1987'de kendi kendime İngilizce öğrenip bunu o zamanın tek dershanesi GÖK DİL kurumundan 100 üzerinden 85 puanla aldığım diplomayı İstanbul Emniyet müdürlüğüne verdikten sonra Turizm Şube müdürlüğüne tercüman olarak tayin edildim.
İki yıl mücadele sonunda turistler ile sağlıklı iletişim kurmam şube müdürümce onaylanınca tercümanlığa başladım.
1988-90 arası bir gün emekli bir Yunan polis müdürü, Beyoğlu'nda misafir kaldığı akrabalarına yakın İstiklâl caddesinde çingene bir hırsız tarafından çantasının çalındığını ve pasaportu, nüfus cüzdanı v.b kimlik kartlarının çalındığını 5-6 kişilik biri de Yunan konsolosluk memuru olan grup eşliğinde Türkçe olarak bildirdi.
Ben de ifadesini alıp tahkikat için Beyoğlu Polis Karakol Amirliğine sevk yazısı verip gönderdim.
Sonra diğer turistlerin sorunları ile ilgilenip raporlarını yazıp ilgili yerlere gönderdim.
Tahkikatlar bölge karakollarına ait olduğu için işlem buydu.
Bir ara boşluk oldu. Şube çaycısı Şeref beye çay söyledim getirdi.
Yudumlarken bir kadın geldi.
Alaattin bey, bir saat önce rapor verdiğin Yunanistan vatandaşı nokta ...nokta benim kocamdır.
Onu hala Beyoğlu karakoluna götüremedik.
Niye?
Ağlıyor.
Niye?
Verdiğin rapor için?
Ne var onda?
Raporda sorun yok. Sorun kocamda. Bu adam İpsala, Uzunköprü bölgelerini idare eden Selanik Emniyet müdürüydü.
Türkiye'de gelen en az 40 göçmenin ırzına geçip çukurlara gömmüş bir Yunan Irkçısıdır.
Bunu yaptığının insanlık suçu olduğuna ikna etmek için ömrümü verdim. Beni dövdü.
Boşanmak için dava açtım hiç bir yargıç davamı kabul etmedi.
Hep Türkiye'ye gelirdik. İlk kez pasaportunu çaldırdı.
Türkiye polisine giderse öldürüleceği korkusu ile 45 gündür akrabamızın evinde kalıyoruz.
Sonunda Yunan başkonsoloskuğundan memur alıp size getirdik.
Sen de 10 dakikada raporu yazıp verince koptu.
Bir saati geçti ağlıyor.
Niye?
Ben bunca Türk'ü niye öldürdüm. İnsanların benden haberleri yok.
Böyle şerefli insanlara soy kırım yaptım, ben öleyim artık diyor.
Git işine kadın, öyle şey olsa, fırsatı ganimet bilir çoktan Yunan elçiliğine varmıştı. Dalga geçmeyin, bırakın da çayımı içeyim.
Kalk o zaman da gör adam orda, bankta ağlıyor.
Kaldır götür.
Gitmiyor.
Ben varıncaya kadar şube müdürüm, başkomiserlerim, her kıtadan turistler etrafını sarmış.
Kendi akrabaları onun zalimliklerini İngilizce, Fransızca, Almanca, TÜRKÇE anlatıyor.
Ben şok oldum.
Adam doğrulup;
Alaattin bey, sen bana hayatımın dersini verdin. Ben Türklerin böyle şerefli millet olduğunu bilmiyordum, kan içen yamyamlar olduğunu öğrenerek büyüdüm, bu işkenceleri yaptım, cinayetler işledim. Elini ver öpeyim Türk milleti adına bağışla beni.
Benim böyle yetkim de yok, senin böyle suç işlediğine dair belgem de yok.
Sözüne güvenip yurt dışında olmuş dediğin olaylara ait sen de bende de belge yok.
Ben değil amirlerim, meslektaşlarım, kumkapı karakol amir memurları herkes bu adam yüzünden şok yaşadı.
Şube müdürem, dedi ki;
Alın bu manyak katili doğru konsolosluğa götürün, bir daha getirmeyin, bize ulaşan böyle bir ihbar yok.
Bu belki sonradan çok kolay şekilde yalanlanıp inkar edilerek Türkiye'yi küçük düşürecek planlı bir operasyondu.
Biz buna şans tanımadık.
Ama, benim Yunan turistlere gösterdiğim eşit insan muamelesi yüzünden sayısız Avrupa'lı turist bana şöyle diyordu;
"- Yunanistan'a bir giriş yap, işkencelerden işkence beğen. Öldür bunları!"
Türk düşmanlığı ile büyütülmüş bir sapkın ırkçı efsanesi okudunuz.
Bunu tüm insanlığa yayınız.
Alaeddin Yavuz
Bu olayı 15 yıldan önce Bloglarımda yazmıştım