küçük dini ve ırki azınlıklar tahrik edilecek, desteklenecek, özerk devlet olma savaşına sokulacak, böylece, günümüzün bu dört devleti çok sayıda mikro devletlere bölünecek, orduları, devlet kurumları tasfiye edilerek sadece silahlı polis güçlerinin baskılarıyla yönetilecekti.
Sonunda, dünyanın en gelişmiş teknolojik silahlarıyla donatılmış Amerika ve Avrupa Birliği orduları karşısında halkını toplayıp direnecek bir ordu da kalmamış olacaktı.

Bütün bunlar gerçekleşinceye kadar Türkiye ve seçilmiş diğer eşbaşkan konumundaki devletlerin orduları görev başında kalacak, projenin tamamlanması aşamasında da tasfiye edilecekti.
Nurcu AKP hükumeti ve Gülen cemaatinin ilk işleri de eşbaşkanlığını üstlendikleri bu teslimiyetçi siyasete karşı olan ordu-sivil yapılanmasını Ergenekon operasyonlarıyla tasfiye etmek oldu.

Yargı ve ordunun başına ordu içlerindeki kripto elemanları, siyasi terfi oyunlarıyla getirildiler, bunlar bütün halkın gözü önünde oldu.


Özellikle 2011’de Libya’ya yapılan NATO saldırısında AKP-Gülen cemaati koalisyonunun gerçek yüzü ortaya çıktı. Suriye operasyonunda ise Rusya-Çin-Hint-İran koalisyonu yeni bir blog olarak ortaya çıktı ve Haçlı işgali durduruldu. Top, eşbaşkan ülkelere yani Türkiye, Mısır, S. Arabistan ve Katar’a kaldı.

Takiyeci Müslüman Selefilerden seçilmiş gönüllü-paralı askerlerden oluşan El Kaide, El Nüsra, İşid gibi örgütler Suriye’de kan dökmeye başladılar. Gizli-açık haçlı ülkeleri ve eşbaşkan devletlerin mali, mühimmat, levazım, siyasi destekleriyle Suriye rejimine savaş halen sürdürülmektedir.
Her gün Müslüman kanları dökülmekte, kadın ve genç kızların ırzlarına geçilmektedir. Selefi olmayan Müslümanlar “Kâfir” ilan edilerek sekiz, on yaşlarında çocuklara kafaları balta, saldırma gibi kesici aletlerle kestirilmekte ve İnternet ortamından halklara gösterilip sindirme yapılmaktadır. Saf genç kızlara cennet vaat edilerek bu haçlı askerlerine gönüllü fahişelik ettirilmektedir.
Müslüman ve Türk devletlerini zaten asırlar öncesinden “Dar-ül Harp” yani “Yağmalanacak savaş alanı” ilan etmiş olan bu Selefi ihanet yapılanması olan AKP hükumeti bir yandan da devleti yağmalamaktadır. Bu yağmalamada elde ettiği paraları da artık yasal olarak bankalara bile yatıramayacak kadar çoğaldığından evlerinde saklama yoluna girmişlerdir.

En son olarak 2010 yılında Nurcu Selefi AKP’nin, Gregoryen Ermeni Gülen cemaatini tasfiye etme kararı almasının ardından, karşılıklı eleştirilerle başlayan geçimsizlik, bu günlerde savaşa dönüşünce, Gülen cemaati Selefi Nurcu hükumetinin bakanları ve başbakanının yolsuzluklarını gözler önüne seren Twitter, Youtube gibi sosyal medyada yayınlamaya başlamıştır.

Ardından başbakan ve bakanları hakkında yargı takibi başlayınca, başbakan takibatı başlatan yargı, polis teşkilatını hallaç pamuğu gibi atmış, bütün tahkikatları durdurmuş, “kendisine darbe girişimi olarak değerlendirmiş” bu nedenle aleyhine alınan yargı kararlarını iptal ettirmiştir.

Bu da yetmeyince yolsuzlukların yayınlandığı İntenet sitelerini de emrivaki olarak yasaklamıştır.

Yasağın ilanını takiben başta cumhurbaşkanı ve hükumetin bakanları yasakları delerek bu sitelere girip üyelerine düşüncelerini ileterek, ilan edilen yasağın başta hükumet, devlet tarafından akılcı bulunmadığını göstermişlerdir.
Yasaklanan internet sitelerinin geçmişi zaten iki ile beş yıl arasındadır. Hepsi 12 yıllık AKP hükumeti döneminde kurulmuş bu siteler sadece ülkemizde değil bütün dünyada kullanılmaktadır.
Bir ara da Google arama motorunu yasaklamışlardı. Google da halen hükumet tarafından engellenmektedir ve dünyada en çok kullanılan ve kazanan şirkettir. Bunu kuran 18 yaşında bir gençtir. Twitter, Facebook, Youtube da benzer şekildedir. Bunların hepsinden vergi almayı kafaya koyan hükumet üyeleri evlerinde, cep telefonlarında ve bütün devlet dairelerinde “google arama motoruna” girmeden bilgi taraması yapamamakta, youtube, twitter, facebook kullanmadan üyeleriyle iletişim kuramamaktadırlar.

