19 Aralık 2011 Pazartesi

KUZEY KORE ONDERINI KAYBETTI


KUZEY KORE ÖNDERİNİ KAYBETTİ

Kamuoyunun önüne hastalığı yüzünden çıkamadığından dolayı uzun zamandır öldü, yaşıyor, yok öldüğü gizleniyor tarzı birçok dedikodulara sebep olan devlet başkanları Kim Jong İl’i hatırlarsınız sanırım.
Kuzey Kore devlet televizyonu, Kuzey Kore Demokratik Cumhuriyetinin kurulmasında önder olan ve ülkenin ilk Cumhurbaşkanı olan babası Kim İl Sung’dan hanedanı 1994’de devralan bu gün 69 yaşındaki bu esrarlı önderin yerel saatle sabah 08.30’da vefat ettiğini duyurdu.

İlk ölüm haberini Çin’in resmi ajansı Şinhua, önderin, büyük fiziki ve zihni rahatsızlıklardan dolayı öldüğünü bildirmiştir.
ABD’nin The New York Times dergisinde yayınlanan, G.Kore Seul’den olayla ilgili bir makalesi yayınlanan David E.Sanger ile Choe Sang-Hun’un yazdıkları makaleye göre de, Kuzey Kore önderi Kim Jong İl, aile rüyasını gerçekleştiren, ülkesinin izole edilmesine,halkını açlıkla maruz bırakan, K.Kore’yi nükleer silah gücüne dönüştürürken de despotluk içinde boğan bir diktator olarak tanımlamıştır.

Önderin, ülkenin henüz açıklanmayan bir bölgesinde trenle seyahati sırasında gelen kalp krizi sonucunda Cumartesi günü öldüğü ancak pazartesi günü devlet merkezli medya tarafından duyurulduğunu yazmış ve zalim bir politikacı olduğunda da ısrar etmiştir.

Ayrıca, 69 yaşında vefat eden önderin ölümünün Asya ülkelerindeki yansıması olarak Asya borsasının çalkalandığına işaret edilmiştir.

İktidardaki İşçi Partisince yapılan açıklamada da yerine en küçük oğlu Kim Sung Un’un babası tarafından seçilmesi sonucu getirildiği, 1950’de başlayan Kore savaşı 1953’te sona ermiş ancak bir barış antlaşması imzalanmadığından, teknik olarak halen Güney Kore ile savaş halinde olmasının yanında ülkenin savaş başlıklı füze denemesini de gündeme taşımış.

Babasının yerini anında dolduran, geçen yıl Eylül ayında, İşçi Partisi Merkezi Askeri Konseyiinin başkan yardımcılığına getirilen ve dört yıldızlı general yapılan oğul veliaht Kim Jong Un’dan iktidardaki İşçi Partisinin “Devrimin Büyük Veliahtı”,”Halkın ve Ordunun Seçkin Önderi” sıfatlarının yakıştırılmasının yanında ordudaki askerlerin kendisine bağlılık yemini ettikleri de öne çıkarılan konular arasında yer almıştır.

Kore Savaşını gösteren bu haritada
Kırmızı Sosyalist Kore'yi
Mavi Amerikan Ordusunu temsil etmektedir 

Malum, Amerika’nın yarı resmi yayın organı olan küresel sermayenin basınından daha farklı bir yorum zaten beklenemezdi.

Kore, günümüzdeki moda deyimle ülkemizde yapılan ilk “Türkiye Baharı” siyasi darbesi olan Demokrat Parti hükümetinin, halkımızı hemen bir “Küçük Amerika” yapma andavallılığı ile asker gönderdiği ve yok yere binlerce askerimizin kıyıldığı yer olması, halen yaşayan çok sayıda “Kore Gazimizin” de aramızda olması göz önüne alındığında bizler için önemli, bilinmesi gereken bir ülkedir.

2003 Dünya Kupası maçlarında da “bize yenilmiyorlar, biz sizin için o kadar asker harcadık” sızlanmalarımızdan sonra bize yenilen Amerikan uydusu Güney Kore kıyaklarını da hatırladığımızda Kore konusuna biraz daha yoğunlaşabiliriz.

Geçmişte Coşan adıyla tek bir devlet olan Kore, Asya kıtasının en doğusunda, Kore Yarımadasının güney yarısını kaplayan bir ükedir. Moğol kökenli halk olan Korelilerde Çin kültürü hakimdir.

1905’de Rus donanmasını Sarı denize gömen Japonların işgaline uğradılar. Japonların katı yönetimlerine karşı örgütlenenen direnişler başarı getirmedi, Japonlar sayısız genç kız ve kadının ırzına geçmekten tutun aklınıza gelecek her kötülüğü bu dönemlerde uyguladılar.

II.Dünya savaşında 1946’da, Japonların da Nagazaki ve Hiroşima’ya atılan iki atom bombasının ardındna kaybedenler ligine katılmasından sonra, sosyalist rejimi benimseyen Kuzeyliler ile Amerikan Kapitalizmine yanaşan feodal güneylilerin çatışmalarına emperyalizm müdahale etmiş ve “38. Paralel’in” kuzeyini “Kuzey Kore, güneyini de Güney Güney olarak iki parçalı devletler olarak tespit etmiştir.

Kuzey Kore bağımsızlığını Japonların ABD tarafından yoğun olarak bastırıldığı günlerde,15. Ağustos 1945’de kazanmıştır. SSCB ve Çin’in destekleriyle iktidar olan ebedi başkan Kim İl Sung’un 1994’de ölümüne kadar bu kurucu liderce yönetilen ülkede iktidar 1994’te oğul Kim Jong İl’e, bu gün de torun Kim Jong Un’a geçmiştir.

Habere konu olan önder Kim Jong İl’in ülkesi, 2003 Kore olimpiyatlarında futbolda dünya üçüncüsü olalım diye bize yatan, ABD işbirlikçisi Güney Kore’nin değil, bizim de ABD-NATO ordusu yanında “NATO” üyesi olalım diye ülkelerini ve özgürlüklerini savunan bu insanların üstlerine asker gönderdiğimiz Kuzey Koredir.

Amerika'nın Üç Atlısı. Menderes, Özal ve Erdoğan.
İkisi muhtemelen
ABD galdyosunca öldürüldü, üçüncüsü halen sağ!
“Küçük Amerika” olacağız palavrası ile binlerce askerimizin Kore’de vatanını ve özgürlüklerini savunan Kore halkına karşı savaşmaya gönderme fedakârlığını (!) yapan Menderes’in de bırakın ABD’ce ödüllendirilmesini, 1955’lerden sonra Marşal ve Truman kredilerinin kesilmesiyle şaşkına döndürülmüş, “6-7 Eylül 1956” olaylarıyla sarsılmış, ülke açmaz bir “Kıbrıs Siyasetine” bulaştırılmış ve gene bir Amerikan darbesi ile Adnan Menderes idam edilişmiştir.

Menderes ve onu bu işe koşan işbirlikçilerin kerizliklerinin vatan evlatlarının Kore yarımadasında “bedava içtikleri şehadet şerbetleriyle”, ekonomik krizler, yüksek enflasyonlar, iç karışıklıklar, askeri darbelerle ödenmesi ve  sonucunda ülkemizin değil “Küçük Amerika” olmayı, Kore’de binlerce askerimizi harcamamıza rağmen, NATO’ya girmemiz karşılığında mevcut “iki uçak fabrikamızı” kapatmamızdan
devletin bütün kurum ve kuruluşlarında yabancı istihbarat örgütlerinin çöreklenmesine, kamu kurum ve kuruluşlarının ABD ticari şirketlerince sömürülmesine neden olması rezaletin en önemli boyutudur.

11.Eylül.2001 İkiz Kule çakma operasyonunun ardından ABD’nin başkanı olan yavru G.W.Bush’un “Terörist Devlet” ilan ettiği beş devletten Müslüman olmayan tek ülke de Kuzey Kore’ydi.
G.W.Bush'un kardeşinin dinamitlediği ortaya çıkan,
İslam'a karşı Haçlı Seferi başlatma gerekçesi sayılan
 İkiz Kulelerin 11.9.2001'deki  imha olayı.

Sömürgeci küresel Yahudi sermaye yapılanmasının sinsi, köleci siyasetlerine bütün askeri, ticari, siyasi engellemelere ve okuduğunuz iftira ve suçalamalara karşı sebatla direnen Kim Jong İl’in toprağında dinlenmesini, sevenlerine ve halkına da sabırlar, babasının yerine geçen veliaht K.J.Un’a da başarılar dilerken üç nesildir süren bu “saltanatın” sosyalizme de yakışmadığını ve en uygun zamanda terk etmesi gereğine önem vermesini dilerim.

Zira, ülkedeki siyasi iktidarın yapısı sosyalist olmaktan çok feodal bir görünüm sergilemektedir. Aman, değişim yapalım derken de Amerikan dümenlerine de gelmeyiniz.

Saygılarımla!




13 Aralık 2011 Salı

MUHARREM İNCE KİMLERE KALIN GELDİ


MUHARREM İNCE BİRİLERİNE KALIN GELDİ

Aman İnce, DİKKAT ET "KALIN " geldin!
Manalı, ince düşünülmüş, halkın ilgisini çekecek iğneleyici konuları bularak TBMM ve basın gündemine taşıyarak CHP’nin öne çıkmayı hakkıyla elde etmiş bir milletvekilidir Yalova Milletvekili sayın Muharem İnce.

Ben de soyadından yola çıkarak başına geleni “ince” bir şekilde böyle bir ifadeyle açıklamayı uygun buldum.
CHP genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu gibi arkasında koca bir Dersim Cemaati bulunmayan sayın ince mecliste son yaptığı “AKP Cami Yıkıyor” tespiti ile gündeme oturmuştu.

Ne olduysa bundan sonra oldu ve birden Sayın İnce hakkında 25. Mayıs 2011 seçim faaliyetleri döneminde Sakarya Pamukova ilçesinde gayri ihtiyari olarak yaptığı konuşma yüzünden “trafik akışını engellediği ve HÜKÜMET ALEYHİNE KONUŞTUĞU DA KONUŞTUĞU…” konusunda düzenlenmiş bir savcılık tutanağına dayanılarak dava açıldığı gündeme geldi.

Bu yaşıma geldim böyle şey duymadım ve okumadım. Bunlar ancak bizde olur ve bu Nurcu/İngilizci, Atatürk döneminin ve öncesinin isyancılarının soylarından ibaret olan Vatikan ödüllü iktidarlara yakışır.

Adam “trafik akışını” engellediyse, belediye ve trafik polisi o zaman evininin ya da iş yerinin önünü düğün dernek, mevlit veya açılış kutlamaları için kapatan ya da yolun ortasına aracını bırakıp giden vatandaşa ne yapıyorsa onu yapmalıdır. Yani bunun cezası “para cezasıdır”.

Peki, onca seçim kampanyası boyunca AKP milletvekilleri hep izin alıp mı kapattı?
Bu olaydan şunu da anlamak gerekir ki, herkes hakkında her an bir takım devlet adamları tutanaklar ve iddianameler hazırlamaktadırlar ve yeri geldiğinde de hemen işleme koymaktadırlar.

Ta ki yaptıkları birilerine “kalın” gelinceye kadar.
İşte Pentagon-ABD-Küresel Sermaye!

Sayın Muharrem İnce sizce kime kalın geldi acaba?

Pamukoava Belediyesine mi?

Pamukova Savcısına mı?

İktidar partisine mi?

Okyanus ötesine mi?

Pentagona mı?

Mason küresel sermayeye mi?

Avrupa Birliğine mi?

Fener Patrikhanesine mi?

Ermeni Patrikhanesine mi?

Deniz Çakıllarından Sorumlu Devlet Bakanlığına mı?

Hamam Böceklerini Koruma ve Yaşatma Derneğine mi?

Hepsine mi?

Allah sabır versin ne diyelim!
Bu blogu aynı adla açmama neden silinme
olayına sebep montajımdan birisi.

Neyse benim Fethullah Gülen hakkında yaptığım bazı fotomontajlardan sonra “adilyargıç bloğum” da 2010 referandumundan bir ay önce silinmişti ve olayın ardından yurt dışına çıkan sayın başbakanımız yandaş medyaya verdiği mülakatta aklımda kaldığı kadarıyla şöyle diyordu;

“Bazıları internette, benim, hoca efendinin fotomontajlarını yapmışlar, eh haliyle biz de gerekeni yaptık tabii!” Gibi şeyler söylenmişti. O konudaki yazımda tespitlerimde de bunlar yazılıdır.

Nasıl olduysa Cumhurbaşkanımızın ABD ziyaretinde bazı yabancı gazetecilerin “internet sitelerinin silinmesi ve kapatılmasını gündeme getirdiklerinde cumhurbaşkanımız olayla ilgileneceğini söylemiş ve dönüşünden sonra, referandumu takip eden 17. Günde bloğum geri iade edilmişti.

Google “yanlışlıkla spam olarak bildirildiğinden silindi” diye de eklemişti.
Biz ineğiz ya Google şirketinin sahibinin ülkeye davet edilip Çankaya’sından başbakanlık konutuna kadar neler konuşulduğunu anlamıyoruz ya.
Oysa biz ve Sayın İnce gibileri onların en sevmeleri gereken tipler olmamız gerekir.
Neden mi?
Çünkü hatalarını, eksiklerini gösteriyoruz. Sayemizde etrafındaki yalakaların her şeyi doğru gösteren, kırışık cildi pürüzsüz yapan, doğruyu eğrilten, karıştıran yalamalıklarından ibaret sahte panayır aynalarının yanılgılarından kurtarıyoruz onları.
Avustralya'da Katolik Üniversitesinde F.Gülen
AZİZ ilan edildi sayılır çünkü adına bölüm açıldı.

Hatta benim “DersimYemini ve Atanın Ölümü” başlıklı yazımın konusunu başbakan Deniz Baykal’a bütçe görüşmelerinde “Vatandaş size güvenmiyor” diyerek atıf yapmıştı. Daha birçok yazım yandaş medya tarafından “ordu düşmanlığında” delil olarak kullanıldı, ordu yandaşları da benim yazılarımdan sonra Ulusal Kanal dâhil önce Sünni mezhebe el atmışlar, halkı doğru aydınlatma babında değişiklikler yapmışlardı ve bu elan sürmektedir.

Türban, başörtüsü ve çarşaf peçenin Tevratta “fahişe kıyafeti” olarak geçmesine kadar birçok yazım her görüşten televizyon kanallarının gündemini oluşturdular. Yani gerçekten bir şeyleri “olduğu gibi” göstermeyi başarmışız ki bunlar da “işe yaradığımızın” kanıtlarıdır.

Herkesin birbirinin “fotokopisi” olduğu bir vatandaş yapılanması hangi devleti uçurur?
Bir tek devleti uçurur, o da “durmadan savaş isteyen iktidarları.

O da ilk yenilen sopadan sonra yok oluşu getirir. Tarihte böyle parçalanan nice devlet var. Roma, Bizans, Osmanlı sonunda hep “sopayla” silinmediler mi?

Devletini kırk katır altın yüküne satan da, parayı geri almak için arkasından gelen ortağının askerlerince öldürüldüğünden parasını yiyememiştir bu dünyada. 

Markos böyle anıtlaştırmıştı kendisini


İşte bu yazdıklarımız yüzünden bile, her an herkes bir yerlere kalın gelebilir.

Hele bu zamanlarda!

Sayın İnce bana kalırsa CHP’de de “kalın” geldikleriniz olabilir!

Malum genel başkanınızın ""yanlış bilgiler veren" bazı demokrat sitelere yasak uyguladığı TRT'de kendisine soruldu. (Benim ki mi acaba?)  :))

Aman dikkat ediniz!

E d e l i m !

Takdir okuyucunundur efendim!

Saygılar!



24 Kasım 2011 Perşembe

DEPREM GÖÇLERİ, ÇANAKKALE BEKLENTİSİ, ORDUNUN TUTUMU ve SİYASİ YERİMİZ


DEPREM GÖÇLERİ, ÇANAKKALE BEKLENTİSİ, ORDUNUN TUTUMU ve SİYASİ YERİMİZ



Bu yazı katlanamayacaklara önerilmez. Artık kimseye güven kalmamıştır. +40!!!




Van depremi

Van depremi halen devam eden artçılarla ara sıra sürüp gidiyor. Ölenlere tanrıdan rahmet kalanlara sabır diliyorum. Bu deprem Van ve ilçesi Erciş’i yıktı geçti, birçok insan çadırlarda bulamayanlar da değişik illere misafirhanelerden turistik otellere kadar ülkenin birçok yerine yerleştirildiler.

Beklenmedik doğal olaylarda devletin yanında olması güzel bir şey. Bütün kusurlarına rağmen vatandaşa bir şekilde sahip çıkıldığını gördük. Her zamanki gibi hırsız müteahhitlere gene bir şey olmadı.

Adamlar yalnız yapmıyorlar ki canım, bir inşaat ruhsatı almak için belediyelerin bazı şartları da işin içinde olduğundan bu işlerin üstüne fazla gidilemiyor. Belediyeleri kurcalasan altından Ankara’daki baba siyasiler çıkacağından bu işler yaygara düzeyinde kalıyor.

Ancak, basın ve internette birçok yolsuzluk, yağma, menfaat temini iddialarının yanında Van depremi bende başka izlenimler uyandırdı.



İki azınlık birleşmiş isyan etmişler.

Süryani isyancının torunu,

Dersimli Zerdüşt isyancıdan özür dilemiş.

Şıracının şahidi bozacı.

Medvedev'in tehdidine dikkat ediniz!

Bir yerlere sürükleniyorsunuz ama iyi yerlere değil!

Van depreminin olacağı gece öncesinde dış işleri bakanı sayın A.Davutoğlu Türkmenistan taraflarına ziyarete gitmişti hatırladığım kadarıyla. Malum orayı da ABD saflarına katmak için “Türk’müş” gibi yapıyorlar. Tacikistan’a da uğramadıysa da belki oradan Türkmenistan’a uğramış birileri olabilir. Malum komşu ülkeler ya bunlar.

Tacikistan, artık eski ağası Rusya ile bağlarını koparmış durumda. SSCB döneminden kalma nükleer silahları, uzay rampaları ve depremle en alakalı olarak da, yeryüzünde 12 ülkede bulunan Deprem Cihazlarından birisi de bu ülkede.

1999 Ağustos depreminin ardından ABD gemisi yardıma geldiğinde bu işin komplo olduğu sorgulandı, bazı yetkililer İstanbul’da 250 yılda bir olması beklenen depremi önlemek için bunun parayla ABD’ye yaptırıldığı ancak ABD’nin hedefi şaşırıp Yalova, Gölcük ve Karamürsel’in bir kısmını sulara gömdüğünü o yüzden askeri gemisini yardım amacıyla gönderdiğini yazmış ve söylemişlerdi.

“1999 Depremi Komplo mu” başlıklı yazım halen bloğumdadır.


Dönelim Van depremine, depremin ardından il bazında Van’dan yapılan göç’ün yarım milyonu aştığı ifade ediliyor. Başbakan daha dün göç olduğunu inkar etti. Ama göç o inkar etti diye durmuyor ve sürüyor.



Cumhuriyetin başından beri gerek isyanların ardından göçe gönderilenler gerek Menderes döneminde patlama yapan Kürt göçü ile insanlar yurtlarından koparılıp bilmedikleri diyarlara gönderildiler. Birileri köşe oldu birileri sefil.

Sonra baktık ki ardından bütün devleti Kürdistan ilan etmek isteyen “ırkçı” sefil bir yapılanma çıkıverdi.
Bir yandan bu şehir ve bölge illeri malum terör örgütü yandaşı partiye oy veriyorlar ve Kürdistan kurma gayretleri sürmektedir. 1984’ten sonra hızlanan terör eylemleri ile bölge halkının %60’ından fazlası geçen otuz yıl içinde ülkenin her yanına göç ettirildi. Şimdi hükümetin açılımları Dersim Açılımı ile de süslendi(!). Kuzey Irak’ta federatif Kürt devleti kuruldu. Bizde de hızlı bir çalışma var. Anayasalar, ve bağlı bütün hukuk sistemi bu hükümet tarafından yenilendi ve yabancıların her türlü at oynatacakları ortam hazırlandı.
Peki, Kürdistan kurulacaksa Kürtler niye göç ettiriliyor?

a)Bütün ülke Kürdistan ilan edilecek! J)
b)Kürtler kasıtlı olarak boşaltılıyor. Çünkü bölge İsrail ve Ermenistan arasında pay edilecek. Malum Büyük İsrail ve II.İsrail projeleri.

Emperyalizm asırlardır işbirlikçisi olan Ermenilere Atatürk yüzünden gecikmiş ödüllerini verecek, içlerinde iki asırdır besledikleri ve sevmedikleri Ermeni ve öteki azınlıkları buralara yerleştirip kendi askeri edecek, hedef ülkelerle savaştırıp kıydıracak. Aslında bu tüm işbirlikçileri için beklenen sondur.



İşte Orta çağ Anadolu Haritası- Hedef Bu

Yani, bölgede Kürtlere de emperyalizmin sevgisi yok gibi geliyor bana, sanki onlardan tiksiniyorlar gibi geliyor. Ama işbirlikçilikleri de işlerine geliyor yani! Belli değil mi?

Büyük İsrail de zaten küresel ekonominin başı olan Yahudilerin asırlardır hayallerindeki düşün gerçekleşmesi olacak.

Yahudi Cesaret Madalyası sahibi başbakanımız elbette Kürtlerden böyle bir cesaret madalyası alamadığından mı yoksa Kürtlerin bu kaderlerine başından beri razı olduklarından mı bilmem ama bu deprem göçü teröre rağmen toprağından kopmayan Kürtleri resmen sürgüne yollamıştır.

Dış işleri bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Türkmenistan ziyaretlerine bu depremin tesadüf etmesi, Tacikistan- Rusya ilişkilerinin limonileşmiş halde bulunması bendenizi böyle komplo teorilerine itiverdi işte.
Şimdi Tacikistan ile ilgili iki haberi koydum okuyun bakalım

Tacik Dışişleri Bakanlığı’nın açıklamasında, söz konusu eylem planı Dışişleri Bakanı Hamrohon Zarifi ile ABD’nin Duşanbe Büyükelçisi Kenneth Gross arasında imzalandı. Söz konusu anlaşmanın iki ülke arasındaki işbirliğinin daha da pekiştiğinin bir göstergesi olduğu belirtildi.
Açıklamada, anlaşmanın Tacikistan’ın nükleer maddelerin yasadışı ticareti ile mücadeledeki potansiyeli güçlendirmeye önemli katkı sağlayacağı belirtildi.
http://www.merkurhaber.com/dunya/abd-ile-tacikistan-ortak-eylem-plani-imzaladi-h36678.html


Dışişleri Bakanlığı ve Tacikistan Başkonsolosluğu Önünde Eylem


Tarih: 2011-01-27 / Okunma: 55


Doğu Türkistan ve Türk Bayrağı taşıyan Doğu Türkistan Platformu üyesi yaklaşık 120 kişi Dışişleri Bakanlığı önünde toplandı. `Davutoğlu vatandaşına sahip çık`, `Başkan vatandaşına sahip çık` şeklinde slogan atıp, `tekbir` getirdi.

Tacikistan ve Çin aleyhinde pankartlar taşıyan, sloganlar atan ve elçilik binası önünde açıklama yapmak isteyen protestoculara güvenlik güçleri izin vermedi. Elçilik binasının önüne geçmek için polis barikatını aşmak isteyen gruptakiler ile güvenlik güçleri arasında kısa süreli arbede oldu. Polis, protestoculara biber gazı ile müdahale etti.http://www.maarip.org/tr/article.php?id=60

Rusya'dan Tacikistan'a Yaş Meyve Sebze Yasağı Tehdidi


Tacikistan'ın biri Rus iki pilotu izinsiz hava sahası ihlali ve kaçakçılık yaptıkları gerekçesi ile 8,5 yıl hapse mahkum edilmesinin ardından Moskova'nın tepkileri sürüyor.
http://www.haberler.com/rusya-dan-tacikistan-a-yas-meyve-sebze-yasagi-3140324-haberi/




Alaska Haarb Tesisleri.

http://keykubat.blogcu.com/haarp-iddialari-gercek-mi/3529367

Neyse yaklaşık 20 gündür kulağıma “Çanakkale’de deprem olacakmış” diye söylentiler geliyor. Geçen gün bir misafirim de bunu dile getirdi. Dedikodudur diye önemsemedim ama bu gün aşağıdaki haber beni ciddi düşünmeye itti.
İşte haberden kısa bir alıntı. Çünkü bu yeri çok iyi biliyorum. Habere göre deniz olağanüstü şekilde çekilmiş;

Erdek Düzler Mevkiinde deniz çekilmesi 50.m kadarmış.

Erdem ÖZCAN- Ahmet DEMİR/ERDEK (Balıkesir), (DHA)

BALIKESİR’in Erdek İlçesi Düzler Mevkii’nde 4 kilometrelik sahil şeridinde denizin 30 ila 50 metre arasında çekilmesiyle dünyanın sekizinci harikası olarak nitelendirilen Hadrianus Tapınağı’nın bulunduğu Kyzikos Antik Kenti’nin iskelesi ortaya çıktı…
http://gundem.milliyet.com.tr/erdek-te-deniz-cekilince-tarih-ortaya-cikti/gundem/gundemdetay/24.11.2011/1466931/default.htm


Denizin çekilmesi bu güne kadar izlediğim deprem uyarı programlarından aklımda kaldığına göre depreme işaret etmektedir.
Bu halde ülkenin batıdan da “depremlerle boşaltılması” mı hedeflenmektedir? Sorusunu sormadan edemiyorum.

Haçlı ordularının bir araya gelip Müslüman veya öteki hedef ülkeleri tek tek işgal ettiği bu son 11 yılda, Türkiye gibi yarı İngiliz sömürgeliğinden, İngiliz Sevenleri (Muhipleri) Derneği, Kürt Teali Cemiyetleri, Pontus Rum Cemiyetleri gibi kökleri olan ailelerden gelen AKP hükümeti sayesinde tam ABD- İngiliz sömürgeliğine terfi ettiğimiz bu günlerde geleceğimizi karanlık görmek zorunda kalıyorum.
Nasıl aksi olabilirim ki?

Terör örgütü, tam otuz yıldır her gün asker-polis, ve öteki memurlardan bölge halkına kadar cinayetler işliyor, iş yerlerini, evlerini, belediye otobüslerinde evine, işine giden insanları yakıyor, devletin kamu kurumlarından bile haraç alıyor ama bir türlü bitirilmemesi bir yana, “NATO’yu çağırırız onlar bize devlet kurar” der hale geldiler.
Biz bunlarla baş edemezken, Kıbrıs Rum kesimi ABD şirketlerini arkasına alıp Akdeniz’de petrol- doğalgaz üretmeye başladı, Ermenistan Cumhurbaşkanı okul çocuklarına “Ağrıyı almak sizin işiniz, biz buraya kadar getirdik! Diyor daha niceleri olurken hükümet bunlarla “SIFIR SORUN” siyaseti yürütüyor.
 Ama Suriye, Libya ve öteki hedef Müslüman ülkelerin içlerindeki emperyalizm işbirlikçilerinin hareketleri için para ve silah yardımlarımız saklanmadan sürmektedir.
Bu arada;
Dün Rusya cumhurbaşkanı Sayın Medvedev, Malatya’ya yerleştirilecek füze radarları konusunda Türkiye’yi tekrar uyardı ve “hedef ülke” ilan etti. İran- Suriye ile köprüler atılmış durumda.
Yaklaşık üç ayı geçkin bir zamandır Rusya’nın uçak gemileri ve donanmasına ait gemiler Akdeniz’de periyodik aralıklarla devriye gezmektedirler ve Rusya Haçlı seferi konusunda AB-D’yi uyarmıştır.
Yahudi küresel sermaye çıkarttığı iki dünya savaşı yetmezmiş gibi ,“kertenkele tanrılarının” acıktığını düşündüğünden midir nedir,  onlara bol bol kurban sağlayacak üçüncüyü kaşımaktadır.

Böyle savaş gibi bir pislik ortaya çıkarsa ülkemizin adının Almanya gibi anılması, milletimizin lanetlenmesiyle sonuçlanacaktır. Ülkemiz her halükarda yıllarca bir “savaş arenası” olarak kalacaktır.
Kertenkele tanrılara tapan Yahudi sermayesinin ülkemizdeki uzantıları olan hükümet, yaklaşık “90” yıldır kutlanan Cumhuriyet bayramları iptal edilmektedir. 10 Kasım 1938’de Atatürk’e ölüm döşeğinde yapılan ve asla yazılıp çizilmeyen darbeden bu yana sözde “Atatürk’ün kurduğu devleti ve rejimi korumak” yasal görevi gereğince yaptığı darbe ve muhtıraların arkasından daima bu Kürtçü, İngiliz sever azınlıkların oluşturduğu Nur cemaatinin, dönme ve devşirmelerin iktidarı devralması benim hep kafamı kurcalamıştır.

II.Abdülhamit bunların kurucusu Said-i Kürdi’yi Üsküdar/ Toptaşı akıl hastanesine kapatmış, müritlerinin giydikleri “asayişe müessir hal ve Hıristiyan Yas Kıyafeti” oldukları gerekçesiyle çarşaflarını yasaklayan ferman yayınlamıştı, hiçbir Osmanlı padişahı ve hiçbir Osmanlı şeyhülislamı bunları kaale almadı.
Adamlar, II. Abdülhamit’i överek iktidar oldular. Oysa S. Kürdi,  II. Abdülhamit’i tahttan indiren 31 Mart olayının elebaşlarındandır.
Papaz geçen hafta Atatürk Florya köşkünde ayin yaptı.
1937 ve 1967ler de sürülen  patriklerin öçlerini böylece aldı.

Hatta, 12 Eylül 1980 Darbesinden sonra yukarıdaki adını verdiğim kitabı yazan emekli albay aynı zamanda Vanlı Arvasilerden şeyhülislamlık yapmış Kürt, Abdülhakim Arvasi’nin torunu olmasına rağmen yazdığı o kitapta bu adamın adını bile anmamıştır.

İş böyleyken, ülkede bu işbirlikçi Yezidi, Süryani, Rum, Ermeni dönmesi Papaz ve Haham imamlardan ibaret Nurculardan başka Müslüman yok muydu ki iktidara getirilecek?
Şimdi, Nurcu başbakanın dün de Dersim Soykırımı için(!) özür dilemesi ile apaçık devletin tasfiyesi gerçekleşirken bu “Atatürkçü Ordu”, hükümetin ardında saf tutmuş yürümektedir.
 “ÇIT” yok.
Obama dünya düzeni
Ak Denizde NATO ordularının gücü yetmezmişçesine Libya’ya deniz ve hava gücü gönderen bu Atatürkçü (!) generallerimiz bağımsızlık siyaseti güden Atatürk’ün askeri mi yoksa NATO’nun askerleri midirler?
Üç yıldır Kızıldeniz’de de Müslüman Somali korsanlarına karşı da kuvvet bulundurmaktadırlar.
Yoksa Atatürk’ün ordusu, 14.Mayıs 1950 seçimlerinin ardından Fevzi Çakmak paşanın “istifasını” takiben bitmiş te milleti bu, Türk’e kurşun sıkan geçmişin isyancılarından oluşan “dönme haçlı- Kürt-Rum- Ermeni, Yahudi” dönmelerinden oluşan devşirme ordusu *mu olmuştur?

*( Zaten ordumuz Osmanlı’da da böyleydi. Kastedilen idareci kesimdir! Soyadları, adları “Arman, Armağan, Kul, Kuloğlu, Er, Erman, Ersan, Bünyamin, Kuz, Kuzu, Can, Babacan…” daha bilmem ne olanları inceleyin işte. Hepsi değil elbet. Kudüs ağlama duvarında ağlayanlar…)

Yok, değil hepsi Atatürkçü de, şehit cenazelerinde, asker üniforması giymiş  “fok balıkları” gibi duran “tombiş işbirlikçi generaller” korkudan ve şişmanlıktan mı yerlerinden kıpırdayamamaktadırlar?
Acaba Çanakkale deprem beklentisi gerçekleşirse, batı Anadolu’nun Yunanistan, doğu Anadolu’nun İsrail ve Ermenistan tarafından işgalleri olası bir SURİYE- İRAN-NATO” savaşı bahanesiyle yabancı orduların yerleşmesi için verilecek bir tezkereyle mi yoksa tezkeresiz doğrudan işgal ile mi gerçekleşir?

Malum bu fok balığı kılıklı omuzları kalabalık adamlar 30 yıldır 1.000.000 askerle dört tane teröristi beslemekten, sayılarını binlere fırlatmaktan, 50.000 kadar vatan evladını helak etmekten başka işe yaramadılar. Haliyle işgale de bir hareket yapacaklarına hiç mi hiç inanmıyorum!

Alavere, dalavere Türk Mehmetçik Kore’den sonra yine NATO köpekliğine!

Takdir okuyucunundur.

Adilyargıç/Keykubat

19 Ekim 2011 Çarşamba

AKP ve İŞBİRLİKÇİLERİ T.C.Yİ TASFİYE EDİYOR


AKP TÜRKİYE CUMHURİYETİNİ TASFİYE ETMEKTEDİR

Bu yazımı daha dün Bitlis'te beşi polis "7" şehit haberini hazmedemeden ertesi sabah kalkar kalkmaz Hakkari Çukurca'da 26 şehit haberi ile şok olmam üzerine yazmak zorunda hissettim.
TASFİYE ZAMANI 2023 DEĞİL 2013 GİBİ GÖRÜNÜYOR.

Bütün yazılarımda değindiğim gibi her musibetin başının kaynağını gene tekrar etmeden ne demek istediğimi anlatmak zor olacağından tekrar etmekte yarar olduğu inancındayım.
I.Dünya Savaşına sonradan katılan ABD’nin o zamanki başkanı Wilson’un belirlediği 14 maddelik şartın birincisi “toprak işgalini” yasaklıyordu. Yani, ABD kurtarıcı olarak İngiltere ve müttefiklerinin yanında savaşa girerse galip devletler işgal ettikleri ülkelerde toprak işgali yapamayacaklardı.
Bu şartın yarattığı isteksizlik de Türkiye’nin kuruluşunda önemli rol oynadı.
Woodrow Wilson

I.Dünya savaşına ABD kamuoyunu ikna etmek için Türklerin Hıristiyan Ermenilere soy kırım uyguladığı yalanını ortaya atan ABD siyasetçileri savaşın sonunda Ege ve Trakya’yı Yunanlılara, Trabzon, Erzurum, Van çizgisinden yukarı kuzey doğu Anadolu’daki bölgeleri de Ermenistan’a bırakmak isteyen ABD’yi doğuda Kazım Karabekir paşa, batıda da 30 Ağustos 1922 Sakarya Zaferi ile başkomutan Atatürk hayal kırıklığına uğratacaktı.
Sevr Antlaşmasına göre Ermeni- Gürcülere verilecek topraklar.
O tarihlerde 1917 Ekim Devrimini tamamlamış SSCB’nin başındaki Lenin’den büyük destekler alan Kurtuluş Savaşını yürüten kadromuz kurulacak yeni Türk Devletinin SSCB himayesine verileceği zannıyla “sol” bir siyaset izliyorlardı. Bu da İttihat ve Terakki partisinin amaçlarıyla uyuşan bir siyasetti.

1924’de Lenin’in frengi ve zehirlemeler sonucu öldürülmesini Tiflis papaz okulu mezunu Stalin’in ülkeyi devralması, Türkiye’yi de İngiliz himaye bölgesine terk etmesi takip etmişti.

Bu beklenmedik değişiklik yeni kurulan TC’nin siyasetlerini İngiliz- ABD çizgisine göre ayarlamasını gerektirmiş, daha iki yıl önce Sakarya Savaşı sırasında Atatürk yenilirse, SSCB’nin kurduğu “Yeşil Ordunun” başında mücadeleyi devralmak için bekleyen Enver paşa Türkmenistan’a, Süveyş Kanal Savaşlarının Liman Von Sanders emrindeki  mağlup Osmanlı generali Cemal paşanın da Afganistan’a SSCB yayılmacılığına karşı savaşa sürülmesini son olarak da Nazım Hikmet’in tutuklanması ve Şefik Hüsnülerin devlet eliyle öldürülmeleri olayına sebep olmuştu.

 Böylece yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti “yarı İngiliz Sömürgesi” bir devlet olarak ortaya çıkmıştı.
Atatürk’ün mason ABD-İngiltere merkezli basın yayın organlarınca şişirilmesi bu dönemde başlamıştı. Bu şişirilme her ne kadar haklı bir şişirilmeyse de büyük devletler bu şişirme işleminden kârlı çıkamayacaklarını Atatürk’ün Osmanlı’dan çıkan topraklarda kurulan yeni devletlerde “sömürgecilik karşıtı” gizli örgütlenmelere girmesi bunun en açık örneğini oluşturuyordu.
İran Şahı Rıza'nın Atatürk'ü ziyareti

Onlar da Kürt isyanlarını başlatmışlar on beş yıllık Atatürk dönemi 25 Kürt isyanı, bir o kadar gerici ve ayrılıkçı Pontus isyanlarına ek olarak Atatürk’ün kendisine düzenlenen yirminin üzerinde suikastla sonuçlanmış, sonunda “böbrek rahatsızlığı” hastalığına siroz teşhisi konularak yanlış ilaç tedavileri ve zehirlemeler, babası Çanakkale savaşında ölmüş Fransız doktorlar ile yatağa mahkûm edilmişti.
Ona kurulan tuzaklardan birisi de Mason Latife ile evliliğiydi.
Boşanacağını anlayınca Ata'ya "İbne" bile dediği ortaya çıktı.

10 Kasım 1938 İsmet paşa darbesi ile Dolmabahçe sarayında başına (bence İsmet paşa tarafından) başına sıkılan bir kurşun ile de dönemini tamamlamış oluyordu.
11 Kasım 1938 günü acilen TBMM’yi asker kuşatmasında toplayan İsmet paşa kendisini “Milli Şef”, CHP’nin “Ebedi başkanı” ve Türklerin ilk Ermeni* Başbuğu ilan etmiş 1973’te ölümüne kadar sürecek dikta dönemini başlatmıştı.
1936 Ertuğrul Yatı İsmet paşa - Atatürk

*-İsmet paşanın Bitlis Ermeni’si olduğunu Alpaslan Türkeş 1996’da Kanal 6 TV’de açıklamıştı ve tekzip edilmemişti.
Bu olaydan altı ay sonra 12.Mayıs 1939’da Mussolini ve Hitler’in tehditleri bahanesi ile Atatürk’ün “asla yapmayın” dediği Türkiye- İngiltere Kredi Antlaşmasını” imzalamış, bu antlaşmaları sırasıyla Fransa, ABD, Almanya ve diğer batılı ülkelerle tekrar ederek yeni Türk devletinin “yarı sömürgelikten kurtulma çabalarını” bitirmişti.
Ancak, sömürgeci güçler 1946 sonrasında kurdukları yeni dünya düzeninde onu da tehlikeli bulmuş olsalar ki kendilerine daha sadık olan öteki Bitlis Yezidi Said-i Kürdi (Nursi) tarikatını DP hükümeti ile 14 Mayıs 1950’de iktidara getirmişlerdi. Bu hükümet günümüzde devleti tasfiye etme görevini yürüten AKP’nin ilk karbon kopyasıydı.
Amerika'nın Üç İşbirlikçisi

Hiçbir sorunumuz olmayan Kuzey Kore ile savaşmak için tümenlerle askeri, “NATO’ya kabul edilmeden”  NATO askeri olarak davul zurnalarla göndermişti. Diğer yandan devletin istihbarat kurumlarından Ordusuna öğretmeninden kır bekçisine kadar bütün devlet memurlarının seçilmesini de ABD’nin memurlarının belirlediği işbirlikçi kadroların bürokrasiyi teslim almalarına seyirci kalmış- bu kadroların Alevi köye Sünni imam gönderilmesine kadar halkı devlete küstürecek siyasetlerini gönül rahatlığı ile uygulamalarını sağlamıştı.

Böylece “soğuk savaş” konsepti” içinde sözde SSCB işgaline önlem olarak kurulmuş “Derin NATO” istihbarat yapılanmaları başta ülkemiz insanlarını birbirine düşman eden etnik milliyetçiliği veya aşırı solu güçlendiren sinsi faaliyetlerin örgütlenmesi de gerçekleşmişti.
ABD'de "5" yıl eğitim gören,
61.darbesinin önderi A.Türkeş.

1955 sonrası Menderes’e vât edilen kredilerin kesilmesiyle SSCB’ye İş Bankasının hisselerini satmak için dönüş yapan Menderes’in boynuna ipi geçirecek olan da onun “ABD- İngiliz hayranlığı” sonucu verdiği izin ile oluşmuş bu “darbeci derin NATO’ydu.”  Öyle de oldu.
Bu günkü halleri

1939 kredi antlaşması ile ülkenin teslim edildiğini fark edememiş “kahraman asker ve siyasetçilerimiz”, devlet bürokrasisi içine dış güçlerin çöreklenmelerini Menderes hükümeti döneminde gördüklerinden DP iktidarına kinlenmişler ve hazırlanana “darbe senaryosuna” da “27 Mayıs Devrimi” adını takmışlardı.
Menderes gibi benzer kurbanların başında da komşumuz Yunanistan’ın başbakanı Yorgo (George) Papandreu’ydu. Bu gün onun adını taşıyan torunu gene aynı görevdedir.
Araştırmacılar Menderes öncesi ve sonrası ABD-Derin Nato kurbanlarının sayılarını “kırk” kadar telaffuz etmektedirler.

1968’de Lübnan’da ASALA’nın kurulmasına seyirci kalan İsmet paşa 1973’de ABD ‘de iki elçimizin bu yapılanma tarafından öldürülmesine de seyirci kalmış ve bu seyirler 1987 yılında Fransa tarafından kurucusunun öldürülmesine kadar devam eden hükümet ve darbecilerle de sürmüştür.

1968-1980 arası insanımızı bir birine kıydıran “sağ- sol” terörü halkımızın 20 yıllık bir kuşağını yok etmişti.
Manisa’ya 1937 Dersim Sürgünü olarak göç ettirilen bir aileden gelen 12 Eylül 1980 darbecisi Kenan Evren paşa, ASALA, Sağ- Sol terörünün yerini alacak ve Türkiye Cumhuriyetini tasfiye edecek yeni “etnik Kürtçü terörün” elebaşını da bu dönemlerin SBF’sinde yetiştirmişti.

05 Mayıs 1980’de MİT Elazığ bölge sorumlusu olan pilot Binbaşı Ali Yıldırım’ın (Tunceli’li Ermnei) kızı Kesire Yıldırım ile evli olan bu elebaşı Suriye’ye kaçırılıyor ve oradan Kuzey Irak- Kandil bağlantılı çalışmalara giriyordu.

Kandil yöresine yaşayan, en az yüz yıl Osmanlı ve 15 yıl da Atatürk’e karşı devrim yapmak için İngiliz parası ve silahları ile büyük yaralar veren Yezit Kürt Aşiret reislerinin torunları olan Marzani ve Talabaniye dönemin başbakanı ve cumhurbaşkanı olan gene Tunceli Çemişgezekli  Turgut ÖZAL tarafından “Kırmızı-diplomatik T.C. pasaportları” verilerek dönemin ABD başkanı olan baba G.Bush’a ile tanıştırılıyorlardı.
K.Evren ve RE.T.E.


B.Ecevit- F.Gülen


Aynı anda da İmam Hatip liseleri açan ve elinde Kuran ile dolaşan Ermeni veya Yezit Kenan Evren Erzurum’lu bir aile tarafından evlatlık edinildiği yazılıp çizilen, torpille köy imamı olmuş Fethullah Gülen adlı bir dönmeyi ABD ve SSCB’den henüz bağımsızlık kurtarmış Türk devletlerine ve diğer dünya ülkelerine takdim ediyorlardı.


1990 yılına kadar devletin televizyonu olan TRT kanallarında “Türk Ordusunun Çağdaş Savaş Tekniği olan Gerilla Tarzı Savaş Tekniğinde Eğitilmesi tartışıldı. Bu tartışmalara katılanlar bu günleri hazırlayan İhsan Doğramacı, İhsan Aldıkaçtı, Toktamış Ateş gibi darbe yalamaları olan kökenleri Ermeni, Kürt olan işbirlikçilerdi.
Gerilla tarzı savaş eğitimini TSK’nın hangi bölgede alacağını soran spikere bu katılımcılar 1987’de şöyle cevap veriyorlardı;
“-Elbette bu bölge doğu Anadolu olacaktır. Diğer bölgeler ülkenin lokomotifidir…..”

Yezit- ayrılıkçı ve özünde Ermeni ve İsrail için çalışan PKK terörü ile Kürtçü-Nurcu- Fethullahçı köktendinci yapılanma Amerika’nın “Bizim Çocukları- Our boys” olan “12 Eylül Darbecilerinin” çocukları oluyordu.
Solu silindir gibi ezen ve gerçek milliyetçileri de tırmalayan Abd’nin çocukları olan aslen Ermeni, Sabetayist Yahudi, Yahudi ve Yezit  Kürt kökenli sözde TSK, özünde NSK (NATO Silahlı Kuvvetleri) olan darbeciler 30 yılda 60.000’e yaklaşan vatan evladının kanına girecek bu pis yapılanmanın mimarları oldular.

Aslında Emevi soylu halife I. Mervan’ın soyundan gelen Şeyh Hadi (Adi de denir) tarafından 12.yy.da Kuzey Irak Sincar bölgesinde Laleş kasabasında başlatılan Hakkari’de kurulan ve Kürtleri Yahudi ve Hıristiyanlara Mevali (köle) eden, Ebubekir, Ebu Süfyan oğlu Muaviye ve torunu I.Yezit’i “TANRI-ALLAH” kabul eden ve şeytana tapınmayı gerektiren Kürt Yezitlik dinine göre okuryazarlık dinden çıkmayı gerektirir.

Bu nedenle “okur” olan ama yazamayan Said-i Kürdi tam bir Yezit tanrısı yani şeytandır. İnananlarının kadınlarına ve kızlarına da “çarşaf-peçe” giymeyi, erkeklerine de yedi bin yıllık Keldani Arap kıyafeti olan sarık, poşu, şalvar ve cübbe giymeyi şart koşan bu Yezit Said-i Kürdi  “Sünni Müslüman” maskesi altında şatanizmi temsil etmektedir.  Tevrat’ın Yakup peygamberin çocuklarından olan Yahuda’nın gelini Tamara ile olan zinasının anlatıldığı “Yahuda ile Tamara” bölümünde Tamara’nın giydiği kıyafet olan “çarşaf-peçenin” fahişe kıyafeti olduğu yazılmaktadır.

Özünde bu sapık ideolojiyi “Sünni İslam” olarak İngiliz- ABD destekleriyle halka kabul ettiren İngiliz işbirlikçisi Yezit Kürt tanrısı Said-i Kürdi Deliüzzaman ülkenin bölünmesinde İsmet paşa artı kutupsa o da eksi kutbu oluşturmaktaydı. Bitlis makası adını verdiğim bu ihanet ve işbirlikçi yapılanma 2003’e kadar mevcut hükümetlerce ret edilen bütün AB-D projelerini uygulayacak şekilde dış istihbarat güçlerince eğitilmişti.
Ne kadar haklı değil mi? Toprağın bol olsun meslekdaşım. Nur içinde yat.

2003 yılına kadar dış baskılara direnen hükümetler ekonomik krizler ve asıllı- asılsız yolsuzluk suçlamaları ile işbirlikçi basın tarafından halka kötülenmiş, sözde “gericilikle mücadele eden” derin NATO veya NSK da mitinglerde Nurcu olmayan baş örtülü kadınların başlarını açarak, klasik baş örtülü kadınlarımızın başlarına peruk geçirtilerek çekilen resimlerinin zorla yapıştırtıldığı sağlık karneleri ve kimlikleriyle hastane ve diğer devlet hizmetlerinden yararlandırılma şartları yüzünden bu hükümeti kurtarıcı olarak görecek hale getirilmişti.
03 Kasım 2002 genel seçimleriyle iktidar olan AKP’nin başbakanı Abdullah Gül ABD dışişleri bakanı Powell ile imzaladığı iki sayfa “9” maddelik antlaşmanın ilk maddesi “aşağıdaki maddelere uyulmadığı takdirde Türkiye’nin işgalini gerektiren bir antlaşmaydı.
General- ABD Dış İşleri eski bakanı Colin Powel

Bu antlaşmayı “tarihle barışmak, Kürt, Ermeni, Süryani, Arap, Patrikhane mallarının iadeleri, Kıbrıs tavizleri, Kuzey Irak’ta bir Kürt devletinin kurulması” gibi açılımlar takip etti.
200 yıldır sömürgeci devletlerin istediği ve kabul edilmeyen her türlü tavizler bu hükümet tarafından yerine getirildi.
Sıfır terörle alınan ülkeyi terör tekrar sardı. Ölen askerlerin ve polislerin yasları birbirine karıştı. Afganistan, Irak, Libya, Somali ve diğerleri işgal edildi.
Arabistan’da katıldığı bir toplantıda başbakan RE.T.E;
-“Libyanın işgali nasıl söz konusu olabilir olur mu böyle şey?” diyordu. Bir hafta içinde Libya işgali başlayınca kendisine bir yıl önce “İnsanlık Ödülü” veren Kaddafi’ye;
“-Çekil” diyordu.
Tayyip ve Beşer Esad

Bunu Suriye takip etti. Daha altı ay önce Ortadoğu ülkeleri arasında “Şamgen İşbirliği” yani AB’nin Şengen’ine karşı Şam merkezli bir işbirliği öneren, yakın arkadaş dost Suriye’nin Esad’ına da aynı cevabı vermekte gecikmemişti.

ABD’nin İngiltere, Kanada, Fransa ve İtalya’dan oluşan işbirlikçi Haçlı NATO Ordusu başta Almanya ve Rusya tarafından “Haçlı Ordusu” olarak anılmaya başlanınca uluslararası tepkilerden çekinen bu ülkeler topu Türkiye’ye atmış ve;
-“Suriye’ye sen gir!”  deyivermişlerdi.
Bunu İran önerisi takip etti.
Şimdi PKK terörünün Kürdistan kurmaktan çok bu amaçla kurulduğu yani ABD’nin Ortadoğu Jandarması olması için TSK yani NSK’yı eğitmek olduğu da bu ABD emirleriyle ispatlanmıştır.
Peki son iki günde bizim basınımıza göre 31 şehit ve bir o kadar yaralıyı nasıl açıklamalıyız? Malum seyredenler farketmiştir. Dün Bitlis’te şehit edilen polis ve sivillerin sayıları “5” olarak verilmişti. Çin’in CCTV9 ile İran’ın Press Tv kanalları bu rakamları “7” olarak verdiler. Bunu diğer kaynaklar takip etti. Türkiye ise “5” te bıraktı.

Çok basit, hükümet ve NSK bir yanda terör örgütü çatır çatır asker ve polis öldürürken, sokaklarda bombalar patlatırken, mecliste özerklik isterken halkı Suriye ve İran’a savaşa ikna etmek olanaksızdır.
İşte bu yüzden malum örgütün üzerine “gözdağı” şeklinde bir yürüyüşe büyük devletler izin vermiştir. Örgüt Türkiye’yi istenilen şekilde yönlendirmek için bir maşa olarak kullanılacağı için bütünüyle tasfiye edilmeyecek biraz hırpalanmış gösterilerek halkın gazı alınacaktır.

Bu ada hükümetin elini güçlendirecek ve tasfiye anayasasını yapma gücü bulacaktır. Böylece ABD jandarması olacak NSK’ da Suriye, İran üzerine gidebilecektir.
Olay bundan ibarettir.
Yani Türkiye’ye bir bakıma I. Ve II. Dünya Savaşlarında Almanya’ya verilen rol Ortadoğu için verilmiştir.
Ama Türkiye bu hizmeti yürütebilir mi?
Bence yürütemez!
Neden?
Önce, ağır sanayisi, silah, motorlu araç sanayisi ve elektronik- bilgisayar teknolojisi, nükleer enerjisi yoktur.
İran şu an Türkiye’den çok daha üstün bir orduya sahip görünmektedir.
Sonra, Rusya Akdeniz’e donanmasını indireli aylar oluyor artı Çin de Rusya ile işbirliği içinde ve hatta Çin Rusya’dan daha etkili olarak ortalarda geziniyor.
Link için tıkla

AKP ülkeyi böyle bir maceraya iterse sadece Türkiye cumhuriyetinin sonunu değil bölge milletlerinin de soyunu kurutacak bir işe girmiş olur.
Olası böyle bir savaşta ülkemiz ve komşularımız savaş alanı olacaktır.
Herkes aklını başına alsın, kayıp ettiğimiz evlatlarımızın birinin üzüntüsünün atamadan üstüne onlarcası ekleniyor hangisine nasıl üzüleceğimizi nasıl tepki göstereceğimizi karıştırdık.
Saçma sapan dış dayatmalı açılım siyasetleri ile terörü tırmandırıp ardından timsah gözyaşları dökenlere lanetler olsun.

Haaa makarna poşet edebiyatlarına kanıp oy verenlere de lanetler olsun.
İki günde 33 şehit ve bir o kadar yaralı!
Memnun musunuz şerefsizler?

Bu teslimiyetçi, emperyalizm ürünü Nurcu-Fetoşçu zihniyetler  Türk ve İslam dünyasını değil gezegende Yahudiler dışındaki tüm milletlerin soyunu kurutacak sinsi bir işbirlikçilikten başka bir şey değildir.

Söylemesi bizden, takdir okuyucunundur.

Bunlara inanmayı çok isterdim!!!

Keykubat/Alaeddin Yavuz





Bu yazıdan iki yıl sonra
 *TÜRKİYE CUMHURİYETİ TASFİYE EDİLİYOR*


  Türkiye, son yıllarda sürekli olarak dıştan dayatılan reformlarla uğraşmak zorunda bırakılıyor.
  Birilerinin çok acelesi olduğu için, bir an önce istedikleri aşamaya gelebilmek için dışarıdan içeriye doğru sürekli olarak bir inisiyatif yönlendirmesi yapmaktadırlar.
  Böylesi dışmerkezli bir emperyalist oyuna bütünüyle Türk toplumu alet edilmek istenirken, Türk ekonomisinin köşe başlarını tutan kadrolarla medyada etkili olan işbirlikçi mandacı gruplar, ülkemizi böylesi bir maceraya doğru el birliği ile sürüklemektedirler.
  Yüzyıllar önceden hazırlanmış bir plan ve bu doğrultudaki proje uğruna, büyük bir ulusal kurtuluş savaşı vererek kurmuş olduğumuz Türkiye Cumhuriyeti tasfiye edilmektedir.
  Bu gerçek artık saklanamayacak kadar açık ve net bir biçimde Türk kamuoyunda kesinlik kazanmıştır.

  Hiç kimse cumhuriyet yıkıcılığı ya da Türkiye düşmanlığı yaptığını kabul etmiyor.
  Her şey "değişim" kavramı içerisinde ve Türk devleti dıştan zorlanan bir plan dâhilinde çözülmeye mahkûm ediliyor.  Değişim sözcüğünün sihirli görünümünün arkasına sığınan ikinci cumhuriyetçiler, maddeci işbirlikçiler, alt kimlikçi federasyoncular, ılımlı İslamcı görünümlü şeriatçılar, emperyalizm ve Siyonizm ile her türlü işbirliğine açık olan oportünistler koalisyonu elbirliği ile Atatürk'ün cumhuriyetine saldırmaktalar ve kültürel alt kimlikçilik dış desteklerle hortlatıldığı gibi, kayıt dışı ekonominin sağladığı olanaklarla yeraltı ilişkileri doğrultusunda birçok mafya ve benzeri hukuk dışı çıkar örgütlenmelerinin de gündeme geldiği görülmektedir.
  Kurtlar Vadisi gibi televizyon dizileri ile böylesine hukuk dışı bir yapılanma iç ve dış menfaat çevreleri tarafından hem özendirilmekte hem de desteklenmektedir.

  Böylesine olumsuz bir süreç içinde ülkenin birliği ve bütünlüğü tehlike altına sürüklenmekte, yetmiş beş milyonluk bir milletin gelecek güvencesini sağlamakla görevli Türk devleti her gün biraz daha gerileyerek devre dışı kalmaktadır.
  Bu aşamada Türkiye'yi yöneten bir zihniyet, yeni dönemin plan çalışmalarında devletin küçültülmesini ana hedef olarak ilan etmektedir.
  *Bu tür bir hedef belirleme, şimdiye kadar yarısı tasfiye edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti devletinin geri kalan diğer yarısının da tasfiye edilmek istendiğinin en açık göstergesidir.*
  Sürekli olarak dış baskılarla iyice küçülmüş olan Türkiye Cumhuriyeti devletinin geleceği ile ilgili planlama çalışmalarına devletin küçültülmesi ana hedef olarak belirlenirse, bu gelecekte Türkiye Cumhuriyeti'nin ulusal ve üniter yapısının ortadan kaldırılmak istendiğinin en açık göstergesi olarak anlaşılmalıdır.
  Çünkü OECD istatistiklerine göre; Avrupa ve Amerika gibi kıtalardaki batı ülkelerine oranla en küçük devlet Türkiye Cumhuriyeti'dir. *Batı ülkelerinde devletin ekonomideki ağırlığı ortalama olarak yüzde 40 ya da 50 oranında olmasına rağmen, Türkiye'deki devletin ekonomideki büyüklüğü son yıllarda yüzde 20'lerden yüzde 10'lara doğru küçülmüştür.*
  Kendi devletlerini güçlü ve büyük tutan batılı emperyal ülkeler sıra Türkiye'ye gelince, Osmanlı İmparatorluğu'nun bugünkü mirasçısı Türkiye'yi daha da küçültmenin yollarını aramaktadırlar.

  Avrupa Birliği sürecinde yani bir Yugoslavya modeli yaratarak Türkiye'nin ülkesini bir Sevr haritasına dönüştürmek isteyenler, bu doğrultuda devletin küçültülmesi için sürekli olarak baskı yapmaktadırlar.
  Avrupa Birliği'ne paralel olarak IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşlar da Türk devletinin küçültülmesi için devletin yetkili organlarını baskı altında tutmaktadırlar.
  Kabuk devlet suçlamaları ile medyadaki papağanlarını Türk devletinin üzerine süren emperyal merkezler kendi devletlerini daha da büyütmenin arayışı içindedirler.
  Bu doğrultuda dünyanın her bölgesini sömürge durumuna düşürürlerken, Türkiye'yi de iyice küçülterek çeşitli eyaletlere bölebilmenin çabası içindedirler.

  Büyük Avrupa, Büyük Ortadoğu, Büyük İsrail gibi dünyanın merkezini içine alacak bölgesel federasyon planlarına Türkiye'nin ülkesini merkez yapmak isterlerken, bu ülkenin üzerinde kurulu bulunan Türk devletinin ortadan kaldırılmasına giden yolu açmak istemektedirler.
  Demokrasi, küreselleşme, değişim gibi sihirli sözcüklerle Türk Devleti yavaş yavaş ortadan kaldırılmakta, gelecekte bir dış destekli federasyona giden yol açılmaya çalışılmaktadır.
  Batılı merkezlerin hepsi bu doğrultuda çalışırken, *Yugoslavya'dan sonra dünyanın merkezinde kurulmuş olan Türk devleti de tasfiye edilmek istenmektedir.*

  Son yıllarda reform adı altında gündeme getirilen bütün yasal düzenlemelerinin devletin merkezi gücünü ortadan kaldırdığı, parçalı bir yapıyı ortaya çıkarabilmek üzere merkezin yetkilerinin sürekli olarak yerel yönetimlere devredildiği artık iyice görülmektedir.
   Tablo kesin hatları ile belli olduğuna göre, Türk devletinin geleceğine bir büyük ulusal kurtuluş savaşı vermiş olan Türk milleti karar verecektir.,

  Türk milleti ulusal ve üniter cumhuriyet devleti tasfiye edilirken, bu gidişe bir dur diyecek, ulusal egemenliğine sahip çıkarak yeni yüzyılda da bağımsız Türkiye Cumhuriyeti'nin çatısı altında yaşamını sürdürecektir.
  *Artık devleti ve cumhuriyeti ortadan kaldırmakta olan bu reform görünümlü deforme sürecine Türk Milleti acilen "dur" demelidir. *

Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN