10 Nisan 2015 Cuma

GÖK ANA KÜLTÜ ve İSLAM'A YANSIMASI

Gök Ana Kültü


Gök Ana, Tevrat merkezli Yaratılış efsanesine sahip olan Kur'an'da yer almaz. Ancak, Grek İncil'i dışındaki nerdeyse tüm Hristiyan mezheplerinin İncillerinde yer alır. İslam öncesi, Sabi Yahudileri olan Ortodoks Yahudiler, Ortodoks Hristiyan Sabiler, Nasturiler, İran Mecusiliğine inanan Kureyş Arapları dahi bütün Arap yarımadası halkı ortak adları "Yıldız Dinleri "olarak bilinen, Hint, İran, Sabi temelli dinlere ve onlardan türemiş sayısız mezheplere bağlıydılar.

Hint, Mısır, Arami dinlerinde evrenin yaratılışını anlatan kosmoceni (cosmogony) ve tanrıların yaratılmasını işleyen teogoni (theogony) kavramları vardır.

Bu dinlerden doğan dinlerde ise bu bilgiler ya değiştirilimiş ya kısaltılmış veya bir cümle ile Kur'an Hud Suresi 7.Ayeti gibi atıf yaparak bahsetmişlerdir.

Sümer dininde olduğu gibi bu dinlerde de ilk önce sular vardır, sulardan tanrıların ruhları ve çamur oluşur, onlar da maddeleşir ve madde alemini, güneşleri, gezegenleri ve aralarında bilmediklerimizi doğurmak suretiyle ve elleriyle, bakışlarıyla, dilemeleriyle yaratırlar.

Ama, sulardan sonra ortaya çıkan gök ana ile toprak baba (güneş veya ay olabilir) çiftleşir, bu ilişkiden rahimde varlıklar oluşur ve döl yolundan doğumları gerçekleşir.

Bu temel ilke "erkeklik ve dişilik organlarının kutsal sayılmasını" sağlamıştır.
Yeryüzünde bütün dinlerde bir şekilde bu kutsallığı görmek mümkündür.

Erkeklik ve dişilik, insan, hayvan ve bitkilerde üremenin, bereketin, bolluğun,zenginliğin temeli olarak görülmüştür ve kutsal sayılmıştır.
İnsan ve hayvanların çinsel ilişkileri, bitkilerin tozlaşma yoluyla üremeleri "Bereket Tanrısı Dinlerini" yaratmıştır.

Hint dininde evrende bulunan bütün güneşler (yıldızlar) ve gezegenler ile üzerlerinde yaşayan, fiziksel veya fizik ötesi varlıkları doğuran kutsal anadır.

İSLAM'IN TEMELİ BESMELE'DE RAHİM VE RAHMAN TANRI KAVRAMI;

Araplar, ölen biri için “sine-i rahme döndü” deyimini kullanıyorlardı. Yani ölenin ruhunun gittiği yer “cennet” değil, “RAHİM” di, rahmin sinesiydi.
Her şey, her tanrı da bu rahimden doğduğu içinde tek tanrı o olmalıydı.
İşte, İslamın temeli Besmeledeki “Rahman ve Rahim Tanrı” da böylece anlaşılır hale gelebilmektedir.

Bilindiği gibi Arap dilinde “B=İle”; “İsm=İsim”; “El Lah=İlah/Tanrı”;” Er Rahman=Koruyan”; “Er Rahim=yaşamı içinde barındıran ve koruyan”  anlamındadır. Gerçekten de yaşam, Rahim”, döl yatağından yapılan cinsel birleşme ile bırakılan erkek dölünün kadın yumurtasıyla birleşerek rahime geçip orada bir yere tutunması ile yaşamı başlatır. Kur’an Alak/İkra suresi bunu açıklamaktadır;

Alak Suresi 96:2;İnsanı, embriyodan/ilişip yapışan bir sudan/sevgi ve ilgiden/husûmetten yarattı.”(Y.Nuri Öztürk meali)

Embriyo’nun oluştuğu yer Rahimdir.

Rahim, her türlü mikrop, virüs, darbe gibi fiziki saldırılara karşı içindeki yaşamı korur ve beslediğinden dolayı “yaşamı barındıran ve koruyan yer”dir. İnsan veya diğer memeli varlıkların da yaşam bulduğu, yaşamlarının korunarak bağımsız yaşayabilecek canlı haline geldiği ilk yer rahimdir.

Müslümanların her işten önce söyledikleri “B’ism’el lah-er Rahman-Er Rahim” yani “Yaşamı içinde barındıran ve Koruyan Tanrının Adı ile” şeklinde Türkçe'mize Arap ırkçısı din adamlarımızın bir türlü çeviremediklerinden anlaşılabilmiş değildir. Oysa olay budur. 

Din adamlarının çevirdikleri “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla” çevirisi topu Arapça kelimeler olup hiç bir Türk’ün veya Arap olmayanın anlayabileceği bir ifade değildir.

Yaşamı içinde barındıran” yani “Rahim; “Koruyan” yani "Rahman Tanrı" ifadesi kısaca “Her zaman diri, genç ve yaşlanmayan Baki Tanrı/Allah” kavramını bize vermektedir.
 Mezar taşlarına bile bir Kur’an ayetini yazarız hep “Hüvvel Baki” yani “Ezel/Ebed/Kalıcı olan Allah’tır”
 Rahman ve Rahim Tanrı da, bu Allah’ın “yaşamı içinde barındırıp koruduğundan her zaman genç ve diri” kaldığını açıklamış olmaktadır.

Alak Suresi 96:2. ayette insanın embriyodan (Alak/Yapışan sulu şeyden/Dölden) yarattığını okuduk. Aynı surenin 96:8.”Oysaki, dönüş yalnız Rabbinedir” demektedir. Yani Dönüş yeri Rahim midir?  O mu kast edilmektedir? Bakacağız.
Kur’an’ın Hac Suresinde  Alak 96:2.ayetindeki “Rahim Tanrı” sıfatını tekrarlamaktadır;

Hac Suresi 22; 5. “Ey insanlar! Ölümden sonra dirilme konusunda kuşku içinde olabilirsiniz. Ama şu bir gerçek ki, biz sizi bir topraktan, sonra bir spermden, sonra bir embriyodan/döllenmiş bir karışımdan, sonra ne olduğu kısmen belirli, kısmen belirsiz bir et parçasından yarattık ki, size açık-seçik beyanda bulunalım. Ve sizi rahimlerde, belirlenen bir süreye kadar dilediğimiz şekilde bekletiyoruz. Sonra sizi bir çocuk olarak çıkarıyoruz. Daha sonra da tam kuvvetinize ulaşmanızı sağlıyoruz. Bununla birlikte içinizden bir kısmı öldürülüyor yine içinizden bir kısmı ilimden sonra bir şey bilmesin diye ömrün en basit ve düşük noktasına geri gönderiliyor. Yeryüzünü de sönmüş kül halinde görürsün. Nihayet onun üzerine suyu indirdiğimizde titrer, kabarır ve her güzel/bereketli çiftten bir şeyler bitirir.”

Hac 22:5. ayet, Alak 96:’. Ayet ile tam bir uyum içindedir. Önce insanın embriyodan yaratılışı rahimlerde saklanmamız, bir çocuk olarak çıkarılmamız, tam kuvvetimize kavuşmamız apaçık anlatılıyor.
Bu ayette “rahimlerde” ifadesi, her doğan insanın ayrı bir ananın rahminde doğmasına karşılık gelir. Ama, devam eden ayette;
“Bununla birlikte içinizden bir kısmı öldürülüyor, yine içinizden bir kısmı ilimden sonra bir şey bilmesin diye ömrün en basit ve düşük noktasına geri gönderiliyor. Yeryüzünü de sönmüş kül halinde görürsün
ömrün en basit ve düşük noktasına geri gönderiliyor” derken, adeta Hindu dininde yaşamın magmadan çıkan küllerden başlamasına işaret etmektedir. Bu durumda “ilk yaşam şekli olan küllerden başlatılan yaşam ile, yeryüzünün de bir RAHİM olarak tanımlandığına tanık oluyoruz.
Ayetin devamında da “Nihayet onun üzerine suyu indirdiğimizde titrer, kabarır ve her güzel/bereketli çiftten bir şeyler bitirir.” İfadesiyle de yaşamın tekrar “SU” ile ortaya çıkması şüphe bırakmayacak kadar açıktır.

Bu ayet, Rahim tanrı/Allah’ın, yaşamı su ile başlattığını, sonra küle kadar geriye döndürüp, üzerine su temas ettirdiğinde yeniden başlattığını bildirmektedir. Bu evrim teorisine dahi uygun bir tanımdır. Yeryüzü de bir rahimdir ve üzerinde, içinde bilim bilmediğimiz, toprağın üstünde veya içinde yürüyen, bitkiler gibi sabit olabilen yaşam biçimlerini yaratmaktadır. Üzerindeki Atmosfer tabakası ile de yaşamı sürdürmekte, korumaktadır.. Güneş ile de ısı, ışık, atmosfer olayları ile de su ve yaşam vermektedir.


Aslında Rahim ve Rahman Tanrı tabiatın kendisidir. Kabe, zigguratlar, piramitler, oturduğumuz binalar da bu RAHİM’in temsilleridir. Buralarda ibadet ile, eğitim ile, doğal felaketler ve göçler sonucu barınmakla korunuruz.

Bana bunları düşündüren mitolojik rahme geçiş yapalım artık.

Hint Dinlerinde Gök Ana; Aditi;

Gök Ana Aditi

Büyük Hindu tanrıçasıdır.
Horoz üstünde bütün uçsuz bucaksız gökyüzü boyunca uçan tanrıçadır. 
Horoz gücü ve onuru temsil eder. 

Güneşi giyen Güneş tanrıçası, 
Göklerin/Cennetin bütün ışıklarının, bütün tanrıların anasıdır(divamatar). 
12 burcun ruhunu doğurandır. 
Göklerde var olan şekilli şekilsiz her türlü varlığı,sırlı sözleriyle doğuran göksel rahimdir. 

İlk yaratılan varlıklarla ilişkilendirilen ve Brahma’nın dişili olarak görülebilir.  
Rigveda’da 80 kez adı geçmiştir. 
Vedalarda, Surya (Güneş)nın ve Adityaların (Aditi’nin oğullarının) annesi olarak bahsedilmektedir. . Silahları  üç uçlu mızrak ve kılıçtır. 
Solda "Üçlü Mızrak", Şiva-Aditi
yerde Lingam (Şiva ile Aditi cinsel
ilişkisi sembolüdür), sağda
Ganişa.

Rigvedalara ilk kez M.Ö. 1700-1100 yılları arasında adı geçtiği tespit edilmiştir.
Adları, Vivasvan, Aryama, Puşa, Yvaşta, Savita, Bhaga, Dhata, Vidhata, Varuna, Mitra, Sakra ve Urukrama’nın (Vişnu, beşinci ay olan Şravana ayında, Nebi ve Meru’nun oğlu Urukrama olarak, doğmuştur.) annesidir. 
Vişnu’nun avatarı olan Vamana’nın da annesidir.
Bütün göksel yaratıcıların ve yaratıkların anası olarak tanımlanır. 

Sadece bir ilahide, hırsızlıkla bağı olan duacıyı azad edebileceği belirtilmiştir.(Mandala 8.67.14)

Eski mitolojide,en yüksek yeri olan Sephirah in Zohar’da; Gnostik Sofya-Achamoth, Koronos ile evlenerek, Hestia, Poseidon, Hades, Demeter, Hera ve Zeus’un anası olan, sonradan yeraltı cehennemi Tartarus’ta yaşamaya mahkum edilen altı yaratıcı tanrının annesi, gök ana Rea, Büyük derin’in Bythos’u,Amba, Surarani, Kaos, Uzayın suları, ilkel ışığın ve yedi Mısır göğünün kaynağı ile ilişkilendirilebilir.

Hint Gök Ana Sembolü;



Hint dininde Gök ana remzi



Sembolün resmedilişi "yanlara açılmış kadın bacaklarının ortasındaki rahmi ve dişilik organıdır.

Gök Ana Tanrıçasının remzi, güneşleri
ve gezegenleri doğuran dış cinsel organ
olduğundan "oval" şekilde çizilmiştir.

Mısır Gök Ana’sı NUT/NUİT;

Misir mitolojisinde Nuit veya Nut, Gök tanrıçasıdır, Şu ve Tefnut’un kızıdır, Osiris’in dokuzlu tanrılar grubundandır. Güneş tanrısı Re, onun ağzından içeri girdi ve güneş battı, akşam oldu ve vulvasından (döl yatağından) doğduğunda ertesi gün oldu. ;
Hatta o gökyüzündeki yıldızları da yutandır. 

Nut, Re (Güneşi) yutması ve doğurması.
Eski Mısırlılar, Nut'un bedeninde sabaha kadar
Re'yi yok edecek tanrıların olduğu kapılardan
Re rahat geçsin de güneş doğsun diye "Dört vakit"
namaz kılarlardı.
Akşam, Gece namazı, İmsak vakti ve Tan vakti.
Öğle vakti güneş yeryüzüne hakim olduğundan, "
gücünden şüphe duyulmasın" diye namaz kılmazlardı.
İnsanın yaratıldığı vakit "ikindi vakti" olduğu inancıyla
ikindi namazı çok sonraları kılınmaya başlandı.

Ölümün tanrıçasıdır, bütün lahitlerin içinde resmi bulunmaktadır.
Öldükten sonra firavun onun bedenine girdi ve tekrar dirildi. Sanatta, elbise giymeyen, yıldızlarla kaplı bir ürtüyle örtülü olan, Şu tarafından desteklenen bir kadın olarak gösterilmektedir. Yeryüzü/Toprak olan Geb kocasıdır, çocukları Osiris, Horus, Isıs(Aysis), Set (Şit) ve Neftis’tir.

Kendisini gizlemek için giydiği yıldızlarla kaplı
siyah elbise, tapınak rahip ve rahibelerinin
dindar kadınların kıyafeti olmuştur.

Gökyüzünü tutan direkler, sütunlar olarak
kabul görmüştür.

Gündüzleri Nut ve Geb ayrıdır ama her akşam Nut aşağı iner Geb ile buluşur bu buluşma karanlığı yaratır. Gün esnasında fırtınalar olursa Nut’un kayarak toprağa yaklaştığına inanılır.
Nut, düzemli evrenin güçlerini dünyadakilerden ayıran bir engeldir.
El ve ayak parmaklarının dört baş noktaya temas ettiğine inanılır.