Yok vergi ödemiyorlarmış, yok ülkemizde büro açmıyorlarmış bunlar bahane, kendilerinin hazırladığı Atatürk’ü aşağılayan videoları bu sitelere yükleyerek, “Atatürk düşmanlığı yapan görüntüler var” gerekçesiyle bütün sosyal paylaşım sitelerine erişimi toptan engelleme kararı aldırtmak şahane.

2008’de Gürcü-Rus savaşı, Osetya krizi yüzünden başladığında, televizyonlara “Kafkasya uzmanı” olarak çıkıp da Osetya’nın yerini bile bilmediğinden yüzü kızaran, ortadan görünüp, sıkışınca hükumet yalakalığı yapan, hükumetin maaşlı sözcüsü çakma prof ve hükumet sözcüsü Van’lı Ermeni Hüseyin Çelik’in, bu profun uydurmalarını esas alarak savunduğu şey, bu sitelerin ülkemizde büro açmamaları, vergi ödemeyi ret etmeleri gibi yersiz, dayanaksız gerekçelerle yasakları savunmaları mantıksızdır, hükümsüzdür.
Vergi alacak devlet adamı, üç ile beş yıldır bu sitelerde hesap açacağına, işine bakar başında gerekli yasal hazırlıkları yapar, vergisini alabiliyorsa alırdı zaten.
Yolsuzluklarınız, hırsızlıklarınız ortaya dökülünce mi vergi, büro konuları aklınıza geldi?
Alooo, artık yalanlarınızı yemiyorlar, haberiniz ola.

İster cemaat-AKP çekişmesi ürünü olsun, ister gerçekten vicdanlı yargıçların verdiği karar olsun başta Anayasa Mahkemesinin ve öteki yerel mahkemelerin “İnternet yasaklarının kaldırılması kararları” doğrudur, adildir, yerindedir.
Bu yargıçları yürekten kutluyorum.
Bütün yasakçı zihniyet, “özgürlük getirme vaadiyle” gelen “dünün mağduru, günümüzün zalimi” AKPKK ihanet koalisyonuysa ona da lanet olsun!


Alaeddin Yavuz
keykubat /adilyargic/ adilyargicc

2 Nisan 2014 Çarşamba

YSK, YANDAŞ SEÇİM KURULU OLDU

YSK, YANDAŞ SEÇİM KURULU ÇIKTI.

30 Mart 2014 günü yapılan yerel seçimleri yapıldı. Üzerinden geçen üç güne rağmen açıklanan seçim sonuçlarıyla, sandık başlarında görevli siyasi parti temsilcilerinin tuttukları raporlar arasında uçurum sayılacak farklar yüzünden YSK’ya yapılan itirazlar sürmektedir.
CHP, YSK’nın açıkladığı bütün seçim sonuçlarına itiraz etme kararı aldığını açıkladı.

Seçim sonrası Hatay'dan  bir duvar yazısı.
Bazıları “CHP’nin her zaman yaptığı iş bunda şaşıracak bir şey yok” diyebilirler. Ama işin aslı öyle değildir.

Bu gün yani, 02.4.2014 günü Sokak Tv’de yayınlanan Mirgün CABAS’ın tekrar programında dinlediğim CHP milletvekili sayın Salıcı, yalnız İstanbul seçim sonuçları hakkında yaptıkları çalışmayı “65” sayfalık bir raporla sonuçlandırdıklarını, bu raporda, yalnız CHP’nin değil öteki partilerin oylarında da ciddi oynamalar yapıldığını tespit ettiklerini açıklamıştır.

Verdiği örnekler arasında sandık başında görevli memurların tuttukları raporlarda, CHP’nin “142” olan oyunun “42”, AKP’nin “45” olan oyunun “193” olması gibi çok sayıda örnekler vermiştir.

Bu tür rakam oyunlarıyla vatandaşın oylarını yok saymanın ya da iktidar partisine kaydırmanın olduğu da CHP’nin bu çalışmasıyla gözlerimizin önüne serilmiştir.

30 Mart 2014 günü saat 19:00 itibarıyla kalkan seçim sonuçlarının ardından başlayan oy sandıklarının sonuçlarının yazıldığı tutnakların, oyların AKP’lilerden korunması için facebbok, twitter gibi sosyal paylaşım sitelerinden görevliğ memurlar sürekli AKP’lilerin saldırılarına karşı parti merkezlerinden gruplar halinde yardım çağrıları yaptılar.

Sayılan oyların sonuçlarının yazıldığı tutanaklarıyla birlikte İlçe Seçim Kurullarına selametle ulaştırılması olayı meydan muharebelerine dönüştürüldü.

Seçim sonrası oy sayımı süresinde büyük şehirlerdeki elektrik kesintileri böyle alay konusu oldu.

Her oy kullanma merkezinden İlçe Seçim Kurulu merkezine doğal olarak, sandık başkanlarınca teslim edilerek götürülmesi, ve bu merkezlerde “tarafsız” yargıç ve savcılardan oluşan kurullarca “tarafsızca” sayılıp açıklanması gereken sonuçlar, bu kurulların “taraflılıkları” yüzünden halkı iç savaşın eşiğine getirmiştir.

İnsanlar İlçe ve Yüksek Seçim Kurulları önünde gruplar halinde, silahlı, silahsız, kadınlı erkekli her an birbirine saldırmaya hazır savaşçılar haline getirilmiştir.

Bunun tek sorumlusu, hükumet olan AKP ve onun hırsız başçalanı Recep Tayyip Erdoğan’dır. 03 Kasım 2002 seçimlerinden bu güne kadar iktidarını ayrılıkçı Kürtler, Süryaniler, Ermeniler ve Lazistan kurmak isteyen kripto Rumlardan aldığı oylar üzerine kurmuş ve söylemlerini de “kendinden olanlar ile olmayanlar” üzerine şekillendirmiştir.

Başbakan, başbakanı olduğu devleti tasfiye sürecine sokmuş, tasfiye gerçekleşinceye kadar da kendi dindaşları (Süryaniler), yandaşları köktendinci Yezidi, Yahudi Kürtler, Gregoryen, Ortodoks Ermeniler ile Rumlar ile birlikte yağmalamaya girişmiş havasında her türlü hırsızlığı, yolsuzluğu, yağmacılığın olağanlığını topluma kanıksatmıştır.

Başbakan, halkı, dini ve ırki kökenlerine göre bölmek, ayırımcılık, bölücülük yapmak, B.O.P projesi gibi varlığı tartışılmayan empeyalist bir projede, yabancı devletler ile gizli işbirliği yaparak “eşbaşkan” olduğunu açıklamasıyla da “anayasal” bir suç işlemektedir.

Başbakanın işlediği suçlar artık adliye raflarına sığmayacak kadar artmıştır. Halkın dini duygularını istismar ederek, “çarşaf-peçe/başörtüsü” siyasetinden, Kur’an’ın Bakara Suresine “makara diye alay eden (Egemen Bağış), başbakanı “Allah’ın sıfatlarının çoğunu barındırdığını” söyleyerek (Fevai Aslan) tanrılaştıran putperestlikleri kanıksatarak, dini değerleri alay konusu haline getirmesi de sosyal medyaya girmeyen, hükumet yanlısı Tv kanallarından başkasını dinlemeyen, eğitim düzeyi toplumun en alt kesimi olan halk kesimlerinin gözlerinden de kaçırılmıştır.



Demokratik rejimlerde, halkın verdiği oyların itina ile korunup, tarafsızca sayılıp, siyasi iktidarları belirleyecek Yüksek Seçim Kurulları (YSK) başbakanın diktatörlüğü döneminde “yalnızca başbakan ve siyasi partisi AKP’yi koruyan “Yandaş Seçim Kuruluna” dönüşmüştür.

Ankara YSK önünde bekleyen gruplar
Bu konuda ilgili yargı mercilerinden hala başbakan ve partisinden emir almadan mevcut yasalara göre dava açabilecek yargı mensupları varsa, bunların “intihar edercesine” göerevlerini, yapmaları gerekmektedir.
“İntihar edercesine” dedim, çünkü böyle bir işe kalkışan yargı mensubu, bu görevini yapmaya kalktığında, başbakan ve partisinin saldırıları, tehditleri sonucu başına geleceklerin yanında  intihar etmesi, onun için daha az sıkıntı verici olacaktır.

Ülkemiz, bizzat başbakan ve partisi AKP tarafından 12 yıllık hükumetleri boyunca, dini, ırki olarak bölünmüş, kutuplaştırılmış, birbirine düşman edilmiştir.
Devletin bütün kurum ve kuruluşları onların idaresine sokulmuş, devletin tasfiye sürecine sokulmasıyla da “batan geminin malları” misali devlet hükumet ve yandaşlarınca “yağmalama sürecine” sokulmuştur.

Ortada devleti koruyacak ne ordu-polis ne de yargı kurumu kalmamıştır. YSK’nın açıkladığı seçim sonuçlarıyla, sandık başı tutanakları arasındaki uçurumlar, hükumetin hesabına geçirilen halkın oyları, bunun yarattığı çatışma ortamının Ankara, İstanbul ve öteki illerde sürmesi de bu çürümüşlüğün delilidir.
Devletin varlığının sürdürülmesi ve korunması sadece vatandaşa kalmıştır.
Herkes üzerine düşen görevi yapmak zorundadır.

