İSMET İNÖNÜNÜN EMRİ İLE ABDİ İPEKÇİ NİN ABD ÜSLERİ ARAŞTIRMASI
Sayın okuyucular,araştırmaya girmeden önce İsmet paşanın geçmişine alışık olunmayan bir tarzdaki görüşlerimi ortaya koymak istiyorum;
İsmet paşa,14 Mayıs 1919'da İzmir'in işgaline "karşı koymama" kararı alan Damat Ferit hükümetini protesto etmek için istifa eden Harbiye Nazırı (Savaş Bakanı) Mustafa Fevzi Çakmak paşanın yaverliğini yapıyordu.
Okumak için tıklayarak büyütünüz;
Onun istifasından sonra,Damat Ferit başkanlığındaki heyetle,heyet başkan yardımcısı sıfatıyla gittiği Paris Konferansında,ileri sürdükleri istekler nedeniyle alay konusu edilip kovuldukları zaman,Churchil İsmet paşanın iyi bir işbirlikçi olduğunu keşfetmişti inancındayım.
Kurtuluş savaşına da sonradan katılmasında,Atatürk'ün daima koltuk altına itilmesinde İngiliz-Amerikan parmağının olduğunu,yukarıda yazdığım olaylardan öğrenmiş oluyoruz.
İsmet İnönü'nü,Atatürk'ün devrimlerini gerçekleştirmesine,Musul-Kerkük'ün alınmasına engel olan 1925 Şeyh Sait,Rize Pontus ve gerici,hilafet meskeli ayrılıkçı Rum,Ermeni, Grek isyanlarında,1937 Dersim İsyanlarında batı ile işbirliği yaptığına dair iddiaların gerçek olduğu,1937 Dersim isyanının ardından CHP'deki ve hükümetteki bütün yetkilerini alarak Atatürk'ün kendisini Büyükada'ya sürmesi,10.Kasım 1938 günü ölüm döşeğinde Atatürk'e yaptığı darbeden de bellidir.
Sayın okuyucular,bu yazıyı Milliyet Gazetesi arşivinden kopyalamak mümkün olmadığı için,harf harf çıkarıncaya kadar haşat oldum.Ama okumak için değer bir araştırma.
Amerika'nın 1958'de,SSCB'nin Hidrojen Bombasını yaptığını açıklamasının ardından,"Komünizm'e NATO'nun "top yekün karşı koyma" stratejisinden vazgeçerek, "esnek mukabele" adını verdiği saldırının olduğu bölgeye saldırı anlamına gelen bu savunma kavramına dayalı güvenlik stratejilerinden endişelenen İsmet İnönü,Kıbrıs konusunda yediği kazığında tecrübesi ile,bu araştırmayı ABD'nin kulağına kar suyu kaçırmak,gerekirse artık blogu değiştirme gibi endişelere sevk etmek için yaptırdığı anlaşılmaktadır.
İsmet Paşa'nın dış işleri bakanının "İngiliz Mandası" olduğumuzu gösteren beyanı.
Bu araştırma bana,İsmet paşanın adeta bir günah çıkartması,"ben hata yaptım,uyanın" der gibi bir gayreti gibi görünmektedir.
Ama,1946'dan itibaren ülkemize giren ABD,devleti çoktan ele geçirmiş,1970'lerde ise artık o 1938 darbesinin diktatör İsmet paşasından pek bir şey kalmamıştır.
Abdi İpekçi'nin bu araştırmasından sekiz ay sonra "ABD,İsmet paşanın yerini almış ,yeni yetme işbirlikçilerine" meşhur 12 Mart 1971 muhturasını verdirdiğinde,yerini yeni yetmelere terk ettiğini de bu olayla iyice anladığında ömrü de zaten tükenmişti.
1971de,darbe ile geri aldığı,CHP başkanlık koltuğunu ve partiyi Bülent ECEVİT'e devretmesinden kısa bir süre sonra 1973 başında da vefat edecektir.
Ben,bu olayın İsmet paşa tarihinde bir milat olduğuna inandığım için,ölümünün bile yaşlılığından değil,Atatürk, Cemal Gürsel gibi esrarlı olabileceği inancındayım.