Güneş tanrısı Re’nin onun ağzına girerek akşamı kurduğuna, bedeni içinde seyahat ederek geceyi, dişilik organından her sabah doğarak yeniden dirildiğine ve sabahı yarattığına inanılırdı.
Mısır sanatında siyah/karanlık ve yıldız kaplı, kemer-köprü şeklinde, el ve ayak parmakları üzerinde duran, yüzü yere bakan çıplak kadın olarak gösterilmiştir.

Gök Ana Nut Geb'in (Toprak) üzerine abanmış
öteki tanrılar da güneşin doğumuna yardım ediyorlar
El ve ayaklarının evreni tutan dört sütun olduğuna, el ve ayak parmaklarının evreni tutan dört sütunun ufkuna dokunduğuna inanılırdı. Altında uzanan eşi Toprak Geb, bazen erkeklik organı ona doğrulmuş halde de “kızkardeşi ve eşine bakar şekilde resmedilmiştir.



Burada Geb/Toprak, Gök Ana'yı dölleme öncesinde.
Bu tanrıların "kardeş evlilikleri" yüzünden
hala insanlar "ensest evlilikler" yapmaktadırlar.

Nut ve Geb cinsel ilişki hazırlığında. Böylecek
evrene bereketin gelmesi sağlanıyordu.

Hathor’un şekillerinden olan İnek ile de resmedilmiştir. Piramit içindeki metinlerde Geb, Nut’un boğası olarak tanımlanmıştır.

Büyük güneş ineğinin, yeryüzündeki görevinden emekli oduktan sonra  Re’yi sırtında göklere çıkardığı düşünülürdü. Osiris, erkek kardeşi Şit tarafından öldürülüp, bedeni “14 parçaya ayrılıp dünyanın “14” ayrı bölgesine etleri dağıtılıp saklandığında, etlerini kızkardeşi/karısı Aysis bir araya getirmiş ve Osiris, annesi Nut’a  ulaşmak güvenliğinin sağlanmasını ve ölüler dünyasının kralı olmak için merdivene tırmanmıştı.

Nut, Güneş doğduğunda onu doğuran, battığında da yutandır.
Bu Lahit papirüsünde "doğum olayı" işlenmiştir.

Osiris’in cennet göklerine tırmanmakta kullandığı merdivendir. Bu resme bazı mezarlarda rastlanılmıştır ve “maket” denilmektedir. Ölünün ruhunun tanrısına yalvarması ve korunması için mezara konulurdu.

Bir tabut/lahit içi resminde
ölenin ruhu "Osiris" şeklinde Re'nin
kayığında.
Gök Ana içinde yolculukta.
 Bütün ruhları tutandır. Çünkü, gün boyunca Nut’un vücudu boyunca seyir eden güneş ve ay alacakaranlıkta yutulurlar Re kayığıyla getirdiği ölülerin ruhlarını onun içinde bırakmakta, şafakta yeniden doğmaktadır.
Nut’a bazen ölüleri koruyucu ve arkadaş görevi verilmiştir, bir çocuğun annesine yalvarması gibi yalvarılırdı; “Ey annem Nut, kendini üzerime ger, ölmemem içiniçindeki ölmemiş yıldızların arasında bana yer ver. “
Nut’un ölünün ruhunu yıldızlarının arasına çektiği, yiyecek ve şarapla onları tazelediğine de inanılırdı. Ölüler Kitabı Ani Papirüslerinde geçen bir metinde; “Ben, Nut, bütün kötülüklerden sizleri korumak için öylece geldim” ifadesi vardır.
Tabutun veya lahitin kubbesinde koyu mavi yıldızlarla tesmil edilen Nut resmine rastlanılmaktadır.

Re'nin kayığına binerek sabaha kadar cennete
gitme sırası bekleyen insan ve Tanrı ruhları.

Re, daha fazla çocuğu olursa saltanatını kaybedeceği korkusuyla, Nut’a “yılın hiç bir gününde çocuk yapmamasını” büyük bir kızgınlıkla emreder. Nut, Bilgelik tanrısı Tut ile konuşarak plan yapar. Gökyüzü boyunca seyahat eden, ışığı Re ile rekabet eden Ay Tanrısı Khonsu (Kansu okunabilir) ile kumar oynar. Her defasında Kansu kaybeder  ve ay ışıklarından bazılarını Tut’a vermek zorunda kalır. Kansu’nun kaybettikleri, “beş gün" fazladan gündüz yapmaya yetecek kadar olunca Tut, 360 günlük yıla “beş gün” eklemiştir. Bu beş günde Osiris, Büyük Horus,, Şit, Aysis ve Neftis yaratılır. Re, bunun farkına vardığında çok kızar ve Nut’u ebediyen kocası Geb’ten aralarına “havayı” koyarak ayırır. Nut ise kararından pişman olmamıştır.

Güneşin, Nut'un ağzından girmesi, tan vakti
 doğmasıyla esen seher yelinin
doğaya canlılık getirmesi işlenen bir
lahit resmi.

Dokuz ayrı kopyası olan çeşitli tarihleri,göklerin, tanrıların yaratılış efsanelerini içeren bir kitap olan “Nut’un Kitabı”, İskenderiye’de Von Lieven tarafından keşfedilmiş ve 2007’de “The Fundamentals of the Vourse of Stars” adıyla yayınlanmıştır.

Gök Ana Nut'un bu yıldızlı örtüsü, kadın
ve erkeklere örtünmenin ilk örneğidir.
Ondan doğan tanrılar, bakışlarıyla
insanlara zarar vermemek için onun gibi
giyinip örtünmüşler, insanların da
tapınakta tanrılara hizmetle görevli
rahip ve rahibelerine de örtünmek 

(göğü giymek)
farz olmuştur.

SABİ GÖK ANASI PİRA 
(RAHİM)

Bu iki dinden doğduğunu düşündüğüm ve Yahudilerin kitabı Tevrat'tan 1500 yıl kadar önce yazılmaya başlanmış Sabilerin din kitaplarındaki. yaratılışa geçelim. 
Bu kitap, Tevrat, Zebur, İncil ve Kur'an'ın temel mitolojisidir ve Adem, Havva, Şit, Anuş/Enok, şeytan, Nuh, İbrahim, Yahya adlarının aynen bulunduğu en eski tek kitaptır.

Mısır dinlerinde yaratıcı, bereketin kaynağı Nil nehridir ve bütün nehirler "Nil"ise, Sabi dininde de Ürdün (Nehir demektir) nehri bereketin kaynağıdır ve bütün nehirlere de Ürdün adını verirler.
Nil nehri, Kızıldenize uzanan
Sina (Sin'in) yarımadası.

Bu da M.Ö. IV.yy.da yaşamış Mısırlı tarihçi Maneto'nun, Grek kökenli firavunu I.Ptolome için yazdığı Mısır Tarihi kitabında, Yahudilerin, Mısır'dan sürülmüş cüzzamlı, asi toplulukları olduğunu,

Kızıldeniz kıyısında bataklıklara sürülerek ölüme zorlandıklarını, 40 yıl da arınmışlarının Ürdün tarafına geçmeleri için çölde beklemelerini anlattığı kitabını kaynak aldığımızda,
Sina Yarımadasının apaçık bir temerküz kampı olduğu, burada, "hastalıksız, sağlıklı çocukların" Ürdün nehri tarafına geçmelerine izin verildiği anlamını çıkartmak zor değildir.

Musa'nın sağ elinin Allah taraından gömleğinin altına göğsüne sokulmasıyla "beyazlaması" mucizesinin de temelinin cüzzam hastalığı olduğu açıktır.

O çağlarda, günümüzdeki gibi çağdaş tedavi olanakları olmadığından, her türlü hastalığa tutulanlar, gebe kadınlar bile doğum öncesi Güneş Tapınaklarına Re'nin şefaatine nail olmak için terk edilirlerdi.
Re'nin soyundan sayılan Firavunlar, onların çocukları olan rahip ve rahibeler de şifaacıydılar.

Buna rağmen, kardeş/evlat evlilikleri yapan Mısırlılar arasında bu yüzden cüzzam ve her türlü hastalık da eksik olmuyordu. Tapınağa terk edildiği halde iyileşmeyenler önce Nil kıyısında Avaris taş ocaklarına, piramit, şehir inşaatlarına taş çıkarmak için gönderiliyorlardı.

Galile Göçlünden doğup, Ölü Deniz'e dökülen
Ürdün Nehri.
Sabilerin yaşam buldupu yer.

Kaderlerine razı olmayanlar, tanrılarının şefaatini istemek üzere isyan edince sürülüyorlardı.
Bu defa, tanrılarınca terk edilenin, şeytanın (Ay Tanrısı) askeri oldukları inancı yüzünden eski inanışlarını Şeytana tapınmaya göre değiştiriyorlardı.

Bunun da başlangıcı, Güneş'in yerini Ay'ın, Nil'in yerini Ürdün nehrinin almasıyla oluyordu. Diğer yaratılış efsaneleri de sürülen kavim içindeki cüzzamlı asillerin bilgelikleri ile orantılıydı.


Tanrıların Yaratılışı (Theogony);

Metinde geçen kelimelerin anlamları;
“Bütün işlerin üstünde olan Işık (Nur) ın sayısız dünyalarından, kavranamayan bir yaratık olan büyük Hay (Yaşam) Nukrayya’nın adıyla. Bu kitap, zaman öncesindeki, İlk Yaşam Doktrininin İlk Kitabı ve sırrıdır.”
Yaratılış efsanesinde olaylarda geçen önemli kelimeleri ve ifadeleri şöyle açıklayabiliriz;

Başlangıçta Pira (meyve/Amcık) pira içindeydi, 
Ayar (Gökyüzü) ayar içindeydi. 
Büyük Mana (Sır/Zeka/Akıl) uyandı 
ve sayısız Mana’lar üretti. 
Büyük ve sayısız Pira’lar, Şekinalar 
(Göklerde oturanlar) büyük piradan çıktı. 
Büyük Mana’nın isteğiyle 
Yardina/Jordan/Ürdün nehri meydana geldi ve 
ondan başka Yordanlar (İordan) var oldu.”

Tanrı Yaratılış metninde göze çarpan sıfatlar sırasıyla;
Nukraiia(Nukrayya)=Yaratık/Varlık (Alien-İng), tanımlanamayan (Undefinable-ing), uzak(Remote-ing), kavranamayan (unconceivable-ing)

Pira=Meyve, am/Vagina(Lat)/Matrix (rahim),Evreni her şeyiyle doğuran Gök Ana/Ak Ana.

Ayar=Gök yüzü/Ether (İng)/Sema (Arap), İlk suların üstündeki gökyüzü.

Mana=Sır, zeka, akıl (İntelligence-ing), Pira, Ayar ile aynı anda var olan yaratıcı güç, sır.

Sekina (Şekina)=Göklerde oturanlar, melekler veya göksel varlıklar, güneşler, gezegenler v.b.

Yardina/ Jordan=  Nehir demektir. Ürdün nehri. Sabilere göre yeryüzünde ve gökyüzündeki bütün nehirlerin adı Ürdün’dür.

*Büyük ağız= Evreni, güneşleri, gezegenleri, barındırdıkları görünen ve görünmeyen varlıklarıyla doğuran “Gök Ana’”nın ağzı. Sabiliğe göre, güneşin bu ağzından girmesiyle gece, döl yatağından doğup çıkmasıyla gündüz olur. Sabaha kadar geçen güneş tanrıçasının yolculuğunda, Gök Ananın ağzından döl yatağına kadar güneşi yutabilecek tanrılardan kurtularak doğması için namaz kılınır. Bu inanış İran, Hint, Mısır, Grek dinlerinde de aynıydı ve tek farkı bu dinlerde Güneş’in cinsiyetinin “Erkek” olmasıdır.
Ay Tanrısı Dinlerinde güneş “Dişi”dir.

Bu bakır heykelcik de Keltlerin
Gök anasıdır. Klet dini Sabilik temelli
veya çok akraba olan bir dindir.


Evren ve Büyük Yaratıcı Sır’ın (Mana) Yaratılışı;

“Pira, pira içindeyken,    .........(Rahim, Rahim içindeydi.)

Ayar, ayar içindeyken,   ..........(Gök, gök içindeydi)

Azametli ulu Mana oradayken,

Işınları genişliklere uzanırken,

Aydınlığı uluyken,

Büyük Pira’nın (Rahmin) içinde sınırsız,

Sayısız miktarda hiç kimse yokken ve

Işıması Büyük Ağızın sözlerinden, ......(Gök Ana’nın ağzı)

Anlatabileceğinden daha büyükken,

Büyük ve Güçlü Mana meydana geldi.
Gök Ana'nın gökj cizimlerini doğurması
temsil edilmiş.
O Pira’nın içindeyken, (Rahimdeyken)

Sınırsız sayıda binlerce ve,

Binlerce sayıda Piralar(Rahimler),

Çok defa sayısızca miktarda

Şekinalar(Gök varlıkları) onun içinden çıktılar. 

Büyük Mana’dan coşarak doğan

Ürdün nehrinin beyaz suları içinde olan

Hay’ın Ulu Gökyüzünde azametiyle var olan

Büyük Mana’nın önünde,

Hepsi durup ona şükür ederler.

Meydana gelen Büyük Ürdün’den,

Başka büyük Ürdün,

Ondan da sayısız başka

Büyük Ürdün nehirleri çıkmaya başladılar.”


"Büyük Mana" denilen şey, maddi olmayan, metafizik dünya ya da evrendir. Mana Alemi olarak İslam kültürüne de geçmiş bu cennet evreni bile Gök Ana'nın rahminde oluşuyor, sonra, doğuyor.
Bundan sonra da Gök Ana yeni evrenler doğuracak rahimleri, yani Piraları doğuruyor. Onlarda kendilerine göre evrenler, galaksiler ve yıldız kümeleri doğurup düzenliyorlar.

Sabilerin "dört aşamalı yaratılış" efsanelerine göre, dördüncü yaratılışı gerçekleştiren Ptahil adlı Mısır'dan çalıntı tanrıları, oldukça sakardır. Çünkü, yaratıldığında, doğuşunda sahip olduğu, ona güç veren elbisesi babası Abatur (Mısır'ın Thtoth/Tut/Lah'ından çalıntı) uyandırmadan sırtından alır ve ona işe yaramaz " beyaz elbiseler" verir.
Şimdi, son gök anamız Ruha şeytanının yaratılışının Ptahil tarafından gerçekleştirilmesini okuyalım;

""İlk denemede başaramasa da Ptahil elbiselerin ve yaşayan alevin gücüyle suları karıştırınca maddi yaratılışı meydana getirmeyi başardı. Ptahil, karanlık suları sertleştirdi,gökleri ölçtü ve dünyaların sınırlarını tespit etti.