Takdir okuyucularındır.

Alaeddin Yavuz



29 Mart 2014 Cumartesi

YILGINLIĞA DÜŞMEK ÜZERİNE



Siyaset, din, vatan-millet davalarında bazen mevcut kurum ve kuruluşlar bazen de devlet ile kurumların duyarsızlaştırıldığı, elden çıktığı "örtülü-açık işgal dönemlerinde", halktan insanların kendilerine görev vererek başlattıkları mücadelelerde halkın ilgisizliği, duyarsızlığı, nemelazımcılığı, korkaklığı, bu kahraman insanları yılgınlığa düşürür.

Bu yılgınlığa örnek en başta kendimi gösterebilirim.

Sekiz yıldır yazdığım her yazımdan sonra blogum engellenmiş, giremediğim bloguma üzülürken ücretsiz blog hizmeti veren sitelerden birilerinde bir yenisi açtığımda aynı saldırıya o da uğramış hatta 2010 referandumundan önce silinmiş, aynı adla açtığım blogumdan sonra Google'ın siyaset değiştirmesi sonucu (adilyargic.blogspot.com) iade edilmiştir.

Bütün bu engellemelere rağmen yazılarımın toplumun yönünü belirleyenlerce yeterli ilgiyi görmemesi, başta aile fertlerim olmak üzere herkesin "boş ver, sana mı kaldı" şeklindeki kayıtsızlıkları öyle bir umutsuzluk yaratmıştı ki, bunu yazılarımda görebilirsiniz. Buna rağmen, tek blogda yazmak istememe rağmen, yapılan engellemeler sayesinde, birisi hala kapalı (keykubat.blogcu.com) beş blogum oldu.




Lise mezunu Sümeroloğumuz Hilmiye Ninemiz. AKP hükumetinin ilk işi onu, 86 yaşında, "Çarşaf-peçe tapınak fahişesi kıyafetidir" diye yazdığı için Ağır Ceza mahkemesinde yargılamak oldu. Kesin cezayı yiyecekti. Her aklı selim bir kampanya başlattı. Ben de Tevrat'ta "Yahuda ile Tamara" bölümünde bunu aynen söyleyen ayeti tespit edip bir yazı yayınladım. "ÇARŞAF-PEÇE TAPINAK FAHİŞESİ KIYAFETİDİR, AYET TEVRAT'TAN" Bu yazımın yayınlanmasından sonra okuma istatistiklerinden onu yargılayan mahkemenin bilgisayarından bloguma girilerek sekiz kez yazımın kopyalandığını tespit ettim. Bunu da yazdım. Sonra Haberkürt blogu satın aldı ve engellenmeye başlandım. Ama Hilmiye ninem beraat etti. Benim de bu yazımın katkısı olduğunu sanıyorum. Çünkü, Hilmiye ninemi bilimine dayalı tespitiyle yargılayabilirlerdi ama, özünde kripto Yahudi ve Hristiyan olan AKP iktidarı kendi kitapları olan Tevrat'ı yargılayamazlardı. Bu da umutsuzluğa düşmemek gerektiğini, yardımın nereden geleceğini kimsenin bilemeyeceğini, ama mücadele haklıysa yürünmesi gerektiğini göstermek açısından bence önemli bir örnektir. Hilmiye ninem ömrü uzun olsun yaşı yüze geldi, dalya dedi diyecek ama TBMM önünde protestodan mahkemelerde yargılanmaya kadar her türlü ciddi mücadelenin içinde, halkının yanındadır.

Tarih boyunca haksızlığa, zulme, işgale, sömürgeciliğe karşı verilen özgürlük ve bağımsızlık savaşlarında katılım daima az olmuştur.

Gerçekleri bilip korkudan sinenler, hele bekleyelim diyenler, bunlar macera arıyor diyenler hep çoğunlukta olmuştur.

Kurtuluş savaşında bile askere alınanlar içinde gönüllülerden çok sopayla askere alınanlar vardır. Dava kazanılınca da bu korkaklar, tırsıklar aynı Atatürk'e, Lenin'e, peygamber Muhammed'e yaptıkları gibi yapıp, kazanımların üstüne oturmayı, devrimi de piç etmeyi başarmışlardır.

Bu defa halkın katılım oranı tarihteki örneklerin tümünden fazladır ve umut vericidir. Bunu bozmamak yılgınlığa düşmeden yürümek gerekir.




Allah,Din adına yapılan siyasetlerin gerçek yüzlerini sergiliyoruz. Bu resmi çeken yoldaşım kimse sonsuz teşekkürler.

