27 Nisan 2011 Çarşamba

GAZOZ KAPAKLARI

GAZOZ KAPAKLARI

Bu blog yazarlığı var ya inanın yazdıkça adamı başka bir insan haline dönüştürüyor. Bazen aklıma olmadık şeyler geliyor diyorum ki;

-YAZMAAAAA!!!!

Ama bazen de tutamıyorum kendimi yazıveriyorum işte bu yazı da öyle “uçuk kaçık” bir yazı. Boş vakti olana!
Günlerden bir gün ve her gün yaptığım işi yapıyorum. Bloguma giriyorum, yazılarıma yapılan yorumlara bakıyorum, kimisini siliyorum kimisini bırakıyorum eh polis milleti ben biraz sansürcüyümdür de. Küfürleri, ahlaksızlıkları yayınlamam.

Neyse bir yorum görüyorum yapılmamış eleştiriler, ilginç tespitler falan karalamış da karalamış, derken e- mail adresini vermiş cevaplamam için falan filan.

Bir ara buna bir cevap yazayım diyor ve yazıyorum. Derken muhabbet, muhabbet tasavvuf, teoloji, felsefe, dünya düzeni benim ailemin zavallı ekonomik düzeni derken dostluk ilerleyip gidiyor.

Diyor ki;
Ben genç kızlığımda Türkiye’ye gelmiştim, sokak aralarında küçük çocuklar, gençler “gazoz kapaklarını” toprağa batırarak dikerlerdi, gazoz kapaklarının sayısı bahis pazarlığına göre oyuncu başına bir ve daha yukarı sayıda olurdu. Her oyuncu kendi gazoz kapaklarını dikerdi sonra beş on adım ara verip çizgi çekerlerdi. Çizginin üstüne basarak misketle kapakları vurmaya çalışırlardı.

İlk vuran vurduğu yerden sağ tarafa doğru ne kadar varsa alırdı. En baştakini vuruncaya kadar devam ederler ve en baştaki de vurulduktan sonra yeniden dikerlerdi. Oyunculardan çoğunun gazoz kapakları tükeninceye kadar oyuna saatlerce devam ederlerdi. Hatta bu kapakları parayla birbirlerine bile satarlardı.
Bu oyuna ne diyordunuz siz? Deyince;

-SİSİ deyiverdim. Evet oyunun adı Sisi’ydi.

Sen bu oyunu iyi bilir misin deyince bilmem diyebilir miydim?

-Tamam en kısa sürede gelip seninle oynayacağım. Toplayabildiğin kadar gazoz kapağı topla dedi.
Ben de yakınlarda ne kadar bakkal, çakkal varsa dolaşıp önlerindeki gazoz kapaklarını topladım. Bir çuval oldular.

Gün geldi, hanım efendi telefonu çaldırdı, “-lütfen Atatürk Hava Limanına geliniz. Orada buluşalım. Ben gelmeyeli İstanbul çok değişti, kaybolmayayım!”  falan dedi.
Ne diyelim, bizde araba falan yok, belediye otobüsü şu bu vardık hava limanına. Bir kadın gelecek ama ne yaşı ne resmi hakkında hiçbir fikrim yok.

Bendeniz de malum oturdum hava alında ve bekliyorum, Julıa Roberts mı Sandra Bullock mu,Sharon Stone mu? Diyorum hadi ordan onlar Amerikalı!  Diyorum falan derken birden iki tane 1.95’lik yarma adam aralarında 90’lık bir koca karı, adamların ellerinde bir pankart, ben fakirin adı yazılı.

-Ulan diyorum tam piyango vurdu ha! Bu karıyı buharlı pres ütüye yatırsan, cildinin hiçbir yeri valla düzelmez billa düzelmez! Diye aklımdan geçirirken kendime bir kez daha kızıyorum ve;
-Ulan evine gelen misafirin cildinden sana ne, zaten bunu çağrıştıracak tek bir laf mı etti ki sana da böyle hayallere kapılıyorsun düdük? Derken telefon çalıyor ve Aanaaaa o ne? Koca karı da elinde telefon beni arıyor ve telefonu açıyorum;

-Hoş geldiniz efendim sizi gördüm geliyorum!

Neyse görüşüyoruz, eller sıkılıyor, yüzler gülüyor taksi durdurmak için işaret ederken koca bir limuzin geliyor bize “buyurunuz” çekiliyor.