Gök yüzünü ölçtü, yer yüzünün merkezini cennetin merkezine bağladı.435 Ptahil, dünyayı yaratmak için yedi qalia (Kalya)/ses kullandı;
İlk sesiyle toprak sertleşti ve göklerini ölçtü.
İkinci sesiyle Ürdünün/nehirlerin kanallarını dağıttı.
Üçüncü sesiyle denizlerin balıklarını,her türden, cinsten kuşları yarattı.
Dördüncüyle tohumları, bitkileri meydana getirdi.
Beşinciyle kertenkeleleri yarattı.
Altıncıyla karanlığın bütün yapıları meydana geldi.
Yedinciyle, Ruha ve yedi gezegen var oldu. 436

Ptahil dünyanın yaratılmasıyla uğraşırken Yedi (Gezegen) ve 12 burç takımyıldızı, Beşi (gezegenler güneşsiz ve aysızdılar) sinsice yukarı tırmandı ve kubbede yerini aldılar"

Sabi tanrıları da Mısır ve öteki milletlerin Öküzbaşlı tanrıları gibi birbirine düşman evlatlar doğurup yarattıklarından her biri ardından gelene kazık atarlar. Böyle olunca da henüz yarattığı Ruha şeytanının, yedi gök cismi ve 12 burç takım yıldızını yarattığını ark etmez bile.
İşte Ruha şeytanı, kendisini yaratan tanrısını bile işleten böyle mahir bir şeytandır.

Güneş sistemi etrafında bulunan 12 Burç takımyıldızları. Ruha'nın çocukları

Bu arada Adem de Ptahil yarafından yaratılmıştır ama, ona can verip ayağa kaldırıncaya kadar, başta Ruha bütün ilk yaratılan tanrıların topu seferber olmuşlardır.
Neyse hapşırarak ayağa kalkan Adem'e "Çok yaşa" diyen tanrıları, zavallıyı her biri sinsice kendisine köle yapmak istemektedir.
Çünkü, hepsi de Ruha şeytanının doğurduğu gök cisimlerinin nimetlerine mahkum olmuş garibanlardır.

Ruha'yı Cin Ze Rabba kitabından tanıyalım;
İştar, El Lat, Semiramis, Ruha şeytanının
değişik çağlara ve milletlere göre adlarıydı.
Allah adının da dişil haliydi.
Kâbe'nin (Güneş Evi/Beyt-ül Şems)
Güneş tanrıçsı, Cehennem'in (KUR)
Kralı Ur'un anası ve karısıydı.
12 Burç, yedi gök cismi,
Ay-Güneşi olmayan diğer beş gök cisminin
de "Gök Ana"sıydı.

""Ruha; Karanlığın Kraliçesi;
Ruha (Namrus veya Hiwat’a atfen) 63? 
Karanlığın kraliçesi, Baş Dişi Şeytandır.638 
Karanlığın hanımefendisi, üçüncü matsarta (gözlem evi) nın yöneticisi, ilk yaratılan yer altı dünyasında oturan Qin’in kızıdır.639 –640 


Ruha Karanlığın kralı Ur’un annesidir 641 yedi gezegenin, 12 burç takımyıldızının ve beş gezegenin de annesidir. 
“Düşmüş Akıl Figürü (şahsiyet)” olarak kabul edilir, diğer Gnostik dinlerdeki Sofya’ya banzer. 642 Aynı zamanda farklı krallıklarda savaşır, acı çeker halde görünür.643
Ruha, yeraltı dünyasının güçlerinin önderidir ve fethetmek zorunda oldukları aydınlık dünyayı fethedecek karanlık güçlerle işbirliği halindedir.644 






Kendisini tanımlarken pek dikkatliydi. Bileği bükülmeyen tanrıça varsa budur işte;

Cinze’nin altıncı kitabı Dinanukt’ta, Ruha, kendisini “ışık ve karanlık”,”yanlış ve gerçek”,”inşaa ve yıkım” gibi açık , ikilemli ifadelerle tanımlar.


Ben,ezelden beri var olan yaşamım. 
Başlangıçtan önce var olan “kuşta” gerçeğim, 
Ben, ışıyanım (nur saçan), 
Ben ışığım, 
Ben ölümüm, 
Ben yaşamım, 
Ben karanlığım, 
Ben aydınlığım, 
Ben yanlışım, 
Ben gerçeğim, 
Ben inşa eden ve yıkanım. 
Ben saldıran ve arıtanım. 
Ben, yeryüzü ve gökleri inşa edenden önce var olan, 
seçkin olanım.649

Güneş tanrıçası El Lat
İbni İshak'ın Kitabül Asnam'ında uzun uzun anlattığı gibi, Irak ve Harran Sabilerinin "Er Ruha" adıyla saydıkları "Dişi Şeytan", diğer Sabi/Arami/Sebe kavimlerinde Er Ruda (Yemen) İştar (Irak Şubbaları), Aştarte Filistin, El Uzza, El Lat ve Menat olarak değişik Arap kabilelerince tapınıldığı anlatılmaktadır.,

Her ne kadar İbni İshak, bu tanrıçaların Güneş Tanrıçası olarak tağınıldığından bahsetmese de, günümüzdeki, Sudan-Etiyopya kökenli Lev Tahor, Beyt Şemeş Yahudileri Kabe'ye "Beyt-ül Şems /Güneş Evi" adıyla tapınan, namaz kılıp Müslüman gibi ibadet eden, kara çarşaf ve peçe Yahudilerdir.Sin mezhebinde Ay tanrısı Sin, kızı Güneş Tanrıçası İnanna'dır, kovulmuş şeytandır, sayılan adlar bu kökenden gelirler.

Bu durumda, Kabe de güneş tanrıçası yani, El Lat'ın, Er Ruha'nın rahmidir.

Sayıları 180'i bulan, El Uzza'nın doğurduğu
gök cisimleriyle tanımlanmış putlarıyla Kabe
resmi. Fetih öncesi

Kabe'nin İslam döneminde bile çevresinin güneşi temsilen beyaz bir çember ile çevrelenmesi, bu çemberden yayılan ışınları temsilen rahme ulaşan yolları ile güneş tanrıçası, güneş sistemi dahil 48 takım yıldızın anası Er Ruha'nın rahmi olarak görüldüğü açıktır.
Aynen Mısır gök anası Nut'un siyah yıldızlı gök elbisesinin benzeri siyah elbise giydirilmesi, kim ne derse desin putperestliğin sürdürülmesidir.
Yoksa, "mahrem" gayrimüslümlerin girmesi yasak olan Mescid-i Haram olması, siyah örtüyle örtülmesi başka nasıl açıklanabilir.

Siyah Gök ana örtüsü ile örtülmüş, güneşi temsilen
çember ile çevrilmiş, etrafına ışınlar yayan
GÜNEŞ EVİ, GÖK ANA EL UZZA' NIN RAHMİ

Gök Ana El Uzza veya Er Ruha'nın mahrem rahmi
"Gök Elbisesi" olan siyah örtü ile örtülürken.

Sabi dini mitolojisinde de Hint mitolojisinde de ölüm sonrası ruhların dönecekleri yer "Mana Alemi" ve onu içinde barındıran "Gök Ana'nın rahmidir".
Sabilik dinin mezhebi sayılan Baal dinine göre de tanrılar arasından kovulan Baal, çöle giderek, "Gök Ana'nın Rahmini" temsilen Kâbe'yi inşa eder ve kızları El Lat, Astarte ile oturur.
Ebedi huzur, cennet, mana alemi, Alma di Nura (Nur evreni/alemi) yani cennet, gök ananın rahmindedir. Ebedi huzuru temsilen insanların tanrılara yaptıkları evler olan tapınaklar, insanlar tarafından da yapılmaktadır. Bu mantığa göre hepimizin evi bir rahimdir ve orada huzur buluruz.
Öyle olsun veya olmasın ama evimizden başka da huzur bulacak yerimiz yoktur.

Besmeledeki "Rahim=Yaşam veren, yaşamı içinde barındıran" ve "Rahman=Koruyan" adları Allah'ın adı olarak boşuna seçilmemiştir.

Gök Ananın rahminin önüne yapıştırılmış
amını öpmek için Suudi Polislerin 
izin 
vermesini bekleyen mal Müslüman güruhu.
Bir çok İslam kaynağında Eyüp peygamber gibi sabırlı bir insanın da eşinin adının "Rahmiye" olması Gök Ana Dininin İslam'ın temeli olduğunu ispatlamaktadır.

Biraz da tarihçilerden yaptığım çevirilere bakalım;

Kabe ve Kara taş;

 Mekke’de İskit Amazonlarında olduğu gibi, “Karataş”, resmi, putu yapılmayan bir ana tanrıça olarak Şeybah veya Şeba adıyla tapınıldı. Kabe, Mekke’de “dişil sembol” olarak, peçe ile örtülü eski bir ana olarak tapınıldı.
Kabe, çevresinde güneş tanrıçasının çocuklarını
temsil eden putlarıyla resmedilmiş.

Haremde duran Kara Taş, Harem’in eş anlamlısı olan mabet,

Babillerde “Kadınlar Tapınağı” olarak kullanılırdı. 
Allah'ın Üç Kızı (Kuğuları)
El Uzza, El Lat, Menat
Babilliler, fahişelerin annesi olan (Harlots)  , tanrıça Har’a tapınırlardı. Mirasyedi olarak Kureyşliler (Koreshites) Harem’in koruyucularıydılar ve Koreshite/Kureyş, Kore/Kure’nin çocukları demekti ve bu kabile Muhammed’in kabilesiydi.  Kutsal büro, adının anlamı “Yaşlı kadının çocukları” anlamına gelen adla çağıran Beni Şeyban kabilesinin erkek rahiplerince ele geçirilmeden önce
 Aslında bir kadın tarafından kurulmuştu. Bu külte göre Kara Taş, “Tanrıçanın Göbeği” ’ydi.

Üçlü Tanrılar;

İslam öncesi Kabe’de tapınılan tanrıçaların başında adı basitça “Tanrıça” anlamına gelen “El Lat”, Greklerin “Kore, Demeter, Hekate” adlarıyla bilinen üçlü Ay Tanrıçalarına benziyordu. Bu tanrıçaların adlarını n her birisi de ayın fazlarının anlamlarıydı.İnananları için El Lat’ın üç adı olduğu biliniyor Kore (Q’re) Hilal Ay ve bakire, El Uzza edebi olarak “Güçlü Olan” dolunay demekti ve görünüşü anne idi. El Menat ise gittikçe silikleşen ama kehaneti, ilahiliği temsil ediyordu.

Edward Rice’a göre, El Uzza  özellikle Kâbe’de “yedi rahibesiyle” hizmet ve ibadet edilendi, ibadetçileri kutsal taşın etrafında yedi kez “çıplak olarak” dönerlerdi.

Kâbe’nin çok yakınlarındaki, hacıların gırtlaklarını serinleten Zemzem kuyusu vardır. Yaşam (Hay) veren tanrıçanın kıyaslanamayan görüntüsünde, onun dağında , her zamanki akarsuların vahasındadır. Hint karşıtı olan “erkek-dişi üretici kuvvetler”in sembolü Lingam ve yoniye yapılan ibadetin ateşli uygulamasının sürmesidir.
Hint Lingam'ı
Kabe ve Zemzem suyunun efsanesi de zaten İbrahim’in buraya karısı Hacer ile oğlu İsmail’i terk etmeye geldiğinde, Kâbe’yi yeniden inşa etmiş, içecek su bulamadığında,Zemzem suyunun kaynağını İsmail ayağıyla bulmuştu. Kabe, gök ananın rahmini, yeniden doğumu ve güneşin de yendien doğuşunu temsil eden doğu köşesine koyduğu Kara taşı da “gök ananın vajinası” temsilen koymuştu.
Gök Analarının vajinasını
okşayan Müslümanlar.
Böylece göklerde ve yeryüzünde “üretici güç” olan Gök Ana’nın üretici timsali  Rahim (Kabe), döl yatağı (Kara Taş) yerini bulmuş, zemzem suyu ile de bereket tamamlanmıştı.
Artık, “Bereket Tanrıları ve tanrıçalarına” ibadet etmek için her şey tamamlanmıştı ve Hacer, oğlu ve gelecek nesilleri İbrahim’in dininde ibadet edebileceklerdi.

Yaşlı Kadının Çocukları“ anlamına gelen Beni Şeyba Kabilesinin de  Süleyman Peygamber zamanında  Sebe kavmi ile dostluğun işareti olarak, Sebe Melikesi Belkıs’ın ülkesinde yaşamaları emredilen 12 Yahudi Kabilesinden olan, Kâbe’ye güneş tanrıçasının (El Uzza) evi olarak Beyt-ül Şems (Güneş Evi) Yahudileriydiler.

Ba’al mitine göre, Kâbe’nin ilk Güneş tanrıçası El Lat’tır. Sonra’dan El Uzza’ya dönüşmüştür. Bazıları da en yaşlıları olarak Menat’ı saymaktadır. Bu ululama işi İbni İshak tarafından belirtilmişse de onun zamanında eski putperest dinine göre “Beyt-ül Şems/Güneş Evi” dini kalıntıları ya unutulduğundan ya da putperestliği unutturmak amacıyla açıklama yapılmasından kaçınılmıştır. Oysa Habeşistan (Etiyopya-Sudan) kökenli Lev Tahor-Beytül Şems Yahudileri bu dini hala uygulamaktadırlar. 
1974’te Yahudileri toplama kampanyası ile İsrail’e getirilen bu Yahudi kavmi, kendilerini “Beyt-ül Şems Yahudileri” olarak adlandırıyorlar, kara çarşaf-peçe giyiyorlar, sarığı çarığı, cübbeyi kutsuyorlar, namaz kılıyor, Kâbe’ye tazim ediyorlar, ama, ensest yaşamları ve çocuklarını cinsel ilişkiye işkenceyle zorlamaları yüzünden İsrail’den sürülüyorlar. En son iki yıl önce Kanada da bunların ellerinden çocuklarını alıp sürdü. Bu konuyu “Sabetay Sevi’den Burkalı Yahudiliğe” başlıklı yazımda, “adilyargic.blogspot.com” blogumda yayınlamıştım. Bazıları da ülkemizde Müslüman pozunda, sarık, cübbe, çarşaf-peçe ve haremlik-selamlık otobüsler (İsrail’de Mehadrin otobüsleri) istemektedirler. Milli eğitimin de içine etmişlerdir.

Tanrı demeyin, Allah deyin, Allahuakbar naraları atanlar da bunlardır. Bizim cahiller de bunları Müslüman sanmaktadırlar. Evet çok benzerler. Hele dört kitabı bir sayıp Müslümanlık edenleri Sünnilerden ayırt edemezsiniz.

Bu kaçınma hala Müslümanlar arasında “Tanrı demeyeceksin, Allah diyeceksin” yok “Allahüekber” sloganlarıyla sürmektedir. Oysa “Bismillah” derken bile “İlah=Tanrı” dediğini bilmemektedirler.
Sakınan göze çöp batar örneğindeki gibi Müslümanlar da uydurma dinlerini sakındıkça dindarlıktan hoşlanmayanları dinleri incelemeye itmişler ve dine bağlılık ve İslam değer kaybetmeye başlamıştır.
Bu yeni değil, geçen 1400 yılda dört mezhep ve birbirinin camisine girmeyen 1000 kadar tarikat bu sakınmadan doğmuştur. Bunlar da ben çıkartmadım ya. En iyisi dini insanların vicdanlarına bırakmak, zorlamadan, baskıdan kaçınmaktır.

Ama nerdeee, kim yapacak ki bunu?
Lev Tahor/Beytül Şems Yahudileri
Yedi gezegenin Gök Anası
El Uzza/Er Ruha/El Lat'ın
"gök örtüsü gece" yi
örtünmüşlerdir.
Beytülşems Yahudileri
İsrail'de bile çarşaf-peçe,sarık-cübbe-
harem-selamlık Mehadrin otobüsleri ve her türlü
şiddetve sapkınlık bunlara aittir.


El Uzza’nın eşiti olan bereket, güneş tanrıçası Fenikelilerde Astarte, Frigyalılarda Kibele, Babillerde İştar, Trakyalılarda Bendis,  Giritlilerde Rea, Efeslilerde Artemis, Kenanda Atargatis, İranlılarda Anahita, Kapadokya’da Ma, Harran Sabilerinde Ruha olarak adı her ne kadar değişse de yaptığı iş aynıydı. O daima, çocuklarının yardımına koşan, yardım eden ve bereket bahşedendi.




Lingam-Sol K^^abe,Sağ Üst Yunanistan Delfi mabedi
Orta Mısır Güneş mabedi (H.Polis)
Alt, Easter Adası Lingam
Rahim (Yaşam bulma) ve doğum organı.

Çıktığı yere girmeye meraklı bilinçsiz
Müslüman çocuğu polis yardımıyla,
herkesin kirlettiğ ve asla temizlemediği
vajina temsilinde mikroplara bulanırken.



Gök Ana'sının amını koruyan bir  Suudi Polis

Kibele adının en erken biçimi olan Gılgamış destanındaki (M.Ö.2500 Asur) ormanın koruyucu bekçisi dev Humbaba veya Kumbaba ya da Kubaba olduğu sanılmaktadır. Neolitik çağ Anadolusunda “Küp şekilli taş” ile temsil edilen tanrıça ibadeti dinleri referans kabul edildiğinde “Kubaba” adının “Küp veya “kuba” olabilir. (Tahmin edin neden?)

Kubaba, alternatif olarak, tanrıçanın üstün görüntüsü sayılan  boşluk, tekne, gemi, kap anlamına gelebilir. Hitit alfabesinde Kubaba ideogramı (sembolü) “eşkenar dörtgen, baklava şekli, küp, çift yüzlü balta, kumru kuşu, vazo, kapı veya büyük yapı kapısı şekillerinde neolitik avrupa’da görünmektedir.

Vatikan şehri Kibele tapınağının üstüne kurulmuştur.

Gök Ana'nın rahmi olarak inşa edilen Vatikan Şehri
Aziz Peter meydanı. (Peter=Taş demektir)

Afrodit’in şehri Kıbrıs Pafos şehridir. Farklı klasik yazarlar, onun onuruna yapılan ayinlerin, her ne kadar aşağılansa da da “tapınak fahişeliği” olarak tanımlarlar. Bu tapınakta kara taşa ibadetin, taşın müzeye taşınmış olmasına rağmen hala sürdüğünü işittim.

Kibele’nin başında  tac, Nuh tufanından sonra ilk peygamberliğin sahnesi Babil kulesini hatırlatmaktadır.
Anadolu'nun Gök Ana'sı Kibele

Kıbrıs’ın İslami tarafında da, Mekke ve Medine’den sonra üçüncü derecede yüksek hürmet gören “Hala Sultan Tekkesi” vardır.  Kutsal bir kadın adına yapılmıştır. Türbenin üstünde üçlü kolonun bir parçası gökten düşmüş siyah bir meteorittir.
Kara Çarşafa-peçeye girmiş
Afrodit.
Hala Sultan Tekkesi.
Meteroit
Hala Sultan, Peygamberin analığı ve halasıdır. Bu Mekke’deki gibi orjinal tanrıça türbesi olabilir mi? Ne yazık ki daha fazla bilgi elde etmek olanaklı değildir.

Varro, Bergamalılar çağında Truva İda dağı yakınlarında Ovid annesinin evini kurduğu, Bergama’da Megalesion adlı bir türbeden getirilen tanrıça olduğunu ifade eder. Livy, Romalılar ile Begama kralı I.Attalos’un Pessinous’tan elde ettiklerini taramış görünür. Özellikle Romalıların farklı kaynaklarda taş; “Herhangi bir ikon şeklinde olmayan, küçük, kara, kutsal, gökyüzünden Pessinious türbesine düşmüş bir taştır.” Şeklinde tanımlanır. (Roller, İn Search of The God the Mother=Ana Tanrıçanın Araştırılmasında Silindir)


Lingam- Erkeklik-Dişilik organı birlikteliğinin
İslam'a yanısması

Hint dilinde kutsal olan OM (solda) ve
İslamda kutsal olan "Allah" yazıları arasında da
benzerlik kuran Hintli araştırmacılar
yanılıyorlar mı?

Son olarak, Müslümanların her işe başlarken söyledikleri söz;
Bismillaherrahmanerrahim;"Rahman ve Rahim olan tanrının adıyla"
Bu ifadede geçen;
 "Rahim" Yaşam, Yaşam veren  (Hay/Hayat) ve koruyan anlamlarına gelir.
Rahman da "koruyan" demektir. İki kelime "yanyana "koruyan" olamayacağına göre, "Rahim", Türkçe dilimize de geçtiği gibi, bal gibi, insanın yaşam bulduğu üreme organıdır.
M.S. 218-222- Suriye J.Sezar parasında
KARA TAŞ'ın "Rahim"de taşınması.


Her ne kadar Müslümanlar her yemekte, her su içmede, her duada tekrar ettikleri "Rahim" adının, aslında evreni içinde yaratıp, hayat veren "kutsal gök ananın rahmi" olduğunu bilmeseler de, Hindu dininden başlayarak bütün dinleri birleştiren Masonlar bu işi sıkı takip ediyorlar.

Apple Bilgisayar şirketinin "Kabe projesi"
Rahim temsilidir. Aynen Kâbe gibi
 karedir.

Avustralya'da Rahim

Rahim Santaana'da

Rahim, Danimarka'da

Rahim New York'ta.

Eğer Rahim, am/vajina, penis/sik putperestlik kalıntısı iseler İslam gibi en son olan bir dinde nasıl kaldılar?

Neden bırakıldılar?

İslam'dan 600 yıl kadar önce inen İncil ile Hac görevi, insan ve hayvan kurbanı kaldırılmıştı. Zerdüştler, insan ve hayvan kurbanını M.Ö 600-400 yıllarında kaldırmışlardı. Ancak Hicaz Araplarına Yasin 6. ayette belirtlidiği gibi "Babaları uyarılmamış" kavimdiler ve onlar kurban kanlarıyla putlarını yıkama, hayvan ve insan kurbanını sürdürmekteydiler.
Peygamber Muhammet'İn babası Abdullah da Allah'a adanmış bir kurbandı ve annesi Fatma'nın tek çocuğu olduğundan, Kabe'nin kahini Margayın gördüğü rüyaya istinaden attığı fal okları ile  130 deve karşılığında kurban edilmekten kurtarılmıştı.
Hayvan kurbanı, Yemenli dine teni girmiş birisinin camide kurban konusu konuşulduğunda "Putperestler kanla ibadet ediyorlar, biz onlardan aşağı mı kalalım" demesine kimseden itiraz gelmeyince, inen Kurban ayetleri gibi, Hac da Kureyşlilerin "Muhammet, putlarımızı kırdın, haccı da kaldırırırsan biz aç ölürüz, kısa sürede herkes putperestliğe döner" kaygısı üzerine Hac suresi ve ayetleri gelmiştir.
1970'lı yıllarda din derslerinde öğretilen bu konu bıu gün bütün kayıtlardan kaldırılmış olsa da hafızalarda yer etmiştir.
Kimbilir belki de doğru olanı yapıyorlar

Dinin temeli sayılan ve eski şeytana tapınmayı ret eden "Euzubillahimineşşeytanirracim" yani "Huzurdan recm edilerek kovulmuş şeytanın şerrinden sana sığınırım" diyen bir Müslüman olacaksın, sonra da, yezdi gezegen, 12 burç ve güneşi-ayı olmayan diğer beş gezegenin anası olan şeytan Er Ruha/İştar/El Uzza/El Lat adlarıyla anılan güneş sistemi ve bu takımyıldızları doğuran "göksel Ana" şeytanın rahmi etrafında, "7" oğlunun hakkı için, "7" kez tavaf edip, döneceksin. Hem de rahim olan binayı da "Gök Ana'nın SİYAH ÖRTÜSÜ" ile örteceksin.



 Oradan Mina'ya gidip, El Şükra cemresi (Küçük Şeytan), El Vüsta cemresi (Ortanca şeytan) ve El Akabe cemresi (Büyük Şeytan) adlarıyla bilinen üç şeytanın her birisine, şeytanın yedi oğlu-yedi gezegen hakkı için "7"şerden "21" taş atacaksın, bunu, üç gün sürdürüp toplam "63" taş atacaksın ve şeytan ruhanın doğurduğu toplam "61" gök cismi, güneş (şeytan) ve ay ekleyerek "63"'e bağlayacaksın ve putperest olmayacaksın.
Kur'anda yüzlerce "aklını kullan" diyen ayet demek boşuna inmiş. Gerçek inanan siyasi ile rahmani olanı ayırt etmelidir.

El Şükra, El Vüsta ve El Akabe cemreleri


Şeytan heykelleri kırıldığından yerlerine enli sütunlar
dikilmiştir. Bu sütun duvarlara küçük taşlar atılır.


Şeytanın rahmini yedi kez tavafla kutsayıp, döl yatağını/amını/vajinasını öpeceksin ve purperest olmayacaksın?


Hacer-ül Esved, Gök Ana El Lat'ın
Er Ruha'nın veya El Uzza'nın

Vajina'sı na bunca hürmet, Allah'a 
şirk değil mi?
Uğraş biraz daha, girebilirsin :)



Bu yaptığın da "Euzubesmele" ile çelişmeyecek öyle mi?
Bir düşünün derim.

Eğer Allah varsa ve her gün Müslüman kanının döküldüğü ve bütün Müslüman devletlerin Hristiyan ve diğer gayrimüslümlerin kölesi olmalarında bu "riyakârlık" belki de esas sebeptir.
Kim bilir?
Bu putperestliklerden başka daha dinde bırakılmış, kurban, recm, kırbaç, kelle kesme,çocuk evlilikleri/pedofili, çok eşlilik, türbe ve yatırlardan medet umma, muska, büyü, büyü ile bağcılık,şeyh, emir, pir (rahim/am)lerden medet umma ve niceleri gibi.
Günümüzde Hindular, güneş tanrıları Şiva ve diğerlerine
kurban keserek yaklaşırlar ve putlarını islam öncesi
olduüu gibi kanla yıkarlar.
Hamile olduğuna bile bakmadan kurban
keserek Allah'a yaklaşacağına inanan
Müslümanların yaptıkları
ibadet mi zulüm mü?
Hindulardan ne farkınız var ki?
Tevrat'tan İslam'a geçmiş putperest ibadetlerinden
Recm, taşlayarak öldürme elan dinde vardır.

Günümüz Müslümanlarının aydınlarının yaşadığı Türkiye'de bu inançta olmadıklarını biliyoruz. Ama, ilk emri "İkra=Oku" olan dinin mensupları, en cahil ve köle milletler ise, bir şeylerin sorugulanma zamanı gelmemiş midir?
Geçmişte "Müslüman olduk" deyip, bu gün Haçlı ordusunun
Müslümanları ve masumları katleden, İNSAN KAFASI KAYNATAN,
Müslüman ülkelere HAÇLI SALDIRILARINA GEREKÇE
ÜRETEN VEHHABİ, NAMAZ KILAN ŞEMSİ YAHUDİ"
DÖNMESİ
IŞİD'E KATILARAK DA MÜSLÜMAN OLUNABİLİYOR.


 850 yılında Bizans'ın Abbasileri bozguna uğratarak İran'da urumumiye gölünü Müslüman cesetleriyle doldurmasıyla başlayan İslam'da değişim, tarikatların artması,16.yüzyılda 
Portekizlilerin Ümit Burnunu dolaşarak Hindistan'da koloni kurmaları ve Hint okyanusuna kıyıları olan Müslümanları köleleştirmelerinden beri devam etmektedir.

Birbirinin camisine girmeyen 600 kadar diyanetin kabul ettiği tarikattan ibaret bir "köle İslam" size bir şey düşündürmüyorsa, rahatınızı bozmayın bence.
İslam'ın Yahudileştirildiğinden endişe eden başka
Müslümanlar da bu şekilde dertlerini dile getirmişler.


Hani derler ya "girsin çıksın kalbini bozma" diye. Siz kalbinizi rahat tutun...

Alaeddin Yavuz/
Alaeddin Yavuz wordpress
keykubat
/adilyargic
/ adilyargicc

Kabe, Haceri Esved ve şeytan taşlama ile Arapların Türk hacıları öldürüp köle olarak satmaları konuları Evliye Çelebi Seyahatnamesinden alıntılarla verilmiştir.

http://adilyargic.blogspot.com.tr/2010/11/kabe-ve-seytan-taslama-hakkinda-bazi.html

Not; (Sabilerin kutsal din kitaplarının çevirebildiğim kadarı ile çok sayıda dilimize çevirdiğim çalışmayı yakında PDF veya bu şekilde yayınlayacağım.)


1 Nisan 2015 Çarşamba

İNGİLİZ İMAM BİLAL PHİLİPS TE PEDOFİLİYİ ÖVÜYOR.

PEDOFİLİK İNGİLİZ İMAM BİLAL FİLİPS DİYOR Kİ;

"Ergen olmayan kızla evliliği Muhammet uygulamıştır.
O evlilik, istismar  veya cinsel sömürü değildir."
Sapık imam Bilal Philips. Bir de doktırmuş.
Sıçayım doktorluğuna da Avrupalılığına da.

Muhammet zamanında ve bu gün de Zervani-Zerdüşt Persler, Araplar ile Sabi, Yahudi Arapları, kız çocuklarını doğduğunda diri diri kuma gömüyor ya da sütten kesilince ilişkiye giriyordu.

Tam bir zulüm olan bu sapıklık bununla da kalmıyor, kız kardeşler, annelerle evlenebili-yordu.
Muhammet, örnek evliliğiyle en azından, nikahı altıya, evliliği dokuza çıkartmıştır.

Peygamber Muhammet'in yaşamı (siyer) iyi okunursa, Ayşe evliliğinin sadece "örnek" olduğu, ikinci kez tekrar edilmediğini görürsünüz.

İkinci bir çocuk evliliği daha yapsaydı o zaman Muhammet gerçekten pedofilik sapık olarak nitelebilirdi.

 Oysa bunu, diri diri kuma gömülen, doğar doğmaz babasınca oral seks yapılan, "1,5-2" yaşından itibaren babasınca veya satın alanlarca cinsel istismara uğrayan mağduriyetleri kaldırmak için yapmadığını ispat edebilir misiniz?

Üstelik Ayşe, en sevdiği kişi ve koruyucusu Ebubekir'in kızıdır.

Mevcut olan sapkınlığa peygamber uysaydı kimseden kız istemesine de gerek yoktu, zaten hangi Arap'ın kızı olsa, üstüne para vererek kızını verirdi.

Kimse de yadırgamazdı. Zaten Ahzap Suresi 40. ayet, Muhammed'e evlilik konusunda oldukça ayrıcalık vermektedir. Örneğin, amca kızı ile evlilik, Müslüman ayasak iken ona bu ayet gereğince serbestti. Amcası ve vasisi Ebu Talip'in kızı Zeynep'i istediğinde, Zeynep istememiş ve evlilik gerçekleşmemiştir. Bu surenin tefsirini okursanız bu bilgiyi alırsınız. Görüldüğü gibi, kızını öldürmeyen insan Araplar da vardı ama genel kanı "kız çocuk düşmanlığı" yönündeydi.

Çünkü kız çocuklarından, savaşta köle olarak alınıp satılabildikleri, ay başı oldukları için kirli, lanetli sayıp utanıyorlardı, kızları olduğunda aşağılık hissediyorlardı. Bu tiksintiyi veren dinleriydi.
Bize de İslam ile geçen bu gelenek yüzünden "erkek" buluncaya kadar karısına doğum yaptıran çok insan tanıyorum.

Bu yüzden, "fakirlik için kızlarınızı öldürmeyin" ayetleri inmiştir.
Bu pedofilik gene insaflıymış. ""12" yaş demiş. 
Din ve dindarlığın bu cinsellik konuları insanları 
dinden etmektedir. Sapıklık, sapıklıktır.

Osmanlı, Arapların itirazlarına rağmen evliliği en az "kızlarda sekiz yaşa" bağlamıştır.

Bunun bir devrim olduğu ve insanlığın seviyesi yükseldikçe bu yaşın yükselmesi ,lkesinde sizi rahatsız eden nedir?

Örneğin Türkler bu evliliği bildikleri halde çocuk evliliklerini önlemek için "dokuz" konusunu Araplara rağmen savunmuş-lardır. Hiç bir Türk, "6" veya "9" yaşların-da çocukla evlenmemiş, çocuklarını "14-16" yaşlarında evlendirmeyi yüzyıllardır sürdürmüşlerdir.

Peygamberin bu evlilikle kız çocuklarını bu zulümlerden koruduğu, fikri size neden ters gelir?

Tekvir suresi; "Diri diri toprağa gömülen o kıza, sorulduğunda niçin öldürüldü diye" ayetleri size hiç insanlık dersi vermiyor mu?

Muhammet ve Osmanlı kadar devrimci olup evlilik yaşını 16 veya 18'e çıkartarak devrimi amacına ulaştırmak yerine ille de "6" veya "9" yaşlarında çocukla "Muhammet'i" örnek gösterip evlenmek onu anlamak değil, sapkınlığına yenilmektir.

Bu tezime en iyi örnek de Hatice ve Ayşe dışındaki evlendiği kadınların hepsi "16" ile "18" yaşları arasındadır ve çoğu bakire bile değildiler. 
Bildiğim kadarıyla en son evlendiği Hz. Ömer'in kızı taze dul Hafsa'dır ve Hafsa ikinci evliliğini peygamberle yaptığında yaşı "18" di.

Bu örneklere göre "Ayşe evliliği", yapılan ahlak devrimini gösteren bir "örnek" teşkil etmesi için yapılmıştır derken kafadan sallamamış olduğumu kanıtlamış olmaktayım.

Böyle sapıkları gördükçe, "eğer cennete bunlar gidecekse cehennem biletimi şimdiden alayım" diyen milyonlarca insan var yeryüzünde.

Bu aşağılık sapıklar, pedofiliden hoşlanıyorlarsa Sabi, Zerdüşt, Şemsi Yahudi olabilirler. Hatta Hindistan ve bazı Afrika, Okyanusya ülkelerinde hala tapınak fahişeliği dini gelenekleri yaşanmaktadır, oralara da gidebilirler. Ki hukuken oralarda bile bunla yasaklanmıştır. Yasağa rağmen sürmektedir.

Devadasi adı verilen, doğumdan

sonra tapınağa adanmış
tapınak fahişesi kız çocuğu.
Meryem ana da böyle tapınağa
adanmış bir çocuktu.
Hindistanda tapınaklar
genel ev görevi görmektedir.

İslam bu geleneği kaldırmışsa
da Yahudilik dahil diğer dinlerde 
sürmektedir. Müslümanlar bu 
sapıklığa sevk edilmektedirler.

Hatta Hristiyanlık ta Kur'an gibi temelini Tevrat'tan aldığından aynı sapıklık onlarda da vardır. Bunun için sadece İslam'a gerek yok, Muhammet'e sığınmak ta yok imam efendi.

Sen Müslüman değil, 1400 yıllık sapık gelenekleri "din maskesiyle" sürdürmeye çalışan bir sapıksın sadece.

Sen ve senin gibi sahte Müslümanlar, Muhammet'in devrimini fark edemeyenler bu sapıklığa olan düşkünlüklerini din ile örtmeye bayılmaktadırlar.

Bu yüzyılda bu sapıklıkları sürdürenler kesin ruhsal tedaviye muhtaç sapıklardır.
Zaten öyleydiler, bu gün de değişmiş değillerdir.

1400 yıldır İslam'ın bir kültür devrimi olduğunu anlamayanlar 1400 yıl daha geçse, Sabilerin sapıklıklarını aratmaya aday olduklarını göstermektedrriler.


Alaeddin Yavuz/
Alaeddin Yavuz wordpress
keykubat
/adilyargic
/ adilyargicc


25 Mart 2015 Çarşamba

BÜLENT ARINÇ MELİH GÖKÇEK KAVGASI İKTİDAR TİYATROSU


Yıllar önce, ABD kökenli olup bizim devletin her yerinde görev yapmış bir arkadaş internet sitesinde Tayyip Erdoğan'ın Melih Gökçeki' istemediğini, ama katlanmak zorunda kaldığını yazmıştı.

O kişiye göre de olay şöyleymiş. Gökçek'in elinte R.T.E'nin seks kaseti varmış, R.T.E'nin de elinde Gökçek'in bir zenci oğlanla eşcinsel ilişkisini gösteren kaset varmış.


Bu kasetler yerlerinde durdukça Gökçek te yerinde duracak demektir.

Ama Gökçek kalırsa, oldukça zeki ve fırıldak olan bu adam Tayyip'in kazara ölümü haline, bırakacağı sultanlığın, sıfırlama olayındaki salaklığı herkesçe kabul gören Bilal oğlan ile Armatör Burak'ın elinden kayacağı endişesi vardır.


Bülent Arınç, nasıl olsa "üçüncü dönem yasağına" takıldığı için gidecek. Giderayaktan kopartılan bir kavga ile Gökçek'in oğlunun milletvekili adaylığı da engellenebilecekti.


Bu Melih Gökçek- R.T.Erdoğan uzlaşmazlığının en eski boyutuydu.


Bir de buna zaman içinde bize yansıtılmayan ama aralarında kalan hzuzrsuzluklar, düşmanlıklar da eklendiğinde Arınç'ın patlaması sıradan bir kızgınlık olayı değildi.

Arınç R.T.E'ye çatacak, Gökçek de zokaya takılacakçtı.

Öyle de oldu.

Şimdi Deyvit Amet de olayı yatıitırmış görünüyor, karşılıklı özürleşmeler de başladı.

Ama, eskilerin dedikleri gibi niyet hasıl oldu.

Gerisini seyredeceğiz.

Olanlar AKP içi güç kavgasının getirdiği bir tiyatrodur. 

Zira, Cumhurbaşkanı, kendini ilahlaştıracak, genç, toy çocukların milletvekili olduğu bir siyasi partiyi daha kolay yönetebileceği inancında olduğundan üç yılı dolduranların dışında daha çok insan tasfiye edilecektir.

Bilmediğimiz başka pisliklerini de yakında, Nisan başında Milletvekili adayları belirlendikten sonra yaşanacak tasfiyeleri takiben daha fazla dökeceklerdir.

Alaeddin Yavuz/
Alaeddin Yavuz wordpress
keykubat
/adilyargic
/ adilyargicc

16 Şubat 2015 Pazartesi

RECEP TAYYİP ERDOĞAN, AMERİKAN ASKERLERİNE FATİHA MI OKUMUŞTU?



Mersin'de, muhtemelen sapık bir AKPKK'lı minübüsçünün ırzına geçemeyince başına levye demiri vurarak öldürüp, delil bırakmamak için babasıyla birlikte yakarak öldürdüğü Üniversi,te öğrencisi Özgecan ASLAN'ın durumuna başkaları da düşmesin diye yapılan protestolara katılanları eleştirirken, topu yuvarladı, yuvarladı, Alevi-Sünni ayrımcılığına kadar getirdi.

Malum kurbanın adı "Özgecan" adında "Can" olduğuna göre kesinlikle Alevidir. Bunlar Fatiha okumazlar, deyip salladı.

Oysa, Atatürk'ten Amerika'nın keşfine kadar her şeyi yeniden yazdıran bir kişi olarak, İslam'a sokuşturulmuş bozuklukları yeniden yazdırmak yerine, cahiliye karanlığını dayatan kişiliğini her sözünde göstermektedir.

Kur'an'a göre;
KURAN ÖLÜLERE DEĞİL DİRİLERE OKUNUR;

YASİN SURESİ 36;70. "Diri olanı uyarsın ve gerçeği örten nankörler/inkârcılar aleyhine söz hak olsun diye indirilmiştir."
İslam, cahiliye karanlığını ortadan kaldırmak için inmiş ise de, peygamberin sağlığında dinin başına geçmeye başlayan cahiliye dincileri, zamanla dini ellerine geçirdiler ve Kur'an'ı "ölülere okunan, cin şeytan gibi kötü ruhları, cinleri kovalamaya yarayan muska fetişi haline getirdiler.
Yukarıdaki ayet ile, bu gün ölülere "Fatiha okunmasını" dile getiren "BOMBOŞCUMBOŞUMUZ" gibi din tacirlerinin gerçek yüzleri gözler önüne serilmektedir.

Çünkü, "Berkin'de, Soma'da, Reyhanlı'da Fatihayı bilmiyor muydunuz?" ölüye fatiha siyaseti yapan Recep Tayyip Erdoğan, Berkin'e "PKK'lı Alevi terörist, Soma şehitlerine "Fıtrat", yakınlarına "Yahudi dölleri", Reyhanlı'da ölen 80 kişiye de "Alevi" ayrımcılığı yapmıştı. Yani hiç birisi Fatiha okunacak kimseler değildi.
Onlar da okumadılar diyelim ama en azından cenaze namazları kılındı bunların. Buna rağmen Cumboşumuzun "bölücülük siyaseti güttüğü de ortadadır. Daha öncesinde, 2003 Irak işgali sırasında öldürülen Amerikan askerlerinin ülkelerine "sağ salim dönebilmeleri için duacı" olduğunu söyleyen adamdır.

Sormak gerekir Amerikan askerlerine Fatiha mı yoksa İncil'den ayetler mi okudu diye?
Sen önce karının Siirt Süryani'si Arap Emine, kendinin Süryani asıllı Yahudi olduğunu açıkla da cesaretini bütün dünya görsün.
Sonra Fatiha mı miting mi insanlar bir karar verirler.

Alaeddin Yavuz/
Alaeddin Yavuz wordpress
keykubat
/adilyargic
/ adilyargicc

31 Ocak 2015 Cumartesi

ERMENİ, KÜRT MESELESİNDEN PAKRADUNİ YALANINA İSRAİL TEZGAHLARI


Kısaca açıklayayım.
İran kaynaklarında, "Kürt" adı, İran'da göçer yaşayan millet özelliği göstermeyen kavimlere verilen bir ad olarak yazılıdır. Bunu geçenlerde "alaeddinyavuzwordpress.com" blogumda yayınlamıştım.

Yahudiler de göçer yaşayan İbrahim, Yakup'tan ve Filistin Sabi Ay tanrısı Jerah/Yerah'tan, efsanelerini de Mısır, Sümer ve Sabilerden, Ermeniler, İran şeytanı Ehriman/Arman'dan adlarını alırlar. Bu kavimlerin kendilerine ait mitolojileri yoktur.Hepsinin ortak yanı budur. Yani "tanrı tarafından uyarılmamış milletlerdir.

Sürgün toplumlardan millet üretme fikrini Yahudiler başlatmış, bunu Ermeniler ile son olarak Kürtler takip etmişlerdir. Bu milletlerin dinlerinin temelleri de Hint-İran-Mısır dinleridir.

Yahudilik, millet özelliği göstermeyen toplumları birleştirme kültü olarak önümüze çıkarılmaktadır. Ermeniler de bu Pakradunilik yayınlarıyla resmen Yahudileştirilmektedirler.

Bu da Yahudi asıllı eğitimcilerimizden Bodrum doğumlu Abraham Galante (1873-1961) nin "Les Pacradounis ou Une Secte Armeno-Juive" (1933)" adlı çalışmasına dayandırılmaktadır.

Şimdi, Ermenistan sınırını satın alan Yahudi iş adamlarının aslında Ermenilerle soydaş olduklarından ortada Türkiye topraklarının Büyük İsrail'e dönüştürülme projesinden başka bir şey olmadığını kavramak için Aynştayn olmaya hacet yoktur.

Zaten, Yahudiler, "Birinci İsrail Türkiye Cumhuriyetidir" tezini savunmuyorlar mı? Başımıza Yahudi, Mason olmayan bir devlet adamı geldi mi?

İşte "PAKRADUNİ YAHUDİ" yalanının,yıllardır, Türk-Ermeni-Kürt iç çekişmelerinin ardında, "Büyük İsrail" kurma hesaplarına zemin hazırlandığı da resmen ortaya çıkmış olmaktadır.

Kürt, Ermeni, Süryani,Sabi=Yahudi dayatması beyinlere yapılırken, Yahudilerin de aslında millet olmadıkları, Mısır'dan sürülen "cüzzamlı, hastalıklılar ile asilerden oluştuklarını delillendiren "Yahudi Kültü(Tıkla)" yazımı ben bu günler için yazmıştım.


Alaeddin Yavuz wordpress

keykubat

/adilyargic

/ adilyargicc

11 Ocak 2015 Pazar

FRANSA VE TÜRKİYE TERÖR OLAYLARINDAKİ TESPİTLERİM DOĞRU ÇIKMIŞTIR.

Oysa daha, Charlie Hebdo dergisine yapılan sadırının IŞİD, olduğu ama , Sultanahmet Turizm Polisi saldırısının canlı bombasının kimliğinin açıklanmadığı zamanda, "Türkiye Fransa Kurbağayı Isıtıyor(Tıkla)" başlıklı makalemde, "tek merkezden iki ülkeye yapılan saldırıyla, Hristiyan ve Müslüman toplumları birbirine düşman edecek, yeni Haçlı Seferlerine zemin hazırlayacak, C.I.A merkezli bir operasyon olduğunu yazdığımda aşağıdaki bilgilerin hiç birisi mevcut değildi. Zaman benim tespitlerimin doğru olduğunu kanıtlamıştır.

Paris Charlie Hebdo karikatür dergisine yapılan saldırı ile eş zamanlı olarak ülkemizde İstanbul Eminönü Turizm Şube Müdürlüğüne yapılan saldırıyı ilk önce  PKK'nın yan örgütü olan DHPKC (Tıkla) üstlenmişti. Olayın faili de PKK'nın pişmanlar kadrosundan Elif Sultan Kalşen adlı genç bir kadının üstlendiği açıklanmışsa da, teşhise giden Elif'in annesi morgdaki failin kızı olmadığını belirtmiş, ardından da adı geçen genç kadın ben buradayım diye açıklama yapmıştı.

Sonunda Polis doğru açıklamayı yaptı ve canlı bomba olan kadının IŞİD elemanı olan Dağıstan'lı Riana Ramazova(Tıkla) adlı "28" yaşında bir militan olduğunu duyurmuştu.

Aynı örgüt, Fransa'da peygamber Muhammet'in hakkında ahlaksız yorumlar yapan dergiyi cezalandırmak için saldırı yaptığını söylemiş, AKP örgütlerinden ve işbirliği yapan dini tarikatlardan IŞİD'e destek söylemleri basına yansımıştı.
Polisin tahkikatın selameti için, hedef saptırmak için
adını kullandığı Elif Sultan Kalşen

Peki, Turizm polisi de mi Muhammet karikatürleri çiziyordu? IŞİD hiç bir denetim yetkisi olmayan, yerli vatandaşlarla işi olmayan soyut, sadece yabancıların adli müracaatlarına bakan bu polis birimine neden saldırmıştı?

Bunun açıklaması ise ne örgütçe ne de hükumetçe yapılmamıştı.

Başbakan Ahmet Davutoğlu'nn saldırı olayını kınamak, basın özgürlüğüne saygısını göstermek, batıda oluşan haçlı koalisyonunu teselli etmek için "Je suis Charlie (Ben Çarli'yim" demeye giderken neden "Je suis Kenan Kumaş (Ben Kenan Kumaş'ım)" demeyi ihmal etmişti.

DHKP-C terör örgütü (Tıkla) de açıklamasını geri çekmişti.

Bunlar ne demek oluyordu?
Olay günü Pris'te düzenlenen miting
PKK, IŞİD, DHPC, EL KAİDE gibi terör örgütleri ABD'nin istihbarat örgütü olan C.I.A imalatı örgütlerdi. Ülkemizin başında 13 yıldır iktidar olan AKPKK koalisyonu da El Kaide'nin üzerine yıkılan 2001 New York İkiz Kule tezgahını takiben G.W.Bush'un ilan ettiği Haçlı Seferinin ardından başlatılan Afganistan, Irak işgallerine çanak tutmuş, işbirliğinin her türlüsünü de yapmıştı.

11 Eylül 2001'de ilan edilen Haçlı Seferi henüz tamamlanmadığından, bu işgali, büyük bir haçlı seferiyle gerçekleştirebilmek için Hristiyan batılı devletlerde kamuoyu yaratılması operasyonunun bir aşaması olan C.I.A imalatı terör örgütlerinin batıyı ayağa kaldıracak cinayetler işlemesi, bizde de batı düşmanlığını körükleyecek benzeri eylemlerin icra edilmesi gerekiyordu.

Paris Charlie Hebdo dergisine saldırarak "cihad'çı" olan IŞİD örgütü, Sultanahmet Turizm Polisine saldırınca ne oluyordu?

Turizm polisi de mi Haçlıydı ve Çarli dergisi gibi İslam ile alay ediyordu?

Hayır.
IŞİD bu polisi neden öldürdü?
Kenan Kumaş kardeşim de mi Muhammet
Karikatürü çiziyordu?
IŞİD'i destekleyen AKP ve yandaşları ile IŞİD
bunun cevabını vermelidir?
IŞİD'i dini koruyan, din adına cihad yapan örgüt olarak göstermek uğruna, Turizm polisine yaptığı saldırı IŞİD'e mal edilmeyip PKK'nın yan kuruluşuna mal edilerek IŞİD sevgisi körüklenecekti.

AKPKK koalisyonunun siyasi ortağı olan IŞİD bu yüzden korunmuştu. Ama ne olduysa oldu, polislerin, savcıların vatanseverliğinden midir, hükumetin IŞİD konusunda siyaset değiştirdiğinden midir, sonunda olaydaki IŞİD bağlantısı belki de mecburiyetten ifşa edilmişti.

İçişleri Bakanı Efkan Ala konuya ilişkin yaptığı açıklamada, "Önemli bilgiler elde ettik, kimliğini tespit ettik. Daha önceki Dolmabahçe saldırısıyla ilgili bazı gözaltılar oldu, onlar tutuklandı. Soruşturmanın selameti ve irtibatların ortaya çıkarılması bakımından bu aşamada ayrıntılı açıklama yapmayı doğru bulmuyoruz." dedi.

NWO'nun (Yeni Dünya Düzeni örgütü) en önemli ortaklarından olan ve Suriye'nin işgalini savunan Fransa ve Türkiye'nin, IŞİD ortaklıklarıyla, Müslümanları "cani, katil, insanlık dışı, yok edilmesi varlıklar" olarak gösterecek, gayrimüslüm dünyanın Haçlı Seferine ikna edilmesi ilave ekonomik krizlerle de desteklenerek kolaylaştırılırken bizde de "batı,Hristiyan düşmanlığı" körüklenerek, büyük bir savaşa psikolojik zemin hazırlanacaktı.

Müslüman ve batılı halklar, dünya nüfusunun yarısını temizlemeyi hedef alan bu küresel savaş projesine destek veren hükumetlerini, basınlarını, iş adamlarını iyi denetlemek zorundadırlar. Aksi halde, herkesin pişmanlık duyacağı insanlık dışı kitle cinayetlerine zemin hazırlamış, ve suç ortaklığı yapmış olacaklardır.

İki ülkede, iki ayrı saldırının tek merkezli olduğu tespitimin doğru çıkmasında  da olduğu gibi, geçmişte de Gazi Mahallesi olaylarının da yurt dışı bağlantılarında beni haklı çıkartmıştı.
Bütün yazılarımda daha "keşke yazmasaydım" dediğim olay olmadığına göre, PKK-AKP-ERGENEKON bağlantıları hakkında yazdıklarımda da haklı çıktığıma göre, uyarılarımın dikkate alınması en başta ülke ve insanlık menfatinedir.

Takdir okuyanlarındır.

Alaeddin Yavuz/
Alaeddin Yavuz wordpress
keykubat
/adilyargic
/ adilyargicc

31 Aralık 2014 Çarşamba

DEMOKRATİKLEŞME İLE İŞBİRLİKÇİLER İKTİDAR EDİLDİ

Avrupa Roma Germen İmparatorluğunun siyasi telkinleriyle "Katolik Hristiyanlıkta" birleşmiş Avrupa milletleri, yer kürenin egemeni iken, ABD'de üslenmiş Mason sermayenin oyunu olan iki dünya savaşıyla sermayeyi ve egemenliği bu tezgahçı ailelere kaptırdılar.

A.B. ülkelerinde demokrasi bize göre oldukça ileri olmasına rağmen, kendi şartları içinde halklarını "işsizlik maaşı" dedikleri, harçlıklar, uyuşturucu ticaretini serbest bırakmalarıyla, cinselliği ve dindarlığı teşvik ederek uyutma yoluna gitmişlerdir. 

Demokrasi havarisi olan ABD ve A.B. ülkeleri bize gelince, mevcut devleti yıkacak örgütleri devlete kurdurmak, onların işlediği cinayetler, toplu katliamlar dahil her türlü adi suçları meşru saymayı sağlayan yasaları ve örgütlenmeleri salık vermekte ve dayatmaktadırlar. 

Buna ek olarak da devleti ortadan kaldıracak örgüte her türlü siyasi desteği kolaylaştırmak için de, örgütün siyasi emellerini her şeyiyle paylaşan gizli ve açık siyasi kişilikleri, bürokratları da kilit noktalara getirecek önerileri ve hatta "siyasi baskıları" yapmaktan çekinmemektedirler. 

AKP hükumetinin iktidara getirilmesi, BDP'nin meclise sokulması, ayrılıkçı diğer etnik ve dini yapılanmaların "sivil toplum örgütleri" gibi masum adlarla kurulup faaliyet göstermeleri, onlara verilen A.B. fonları hep bu emellerine hizmet etmektedir. 

"Belirgin millet özellikleri taşımayan, İranlıların ve Emevilerin bu anlama gelen Kürd adını verdikleri, değişik ırklara ve dillere mensup göçer İrani çoban kavimlerinden millet yaratmak" batılı devletlerin geçen 200 yıl içinde ısrarla takip ettikleri bir siyasettir. 

Bunun için başta Fransa, İsveç, Belçika gibi ülkelere, ABD'den Türkiye'ye kadar ülkelerde "Kürdoloji Enstitüleri" kurdurulmuş, kökeni olmayan harman topluluklardan millet yaratılmıştır. Dini ve ideolojisi, Arap yarımdası çöllerine sürülmüş, farklı kavimlerden oluşan, millet özelliği olmayan Hint-Pers-Arap-Türk harmanı Arap kırması kavimlerin uydurduğu dinlere dayalı olan Küresel sermaye, köklü milletlerin düşmanı olmakla kendi köksüzlüğüne sahip çıkarken, geçmişin eşkıya, harami, haşhaşi, farklı nedenlerle dağlara, çöllere, dağların ve çöllerin arkalarına, deniz aşırı yerlere sürülmüş topluluklardan millet ve devlet yapmaktadır. 

15.yy.da İskoçya'ya kaçarak kıyımdan kurtulan Şeytana tapınan, köksüz, sürgün Arap kırması kavimlere kökleri uzanan, şeytani bir topluluk örgütlenerek önce İskoç kralını öldürerek iktidar olmuşlar, 50 yıl içinde de İngiliz tahtını idare etmeye başlamışlardır. 

Keşifleri çağının sağladığı olanaklarla zenginleşen bu sürgün şeytani sürgün dini topluluk, son 200 yılda yeryüzüne hükmedecek güce erişmiştir. Japonya'dan İveç'e, SSCB'den Yemen'e, Avustralya'ya kadar bütün milletlerin başına o kavimlerin arasında sessizce yaşayan azınlıkları, iktidarla sorunu olanları başlarına getirmiş, onlarla da ters düştüklerinde yine millet özelliği göstermeyen kabilelerden birilerini bir şekilde iktidara getirerek o devlette ve coğrafyada çıkarlarını korumayı başarmaktadır. Bütün dünyanın ortak olarak yaşadığı ihanet, başıbozukluk, kıtlık, yokluk, hastalık, işgal, teslimiyetlerin sırrı buradadır. 

Bu şeytanın çocuklarının örgütlendiği ABD ülkesi de zaten "din ile bir arada tutulan ama millet özelliği göstermeyen her ülkeden getirilmiş insanlardan oluşturulmuş halkı olan" bir devlet değil midir? Bu tespitler ışığında, ABD'de üslenmiş bu şeytani topluluk devrilmedikçe yeryüzü milletlerine asla barış, huzur, refah gelmeyecektir. 

Bütün milletlerin başındaki işbirlikçi iktidarları yürüten güç sahipleri de artık bu yapılanma ile "sadece iktidar gücüne sahip olabilmek uğruna" birlikte yaşadıkları halkları satmaktan vazgeçmelidirler. 
Kaddafi'nin, Saddam'ın başına gelenlerden dersler alarak, kendilerinin de günü birinde direnmek zorunda kaldıklarında ya da tehlikeli olabileceklerine karar verildiğinde aynı kaderi paylaşacaklarını unutmamalıdırlar. Köklü kavimlere düşmanlık etmemeyi de öğrenmelidirler. 

Çünkü bu gün varsalar, eski kavimlerin onlara tanıdığı yaşama hakları sayesinde var olduklarını bilmelidirler. 
Yok efendim çok aşağılanmışlarmış v.s. gibi gerekçelere boşuna sığınmasınlar, çünkü kendileri bile yer geldiğinde kendi evlatları arasında bile ayırım yaptıklarını hatırlamalıdırlar. 
Herkes, kendisine yapılmasını istemediği davranışları başkalarına yapmasın. 
Küçük, süreli iktidarlar uğruna milletlerini, komşularını satmasınlar. 
Bağımsızlık, özgürlük uğruna, emperyalizme karşı direnenleri susturmasınlar, onlara ve yakınlarına kıymasınlar, onları da bir dinlesinler, çocukların geleceklerini çalmasınlar ki, o çocuklar, evde dersleriyle uğraşmak yerine mitinglerde, yol boylarında başındaki devlet adamlarını saldırmak için beklemesin.

Takdir okuyanlarındır.

Bu arada yeni yıl kutlamayan birisi olarak, kutlayan herkesin yeni yılı kutlu olsun. Yeni yılda, sömürüler, işgaller, tutuklamalar, çocuk ölümleri, tacizleri, sömürüsü, pedofilik evlilikler, açlık, işsizlik, dolandırıcılık, sahtekarlık, devlet malını yağmalama, vatana ve aşka ihanetler, insanlar ve insanlık için kötü olan her şey ortadan kalksın!

Alaeddin Yavuz/

12 Aralık 2014 Cuma

TÜRKİYE CUMHURİYETİ BİTTİ


Bu gün,telefon ederek beni evimden alan arkadaşlarım, İstanbul Tuzla’da bir şirkette elektrik işi olduğu, oradan dönüşte benim işlerimi yapacaklarını söyleyerek beni evden aldılar.

Arabalarına bindim ve Tuzla Tepeören denilen mevkide bulunan sanayi yağı üreten bir şirkete gittik.
Elektrikçi arkadaşım, işlerini yaparken, şirketin sahibi olduğunu sonradan öğrendiğim Rıfat adlı şahıs geldi.

Oldukça entellektüel bir konuşma yaptık ve konu Ermeni soykırımına geldi.
Adam, Amasya’lıymış, annesi, Topal Osamn ve çetesinin gece gelerek, köylerinde sekiz Ermeni’yi evlerinden alarak bir derenin çukurunda öldürdüğünü sabah öğrendiğini bu şahsa anlatmış.
Böylece Ermeni soykırımı gerçekten olmuş oluyormuş.
Ben de ;
Ermeniler, Topal Osman’dan çok önceki yıllardan başlayarak 1916’başlarında Doğu Anadolu’nun Ruslarca işgali sırasında, Ermenilerin durumu fırsat bilip Türk ve Müslüman halkı topluca evlere ve camilere doldurup öldürmelerini, yakmalarını, bu coğrafyada yapılan kazılarda hala yüz  binlerce Ermenilerin toplu kıyım yaptıkları Türk ve Müslümanları dile getirince vatandaş;
-“Haklısını onu da yaptılar ama Ermeni kıyımı oldu, devlet yok diyerek yalan söylüyor!” demesi üzerine;
-“Hiç bir devlet, savaş esnasında düşmanla işbirliği yapan ve kendisini, erkeksiz ve silahsız köylüleri topluca katliama yani senin deyiminle tek suçları “Müslüman ve Türk olmak” olan insanları soykırıma uğratan hainlerine şans tanımaz. Ki, Ermeniler bu işten çok ucuz yırttılar” cevabıma da ;

“-Haklısınız beyefendi, Ermeniler bunları da yaptılar” demesinden sonra konu Kürt hareketi ve PKK konusuna geldiğinde verdiği cevapla, bu iş adamı vatandaşımızın, aslında yurt  dışı kaynaklı siyasi fırtınaların etkisinde kalmış birisi olduğuna karar verdim.
Bana;
-“Biliyor musunuz, Amerika’da iş yaptığım çok zengin bir kişiden öğrendiğime göre, AKP hükumeti, ÖZERK KÜRDİSTAN’ı tanımış ve 2015 seçimlerini takiben Kürdistan  yasallaşacak, PKK ve militanlarına genel af çıkarılacakmış. Devlet bunu kabul etmiş” Deyince ben de;
-“Dün akşam başbakan Ahmet Davutoğlu yaptığı açıklamada, Kürdistan, özerklik ve af konularında açıklama yapmak sürece zarar vereceği için bir açıklama yapmıyorum” tarzında konuşmuştu ve bunu açıkça itiraf ettiğini ben Faceebook sayfamda “açık itiraf” diye paylaştım dediğimde;
2015 Genel Seçimlerinden sonra bu harita geçerli olmayacaktır.

“-Beyefendi, siz gerçekleri gören, çok iyi takip eden birisiniz ama yapılacak bir şey yok, devletimiz, resmen bölünmeyi kabul etmiştir. Birde bunu uzun yıllardır tanıdığım bu Yahudi iş adamı arkadaşımdan duyduktan sonra yüreğim parçalandı” demesiyle sekiz yıldır yazdıklarımın gerçekleşmiş olması beni kahretmiştir.

Bu ihanet sürecinde emeği geçen bütün vatan hainlerine lanetler olsun!
Türkiye Cumhuriyeti bitmiştir., Bu güne kadar yazdıklarım gerçek olmuştur. AKPKK koalisyonunu işleyen bütün vatanseverler haklı çıkmıştır. Milleti aldatan Süryani, Yezidi, Ermeni koalisyonu hükumet ve onu destekleyen sermaye takımı, devletin parçalanmasını desteklemiştir. İhanet büyüktür ve hesabı bu milletçe sorulmalıdır.

Bu güne kadar,vatan millet diye yazıp kendini parçalayan, 1.500TL emekli maaşının “1000TL” sini muhtaçlara dağıtan ben ve benim gibi insanlar bu kadar mücadele ederken, kılları kıpırdamadan, filmi seyreden, olacaklar konusunda yurt dışındaki bağlantılarından haberler aldıkları halde, devletlerinini birliği, bütünlüğü için kıllarını kıpırdatmayan zenginlere lanetler olsun!

Sizler tartışa durun;
Osmanlıca resmi dil olsun mu olmasın mı?
Şeriat gelsin mi gelmesin mi?

Şeriat İslami mi Yahudi mi olsun diye.... Yakında bunu da tartıştığınızda  şirketlerinizin, taşınır-taşınmaz mallarınızın, evlerinizin ellerinizden alındığını anlayamayacaksınız.

Takdir okuyanlarındır.

Alaeddin Yavuz
keykubat
/adilyargic
/ adilyargicc

11 Aralık 2014 Perşembe

BÜTÜN OKURLARIM BU YAZIMI MUTLAKA OKUSUNLAR


Yaptığım bir yoruma, bir arkadaşım şöyle yorum yapmış;

"Alaeddin Yavuz bey, memleketi satan... kaç tane Süryani Yezidi tanıdınız....?"
Cevabını verdim.

-"Başımızda yeterince var..." ve ilgili yazılarımın linkini de verdim.

Osmanlıda da, Atatürk sonrası da devleti yönetenler daima devşirmelerdir. Türkler, Fatih Sultan Mehmet tarafından devlet işlerinden uzaklaştırıldıklarıldan beri, göçer yaşamları içinde kaldılar ve sadece devşirmelerin işbirlikçi siyasetlerinde can vererek devlete hizmet ettiklerine inandılar ise de devletlerinin elden çıkmasına engel olamadılar.

Çünkü, Allah, Muhammed, Kur'an diyen devşirmeler onları daima sattılar.

Atatürk sonrası devletimizin halini düşününüz;

Bütün devlet adamları Müslümandılar, İsmet paşa dahil hepsi dinci yapılanmanın taraftarı ve uygulayıcısı oldular.

Bu kadar, dindar Müslüman siyasi, bürokratlarca yönetilmemize rağmen neden devlet hep geriye gitti?

Bu "kader ve fıtrat" kelimeleriyle açıklanamaz. Bu ancak ihanetle açıklanabilir.

Çünkü, bir insanın Müslüman ülkede siyaset yapabilmesi, bürokrat olarak çalışabilmesi için, halkın çoğunluğunun inancından olmaması düşünülemez.
Ama, her insanın davranışlarını o insanın kültürü yani dini inancı belirler.

Bir siyasinin, bir bürokratın davranışlarını da işlerini de ailesinin, geldiği toplumun dini inançları belirler. Kişi buna göre vatansever ya da işbirlikçi vatan haini olur.

Müslüman ve Türklükte bize meydan bırakmayan, adlarını bile Öztürk, Türkoğlu, Türk gibi adlardan veya İslam öncesi Türk mitlerindeki dini, siyasi kişiliklerden seçmiş insanların yanında, bu adları asla kullanmayan Türkler bile "Türk'üm" diyemediler ve çoğu da bu yüzden Yavuz Selim'den bu yana İran'a kaçtılar ya da Kürtler, Ermeniler arasında asimile oldular.

Ama, bu bizden çok "TÜRK" ve "Müslüman" olan devşirmelerin idaresinde olan devlet hep geriledi ve yıkıldı. Bu gün de son yıkılışını seyretmekteyiz.

Türk ve İslam sıfatlarını öne çıkartarak iktidar olan bu siyasilerin nedense işbirlikçilik ettikleri ülkeler ve milletler tarih boyunca hep aynıdır.

Kürt, Ermeni ve Süryaniler daima Gürcistan, Fener patrikhanesi, Vatikan ile birlikte olmuşlar.
Bu gün, AKP, iktidara gelir gelmez, Gürcistan'ın başına aynı şekilde monte edilen Sakaşvili ile birlikteydi. Fener patrikhanesi, Ermeni ve Süryani patrikhaneleri gibi Ortodoks Hristiyan cemaatlerin, kiliselerinin vakıf arazilerini, Osmanlı'dan çok çok önce Alpaslan zamanında camiye çevrilenlerini dahi bu cemaatlerin vakıflarına geri iade etmiştir.
Ülkemiz için hiç bir iyilikleri, hizmetleri olmamasına rağmen Cumhurbaşkanlığı köşkünde özel protokol ile karşılanıp ağırlanmışlardır.

Kaç-AKsarayın ilk yabancı konuğu, Vatikan'ın Papa'sı olmuştur.

Bunların evvelleri ne yapmışlardı?

Bitlis'i Ruslara teslim edecek işgali yürütecek Rus Kafkas orduları komutanı Nikolay Nikolaviç'e, Tiflis'te, Doğu Anadolu'nun askeri, demografik, coğrafi haritasını, akıl hocası olan İngiliz rahip ajan Robert Frew'dan alarak teslim eden Said-i Kürdi Deliüzzaman, Ruslar Bitlis'İ işgal ettiğinde, Seyit Rıza, Şeyh Sait gibi işbirlikçi, kripto Hristiyanlarla birlikte "sadakat madalyaları" takmışlardı.

Üç yıl, Rusya'da Türk ve Müslümanları, devrimcilere karşı kışkırtıp, Stalin döneminde soykırıma uğratılmalarını sağlamıştı.

Halifenin adamı sıfatıyla adına yazılmış bazı saçmalıkların Müslüman ülkelerde yayılmasıyla, İslami direniş sıfıra indirilmiş, tek kurşun atmadan Müslüman dünyası emperyalizme teslim olmuştu.

1952'de bu hizmetleri için Deliüzzaman'a Vatikan özel sadakat ödülü verilmiş, öldüğünde "Aziz" ilan edilip Vatikan'a gömülmesi sağlanırken, uydurma bir mağduriyet senaryosuyla cenazesinin kaybedildiği yalanlarıyla, halk devlete düşman edilmiştir.
Bu günlerin planlayıcısı Fethullah Gülen, 1992'de Paa II.Jean Paul'den sadakat madalyası almıştır, geçen yıllarda da "ölünce Vatikan'a gömülmek istediğini" resmen ilan etmiştir.

Recep Tayyip Erdoğan'ın 2008 Gürcü-Rus savaşında Gürcistan'a destek olamaması yüzünden, Gürcistan internete 2003 Gürcistan Azınlık raporunu sızdırmıştı. Ben de tesadüfen bulup dilimize çevirince, Tayyip Erdoğan'ın çok övündüğü dedesinin, Enver paşanın Ermeni tehcirinden kaçıp Gürcistan'a sığınan Süryani bir isyancı olduğu, 30 Ekim 1918 Mondros Anlaşmasından sonra da, Adana bölgesinde Fransız üniforması giymiş Ermeni asilere desteğe geldiği de ortaya çıkmıştı.

Bu yazım üzerine Tayyip Erdoğan, 2010 referandumuna 30 gün kala "adilyargic.blogspot.com" blogumu sildirmişti. Olaydan 45 gün sonra, başka blog açıp Google ile birlikte hükumeti suçlayan İngilizce yazımdan sonra Google, hükumetle ipleri kopartmış ve blogumu iade etmişti.

Bunların hepsi çok iyi birer Müslüman iken nasıl oluyor da, 1096'de başlayan Haçlı Seferlerinin merkezi olan Vatikan'a gömülme sırasına giriyorlardı?

Kendilerini bizden gösterip bizi satan işbirlikçileri tanımak için de onların kendileri hakkında bize verdikleri bilgileri kullanmak, atalarının dinlerini, kültürlerini tespit ederek, devletin nasıl elden çıktığını açıklamak benim gibi "vatanseverim" diyen herkesin görevidir.

Yoksa, yeryüzünde hiç bir hain yoktur ki boynuna "BEN HAİNİM" yaftasıyla dolaşsın!

Müslüman toplumlarda "ırkçılık" yapılmaz.

O halde, Kürtçülük akımını nasıl açıklayacağız?

Kürtçülüğün temeli 12. yy.da Şeyh Adi'nin kurduğu, Mushafı Reş (Kara Kitap, şimdi Kur'an-ı Kerimi Mushafı Reş diyorlar) ve "Cilvename" gibi iki din kitaplarına Talmud gibi iki de gizli kitapları olan "Yezidi Kürt dini" ile açıklayabiliyoruz. PKK kamplarında İslami dini ibadetlerle alay eden ama, Diyarbakır, Hakkari meydanlarında Yezidi imamları olan Mele imamlarının kıldırdıkları toplu namazlarda, Yezidi ibadeti yaptıklarında hiç alay konusu görmüyoruz.

Bunlar Allah'a inanır, Kur'anı ve Muhammed'i saymayan putperest, Allah'ın kızı, cennetten recm ile kovulmuş, düşmüş dişi şeytan olduklarına inandıkları şeytan Tavus'a tapınan bir dindir.

Süryani, Ermeni, Sabilerin de dinleri aynıdır ve onlar da aynı şeytana Ruha, Anahita, Ruda, NUR gibi adlarla tapınan, günde beş ile yedi vakit namaz kılan ama ne Muhammet'i peygamber ne de Kur'an'ı kitap sayanlardır. Aksine büyük kinleri vardır.

İşte size, bir türlü iyiye gitmeyen devlet işlerinin en mantıklı açıklaması. Bu yüzden;

"TACI HAİNE GİYDİREN MİLLETİN KANI DİNMEZ" dedim ve hala diyorum.
Vatan satan eşkıya torununun yükselişi

Kişi kendini ne veya kim olarak tanıtırsa tanıtsın, dini kültürüne göre hareket eder ve işlerini de ona göre yürütür. Hainleri bu şekilde tespit etmenin dışında deşifre etme olanağı yoktur.

Bu çalışma tarzım, sosyoloji biliminin de temel ilkesidir. Bir toplum incelenirken önce dini incelenir, sonra dini ile yaşam şekli incelenir ve komşularıyla bağları incelenir. Böylece bir toplum hakkında da karar verilir.

Benim yaptığım da sosyoloji biliminin teme ilkesini uygulamaktır.

Bu önemi yüzünden insanlarımız, yeni tanıştıklarında, kasabalarına misafir gidildiğinde ilk önce "Nerelisin", sonra, "Kimlerdensin?", sonra tatmin olmazsa din, mezhep, tarikat gibi sorular yöneltirler.

Bu sorularla, kişinin, dini/sosyolojik kimliği, ahlakı, dostluğu-düşmanlığı, ahlakı hakkında yorum yapılabilir.

Size de tavsiye ederim ki zaten bilerek, bilmeyerek her gün yaptığınız bir şeydir bu!

Takdir sizindir.
Alaeddin Yavuz

Sahte Müslümanları böyle deşifre ederler.
Sahte Müslümanları böyle deşifre ederler.

DİN VE DİNCİLERİN HAYVAN SİYASETLERİ


DİN VE DİNCİLERİN HAYVAN SİYASETLERİ
10 Aralık 2014, 23:24

Hayvanların da aşağıdaki videodaki gibi aralarında insanlar gibi iletişim kurdukları gerçektir.
Hayvanları takip eden insanlar buna şahitlik edebilirler.
Onlar da insani davranışlar gösterebilirler.

Aksi halde binlerce yıldır varlıklarını koruyamazlardı. Karıncalardan turnalara her hayvanın kendi varlığını sürdürmek için gerekli bilgi ve kudretle donatıldığı bir gerçektir.

İğrenç olan, hayvanların insanlara yiyecek olmaya razı oldukları inancını veren, kurban bayramlarında dünyanın 1/3ini kan gölüne çeviren, sonrada hayvanlardaki "örgütlü yaşamı" örnek vererek dincilik siyaseti yapan dinci sapkınlara izin veren dinlerdeki sapkınlıklardır.

İşte çok sık kullanılan karıncaların örgütlü yaşamlarından bir örnek de bana bu yazıyı yazdırdı.

Bence, Hint Can dini inananlarının süt, yumurta dahil hiç bir hayvani ürün tüketmemeleri, yolda rastladıkları bir karınca sürüsü akşam hava kararınca yuvasına çekilinceye kadar onların yolu boşaltmalarını bekleyerek yolculuklarını ertelemeleri gibi konuşlar düşünülmelidir.


Her canlı bir başka canlı türü için rakip ise de tümüyle yok edilmeleri, hayvanların yaşam alanlarının hem dindar hem de sermaye manyağı zenginlerce yok edilmeleri, gün onlarca canlı türünün soylarının tüketilmesinin sorumlularını cezalandıracak hiç bir kurum ve kuruluşun olmaması düşündürücüdür. İnsanlarda dini duyguları körüklemek için hazırlanmış bu videoda, neden bahsettiğim konulara yer verilmez?

Kendilerinden başkalarının düşünmelerine, eğitilmelerine, üretim yapmalarına tahammülü olmayan küresel sermaye,bizde İslam, batıda Hristiyanlık, başka yerde oranın dini değerlerini böyle videolarla körüklerken, kendilerinin yaptıkları doğa ve çevre katliamlarını neden insanlara göstermezler?

İştahına geldiği zaman, "insan yeryüzünün halifesidir, hayvanları yemesi, yiyecek olarak tüketmesi hakkıdır" diyeceksin, Kurban bayramı diye senenin belli bir haftasını hayvan katliamına ayıracaksın.

İslamiyete kadar bütün dinlerde, Allah ve göklerden gelen halkı, insan, hayvan, tahıl yiyen, insan ve hayvanlardan kurban, tahıllardan adaklar, meyvelerden şaraplar istiyorlardı.

Kesilen kurbanların kanlarıyla taş, ağaç veya her hangi bir nesneden yapılmış putları yıkanır, etleri de ilahiler eşliğinde, tapınak rahipleri tarafından, en küçük parçası kalmayıncaya kadar yakılırdı.

İbrahim peygamberin yaktığı koçun yakılmasını baykuş kılığında izleyen Allah, yakmalık sunuyu çok sever,kokusunu içine çekerdi. Kendince kıvamına geldiğinde, elinde mangalıyla gözle görülemeyecek bir hızla gelir, kurban parçalarını alır uzaklaşırdı.

Bu tür kurbanlar hala yeryüzünde vardır ve sürmektedir. Müslümanların en medeni din inananları olarak bu putperest geleneği olan "tanrılarına kanla ibadet etme" ilkelliğini sürdürmeleri Kur'an'a bile yakışmamaktadır.

Dinciliği, "hayvanların da aklı olabileceğini, korunmaları gerektiğini öğütleyen dini emirlerini doğrulamak, toplumu dindar köleler haline getirmek için de" hayvanların örgütlü, akıllı yaşamlarını kullanacaksın.

Her canlı, bu güne kadar gelebildiyseler, bu onların belirli bir aklı ve irade tarafından yönetildikleri ya da kendilerinin de yaşamlarını sürdürebilecek akli yetileri olduğu anlamına gelemez mi?

Bir insanın gelişmesi, bağımsız hareket yetisi kazanması için en az 6-15 yıl gerekmektedir. Oysa, bir çok hayvan daha doğarken avlanmaya başlarlar. Yılanlar buna en büyük örnektir. Kobra gibi bir kaç yılan türü, bir hafta kadar yavrularına ebeveynlik ederlerken, diğer yılan türlerinin ise yumurtalarından çıkmalarını bile beklemeden yavrularını terk ettikleri, bu yavruların, yumurta kokusuna gelen sinekleri ve böcekleri yiyerek karınlarını doyurdukları sayısız belgeselde yer almaktadır.

Otobur hayvanların da hiç bir botanik eğitimi almadan otları tanıyarak beslendikleri ortadadır.

Doğuştan, yiyeceklerini bilen hayvanların bunca üstünlüklerine rağmen, insan gibi tabiata karşı en dirençsiz bir varlığın kendilerini yiyecek olarak tüketmelerine izin verdiklerine inancını yayan, zenginlik hırsları için hayvanların ve insanların yaşam alanlarını yok eden dinciler ile, hayvanların üstünlükleriyle din bezirganlığı yapma çelişkisine düşmüş din tacirlerini anlamak imkansızdır.


Batılı ülkelerde, İncil Mucizeleri olarak yayınlanan bu tür dini aldatmaca, kandırmaca, soymaca mantığına hizmet eden belgesellerin ülkemizdeki temsilcisi, kendisinin Yahudi olduğunu saklamayan ve İsrail'den para ödülleri alan Adnan Hoca'nın "harunyahya.com" adlı internet sitesidir.

Yeryüzünde, bu güne kadar akan kanların nedenlerini incelediğinizde karşınıza tek şey çıkar. O da, "Din Savaşlarıdır".

Bu gün yaşadığımız, 2001 11 Eylülünde açılan Haçlı Seferinin getirdikleri ile, Müslümanlar arasındaki kriptoların bu güne kadar yüzlerine giydikleri "mezhep, tarikat maskelerini" çıkartarak, gerçek yandaşları, soydaşları olan Hristiyan batılı devletlerle olan din ve soy kardeşliklerine dayalı ihanet süreçleridir.

Bu tür yayınların etkisine kapılmış, dini duyguları yoğun vatansever insanımızın da bu tür aldatmaca, kandırmacalara alet olmamalarını diliyorum.

Takdir sizlerindir.

Alaeddin Yavuz

14 Kasım 2014 Cuma

AKPKK ELİYLE YASALAŞTIRILAN EŞ CİNSELLİĞE KADIN BAKIŞI


Alev Alatlı'dan, "Dinlere rağmen Eş cinselliğin yayılmasının süreçlerini işleyen bir yazı okudum.

Bu yazıda, Semavi üç dinin kutsal kitaplarında "eş cinselliği yasaklayan" ayetleri öne çıkartarak, Rönesansla başlayan özgürlükçülük hareketlerinin, eş cinselliği olağanlaştırma macerasını" işlemiş.
PAPA EŞCİNSEL PEDOFİLİK


Bu yönden eş cinselliğe karşı görünen Alev Alatlı'nın eksik bıraktığı ise "dinlerin kaypaklığı" kısmıdır. Zira aynı din kitaplarında eş cinsellik bir şekilde kutsanır. Bunlar da benim yazılarımda vardır.

Benim yazılarımdaki amacım ise "800 yıllık Haçlı Seferlerinin sonuncusu olan 11 Eylül 2001'de açılan son haçlı seferinde Türk ve Müslümanların, eş cinsel, mecüc (cüce şeytanların soyu, askerleri) iddiasını çürütmeye dayanır.

Eş cinsellik, bazı insanların gönüllü-gönülsüz başladıkları bir tercih olabilir ama bunu din savaşlarının parçası haline getirmek, semavi dini rejimlerin insan hayatını hela alışkanlıklarından yatak odalarına uzanan müdahalelerle , idam, kırbaç cezaları gibi müeyyidelerle cezalandırması çeşitli tuhaflıklara sebep olmaktadır.
Hint hayvanla cinsellik

Müslüman ülkelerde idamdan kırbaca uzanan, cezalandırma şekli, bu yasayı savunan, uygulatan ve uygulayanların gizli eş cinsel, olmalarını da içinde barındırmaktadır.

Ben insanların cinsel tercihlerinin, heladan günlük alışkanlıklarına ne dinlerin ne de devletin müdahalesiyle düzenlenmelerinin akılcı olmadıklarını düşünüyorum.








OSMANLI'DA EŞCİNSEL HİZ OĞLANLARI

Dinlerce ve devletçe yasaklanan cinsel tercihlerin, gizli olarak daha fazla yaygınlaştığı da bir gerçektir. Yoksa, kadın fahişelerin dört katı fiyat çeken erkek fahişelerin durumunu kim açıklayabilir?
HİNT EŞ CİNSELLİK

21. yüzyıl, insanın içine kapanıklığından, tecavüzlerle kazanılan alışkanlık olan cinsel sapkınlıkların, dinlerin ayetlerine göre değil, çağdaş hukuk ve sosyal devletin, bilim insanlarınca bilinçlendirme yoluyla ikna ve teşviklerle önlenmesinin daha kalıcı bir toplum sağlığı yaratacağına inanan devletlerin yüzyılı olmalıdır.
MISIR EŞCİNSELLİK

Unutmayalım ki, ülkemizde büyük şehirlerde yaşayan çok sayıda erkek fahişe, PKK terör örgütüne gelir sağlamak için görevlendirilmiş "fahişe militanlardan" oluşmaktadır.

Merak eden, şimdi Alev hanımın 2007 yılında Bilgi Üniversitesinde kurulan Gay ve Lezbiyen Kulübü üzerine yazdığı yazısını okuyabilir;

Alaeddin Yavuz

10 Ekim 2014 Cuma

ÖLSEM DE KURTULSAM BU İĞRENÇ DÜNYADAN BIKTIM

İğrenç olan dünya değil, insan şekilli yaratıklar...

Zerdüştlerin din kitabı Avesta'da anlatılan "Yaratılış Destanında", İranlıların ilk Adem ve Havva'sının adları Maşyo ve Maşyoy'dur.

Tanrı dedikleri cinler bunları yaratır. Bir dönem çocuk yaparlar. Yaşarlar, cinlerin arasında.

Karınları acıkır, bir inek avlarlar, cinler öğretmiştir.

Beşe bölerler, ikisi kendilerine, üçü de yerdeki, havadaki, gökteki cinlere.

İdare ederleri, cinler onları madenlerde çalıştırırlar.

Sonra, bakarlar ki bir gün cinler çocuklarını yiyorlar.

Karar verirler.

"Bu dünyada yaşanmaz. Çocuk yapmayalım ki bizim gibi köle olmasınlar."

Buna şeytan sevinir "Ahura Mazda'nın yaratıkları onu istemiyor, üremeyecekler, askeri az olacak, ben ondan güçlü olacağım" diye.

Kızan ise, İyiliğin, yaşamın tanrısı Ahura Mazda olur.

Onlara müdahale eder. Akıllarını siler.

Serbest kaldıklarında fikirler tamamen değişmiştir.

"Çocuk yapalım, çocuk yapalım" diyerek 60 yıl boyunca durmadan sevişip çocuk yaparlar. Onların da çocukları olur ve yeryüzü insanla dolar.

Sizce bu tanrı bizi iyilik olsun diye mi yarattı?

İranlılara göre bu dinin geçmişi 60.000 yıla uzanır.

60.000 yıl sonra, cinlere kurban giden Maşyo ve Maşyoy'un çocukları, bu asırda, çok daha vahşi ölümlerle her gün on binlerce verilmiyor mu?


Takdir sizindir.
Alaeddin Yavuz
keykubat /adilyargic/ adilyargicc