30 Mart 2019 Cumartesi

ÖĞRETMENLERİN KENDİLERİNİ POLİSLE KIYASLAMASINLAR

EĞİTİMCİLER, ÖĞRETMENLER KENDİLERİNİ POLİS İLE KIYASLAMAYI ARTIK TERK ETSİNLER.

Polis teşkilatı, hemşirelik, psikiyatristlik, şefkat kurumu değildir. Polis teşkilatı, devletin yasalarını, sosyal ve bireysel güvenliğini yasalar çerçevesinde korumak, güvenlikten trafiğe, kaçakçılığa ve bir çok konuda devleti, halkın kazancını evine götürebileceği güvenlik ortamını sağlamak için, siyasal iktidarın emrinde, çalışan silahlı bir kurumdur.
Ayrıca yabancılarında güvenliklerini sağlayan, onlardan suç işleyebilecekleri de takip eden, tercüman temin eden bazı sosyal hizmet kurumları da vardır.

Her türlü emirleri siyasi iktidar verir ve günümüzde ordu dahil bütün kurumlar siyasal iktidara tümüyle bağlanmış, polisin "bu yasaya aykırı görevdir" diyebilecek hali kalmamıştır.

Polisin yakın tarihine kısaca bakarsak,1980 askeri darbesine kadar ilk okul mezunları ağırlıklı polisler vardı. Çünkü Orta,Lise mezunları bile rahat iş bulabildikleri gibi, 1970 ve 80 arası yıllarda yaşanan anarşi ortamında orta öğretim mezunlarının asla tercih etmediği bir meslekti.
Gazete ilanıyla polis alınırdı.
Köy, kasaba öğretmenlerine bir çuval Antep fıstığı götüren, okuryazar bile olmayanlara ilk, orta ve torpili varsa lise diploması bile verilir, bunlar da polis olurlardı.
Tarih boyunca devlet içine sokulmamış Türk ve doğulu aşiret kullarından oluşan köylüler "Köyden polis çıktı, devlete adam verdik" sevinciyle davullu,zurnalı, içkili eğlence yaparlardı.

Bunlara "davullu zurnalı polisler" derdik.
1980 darbesinin yaptığı en iyi işlerden birisi, polislik için en az Orta okul diploması şartı getirmesi oldu ve 1985'lerden sonra bu Lise Mezunu olma şartına yükseltildi.
1980 cuntasının yaptığı diğer önemli iş ise, polislere ilk kez "yargılanma hakkı" getirdi.

Daha önceki yıllarda, bir esnafın şikayeti, amirin olumsuz görüşü polisin işten atılması için yeterliydi.
1984'de açılan Açık Öğretim Fakültesi derece yükseltme, meslekte yükselme isteyen polislere ve diğer devlet memurlarına büyük bir olanak sağladı ve ben "4" yıllık AÖF mezunu ilk "50" polisten birisi oldum.
Kendi kendime de İngilizce öğrenip 1987'den emekliliğime kadar polis teşkilatı içinde, asliye, ağır ceza mahkemelerinde ve Devlet Güvenlik Mahkemelerinde tercümanlık ve mihmandarlık yaptım.
Sayısını bilmediğim kadar çok polis arkadaşım AÖF mezunu oldu, eğitim seviyesi yükseldi.
AKP döneminde "2"yıllık Yüksek Polis Okulları" açıldı, iş bulamayan çok sayıda "4" yıllık Üniversite mezunu polis memuru olarak göreve başladı.
Poliste eğitim seviyesi artık öğretmenleri solladı. Hele hele, 1980 öncesi 15 gün Eğitim Enstitüsüne gidip öğretmen olan ve hala emekli olmayan binlerce öğretmenin yanında polisler filozoflar haline geldi.

Çünkü polisler her sabah işlerine "aileleriyle vedalaşarak" giderler. Çünkü tek parça halinde veya mesai saati bitiminde dönemeyebilecekleri,2,3,4,5 günü aşan eve dönmeden çalışma gerektiren bir iştir polislik. Bizim zamanımızda bunca mesaiye ödenen aylık fazla mesai ve yemek ücreti sadece bir paket Marlboro sigara parasıydı.

Ama bir öğretmen, kaloriferli sıcacık sınıfında, kendisinden bir şeyler öğrenmek için gelen meraklı öğrencilerle sıcacık ortamlarda çalışmakta, ikili eğitim sistemi sayesinde günü yarısı boş kaldığından, ya özel dershanelerde, ya özel ders vermekte veya emlak, arsa, otomobil komisyonculuğu yaparak ek gelir temin edebilmektedirler.

Bu şartlarda biraz insaf diyelim, polisin üç kuruşuna göz dikmeyelim.

Çünkü 1970 ile 2010 arası yıllarda terör örgütlerinden kaynaklı sayısız eylemler oluyordu ve hala dağlarda, şehir merkezlerinde çatışmalar da sürmektedir.

Artık,eğitimcilerin diplomalarını göstererek polisle kendilerini kıyaslama şansları kalmamıştır. Eğitimde polis öğretmenleri bile geçmiştir. Hepsi olmasa da öğretmenleri bırakın akademisyenleri aratmayacak polis memur ve amirleri çoğalmıştır.

Facebook gibi sosyal medya ortamlarında hala, polis ne ki benim öğretmen diplomam var diyen ahmak öğretmenlere rastladığım için bu yazıyı gerekli gördüm.
Polis ile aynı maaşı almak isteyen öğretmen, eğitimci aynı işi yapmadıkça yaptığı bu tür aşağılayıcı paylaşımlar, ifadeler terbiyesizlik, emeğe saygısızlıktır.

Bazı arkadaşlar da şunu diyorlar;
Alaeddin bey, biz, polis teşkilatı gerici ağırlıklı olduğu için, cazip meslek olmasın herkes polis olmasın diye yapıyoruz.
Ben de şöyle cevap veriyorum;
Beğenmediğiniz yobaz polisler Suudi Arabistan, İran'dan mı ithal edildiler?
Onları da yetiştiren siz öğretmenler değil misiniz?
Bir çuval antep fıstığına, bir siyasinin telefonuna bir diploma veren de sizsiniz.
Öğretmenlerin %90'ı dindar veya yobaz.
Yobaz polisleri de siz yetiştirdiniz.
Atatürk, demokrasi, adalet, diyen öğretmenler bu gün işten atılmaktadır. Bu ortamı siz öğretmenler hazırlamadınız mı?

Bunlardan sonra bu tür paylaşımlar 10 yıl içinde azalmıştı.

Şimdi bir paylaşım gördüm, "Öğretmen bilimi, polis copu temsile eder. Bir polisin aldığı maaşı, öğretmen alamıyor. İşte devletin bilime verdiği önem" ifadelerini içeriyordu.

Milli Eğitim Kurumlarında ne zaman bilim öğretildi ki? Badanacıya hakkı olan paradan fazla ödememek için evinin metrekaresini hesaplayamayan Üniversite nesli yetişti.
Bilim hangi okulda kaldı?
Kaç okulda temel matematik, geometri, Cebir dersi kaldı?
Abuk sabuk, öğretmenlerin bile anlamadığı zırvalıklar mıdır bilim?

Öğretmenlerin sorunları varsa, kendilerine özeleştiriler yapmalı, değişikliklere gitmeli, sosyal hakları konusunda üst makamlara, sendikalarına durumlarını bildirip çareler aramalıdırlar.

Eğitimciler, polisin maaşı ile kendilerininkini kıyaslayacaklarına, en azından vatan,insan, hayvan, tabiat sevgisi ile hakka, hukuka, adalete, doğru konuşmaya, yardım severliğe, topluma saygı gösterme gibi temel ahlaki eğitimleri verebilseydiler, şimdiki sıkıntılarına neden olan toplum düzeni oluşmayacaktı, herkes rahat edecekti.

Polislik polisin kendi can güvenliğinin bile olmadığı zor meslek olduğundan şehit olmadıysa, meslekten atılmadıysa emekliliğini doldurur doldurmaz emekliye ayrılır, bazıları bunu 30 veya 35 yıla uzatabilirlerse de enderdir. Bu nedenlerle poliste kadro boşluğu çok çabu ortaya çıkar ve polis alımlarının çokluğunun nedenlerinden birisi bu diğeri de nüfusun artmasıyla yeni yerleşim yerleri kurulması, ekonomik gelir dağılımı bozukluğu yüzünden suçların artmasıdır.

Oysa bir öğretmen veya akademisyen okuldan tabutla çıkar bu yüzden yeni yetişen öğretmen eğitimci adayları çalışacak boş kadro bulamazlar ve "atanamayan öğretmen intihar etti" haberleri artar.
Öğretmenlerin tabutla çıktığı ülkede her mezun olan öğretmene okul açan bir dünya devleti yeryüzünde yoktur.
Eğitimciler de yeni yetişen gençlere ekmek yeme hakkı adına süreleri dolunca emekli olmalıdırlar. Polisin maaşına göz dikmek alçaklık, haddini bilmezliktir.

İşte facebook ortamında yaptığım bazı dokundurucu, uyarma amaçlı paylaşımlar;





Ulan sizin bu tutumlarınız yüzünde meslek hayatım boyunca defalarca alacağımız zamlara engel oldunuz,on binlerce polisin adam gibi maaş alıp çocuklarına yedirecekleri lokmalara, giydirecekleri elbiselere, yetiştirecekleri çocuklara, emekli ikramiyelerine ket vurdunuz yazıklar olsun.
Şunlara bir bakın, yıllarca yobazlığı önlemek için ekmeğimize taş koyan öğretmenler, bunları polis mi yetiştirdi?

Bunda ısrar ederseniz İngiliz öğretmenlerden beter olun. İngiltere de en az maaş alan öğretmenlerdir. Çünkü çocukları biz yetiştirip yoluyoruz diyorlar.
Bizim öğretmenler ne diyor?
Ben müfredatı uygularım, çocuğunu sen yetiştir, paraya gelince, aidat ödemeyen veliyi, çocuğunu sınıfta bırakmakla tehdit etmekten kaçınmazsınız.
Siyasi ve ekonomik durumlarına göre öğrenciye ayrım yaparsınız.
Türkiye de öğretmene verilen para haramdır.

Hak eden bazıları hariç bu zamanda onlardan kaldığını düşünmüyorum.
Takdir insanlarındır.



Alaeddin Yavuz

14 Mart 2019 Perşembe

TALMUD YAHUDiLERİN SEKS KİTABI TED PİKE YAZISI TÜRKÇE


TALMUD PEDOFİLİ TED PİKE ÇEVİRİSİ

Talmud Nedir?

Ülkemizde bir çok eğitimli veya eğitimsiz insanımız Talmud adını duyduğunda “o da ne” demektedir ve hakkında bilgisi olan pek azdır.
Yahudilerin bilinen kitabı M.Ö.1300’lerde Musa’ya Turu Sina’da (Sina Dağı) verildiğine inanılan Tevrat (Musa’ya inen “5” kitap;Eğitim,öğretim demektir) günümüze kadar geçen 3.300 yıl içinde Yahudilerin idarelerine girdiği Mısır, Asur, Hitit, Pers ve Sasani, Grek İskender, Ptolomeo, Roma gibi bir çok medeniyetin dinlerine göre defalarca değişmiştir.
Adları sayılan medeniyetlerin kralları, imparatorlarının hepsi rahip krallar ve kendi kavimlerin tanrıların soylarından gelen yarı tanrı olarak hürmet edildiklerinden dolayı, tebalarının din kitaplarını kendi dinlerine göre değiştirmişlerdir.
Bu nedenle Talmud yazarlarından Rabbi Bavli, inançlarını geliştirmek için Babil Sürgününden (M.Ö.597) başlayarak, Musa zamanından kalma Tevrat öğretilerini ezberlerinde tutarak M.Ö: 200’lerde “Sözel Tevrat” geliştirdiklerini, bilinen Tevratın ise sadece beş kitaptan Yaratılış ile iki Levililer kitapları dahil üç kitabını okuduklarını diğer bölümlerini okumadıklarını “TALMUD BAVLİ” adıyla bilinen kitabında yazmıştır.
Kısaca Talmud, “Ezbere okunan Gizli Tevrat” olarak anlaşılmalıdır. İlk Müslümanların da Kuran surelerini ezberleme gelenekleri de bu gelenekten kaynaklanmaktadır.

Talmud, Mişna ve Gemara adlarında iki bölümden oluşur. Ancak, bölümleri kitap kabul edildiğinden, yeni ve eski eklemeler ile 63 kitap olduğu kabul edilir.

İ.S.II. yüzyılda, pedofiliye düşkün bir rahip olan M.S.II.yy.da yaşamış Talmud rahibi olan Simon Ben Yohai, en yararlı, en ikna edici olandır. Yahudi rabbileri içinde ona yaklaşacak olanı yoktur. Zohar veya Kabala adıyla bilinen kitapların yazıcısı olan Ultra Ortodoks Yahudidir. Talmud, çağdaş Talmud Yahudiliğinde pedofiliyi uygun bulmaktadır. “Halachah (Halaka=Yahudi Şeriat Hukuku)” veya Yahudi hukukunu bağlayandır. Bu özellikleri yüzünden de din adamlarının eğitiminde kullanılır.

Rabbi, Aramice=Allah,Öğretmen, Efendi,Sahip demektir. Yahudi dili olan İbranice ve Arapça dillerinde aynı anlamda kullanılır. Sinegog ve havralarda Yahudi dinini öğreten Yüksek Yahudi din adamlarına denilir.

Rabbi Ben Yohai’nin öldüğü yer olan Meron’da her yıl bunun tarikatından olan 10.000 Yahudi, Kabala Yahudiliğinin zaferini danslar, şarkılar eşliğinde onu överek bayramlar kutlarlar.

Ortodoks Yahudiliğinde M.Ö.II.yüz yılda yaşayan en çok hürmet edilen, otorite kabul edilen Rabbilerin ikincisi belki birincisi de Tannaim’dir. O da Ferisilere çok yakın olan Filistin’de yaşamıştır ve kökeni de Babil’dir ve oda “Misnah’ı (Dil Yasası) yazmış, bu kitap daha sonra “Babil Talmud’u” adını almıştır. Tanna, Ortodoks Yahudiler arasında Musa’dan daha fazla ilgi görmüştür.

Talmud, Yahudi dini otoriteler ve Yahudiler arasında en çok ilgiyi çeken kitaptır, Yahudilere, bilgeleri Ben Yohai nin Talmuda geçen ve söylediği sözlerinin isteği dışında, cennette Allah tarafından ona öğretildiğine inanırlar.

Talmud, Yohai nin öğretmeni olan Rabbi Akiba nın; “Musa ölünce cennete gitti ve Rabbi Akiba ya dikkatle baktı, Tevrat ta bu mükemmel açıklıkanır. Bu yüzden Ben Yohai, Talmud da pedofiliye yetki vermiştir ve Talmud, bütün zamanlar boyunca Yahudilerin kitabı olacaktır.

Dikkatle okunduğunda pedofiliye izin veren Talmud ayetleri, bebek gelinleri gerçek Yahudilerden değil, kılıçla veya gönüllü Yahudi dinine giren “Goyim” dedikleri kölelerden seçmektedir. İngiliz ve Latin dillerinde Goyim yerine “Gentile (Centile okunur)” kullanılır.

Kidduşin 41a,Nidda 13b de, “üç yaşın altında veya üstünde bir çocukla evliliğin yasaklandığını da hatırladığımızda, Musa zamanında da olduğu gibi, isyankar Yahudilerin sık sık komşuları Sabilerin, Filistinlilerin, Asurların dinlerine geçtikleri, bebeklerden 16 yaşlarına kadar kız ve erkek çocuklarla zevk evlilikleri, cinsel ilişki sapkınlıklarına alıştıkları sonucunu altta yazısını dilimize çevirdiğim Amerika Birleşik Devletlerinde radyo ve televizyonlarda konuşan Hristiyan ilahiyat araştırmacısı Ted Pike da paylaşmaktadır.
Babil Talmuduna bağlı Aşırı Muhafazakar/Ultra Ortodoks Lev Tahor (Temiz/Arınmış Kalp) Yahudilerince bizce cinsel sapıklık, tecavüz, cinsel istismar olarak kabul edilen ama onlarda kutsanan bu gelenekler destanlaştırılmıştır.

Bu yüzden bütün İngiltere, Avrupa, ABD, Kanada, Guatemala, Arjantin, Brezilya gibi ülkelerde bu Yahudi halkı devlet denetiminde tutulmaktadırlar. Çünkü toplumdan atılma cezasına rağmen bir çok Yahudi kadın ve çocuk adli makamlardan, ebeveyneleri ve yakın akrabalarınca zorla veya işkence ile cinsel tacizlere ve tecavüzlere uğradıklarından koruma istemektedirler. Savcılık ve polis teşkilatlarınca yapılan takibatların doğru oldukları tespit edildiğinden sıklıkla ülke dışına sürgün edilmektedirler.
Bu konular gerek bu ülkelerin resmi raporlarında, sivil toplum kuruluşlarının , İnsan Hakları kurumlarının raporlarında olduğu gibi, “Yahudi olduğumuz için bize baskı yapılıyor” diye polis baskısı altında kaldıklarından dolayı kendileri de Youtube gibi görsel ve yazılı sosyal medya üzerinden bu olayların gerçekliğini itiraf etmektedirler.

İsrail’den sürgün edilen Babil Talmudu Yahudileri Lev Tahor’u tanıyalım;

03 Haziran 2012 tarihinde Sabetay Sevi’den Burkalı Yahudiliğe yazımdan yaptığım alıntı yazı bu Lev Tahor Yahudileri hakkında İsrail Haaretz gazetesi ve öteki yabancı basından dilimize çevirdiğim yazılarda, çocuklara cinsel istismar, tecavüz, işkence geleneklerinin M.Ö VI.(6.) yüzyıldan beri günümüzde de sürdüğünü ve başta İsrail’in kendi ülkesinden bu Yahudileri sürdüklerini okuyacaksınız.

Lev Tahor;

Şolomo Helbrans
1962 doğumlu Hasidi Rabbi Shlomo Erez Helbrans ya da Shlomo Elbarnes, Azeri Ortodoks gruplardan olan Lev Tahor’a (Arınmiş Kalp) önderlik ediyordu. Aslen Kudüslü olan Kiryat Yovel 1990’da ABD’ye gitti ve orada Brooklyn’de Yeşiva’da aşırı dindar bir gruptan oluşan öğrencilerine kısaca Lev Tahor düşün­celerini öğretti.  1992’de Babil Yahudi tarikatından Shai Fhima Reuven adlı “13” yaşındaki bir çocuğu (Bar Mitzvah=henüz dinen reşit, aile vesayetinde olan erkek çocuk) kaçırdı ve ABD hapishanelerinde iki yıl geçirdi. Aslında “12” yıla çarptırılmştı ama 1996’da temyiz mahkemesi önce “6” sonra da “2” yıla düşürmüştü. Mahkumları ehlileştirme programı çerçevesinde üç yıl bir iş bulunarak çalışmasına izin verildi. Yapılan itirazlara ve tepkilere karşın tekrar hapishaneye geri döndü.

1996’da şartlı tahliye yasası gereğince hapiste iki yıl geçirdiğinden serbest bırakılmasına karar verildi. Serbest bırakıldıktan sonra Helbrans New York’taki Monsey’e koştu ve 2000’de Israil’e gitmesi için sınır dışı edildi. Sonra Kanada’ya geçti ve Israil’de hayatının tehdit edildiği gerekçesiyle mültecilik hakkı elde etti.  Lev Tahor tarikati önderi ve yakınları 45 aile olarak Kanada Quebec’te Laurentian dağlarinda Sainte- Agathe Des Monts adli küçük bir köyde yaşamaktadırlar.

Helbranlar topluluğu, Lev Tahor, diğer Haredi Yahudi topluluklarinca “aşiri” olarak nitelendirilmekte­dir. Israil’lilier onlari burka giydikleri için “Yahudi Talibanlari” olarak da anmaktadirlar. Bu grubun ta­kipçileri Israil’de çoğunlukla Beyt Şems şehrinde, Avrupa’da, Kuzey Amerika  Ve Kanada’da Montreal yakınlarında 45 aile kadar yaşamaktadirlar. Bütün gün süren uzun dini ibadetler yapan ateşli dindarlar olduklari söylenir. Bütün kadın üyeleri yüzlerini ve vücutlarını tamamen örten burka giymektedirler. Bildirildiğine göre Lev Tahor üyeleri dini ayinlerinde günahkâr olduklari gerekçesiyle bütün üyelerini ve 14 yaşında evlendirilmiş kizlarini kırbaçladıkları sanılmaktadır.


Aşağıda verilen linkteki Haaretz Gazetesinin yazarı Oz Rosenberg, 05 Mayıs 2011’de yayınladığı haberinde Lev Tahor hakkında şu tespitleri yapmaktadır;
“Lev Tahor Topluluğu, bütün mali haklarından arındırılmış,tarikatın üyeleri ile evlenmeye zorlanmış ve gruptaki bütün kadınların ve genç kızların uymakla görevli oldukları şartları Kabul etmiş olarak içine kızların girmesine de izin veren bir Külttür.” Demektedir.



2008 yılının erken dönemlerinde yüz kadar kadın, şal, Frumka (Dindar=  Frum’dan türetme)  adını verdikleri ve yüzlerinin de tamamıyla örten Burka giyen Yahudi kadınların önderi Bruria Keren Beyt Şems’te tutuklandi.
Jerusalem Post Gazetesine göre, çok ender olarak evlerinden çıkan kadınlar Haredi toplumunca sür­gün ediliyorlardi. 2008’de sayıları “100” Yüz kadardı.


Keren kendisinin de vücudunu bütünüyle örten, yüzünü kapatan burka adlı kıyafeti “yenilikçi/Ortodoks” dinine olan bağlılığından dolayı giydiğini ve bu baştan ayak baş parmağına kadar olan örtünme şeklini bun­dan “400” Dört Yüz yıl öncesine ait bir resimde gördüğünü iddia etmektedir. Böyle giyinmenin kendilerini kendilerinden ve erkeklerden koruduğunu iddia etmektedir. Bir erkeğin kadının vücudunun bir parçasını gördüğünde cinsel iştahının kabardığını bunun da günaha neden olduğunu iddia etmektedir. Bu gerçekte bir günah işlemek olmamasına rağmen düşünce açısından günaha, ahlaksız düşüncelere  teşvik etmekte olduğuna inandıklarını söylemektedir. Beyt Şems, Kudüs ve Safed şehirlerinde bu tarikatın takipçileri artmaktadır. Bu tarikatın takipçileri Keren’in “Kutsal Kadın” olduğuna inandıklarını söylemektedirler.

Eda Haredilerin bir sözcüsünün söylediklerinden bir alinti şöyledir; “Daima bu kadinlarin deli oldukla­rini biliyoruz…bizler hakli çiktik, bu kadinlar kötü hareketlerine bir son vermelidirler.”
Burkali Yahudilerden Keren 2009’da Kudüs Bölge Mahkemesince küçük çocuklari burka giymeye zor­lamaktan dolayi çaresiz, yaşça küçük insanlara saldirmak ve suistimal etmek suçlarindan dört yil hapse mahkum edildi, kocasi da ayni suçlamadan alti ay hapis cezasina çarptirildi ve İsrail basininca “Taliban Anne” lakabi takildi.


Anne taliban’in yargilanmasinda yapilan suçlamalar arasinda, güneş ibadeti gereğince adakta bulun­mak için çocuklara oklava, sopa, elektrik kablosu ile günlük olarak vurarak işkence etmek, ensest ilişkide bulunmakçocuklarin vücutlarinda darp izleri, çürükler ve morluklar, kibritle yakilmiş bölgeler tespit edildiği, kadinin kocasindan ayrilmiş otuz yaşlarinda biri olduğu, mahkemece tibbi müdahale altina alinmasina karar verilmesinin istenmesi dikkat çekicidir.


Keren’in hapis cezasına çarptırılmasından sonra tarikatın önderi ve Rabbi David Benizri’nin eşi olan Bracha Benizri tarafından lider konumuna yükseltildi.

Read more: http://adilyargic.blogspot.com/,http://keykubat.blogspot.com/,http://adilyargicc.blogspot.com/,http://keykubat.blogcu.com/ http://adilyargic.blogspot.com/2012/06/sabetay-seviden-burkali-yahudilige.html#ixzz5i9QjQFSS 


2600 yüzyıldır hiç değişiklik göstermeden ensest sapkın üreme ve cinsellik geleneklerine bağlı kalan Yahudiler ülkemizde İslamî tarikat olarak dinlerini bizlere İslam diye öğretmektedirler.
İşte bir örnek haber;


Ensar Vakfı'nı böyle savundu: Peygamberin cemaatinde de vardı!

Gerici vakıflardan biri olan Furkan Vakfı lideri Alparslan Kuytul, Ensar Vakfı'nı şu sözlerle savundu: "Peygamberimizin cemaatinde bile, sahabesinde bile zina eden, içki içen, hırsızlık eden vardı. İnsandır bu, zayıftır, herkes bir değil."
Furkan Vakfı lideri Alparslan Kuytul, kardeş kuruluş olan Ensar Vakfı'ndaki tecavüz skandalını, “Peygamberimizin cemaatinde bile, sahabesinde zina eden, içki içen, hırsızlık eden var” ifadesiyle savundu.
Malatya'da kendilerine konferans salonu verilmediği için AKP ile arası açılan Furkan Vakfı'nın lideri Alparslan Kuytul, Ensar Vakfı'ndaki tecavüz skandalı için "Her cemaatte vardır. Hz. Muhammed'in cemaatinde de vardı" dedi.
Kuytul şunları söyledi: "Devlette bu kadar terbiyesiz varsa, cemaat de, vakıf da, devletin küçüğüdür yani bir cemaatte, bir vakıfta bir-iki tane terbiyesiz çıkar. Devlette bu kadar terbiyesiz varsa, cemaatte de bir-iki tane olur... Peygamberimizin cemaatinde bile, sahabesinde zina eden, içki içen, hırsızlık eden var. Eli kesilen var, recm edilen var. İnsandır bu, zayıftır, herkes bir değil. Bir-iki tane insanın yapmış olduğu terbiyesizlikten dolayı cemaate, vakfa ya da bir kuruluşa laf söylenemez yani. Ona bakarsanız peygamberimizin cemaatinde de vardı bazı kimseler. Herkes Ebubekir, Ömer miydi yani?" dedi.

Alpaslan Kuytul olmayan bir şey mi söylemişti? Hayır,aksine tam doğruyu söylemiştir.

Çünkü peygamberin cemaati, İslam henüz tebliğ edilmediğinden “çocuğunu köle gören, sütten kesilince cinsel ilişkiye giren, para karşılığında bu çocukları köle olarak zenginlere veya genel ev işleticilerine yani dini tapınaklara satan bir geleneğe göre yaşıyorlardı.
Bu yüzden onların hiçbir geleneğinin “sünnet” adıyla süslense de Müslüman, Hıristiyan veya çağdaş insanların yaşamına girmemesi gerekir.
Çünkü bu gelenekler, Sümer, Hint, Akad, Babıl, Kalde, Asur, Zerdüşt, Mecusi geleneklerinde de vardı ve bu dinlerde kadın erkek eşcinselliği, içten evliliğe yedi göbek evlenme yasağı gibi gelenekler yoktur ve cinsellik alabildiğine serbesttir. Büyük, küçük baş ve kümes hayvanları da cinsel ilişki ve evlilik geleneklerine dahildir.
Peygamber Muhammet’in kabilesi Kureyş, Ezd, Mecusiydiler yani İran Hıristiyanı, Manihesittiler ve bu dinde de cinsellikte sınır yoktur ama her millet kendi geleneklerine göre uygulardı. Bir çok Türk boyu bu gelenekleri uygulamamışlardır. Yahudi ve Mandean ve Sabi Aramiler, Irak, Suriye, Mısır, Yunanlılar da aynı geleneğe sahiptiler.
Bu gelenek peygamberin cemaatinde olduğu gibi peygamberin de çocukluğunda cinsel istismar mağduru olduğunu görüyoruz;

Duha Suresi 93;9 ve 93;6. ayet tefsirleri E.H.Yazır.

93;9. O halde, yani hal böyle olunca, sen de Rabb'ının bu var olan ve olması vaad edilen ihsan ve nimetlerinin bir şükür alâmeti olmak üzere yetime, herhangi bir yetime sakın kahretme, zayıf sayıp da hor bakma ki, hakkını kaybetmeyesin. Çünkü yetimliği ta t tın ve hakkındaki ilâhî lütfu gördün.
Rağıb'ın "Müfredat"ında KAHR, hem üstün gelme, hem zelil kılmadır. Ayrı ayrı her iki mânâda da kullanılır. Şu halde her ikisi de yasaklanmıştır. Yetimi zayıf saymamalı ve zelil etmemeli, hakkını, hukukunu gözetmeli ve buna özen göstermelidir.
Râzî'de yazıldığına göre bu âyet, Hz. Peygamber (s.a.v) Hz. Hatice'nin çocuğuna bağırdığı zaman inmiştir. Bir bağırma veya yüz ekşitmeden dolayı "sakın kahretme" diye sitem edilince zelil kılınır, malı veya hakkı yenilirse nasıl olur?
93;6. "Seni bir yetim bulup da barındırmadı mı?" Yüce Allah'ın güzel isimlerinden biri de "Vâcid" ism-i şerifidir ki vücud, vicdan vecid (vâv'ın üç harekesiyle) mastarlarının ism-i fâilidir. Bunun asıl meşhur mânâsı varlık, buluş ve zenginliktir...
...Siyer'de bilindiği üzere Hz. Peygamber (s.a.v.) babası Abbdullah b. Abdülmuttalib'ten yetim olarak dünyaya gelmişti. Hz. Peygamber (s.a. v.)'in dedesi Abdülmuttalib, oğlu Abdullah'ı hurma almak için Medine'ye göndermiş, Abdullah orada vefat etmişti. O sırada Resulullah (s.a.v.) henüz ana karnında altı aylık bir yavruydu. Dolayısıyla doğarken yetim olarak doğmuştu. Anası Hz. Amine ile berab e r dedesi Abdülmuttalib'in yanında idi. Sonra altı yaşında iken annesi de vefat etti. Daha sonra da sekiz yaşında iken dedesi Abdülmuttalib vefat etti. O vakit de onun vasiyeti ile amcası Ebu Talib vasisi olarak onun sorumluluğunu yüklenip yanına aldı. Gü z el baktı ve çocukluğunda da kendisinde diğer çocuklarda görülmeyen olağanüstü durumlar görüldüğü için ona çok özen gösterdi.
Rivayet edildiğine göre Ebu Talib bir gün kardeşi Abbas'a
- Kardeşim, dedi, sana Muhammed'den gördüğümü haber vereyim mi? dedi. Abbas: "Evet" deyince:
- Ben, dedi, onu himayeme aldım. Gece ve gündüz bir an ondan ayrılmaz oldum. Onu kimseye güvenip bırakamıyordum. Hatta kendi döşeğimde uyutuyordum. Bir gece soyunup benimle beraber uyumasını söyledim. Baktım, yüzünde bir hoşnutsuzluk var. Benim isteğime karşı çıkmak da hoşuna gitmedi.
"Amcacığım, yüzünü benden çevir de soyunayım. Çünkü ben vücuduma bakmandan hoşlanmam." dedi. Sözüne şaştım. Gözümü çevirdim, döşeğe girdi, ben de girdim. Baktım ki aramızda bir örtü var. Vallahi ben onu döşeğime koymamıştım. O gayet yumuşak, miske batırılmış gibi hoş kokulu idi. Vücuduna bakayım diye gayret sarfettim, bir şey göremedim. Çok vakit de ben onu döşeğimden kaybederdim. Aramaya kalkardım, kalktım mı "ha amca, ben buradayım" derdi. Dönerdim ve çok zaman ondan hayret ettiğim bir söz işitirdim. Bu da geceden biraz geçince olurdu. Bizler yemekte içmekte besmele çekmez, elhamdülillah demezdik. O ise yemeğe başlarken "Tek olan Allah'ın adıyla" derdi. Yemeği bitirince de "el-Hamdülillâh" derdi. Ben ona şaşardım. Kendisinde ne bir yalan, ne bir gülmek, ne de bir cahillik gördüm. Çocuklar oynarlarken de onlarla beraber durmazdı. Ömrüme yemin olsun ki bu, büyük bir feyzden bir alâmettir.
"Daha beşikte iken parlak deliller halindeki şeref işaretleri, dedesinin saadetini artırıyordu."
Beş altı yaşında bir çocuğa amcası “soyunda yanıma gir yat diyor, ondan ayrılmaz oldum, döşeğimde uyutuyordum, soyunup uyumasını söyledim, isteğim hoşuna gitmedi
diyor.
Demek ki çocuk buna önceden alıştırılmış ve ne olduğunu pek iyi biliyor ve istemiyor. Bu, küçük yaşta masum, yetim, sabi bir çocuğa cinsel istismar, taciz, tecavüz değilse nedir?

Şimdi bu geleneklerin kaynağı olan Babil Talmudu’ndan derlediklerini yazan Amerikalı Hıristiyan araştırmacı ve vaiz Ted Pike’ın çalışmasını okuyalım.

Araştırmacının yazısının dış basında büyük ilgi gördüğünün bir kanıt olarak, Yahudi toplumunun yaygın olduğu Polonya’nın başkenti Varşova’nın adını taşıyan gazeteden alarak dilimize çevirdim;

Varşova Gazetesi

PEDOFİLİ;TALMUD'UN KİRLİ SIRRI
11 Ekim 2006'da Ted Pike tarafından yazıldı.
Yazı İşlerinin Notu;30.11.2011

Küçüklerle seks yapmakla suçlanan bir Ortodoks Rabbi hakkında mahkeme kararının verilmediği bir hafta bile geçmiyor.
Böyle tutuklamalar, Yahudiler için medyada başlıca olaylar anlamına geliyor. Yahudi ve Evancelist egemen medyada pedofili çabucak dramatize edilerek Katolik rahipler ile Yahudi pedifili olayları sansürleniyor.
Böyle sansürlemeler de, Yahudi Pedofilisinin derin Talmud kökenlerini hatırlatan aşağıdaki yazıyı tekrar yazmaya teşvik etmektedir.
Yaklaşık bir yüzyıldır Yahudi egemen Hollywood ve büyük medya Hıristiyan Amerika'yı İncil değerlerinden ve ahlakından belirgin şekilde uzaklaştırmıştır.Bknz.Yahudiler, Büyük Medya'nın Yahudi olduğunu onaylıyor),

Altmışların erkek çağlarında hippi isyanı çıkmış,Yahudi medyası,Amerika'nın ahlakını aceleyle çökertmek için üstün bir fırsat yakalamıştı.
Uyuşturucu, pornografi teşvik edilmiş,Amerika, evlilik dışı birlikte yaşama ikna edilmiş,bu toplumda kabul edilir olmuştu. Şaşırtan bir hızla medya ve tvler,cinsel özgürlüğe sahip bir nesil yaratmıştı.
Altmışların sonunda cinsel özgürlüğün yeni sahnesinde homoseksüellik vardı.
Şimdilerde kırk yıl sonra, hippi neslinin torunları ve bir çok genç arasında homoseksüellik değer kaybetti. En son olarak yer altından yayılan, Amerika ve tüm dünyayı silip süpüren
Pedofilidir (küçük kız ve oğlanlarla seks ve çocuk pornografisi).
Beni telaşa düşüren en son olay ise, Senatör Edward Kennedy'i destekleyen homoseksüeller ve pedofili lobilerinin gücüdür. Her ne kadar Anti nefret yasasına destek vererek onlara ihanet ettiyse de.

Çürümüş Kökler

Yahudi medyası ne gibi bir ahlaki kurum üzerine dayanmaktadır, ki Hıristiyan toplumumuzu kırıp geçmeye devam eden cinsellik cehennemini bilinçli olarak ateşleyip durmaktadırlar?
Hollywood ve üç büyük Tv ağını kuran medya Moğolları aslında Doğu Avrupa toplumlarından göçmen gelen,ağırlıklı olarak Ortodoks Yahudiler veya onların çocukları olan
göçmenlerdir.
19.yy. da Avrupa'lı Yahudilerin çoğu Kitap halkıydılar.
Ama kitapları İncil değildi. Babil Talmud'uydu. Bu gün Talmud,Yahudiliğin etik, ahlaki değerleri üzerinde en yüksek yasal otorite olarak kalmaktadır.
Talmud, Hıristiyanlık kurumlarının sağlıklı ahlaki değerlerini paylaşmakta mıdır? Çok zor, aksine, korkunç derecede yoldan çıkmış, çürümüş bir dini sistemdir,İsa'nın Matta 23;27'de tanımladığı Ferisi imansızlığıdır. Şok edici olan Yahudiliğin en saygı duyulan otoritesi aslında, yalan, yemini bozmak,dolaylı olarak öldürmek gibi günahları yazmaktadır.
En büyük günahlardan biri olan çocuk istismarına onay verse bile.

Üç Yaşında Gelinler

Zamanında İsa Ferisileri "şeytanın çocukları olmakla" suçladığında yapabileceklerini tam olarak fark etmişti.
İkinci yüzyılda Kabala'nın yaratıcısı, Yahudiliğin en büyük rabbilerinden Rabbi Simon Ben Yohai, "üç yaşından daha küçük" kız çocuklarının taciz edilmelerine  izin veren pedofiliye onay verdi.
"Üç yaş bir günden daha küçük bir dönme kız ile bir rahibin evlenmesine izin verilir" diye ilan etti.*1 Ardından gelen Rabbiler, bağlayıcı Yahudi hukuku olan Halaka'ya pedofiliyi yazdılar.*2
Çocuk tecavüzü avukatı Ben Yohai, çağdaş Yahudilerce sahiplenildi mi?
Bu gün Ben İsrail'de Yohai'nin memleketi Meron'da on binlerce ultra ortodoks(aşırı dinci,muhafazakar) Yahudi, onun anma gününe katılıp günler, geceler boyunca şarkı söyleyip dans ediyorlar.
Talmud'da bol bol pedofiliye atıflar vardır. Sanhedrin gibi yasaları belirleyen,Ketubot, Yebamot gibi Talmud'a yazılan konuların incelenmeleri coşkuyla sürdürülmektedir.

Çocuk Seksini Ferisiler Yazdı

Talmud Rabbileri, her detayı açıklayan, kılı kırk yaran tartışmalarıyla ünlüdürler. Ama, üç yaşındaki bir kızın tacizi hakkındaki görüşlerini pek ender paylaşmaktadırlar.

Bir çok sıcak tartışmaların sonuçlarının aksine metinlerde yazsa bile pedofilinin olağan bir şey olmadığına dair en ufak bir çıtlatma dahi yapmazlar.Majestleri Rabbiler, sesiz tartışmalarında kendilerini yüceltecek bir şey bulmuş gibidirler.
Çünkü, pedofiliye onay veren Talmud otoriteleri onu yeniden sahiplendiler,çünkü,Talmud'un Soncino baskısına (1936) tercümanların hafif bir eleştirel dipnotu koymalarına
bile cesaret edemeyeceklerine Halaka’ları pedofiliye sahip olduğunu belirgin şekilde vurgulamaktadır. Tek yorumları; "Elbette evlilik şimdiki yaştan daha erkendir" 3

Sanhedrin 60b'ye konulan 5. dipnotu, Talmud Rabbi'sinin Ben Yohai ile pedofili hakkında uyuşmazlığını şöyle yazmıştır; "Rabbiler, nasııl metinsel desteğe sahip R.Simon Ben Yohai'ye karşı, küçük bir dönme ile evliliği yasaklayacak nasıl bir fikir öne sürebilirlerdi.

Babil'in Dışında

Nebukadnezar'ın İÖ.597'deki sürgününden sonra,Yahudiliği idare eden ulemalar muhtemelen Babil'de pedofiliye düşkün oldular.

Babil,eski dünyanın tedricen en ahlaksız baş şehriydi. 1600 yıl boyunca içinde en geniş Yahudi nüfusu filizlendi. Kötülüğe bir örnek olan Babil rahipleri bir erkeğin dini görevi tapınak fahişeleri ile düzenli seks yapmasıdır.
Hoş görülen vahşilik yayıldı. Böylece Babil halkı rabbilerinin üç yaşında kızları ile evlenmelerine önem verdiler.
Fakat, M.S.11. yy.da Yahudilerin batı Hıristiyan topraklarına yayılmalarıyla Pedofilik Yahudilerin Gentile (İbr;Goyim=köle) hoş görüsü birden sona erdi.
Hala şok edici şekilde geçmişlerini yalanlıyorlar; Yahudiler isteseler, çocuklara tecavüz ettiren en eski, en büyük ulemalarının

Talmud gerçeğini kabul etseler ve Ferisilerin akıl üstü ahlaki değerlerine,dogmalarına hürmet etmeyi isteseler, bu gün adı çıkmış aşağılık uygulamalarını red etmeyecek tek bir sinod bulamazlar.

İzin verilmiş Küçükle Seks

Bu ulemalar tam olarak ne diyorlar?

Ferisiler,henüz erkek olmamış, dokuz yaşında bir oğlanla seksi açıklayarak haklı çıkardılar.(Bknz Judaism and Homosexualıty; A Marriage in Hell)

Böylece ,"Kadınla yatar gibi bir erkekle yatma (Levililer 18;22)" diyerek iğrenç bulan tanrılarının mozaik yasasından muaf oldular.

Talmud'da bir paragraf,oğlunu istismar eden bir rahiple oğlunu evlendirmesine izin verir. Şöyle tamamlar,”Oğlanın bağlanması için dokuz yıl ve bir gün yaşında olması gerçek bağlılıktır, sekiz yaşında olursa olmaz" 5
Çünkü 9 yaş altında bir oğlan ergen değildir ve saldırgana karşı ahlaki ve yasal suçlama yöneltemez.

Bir kadın ahlaki hiç bir soru sormaksızın genç bir oğlanı taciz edebilir.... Küçük oğlanla yapılan seks olağan ilişki sayılmaz.7

Hatta Talmud der ki; "Dokuz yıl bir gün yaşında bir erkek, ölen ağabeyinin karısı ile karı koca ilişkisi yaşayabilir ve kadını eşi olarak hak eder."8 Açıkça,

Talmud, bir kadının dokuz yaşında bir çocukla evlenmesini öğretir.

Üç Yıl ve Bir Günlükle Seks

Simeon Ben Yohai'nin , üç yaşın altında bir kızla seks yapılmasına izin vermesine karşın, genel Talmud uygulamalarında Rabbiler, doğum gününe kadar beklemelerini öğretirler. Böylece bir tecavüz hareketiyle kolayca evlenilebilir.
R.Joseph dedi ki; Gel ve işit, üç yıl bir günlük bir bakire,cinsel birleşmeyle evlenmeyi hak edebilir,ölen kocasının kardeşi ile de karı koca olur ve ona ait olur.
Sanhedrin (Hkukuk)55b

Üç yıl, bir günlük bir kız, karıkocalık ilişkisi ile nişanlanabilir.Yebamut 57b
Üç yıl bir gün yaşında bir bakire cinsel ilişkili bir evliliği hak eder ve ölen kocasının erkek kardeşi ile karıkoca ilişkisne girebilir ve onun olur.
Sanhedrin 69a,69b ve Yebamut 60b

Düşünüldü; R.Simeon B.Yohai dedi ki; Üç yıl ve bir gün yaşın altında bir dönme kızının rahiple bir günlüğüne evlenmesine izin verilir, denildi, ama, bütün çocuk kadınlar kimlerle yattıklarını bilmezler, kendinizi uyanık tutun, ve Pinehas (Rahip olduğu dip notta geçiyor) onlardan emindi. Yebamut 60b.

(Talmud, üç yıl bir günlük kızlar...) karıkocalık ilişkisi için uygundur. Fakat bütün çocuk kadınlar kimle yattıklarını bilmezler diyen metin, ilişki sonuçlandığında karıkocalık için hanginin uygun olduğuna dikkat ediniz (Yeb.60 dipnotu)

Pinahes örneğinde rahip üç yaş altı bakire ile kendisi evlendiği kabul edildiğinden Talmud'un çocukların karıkocalık için uygun olduklarını yazdığına delildir.

Talmud, yetişkin bir kadının, dokuz yaşında bir oğlanı taciz edebileceğini ve çocuk yetişkin gibi suç isnat edemeyeceğinden bunun cinsel bir ilişki sayılmayacağını öğretir.9

Fakat, üç yıl bir gün yaşında küçük kızların tecavüzlerini onaylarken muhalif mantık kullanır; Böyle çocuklar cinsel olarak, evlilik gereksinimlerini tamamıyla karşılayacak kadar ergen “kadın” sayılırlar.
Sanhedrin 55a’ya Talmud’un yaptığı dipnotta, Rabbiler kız veya erkeğin evliliğe cinsel olarak uygun olup olmadıklarına karar verebilirler. 

Bir erkeğin cinsel ergenliği “9 yaş”, kadının ise “3” yaştır.

Mağdurun Hakları Yoktur.

Ferisiler, istismar edilen çocukların yaşadıkları travmalar hakkında tamamen cahildiler. Yeniden düzenlenmiş Talmud,”taciz mağduresi tazminat istemesinin mümkün olacağı yaşa kadar beklemelidir. Sadık bir Yahudi kadını olarak yaşadığını, yaşayacağını kanıtlayabilecek ve bekaretini kaybettiğini anlayacak protesto etme yaşının tam saatinde bunu yapmalıdır. Protesto edecek yaşın tam saatine geldiğinde protesto etmelidir yoksa bir daha edemez”.10

Talmud, Yahudi olmayan köle, bir çocuk gelinin Yahudiliğe karşı isyan etmesini önlemek için ona düşünülemeyecek bir iftira olan putperest olduğu iftirasını atmak için erken davranılması konusunda sert ölçüler koyar.
Küçük kızın haklarının olması büyük bir sonuç değildir, çünkü yetişkin bir adamın onunla (üç yıl bir günlükken) cinsel ilişkiye girmesi, onun gözüne parmak batması gibidir. Dip notu diyor ki, “gözlerine yaşlar tekrar tekrar dolsa bile üç yaş altında bir kızın bekareti geri gelir”11

Bir çok durumda, Talmud, pedofili mağduru dişinin ve erkeğin masumiyetini onaylar. Talmud savunucularının iddiaları, Talmud’un çocuklara karşı cömertlik ve ahlaki ilerleme olduğunu, aksine öteki ilkel toplumlarda yetişkin icracılar tarafından çocuğun recm edildiğini söylerler.
Aslında, Rabbiler kendilerini korumak için pedofilinin iki tarafının da masum olduklarını kanıtlama niyetindedirler; Çocuk ve daha önemlisi pedofilik olanı.

Haklarından soyulmuş küçük bir oğlanın saldırganına ve küçücük bir kızla seks yapan suç ortağına “suç atma hakkı” vardır. Buraya kadar temin ettiğimiz bilgilere göre, çocuğun başvuracağı ahlaki veya yasal başlıca bir kurum yoktur, Talmud açıkça tecavüz eden Rabbi’nin yanında olduğunu göstermektedir.


Pedofili Yayılıyor

Çocuk tecavüzleri Yahudiliğin en yüksek çemberinde uygulanmıştır. Bu Yebamut 60b’de gösterilmiştir;

“İsrail ülkesinde belirli bir kasaba vardı, burada yaşayanların yasal durumları görüşülmüş ve Rabbi, oraya Rabbi Romanos’u üç yıl bir gün yaşında bir dönme kızın davasının soruşturulması için gönderdi ve Rabbi onun bir rahiple yaşamasının uygun olduğunu ilan etti.

Dip notunda, “bir rahiple evlendi” diyor ve Rabbi, Simeon Ben Yohai’nin “üç yıl bir gün yaşın altında olan bir dönme kızın rahiple evlenmesine izin verilir” şeklindeki hukuki mütaalasına dayalı Halaka’ya göre onun kocası ile yaşamasına izin verdi.12

Bu çocuk gelinin gönüllü olarak seks yapmaya boyun eğmesi umuluyor. Yebamut 12b
11 yıl bir gün yaşında olan bir küçük kızın doğum kontrol kullanmasına izin verilmiyor ama “evlilik cinsel ilişkisinde genel manada taşımalıdır” deniliyor.

Sanhedrin 76b’de bir adama ergenlik yaşına erişmemiş kızını evlendirmesi, daha uzun bekleyenlere lanet edileceğine kıyasla önerilmektedir. 12, 12,5 yaşına kadar kızını evlendirme başarısını gösterememiş olanlar için Talmud, kayıp Gentile (köle, dönme) konusuna döner ve tanrının onu korumayacağını söyler.13 Bu paragraf, der ki “... çocukları küçük iken evlendirmek övgüye değerdir” 

Pedofilinin altın çağı sırasında Yahudiliğin cinsel olarak istismar ettiği kızların anlatılmamış sayıda gördükleri zararlar karşısında insanın aklı gidiyor. Böyle çocuk istismarları kesinlikle ikinci yüzyılda Babil’de öteki 900 yıl boyunca uygulanmıştır.

Sekse Kendini Kaptırmak

Talmud’un incelenmesinde en öne çıkan galip düşünce en öne çıkan Rabbilerin seksle meşgul olduklarıdır. Ferisilerin seks tartışmalarındaki lezzeti göstermek için düzinelerce resim sunulmasına karşın açıklama yerine dakikalarca kaçamak cevaplar alınmıştır.

Rabbiler, verdikleri vaazlarda şüphesiz ki uyguladıkları çocuk seksini yazdılar. Bu saate kadar onlara hürmet edildi. Simeon Ben Yohai Aşırı Muhafazakar dinci Yahudilerce gelmiş geçmiş en büyük ulemalardan biri olarak onurlandırıldı. En erken, Talmud’u yapan entellektüel Tannaim rabbilerinin bir üyesi olan Musa’dan daha dikkatli bir Yahudi otoriteye sahipti.

Bu gün, çocuk tecavüzlerinin avukatlığını yapan Talmud Sözcüleri şüphesiz çocuk istismarları için hapishanede zor vakitler geçirmişlerdir.
Öne çıkan Yahudi hocalarından Dagobert Runes (Bu satırların tümünden haberdardır) diyor ki “pis yaşlı adamlar” ve onların sapkın öğretileri;
Ferisilere karşı olan Hıristiyanlar ve diğerlerinin kendi halklarına insani ahlaki değerlerin en iyisini verdiklerine dair bir kanıt yoktur. 14
İsa’nın sözleri daha uygun değil midir?
Lanet olsun size yazıcılar ve Ferisiler, iki yüzlüler, içinde pislik ve ölünün kemikleri bulunan dışı beyaza boyandığı için güzel görünen mezarlar gibisiniz. Dışarıdan bakılınca adaletli bir adam gibi görünüyorsunuz ama içiniz adaletsizlik ve iki yüzlülük dolu.”(Matta 23;27,28)

(Ted Pike’nın İsrael;Our Duty, Our Dilemma kitabından uyarlanmıştır.)

Dipnotları;

1 Yebamoth 60b, p. 402. 
2 Yebamoth 60b, p. 403. 
3 Sanhedrin 76a. 
4 In Yebamoth 60b, p. 404, Rabbi Zera disagrees that sex with girls under three years and one day should be endorsed as halakah. 
5 Sanhedrin 69b. 
6 Sanhedrin 55a. 
7 Footnote 1 to Kethuboth 11b. 
8 Sanhedrin 55b. 
9 Sanhedrin 55a. 
10 Kethuboth 11a. 
11 Kethuboth 11b. 
12 Yebamoth 60b. 
13 Sanhedrin 76b. 
14 Dagobert Runes, A Concise Dictionary of Judaism, New York, 1959.


Türkçeye çeviren
Alaeddin Yavuz

Ted Pike’ın yazısının dilimize çevirisi burada bitiyor

Bu yazım ve diğer dini araştırma çeviri, derleme yazılarım üniversitelerimiz, MEB bakanlığımız, diyanet, ve adli mercilerimizin uyanık olmalarını sağlamak, ülkemizde artan çocuk ve yetişkin tecavüzleri, tacizlerinin mağdurlarının ve mücrimlerinin aslında Talmud ve onunla ilişkili inanışlara sahip kripto yaşayan tarikat ve cemaatler olduklarını, olabileceklerini göstermek, bilgilendirme amacıyla yazılmıştır.
Çocuklarla evlilik veya ilişkinin de “sünnet” değil, tamamıyla eski ensest toplumların bir geleneği olduğunu, peygamberin amcası Ebu Talip’in çocuk Muhammet’e tecavüzünün, onun Allah korumasında değil sıradan insan gibi büyüdüğünün, ilk karısı Hatice’nin çocuğuna bağırmasında, Ayşe ile “6” yaşında nikah, “9” yaşında gerdeğe girmesinin İslam ile değil, kendi yetiştiği ensest pedofilik Yahudi kültü geleneğinin sonucu olduğunu anlamak zor değildir.

Takdir insanlarındır.

Alaeddin Yavuz.

Yazar Ted Pike'ın  yayınladığı Talmud kitaplarının sayfa resimleri





,







5 Mart 2019 Salı

İNİŞ SIRASINA GÖRE SURELER VE KURAN DEĞİŞİM SÜREÇLERİ

VAHİY SIRASINA GÖRE KUR'AN'IN DEĞİŞTİRİLME OLAYLARI VE PEYGAMBERİN KATILDIĞI SAVAŞLAR.



Hz. Osman zamanında bile Kur'an
Arami Kufi Alfabe ile yazılmıştır.
Bilindiği gibi Kuran sureleri Irak Kufe şehri Sabilerinin kullandıkları M.S. 2.yüzyılda düzenlenmiş Kufe Arami Alfabesi ile yazılmıştır. Bu yüzden Kufi Alfabesi de denilir. Bir  çok dilbilimci, M.S. 542'lerde İslam'dan önce Gök Türk Alfabesi, 750'lerde Uygur Türk Alfabeleri de bu alfabe ile akraba gösterilir. 
Aramiler aslen Beyaz Hintlilerden olup sel felaketi sonucu yıkılan ülkelerinden kurtulabilenlerin Arim=Sel adından Arami adını alan bir kavimdir. Kur'an Sebe suresinde efsaneleri işlenmiştir. Ay Tanrısına tapınan Irak Sabilerine Mandeanlar (putperest, çok tanrılı) İbrahim peygamberin tebliğ ettiği Hanif dinine inananlarına Sabiler, günümüzde Süryaniler denilir. Arap Alfabesi diye bir Alfabe yoktur. Günümüz Arap ve Kur'an alfabeleri bu Kufe Alfabesi ile yazılmıştır. Hemze, esire, ötüre yoktur.

Şimdiki Kur'an ve Arap Alfabesi gelişimini 500 yıl önce 1550'lerde tamamlamıştır.
Kur'an'ı Kerim, Hz. Muhammed ve Dört Halife döneminde "geliş sıralarına" yani peygambere vahiy ediliş sırasına göre, Kufi Alfabe ile yazılmaktaydı. yazılmaktaydı.
Şimdi  Hz. Muhammet öldükten sonra zavallı YETİM KUR’AN’ın başına gelenlerin efsanelerini İslami kaynaklardan okuyalım.

Önce Kur’an’ın gökten ciltli, pırıl pırıl parşömen kağıda basılı, ciltli olarak inmediğini, kimin rüyada kiminin uykuda “vahiy/fısıltı” yoluyla 611’den 632’ye kadar geçen 22 yılda geldiğini İslami kaynaklardan öğrenelim(Sorularla İslamiyet Com’dan alınmıştır.);

Vahiy nedir? Kur’an Nasıl Toplanmıştır?

VAHİY: Kelime anlamı, imâ, fısıldama, işaret, bir şeyi hızla yapmaktır. Dini anlamda ise vahiy; Yüce Allah'ın, insanlara ulaştırmak istediği mesajı (emir, yasak, tavsiye, bilgi,..), değişik yollarla Peygamberine iletmesine denir. Vahiy kelimesi Kur'ân-ı Kerim'de; ilham etmek, içgüdü, emretmek, işaret etmek, fısıldamak anlamlarında da geçmektedir...

Peygamberimiz (a.s.), peygamberliğinin ilk altı ayında sâlih rüyalar görür ve gördükleri aynen çıkardı. "...Mü'minin rüyası, peygamberliğin kırkaltı parçasından biridir.” buyurmuştur. (Peygamberlik süresi yirmi üç yıldır, altı ayda bu sürenin kırk altı da birini oluşturur.) Cebrâil (a.s.), vahyi Peygamberimize görünmeden getirdiği gibi, asıl şekliyle ya da bir insan şeklinde görünerek getirdiği de olurdu. Miraçta olduğu gibi aracısız olarak doğrudan Yüce Allah tarafından verildiği de olmuştur...”


Solda Türk, Fenike,Arami, Sami, ve
Sami olmayan alfabeleri

İşte, vahiy yoluyla indiği yazılan Kur’an’ın Allah’ın korumasında olduğunu anlatan o ayetlerden birisi;

“Hicr suresi 9. ayet;
إِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ
Şüphesiz o zikri (Kur’an’ı) biz indirdik biz! Onun koruyucusu da elbette biziz.”

Oysa, Kur’an’ın bu günkü sure diziliş sırası bile peygambere gelen vahiy sırasına göre değildir. Hiç yapılmadıysa bu değişiklik mevcuttur.  Bunu diğer sayfalarda işleyeceğiz.
Şimdi bu “Kur’an’ın bir harfi değişmedi yalanını” hadis ve siyer kaynaklarından nasıl yalanlandığını görelim.

Hz. Ali, Hz. Abdullah b. Mesud, Hz. Aişe, Hz. Abdullah b. Abbas gibi bazı sahabilerin elindeki Mushaflar, hususilik arz ediyordu
İşte yedi lehçe, farklı telaffuz ve benzeri sebeplerden dolayı, Hz. Osman (ra) devrinde, -daha önce Hz. Ebu Bekir (ra) döneminde bir araya getirilen ve daha sonra Hz. Hafsa (ra)'nın yanında bulunan Kur'an sahifeleri esas alınarak dört veya yedi adet Mushaf nüshaları düzenlenmiştir.

Ümmet içinde bu konuda birliği sağlamak maksadıyla, bazı kimselere özel Mushafları -sahabelerin onayıyla- yaktırmıştı. (bk. Suyutî, İtkan, I/134; Subhi Salih, el-Mebahis, s. 78-85).

Ünlü tefsir ve hadis âlimi İbn Kesir (ö. 774), söz konusu nüshalardan bir tanesini Şam'da Dimaşk camiinde gördüğünü söylemiştir. İbn el-Cezerî, İbn Fadlullah el-Umerî de bu  Mushafı orada gördüklerini söylemişlerdir. (bk. el-Mebahis, s. 88-89).
GökTürkler İslam'dan "70" yıl önce 540'larda Gök Türk alfabelerini 
yapmışlardır. Ondan önce de Sogd, Sanskrit, Pehlevi 
Alfabeleri kullanmışlardır. Mecusi bir Türk günde "4"vakit, 100 rekat
namaz kılar, üç ayları tam tutar, zekat, fitre, sadaka verir, et ve 
hayvansal besin yemez, sadece bitki yer, yalan, hırsızlık büyük 
günahtı, eşcinsellik, aile içi neset evlilik, cinsellik yoktu. 
İslam bize, kölelik, yalancılık, kölecilik, sömürgecilik aşılayıp
ahlakımızı bozmuştıur.
Hz. Ebu Bekir, halife olduktan sonra bazı bölgelerde dinden dönme (ridde) olayları meydana gelmiş, Yemame savaşında (M.633), 70 hafız şehit olmuştur. Bunun üzerine, Hz. Ömer (ra)'in teşvik ve ısrarıyla, Hz. Ebu Bekir (ra), kendisi hafız ve aynı zamanda vahiy kâtibi olan Zeyd bin Sabit başkanlığında bir heyet oluşturmuş, Kur'ânı toplayıp bir kitap haline getirme görevini bu heyete vermiştir. Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz. Osman, İbni Kâab Zeyd’e büyük ölçüde yardımcı olmuştur. Oldukça titiz çalışmalar sonucunda yaklaşık bir yıl sonra Kur'ân-ı Kerim, ciltli bir kitap haline getirilmiştir, ama sure sıralarına riayet edilmemiştir.


Elinde Kur’an Bulunduranlar;
1-Hz. Ali
2-Abdullah bin Mesud
3-Hz. Ayşe
4-Abdullah bin Abbas.
5-Ebubekir’in toplattığı Kur’an; Bu kitaplardan Ebubekir, kendisi hafız ve aynı zamanda vahiy kâtibi olan Zeyd bin Sabit başkanlığında bir heyet oluşturmuş, Kur'ânı toplayıp bir kitap haline getirme görevini bu heyete vermiştir. 

Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz. Osman, İbni Kâab Zeyd’e büyük ölçüde yardımcı olmuştur.

6- Hz. Osman’ın yazdırdığı Kur’an; Hz. Osman (ra)’ın emriyle dördü asıl, on iki kişilik bir heyet oluşturulmuş. Hz. Ebu Bekir (ra) zamanında yazılan Kur'ân-ı Kerim'e bakılarak çoğaltılmış olan Mushaf, aynı zamanda sure sıraları da Hz. Peygamber (asm)'in emir buyurduğu gibi düzenlenmiştir. Bu tasnifte ihtilaf edilen kelimelerde Kureyş lehçesine göre yazılmıştır. Bundan sonra Kur’an önemli şehir merkezlerine gönderilmiştir. (H.25/M.646)

7-Hafsa’nın Kur’anı; Zeyd'in derlediği bu Mushaf, Ebubekir (ra)'in yanında kalmış, onun vefatıyla Ömer (ra)'e intikal etmiş, onun vefatından sonra da kızı Hafsa'nın eline geçmiştir
Hz. Hafsa'ya iade edilmiş olan ana Mushaf da ölünceye dek onun yanında kalmış, Medine valisi olan Mervân ibn el-Hakem, yakmak üzere o nüshayı istemişse de Hz. Hafsa vermemiş, fakat bu mü'minler anasının vefatı üzerine Mervân o Mushafı alıp yakmıştır. (el-Fethu'r-Rabbânî, 18/34)

Hz. Osman'ın, yazdırdığı resmî Mushaf dışındaki mushafların yakılmasını emretmesi kıraat ihtilâflarını ortadan kaldırmak, Müslümanları tek kıraatte birleştirmek, birliği sağlamak içindi. Nitekim Hz. Ali (ra)’nin:
"Ey insanlar, Osman hakkında aşırı sözler söylemekten, ona 'Mushaflar yakıcısı!' demekten sakının. Vallahi o, Mushafları, biz Muhammed'in ashabı önünde yaktı. Osman zamanında yönetici ben olsaydım, onun mushaflar hakkında yaptığını ben de yapardım."
dediği rivayet edilir.(Kurtubî, 1/54; el-Fethu'r-Rabbânî, 18/34)

Osman’a Kur’an Teslim Etmeyenler;
1-Hz. Ali
2-Abdullah ibn Mesud
3-Übeyy ibn Ka’ab
4-Hz. Ayşe (?)
Buhârî'nin rivayetine göre Hz. Âişe (ra), Mushafını görmek üzere gelen bir Iraklıya, özel mushafını göstermiştir.(Buhârî, Fedâilu'l-Kur'ân, 5) Ayşe’nin Ömerin ölümünden sonra Osman’a teslim ettiği de yazılır. (E.H.Yazır Necm Suresi tefsiri)

Osman’ın elinde olanların Kuranları teslim etme emrine uymayıp kendi özel Mushaflarını saklayanların bulunduğu da tarihen sabittir. Çünkü Hz. Alî,  Abdullah ibn Mes'ud, Übeyy ibn Ka'b'ın özel Mushaflarından söz edilmektedir.(Kurtubî, 1/53)


Hz. Osman zamanında Kufi Alfabe ile yazılıp gönderildiği
Taşken Müzesinde sergilenen Kur'an sayfası
İbn Ömer diyor ki:
"Hiçbiriniz Kur’an’ın tümünü aldım (elimde bulunduruyorum) demesin. bilemez ki, Kur’an’ın çoğu yok olup gitmiştir.Ne kadar ortada varsa o kadarını elimde tutuyorum desin yalnızca." (suyuti, el itkan, 2/32.)

Hz. Osman (r.a), çoğaltılan mushafları önemli İslâm merkezlerine gönderince, bunlar dışında elde bulunan özel sahife ve mushafların bir rivâyete göre yakılmasını (13), bir rivâyete göre yırtılmasını (14) veya bir rivâyete göre yıkanıp temizlenmesini yani silinmesini emretti (15). Burada (H) harfinin noktalı veya noktasız olmasından da değişik mânâ çıkabilir. Noktasız yakma, noktalı (Hı) yırtma, parçalama mânâsına gelmektedir. İbn Hacer "Rivayetlerin, çoğu yakma hususunda sarihdir" der. Belki de bazıları, yazıları iyice giderebilmek için önce yıkamış veya yırtmış, sonra da yakmışlardır. Yırtma, yıkama ve yakma birleştirilebilir (16). Gömüldüğüne dâir de bir rivâyet vardır (17). R. Blachere de her üç rivayetin bulunduğunu kabul eder (18). T. Nöldeke, yakma işlemini gereksiz görür. Yakma yerine, yıkanıp temizlenir ve o malzeme yeni bir yazı için kullanılır, görüşünü ileri sürer (19).

HAFSA MUSHAFI VE SONUÇ


Burada son olarak yine büyütülmek istenen, Hafsa (r.a) mushafının yakılması rivâyetine temas etmek istiyoruz. Ebu Ubeyd ve İbn Ebi Dâvud, İbn Şihâb tarikiyle, Sâlim bin Abdullah'ın şu rivâyetini haber verirler:


Mervan, Muâviye tarafından Medine vâlisi olduğu zaman, Hafsa'ya adam gönderip Kur'ân yazılı sahifeleri istiyordu. O da vermekten kaçınıyordu. Sâlim şöyle der: "Hafsa vefât edip de biz onun defninden dönünce, Mervan kararlılıkla Abdullah bin Ömer'e adam gönderip "O sahifeleri kendisine göndermesini" istedi. Abdullah onları ona gönderdi. Mervan da onların yırtılmasını emretti. Mervan "Bunu sâdece aradan uzun zaman geçmesiyle, bu sahifeler hakkında birinin şüphe etmesinden korktuğum için yaptım" dedi (44). Ebu Ubeyd'in bu rivâyetinde sahifelerin yırtıldığı bildirildiği halde, İbn Ebi Dâvud'un rivâyetinde, Mervan'ın aynı gerekçe ile o mushafı yaktığı haberi vardır (45). Yıkadığı da rivâyet edilmiştir (46). T. Nöldeke "Haber kuşkuludur.

1988 yılında diyanet tarafından kabul edilmiştir. o günkü diyanet işleri başkanı mustafa sait yazıcıoğlu komisyonun yaktığını söylüyor. hatta tam olarak şöyle diyor: hz osman'ın zamanında aynı komisyonca çoğaltılarak imam adı verilen nüshası osman'ın yanında alıkonulmuş; diğer nüshalar muhtelif merkezlere göndermiş;(komisyon)
hz hafsa nüshasını alıp yakmıştır.

kaynak: milli gazete 3 haziran 1988;



Değerli kardeşimiz;

Hz. Ali, Hz. Abdullah b. Mesud, Hz. Aişe, Hz. Abdullah b. Abbas gibi bazı sahabilerin elindeki Mushaflar, hususilik arz ediyordu. Daha Kur'an'ın vahyi tamamlanmadan, bu zatlar peyderpey gelen ayetleri kendilerine yazmaya başlamışlardı. Bu Mushaflar, onların kendilerine özel mushaflar olduğu için, ayetin manasını açıklayan bazı haşiye türü eklemeleri yazmakta bir sakınca görmemişlerdi. Halbuki daha sonra bu farklı ifadeler veya açıklamalar başkaları tarafından ayetin kendisi olarak değerlendirilebiliyordu.

Misal olarak, Abdullah b. Mesud'un mushafında meal olarak:

"(Hac mevsiminde) "Rabbinizden rızk istemenizde bir günah yoktur."(Bakara, 2/198) şeklinde yazılmıştı. Oysa parantez içindeki bilgi, onun Hz. Peygamber (a.s.m)'den öğrendiği ayetin bir açıklamasıdır.

İşte yedi lehçe, farklı telaffuz ve benzeri sebeplerden dolayı, Hz. Osman (ra) devrinde, -daha önce Hz. Ebu Bekir (ra) döneminde bir araya getirilen ve daha sonra Hz. Hafsa (ra)'nın yanında bulunan Kur'an sahifeleri esas alınarak dört veya yedi adet Mushaf nüshaları düzenlenmiştir.

Ümmet içinde bu konuda birliği sağlamak maksadıyla, bazı kimselere özel Mushafları -sahabelerin onayıyla- yaktırmıştı. (bk. Suyutî, İtkan, I/134; Subhi Salih, el-Mebahis, s. 78-85).

Ünlü tefsir ve hadis âlimi İbn Kesir (ö. 774), söz konusu nüshalardan bir tanesini Şam'da Dimaşk camiinde gördüğünü söylemiştir. İbn el-Cezerî, İbn Fadlullah el-Umerî de bu Mushafı orada gördüklerini söylemişlerdir. (bk. el-Mebahis, s. 88-89).

Konuyla ilgili detaylı bilgi için şu makaleyi de okumanızı tavsiye ederiz:

Kur'an'ın aslı yakıldı mı?

Vahiy nedir? Kur’an Nasıl Toplanmıştır?

VAHİY: Kelime anlamı, imâ, fısıldama, işaret, bir şeyi hızla yapmaktır. Dini anlamda ise vahiy; Yüce Allah'ın, insanlara ulaştırmak istediği mesajı (emir, yasak, tavsiye, bilgi,..), değişik yollarla Peygamberine iletmesine denir. Vahiykelimesi Kur'ân-ı Kerim'de; ilham etmek, içgüdü, emretmek, işaret etmek, fısıldamak anlamlarında da geçmektedir...

Peygamberimiz (a.s.), peygamberliğinin ilk altı ayında sâlih rüyalar görür ve gördükleri aynen çıkardı. "...Mü'minin rüyası, peygamberliğin kırkaltı parçasından biridir.” buyurmuştur. (Peygamberlik süresi yirmi üç yıldır, altı ayda bu sürenin kırk altı da birini oluşturur.) Cebrâil (a.s.), vahyi Peygamberimize görünmeden getirdiği gibi, asıl şekliyle ya da bir insan şeklinde görünerek getirdiği de olurdu. Miraçta olduğu gibi aracısız olarak doğrudan Yüce Allah tarafından verildiği de olmuştur...

Yezidileri şeytana taptıkları halde namaz
kıldıkları için II. Abdülhamit Müslüman saymıştır.
Aynı yıl Vatikan da Hristiyan saydığından
Üç dinden görünürler.
Mekke'de vahyin gelmeye başladığı ilk yıllarda vahiy inerken, Hz. Peygamber (asm) sesli olarak inen âyetleri tekrarlardı, fakat daha sonra bunu terk etmiştir. Vahyin gelişi anında bilincini kaybetmez, vahiyden hemen sonra, inen âyet ya da sureyi görevlendirdiği vahiy katiplerine yazdırırdı.
(Vahiy kâtiplerinin sayısı zaman zaman değişmekle birlikte, yaklaşık kırk kişidir), daha sonra arkadaşlarına okurdu, onlar yazar dileyenlerde hem ezberlerdi.
Bir âyet indiğinde, onun hangi surede, hangi âyetten sonra olması gerektiğini belirtir, vahiy katipleri de onu oraya ilave ederlerdi. Vefatından dokuz gün öncesine kadar vahiy indiği için, hayattayken ciltli tek bir kitap haline getirilmemiştir.

Şimdi de peygamber zamanında inmiş ve sonradan hükümsüz ayetler olduğunu öğrenelim;
Önce Ayet ve Hadis konularını tanımlayalım;
;
Ayet Nedir?;
Her Kur’an cümlesi bir ayettir ve Allah’ın emridir. Değiştirilmesi söz konuısu değildir. Harfini değiştiren dinden çıkmış sayılır. Bu gün hepsi numaralandırılmıştır. Bazı ayetler birden fazla cümlelerden oluşabilmektedir.

Hadis Nedir?;
-Anlaşılmasında hilafet olmuş, açıklama istenilen ayetler hakkında peygamberin yaptığı açıklamalar ile Kur’an ayetlerine yer almamış bazı olaylar hakkında yargılama yapmayı kolaylaştıran, peygamberin yol gösterici sözleridir.

Peygamber Zamanında Hükümsüz Sayılan Ayetler;
Kur’an-ı Kerim'de bazı ayetler neshedilmiş, yani önce Peygambere inmiş daha sonra ise hükmü kaldırılmıştır. Kur’an bu üslubuyla tedriciliği yani kolaydan, zora doğru eğitimi insanlara öğretmektedir. Aynen Hz. Aişe’nin dediği gibi ;
“İnsanlar Müslümanlığı kabul ettikten sonra helal ve harama dair ayetler indi. İlk evvel ‘içki içmeyiniz’ tarzında ayet inseydi‘içkiyi terk etmeyiz’ diyecek, yahut ilk evvel ‘zina etmeyiniz’tarzında ayet inseydi, herkes ‘zinayı terk etmeyiz’ diyecekti.”(Buhari, Telifü’l-Kur’an Babı) 

Hz. Ebu Bekir, halife olduktan sonra bazı bölgelerde dinden dönme (ridde) olayları meydana gelmiş, Yemame savaşında (M.633), 70 hafız şehit olmuştur.
Bunun üzerine, Hz. Ömer (ra)'in teşvik ve ısrarıyla, Hz. Ebu Bekir (ra), kendisi hafız ve aynı zamanda vahiy kâtibi olan Zeyd bin Sabit başkanlığında bir heyet oluşturmuş, Kur'ânı toplayıp bir kitap haline getirme görevini bu heyete vermiştir. Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz. Osman, İbni Kâab Zeyd’e büyük ölçüde yardımcı olmuştur. Oldukça titiz çalışmalar sonucunda yaklaşık bir yıl sonra Kur'ân-ı Kerim, ciltli bir kitap haline getirilmiştir, ama sure sıralarına riayet edilmemiştir.

Ermeniyye bölgesindeki bir savaşta bir araya gelen değişik kabilelerdeki Müslümanların Kur’an’ın kelimelerini değişik şekillerde okudukları haberi üzerine, Hz. Osman (ra)’ın emriyle dördü asıl, on iki kişilik bir heyet oluşturulmuş. Hz. Ebu Bekir (ra) zamanında yazılan Kur'ân-ı Kerim'e bakılarak çoğaltılmış olan Mushaf, aynı zamanda sure sıraları da Hz. Peygamber (asm)'in emir buyurduğu gibi düzenlenmiştir. Bu tasnifte ihtilaf edilen kelimelerde Kureyş lehçesine göre yazılmıştır. Bundan sonra Kur’an önemli şehir merkezlerine gönderilmiştir. (H.25/M.646)

O dönemde Arap harflerinde nokta ve hareke yoktu, Hz. Muaviye devri Irak valisi Ziyad bin Ebih, Arapçayı bilmeyen Müslümanların, Kur'ân-ı Kerim'i yanlış okumasını önlemek için devrin âlimlerinden Ebu'l Esved Dueli'yi görevlendirmiş. O da kelimelerin sonuna harekeyi belirlemek için nokta koymuştu. Daha sonraHaccac, kâtiplerinden Nasr bin Asım ve Yahya bin Ya’mer’e harflere nokta koymalarını emreder. Harflere ve noktalara bugünkü şeklini veren, Halil bin Ahmet (M.718) olmuştur.
Zeyd İbni Said şöyle der: “Kur'ân'ı araştırmağa, hurma dallarından, yassı taşlardan ve insanların hafızalarından derlemeğe başladım. Tevbe Suresi'nin sonu olan: ‘Andolsun size kendi içinizden öyle bir elçi geldi ki sıkıntıya uğramanız ona ağır gelir; size düşkün, mü'minlere şefkatli, merhametlidir. Eğer (inanmaktan) yüz çevirirlerse de ki: 'Allah bana yeter. O'ndan başka tanrı yoktur. O'na dayandım. O, büyük Arşın sahibidir.' âyetini yalnız Ebû Huzeyme el-Ensârî'nin yanında buldum." (Buhârî, Fedâilu'l Kuran, 3, 4 ncü bâblar, Ibn Hanbel, Musned, 1/13; Ebu Dâvûd, Kitâbu'l-Mesâhif, s. 67)

Zeyd İbni Said ve komisyonda bulunan diğer üyeler güçlü hafız olmalarına rağmen titiz çalışmasından dolayı başka iki şahidin bulunmasını da istemişlerdir. İbni Hacer Askalani “Belki de iki şahitten maksat: Hem ezberlemek hem de yazılı olarak getirmekti.” der. Ebu Şâme: Zeyd “Onu Huzeyme’den başkasında bulamadım.” demiştir. Yani onu Ebu Huzeyme’den başkasında yazılı olarak bulamadım, demektir.’ der. Doğrusu da budur.

Zeyd'in derlediği bu Mushaf, Ebubekir (ra)'in yanında kalmış, onun vefatıyla Ömer (ra)'e intikal etmiş, onun vefatından sonra da kızı Hafsa'nın eline geçmiştir.

Hz. Osman (ra), okuma farklarını ortadan kaldırıp Müslümanları bir tek kıraatte birleştirmek amacıyla başka bütün mushafların ve Kur'ân parçalarının yakılmasını emretmiştir. (Beyhekî, es-Sunen, Kitabu's-Salât, 2/42)

Hz. Osman'ın, yazdırdığı resmî Mushaf dışındaki mushafların yakılmasını emretmesi, kıraat ihtilâflarını ortadan kaldırmak, Müslümanları tek kıraatte birleştirmek, birliği sağlamak içindi. Nitekim Hz. Ali (ra)’nin:

"Ey insanlar, Osman hakkında aşırı sözler söylemekten, ona 'Mushaflar yakıcısı!' demekten sakının. Vallahi o, Mushafları, biz Muhammed'in ashabı önünde yaktı. Osman zamanında yönetici ben olsaydım, onun mushaflar hakkında yaptığını ben de yaparım, 
dediği rivayet edilir.(Kurtubî, 1/54; el-Fethu'r-Rabbânî, 18/34)
Hz. Osman'ın, özel mushafları yaktırdığı rivayet edilmektedir, ama onun bu emrine uymayıp kendi özel Mushaflarını saklayanların bulunduğu da tarihen sabittir. Çünkü Hz. Alî, Abdullah ibn Mes'ud, Übeyy ibn Ka'b'ın özel Mushaflarından söz edilmektedir.(Kurtubî, 1/53) (Bu Mushaflara dokunulmamış olmasının nedeni düzgün ve imla kurallarına uygun olarak yazılmış olmalarıdır.)

Ebûbekir ibn Dâvûd, özel sahâbî mushaflarındaki farkları Kitâbu'l-Mesâhif’inde toplamıştır. Buhârî'nin rivayetine göre Hz. Âişe (ra), Mushafını görmek üzere gelen bir Iraklıya, özel mushafını göstermiştir.(Buhârî, Fedâilu'l-Kur'ân, 5)

Tüm Mushaflar yakıldıysa Hz. Aişe kendi tasnifi olan mushafı nasıl gösterebilmiştir?

Hz. Hafsa'ya iade edilmiş olan ana Mushaf da ölünceye dek onun yanında kalmış, Medine valisi olan Mervân ibn el-Hakem, yakmak üzere o nüshayı istemişse de Hz. Hafsa vermemiş, fakat bu mü'minler anasının vefatı üzerine Mervân o Mushafı alıp yakmıştır. (el-Fethu'r-Rabbânî, 18/34)


Resmî Mushaf Dışındaki Mushaflar Neden Yakıldı?

1. Özel mushafların yakılmasının temel nedeni, Kur'ân üzerinde bir düşünce ayrılığının doğmasını önlemek idi. Henüz gelişmemiş, noktasız ve harekesiz olan o zamanki Arap yazısı ile tutulan notların, aynen Peygamber'den duyulduğu biçimde okunması da çok zor idi. İşte bundan ötürüdür ki okuma farkları baş göstermişti.

2. Kur'an'ı yazan Müslümanlar, anlamını bilmedikleri kelimelerin yanına Peygamber (asm)'den duydukları anlamları da yazıyorlardı. Bu ileride büyük karışıklıklara neden olacaktı.

3. Kişilerin, kendi kendilerine tuttukları notları, evlerinde veya herhangi bir yerde okurken yanılabilmeleri mümkün idi. İşte bu yanılmalardan ötürü bazı kelimelerin okunuşunda farklar doğmuştu. Kimi bir kelimeyi hitap kipiyle okurken, kimi de onu üçüncü şahıs kipiyle okumuştu.

Bu farkları ancak uzmanlardan oluşan bir komisyon ortadan kaldırabilirdi. İşte bu iş, ilk olarak Ebubekir zamanında yapıldı. