İbrahim-İsmail
Efsanesi
Ben Hişam, bin
Muhammed El Kalbi’ye H.201 yılında okuyordum.
Babam ve diğerleri
bize anlatıyorlardı ben onların sözlerini aynen yazdım.
İbrahim oğlu
İsmail’in Mekke’ye yerleştiğinde pek çok çocuğu oldu ve bunlar Mekke’yi
doldurarak Amalikalıları (devler)
oradan sürdüler. Zamanla Mekke kendilerine de dar geldi ve aralarında harpler,
düşmanlıklar çıktı. Bir kısmı diğer bir kısmını sürdüler. Sürülenler ülkede
yayıldılar, yeni geçimlikler aradılar.
Onları putlara ve
taşlara tapmaya sürükleyen sebep şu oldu. Mekke’den uzaklaşan bir kimse “Kutlu
Eve” saygısından ve Mekke’ye olan derin bağlılığından ötürü yanına kutlu
bölgeden bir taş almadan uzaklaşmazdı. Nerede konaklarsa onu bir yere koyarlar
ve tıpkı Kâbe’yi tavaf ettikleri gibi kendilerine uğur getirsin diye ve saygı
ve sevgilerini ifade amacıyla onu tavaf (etrafında dönme) ederlerdi.*
Kâbe’ye ve Mekke’ye
olan saygıları da devam ediyordu. Hz. İbrahim ve Hz. İsmail ‘den öğrendikleri
üzere hac ediyor, umre yapıyorlardı.
(*Yıldız İbadeti. Gezegenlerin güneş etrafında
dönmelerini taklit amacıyla yapılan ibadet. Sabiler, gök cisimlerinin tanrı ve
meleklerinin şekilleri olduğuna inanırlardı. Arapların ve Kürtlerin en eski
halk oyunu olan ve günümüzde de yaptıkları halay çekmek aynı anlama gelir. A.
Yavuz)
Putperest
Yaşam;
Bu davranışları
onları git gide hoşlarına giden şeyleri yapmaya götürdü, asıl dinlerini
unuttular, İbrahim ve İsmail’in dinini başkasıyla değiştirdiler. Putlara
taptılar ve kendilerinden önceki toplumların durumuna döndüler. Hz. Nuh’un
kavminin tapmış oldukları putları hatırladıkları kadar yeniden çıkardılar.
Aralarında İbrahim ve İsmail çağlarının adetlerini devam ettirenler vardı:
Kâbe’ye saygı onu
tavaf, hac, umre, Arafat’ta ve Müzdelife’de vakfe kurban sunmak, hac ve umre
esnasında Lebbeyk çağırış gibi bu adetlere kendiliklerinden bir takım daha
adetler katarak.
Nizar kabilesi
ihlal sırasında şöyle derdi;
Buyur Allah’ım
buyur! Buyur senin ortağın yoktur. Ancak bir ortağın vardır. O da senin hükmündedir. Sen ona ve onun
sahip olduklarına hükmedersin!
Telbiye ederek onu
birliyorlardı. İlahlarını da yanına katıyorlardı, fakat sahipliğini de yine
onun eline veriyorlardı.
Allah peygamberine
“Onlardan çoğu Allah’a, ancak Ona ortak koşarak inanırlar.” Buyuruyor.
‘Akk kabilesi
telbiye sırasında oğullarından siyah olan ikisini önlerine katarlar ve bunları
kervanın önünde yürütülürler ve şöyle söylerlerdi;
Biz Akk
kabilesinden iki kargayız. Onları takiben Akk kabilesi de şöyle derdi; Akk
kabilesi sana teslimdir. Yemenli kullarındır. Bize izin ver ikinci defa hac
edelim.
(Kara Karga, İran Mitra/Mihr dininde Mitra-Güneş’in habercisidir.
Adı “Sol’dur. Mitra yer altına indiğinde yani öldüğünde karakarga kutsal
kılınmıştır. Zervanilik, Grek ve Roma Mitracılığı dinlerinde karakarga yerini
korumuştur de Diana’nın da habercisi olmuştur. Kur’an’da geçen “Yazık o
solculara” ifadesinde kast edilen günümüz solcuları değil, şeytan ibadeti,
Güneş’i bırakıp Ay’a veya öteki dev ve cüce cinlere tapınanlar, onlardan medet
umanlar kast edilmektedir. A. Yavuz)
Rabia kabilesi hac
ettiklerinde şartlarını getirip durulacak yerlerde durduktan sonra ilk nafr’de
dağılırlar, günümüz Müslümanları gibi taşrikin sonuna kadar beklemezlerdi.
İsmail’in dinini
ilk değiştiren, putları diken Sa’iba Vasila, Bahira, ve Hamiya’yı getiren kişi
Amr b. Raiba’dır ki Luhayy b Harişa b. Amr b. Ânir el Ezdi’dir ve Huza’nın
babasıdır.
‘Amr b. Luhay’ın
annesi, Amr b. El Hariş’in kızı Fuhayra idi. Mudad el Cürhümi’nin kızı Kam’a
olduğu da söylenir.
El Hariş, Kâbe’nin
yöneticisiydi. ‘Amr b. Luhayy büyüyünce yönetim işinde onunla anlaşmazlığa
düştü, İsmailoğulları ile birleşip Cürhümilerle savaştı. Onları yendi, Kâbe’den
uzaklaştırdı. Mekke’nin dışına sürerek “Kutlu Ev’in “bekçiliğini üzerine aldı.
Sonra ağır bir hastalığa
tutuldu. Kendisine Suriye’de Balka denilen bir yerdeki kaplıcaya giderse
iyileşebileceği söylenildi. Iraya gitti, yıkandı ve iyileşti. Oranın halkının
putlara taptığını gördü.
Bunlar nedir? Diye
sordu.
Dediler ki;
Biz bunların
aracılığı ile yağmur ve düşmana karşı yardım isteriz. Bunun üzerine kendisine de
onlardan vermelerini istedi. Verdiler. Onları Mekke’ye getirdi ve Kâbe’nin
çevresine dikti.
Asaf ve Naile
Ebû’l Münzir Hişam
b Muhammed dedi ki;
El Kalbi’nin Ebu
Salih’ten onun da İbn Abbas’tan naklettiklerine göre Asaf b. Ya La adlı
Cürmühilerden bir erkek ile Zeyd’in kızı vardı. Asaf Yemen’de Naile’ye âşık
oldu. Kabileleri hac için Mekke’ye geldiklerinde Kâbe’nin içinin boş bulunduğu
bir sırada kutsal evin içinde cinsel
ilişkiye girdiler ve anında iki
taş haline geldiler. Ertesi sabah halk onları öylece buldular. Dışarı
çıkartıp durmakta oldukları şimdiki yerlerine diktiler. Daha sonra Hüza ve
Kureyş ve Araplardan Kâbe’ye hacca gelenler onlara tapındılar.
Bunları ilk put
edinenler Huzeyl ve Müdrike’ydi.
(Sabi dini ve uzantıları olan dinlerde tapınaklar
zaten cinsel birleşme ayinlerinin yapıldığı yerdi. Tapınak görevlilerinin
çaldıkları müzik ve söyledikleri ilahiler eşliğinde başrahibe veya başrahip
bütün vücudunu örten burka ya da çarşaf-peçe giyerdi. Baş Tanrı kabul edilen
heykelin önündeki sunağın yanında dans ederdi. Sunak kesilen kurban kanlarıyla
yıkanır ve çevresi tahıl ve yiyecek adaklarıyla çevrilirdi. Tapınılan tanrının
veya cinin ruhu orada bulunan heykele gelirdi. Heykel canlanırdı ve rahip ya da
rahibeyle cinsel ilişkiye girerdi. Böylece o yılın bereketi garantilenirdi.
Tapınaklarda görevli bütün rahipler ve rahibeler Allah’ın karılarıydı. Bunlar
ayinsiz ve tapınak görevlisi olmadıkları halde bu işi yaptıklarından taş
edilmiş olduklarına inanılmış ve onlara tapınılmaları, halkın aşka verdiği
kutsallıktan başka şey değildir. Halkın onlara tanrı putu olarak değil de
aşkları uğruna başlarına gelen yazgıya razı olmalarının uyandırdığı saygıdır. Hala
Müslüman hacılarca da kutsal sayılan putlardır. A. Yavuz)
Süva, Vadd,
Yegüs, Yeük Putları
Medine çevresinde
Yanbu bölgesinin Ruhat
yöresinde bulunan Süva putunu tanrı edinenler ve bekçiliğini edenler Lihyan oğlullarıydı.
Ben Huzeyl’in
şiirlerinden onunla ilgili bir şey işitmedim. Sadece Yemenli bir adamın şiirini
işittim.
Kelb (Köpek) kabilesi Dümat el Candal’daki Vadd’i put edindi.
(Yezidilerde siyah köpek kutsaldır. A.Yavuz)
Mezhic kabilesi Yegüs’ü put edindiler Şair şöyle dedi;
Yaşa Vadd-
çünkü artık bize helal değildir kadınlarla oynaşmak, din işi ciddiye aldı.
Bir başkası şöyle dedi;
Yegüs yürüttü bizi Murad’a doğru,
Tan atmadan
saldırdık onlara!
Hayyan kabilesi de Yeük’ü put edindi O
San’a’ya Mekke yönünde iki gecelik uzaklıkta bulunan Hayvan adlı bir köyde
bulunuyordu. Hamdan’ın ve öteki Arapların onunla adlandıklarını işitmedim.
Onların veya diğerlerinin onunla ilgili şiirlerine rastlamadım. Bunun sebebi,
onların San’a ‘ya yakınlıklarından Himyerlilerle karışmış olmaları ile Zu Navas
Yahudi olduğunda onlar Yahudi olurken birlikte Yahudi oluşlardır.
Nesr Putu
Himyerliler
Nesr’i put edindiler.
Himyerliler ona
Balha adlı bir bölgede tapınıyorlardı. Ancak, Himyerlilerin onun hakkında
şiirlerinde ve adlarında yer vermediyseler bunun da sebebi Tubba zamanında
Yahudi olmalarındandır.
Himyerlilerin Sa’a’da
“Ri’am adlı bir tapınakları vardı. Ona saygı gösterirler
ve yanında kurbanlar keserlerdi. İçinden sesler geldiği söylenirdi. Tubba Irak seferinden
döndüğünde yanında bulunan iki Haham, Ri’am tapınağını yıkmasını söylediler.
Böylece tapınak yıkıldı ve Yemenliler Yahudi dinine girdiler. Bu yüzden ne Ri’am
ne de Nesr putu hakkında şiire veya ada rastlanılmaz.
Araplar
şiirlerinden sadece İslâm’dan kısa süre önceki olanlarını koruyabildiler. Hişam
Ebu’l Münzir “ben sadece Ri’am hakkında şiir işitmedim ancak diğerleri hakkında
işittim!”
Bunlar Nuh kavminin
taptığı beş puttur. Allah peygamberine indirdiği Kur’an’ında onları andı;
“Nuh dedi ki ya
Rabbi, onlar bana isyan ettiler, mallarının ve evlatlarının kendilerine büyük
bir ziyandan başka getirmediği işlere uydular. Büyük bir hile düzdüler. Ve
dediler ki; Putlarınızı sakın bırakmayın, Vadd’i, Süva’yı,Yegüs’ü, Yeük’ü ve
Nesr’i terk etmeyin. Onlar çok sapıttılar. Zalimlerin sapıklıklarından
başka bir şeylerini arttırma!”
Amr Lahayy,
putçuluğu yayınca Araplar putlara taptılar ve onları ilahlar edindiler.
Allah’ın
Kızları Menat, Lat Uzza
Onların en eskisi Menat ‘tı.
Araplar çocuklarına
“Abd Menat, Zeyd Menat gibi adlar koyarlardı.
Menat, Mekke ile
Medine arasında El Muşallal yöresinde Kudayt denilen yerde, sahilde dikiliydi.
Evs, Hazreç kabileleri Mekke ve Medine ile komşu yörelerdekiler onu sayarlardı
ve ona çevresinde kurbanlar keserlerdi.
Ma’add oğulları
İsmail’in dininin kalıntılarına bağlıydılar, Rabia ve Muzar da onun
kalıntılarına bağlıydılar.
Hiçbir kabile
Menat’a Evs ve Hazreç kabileleri kadar saygı göstermediler.
Eb’ul Münzir Hişam
b. Muhammed dedi ki;
Evs ve Hazreç
kabilelerini çok iyi tanıyan Ebu Ubeyde b. Abdullah b Ebu Ubeyde b Emmar b.
Yasir’den naklen anlatıldığına göre, Evs ve Hazreç kabileleri ile Yesrib
(Medine) ve diğer yerlerin Araplarından onların dinine uyanlar hac ederler.
Vakfelerde herkesle birlikte dururlar fakat başlarını tıraş etmezlerdi. Tavafı
bitirdikten sonra Menat’a gelirler başlarını bu putun yanında tıraş ederlerdi.
Bu son hareket
olmaksızın haclarını bitmiş saymazlardı.
Evs ve Hazreç’in
Menat’a aşırı saygılarını Abdüluzza b. Vadi’a el Muzani veya başka bir Arap
şöyle anlatırdı;
“Burada gerçekten,
doğru, samimi bir yemin ettim. Hazreç kabilesinin kurban yerinde Menat’ın
yanında”.
Cahiliye devrinde
Evs ve Hazreç kabilelerine toptan Hazrec denilir, kurban yerlerine de Hazreç
Kabilesinin Kurban Yeri” denilirdi.
Allah’ın andığı
(Necm Suresi) Menat budur. Öteki üçüncü Menat Huzeyl ve Hüzza’ya aitti. Kureyş
ve bütün Araplar ona saygı gösterirlerdi. Durum Allah’In elçisinin H.Sekizinci
yılda Medine’den çıkışına kadar böylece sürdü. Bu yıl Allah’ın Mekke’nin
fethini bahşettiği yıldı.
Zülfikâr’ın
hikâyesi (Ali’nin kılıcı);
Medine’den
çıktıktan dört veya beş gece geçtikten sonra peygamber Ali’yi gönderdi ve Ali
gidip onu yıktı. Orada bulunan şeyleri de aldı, peygamberin huzuruna getirdi.
Aldığı şeylerin arasında Ğassan kralı Hariş b. Ebu Şamir El Ğassani’nin
hediyesi olan iki kılıç vardı. Birisinin adı Mihzam, öbürününki de Resub idi.
Bunlar Elkama’nın
şiirinde anlattığı El Hariş’in iki kılıcıdırlar;
Demirden iki göğüs zırhı üst üste ve
üzerlerinde
İki kıymetli kılıç: Mihzam ve Resüb!
Peygamber bu iki
kılıcı da Ali’ye verdi. Ali’nin kılıcı Zülfikâr (Zü’l fakâr) bu ikisinden
birisiydi. Ali’nin bu kılıçları Fals
mabedinde bulduğu da söylenir. Fals mabedi, Ali’nin peygamberin emriyel yıktığı
Tayy kabilesinin putudur.
El Lat putu;
Onlar daha
sonraları El Lat’ı put edindiler. El Lat Taif’te bulunuyordu. Menat’tan
sonradır. O dört köşe bir kaya parçasından ibaretti. Bir Yahudi onun yanında
buğday dövmeyi adet edinmişti. Bekçileri Şakif kabilesinden Ettab Bin Malik
oğullarıydı. Onun üzerine bir bina yapmışlardı. Kureyş ve bütün Araplar ona
saygı gösteriyorlardı.
O oranda Araplar
çocuklarına Zeyd El Lât ve Teym el Lât adlarını veriyorlardı. Lât bu günki Taif
camisinin sol minaresinin yerinde bulunuyordu. Bu Allah’ın Kuran’da andığı
Lât’tır.
” El Lât ve El Uzza
hakkında ne dersiniz?”
‘Amr b. El Cuayd
ondan şöyle bahseder;
Eğer ben Ka’sa’ da
olan bağımdan geçersem,
Tapmaktayken El Lât’ı terk eden kişiye benzerim.
El Mutalammış Amr
b. El Münzir bir taşlamasında ondan şöyle bahseder;
Sen beni taşlama
korkusundan sürdün, fakat hayır,
El Lât ve
dikilmiş taşlar hakkı için benden
kurtulamazsın!
Bu durum Şakif
kabilesinin Müslüman oluşuna kadar sürdü. Allah’ın elçisi Muğire b. Şu’ba’yı gönderdi. O da onu yıktı ve ateşleyip yaktı.
Şaddad b ârız el
Cüşami putun yıkılışı ve yakılış sırasında Şakiflilerin ona dönmesini
engellemek ve ona düşman etmek için şöyle diyordu;
El Lat’ı
korumayınız, onu yok eden Allah’tır!
Kendini korumayanı
siz nasıl korursunuz.
İşte ateşle yandı
alevlendi
Taşları uğruna
savaşmadı bile değersiz!
Allah’ın elçisi
ülkenize geldiğinde
Döner ve o puta hiç
kimse yardım etmez.
Evs b. Hacer El
Lât’a yemin ederek dedi ki;
El Lât’a, El
Uzza’ya ve ona hizmeti tanıyan herkese yemin ederim,
Ve Allah’a da yemin
ederim ki, Allah onların hepsinden yücedir!
Uzza Putu
Sonra da el Uzza’yı
put edindiler.
O lât’tan ve
Menat’tan sonradır. Ben Arapların El Uzza’dan önce bu ikisinin adını
taktıklarını işittim. Temim b. Murr oğluna “Zeyd Menat” b Temim b. Murr. B. Udd
b. Tabiha adı koyduğuna ve “Abd Menat ismine El Lat ismini de Şa’laba b.
Ukabe’nin oğluna “Teym El Lat diye taktığına ve “Teym El Lat” b. Rufayda b. Savr,
“Zeyd El Lat” b. Rufayda b. Şavr (b.Vabara b. Murr b. Udd b.Tabiha) Teym El
Lât” b. Namir b. Kâsıt, “Abd el Uzza” b. Kâb b. Sa’d b. Zeyd Menat b. Temim
adlarına rastladım. Böylece El Uzza ilk ikisinden sonra oluyor.
Abd el Uzza, b. Kâb
en eski Arap adlarındandır.
El Uzza’yı put
edinen kişi Zâlim b. Es’ad idi. O Suriye Nahla’sının kuzeyinde El Ğumeyr’in
karşısında Mekke’den Irak’a çıkışta sağda Huraz adlı bir vadide bulunuyordu. Bu
vadi Zât ‘Irk’ın, El Bustan’a doğru dokuz mil yukarıdadır. Zalim b. Es’ad onun
üzerine bir ev yaptırmıştı. İçinden ses işitirlerdi.
Araplar ve Kureyş
çocuklarına onun adıyla “Abd el Uzza” diye ad koyarlardı. O Kureyş’in en büyük putuydu.
Onu ziyaret ederler, hediyeler sunarlar, yanında kurbanlar keserlerdi.
Allah’ın elçisinin bir gün ondan
bahsettiğini işittik;
-“Ben kavmimin
dinindeyken el Uzza’ya boz bir koyun sundum.”
Kureyş kabilesi
Kâbe’yi şöyle diyerek tavaf ederlerdi;
Lât hakkı için,
Uzza hakkı için!
Onlar yüksek
turnalardır.
Onların
şefaatlerine umut bağlanabilir.
Üçüncüleri Menat
hakkı için!
Derler di ki;
Onlar Allah’ın
kızlarıdır. Onun yanında şefaatçidirler. Allah elçisini gönderdiğinde ona şöyle
vahyetti;
“El Lât, el Uzza ve
üçüncüleri Menat hakkında ne dersiniz? Oğullar sizin de kızlar onun mu? O zaman
bu haksız bir üleştirme olur. Onlar sadece sizin atalarınızın Allah’tan hiçbir
yetkileri olmaksızın takmış oldukları adlardır.”
Kureyş ona Hüra
vadisinde Sükam adlı bir dağ yarığını mesken yapmıştı ve orası Kâbe’nin kutlu
bölgesi gibi kutlu olmuştu. Ebu Cündâb el Huşali el Kırdi’nin tutkun olduğu bir
kadın hakkında söylemiş olduğu sözlerde şöyle geçer (Kadının Uzza’ya olan
yeminini hatırlatır)
-Bütün varlığıyla
yemin etmişti, büyük bir yemin,
Sükam tepelerini
kutlulaştıran tepeye and içmişti,
Elbisemi
göndermezsen git!
Hayatımızın sonuna
kadar seninle asla konuşmayacağım!”
Ümmü Huvayris’ten
ayrılık ona acı veriyor,
Meramı ne şekilde
olursa olsun durumu düzeltmek!
Uzza’nın kutlu
sahibine and olsun!
Evinin önünde sarih
bulunan ilaha and olsun.
Uzza’nın kurban
kesilen bir meydanı vardı, oraya Gabgab denilirdi. El Hüzali Esma adında güzel
bir kadınla evlenmiş olan birisini taşlarken ondan bahseder;
Esma danacığın
çenesiyle evlendirildi,
Bânu Ğanem’den bir
adamın kurban ettiği boz bir dananın!
Danayı Uzza’nın
gabgabına sürdüğü sırada,
Gözünde bir leke
fark etti ve dağıtmakta acele etti!
Kurban etlerini o
sırada oraya gelenler arasında üleştirirlerdi. Gabgab Nuhaykatu’l-Fazari’nin
âmir b. At Tufeyl’e olan sözlerinde geçer;
Ey âmir, eğer
mızraklarımız sana erişebilseydi,
Mina’ya ve Gabgab’a
koşan develer hakkı için,
(Ya kendini bir
kılıcın dürtüşünden kaçarak kurtarırdın,
Keskin ve kana
susamış (bir kılıcın); Ya da şerefsiz bir şekilde geberirdin)
Ondan Kays b.
Munkiz b . Ubeyd b. Zâtırb. Habeşiyya b. Salül (El Huzai) de bahseder (Onu
Kinane’den Hudad oğullarından bir kadın doğurmuştur.. Bazıları kadını Hüdad
Muharib’den sayarlar) bu Kays b. El Hüdadiyye el Hüzaiyye’dir.
“Biz ilk andı
Allah’ın evine içtik,
Yoksa Gabgab’daki
dikili taşlara içerdik.”
Kureyş kabilesi ona
özellikle saygı gösterirdi.
Zeyd b. Amr. B.
Nufeyl (Cahiliye devrinde kendi kendine ibadet eder, Uzza’ya ve diğer putlara
tapmazdı) bu konuda şöyle demiştir;
Lât’ı da Uzza’yı da
hepsini terk ettim,
Kuvvetli ve sabırlı
olan böyle yapar,
Bundan böyle ne
Uzza’ya ne onun iki kızına inanıyorum,
Ne de Ganem
oğullarının iki putuna giderim.
Hubel’i de ziyaret
etmem.
Ki o aklımın
ermediği çağda bize ilahtı.”
Uzza’nın bekçileri
Banu Sülaym’den Banu Şeyban b. C abir b. Murra (b. Abs Rifa’a b. El Hâris b.
Utba b. Süleym b. Mensur) idi. Onlardan son bekçilik eden Dubeyye (b. Harami as Şulami) idi. Ebu Hiraş el Huzali Dubeyye’den bahseder.
Kendisi ona gelmiş ve bir çift iyi sandalı ondan hediye olarak almıştı.
-Sandallarım
eskidiğinde bana sandal giydirdi,
Dubeyye o ne iyi
dosttu,
Genç bir öküzün
derisinden yapılma,
Birbirine uygun
güzel bir çift sandal.
Ey yolcuların durak
yeri,
Eşyalarını soğuk ve
nemli rüzgârların kamçıladığı yolcuların,
Dubeyye açlığına
kâselerle karşı koyuyordu.
Yuvarlak çöreklerle
dolu eritilmiş yağ ile örtülü kâselerle!
Uzza’ya ibadet, Allah peygamberini gönderinceye, peygamber
de onu ve öbür putları yok edip tapılmalarını yasak edinceye kadar ve
haklarında ayet ininceye kadar devam etti.
Bu yasak Kureyş’e
çok zor geldi. Ebu Uheyha (Sa’id b. El Âş b. Umeyye b. ‘Abd Şems b. ‘Abd Menaf)
ölüm döşeğine düşünce Ebu Leheb onu ziyarete gitti. Ve ağlar buldu.
Dedi ki;
Niçin ağlıyorsun ey
Ubeyhe, öleceğin
için mi? Fakat ondan kurtuluş yoktur!
-Hayır! Dedi.
-Korkuyorum ki artık benden sonra Uzza’ya
tapılmayacaktır!
Ebu Leheb dedi ki;
-Vallahi sen yaşadığınca ona senin sebebinle tapınılmadı,
senden sonra da senin ölümün sebebiyle ona tapılmaktan da geçilmez!
Ebu Ubeyhe, Ebu
Leheb’in ona tapmaktaki kuvvetli heyecanından çok memnun oldu ve dedi ki;
-Şimdi anladım ki,
benden sonra birisi bulunacak!
Fetih yılında
peygamber Halid b. Velid’i çağırdı ve dedi ki;
-Batnı Nahle’deki
ağaca git ve onu kes.! Gitti, kesti ve Dubeyye’yi yakalayıp öldürdü. Dubeyye
onun bekçisiydi.
Ebu Hiraş el Hüzayi
Dubeyye için şöyle ağıt yaktı;
Dubeyye’ye ne oldu?
O günden beri görmedim onu,
İçenlerin arasında
çıktığını tavaf ettiğini de görmedim,
Yaşasaydı sabahın
erken saatinde (şarap) dolu bir kâseyle çıkardı,
Hatif oğullarının
yonttuğu içki kaplarından bir kâseyle,
Onun büyük bir kül
yığını ve büyük bir tenceresi vardı,
Çorba kabı, kış
mevsiminin suyu sızdıran yalağına benzerdi.
Sükam ıssızlaştı,
boşaldı, yalnız vahşi hayvanlar,
Ve Garaf
çalılıklarında hışırdayan rüzgâr orada barınır.
Ebu’l Münzir dedi
ki;
-Yatifu, et
tavafan’dan tafa yatifu’dan gelir. ElHâtif Banu Amr b. Esad’ın bir koludur.
ElLakifu Arap dilinde dibine su vurarak çatlamış, kırılmış su yalağıdır. “Kad
lakifa’l Havzu” Su yalağı çatladı! Denilir.
Ebu’l Münzir dedi
ki;
Sa’id b. El Aş Ebu
Uhjeyhe, Mekke’de sarık sardı mı onun sarığından başka kimsede bulunmazdı.
El Enazi Ebu Ali
bize anlattı ve dedi ki ; Ali b. Aş Şebbah bize anlattı ve dedi ki; Ebu Münşir
bize bildirdi. Dedi i; Babam bana Ebu Şalih’ten o da İbn Abbas’tan naklen dedi
ki;
“El Uzza, Batnı Nahle’de üç hurma ağacında yaşayan
bir dişi şeytandı. Peygamber
Mekke’yi fethettiğinde Halid b. Velid’i göndererek dedi ki;
-Batnı Nahle’de üç
Semüre (hurma) ağacı bulacaksın! Birincisini kes!
Gitti, kesti.
Döndüğünde peygamber sordu;
-Bir şey gördün mü?
-Hayır! Dedi.
İkincisini de kes!
Gitti kesti. Döndüğünde sordu;
Bir şey gördün mü?
-Hayır! Dedi.
Üçüncüsünü de kes!
Buyurdular.
Gitti, fakat ne
görsün, önünde saçları
karmakarışık, elleri ensesinde dişlerini gıcırdadıp duran bir
cadı, arkasında da Dubeyye (B.
Harami aş Şeybani) as Sulami bekçisi. Halid’i görünce dedi ki;
-Ey Uzza, bir
saldırış saldır da beni yalancı çıkarma!
-Yürü Halid’in
üstüne, eteklerini dola, örtünü kaldır!
-Çünkü bu gün sen
Halid’i öldürmezsen,
Utanç içinde
devrileceksin! Kendini koru!
Halid dedi ki;
-Ey Uzza, seni
inkâr gerek, sana övgü değil!
-Gördüm ki Allah
seni alçaltmış!
Sonra ona vurdu,
başını kopardı, o anda cadı
simsiyah bir kömür oldu. Sonra
ağacı kesti ve bekçisi Dubeyye’yi
de öldürdü. Peygambere gelerek olanları
anlattı.
Buyurdular ki;
-İşte Uzza! Artık
Araplar için Uzza yok. Bu günden sonra ona tapılmayacak!
Bunun üzerine Ebu
Hiraş Dubeyye için yukarıda geçen beyitleri söyledi.
Ebu’l Münzir dedi
ki;
-Kureyşliler ve Mekke’de oturan diğer Araplar,
hiçbir puta, Uzza’ya gösterdikleri kadar saygı göstermezlerdi. Sonra Lât sonra da
Menat gelirdi.
Kureyşliler,
diğerlerinden ayrı olarak yalnız Uzza’ya ziyaretler yapar, ona hediyeler
sunarlardı. Sanıyorum ki bunun nedeni ona yakın olmalarıydı.
Kureyş kabilesinin Uzza’yı seçtiği gibi Şakif kabilesi de
Lât’ı seçmişti.
Aynı şekilde Evs
ve Hazreç de Menat’ı seçmişlerdi. Fakat hepsi de Uzza’ya büyük saygı
gösterirlerdi.
“Vadd, Süva, Yegüs,
Ye’ük ve Nesr’i bırakmayın!” ayetinde geçen Amr b. Luhayy’ın getirdiği beş puta
ise buna verdikleri kadar değer vermiyorlardı. Sanıyorum ki bu putlara uzak
olmalarından kaynaklanıyordu.
Kureyş gibi Gani ve Bahila kabileleri de Uzza’ya taparlardı. Peygamber Halid’i gönderdi, o da
ağaçları kesti, evi yıktı, putu kırdı.
Hubel Putu
Kureyş’in Kâbe içinde ve çevresinde de putları vardı.
Onlara göre bunların en büyüğü Hubel’di.
Duyduğuma
göre bu kırmızı akik taşından yapılmış insan şeklinde bir
puttu. Sağ kolu kırıktı. Kureyş onu bu şekilde almış, sonra ona altından bir kol yapmışlardı.
Onu ilk diken
Hüzeyma b. Müdrike b. El Ya’s b. Muzar’dı. Bu yüzden ona “Hüzeyma’nın Hubel’i” diyorlardı.
O Kâbe’nin
içinde bulunuyordu ve önünde yedi
fal oku vardı.
Oklarının birisinde
“Şarih=Saf” yazılıydı, diğerinde “Mulşak=Saf
değil-iğreti” yazılıydı. Doğan çocuğun
kendilerinden olup olmadığından şüphelendiklerinde, önce Hubel’e adak
sunarlardı ve ardından fal oklarını çekerlerdi. “Şarih”
çıkarsa çocuğu kabul ederler, “Mulşak” çıkarsa ret ederlerdi. Ölüm üstüne ve nikâh üstüne de bir ok vardı. Diğerini öğrenemedim.
Bir mesele, bir
anlaşmazlık olduğunda, bir yola veya ticarete niyetlendiklerinde gelirler, onun
önünde fal okları çekerlerdi. Ne çıkarsa ona göre hareket ederler, karar
verirlerdi.
Abdülmutallip, onun
yanında oğlu peygamberin babası Abdullah hakkında fal oku çekmişti. Ebu Süfyan b.
Harb’in Uhud günü muzaffer olduğunda hitap ettiği put da budur.
-Yücel Hubel!
(Yani, Dinin yücelsin!)
Peygamber de şöyle
karşılamıştı.
-Allah hepsinden
büyük, hepsinden yücedir!
Asaf ve Naile
putları
Onların Asaf ve
Naile adlı putları da vardı.
Bu ikisi taş
olduklarında halka ibret olsun diye Kâbe’nin yanına diktiler. Fakat üstünden
uzun süre geçip de putlara tapınmaya başlanınca onlarla birlikte bunlara da
tapınıldı. İki taştan birisi hemen Kâbe’nin yanında, öteki Zemzem kuyusuna
yakın dikiliydi. Kureyş Kâbe’nin yanında bulunanı öbürünün yanına taşıdı.
Onların yanında kurban keser, hayvan boğazlarlardı.
Ebu Talip, Kureyş
peygamber konusunda Banu Haşim’e karşı anlaştığında onlara and içerek o ikisi
hakkında şöyle demişti;
-Soyumu ve kabilemi
Kâbe’nin yanında topladım,
Çizgili Yemen örtüsünden
giysisini tuttum,
Aş’arların
bineklerini çöktürdükleri yerde,
Asaf ve Naile’den
çıkan sulara and olsun!
(Dedi ki El Veşail
çizgili kumaş demektir)
Asaf’tan Bişr b.
Ebu Hazim (El Esadi) şöyle bahseder;
-Başında kuşlar
oturuyormuş gibi hareketsiz, ona yaklaşılmaz. Hayızlıların Asaf’ın önünde
duruşları!
Ruza
Tapınağı-Putu;
Araplar “Abd”
ile başlayan adlar kullanırlardı. Bunun putlarla ilgili olup olmadıklarını
bilmiyorum. Örneğin, “Abdu Yalil”, “Abdu Ganem”, Abdu Kulal”, “Abdu Ruza”.
Bazı raviler Ruza’nın,
Banu Rabia b. Ka’b b. Sa’d b. Zeyd
Menat’ın tapınağı olduğunu
söylerler, el Mustavgir onu yıkmıştır. (Bu’Amr b. Rabia, b. Ka’b b. Sa’d
b.Zeyd Menat b. Temim’dir. Fakat şu şiiri söylediğinden El Mustevgir diye
anılır;
Su baldırımda
cızırdıyor,
Sıcak sütte pişirme
taşlarının cızırdadığı gibi.
Dedi ki El Vagir
sıcak, kaynar demektir.
El Mustevgir
İslamiyet çağında Ruza’yı yıktığında şunları söylemişti;
Ruza’ya bir
saldırış saldırdım,
Karanlık fundalıkta
harabeye çevirdim onu!
Ve onun istemediği
şekilde “Abd Allah” diye bağırdım
Çünkü ancak “Abd
Allah” (Abdullah) gibi birisi haram bölgeyi zapt edebilir.
İbni Edhem (Kelb
kabilesinden Amir b. Avf oğullarından birisi) de şunları söyledi;
Kavmimizden
atlılarla karşılaştım,
Seni
“Ayyar’ın “çekirgelerine benzettiler.
Onları görünce ürktün,
Tıpkı domuzun sıcak
sudan ürktüğü
gibi!
İbn el Kalbi dedi
ki; “El İgar” sıcak su demektir. “’Ayyar” da Kelb kabilesinden bir adamdı,
soğuk bir sabah çekirgelerin hücumuna uğradı. “’Ayyar’ın bir dişi eksikti, yeri de boştu. Çekirgeleri
yemeye başladı. Birisi diş boşluğundan dışarı kaçtı (Ölmemiş).
Ayyar dedi ki;
-Vallahi bu canlı, ölmemiş!
Beyitte geçen
“ganazuke” atlılar seni Ayyar’ın çekirgeleri sıkıştırdığı gibi sıkıştırdılar demektir.
Kâbe’nin
Putlardan Arındırılması;
Allah’ın elçisi
Mekke’nin fethi günü zaferden sonra mescide girdi. Putlar Kâbe’nin çevresinde dikili duruyorlardı.
Yayının boynuzuyla onların gözlerine ve yüzlerine dürtmeye başladı, aynı zamanda şöyle diyordu;
-“Hak geldi batıl
zaten gidicidir!”
Sonra buyurdu, putları
yüz üstü devirtti, hepsi mescidin dışına çıkarılıp yakıldılar.
Raşid b.
Abdullah es Sulami bu konuda şunları
söyledi;
Dedi ki;
-Gel (eskisi gibi)
konuşalım!
-Olmaz! Dedim.
Allah ve İslâm bunu
bana yasak ediyor.
Muhammed’i ve
ümmetini görmedin mi?
Fetihten sonra
putlar kırılırken,
Asıl sen Allah’ın
nurunun yayılışını görmeliydin!
Şirk’in yüzünü
karanlık bürürken!
Menaf Putu
Dedi ki onların Menaf’ı
da vardı.
Ona nispeten
Kureyşliler “Abd Menaf” diye adlar koyarlardı. Fakat ben onun nerede
bulunduğunu ve onu dikenin kim olduğunu bilmiyorum.
Hayızlı
(aybaşılı) kadınlar putlarına yaklaşamaz ve onlara dokunamazlardı, ancak
belirli bir uzaklıkta dururlardı.
Bu konuda Ba’l’a b.
Kays b. Abdullah b. Ya’mar cüzzamlı olan aş Şeddah el Layşi ile aynı kişidir,
şunları söylemiştir. (Hişam b. Muhammed Abû’ül Münzir dedi ki;
Hâlid b. Sa’id b.el
Âş bana babasından naklederek dedi ki; Kendisinden soruldu;
-Bu nedir ey Ba’l’a?
Dedi ki;
Bu Allah’ın
parlattığı kılıcıdır);
İbn el Hüreyzi
Zamam’da bıraktım.
Arkadaşlarıyla birlikte
aç gözlü kuşlar çevrelerinde dönüyorlardı.
Atların
ilerlemesine ancak,
Zayıf ve yetimlerin
inleyişleri karşı geliyordu!
Düşmanları da
bıraktım, kuşlar biraz uzaklarında bekleşiyorlardı.
Hayızlı
kadınların Menaf’ın çevresinde bekleyişleri gibi.
İbn el Kalbi dedi
ki;
El Mu’tanizu, bir yerden beride duran demektir.
Dedi ki; Mekke’li her ev sahibinin bir putu vardı, evlerinde
ona taparlardı. Birisi bir yolculuğa niyetlendiğinde evinde yaptığı son iş
eliyle ona dokunmak olurdu. Yoldan döndüğünde evine girer girmez yaptığı ilk iş
aynı şekilde ona dokunmak olurdu.
Allah peygamberini
gönderdiği o da onlara Allah’ın birliğini bildirip, yalnız O’na ibadet
etmelerini, ortak koşmamalarını söylediği zaman dediler ki;
-“Ne o? İlahları bire mi indirdi? Doğrusu bu şaşılacak
şey!” Putlarını kast ediyorlardı.
Putlara
Kurban Kesme Geleneği;
Araplar putlara
tapmayı kolaylaştırmışlardı.
Bazıları bir tapınak bazıları da bir put edinmişlerdi.
Bir puta veya
bir tapınağa gücü yetmeyen, Kâbe’nin veya diğer tapınaklardan birinin önüne
hoşuna giden bir taşı diker, sonra tapınağı tavaf eder gibi onu tavaf ederdi. Bu taşlara “El Enşab”
derlerdi.
Bunlar heykel
şeklinde olursa yani belli birer
şekilleri olursa bunlara “El Eşnam”
veya “El Evşan” derler, onları tavaf etmeye de “Ed Devar”
derlerdi.
Birisi bir yolculuk
sırasında konakladığında dört tane
taş alır, içlerinden en güzelini seçerek onu ilah edinir diğer üçünü de tenceresine pişirme taşı yapardı.
Ayrılırken onu orada bırakırdı. Başka konaklayışlarında da aynı şeyi yapardı.
Araplar bütün bu
taşlara kurban keserler, hayvan boğazlarlardı. Böylece onlara yaklaşırlardı.
Bununla birlikte Kâbe’nin hepsine üstünlüğünü tanırlardı. Hac ve umre için ona
giderlerdi.
Yolculukları
sırasındaki davranışları da sırf Kâbe’deki hareketlerini hatırlayarak, ona olan derin
eğilimlerinden ötürü böyle yapıyorlardı.
Taşlarının veya
putlarının yanında kestikleri koyunlara “El Ata’ir” diyorlardı. (Arap dilinde
“El Atira, Ez Zabiha” boğazlanmış demektir.) Kurban kestikleri yere de “El İtr”
(Sunak) derlerdi.
Bu konuda Zuheyr b.
Sulma şunları söylemiştir.
-Onu bıraktı ve bir
gözetleme kayasının üzerine uçtu.
Başını kurbanın
kana buladığı bir kurban taşı gibi!”
Hüza’dan Muleyh
oğulları bunlar “Talha et Talahat’ın soyudurlar. Cine taparlardı. Onlar hakkında şu ayet indi.
-“Muhakkak ki
Allah’tan gayri taptıklarınız da sizin gibi kullardır!”
Zu’l Halasa
Putu;
Zu’l Halasa,
üzerine bir çeşit taç oyulmuş ak
bir taştı. Mekke ile Yemen
arasındaki Tabalâ’da, Mekke’den yedi gecelik uzaklıkta bulunuyordu. Bekçileri Bâhila, b. ‘A’şur’dan Ümame oğullarıydı. Haş’am, Bacila, Ezd es Serat ve Havazin Araplarından onlara komşu olanlar ona saygı gösterirler ve
kurbanlar sunarlardı. Onlardan biri şunları söylemiştir;
-Ey Zu’l Halasa,
eğer sen kan davasıyla görevli olsaydın,
Benim gibi ve senin
baban gömülmüş olsaydı,
Düşmanın
öldürülmesini yasak etme hatasına düşmezdin!
Bu adamın babası
öldürülmüştü, intikam almak istiyordu. Zu’l Halasa’ya geldi, önünde fal
oklarını çekti, fakat yasaklayıcı ok çıktı, bunun üzerine yukarıda geçen beyitleri
söyledi. Bu beyitleri İmraa’l kays b. Hucr el Kandi’ye atfedenler varsa da
yanlıştır.
Hıdaş b. Züheyr el
Amiri bu konuda aralarındaki bir antlaşmayı kast ederek kendilerini bu
antlaşmada aldatan “Aş’aş b. Vahşi el Haş’ami’ye der ki;
Ona aramızdaki ilahı
hatırlattım,
Ve uzun süredir
mevcut antlaşmayı hatırladıysa!
Tabala günündeki ak
taşı da hatırlattım,
Hıristiyan olduğu
An Numan hapishanesini de!
Allah’ın elçisi
Mekke’yi fethettiğinde Araplar Müslüman oldukları ve temsilcileri ona
geldikleri zaman Cerir b. Abd
Allah da Müslüman olarak
gelmişti. (Allah adının İslâm
öncesi put oluşuna en büyük deliller arasında bu adlar önemli yer tutarlar.
Ayrıca bu cümle Allah’ın İslâm öncesi put olduğun, tartışmaya yer bırakmayacak
şekilde tam olarak ifade etmektedir. A.Yavuz)
Peygamber;
-Ey Cerir, beni
Zu’l halasa’dan kurtarmaz mısın?
-Hayhay! Dedi.
Peygamber de onu
gönderdi. Gitti, Bacila’daki Ahmas oğullarını da beraberine alarak puta yürüdü.
Haş’am ve Bahila putlarını korumak için savaştılar.
Bahila’dan o gün
onu koruyanlardan 100 kişiyi, Haş’amlardan da pek çok kişiyi öldürdü. Banu Kuhafe b. Amr b.
Haş’am’dan da 200 kişi öldürdü. Onları yendi ve bozguna uğrattı. Zu’lhalasa
tapınağını yıktı, ateşe verdi, tapınak yandı. Olanlar üzerine Haş’amdan bir
kadın şunları söyledi;
Ban’u Umame, el
Veliyye’de yığın yığın döküldüler,
Hepsi de
yaralarıyla inler halde!
En önemli işleri için gelmişlerdi,
Önlerine kılıçlarıyla kükreyen
aslanlar çıktı,
Ahmas kahramanları,
Haş’am kadınlarına da
Her yana dağılan
hakaretten pay düşürdüler! (“Hakaret” ile kast edilen, Cerir’in askerleri kadınlara
tecavüz etmişler. Allah’ın peygamberinin, tecavüzleri yasaklamamasına
bakıldığında pek de adaletli olmadığı anlaşılıyor. A.Yavuz)
Bu gün (İbn el
Kalbi zamanı), Zu’lhalasa putu, Tabala camiinin kapı eşiğidir.
Biz Allah’ın
elçisinin şöyle dediğini işittik;
-Devsler, alışık
oldukları şekilde tekrar Zu’lhalasa’ya
taparken kadınlarının kıçları birbirine çarpmadıkça dünyanın sonu gelmeyecektir!”
Sa’d Putu
Kinane’nin iki oğlu
olan Malik ve Milkan boylarının Cidde kıyısında Sa’d adlı bir putları vardı. Bu
uzun bir kayaydı. Onlardan birisi bir gün develeriyle, develeri de ona adamak
ve böylece onun tarafından takdis olunmak için puta vardı.
Tam puta
yaklaştıkları sırada, kendisinden önce başkalarının ona kurban kesip putu kanla
yıkanmış bıraktıklarından putu kanlar içinde gören develer ürktüler. Her birisi
bir tarafa dağılarak kaçtılar. Adam çok üzüldü, bir taş alarak puta fırlattı ve
dedi ki;
“Allah senin ilahlığını kaldırsın! Develerimi kaçırttın!” (Allah’ın Kâbe’nin en büyük putu, hepsinin başı
olduğuna kesin bir delil daha! A. Yavuz)
Sonra gitti,
develerini buldu ve şöyle diyerek uzaklaştı;
-Biz Sa’d’a bizi birleştirsin diye geldik,
Fakat bizi
darmadağın etti. Öyleyse biz Sa’ddan değiliz!
Sa’d artık çöldeki kayadan başka
bir şey değil!
Ona ne eğri ne
de doğru için dua edilir!
Zu’l Kaffeyn
Putu;
Davs’in yani Munhib
b.Devs oğullarının Zu’l-Kaffeyn denilen bir putları vardı. Müslüman
olduklarında peygamber, Et Tufeyl b. Amr ed Devsi’yi gönderdi, o da onu yaktı,
aynı zamanda şunları söylüyordu;
Ey Zu’l-Kaffeyn,
sana tapanlardan değilim!
Bizim doğumumuz
seninkinden daha şereflidir!
İşte senin içini
ateşlerle doldurdum!
Züşşara Putu;
Ezd (Yezit) soyundan el Hariş b. Yaşkur b. Mübaşşir
oğullarının Züşşara adlı bir putları vardı. El Gatarif’ten biri onunla ilgili
şu beyiti söylemiştir;
Züşarra’nın önünde
çepeçevre yer aldık,
Ve güçlü, kuvvetli
ordumuz düşmanlarının başlarını kopardı.
El Ukeysir
Putu;
Kuzza’nın, Lehm’in,
Cüzzam’ın, Âmila ve Gatafan’ın Suriye boylarında “El Ukeysir adlı bir putları
vardı.
Züheyr b. Ebu Sulma
ondan şöyle bahseder;
-Ukeysir’in kutlu
taşlarına and içtim,
Başların ve
bitlerin kazındığı yere and içtim!
(Yezidiler yıkanmazlar, putu, Kâbe’yi ziyaret edip
hac yaptıklarına başlarını kazıtırlar ve günahlarından arınırlardı. Bunun
dışında yıkanarak saçlarını kestirmek, tıraş olmak ise bağışlanmamış günahlarla
yaşamaya razı olmak demekti. Bunlar da Kâbe’ye gidemediklerinde putlara kurban
kesip tavaf eden, tıraş olan Yezidilerdir. Şiir’de anlatılan bu pisliktir.
A.Yavuz)
Rabi b. Zebu el
Fezari de şu beyti söylemiştir;
Çevresindeki
insanların övgü ve alkış namelerinin,
Sahibi olan
Ukeysir’e and olsun ki ben!
Fehm’in müttefiki
eş-Şenfera el Ezdi ondan şöyle bahseder;
Evet, Amr ve
grubunu korumasına almış olan biri,
Ukeysir’İn
giysilerine and olsun bana güçlük çıkarır!
Nuhm (Nuh,
Nuha) Putu;
Muzeyna kabilesinin
Nuhm adlı bir putları vardı.
Ona nispeten “Abd
Nuhm” diye adlar koyarlardı. Nuhm’!un bekçisi Hüzai b. Abd Nuhm adında
biriydi. Müzeyna’dan “Edda” oğullarındandı.
Peygamberi
işittiğinde puta koştu ve şu beyitleri söyleyerek onu kırdı;
-Yanında kurban
kesmek için Nuhm’a gittim,
Her zaman yaptığım
ibadet için,
Aklımı kullanarak
kendime dedim ki,
Bu da ilah mı? Hiç
düşünmez misiniz?
Vazgeçtim, Bu
günden sonra benim dinim Muhammed’in dinidir.
İlahım da göğün
övgüye layık yüce ilahı!
Sonra peygambere
gitti, Müslüman oldu ve kavmi Müzeyna’nın da Müslüman olacağına teminat verdi.
Nuhm’dan Ümeyye b.
El Asker de bahseder;
Eğer koyunlarıyla
iki çobana rastlarsan,
Nuhm’a and içen iki
siyah çobancığa,
Aralarında
bölüştürülmüş etten olduğu halde,
Geç git, iştahın
kabarmasın!
A’im Putu;
Ezd Serat’ın da
“â’im denilen bir putları vardı. Zeyd el Hayr yani, Zeyd el Hayl
at Tai de ondan bahseder (Burada “Hayr”
ve “Hayl” adlarına dikkat edin! Esma-ül Hüsna’dan
birisidir. İslâm öncesi Sabilerin, Süryanilerin Ay tanrısı Sin putunun
adlarındandı. A.Yavuz);
-Önüne gelene
onları bozguna uğrattığını söylüyorsun,
‘Â’im’e and olsun
ki onların şekillerini bile
tanımıyorsun!
(Şekillerinin bilinmemesi konusu, bütün cin, şeytan
ve tanrıların hepsi her şekle girebilen ve her cisimde yaşayabilen yeteneklerde
olduklarından aynı özelliği Kur’an da Allah için, “Onu bir şeye benzetmeye
kalkmayın, onun gerçek şeklini siz bilmezsiniz o bilir!) ayetiyle tekrar
etmiştir. Görüldüğü gibi Allah’a Kur’an’da atfedilen sıfatların çoğu İslâm
öncesi bol miktarda ilahta bulunan sıradan bir özellikti. A.Yavuz)
Su’ayr Putu;
Enaza’nın da Su’ayr
adlı putları vardı.
Kelb kabilesinden
Cafer b. Ebu Halas devesiyle çıkmıştı. Enazaların kurban kesip, kanla
yıkadıkları sırada kanlı putu gören hayvan ondan ürkmüştü. Cafer bu olay
üzerine şu beyitleri düzdü;
-Yavru devem,
boğazlanmış yatan kurbanlardan ürktü,
Yakdum’un iki
oğluna ziyaret ettiği Su’ayr’ın çevresinde,
Yazkur grubu onun
her iki yanında dikkatle ilgiyle bekliyorlardı,
O ise onlara bir
sözle olsun cevap vermiyordu!
Ebu’l Münzir, dedi
ki; Yakdum ve Yazkur, Enaza’nın iki oğludurlar. Şair bunların kabilelerini
Su’ayr’ı tavaf ederken gördü.)
Arapların toz renkli putları vardı ve bunları tavaf eder, yanlarında kurbanlar
keserlerdi. Putlara El Enşab, tavaf etmeye de “Ed Davar”
derlerdi.
Bu konuda Amir b.
Et Tufeyl, bir gün Ğani Aşur’a gider, onlar da o sırada dikili taşlarını tavaf
etmektedirler, kızları da beraberdir. Onların güzelliğini görür ve şöyle der;
-Keşke dayılarım
Ğaniler olsaydı, Onların her akşam bir davarı (tavafı)vardır!
El Hariş’ten ve El
Kâ’b’den olan ‘Amr b. Cabir’de bunlardan bahsetmişti;
Gutaflılar yemin
etti, sürülerini çekmeyecekler,
Ben de Enşab’a
dikili taşlara yemin ediyorum ki onları tehdit etmiyeceğim!
El Muşakkıb el
Abdi, Amr b. Hind’e bununla ilgili şu beyti söyledi;
“Küçücük oğlanlar
taşlarını tavaf ediyorlar,
Kaşları henüz
kararmamış küçükler
(Hucn-Sübyan
demektir. Bu Arap ta tam bir kulampara,
sübyancı olmasa o çocuklara âşık olup beyit düzmezdi. A.Yavuz)
Kureyş’in uygunsuz
bir hareketinden dolayı Mekke’ye girmesini yasakladığı El Fezari bu konuda
demiştir ki;
-Kutlu taşımı arkamda taşıyarak kurbanımı sürüyorum,
Kavmim içinde
benzerim var mı benim?
Banu Zemra’dan
birisi aralarındaki savaşta bunu andı;
Kutlu taşlara ve örtüye
yemin ettim! (Kâbe’nin örtüsü
A.Yavuz)
El Mutalammis as
Zubai bunu anarak ‘Amr b. Hind’e, kendisine ve Tarafa b. El Abd’a yaptıkları
hakkında şunları söyledi;
Sen beni taşlama
korkusundan sürdün, fakat hayır!
Lât’a ve kutlu
taşlara and olsun ki kurtulamazsın!
Yani, “Benim
taşlamamdan kurtulamazsın! Demek istemektedir. (Taşlama anlamındaki söz
Atradtu’dan geliyor, taradtu’dan değil)
Amir b. Vaşila
Ebu’t el Tufeyl el Laysi İslamiyet çağında yaşadığı bir savaşı anarken bunu
anar;
Sen bilmezsin bazı
akın,
Bağırtlak sürüsüne
benzer,
Ardı arkası
kesilmez.
Yüzümü çevirdim bir
kırmızı at ki,
Kurban kanlarına
bulanmış kutlu taşa benziyordu!
Umyanis Putu
Hevlanlıların
Umyanis adlı bir putları vardı, Hevlan ülkesinde bulunuyordu.
İddia ettiklerine
göre hayvanlarından ve mahsullerinden bir kısmını rızalarına ermek için Allah
arasında eşit bölüştürürlerdi (Allah’a
tahıl adağı- Hub=tane, tahıl demektir.
Allah’ın öteki adı olan Hubel, tahılların tanrısı, bereket tanrısı.
Tevrat’ta da tahıl adağı vardır. A.Yavuz). Fakat Umyanis hakkından Allah’ın hakkına geçeni geri verirlerdi.
Ama Allah’ınkinden putunkine geçeni puta bırakırlardı.
Bunlar
Hevlanlıların “El Udüm” veya “El Usüm” denilen boyundandılar. Öğrendiğimize
göre, onlar hakkında şu ayet indi;
-“Onlar Allah için
O’nun yarattığı ekin ve meyvelerle hayvanlardan hisse ayırdılar da kendi boş
zanlarınca şu Allah’ın şu da ortaklarımız olan putların! Ortaklarına ait
olanlar Allah’a ulaşmaz amma, Allah’a ait olanlar ortaklarına gider. Hükmedegeldikleri
şeyler ne kötüdür!”
Hassan b. Şabit
Nahla’da bulunan Uzza için dedi ki;
Allah’ın izniyle
tanıklık ederim ki Muhammed,
Yukarıda göklerin üzerinde olanın* elçisidir! *(Allah’ın Gök tanrılığı kavramı A. Yavuz)
Yahya’nın babası (vaftizci) ve Yahya ikisi de
Allah’ın yanında
makbul olan dine hizmet ettiler;
Batnı Nahle’de bir
vadide oturana gelince,
Ve o da inananlara
iyilikten yoksun ve uzaktır onlar!
Yahudilerin
düşmanlık ettiği Meryem’in oğlu da
Arşın sahibinin
elçisidir, peygamberidir.
Şüphesiz o Ahkaf’lı
kişi de kendisini kınadıklarına,
Allah adına
savaşmış ve adaletten ayrılmamıştı.
(Hişam dedi ki, El
Fallu, verimsiz ve bereketsiz toprak demektir. Şair, Uzza’yı buna benzetiyor!)
Ka’b
oğullarının Kâbe’si;
Hariş b. Ka’b
oğullarının Necran’da bir
“Kâ’be’leri vardı. Ona saygı
gösterirlerdi. El A’şa’nın andığı budur. İddia edildiğine göre, orası bir ibadethane değil, andığı kişilerin
toplantı odasıydı. Bu iddianın
doğru olduğunu sanırım. Çünkü, Hariş oğullarının hiç birinin bu adla
adlandırıldıklarını işitmedim.
İyad’ların
Kâbe’si;
İyad’ın Kufe ile
Basra arasında Zehr denilen yerde Sindad’da
bir Kâbe’leri vardı. El Esved b.
Ya’fur’un andığı bu olsa gerekir. İşittiğime göre, burası bir ibadet yeri değil, sadece şerefli,
önemli bir evdi. Bunun için bahsetti.
Kâbe’ye Rakip
Bina Girişimi;
Cüheyne’den
Abdü’addar b. Hudayd denilen bir adam halkına dedi ki;
-“Gelin bir ev yapalım, Kâbe’ye benzetelim, ona saygı
gösterelim, böylelikle daha çok Arabı kendimize çekeriz!” (Ülkelerinin
Havra denilen yerinde. Havra Yahudi tapınaklarına da verilen bir addır)
Onlar ise bu fikre
değer vermediler ve yanaşmadılar.. O da bunun üzerine şu beyitleri söyledi;
Bir ev yapılsın
istemiştim,
Ne günahtır ne de günaha yol açar,
Fakat onlar ne
zaman önemli bir işe çağırılsalar,
Sırt çevirirler, razı
olmazlar ve “Kavdam’a” çekilirler!
Çağrılsalar da çağrılmasalar da
yerinirler,
Yüz çevirirler hele
bazısı dilsizler gibi yüz çevirir,
Faydaları
başkalarınadır, akrabalarında ise,
Açtıkları yaralar,
kızgın bir demirin ki kadar derindir!
Hişam b. Muhammed
dedi ki;
Ebrehe’nin
Ahşap Kilisesi;
Ebrehe El Aşr
Yemen Sana’da bir bina
yaptırmıştı, “El Kalis” adını verdiği bir kiliseydi bu. Mermerden ve yaldızlı ağaçtan yapılmıştı. Habeş kralına da şöyle yazmıştı;
-“Sana öyle bir kilise yaptırdım ki, benzerini kimse
yaptırmış değildir. Arapları, hac ettikleri evden çevirinceye kadar rahat
bırakmayacağım.” Ayları
ayarlayanlardan birisi bunu işitti, kavminden iki kişiyi gidip kiliseyi kirletmeleri için gönderdi. Gittiler,
kirlettiler. Ebrehe bunu işittiği
zaman fena halde kızdı.
-Kim buna cüret
etti? Dedi.
Kâbe’ye saygılı
olanlardan bazıları denildi. Toparlandı, fille ve Habeşlilerle
yola çıktı. Sonra bilinen olaylar oldu.
Hasan b. Uleyl bize
anlattı ve dedi ki; Bize Ali b. Aş Şebbah anlattı, dedi ki; Bize Ebu’l Münzir
Hişam b. Muahmmed anlattı, dedi ki; Ebu Miskin bana babasından naklederek dedi
ki; İmra elkays b. Hucr, Banu Esad’a baskın yapmak niyetiyle Zu’lhalasa’ya
uğradı. Tabala’da olan bu putun
önünde üç fal oku vardı. Bunların üzerinde “El Amir (emir veren), “En Nahi
(yasaklayan) ve “El Muterabbis” (Süre veren) yazılıydı. Üç kere ok çekti
ve üçünde de “yasaklayıcı” olan “En Nahi” oku çıktı. Bunun üzerine okları
kırdı, putun suratına fırlatarak dedi ki;
-“Babanın organını
ısırasın! Eğer senin baban öldürülmüş olsaydı beni alıkoymazdın!”
Sonra Banu Esad’a
saldırdı ve kazandı.
Bu olaydan sonra
bir daha Zu’lhalasa’dan bir şey sorulmadı. Sonra Allah İslâm’ı gönderdi. İmra elkays onu ilk
terk edenlerden oldu.
El Enazi anlattı,
dedi ki; Bize Ali b. Aş Şabbah anlattı, dedi ki, Hişam b. Muhammed şöyle dedi; Bana
künyesi Ebu Bişr olan Amir b. Şibl adında bir adam anlattı. Adam Carm
kabilesindendi, dedi ki;
“Kuzaa, Lahm, Cüzâm
kabilelerinin “El Ukeysir” adlı bir putları vardı. Ona hac ederlerdi.
Onlardan birisi ne zaman başını
tıraş etse her saç demetiyle birlikte bir avuç unu sıkıştırarak atardı. (Ebu’l Münzir dedi ki, “El kurrata” bir avuç
dolusu demektir.)
Yine dedi ki;
İşte Havazinliler
onu tam bu sırada ziyaret ederlerdi. Eğer bir avuç una saçla birlikte atılmazdan evvel yetişirse sahibine derdi
ki;
-Unu bana ver,
ben Havazin’den bir muhtacım!
Eğer
yatişemezse, saçı, bitleri ve unları ile birlikte alır, ondan bir ekmek pişirir
yerdi.
Carm ve Cüzam
oğulları, El Akik denilen bir su yüzünden peygamberin önünde kavga etmişlerdi.
Allah’ın elçisi Carm lehinde hüküm vermişti. Bunun üzerine Carm’den Mu’aviye b.
Abd el Uzza b. Zira şu beyitleri söyledi;
Gerçekten
bildiğiniz gibi ben Carm’dan biriyim,
Topluluklar peygamberin
yanında bir araya geldiklerinde,
Siz onun hükmüyle
ikna olmadıysanız da
Ben peygamberin
hükmüyle tamamen ikna olmuşum!
Carm’ı görmediniz mi? Nasıl
yükseldi babalarınız?
Bitlerle
birlikte Ukeysir’in kuyularına
dalarlarken!
Bir avuç un
atılırken der ki “Bitsiz at!”
Ben Havazin’li bir
muhtacım!
Bütün bu insanlar
arasında siz nesiniz?
Evet sizler sadece
kuyruk ve ayaklarsınız!
Gerçekten siz kısa
oluşmuş iki küçük parmak gibisiniz,
Bütün diğer
parmaklar o ikisini geçerken!
Ebu’l Münzir Hişam
b. Muhammed dedi ki; Aş Şarki bana Kinane oğullarından Surâka b. Malik b.
Cu’şam el Mudlici’den bu konuyla ilgili şu beyitleri okudu;
O size, ey
babasızlar, bize küfretmeyi yasaklamadı mı?
Cuzam, Lahm ve
Mevasim yüz çevirdi,
Ve çanakları Razva
dağındaki havuzlara benzeyen
Her Kuzai size
yaptıkları kötülüklerle alçaklaştıklarından ötürü,
Burunları yere
sürünmüş olduğu halde,
Böylesi adam
utanmaz ve iyi yemez!
Ebu Ali el Enazi
bize anlattı, dedi ki;Bize Ali b. Aş Şebbah anlattı, dedi ki; Bize, Ebu’l
münzir Hişam b. Muhammed b. As Saib El Kalbi anlattı dedi ki, Bana babam
anlattı;
Başlangıçta putlara
tapış şöyle oldu; Adem öldüğünde, Adem’in oğlu Şit’in oğulları onu Hindistan’da
ilk indiği yerdeki bir mağaraya gömmüşlerdi. Bu dağa Nevş derlerdi, yeryüzünün
en verimli dağıydı. Şöyle bir söz vardır; “Nevş’ten verimli! Barahut’tan çorak!
Barahut, Hadramevt’te Tin’a denilen bir köydeki vadidir. El Enazi bize anlattı,
dedi ki; Bize Ali b. Aş Şebbah anlattı, dedi ki; Ebu’l Münzir dedi ki; Bana
babam anlattı, dedi ki, o Ebu Salih’ten o da İbni Abbas’tan işitmiş dedi ki;
İnanmışların ruhları, Şam’da El Cabiye’de müşriklerin ruhları ise
Barahut’tadır.”
Ebu el Enazi bize
anlattı ve dedi ki; Bize Ali b. Aş Şebbah anlattı, dedi ki; Bize Ebu’l Münzir
babasından, babası Ebu Şalih’ten o da İbni Abbas’tan naklederek dedi ki;
Şit
oğulları,Âdem’in mağaradaki cesedine giderler, ona saygı dönüşünde bulunurlar
ve rahmet dilerlerdi. Âdem’in oğlu Kabil’in oğullarından birisi dedi ki, “Ey
Kabil oğlulları! Şit oğullarının bir Devar’ı (tavaf) var, onun etrafında
dönüyor, ona saygı gösteriyorlar! Sizin bir şeyiniz yok!
Sonra onlara bir
put yaptı ve böylece o put yapanların ilki oldu!
El Hasan b.
Uleyl Ali b. Şebbah’a, o da Ebu’l Münzir’e o da
babasından dinlemiş;
“Vadd, Süva, Yegüs,
Yeük ve Nesr, dindar iyi kişilerdi, hepsi de aynı ayda öldüler. Akrabaları çok
üzüldüler. Kabil oğullarından biri dedi ki; “Ey hemşehrilerim, size onların
şeklinde beş put yapayım mı? Yalnız ruhlarını veremem!
-Yap! Dediler. O da
tıpkı onlar gibi beş put yapıp dikti.
Artık herkes
kardeşine, amcasına, yeğenine geliyor, ona saygı gösteriyor, etrafında
dönüyordu. Bu bir kuşak boyunca sürdü. Bunlar, Yarad, b. Mahla’il b. Kaynan b.
Anuş b. Şit b.Âdem çağında yapıldı.
Sonra başka bir
kuşak geldi ve bunlara öncekilerden fazla saygı gösterdiler.
Onlardan sonra
üçüncü kuşak geldi, bunlar dediler ki;
-Bizden öncekiler
muhakkak kendilerine Allah’ın yanında şefaat etsinler diye saygı
göstermişlerdir. Başka bir sebeple değil. Ve onlara taptılar. Yaptıkları iş büyüdü,
küfürleri arttı. Allah onlara İdris’i (O Ahnuh b. Yarad b. Mahla’il b.
Kaynan’dır) peygamber olarak gönderdi. O onlara doğru yolu gösterdi, fakat onu
yalanladılar. Allah onu yanındaki yüce makamlara çıkardı.
Bu durumları, ibn
el Kalbi’nin Ebu Salih’ten, onun da İbn Abbas’tan bildirdiğine göre, Nuh b. Lamk
b. Metuşalah b. Ahnuh yetişinceye kadar gittikçe azdı. Allah onu peygamber
olarak gönderdi, o sırada Nuh 480 yaşındaydı 120 yıl süren peygamberliği
boyunca onları Allah’a çağırdı. Ona karşı geldiler ve onu yalanladılar.
Allah ona gemi
yapmasını emretti. Gemiyi yaptı ve 600 yaşında olduğu halde içine bindi.
Boğulanlar boğuldu, bundan sonra o daha 350 yıl yaşadı. Tufan yükseldi, bütün
yeryüzünü kapladı.
Êmle Nuh arasında
2200 yıl vardır. Tufan’ın suları bu putları Nevş dağından aşağı attı. Akıntı
dalgalar ve kabarmalar bölgeden bölgeye arttı ve sonunda putları Cudda
bölgesinde karaya fırlattı. Sonra sular çekildi, bunlar kıyıda kaldılar. Rüzgâr
kumları sürükledi ve üzerini tamamen örttü.
Hasan b. Uleyl’den
Ali b. Şebbah, ondan dinleyen Ebu’l
Münzir Hişam b. Muhammed’in anlattığına göre;
Eğer bir put
tahtadan, altından veya gümüşten insan şeklinde oyularak yapılmış ise o
Sanem’dir, eğer taştan ise Vaşan’dır.
Aynı kişilerden
öğrendiğini anlatan ibni Abbas’tan rivayet edildiğine göre, Tufan sularından
son kalan Hisma’dadır. Tufan kırk yıl sürdü, sonra sular çekildi.
Amr b. Lahayy,
Hüza’nın babasıdır, annesi Fuhayra bint el Hariştir. Onun Cürhümlü el Hariş b.
Muzaz’ın kızı olduğu ve kâhin olduğu söylenir. Mekke’ye hâkim olarak Cürmühileri
yurtlarından sürmüş, mabedin bekçiliğini üzerine almıştı. Onun cinlerden Ebu
Şümama adlı bir dostu vardı, ona dedi ki;
-Çabuk Tihama’dan
yola çık saadet ve selamet yoluna, korkma!
-Evet,
gecikmeyeceğim! Dedi.
Cin devam etti:
Cüdda kıyısına git, orada hazır putlar bulacaksın. Onları Tihama’ya getir,
korkma! Sonra Arapları onlara tapmaya çağır. Sana uyacaklardır!
Avf b. Uzra b. Zeyd
el Lât b. Rufeyda b. Şevr b. Kelb b. Vabara b. Tagliba, b. Hulvan b. İmran b.
El Kaf b. Küda’a ona uydu, o da Vadd’i ona verdi. Avf b. Uzra putu Vadi el Hura’ya
götürdü ve Dumat el Candal’a dikti. Oğluna “Abdu Vadd adını koydu. Böylece o bu
şekilde adlandırılanların ilki oldu. Araplar bundan sonra bu adı kullanmaya
başladılar.
Avf, oğlu Amir’i
ona Amir el Acdar (El Ejder) derlerdi, puta bekçi yaptı. Allah İslam’ı
gönderinceye kadar onun soyu bu işi yapmaya devam etti.
Ebu’l Münzir’den
nakleden El Kalbi’ye göre, Malik b. Harişa el Ecdari bu putu gördüğünü,
babasının gönderdiği sütü içirdiğini, Halid b. Velid’in onu kırmasına kadar
bunun devam etiğini yazmıştır.
Allah’ın elçisi,
Halid b. Velid’i Tebük seferinden sonra putu yıkması için gönderdi. Halid’e
karşı Abdu Vadd oğulları ile Amer el Ecdar oğulları savaştılar. Halid onları
öldürünceye kadar onlarla savaştı, sonra putu yıktı, kırdı. Öldürülenler
arasında Abd Vadd oğullarından bir adam vardı, Katan b. Şureyh diye anılırdı.
Annesi ona rastladı, öldüğünü görünce şu beyitleri söylemeye başladı;
Ah sevgi devam
etmez,
Mutluluk da zamanca
sürmez!
Bir yavru dağ
keçisi de olacağa karşı duramaz!
Sarp kayanın
tepesinde şefkatli bir annesi olsa bile!
Sonra şöyle devam etti;
Ey toplayan,
bağırsakları ve karaciğeri toplayan!
Ah keşke annen
doğmamış ve doğurmamış olsaydı!
Sonra kendisini
oğlunun üstüne attı, bir soluk soludu ve öldü!
Aynı şekilde Dümat
el Candal’ın efendisi El Ukeysir’in amcasının oğlu Hassan b. Meşad da öldürüldü.
Halit putu yıktı.
El Kalbi Malik b.
Harişa’ya putu gözüyle görmüşçesine anlayabileceği şekilde tarif etmesini
söylemiş o da etmiş;
“-Erkeklerde
olabildiğince uzun boylu bir adamın heykeliydi, iki elbise giymiş vaziyetteydi,
birisi içlik (İzar) diğeri üstlük (Rida) olarak görülüyordu. Bir kılıç
kuşanmıştı. Omuzunda bir yay taşıyordu. Önünde bayraklı bir kargı ve içinde oklar
bulunan deriden bir sadağı (ok torbası) vardı.”
Dedi ki, “Biz
putların kökenleri konusuna dönelim;
Amr b. Lahayy’a
Muzar b. Nizar da uydu. O da Huzeyl’den el Hariş b. Teymim b. Sa’d b. Huzeyl b.
Müdrike b. Ya’s b. Müdar denilen birisine Süva’yı verdi. Süva, Batnı Nahle’deki
Ruhat adlı yerdeydi. Müzar’dan ona yakın oturanlarca tapınılıyordu. Araplardan
biri şu beyitleri söyledi;
“Reisleri için
didindikleri görülüyor,
Hüzeyl’in Süva için
didindiği gibi.
Her çobanın en
değerli hayvanı, O’na kurban olarak yanında yerlere serilir!
Mezhiç kabilesi de
ona uydu. O da An’am b. Amr el Muradi’ye Yegüs’ü verdi. Yegüs Yemen’de Mezhiç
adlı bir tepenin üzerinde bulunuyordu. Mezhiçliler ve komşularınca
tapınılıyordu.
Hamdan’da ona
uydular. O da Malik b. Marşad b. Cuşam b. Haşid b. Cuşam b. Hayran b.Nevf b.
Hamdan’a Yeük’ü verdi.
Put Hayvan adlı bir
köyde
bulunuyordu. Hamdanlılar ve Yemenlilerden onlara komşu olanlar ona
tapıyorlardı.
Himyalılar da
onlara uydular. O da Zu Ruayn’dan Ma’dikarib denilen birisine Nesr’i verdi.
Nesr, Saba’da Balha diye anılan bir yerde duruyordu. Himyerliler ve ona yakın
olanlar ona tapıyorlardı. Zu Nuvas onları Yahudileştirinceye kadar ona tapmaya
devam ettiler.
Bu putlara Allah
peygamberini gönderinceye ve ona putları yakmasını buyuruncaya kadar tapıldı.
Amr b.
Luhayy’ın Eşgali;
Hişam dedi ki, El
Kalbi bize Ebu Şalih’ten naklen anlattı, o da İbn Abbas’tan işitmiş;
Peygamber ona dedi
ki,-“Cehennem bana yaklaştırıldı, Amr b. Luhayy’ı kısa boylu, açık tenli, mavi
gözlü, bağırsaklarını ateşte sürüyen biri olarak gördüm. Bu kimdir? Diye
sordum! Denildi ki;
-Bu Amr b.
Luhayy’dir. El Bahira’yı, El Vesile’yi, As Saiba’yı, El Hamiya’yı ilk getiren,
İbrahim peygamberin dinini ilk değiştiren ve Arapları ilk putçuluğa götüren
adamdır.
Peygamber devam
etti; Onun soyundan gelen ve ona en çok benzeyen Katan b. Abd el Uzza’dır.
Katan atılarak dedi
ki; Ey Allah’ın elçisi, ona benzemek bana zarar verir mi?
-Hayır, dedi, sen Müslümansın! O
kâfirdi.
Deccal’ın
Şekli;
Peygamber yine
devam etti;
-Deccal bana
gösterildi! Gördüm ki, tek gözlü, esmer, kıvırcık saçlı, biri. Amr’ın soyundan
ona en çok benzeyen Akşam b. Abd el Uzza’dır!
Bunun üzerinde
Akşam ayağa kalktı;
-Ey Allah’ın
elçisi, ona benzerliğimin bana bir zararı dokunur mu?
-Hayır, sen
Müslümansın o ise kâfirdi! Buyurdu.
Fals Putu;
El Enazi Ebu Ali
bize anlattı, dedi ki, bize Ali b. Şebbah anlattı, oda dedi ki Bize, Hişam b.
Muhammed Ebu’l Münzir anlattı ve o da dedi ki,Bize Ebu’l Basil at Tai, amcası
Antara b. El Abras’tan nakletti ve dedi ki;
Tayy kabilesinin “El Fays“ adlı bir putu
vardı. Aca denilen kara dağların ortasında kırmızı bir burundu bu, insan heykeli gibiydi. Ona taparlar, hediyeler sunarlar, önünde kurbanlar
keserlerdi. Uygunsuz bir hareketinden dolayı hayatı tehlikede olan onun yanında
emniyette olurdu, çaldığı sürü ile birlikte ona sığınan soyguncuya sürü
bırakılırdı, böylece kutlu bölge çiğnenmemiş olurdu.
Bekçileri Banu
Bavlan’dı. Bavlan ona ibadete
başlayan kişiydi. Onun soyundan gelen son bekçi Şeyfi adında
biriydi. Bu adam, Uleym oğullarından asil Malik b. Kulşüm aş Şamaci’nin
himayesinde yaşayan Kelb’li bir kadının yeni yavrulamış bir devesini çaldı. Onu
El Fays’ın avlusuna götürdü.
Kadın gitti,
Malik’e Seyfi’nin devesini alıp kaçtığını haber verdi. Malik hemen mızrağını
alıp onu izledi. Fals’in yanında ona yetişti. Deve de Fals’in yanında
duruyordu.
Ona dedi ki;
Komşumun devesini
bırak!
Seyfi;
-O artık
rabbimindir dedi.
Malik;
-Çöz deveyi! Dedi
tekrar.
Seyfi;
İlahına hakaret mi
ediyorsun? Dedi.
Malik mızrağını ona
çevirdi. Seyfi deveyi çözdü ve Malik deveyi alıp uzaklaştı. Bekçi sonra Fals’in
önüne geldi, Malik’e doğru baktı, elini kaldırdı, onu işaret ederek şunları
söyledi;
-Ey Rab, bak, Malik
b. Kulsüm,
Senin bölgene
yaşlı, kaba bir deveyle hakaret etti,
Bu güne kadar sana
böyle cebri davranılmamıştır!
Böyle diyerek putu
Malik’in aleyhine kışkırtıyordu.
Adiy b. Hatim, o
gün putun yanında kurban kesiyordu. Birkaç kişi de oturmuşlar olanlar üzerinde
konuşuyorlardı.
Adiy b. Hatim
telaşlanmıştı, şöyle söylüyordu;
-Bakın, görün daha
bu gün onun başına neler gelecek? Fakat günler geçti, Malik’in başına hiçbir şey gelmedi. Bunun üzerine Adiy ona ve putların hepsine tapmaktan vazgeçti.
Hıristiyan oldu. Allah İslam’ı gönderinceye kadar Hıristiyan yaşadı ve sonra
Müslüman oldu.
Malik, El Fals’ın
itibarını ilk kıran oldu. Ondan sonra bekçi ne zaman deve çalsa kendisinden geri alındı.
Fakat Fals’a ibadet peygamberin gelişine kadar sürdü. Peygamber ona Ali b. Ebu
Talip’i (yeğeni) gönderdi. Onu yıktırdı. Ğassan kralı Hariş b. Ebu Şamir el
Ğassani’nin ona bağışladığı Mihzam ve Resub adlı iki kılıcı alarak
peygamberin huzuruna geldi. Bu kılıçlardan birini peygamber kuşandı ötekini de
Ali b. Ebu Talip’e geri verdi. Bu Ali’nin daima taşıdığı kılıç oldu! (Bu
kılıçlar, Elkame b. Abada’nın şiirinde andığı kılıçlardır)
Putlar kitabı
burada bitti!
Kitabı, ön sözü ve
açıklamaları dışında olduğu gibi yazdım. Okuyana kolay gelsin!
Alaeddin Yavuz!
El Ye’bub=Bu Tayy
kabilesinden Cadila’nın putudur. Onların bir putu vardı, Esad oğulları bu putu
onlardan almışlardı. Onlar da bunun yerine El Ye’bub’u edinmişlerdi. Abdi dedi
ki;
İlahlarının yerine
El Ye’bub’u ilah edindiler,
Artık müsterih olun
ey Cadila ve sakının!
(Bunun üzerine
yemeyin, içmeyin, bu putu da elinizden aldırmayın! Demek istiyor)
Baçar= İbn Dureyd
dedi ki; Bu cahiliye çağında Ezd kabilesinin ve Tayy kabilesi ile onlara komşu
olanların putuydu. Ona taparlardı. Bacar olarak geçtiği gibi “Bacir” olarak ta
geçmektedir.
Bu nüsha, Allame
İmam Ebu Mensur Mevhub b. Ahmed b. El Cevaliki’nin el yazısı ile olan nüshadan
alınmıştır. Karşılaştırılması yapılmıştır.
Dilimize Çeviren ve yayınlayan
Alaeddin Yavuz
Alaeddin Yavuz