19 Ekim 2011 Çarşamba

AKP ve İŞBİRLİKÇİLERİ T.C.Yİ TASFİYE EDİYOR


AKP TÜRKİYE CUMHURİYETİNİ TASFİYE ETMEKTEDİR

Bu yazımı daha dün Bitlis'te beşi polis "7" şehit haberini hazmedemeden ertesi sabah kalkar kalkmaz Hakkari Çukurca'da 26 şehit haberi ile şok olmam üzerine yazmak zorunda hissettim.
TASFİYE ZAMANI 2023 DEĞİL 2013 GİBİ GÖRÜNÜYOR.

Bütün yazılarımda değindiğim gibi her musibetin başının kaynağını gene tekrar etmeden ne demek istediğimi anlatmak zor olacağından tekrar etmekte yarar olduğu inancındayım.
I.Dünya Savaşına sonradan katılan ABD’nin o zamanki başkanı Wilson’un belirlediği 14 maddelik şartın birincisi “toprak işgalini” yasaklıyordu. Yani, ABD kurtarıcı olarak İngiltere ve müttefiklerinin yanında savaşa girerse galip devletler işgal ettikleri ülkelerde toprak işgali yapamayacaklardı.
Bu şartın yarattığı isteksizlik de Türkiye’nin kuruluşunda önemli rol oynadı.
Woodrow Wilson

I.Dünya savaşına ABD kamuoyunu ikna etmek için Türklerin Hıristiyan Ermenilere soy kırım uyguladığı yalanını ortaya atan ABD siyasetçileri savaşın sonunda Ege ve Trakya’yı Yunanlılara, Trabzon, Erzurum, Van çizgisinden yukarı kuzey doğu Anadolu’daki bölgeleri de Ermenistan’a bırakmak isteyen ABD’yi doğuda Kazım Karabekir paşa, batıda da 30 Ağustos 1922 Sakarya Zaferi ile başkomutan Atatürk hayal kırıklığına uğratacaktı.
Sevr Antlaşmasına göre Ermeni- Gürcülere verilecek topraklar.
O tarihlerde 1917 Ekim Devrimini tamamlamış SSCB’nin başındaki Lenin’den büyük destekler alan Kurtuluş Savaşını yürüten kadromuz kurulacak yeni Türk Devletinin SSCB himayesine verileceği zannıyla “sol” bir siyaset izliyorlardı. Bu da İttihat ve Terakki partisinin amaçlarıyla uyuşan bir siyasetti.

1924’de Lenin’in frengi ve zehirlemeler sonucu öldürülmesini Tiflis papaz okulu mezunu Stalin’in ülkeyi devralması, Türkiye’yi de İngiliz himaye bölgesine terk etmesi takip etmişti.

Bu beklenmedik değişiklik yeni kurulan TC’nin siyasetlerini İngiliz- ABD çizgisine göre ayarlamasını gerektirmiş, daha iki yıl önce Sakarya Savaşı sırasında Atatürk yenilirse, SSCB’nin kurduğu “Yeşil Ordunun” başında mücadeleyi devralmak için bekleyen Enver paşa Türkmenistan’a, Süveyş Kanal Savaşlarının Liman Von Sanders emrindeki  mağlup Osmanlı generali Cemal paşanın da Afganistan’a SSCB yayılmacılığına karşı savaşa sürülmesini son olarak da Nazım Hikmet’in tutuklanması ve Şefik Hüsnülerin devlet eliyle öldürülmeleri olayına sebep olmuştu.