Aratırmayı dikkatle okuduğunuzda,yılların ABD-İngiliz işbirlikçisi İsmet İnönü'nün gitmiş,yerine yepyeni antiemperyalist bir İsmet İnönü geldiğini göreceksiniz.
Abd başkanı Truman,İsmet paşa,Churchill Kahire'de 1943Aşağıdaki araştırmayı yaptırdığında,"Devlet yönetmeye ehliyeti olmayanların",iktidar hırsları yüzünden devletin bağımsızlığını kaybettiğini,yani Atatürk'ün ölümü ile sonuçlanan,tasfiye hareketine verdiği desteğin ardından altı ay sonra 12 Mayıs 1939 İngiltere,ardından Amerika,Fransa ve Almanya ile yaptığı kredi antlaşmaları ile devletin bağımsızlığını teslim etmesindeki hatasını anlayabilmiş midir bilmiyoruz.
Ordu sevk etme kabiliyeti olmadığı Atatürk tarafından da dile getirilen,bu özelliğinden kaynaklanan güvensizliği yüzünden,ikinci dünya savaşının ayak sesleri hızlanınca devleti İngiliz mandası haine getiren antlaşmaları çatır çatır imzalayan diktatör İsmet paşanın hayatından tek cümlelik bir sonuç çıkarılacaksa,o da şöyle bir cümle olmalıdır;
"Devlet,ehliyetsiz kişilerin iktidar hırslarını tatmin aracı değildir."(adilyargic/alaeddin yavuz)
Bu söz aynı zamanda,emperyalist güçlerin ülkemizdeki elleriyle yaratılan muhtelif "mağduriyet senaryolarıyla" gözümüze sokularak iktidar edilmiş,gelmiş geçmiş işbirlikçi hükümetleri de kapsamaktadır.
Bu gün,"halkın oyu ile geldim,her şeyi yaparım,babalar gibi her şeyi satarım,pazarlarım" mantığında olan,cumhuriyetin birikimleri olan kamu kurum ve kuruluşlarının yok pahasına AKP hükümetince satılması olaylarında bu söz yerini bulmaktadır.
Şimdi araştırma yazısını okumaya başlayabiliriz.
adilyargic.
22.5.1970-
Abdi İpekçi’nin İncirlik Araştırması-
Her yerde “çift “ olan anahtar,İncirlik’te “tek”
..Ve bu durum kuşkulara yol açıyor.
Ülkemizde,NATO savunması ile ilgili olarak bulunan nükleer sialhlar,”çifte anahtar” sistemine tabiidir.Yani,silahı,kullanma durumunda bulunan iki taraftan,birinin rızası olmadan silah ateşlenemez.Bu şu şekilde uygulanıyor;
Silah,ülkemizdeki Amerikan birliklerinde,silahı atma araçları ise Türk Silahlı Kuvvetlerinin elinde.Böylelikle,Türk Genel Kurmayı istemedikçe nükleer silahların kullanılması mümkün değil.
Çifte anahtar sisteminin geçerli olmadığı istisnai durum İncirlik üssünde var.Burada,nükleer başlıklarla donatılmış ve her an harekete hazır bekleyen kısa menzilli Amerikan uçakları bulunuyor.NATO savunma planları gereğince,İncirlik’te üslenen bu uçaklar Türk ordusunun emir ve kumanda zinciri içinde değildir.Bu birlikler,doğrudan doğruya NATO’nun Avrupa Müttefik Kumandanlığına bağlı.
İşte kuşkular bu noktada beliriyor.Zira,bu kumandan daima Amerika’lı.Hem NATO’nun hem Amerikan ordusunun sapkasını taşıyor.Dolayısı ile Amerika istediği anda bu kumandan vasıtasıyla İncirlik’teki nükleer başlıklarla donatılmış filoları herhangi bir hedefe karşı,mesela SSCB’ye karşı harekete geçirebilir.Ve bu yüzden,ülkemiz bir Sovyet misillemesi ile karşılaşabilir,kendi iradesi dışında bir nükleer savaşın kuacğına düşebilir.
Gerçi burada bir engel ileri sürülüyor.Deniliyor ki;
Avrupa’daki ANATO kumandanı böyle bir kararı almadan önce NATO konseyine danışmak zorundadır.Türkiye’nin konseyde veto hakkı bulunduğuna göre,Türkiye’nin iradesi dışında bu uçakların kullanılması düşünülemez.
Bu husus,Amerika’Nın istediği anda yapacağı bir emrivakiyi ne derece önleyebilir?
Soruya şöyle bir cevap veriliyor.;
Sovyetler Birliğinükleer bir saldırı ile karşılaştığında,bu saldırının nereden geldiğine bakmadan topyekün bir misillemeye girişecektir.Bu bakımdan Amerika İncirlik’ten kalkan uçaklar yüzünden kendisi de karşı saldırıya uğramaya ,en azından Avrupa’daki öteki üslerinin ve birliklerinin misillemeye hedef olmasına mahkumdur.Dolayısı ile Amerika’nın sadece Türkiye’yi feda eden bir emrivakiye girişmesi gerçek dışı bir ihtimaldir.
Bu teori,Türkiye için bütün kuşkuları giderecek nitelikte gözükmüyor.En iyisi öteki nükleer silahlarda olduğu gibi İncirlik’teki uçaklara çifte anahtar sisteminin uygulanması ve Türkiye’nin kendi iradesi dışında bir nükleer savaşa sürüklenmesinin kesinlikle mnlenmesi.Ama bu yapılmamış,yapılamıyor.Konuyu tartıştığım hariciye yetkilileri,yukarıdaki teoriye dayanarak Türkiye için bir emrivakinin söz konusu edilemeyeceğini ileri sürdüler.Çifte anahtar sisteminin neden uygulanmadığı konusunda ise bence tatminkar olmayan cevaplar verdiler.İleri sürdüklerine göre,NATO savunma planları,baazı nükleer kuvvetlerin doğrudan doğruya Avrupa kumandanına bağlı olmasını gerektiriyordu.Bu şekilde kuvvetler,sadece bizde değil,İtalya,Holanda, Almanya’da,İngiltere’de de vardı.Ve bunlar NATO’nun caydırıcılık ilkesinin uygulanabilmesi için zorunlu idi.Ayrıca kullanılması ile ilgili kararın NATO konseyinden çıkması gereği ve konseyde her iyenin veto hakkının bulunması yeter bir garanti sayılmıştı.
Bütün bunlara rağmen,çift anahtar sisteminin bu birliklerde uygulanmaması yeter bir şüphe uyandırmaya ve haklı kuşkular yaratmaya yol açıyor.Hele,”esnek mukabele stratejisi” ile “sınırlı savaş” ilkesinin kabul edilmesi ve Türkiye’nin böyle bir savaşta akla gelen ilk ülkelerden biri olması bu şüpheleri ve kuşkuları arttırıyor.
İnönü’nün gerek İncirlik üssünün bu durumundan,gerek şimdi değindiğimiz “esnek mukabele “ stratejisinden dolayı yaptığı itirazları küçümsemek mümkün değildir.
Hem kuşkuları daha iyi anlamak,hem de ikinci önemli bir sorun olan “esnek mukabele “ meselesini açıklamak üzere yarınki yazımızda bu konuyu ele alacağız.
TÜRKİYE’Yİ FEDA EDİLMİŞ BİR ÜLKE DURUMUNA SOKTUĞU İDDİA EDİLEN
ESNEK MUKABELE NEDİR?
Amerika’nın ısrarı üzerine NATO’nun “Topyekün Mukabele” doktrininden vazgeçmesi ve “Esnek Mukabele” doktrinini kabul etmesi Türkiye’de bazı çevrelerin şiddetli tepkisi ile karşılandı.İddia edildiğine göre,bu değişiklikle,ülkemiz bir saldırı karşısında kendi kaderi ile yalnız başına bırakılıyor,adeta peşinen feda edilm iş oluyordu.CHP lideri İnönü de bu görüşü benimseyenler arasında idi.Ve İnönü,AP iktidarının buna rıza göstermekle ağır sorumluluklar yüklendiğini ileri sürüyordu.
Karşılıklı iddiaları değerlendirebilmek için önce iki doktrinin ne olduğunu genel hatları ile açıklamakta zorunluluk var:
“Topyekün Mukabele”,nükleer üstünlük Amerika’nın elinde iken benimsenmiş bir doktrindi.Buna göre,NATO ülkelerinden her hangi biri saldırıya uğradığı takdirde NATO’nun tümü elindeki bütün silahları ile –nükleer olanlar dahil,saldırgana cevap verecekti.Yani,bunun anlamı “bana dokunma seni mahvederim” idi.Ancak Sovyetler Birliği de nükleer silahlara sahip olup Amerika’ya yetişince bu doktrin geçerliliğini kaybetti.Çünkü bu durumda NATO’nun elindeki nükleer silahları kullanması karşı tarafın da aynı cevabını davet edecekti.Yahut Sovyetler Birliği bunu hesaplayarak,işin başında nükleer silahlar kullanmakla NATO’yu mahvetmeye kalkışacaktı.
Başka bir deyimle,başlangıçte,Sovyetleri herhangi bir saldırıdan caydırmak için benimsenen “Topyekün Mukabele” doktrini,artık caydırıc olmaktan çıkmıştı.Başka bir caydırıcı yol bulmak gerekiyordu.
İşte,”Esnek Mukabele” doktrini bu ihtiyaç sonunda ortaya atıldı.Bu değişiklikle “Bana dokunma seni mahvederim” formulünün yerini,”Sen bana nasıl saldırırsan ben de sana öyle karşılık veririm” formülü alıyordu.Yani saldırı,nükleer silahlarla gelirse karşılık nükleer silahlarla olacak,konvansiyonel silahlarla yapılan bir saldırıya ise konvansiyonel silahlarla kullanılacvaktı.
Esnek Mukabele doktrinine göre,silahlı bir çatışma şu üç muhtemel dönemden geçecekti;
1-Çatışma konvansiyonel silahlarla başlayacak;
2-Saldırı püskürtülemezse savaş alanındaki hedeflere karşı taktik nükleer silahlara başvurulacak;
3-Taktik nükleer silahlardan da sonuç alınamazsa bu defa savaş alanının dışındaki hedeflere karşı stratejik nükleer silahlara başvurulacak.
Görüldüğü gibi doktrin bir tırmanma esasına dayanmaktadır ve konvansiyonel silahlarla başlayan bir çatışmanın ancak nihai dönemde topyekün bir nükleer savaşa dönüşmesi öngörülmektedir.
Bu doktrini ve öngörülen üç dönemi bir örnekle daha iyi anlayabiliriz;
Mesela,Türkiye Varşova Paktı üyelerinden herhangi birinin konvansiyonel silahlarla yaptığı bir saldırı karşısında,ülkemizde konvansiyonel silahlarla bir savaş başlayacak.Bu dönemde “Topyekün mukabele” doktrininde olduğu gibi,öteki NATO üye ülkeleri otomatik olarak savaşa katılmayacaklar.Böylece başlayan “mahalli” savaşta saldırı püskürtülemezse o zaman taktik nükleer silahlar kullanılacak.Gerçi taktik silahlar savaş alanında kullanılan silahlardır.Ancak,örneğimizde savaş alanı aslında Türkiye olduğuna göre,bu durumda ülkemiz bir nükleer savaşın tümüyle içine girmiş bulunacak.Taktik nükleer silahlarla da sonnuç alınamadığı takdirde, sıra stratejik nükleer silahlara gelecek ki o zaman artık hedefler Sovyetler Birliğinin ve dolayısı ile ABD’nin torpaklarındadır.Yani savaş artık mahalli ve konvansiyonel olmaktan çıkmış,genel ve nükleer hale gelmiştir.
Görüldüğü gibi,”Topyekün Mukabele” doktrininde işin başında öngörülen durum “esnek mukabele” doktrininde son çare olarak saklanmış,böylece bir esneklik kazanılmak istenmiştir.
Bunu nükleer gücün asıl sahibi bulunan Amerika ile Sovyetler Birliği arasında örtülü bir pazarlık olarak yorumlamak mümkün gözükmektedir.
Amerika,NATO, ülkelerinden herhangi birine konvansiyonel silahlarla yapılacak saldırıda savaşı sınırlamakla Sovyetler Birliğine birbirlerinin topraklarına karşı nükleer silahların kullanılmasını adeta teklif etmiş olmaktadır.
“Topyekün Mukabele” yerine “ Esnek Mukabele”yi kabul etmek,anlaşılacağı gibi iki süper devletin çıkarları bakımından çok uygundur.Ama bu değişiklik,Türkiye’nin de yararına mıdır?Yoksa,iddia edildiği gibi ülkemzi için son derece tehlikeli durumlar mı yaratmıştır?
Yukarıda esnek mukabele doktrininin uygulanmasını açıklamak üzere ele aldığımız örnek bize bir nebze fikir v erebilir.Ama meseleyi leh ve aleyhteki görüşlerle bi,rlikte daha etraflı incelemek gerkecektir.Bunu da yarınki yazımızda yapacağız.
“ESNEK MUKABELE” YÜZÜNDEN TÜRKİYE’NİN FEDA EDİLECEĞİ İDDİASINI REDDEDENLERE İNÖNÜ’NÜN CEVABI;
“EEE NE OLDU POLONYA”
Dünkü yazımızda,belirtmeye çalıştığımız gibi,”Topyekün Mukabele” doktrininden “Esnek Mukabele”ye geçmekle herhangi bir NATO ülkesine yapılacak saldırıya karşı koyması esasından vazgeçilmiş,mahalli,savaş benimsenmiş,harbin sınırlandırılmasına çalışılmıştır.
Bu değişikliğin en büyük zararını Türkiye’nin göreceğinin ileri sürenler iddialarını şu görüşlerle destekliyorlar;
-Esnek mukabeleye geçişle NATO topyekün savaştan vaz geçip mahalli savaşı kabul edeceğini karşı tarafa bildirmiş olmaktadır.
Böyle bir savaşın en muhtemel cereyan alanı Türkiye’dir.Zira,Türkiye,coğrafi yönden, tecrit edilmiş durumdadır.Arkasında herhangi bir NATO ülkesi yoktur.Ortadoğu vardır.Oysa mesela,Almanya’ya yapılacak savaş mahalli kalmaz,Zira Almanya’nın hemen arkasında beş NATO ülkesi vardır.Norveç’in arkasında İngiltere vardır.Böyle olunca savaşın mahalli kalabileceği en tehlikeli kanat Türkiye’dir.
-Türkiye’ye yapılacak saldırı mahalli bir savaşın konusu olunca NATO’lu müttefiklerimizin büyük çoğunluğu işe karışmamayı tercih edeceklerdir.O zaman topyekün savaş yerine Türkiye yardım edilen bir müttefik durumunda bırakılacak,böylelikle Anadolu’da Vietnam örneği bir savaş sürdürülecektir.
Bu görüşleri ret edenlerin cevapları şudur;
-Esnek Mukabelenin kabulü ile NATO’nun bir üyesine saldırı karşısında,üyelerin tümünün savaşa katılmaları zorunluluğunun değiştirildiği gerçeğe uygun değildir.Böyle bir zorunluluk evvelce de yoktu.Zira her ülke anayasalarının hükümlerine göre savaş kararını otomatıkman değil meclislerinin kararı ile almak durumundaydılar.
-Esnek mukabele ile mahalli savaş esasının kabul edilmesi,Türkiye’nin aleyhine olabileceği gibi lehine de olabilir.Böylelikle ülkemzi mesela Norveç’e,Almanya’ya veya öteki ülkelerden birine yapılacak saldırı sonucunda mahalli savaşa katılmak zorunda kalmayacaktır.
-Türkiye’ye yapılacak saldırının mahalli bir savaş olarak kalması Türkiye’nin yalnız bırakılması düşünülemez.Çünkü ülkemizin jeopolitik yönden önemi çok büyüktür.Türkiye’nin istilaya uğraması genel stratejik dengeyi değiştireceğinden ne Amerika ne NATO’nun öteki ülkeleri buna seyirci kalamaz,Türkiye’yi feda edemez.
Bu iddialar,karşı görüşü savunanları ikna etmemektedir.Onlara göre,yeni bir strateji hazırlanırken uzun bir ihtimaller listesi yapılır ve her ihtimalin riskini azaltacak tedbirlere başvurulur.
Amerika kendi ulusal çıkarları açısından bunu yapmaktadır.Türkiye’nin de yapması en uzak gözüken ihtimalleri dahi dikkate alması gerekir.Bu onun tabii hakkıdır.
-
Şimdi, bir de meseleyi bu konuda ısrarlı itirazlarda bulunan İnönü’nün ağzından dinleyelim.Esnek Mukabele doktrinini Türkiye açısından onun nasıl değerlendiridiğini öğrenelim;
İnönü diyor ki;
“Esnek mukabele” askeri olarak doğru bir tedbirdir.Askerlik kaidesi ...Düşmana mukabele ederken esnek mukabele tabii bir askerlik kaidesidir.Cephenin her yerinde ona faik olarak mücadele edemezsiniz.Netice almak için bazı yerlerde mutlaka savunmada kalacaksınız.Buna karşılık can alacak yerde büyük bir kuvvetle netive almaya çalışacaksınız.Harp böyle kazanılır.
Ne diyhorlar şimdi?... Avrupa cephesi var,yan cepheleri var.Düşman taarruz ettiği zaman merkezi cephede yenilmeyelim diyorlar.Türkiye dedikleri kanat,kendi toprakları olsaydı,bu gayet tabii idi.Amna ittifak harbinde tali cephe dedikleri bir memleketin feda edilebilecek ,derdi sonraya bırakılabilecek bir yeri değil....Bir devletin tamamı, bütün hayatı..”
Bana bu sözleri söyleyen İnönü’ye Washington’da bu konuda yaptığım görüşmeleri anlattım.Pentagon’daki yetkililerin esnek mukabele ile Türkiye’nin gözden çıkarılan bir ülke durumuna düşürüldüğü konusundaki iddiaları kesinlikle reddettiklerini söyledim.
“Türkiye’yi feda etmek bizim için delilik olur.Bizim için hayati stratejik değer taşıyan Türkiye’nin işgaline göz yummamız asla düşünülemez” dediklerini naklettim.
İnönü bunlara karşılık şu kısa ve anlamlı cevabı verdi;
“
“Eee,ne oldu Polonya...İkinci cihan harbine onun yüzünden girdiler.Polonya’ya rejim değiştirttiler.Eski Polonya’dan eser kaldı mı?”
Sonra şu sözleri söyledi;
“NATO içinde hiçbir memleketin bir diğerine feda edilemeyeceği nazari olarak doğrudur.Ama,NATO içinde bir memleket,evvela kendisi sonuna kadar yıpranıp,mahv olacak ve ondan sonra diriltilecek.Bir kısmı da hiç mahvolmadan çarpışarak başından sonuna kadar yerinde kalacak.Bu iki talih birbirinin aynı değil....”
Aslında esnek mukabele ye Türkiye açısından itiraz edenlerin de kabul ettikleri bir husus var;Nükleer denge kurulduktan sonra topyekün mukabele doktrininde ısrar mümkün değildi.Zira böyle bir doktrin Sovyet Rusya’nın şimdi eriştiği nükleer güçten sonra karşılıklı intihar anlamına gelirdi.Esnek mukabeleye geçiş zorunluydu.
İtirazlar bu noktadan sonra başlıyor ve kabul edilen şekliyle esnek mukabelenin Türkiye için çok sakıncalı olduğu belirtiliyor.
Ne yapmalıydı veya ne yapılabilirdi?
Bu soruya konu üzerinde ötedenberi hassasiyetle duran duran bir yetkilinin NATO’da esnkek mukabele tartışmaları başladığu zaman Türkiye’yi temsil etmiş olan Amiral Sezai Orkunt’un verdiği cevap şudur;
“Esnek mukabele doktrini ile en tehlikeli duruma düşen,en büyük riskleri yüklenen ülkelerin başında Türkiye geldiğine göre,katlandığımız risklere karşılık bazı tavizler istemek ,özel garantile beklemek hakkımızdı.”
Bu görüş makul değil mi?
İKİLİ ANLAŞMALARDA KALAN PÜRÜZLER;
25.5.1970
ABDİ İPEKÇİ’nin bir araştırması;
Amerika ile aramızdaki askeri ilişkiler de tartışma konusu yapılan hususlar üsler sorunundan,Esnek Mukabele” doktrininin kabulü ile Türkiye aleyhine artan risklerden ibaret değildir.Bunların dışında ülkemizdeki Amerikan askeri personeline tanınmış haklardan doğan meseleler vardır.
Bilindiği üzere,evvelce yapılmış,anlaşmalarla Türkiye’deki Amerika askeri personeline hükümranlık haklarımızla bağdaşmayan tavizler verilmişti.Bunlar,zamanla Türk kamuoyunu rahatsız etmeye,Amerika’ya tepkileri kuvvetlendirmeye başlamıştı.Söz konusu tavizlerin başında suç işleyen Amerikan askerlerinini Türk mahkemelerinde yargılanmalarını önleyen imtiyaz geliyordu.Gerçi görev sırasında işlenen suçlardan dolayı mahalli mahkemelerin yetkisiz sayılması tüm NATO ülkelerinde kabul edilmiş bir ilke idi.Ama bizdeki, durum farklı idi.Amerika’lı kumanda sanık askeri için görev belgesi verdi mi buna karşı hiçbir itaraz,ret hakkı,hiçbir takdir hakkı işlemiyordu.Ve bu imkanın rahatlıklşa suistimal edildiği görülüyordu.
Mesela,hafta tatilinde trafik kazası yapan Amerikalı askerlerin görev belgesi alabildikleri,böylelikle yargılanmaktan kurtulabildikleri görülüyor,bu durum haklı tepkileri yaratıyordu.Oysa öteki NATO ülkelerinde durum böyle değildi.Mesela İtalya’da,İngiltere’de hakimin takdir hakkı vardır.Gerçi mahkemeler aksi ispat edilene kadar görev belgesini karine oalrak kabul ediyorlardı.Ama görev belgesinin haksız olduğunu iddia ve ispat etmek imkanı da vardı.
Şimdi Türkiye’de durum eskisine oranla değişmiş,Türk Genel Kurmayına Amerikalı kumandanın verdiği görev belgesini red etmek hakkı tanınmıştır.Ama,problem çözülmemiş ve bu noktada hükümranlık haklarımıza aykırı husus yine ortada kalmıştır.Zira,Türk Genel Kurmayının ret kararı kesin değildir.Bu karara itiraz mümkündür.Ve itirazı inceleyip sonuca bağlama yetkisi “İkisi Amerika’lı birisi Türk” olan üçkişilik bir komisyona verilmiştir.
Yani son sözü Amerikalıların çoğunlukta bulunduğu heyet söylemektedir.Türk yargı organlarının takdir hakkı yine yoktur.Oysa yukarıda belirttiğimiz gibi öteki NATO ülkelerinde takdir hakkı mahalli yargı organlarındadır.Bu durumu kabul etmek mümkün değildir.
Üzerinde durulabilecek noktalardan biri ötedenberi şikayet konusu olan PX’lerdir.Bilindiği gibi Amerikalıların Türk gümrüklerinden geçirmeden yurdumuza soktukları malların kaçakçılıklara yol açması ötedenberi tenkit edilir.Aynı şekilde posta hizmetlerinin de kendi şitketleri vasıtası ile yapılması sayesinde Türkiye’den tarihi eşyaların rahatlıkla Amerika’ya kaçırılmakta olduğu ileri sürülür.Hariciyenin belirttiğine göre,yabancı ülkelerde görevde bulunan NATO birliklerinin ihtiyaçlarını gümrüksüz geçirmeleri NATO Kuvvetler Statüsünde öngörülmüştür. Ve her ülkede uygulanmaktadır.Bu hükümden karşılık esasına dayanarakm N ATO ülkelerinde bulunan Türk askeri personeli de yararlanmaktadır.Yine hariciyenin bildirdiğine göre,alınan son tedbirlerle gerek PX lerin gerek APO (Amerikan Ordusunun özel posta sistemi) yolları ile yapılan kaçakçılık kesinlikle önlenmiştir.Genel Kurmay Yetkilileri de aynı kanaattadır.
Nihayet kendi milli kanunlarımıza aykırı bir husus da Türkiye’de faaliyette bulunan Amerikan radyo ve televizyon istasyonlarıdır.Bu husus yetkili makamlarımızca fazla önemsenmemekte,söz konusu yayınların yedi millik bir alanda sınırlandığı ileri sürülmektedir.Görüldüğü gibi yapılan değişikliklere rağmen hükümranlık haklarımızla bağdaşmayan bütün pürüzlerin ortadan kaldırılması mümkün olmamıştır.Bunlardan bazıları belki ihmal edilebilir.Ama,özellikle yargı yetkisi ile ilgili hususun mazur görülmesi güçtür.
adilyargic