Bakınız sosyal medya , sokaklar mücadele insanlarıyla dolu. Her zaman mücadele edenler azınlıkta, korkaklar, tırsıklar, çıkarcılar, işbirlikçiler, "sonucu gözleyenler" çoğunluktadır.

Bunları bilerek çıktık bu yola. Umutsuzluk artık yok, örnek bu günkü sosyal, görsel ve yazılı medya ile halkın büyük çoğunluğu, tarihte rastlanmamış biçimde sokaklara taşar hale gelmiş uyanış büyümektedir.

En umutsuz zamanlarımda, gazeteci Halil Nebiler'in Ulusal kanal'dan yaptığı çağrı beni yüreklendirmiştir;

"Yılgınlığa düşmeye gerek yok, devrimci her zaman umutludur, mücadeleye devam taaa ki kazanıncaya kadar!"

Bunun doğruluğunu da büyüyen devrimci direnişin Gezi olayları ile kendisini ispatlamasıdır. Bu olaydan sonra zaten yazdığım bir kaç yazımda halkıma bir teşekkür ettim ve bir daha umutsuz olmayacağımı söyledim.

Ki bunu söylediğimde 18 yaşında kızımı toprağa vereli dört ay olmuş, karım evi terk etmiş, yuvam yıkılmış, yalnızlığımı içkim, sigaram ile paylaştığım zamandı.

Umutsuzluğa düşenler beni örnek alabilirler. Tüm umutsuzluğuma, yalnızlığıma rağmen, hiç bir kazanç gözetmeksizin, gece gündüz çabalayarak yine mücadele ettim.

Kim bilir benim o umutsuzluğumun da büyüyen davaya biraz tuzu biberi olmuştur diye avunuyorum. Ki gelen tepkiler de bana öyle demektedirler.

Dava artık halkın gözünde yerini bulmuş, zalimler korkuya düşmüş, aydınlık görünmüştür.

Dikkat edilecek en önemli husus, "yılgınlıktan zafer serhoşluğuna" geçişimizi akıllıca değerlendirip, bencilleşmeden, emperyalist, işbirlikçi, feodal-köktendinci-gerici- teslimiyetçi yapılanma ile sahiplerinin tezgahlarına düşmemektir.

Umutsuzluk devri geride kaldı. Güzel günler önümüzde dostlar.

Alaeddin Yavuz
keykubat /adilyargic/ adilyargicc
Not=(Bu yazımı umutsuzluğa düşmüş bir arkadaşımızın içini ferahlatmak için yazdım. Ama başkaları da vcarsa belki onlara da faydalı olabilir.)

AYETULLAH RUHULLAH RECEP TAYİP ERDOĞAN


Keşifler çağıyla dünyayı sömürge haline getiren batılılar"Allah İsa bize yeryüzünün egemenliğini verdi" inancına kapıldılar ve öteki dinlere inanan toplumların dinlerinin içini boşaltan yeni mezhepler, tarikatlar kurarak halkları dini kullanarak teslimiyete ikna etmeyi başardılar.

Böylece sömürge dinlerini yarattılar.

Kur'an'dan önceki ve sonraki dinlerin "Allah" tanımları asla Kur'an ile aynı değildir. Diğer bakımdan eski dinleri İslam'dan ayırmanın imkanı azdır. Çünkü, namaz, oruç, hac, umre,kötülükten kaçınma gibi konularda birbirine çok benzerler.


Tevrat'ın Allah'ı Yahve, her Yahudiden her gün adak ister ve ilk isteği şaraptır. İbrahim'e konuk gelen, ayaklarını yıkatan, ekmek yiyen, ayran içen, Danyal peygambere kendi ağzından, İran şahına 20 gün esir düştüğünde melek Mikail'in kendisini kurtardığını anlatan, insan bedeninde görünen ölen tanrıdır.


Hristiyanlık'ta İsa Allah'tır ve insanların günahlarını ödemek üzere kendini öldürtüp kanını dökmüştür. İnsan bedeninde yaşayan ölen tanrıdır. Hatta " Etimden yemeyen ölümsüzlüğe kavuşamaz" der bir İncil ayetinde. Bu animist dinlerin rahiplerinin yeniden daha üstün doğmak için birbirlerini yedikleri antik çağ kültü kalıntısı bir sapkınlıktır.


Yezidilerin Allah'ı da Şeyh Adi'dir. Said-i Kürdi de okuryazar olmadığından o da Kürt Yezidi Allah'ı olarak kabul edilmiştir.


Bize de "okuryazar olmayan İslam uleması" kişiliğinde tanıtılmıştır. 


Özünde "Ölen Tanrı Kültüne" ait Kürdistan kurulması için gelmiş Yezidi Allah'ıdır. Tayyip Erdoğan da aynı inanç esasına dayalı olarak kendisi Amerikanın emrine girmiş, Süryanilere,Yahudilere devlet kuracak bir Allah'tır.

Oysa İslam'da Allah ezel-ebed, her zaman diri tanrıdır.


Kendilerini "Müslüman, dindar, İmamhatipli başbakan, devlete, dine, diyanete hizmet için beyaz kefen giyerek siyasete girdiğini söyleyen" başbakan Recep Tayyip Erdoğan, başbakanlığının 12.yılında, günde yedi vakit namaz kılan, Sünni Müslüman gibi ibadet eden ama Muhammed'i peygamber, Kur'an'ı kitap kabul etmeyen şirk ehli, Zariyat Suresinde lanetlenmiş, Kabe'ye girmeleri peygamberce yasaklanmış Sabilerin Hristiyanları olan Süryani dininden, kendilerini Rum/Yunanlı sayan kripto putperestin birisi olduğunu, karısının Siirt'li Süryani olduğunu yıllardır yazıyoruz.

Kimse inanmadı.

Millet inanmayınca onlar kendilerini ifşa etmeye başladılar.


2013 yılı ortalarında Recep Tayyip Erdoğan, Düzce milletvekili Fevai Aslan'a kendini Allah ilan ettirdi. Bülent Arınç, bu hafta yaptığı Twitter açıklamasında "Allah isterse Twitter açılır" ifadesini kullandı.


Dün ise Recep başbakanın Allah olmadığı kesinleşti, "Cikcik" anlamına gelen "Twitter İnternet sitesini kapattırmasından iki gün sonra sesi kısıldı, aynen bir civciv gibi cikleyerek Van'da halka hitap etmek zorunda kaldı. Bu gün ise yerine dış işleri bakanı Akmet Davutoğlu gitti. Başbakan hastanelik oldu.
Kendisinin Allah yerine konulamsına itira etmeyen bir insan nasıl Müslüman olabilir?


1979 iran devrimi yapıldığında Fransa'da dört yıl C.İ.A ajanlarının eğitiminden geçtikten sonra hazır devrimin başına oturtulan Humeyni de kendisini "Yaşayan/İnsan Tanrı" yani "Ölen Tanrı" ilan etmişti.
Nasıl mı?
Kendisine iki ad almıştı.
İlki; Ayetullah. Bu adın dilimizdeki karşılığı "Allahın ayeti/sözü" demektir. Bu adamın sözü "Allah'ın Sözü" olarak anlaşılacaktı. Öyle de oldu. Her dediği söz İran'ın hukuk siztemini oluşturdu.


İkincisi; Ruhullah. Bu da "Allah'ın Ruhu" demekti.


Humeyni (Humeyn'li), bedeninde Allah'ın ruhunu taşıyor, ağzında da Allah'ın kelamını söylüyordu. Her dediği yasa kabul edildi.


Peki başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın her saçmalığının son yıllarda yasaya çevrilmesine "Allah'ın sıfatlarının çoğunu barındırdığına halkın inandırılmaya çalışıması ne demek oluyordu?


Yoksa Amerika'da Pensilvanya eyaletindeki 600 dönümlük çiftliğinde de her dediği Allah'ın kelamı kabul edilen Fethullah (Allah'ın Fethi) fatihi olan ve geçen yıl Muhammed adını da alan İşbirlikçi Allah'la arasının açılma sebebi aralarında "hangimiz Allah olacak" konusumuydu?


Bilmiyoruz.
Ama her ikisinin sözlerinin "Allah sözü" olarak algılanıp yasalaştırılmasının başka açıklaması da yoktur.


Bunlar İslam ile özde ters düşen tanımlamalardır. Ama insanlarımıza Allah, İslam adı altında her türlü putperestlik bunlarca aşılanmaktadır.


İsa peygamberin 12 öğrencisi vardır. Yunanlılar bunlara "Havarium/Havari" derler. Süryaniler ise "Şakirt" derler.


Şakirt sıfatını ise Nurcular ve onların kolu Gülenciler kullanır.


Kur'an Tevbe Suresi 56. ayet bu şirke batmış müşrikleri şöyle tanımlamaktadır;


Yaşar Nuri Meali;56." Kesinlikle sizden oldukları yolunda Allah'a yemin ederler. Gerçekte onlar sizden değillerdir. Doğrusu şu ki onlar, ödleri patlayasıya korkan bir topluluktur."

Gerçek Müslümanlar bu şirke batmış putperestlere karşı dinlerini benim gibi dinsizler kadar savunmazlarsa, varsa o Allah'ın lanetine uğrayacaklardır. Bu gün Müslüman dünyası Hristiyan ve Yahudilerin kölesi olduysa dinlerine sahip çıkmakta gösterdikleri korkaklıklarıdır.


Ayetullah Ruhullah Recep Tayyip Erdoğan veya Ayetullah Ruhullah Fethullah Gülen putlarına tapınmaya şimdiden hazırlanın.
12 Ocak 2024'de eklendi.


Şimdi şu resimleri inceleyiniz ki belki bazı sonuçlar çıkarmanızı sağlayabilirler.



Tevbe Suresi Yaşar Nuri Meali;56." Kesinlikle sizden oldukları yolunda Allah'a yemin ederler. Gerçekte onlar sizden değillerdir. Doğrusu şu ki onlar, ödleri patlayasıya korkan bir topluluktur." Namaz kılan Hristiyan toplulukları ülkemizde Ortodoks Hristiyan Süryanileriyle Gregoryen Ermeni Hristiyanlardır.


AKP'nin kiliseye çevirdiği bir camii



Aynı camide konuşma yapan
TÜRBANLI RAHİBE


Müslümanlar başlarına şirke batmış putperestleri getirdiklerinde, İsra Suresi 16. ayette dendiği gibi helak olmayı hak etmiş olacaklardır.


İran'da şu anki rejim İslami değildir. Tamamen putperest, Şemsi Yahudilerin, Sabileri, Süryani ve Yezidi Şirk putperestlerinin dinidir.
 
Recep Tayyip Erdoğan, Fethullah Gülen ve Nur cemaatleri bunlardır. Müslümanlıkları takiyedir. Yani Müslümanmış gibi yaparak dini ve diyaneti değiştirmektedirler. Ilımlı İslam, Dinlerarası Diyalog bunların delillerdir.



Amerika Ohio'da Giritli Aziz Andrew Kilisesinde, İsa peygamberin dirilip göğe çıkışı anısına "Akşam Duası (Namazı)" kılan Ortodoks Yunanlı rahibeler ve kilise cemaati.









Süryani Tayyip ile Gregoryen Ermeni Fethullah Gülen. İkisi de Namaz kılan ve Allah'a inanan ama Kur'anı kitap, Muhammed'i peygamber kabul etmeyen şirk ehli müşriklerdir. Siz bunlara Müslüman diye aldanırsınız. Onlar ise geçmişin öcünü alırlar.

İran Zağros dağlarında yaşayan Yezidi Kürtlerin ibadetleri, bazı tanıdık sözde İslam'i tarikatları hatırlatmaktadır.

Alaeddin Yavuz
keykubat /adilyargic/ adilyargicc

30.11.2014'de yapılan ektir;


AKPKK KOALİSYONU MÜSLÜMAN DEĞİLDİR, TÜRK DEĞİLDİR, AJAN İHANET PARTİSİDİR.
AKP VE TAYYİP ERDOĞAN'IN SÜRYANİ OLDUĞUNU BELGELERİYLE İSPAT ETTİM, NAMAZ KILAN, İSLAM'I, MÜSLÜMAN GİBİ İBADET EDEN ORTODOKS HRİSTİYANLIĞA DÖNÜŞTÜREREK BİZANS'I KURACAĞINI YAZDIM. HALA DA YAZIYORUM.
AMA BU DEFA BİR AKP'Lİ ONU BİZANS'IN PATRONU İLAN ETTİ.


Haber aynen şöyle;


TİKA Başkanı Erdoğan'ı 'Bizans'ın patronu ilan etti"
TİKA Başkanı Serdar Çam'ın Papa'nın Türkiye ziyaret dolasıyla attığı tweet tartışma konusu oldu

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile Katolik Hıristiyan dünyasının ruhani lideri Papa Francis'in görüşmesi esnasında Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı (TİKA) Serdar Çam, kişisel Twitter hesabından “Doğu Roma'nın Patronu, Batı Roma'nın patronunu ağırlıyor. Mazlumların Babası, Katoliklerin Babası Francis'i ağırlıyor.”şeklinde mesaj attı.

Bu mesajı üzerine sosyal medya üzerinden Çam'ın Erdoğan'ın Bizans'ın patronu yaptığı eleştirileri geldi. Bu eleştirilere çevap olarak Çam, “Dinlerarası Diyalog' safsatasının mensupları alaya alsanız da nafile. ‘Allah katında tek din islamdır' vakarını böylece öğreniyorsunuz.”ikinci bir mesajı takipçileriyle paylaştı.

Çam daha sonra attığı twitter mesajlarında ise Erdoğan'ın Fatih'in mirasçısı olarak niteledi. Çam, ilk attığı twitter mesajındaki ifadeleri açıklamak amacıyla daha sonra şu tweetleri attı:

“İstanbul Fethiyle Fatih Sultan Mehmet Roman'nın başıdır Müslümanların başı olarak halife Türklerin başı olarak da Hakanlık; Miras devam ediyor. Fatih Doğu Roma'yı Fetihinden sonra, Batı Roma'ya yöneldi. Ömrü yetmedi, seferde 48 Yaşında şehit oldu; Bizans'ı bitirdi; Doğu Roma'nın sahibidir." 29.11.2014 08:54



Hristiyan cemaatine verilmiş bir camiide Hristiyan ayinleri

Daha fazlasını oku: http://haber.rotahaber.com/tika-baskani-erdogani-bizansin-patronu-ilan-etti_502318.html#ixzz3KYYjVjSQ

10 Mart 2014 Pazartesi

MASONLAR NEDEN ATEİST BİLİNİR?

Nur Mason locası rahibi


Masonların üyelerinde aradıkları sıfatları niteleyen maddesi aynen şöyle der;

""Bir mason makam, mevki sahibi, iyi ahlaklı, sanattan anlamalı fakat 'aptal bir ateist olmamaya' zorlanır"" der.

Durum bu kadar açıkken bizde Masonların "dinsiz, tanrı tanımaz" bilinmesinin sebebi nedir?

Bunu gene bir Mason olan Celil Layıktez yazmış;

""1738'de Vatakan'ın ruhani önderi Papa 12. Clement (Klement 1652-1740)
Papa 12.Klement 1652-1740
masonları Hristiyanlıktan afaroz ettikten sonra zamanın Osmanlı uleması da "Papalık böyle bir iş yaptıysa elbet bir bildiği vardır" zannıyla I. Sultan Mahmut'a mason localarını yasaklattı"" Diye yazmaktadır.

Bir de diğer açıdan bakarsak o dönemler, keşifleri çağının büyük ölçüde kapandığı, yeryüzünün hakimiyetinin İspanyollardan İngilizlere kaydığı, bütün Avrupa ülkelerinin ortaklaşa Kutsal Roma Cermen İmparatorunun emriyle dünya devletlerini işgal ettiği, halka çaktırmadan onlara Osmanlı'nın da haraç ödemeye, batıdan gelen talimatları dikkate almaya başladığı zamanlardır.

Bu da Osmanlı'nın saraya köle alıp başbakan, padişah eşi, anası yaptığı devşirme, dönme kölelerin batılı kökleriyle bağlantılarını arttırarak her türlü eğitim, ekonomik ve çağdaş bilimsel gelişmeyi fetvalarla önlerken, padişahları da kardeş katline ikna ettikleri, Celali İsyanları ve dini ayrılıkçı fikirleri körükledikleri "sinsi ihanetler" çağıdır. Ki 1774 Küçük Kaynarca Antlaşmasından sonra Osmanlı, ülkesindeki gayrimüslüm azınlıklar üzerinde Rusya ve bütün batının hakimiyetine izin verecek,böylece azınlıkları ne askere alabilecek ne de vergi toplayabilecek. hatta Bilecik'ten öteye 94 yıl giremeyecek, 140 yıl içinde de son bulacaktır.


Genel kanıya ve Masonlar arasındaki kanaatlere göre Fransa-Paris Mason Locasının dinsizleri üye yaptığı hatta buna Mısır'da "Efganilik Tarikatını kuran Muhammed Efgani'nin dinsizliği nedeniyle İskoç Mason locasından kovulmasının ardından Fransız Mason locasına üye kabul edildiği ve İslam dinini bozarak Müslümanları da  böldüğü çok sayıda yazar tarafından dile getirilmektedir.

Alaeddin Yavuz
keykubat /adilyargic/ adilyargicc

Kaynak;http://www.freemasons-freemasonry.com/layiktez1.html

NOT;Ateist; Grek dilinde bir kelimedir ve dinsizler için değil, eski dinlerde olan 360 tanrıyı ret edip en büyüklerini seçenlere verilen addır. Sokrates tarihte bunu ilk yapan kişi olduğundan idama mahkum edilmiştir. İkinci gerçekleştiren kişi ise peygamber Muhammet'tir.

"A" harfi Grek alfabesinde "olumsuz" luk kazandıran bir ektir. "Theos" ise "tanrılar" demektir. "A-THEOS" kelimesi ise "Tanrısız, tanrıları inkâr eden" demektir.
Dinsizler ise bir kısmı tanrı olduğuna inanmadıkları için olmayan bir şeyi inkâr etmekle suçlanamayacaklarını savunurlar. Tanrıya inanıp dinleri siyasi veya saçma ya da çok ilkel buldukları için ret edenleri de tanrısız/ateist sayılamazlar.

Dinsizler için Vatikan "Ateist" sıfatını kullanıp hata etti diye ona herkesin uyması gerekmez. Çünklü Vatikan da Allah'ı İsa peygamber sayar ve onu üç kişi yapar (Teslis;Kutsal ruh, Baba ve Oğul/kuzu) ve bu üç kişiye tek tanrı der. Ama üç kişi saydığından onlar da 357 tanrıyı ret ettikleri için Ateist'tirler.

Bu dincilerin tümü kendi sıfatlarını hep düşman saydıklarına yakıştıran üçkağıtçılardır.