Bendeniz bir defa daha şoka giriyorum, aklımdan;

-Ulan bu limuzini ben nasıl öderim, yandı gülüm emekli maaşı! Derken hanımefendi beni teskin edici bir işareti anında yapıyor ve bende “çıt” yok elbet!
Ben öne, geçiyorum, yarmalar hemen beni arka tarafa çekiyorlar, adamlar silahlı karı da V.İ.P’ten çıkmıştı zaten!

Neyse şöför adresi alınca, misafirim başlıyor sohbete derken bakmışım benim fakirhaneye gelmişiz. Ama yaş olarak olmasa da gerçek anlamda bir ruh ikizliği derler ya öyle bir şey. Bütünüyle gönül rahatlığı veren bir muhabbet ki içimin uzun süredir böyle rahatladığına tanık olmadığımı fark ediyorum. Neyse bu arada da eve gelmişiz.

Herkes limuzine bakıyor bana falan evime giriyoruz, hanım bir şeyler hazırlamış ikram ediyor. Yeniliyor içiliyor derken zaman akşamı gösterdiğinde dışarı çıkma isteklerini belirtiyorlar. Limuzin kapıda, polisler sivil adamlar telsizler caykıl cuykul ortalığı bir birine katıyor.
Neyse Limuzin alıyor bir İstanbul sefası akşam gezisi derken, mütevazi hanımefendi benim çekyatta yatmak istediğini söylüyor.


Eskimiş bedeninin dinlendirmesi için yatağımızı verip biz kendimiz çocuğun yanına geçiyoruz  ve yarmalara da salonda yer yatakları verip geceyi kapatıyoruz.

Evde herkes de bir merak.

-Gazoz kapakları ne olacak?

Sabah olunca bizim hatun zeytin, peynir, süt kaynatıyor, misafirlerimiz hiç yadırgamadan severek yiyiyorlar falan kahvaltı bitince hanımefendi hemen yapıştırıyor;

-Gazoz kapakları nerede?

-Yav evin içinde mi oynayacağız?

-Sen karar ver?

-Sokaklar asfalt orada da olmaz. Aşağıda sahilde toprak yerler var oraya gidelim mi?

Hayda cümbür cemaat gidiyoruz. İlk oyunu oynadıktan sonra görenler de çocuk yaşlı katılıyorlar ve birçok oyun arkadaşı bir araya gelip başlıyoruz misket yuvarlamaya.

Bir de bakmışık ki, hava kararmış, millet açlıktan perişan. Haydi eve geliyoruz.

Ama bizim misafir hanım herkesin gazoz kapaklarını yutmuş, poşetine koymuş bizi nasıl yendiğini gururla anlatıyor ve resmen kabiliyetsizliğimizi yüzümüze vuruyor. Tabi bendeki matizliği seyredin artık!
Bu olay üç gün sürüyor ve sonunda misafir dönüş vakti geldiğini anlatıyor. Neyse yola çıkıyor, biz de birlikte uğurluyoruz. Tabii bütün gazoz kapaklarım da yanında gidiyor.

Gazoz Kapağından Tablo
 “-Onlardan senin çocukluğunun heykelini yaptıracağım!” diyor.

Birkaç yıldır bu gazoz kapağı oyunu sürüyor ama, misafirin kim olduğunu ben bile bilmiyorum!

O da önemli değil zaten önemli olan, çocukluğunda “es geçmek zorunda kaldığı” şeyleri yeniden yaşamak için gösterdiği çaba takdire şayan.

İş, memuriyet, ticaret, siyaset, al, ver derken kaçımız “içimizdeki çocuğun çığlığını” duyabiliyoruz ki?
İnsanlar içlerindeki çocuğun sesini duyabilselerdi sokaklar bu kadar acımasız, ezilen devletlerin halkları bu kadar zalimce katledilerek işgal edilir miydi, evsiz, aşsız, işsiz insanlar metropollerin gecekondu mahallelerini doldurur muydu, dilenciler, servet avcılarının kurbanları gittikçe artar mıydı, evli kadınlara sarkan jigolo denen türler  bu kadar ürer miydi, evlerinde rahat rahat oturup aylaklıktan sapıtan, çocuklarının boyları kendi boylarını geçmiş orta yaş ve üstü ev kadınları fantezi sapıklıklarına kendilerini bunca kaptırırlar mıydı, fakir oldukları için okumaları engellenen genç nesil çocuk yaşta kızlı- erkekli fuhuş bataklıklarına itilir miydi, sayıları yüz milyonları bulan “açlıktan ölen çocuklar insanlar olur muydu, din kılıfına sokularak kutsallaştırılmış “çocuk gelinlerle evlilikler-pedofili” böylesine yayılır mıydı, kendilerine iş, aş, barış getirsin diye hakların oylarıyla seçtikleri siyasetçileri ve devletlerin ileri gelenleri halklarını soydukları yetmezmiş gibi sömürgeci küresel sermayenin ellerine terk ederler miydi, bu sefil günleri insanlık tecrübe eder miydi?



Ama, işgali yapanların ülkesi de içindeki çocuğu yaşatma mücadelesi verenlerin ülkesi. Ama o sadece biri, bir kişi! Belki bir sembol, belki İngiltere Kraliçesi belki bir başkası her kimse!

Türlü türlü gazoz kapakları
-İçinizdeki çocuğu sevindirmek için sizin de gazoz kapaklarınız, misketiniz var mıydı?

Saygılar!

Keykubat!
Not; Bu hikaye benim gördüğüm düzensiz rüyalardan biriydi!

20 Nisan 2011 Çarşamba

DAYATMA EGITIM KIME HIZMETCI YETISTIRIR

DAYATMA EĞİTİMLE YARATILAN VATANDAŞIN KALİTESİ KİME YARAR?

Küresel Güçler

Bu gün haber kanallarını gezerken EURONEWSTURKEY” kanalını seyrediyordum. AB’nin yayın organı olan ve Türksat üzerinden de yayın yapan bu kanalın Türkçe yayınları oldukça yoğun. Bu günkü yayınlarında dikkatimi çeken AB Eğitim Komisyonu başkanı olan Grek asıllı Bayan AndroullaVassiliou’nun başlattığı “Eğitim fonlarını kesmeyin” kampanyası oldu.


Bayan Vassiliou’nun tespitlerine göre Avrupa Birliği bütçe harcamalarında %30’un üzerinde bir kesintiye gitmişti ve AB’nin gelecek 20 yıl içinde %3’lük büyümeyi sağlayabilmesi için ihtiyacı olan İki Milyon araştırmacının yetişebilmesi için eğitim fonlarının kesilmesi değil arttırılması ve yüksek eğitimimin de teşvik edilmesi gerekiyordu.

Androulla Vassiliou
Avrupa Birliği ülkelerinde eğitim kalitesi düşmüştü,15 yaş gurubundaki gençler arasında “okuma zorluğu çekenlerin oranı” da hayli yüksekti. Buna ek olarak da 15 yaş grubunda eğitimi terk edenlerin oranı İspanya’da %31 ki bu oran AB ülkelerinin Almanya dışındaki üyelerinde ortalama bir rakamdı. Amerika’da bu oran %41’i diğer dünya ülkelerinde ise bu oranı katlayarak yükseliyordu.

Bayan Vassiliou’nun tespitlerinden çıkardığıma göre, dünya ülkelerinin eğitim, ekonomi, siyaset ve her alandaki faaliyetlerini düzenleyen “İngiltere-Amerika merkezli Küresel Sermaye” bu oranların gerçekleşmesinde etkili olmuş olabilir mi? Diye düşündüğümde olabileceği yönünde sonuç çıkarmamı sağlayan birçok veriyle kafam doluverdi.

Okuma yazama oranının yükselmesi haliyle gereklidir. Çünkü bu gün evimize aldığımız en basit bir elektronik cihazın kullanımı için bile neredeyse bir haftadan bir aya kadar kurs görme gereksinimi vardır.
1990’larda üretilmiş bir çamaşır makinesini bile taşıdığı özelliklere göre bilinçli kullanan ev kadını oranının %0,1 olduğuna kendi çevremden şahidim. 

Dünyanın parasını verip evimize doldurduğumuz televizyonların bile farkına varmadığımız birçok özelliklerini kullanamadan eskitmekteyiz. Çoğumuz tüketim çılgınlığına, komşuya, hısım akrabaya, arkadaşa hava basmak için aldığımız bu cihazların özelliklerinden haberdar bile değiliz. 

Misafirliğe gittiğim birçok evde kullanılan uydu cihazı ve kablolu Tv yayınlarını izleyenlerin en çok seyrettiği kanalları sıralamaktan haberlerinin olmadığını, favori kanal özelliğini dahi bilmediklerine şahit oldum. Bunu kurumlarda fark etmiş olsalar ki, Türksat a kendi kanallarının kanal listesinde öne alınması için değişik şekillerde etki etmeye çalıştıklarına bazı programlarda bunların tartışılmasıyla tanık oluyoruz.
Bu da küresel sermayenin ürünlerinin tüketilmeleri ve kullanımlarının yaygınlaşması için okuryazarlığın üzerinde “orta öğretim” eğitimini şart koştuğu ancak yükseköğrenimini,  hele “kaliteli yükseköğretimin” ise tavsiye edilmediği sonucuna erişiyoruz.

Neden mi?
12 Eylül.1980'de sopadan geçirilen bu gençlerin hepsi "eğitimliydi!"
Kaliteli eğitim insanlardaki “yaratıcılık” yeteneğini tetikler ve sömürülen, ezilen ülkelerin mevcut düzenin çarkını kıracak beklenmedik gelişmelere neden olabilir. Örnek mi, ülkemizde birçok Teknik Üniversite olmasına rağmen, su ile çalışan otomobillerin bile ilk-ortaokul mezunu tamirci çıraklığından yetişme kişilerce ülkemizin gündemine sokulduğunu ve bunlarında geçen birkaç yıl zarfında halka unutturulduğunu hatırlayalım. Diğer yandan işbirlikçi kitle eylemleriyle kaliteli eğitim almış kesimlerin galeyana getirilmesi biraz zordur da ondan.
Diğer yandan, ”orta öğretim” ile eğitimini sınırlandırmış yoğun kitlelerin daha çok klasik dinci, köktendinci, milliyetçi, muhafazakâr siyasetlere kolayca kapıldıkları AKP’nin ve diğer dinci partilerin seçmen gruplarından da bellidir. 

AKP’nin yaptığı üniversite açılımları ile yeni kurulan Üniversitelerin resmen “Yüksek İlkokul” özelliğinde olması mezunlarının hiçbir işe yerleştirilemeyecek olmasından bellidir. 1980’lerde başlatılan Açık Öğretim Fakültesi girişimi de böyle bir şeydi. 

Bu çabalar sonunda eğitim, 1970 öncesi gibi diplomayı gösterince “ekmek kapısı” olma özelliğini taşımaktan çıkarılmış, ama hala “ekmek kapısı” gibi gösterilerek, dershane, özel öğretmen, ek ders, destek kitap pazarlamalarıyla, sadece “dayatılan bir sömürü aracı” haline getirilmiştir. Son yıllarda eğitimin ulaştığı en son rezilliğin adı olan “Şifreli Sınavlar” da bu utanmazlığın, şerefsizliğin sonucuydu.


12 Eylül sopasından,sonra Diplomalı Genç Gazozlarımız oldu.
Çabuk gaza gelen ve muhafazakâr eğilimleri yüksek olan “diplomalı gazozlardan”  ibaret bu grubun, İsrail—Filistin Flotalia ve çakma “One Minute-Van Minüt” olaylarında, terör örgütünün faaliyetlerinde veya bunlara karşı düzenlenen eylemlerde, mitinglerde kolayca harekete geçirildiklerini görüyoruz.

Büyük devletlerin siyasi projelerinin uygulandığı bizim gibi hedef ülkelerin “işbirlikçi “ siyasi, askeri, sivil toplum örgütlerinin, kendilerine verilen “tahrik faaliyetleri” ile kolayca kalabalıkları galeyana getirerek halk desteğini kaptıklarını ve halkı sonucu pişmanlık getirecek maceralara rahatça sürüklediklerini görüyoruz.

Hatta ne kadar “vatansever ve haklı gerekçelerle” düzenlenmiş olursa olsun, yapılan bir “tahrik” eyleminin sınırlarını tespit edecek bir çalışmaya hiçbir miting veya benzeri tahrik eyleminde rastlanılmamıştır. Bu sınırlama konulmadığından da “en haklı” direnişler, tahrik eylemleri kolayca yasa dışı ilan edilivermektedir.
Bu eksiklik bile “kalitesiz eğitimin” bir sonucudur. “Mantık ve Geometri” bilmeyenle konuşamam” diyen Gazalilerin, Sinaların, Erzurumlu İbrahim Hakkıların torunları bu gün,ne yazık ki bu değerlere en yabancı  milletlerdir. 

Olasılıkları hesaplayan bir “mantık yürütme yeteneği”  kimsede yoktur. Siyaset ve eğitimde “kişileri tanrılaştırma salaklığına da”  bu sayede kapılıp gitmekte böylece de iki yakamızı bir araya getirememekteyiz.
Bu gün Pakistan’dan Cezayir’e, Azerbaycan’dan Yemen’e kadar bütün Türk ve Müslüman coğrafyasında  “İslami Uyanış” ya da “İslam Devrimi” adıyla methedilen kitle eylemlerinin arkasında küresel sermayenin siyasi ve askeri jandarması olan ABD-AB’nin paraları olduğu ortadadır. Daha dün Suriye Devlet Başkanı Beşer Esad bunu açıklamıştır.

Libya'lı bir Direnişçi
Geçenlerde EURONEWSTURK kanalında yorumsuz yayınlanan bir Libya görüntüsü vardı.Uçaktan paraşütle atlayan askeri üniformalı, sarı saçlı mavi gözlü uzun boylu Avrupalı-ABD’li askerler yere indiklerinde birden üzerinde Arapça yazılar bulunan sivil bir Jeep yanlarına geliyor, makineli tüfekten roketatara kadar silah ve mühimmatları sandıklarla arabadan aşağıya atarak bunlara veriyor, bu askerler hemen silahları monte ediyorlar ve ardından Kaddafi’nin askerlerine saldırıya başlıyorlardı.

Bu kitle olaylarının hepsinde 1925’lerde Afgan Kralı Emanullah Han’ı ülkesinden kovduran “Topal Molla’lardan, Kurtuluş Savaşımızın haini işbirlikçisi Deliüzzaman-ı Said-i Kürdisine, Molla Efgani’sine, İskilip’li Atıf hocasına kadar takiyyeci Haçlı İşbirlikçilerinin günümüz versiyonları iş başındadır.

Bu sinsi “teslimiyet senaryolarına “ iştirak edenlerin asıl beyin takımlarının “Müslüman takiyyesi” yapan aslen Hıristiyan, Yahudi, Yezidi ve benzeri kişilikler olmasına rağmen kitlelerin bunlara aldanıp eylemlere katılması iğrençtir, ama acı bir gerçektir de.


Gene bu “İslami Uyanış” adı takılan işbirlikçi eylemlerin sürdüğü ülkelerin televizyonlarına baktığımda Libya’da sokakların girişlerinin tırlarla, yakılmış engellerle kapandığını ve çatışan her iki tarafın da “Allahüekber” çığlıklarını attıklarına şahit olmak ibret vericidir. Şahit olduğumuz bu iğrenç olaylar, aldatılmışlığı, din birliğinin yıkılmışlığını, bölünmüşlüğü, parçalanmışlığı, teslimiyetçiliği, köleleşmeyi sergilemektedir. Libya örnekleri Yemen, Bahreyn, Suriye’de farklı şekillerde hızla sürmektedir. Suriye’de iddia edilen ölüm oranları dün 20’nin üzerindeydi. Keza bizde de terör örgütü ve partisi aynı görevi iktidar ve dışardaki cunta ile kol kola yürütmektedir.

Libya'lı El Kaide'ci Genç Gazozlar
Birbirlerinin kafalarına günün her saati durmadan kurşunlar, bombalar yağdıran ve Hıristiyan Haçlı güçleriyle açıkça, çekinmeden işbirliği yapan, kandırılmış bu insan şekilli mahlûklara adını çok zikrettikleri “Allahlarının “ hidayet vermesini dilemekten başka yapacak bir şeyde yoktur.

İşte kitlelere verilen eğitimin kalitesiyle ancak açıklanabilen bu acı verici ibretlik olaylara karışan ahmakları ve ahmaklıklarını başka ne ile açıklayabilirsiniz?
Küresel sermaye kitlelerin eğitimlerinin kaliteli değil, pazarladıkları ürünlerini satın alıp kısmen kullanabilecek, tüketebilecek, reklam kampanyalarını özümseyebilecek,  görsel veya yazılı basın-yayın organlarıyla yapılacak kitle hipnozlarını kavrayacak, onların aldatıcı yalanlarına inanıp alet olacak kadar eğitimi dayatmaktadır.
Yoksa Haçlı dünyası da, kendi ülkelerinde bu hedef ülkelere giderek gönüllü savaşacak “kurbanları”  başka şekilde üretemeyecektir. Dışarıdan ithal edemeyeceğine göre eğitim dümenleriyle kitleleri cahil-aç-muhtaç bırakarak emperyalist amaçlarına kolayca alet edecektir.

Küresel sermayeyi,  yüksek kalitesiz eğitim dahi korkutmaktadır. Hatta  “kaliteli bir orta öğretim” bile korkulu rüyasıdır. Çünkü AB Eğitim Komisyonu Başkanı bayan Vasiliou raporunda AB ülkelerinde bile personel alımlarında “vasıfsız eleman” oranının yüksekliğini ortaya koymuş ve “nitelikli vatandaş” yetiştirilmemesinden şikayet etmiştir.

İşlenilmiş suçu sorgulayacağına "tehdit" eden bir kişilik!
Ben de bu tespitlere aynen katılıyor ve “dayatma eğitim sistemi, dayatma kültür” ile her şeyin kolayca “dayatıldığı ve coşkuyla kabul ettirildiği, koyun sürüsü gibi her yere kolayca sürüklendiği”(!) bir toplum haline getirildiğimizi belirtiyorum.

Dayatma eğitim,12 Eylül 1980 sonrasında, küresel sermayenin ürünlerini tüketen, onun senaryosu olan din manyaklığının militanı olan kendi değerlerinden uzaklaştırılmış aşağılık bir toplum yaratmış, tamamen sömürgeci-emperyalist güçlerin beklentilerine hizmet edecek ürünler (nesiller) yetirştirmiştir.

Bu yüzden, bu gün antiemperyalist, vatansever bir eğitim ve siyaset güdülmeye kalkışılsa bu kitleler bunun en büyük düşmanı olurlar. 
Bu kitleler fedakarlık gerektiren vatansever sömürge karşıtı siyasetleri taşıyamaz, onun faturasını ödeyemezler. 

Vatanseverliğin ve bağımsızlığın faturasını ödeyebilecek sorumluluk sahibi toplumu oluşturmanın ilk adımını bu yazılarla oluşturmaya çalışıyoruz.
Kenan Evren cuntasının yarattığı teslimiyetçi, iç düşmanlıklar yaratan ve körükleyen, köleci zihniyet pisliğine ilk küreği böylece vurmuş olduk. Sağ oldukça arkası gelecektir.

“Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az!”

Neyse,siz gene yazdıklarıma boş verin, zırvaladım işte!

Adilyargicc

Libya'ya karşı ABD-AB yalanları ve komploları için İngilizce bilenler bakabilirler;
TIKLA- http://www.globalresearch.ca/index.php?context=va&aid=24033
 

2 Nisan 2011 Cumartesi

IDAM ISTEKLERININ PERDE ARKASI

İDAM İSTEKLERİNİN PERDE ARKASI


Kayserideki çocukların cenazesi
Son günlerde Kayseri'de 3 çocuğun vahşice öldürülmesinin ardından bir başka çocuğun üvey annesi ve anneannesi tarafından parçalanması üzerine idam cezasının geri getirilmesi tartışmaları başladı.
İşte size İnternette geçen bazı tespitler;

Hakkari Şehitleri
1-Hakkâri Yüksekova'dan gelen acı haber Türkiye'yi yasa boğdu. Osmaniye Harp Malulü Gaziler Şehit Dul ve Yetimleri Derneği tarafından saldırı kınandı. Dernek Başkanı Durmuş Öksüz Şırnak'tan sonra Hakkari'den gelen şehit haberleriyle sarsıldıklarını belirterek, Türkiye Büyük Milet Meclisi'nden bir an önce idam cezasının çıkarılmasını istedi. Dernek olarak idam yasasının çıkarılarak teröristlerin yeniden yargılanması için teröre lanet mitingi düzenleyeceklerini belirten Öksüz, Güneydoğu'daki terör sorununun çözülmesi için komutanlara büyük görevler düştüğünü kaydetti.

2-Tokat Esnaf ve Sanatkarla Odaları Birliği (TESOB) Başkanı Mehmet Bekçi, idam cezasının tekrar gündeme gelmesini gerektiğini belirterek, "Bugün dünyanın en modern ülkesi olan ABD’de dahi idam cezası varsa Türkiye’de de olmalı" dedi.

Hurriyet.com.tr’nin anketine 156,806 kişi katıldı. Katılımcıların yüzde 64,6’sı “Evet idam cezası geri gelmeli” derken, yüzde 35,4’ü ise idamın geri gelmesine karşı çıktı.

Anket Sonuçları
İdam anketi - İdam geri gelmeli mi?
Evet 749 oy. (75.50 %)
Açıklama: 75.50 %
Hayır 243 oy. (24.50 %)
Açıklama: 24.50 %
Toplam oylar: 992 | Ankete Oy Vermek İçin Tıklayınız
Anket Sonuçları tamamen bağımsız olup, siteyi ziyaret edenlerin seçimlerini yansıtmaktadır.
TurkiyeSecimleri.com tamamen bağımsız bir yayın yapmaktadır.

Anket Sonuçları Yazılı/Basılı veya Görsel Medya'da Kaynak Gösterilerek Kullanılabilir.

Halk aleyhine olan bütün yasalar, hükümetlerce halkın duygularını yukarıdaki olaylarda olduğu gibi tahrik eden bir takım olayların arkasından sinsice ortaya atılarak yasalaştırırlar. Böylece “tahrik edilen halkın” duyguları suiistimal edilerek kamuoyunun tahrik edilmesi hükümetin amaçlarını gerçekleştirme aracı olarak kullanılır.

Bırakın idam ve müebbet hapis cezalarını gerici şeriat ve benzeri rejimlerde aynı yolla gerçekleştirilir. 

İşçi ve memurların ellerinden “sendika, grev, miting, geçici iş bırakma, dernekleşme” gibi haklarını ellerinden alan kısıtlamaları yasalaştırırken AKP, “Yabancı Sermayenin ve sıcak paranın ürkütülmemesi” gerekçesini koymadı mı?

İşte Arap devrimleri, İran 1979 devrimi ve Türban olayları ile tahrik edilen kamuoyunun duygularının aynı yolla suiistimali sonucu iktidara gelen Eş Başkan R.T.E hükümeti.

İdam cezası yukarıda halkın duygularını tahrik edilmesinin ardından tartışmaya açılmıştır ve başlı başına bir provokasyondur.

İktidara geldiği günden beri devletin bütün kurumlarına yandaşlarını dolduran AKP son olarak, Ergenekon aldatmacası ile Orduyu da kumandası altına almıştır.

Şimdi sıra yeni İslami Rejimi ilan etmeye gelmiştir. Bunun için de 2011 seçimlerini ardından muhaliflerini bütünüyle ortadan kaldırmak için kullanacağı “idam silahını” halkı bu tahrik edilmiş hailinden istifade ederek ele geçirmek arzusundadır.

PKK terörü önce devletin de içinde olduğu sinsi bir senaryodur ve daha çok uzun yıllar birlikte yaşayacağımız bir gerçektir. İdam cezası gelse dahi inanın AKP’nin bir tek terörist idam etmesi bile kolay olacak iş değildir.

Ülkemizde adalet kurumu henüz yerleşmiş değildir ve “hatır-gönül-rüşvet” gibi tarihi kokuşmuşluklar yaygınken ileride bir çok mağdur insanın “haklılığını ispat edememesi” yüzünden yok yere ölümünden başka işe yaramaz.

Zengin hiçbir yerde kolay kolay idam edilmez, olan fakire olur. Avukat tutmaya parası olmayan bir mağdur, avukat tutan bir suçlu ile olan davasında “suçlu” çıkarılıp idama gidebilir. Bunlar geçmişte de çok yaşandı ve tecrübe edildi.

İdam devlet erkini ele geçirmek için mücadele veren,  siyasi otoritenin “önünü açmak” engelleri temizlemek için kullanacağı en kolay “temizlik” aracıdır.

İran devriminden sonra Humeyni’nin idam ettiği insan sayısı belli değil. İdam sehpalar vinçlere kuruldu insanlar yirmişer yirmişer idam edildiler.

Tahrik edilmiş duygularınızla gelecek nesillerin yaşamlarını karartmayınız.

Saygılar!