 Böylece yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti “yarı İngiliz Sömürgesi” bir devlet olarak ortaya çıkmıştı.
Atatürk’ün mason ABD-İngiltere merkezli basın yayın organlarınca şişirilmesi bu dönemde başlamıştı. Bu şişirilme her ne kadar haklı bir şişirilmeyse de büyük devletler bu şişirme işleminden kârlı çıkamayacaklarını Atatürk’ün Osmanlı’dan çıkan topraklarda kurulan yeni devletlerde “sömürgecilik karşıtı” gizli örgütlenmelere girmesi bunun en açık örneğini oluşturuyordu.
İran Şahı Rıza'nın Atatürk'ü ziyareti

Onlar da Kürt isyanlarını başlatmışlar on beş yıllık Atatürk dönemi 25 Kürt isyanı, bir o kadar gerici ve ayrılıkçı Pontus isyanlarına ek olarak Atatürk’ün kendisine düzenlenen yirminin üzerinde suikastla sonuçlanmış, sonunda “böbrek rahatsızlığı” hastalığına siroz teşhisi konularak yanlış ilaç tedavileri ve zehirlemeler, babası Çanakkale savaşında ölmüş Fransız doktorlar ile yatağa mahkûm edilmişti.
Ona kurulan tuzaklardan birisi de Mason Latife ile evliliğiydi.
Boşanacağını anlayınca Ata'ya "İbne" bile dediği ortaya çıktı.

10 Kasım 1938 İsmet paşa darbesi ile Dolmabahçe sarayında başına (bence İsmet paşa tarafından) başına sıkılan bir kurşun ile de dönemini tamamlamış oluyordu.
11 Kasım 1938 günü acilen TBMM’yi asker kuşatmasında toplayan İsmet paşa kendisini “Milli Şef”, CHP’nin “Ebedi başkanı” ve Türklerin ilk Ermeni* Başbuğu ilan etmiş 1973’te ölümüne kadar sürecek dikta dönemini başlatmıştı.
1936 Ertuğrul Yatı İsmet paşa - Atatürk

*-İsmet paşanın Bitlis Ermeni’si olduğunu Alpaslan Türkeş 1996’da Kanal 6 TV’de açıklamıştı ve tekzip edilmemişti.
Bu olaydan altı ay sonra 12.Mayıs 1939’da Mussolini ve Hitler’in tehditleri bahanesi ile Atatürk’ün “asla yapmayın” dediği Türkiye- İngiltere Kredi Antlaşmasını” imzalamış, bu antlaşmaları sırasıyla Fransa, ABD, Almanya ve diğer batılı ülkelerle tekrar ederek yeni Türk devletinin “yarı sömürgelikten kurtulma çabalarını” bitirmişti.
Ancak, sömürgeci güçler 1946 sonrasında kurdukları yeni dünya düzeninde onu da tehlikeli bulmuş olsalar ki kendilerine daha sadık olan öteki Bitlis Yezidi Said-i Kürdi (Nursi) tarikatını DP hükümeti ile 14 Mayıs 1950’de iktidara getirmişlerdi. Bu hükümet günümüzde devleti tasfiye etme görevini yürüten AKP’nin ilk karbon kopyasıydı.
Amerika'nın Üç İşbirlikçisi

Hiçbir sorunumuz olmayan Kuzey Kore ile savaşmak için tümenlerle askeri, “NATO’ya kabul edilmeden”  NATO askeri olarak davul zurnalarla göndermişti. Diğer yandan devletin istihbarat kurumlarından Ordusuna öğretmeninden kır bekçisine kadar bütün devlet memurlarının seçilmesini de ABD’nin memurlarının belirlediği işbirlikçi kadroların bürokrasiyi teslim almalarına seyirci kalmış- bu kadroların Alevi köye Sünni imam gönderilmesine kadar halkı devlete küstürecek siyasetlerini gönül rahatlığı ile uygulamalarını sağlamıştı.

Böylece “soğuk savaş” konsepti” içinde sözde SSCB işgaline önlem olarak kurulmuş “Derin NATO” istihbarat yapılanmaları başta ülkemiz insanlarını birbirine düşman eden etnik milliyetçiliği veya aşırı solu güçlendiren sinsi faaliyetlerin örgütlenmesi de gerçekleşmişti.
ABD'de "5" yıl eğitim gören,
61.darbesinin önderi A.Türkeş.

1955 sonrası Menderes’e vât edilen kredilerin kesilmesiyle SSCB’ye İş Bankasının hisselerini satmak için dönüş yapan Menderes’in boynuna ipi geçirecek olan da onun “ABD- İngiliz hayranlığı” sonucu verdiği izin ile oluşmuş bu “darbeci derin NATO’ydu.”  Öyle de oldu.
Bu günkü halleri

1939 kredi antlaşması ile ülkenin teslim edildiğini fark edememiş “kahraman asker ve siyasetçilerimiz”, devlet bürokrasisi içine dış güçlerin çöreklenmelerini Menderes hükümeti döneminde gördüklerinden DP iktidarına kinlenmişler ve hazırlanana “darbe senaryosuna” da “27 Mayıs Devrimi” adını takmışlardı.
Menderes gibi benzer kurbanların başında da komşumuz Yunanistan’ın başbakanı Yorgo (George) Papandreu’ydu. Bu gün onun adını taşıyan torunu gene aynı görevdedir.
Araştırmacılar Menderes öncesi ve sonrası ABD-Derin Nato kurbanlarının sayılarını “kırk” kadar telaffuz etmektedirler.

1968’de Lübnan’da ASALA’nın kurulmasına seyirci kalan İsmet paşa 1973’de ABD ‘de iki elçimizin bu yapılanma tarafından öldürülmesine de seyirci kalmış ve bu seyirler 1987 yılında Fransa tarafından kurucusunun öldürülmesine kadar devam eden hükümet ve darbecilerle de sürmüştür.

1968-1980 arası insanımızı bir birine kıydıran “sağ- sol” terörü halkımızın 20 yıllık bir kuşağını yok etmişti.
Manisa’ya 1937 Dersim Sürgünü olarak göç ettirilen bir aileden gelen 12 Eylül 1980 darbecisi Kenan Evren paşa, ASALA, Sağ- Sol terörünün yerini alacak ve Türkiye Cumhuriyetini tasfiye edecek yeni “etnik Kürtçü terörün” elebaşını da bu dönemlerin SBF’sinde yetiştirmişti.

05 Mayıs 1980’de MİT Elazığ bölge sorumlusu olan pilot Binbaşı Ali Yıldırım’ın (Tunceli’li Ermnei) kızı Kesire Yıldırım ile evli olan bu elebaşı Suriye’ye kaçırılıyor ve oradan Kuzey Irak- Kandil bağlantılı çalışmalara giriyordu.

Kandil yöresine yaşayan, en az yüz yıl Osmanlı ve 15 yıl da Atatürk’e karşı devrim yapmak için İngiliz parası ve silahları ile büyük yaralar veren Yezit Kürt Aşiret reislerinin torunları olan Marzani ve Talabaniye dönemin başbakanı ve cumhurbaşkanı olan gene Tunceli Çemişgezekli  Turgut ÖZAL tarafından “Kırmızı-diplomatik T.C. pasaportları” verilerek dönemin ABD başkanı olan baba G.Bush’a ile tanıştırılıyorlardı.
K.Evren ve RE.T.E.


B.Ecevit- F.Gülen


Aynı anda da İmam Hatip liseleri açan ve elinde Kuran ile dolaşan Ermeni veya Yezit Kenan Evren Erzurum’lu bir aile tarafından evlatlık edinildiği yazılıp çizilen, torpille köy imamı olmuş Fethullah Gülen adlı bir dönmeyi ABD ve SSCB’den henüz bağımsızlık kurtarmış Türk devletlerine ve diğer dünya ülkelerine takdim ediyorlardı.


1990 yılına kadar devletin televizyonu olan TRT kanallarında “Türk Ordusunun Çağdaş Savaş Tekniği olan Gerilla Tarzı Savaş Tekniğinde Eğitilmesi tartışıldı. Bu tartışmalara katılanlar bu günleri hazırlayan İhsan Doğramacı, İhsan Aldıkaçtı, Toktamış Ateş gibi darbe yalamaları olan kökenleri Ermeni, Kürt olan işbirlikçilerdi.
Gerilla tarzı savaş eğitimini TSK’nın hangi bölgede alacağını soran spikere bu katılımcılar 1987’de şöyle cevap veriyorlardı;
“-Elbette bu bölge doğu Anadolu olacaktır. Diğer bölgeler ülkenin lokomotifidir…..”

Yezit- ayrılıkçı ve özünde Ermeni ve İsrail için çalışan PKK terörü ile Kürtçü-Nurcu- Fethullahçı köktendinci yapılanma Amerika’nın “Bizim Çocukları- Our boys” olan “12 Eylül Darbecilerinin” çocukları oluyordu.
Solu silindir gibi ezen ve gerçek milliyetçileri de tırmalayan Abd’nin çocukları olan aslen Ermeni, Sabetayist Yahudi, Yahudi ve Yezit  Kürt kökenli sözde TSK, özünde NSK (NATO Silahlı Kuvvetleri) olan darbeciler 30 yılda 60.000’e yaklaşan vatan evladının kanına girecek bu pis yapılanmanın mimarları oldular.

Aslında Emevi soylu halife I. Mervan’ın soyundan gelen Şeyh Hadi (Adi de denir) tarafından 12.yy.da Kuzey Irak Sincar bölgesinde Laleş kasabasında başlatılan Hakkari’de kurulan ve Kürtleri Yahudi ve Hıristiyanlara Mevali (köle) eden, Ebubekir, Ebu Süfyan oğlu Muaviye ve torunu I.Yezit’i “TANRI-ALLAH” kabul eden ve şeytana tapınmayı gerektiren Kürt Yezitlik dinine göre okuryazarlık dinden çıkmayı gerektirir.

Bu nedenle “okur” olan ama yazamayan Said-i Kürdi tam bir Yezit tanrısı yani şeytandır. İnananlarının kadınlarına ve kızlarına da “çarşaf-peçe” giymeyi, erkeklerine de yedi bin yıllık Keldani Arap kıyafeti olan sarık, poşu, şalvar ve cübbe giymeyi şart koşan bu Yezit Said-i Kürdi  “Sünni Müslüman” maskesi altında şatanizmi temsil etmektedir.  Tevrat’ın Yakup peygamberin çocuklarından olan Yahuda’nın gelini Tamara ile olan zinasının anlatıldığı “Yahuda ile Tamara” bölümünde Tamara’nın giydiği kıyafet olan “çarşaf-peçenin” fahişe kıyafeti olduğu yazılmaktadır.

Özünde bu sapık ideolojiyi “Sünni İslam” olarak İngiliz- ABD destekleriyle halka kabul ettiren İngiliz işbirlikçisi Yezit Kürt tanrısı Said-i Kürdi Deliüzzaman ülkenin bölünmesinde İsmet paşa artı kutupsa o da eksi kutbu oluşturmaktaydı. Bitlis makası adını verdiğim bu ihanet ve işbirlikçi yapılanma 2003’e kadar mevcut hükümetlerce ret edilen bütün AB-D projelerini uygulayacak şekilde dış istihbarat güçlerince eğitilmişti.
Ne kadar haklı değil mi? Toprağın bol olsun meslekdaşım. Nur içinde yat.

2003 yılına kadar dış baskılara direnen hükümetler ekonomik krizler ve asıllı- asılsız yolsuzluk suçlamaları ile işbirlikçi basın tarafından halka kötülenmiş, sözde “gericilikle mücadele eden” derin NATO veya NSK da mitinglerde Nurcu olmayan baş örtülü kadınların başlarını açarak, klasik baş örtülü kadınlarımızın başlarına peruk geçirtilerek çekilen resimlerinin zorla yapıştırtıldığı sağlık karneleri ve kimlikleriyle hastane ve diğer devlet hizmetlerinden yararlandırılma şartları yüzünden bu hükümeti kurtarıcı olarak görecek hale getirilmişti.
03 Kasım 2002 genel seçimleriyle iktidar olan AKP’nin başbakanı Abdullah Gül ABD dışişleri bakanı Powell ile imzaladığı iki sayfa “9” maddelik antlaşmanın ilk maddesi “aşağıdaki maddelere uyulmadığı takdirde Türkiye’nin işgalini gerektiren bir antlaşmaydı.
General- ABD Dış İşleri eski bakanı Colin Powel

Bu antlaşmayı “tarihle barışmak, Kürt, Ermeni, Süryani, Arap, Patrikhane mallarının iadeleri, Kıbrıs tavizleri, Kuzey Irak’ta bir Kürt devletinin kurulması” gibi açılımlar takip etti.
200 yıldır sömürgeci devletlerin istediği ve kabul edilmeyen her türlü tavizler bu hükümet tarafından yerine getirildi.
Sıfır terörle alınan ülkeyi terör tekrar sardı. Ölen askerlerin ve polislerin yasları birbirine karıştı. Afganistan, Irak, Libya, Somali ve diğerleri işgal edildi.
Arabistan’da katıldığı bir toplantıda başbakan RE.T.E;
-“Libyanın işgali nasıl söz konusu olabilir olur mu böyle şey?” diyordu. Bir hafta içinde Libya işgali başlayınca kendisine bir yıl önce “İnsanlık Ödülü” veren Kaddafi’ye;
“-Çekil” diyordu.
Tayyip ve Beşer Esad

Bunu Suriye takip etti. Daha altı ay önce Ortadoğu ülkeleri arasında “Şamgen İşbirliği” yani AB’nin Şengen’ine karşı Şam merkezli bir işbirliği öneren, yakın arkadaş dost Suriye’nin Esad’ına da aynı cevabı vermekte gecikmemişti.

ABD’nin İngiltere, Kanada, Fransa ve İtalya’dan oluşan işbirlikçi Haçlı NATO Ordusu başta Almanya ve Rusya tarafından “Haçlı Ordusu” olarak anılmaya başlanınca uluslararası tepkilerden çekinen bu ülkeler topu Türkiye’ye atmış ve;
-“Suriye’ye sen gir!”  deyivermişlerdi.
Bunu İran önerisi takip etti.
Şimdi PKK terörünün Kürdistan kurmaktan çok bu amaçla kurulduğu yani ABD’nin Ortadoğu Jandarması olması için TSK yani NSK’yı eğitmek olduğu da bu ABD emirleriyle ispatlanmıştır.
Peki son iki günde bizim basınımıza göre 31 şehit ve bir o kadar yaralıyı nasıl açıklamalıyız? Malum seyredenler farketmiştir. Dün Bitlis’te şehit edilen polis ve sivillerin sayıları “5” olarak verilmişti. Çin’in CCTV9 ile İran’ın Press Tv kanalları bu rakamları “7” olarak verdiler. Bunu diğer kaynaklar takip etti. Türkiye ise “5” te bıraktı.

Çok basit, hükümet ve NSK bir yanda terör örgütü çatır çatır asker ve polis öldürürken, sokaklarda bombalar patlatırken, mecliste özerklik isterken halkı Suriye ve İran’a savaşa ikna etmek olanaksızdır.
İşte bu yüzden malum örgütün üzerine “gözdağı” şeklinde bir yürüyüşe büyük devletler izin vermiştir. Örgüt Türkiye’yi istenilen şekilde yönlendirmek için bir maşa olarak kullanılacağı için bütünüyle tasfiye edilmeyecek biraz hırpalanmış gösterilerek halkın gazı alınacaktır.

Bu ada hükümetin elini güçlendirecek ve tasfiye anayasasını yapma gücü bulacaktır. Böylece ABD jandarması olacak NSK’ da Suriye, İran üzerine gidebilecektir.
Olay bundan ibarettir.
Yani Türkiye’ye bir bakıma I. Ve II. Dünya Savaşlarında Almanya’ya verilen rol Ortadoğu için verilmiştir.
Ama Türkiye bu hizmeti yürütebilir mi?
Bence yürütemez!
Neden?
Önce, ağır sanayisi, silah, motorlu araç sanayisi ve elektronik- bilgisayar teknolojisi, nükleer enerjisi yoktur.
İran şu an Türkiye’den çok daha üstün bir orduya sahip görünmektedir.
Sonra, Rusya Akdeniz’e donanmasını indireli aylar oluyor artı Çin de Rusya ile işbirliği içinde ve hatta Çin Rusya’dan daha etkili olarak ortalarda geziniyor.
Link için tıkla

AKP ülkeyi böyle bir maceraya iterse sadece Türkiye cumhuriyetinin sonunu değil bölge milletlerinin de soyunu kurutacak bir işe girmiş olur.
Olası böyle bir savaşta ülkemiz ve komşularımız savaş alanı olacaktır.
Herkes aklını başına alsın, kayıp ettiğimiz evlatlarımızın birinin üzüntüsünün atamadan üstüne onlarcası ekleniyor hangisine nasıl üzüleceğimizi nasıl tepki göstereceğimizi karıştırdık.
Saçma sapan dış dayatmalı açılım siyasetleri ile terörü tırmandırıp ardından timsah gözyaşları dökenlere lanetler olsun.

Haaa makarna poşet edebiyatlarına kanıp oy verenlere de lanetler olsun.
İki günde 33 şehit ve bir o kadar yaralı!
Memnun musunuz şerefsizler?

Bu teslimiyetçi, emperyalizm ürünü Nurcu-Fetoşçu zihniyetler  Türk ve İslam dünyasını değil gezegende Yahudiler dışındaki tüm milletlerin soyunu kurutacak sinsi bir işbirlikçilikten başka bir şey değildir.

Söylemesi bizden, takdir okuyucunundur.

Bunlara inanmayı çok isterdim!!!

Keykubat/Alaeddin Yavuz





Bu yazıdan iki yıl sonra
 *TÜRKİYE CUMHURİYETİ TASFİYE EDİLİYOR*


  Türkiye, son yıllarda sürekli olarak dıştan dayatılan reformlarla uğraşmak zorunda bırakılıyor.
  Birilerinin çok acelesi olduğu için, bir an önce istedikleri aşamaya gelebilmek için dışarıdan içeriye doğru sürekli olarak bir inisiyatif yönlendirmesi yapmaktadırlar.
  Böylesi dışmerkezli bir emperyalist oyuna bütünüyle Türk toplumu alet edilmek istenirken, Türk ekonomisinin köşe başlarını tutan kadrolarla medyada etkili olan işbirlikçi mandacı gruplar, ülkemizi böylesi bir maceraya doğru el birliği ile sürüklemektedirler.
  Yüzyıllar önceden hazırlanmış bir plan ve bu doğrultudaki proje uğruna, büyük bir ulusal kurtuluş savaşı vererek kurmuş olduğumuz Türkiye Cumhuriyeti tasfiye edilmektedir.
  Bu gerçek artık saklanamayacak kadar açık ve net bir biçimde Türk kamuoyunda kesinlik kazanmıştır.

  Hiç kimse cumhuriyet yıkıcılığı ya da Türkiye düşmanlığı yaptığını kabul etmiyor.
  Her şey "değişim" kavramı içerisinde ve Türk devleti dıştan zorlanan bir plan dâhilinde çözülmeye mahkûm ediliyor.  Değişim sözcüğünün sihirli görünümünün arkasına sığınan ikinci cumhuriyetçiler, maddeci işbirlikçiler, alt kimlikçi federasyoncular, ılımlı İslamcı görünümlü şeriatçılar, emperyalizm ve Siyonizm ile her türlü işbirliğine açık olan oportünistler koalisyonu elbirliği ile Atatürk'ün cumhuriyetine saldırmaktalar ve kültürel alt kimlikçilik dış desteklerle hortlatıldığı gibi, kayıt dışı ekonominin sağladığı olanaklarla yeraltı ilişkileri doğrultusunda birçok mafya ve benzeri hukuk dışı çıkar örgütlenmelerinin de gündeme geldiği görülmektedir.
  Kurtlar Vadisi gibi televizyon dizileri ile böylesine hukuk dışı bir yapılanma iç ve dış menfaat çevreleri tarafından hem özendirilmekte hem de desteklenmektedir.

  Böylesine olumsuz bir süreç içinde ülkenin birliği ve bütünlüğü tehlike altına sürüklenmekte, yetmiş beş milyonluk bir milletin gelecek güvencesini sağlamakla görevli Türk devleti her gün biraz daha gerileyerek devre dışı kalmaktadır.
  Bu aşamada Türkiye'yi yöneten bir zihniyet, yeni dönemin plan çalışmalarında devletin küçültülmesini ana hedef olarak ilan etmektedir.
  *Bu tür bir hedef belirleme, şimdiye kadar yarısı tasfiye edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti devletinin geri kalan diğer yarısının da tasfiye edilmek istendiğinin en açık göstergesidir.*
  Sürekli olarak dış baskılarla iyice küçülmüş olan Türkiye Cumhuriyeti devletinin geleceği ile ilgili planlama çalışmalarına devletin küçültülmesi ana hedef olarak belirlenirse, bu gelecekte Türkiye Cumhuriyeti'nin ulusal ve üniter yapısının ortadan kaldırılmak istendiğinin en açık göstergesi olarak anlaşılmalıdır.
  Çünkü OECD istatistiklerine göre; Avrupa ve Amerika gibi kıtalardaki batı ülkelerine oranla en küçük devlet Türkiye Cumhuriyeti'dir. *Batı ülkelerinde devletin ekonomideki ağırlığı ortalama olarak yüzde 40 ya da 50 oranında olmasına rağmen, Türkiye'deki devletin ekonomideki büyüklüğü son yıllarda yüzde 20'lerden yüzde 10'lara doğru küçülmüştür.*
  Kendi devletlerini güçlü ve büyük tutan batılı emperyal ülkeler sıra Türkiye'ye gelince, Osmanlı İmparatorluğu'nun bugünkü mirasçısı Türkiye'yi daha da küçültmenin yollarını aramaktadırlar.

  Avrupa Birliği sürecinde yani bir Yugoslavya modeli yaratarak Türkiye'nin ülkesini bir Sevr haritasına dönüştürmek isteyenler, bu doğrultuda devletin küçültülmesi için sürekli olarak baskı yapmaktadırlar.
  Avrupa Birliği'ne paralel olarak IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşlar da Türk devletinin küçültülmesi için devletin yetkili organlarını baskı altında tutmaktadırlar.
  Kabuk devlet suçlamaları ile medyadaki papağanlarını Türk devletinin üzerine süren emperyal merkezler kendi devletlerini daha da büyütmenin arayışı içindedirler.
  Bu doğrultuda dünyanın her bölgesini sömürge durumuna düşürürlerken, Türkiye'yi de iyice küçülterek çeşitli eyaletlere bölebilmenin çabası içindedirler.

  Büyük Avrupa, Büyük Ortadoğu, Büyük İsrail gibi dünyanın merkezini içine alacak bölgesel federasyon planlarına Türkiye'nin ülkesini merkez yapmak isterlerken, bu ülkenin üzerinde kurulu bulunan Türk devletinin ortadan kaldırılmasına giden yolu açmak istemektedirler.
  Demokrasi, küreselleşme, değişim gibi sihirli sözcüklerle Türk Devleti yavaş yavaş ortadan kaldırılmakta, gelecekte bir dış destekli federasyona giden yol açılmaya çalışılmaktadır.
  Batılı merkezlerin hepsi bu doğrultuda çalışırken, *Yugoslavya'dan sonra dünyanın merkezinde kurulmuş olan Türk devleti de tasfiye edilmek istenmektedir.*

  Son yıllarda reform adı altında gündeme getirilen bütün yasal düzenlemelerinin devletin merkezi gücünü ortadan kaldırdığı, parçalı bir yapıyı ortaya çıkarabilmek üzere merkezin yetkilerinin sürekli olarak yerel yönetimlere devredildiği artık iyice görülmektedir.
   Tablo kesin hatları ile belli olduğuna göre, Türk devletinin geleceğine bir büyük ulusal kurtuluş savaşı vermiş olan Türk milleti karar verecektir.,

  Türk milleti ulusal ve üniter cumhuriyet devleti tasfiye edilirken, bu gidişe bir dur diyecek, ulusal egemenliğine sahip çıkarak yeni yüzyılda da bağımsız Türkiye Cumhuriyeti'nin çatısı altında yaşamını sürdürecektir.
  *Artık devleti ve cumhuriyeti ortadan kaldırmakta olan bu reform görünümlü deforme sürecine Türk Milleti acilen "dur" demelidir. *

Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN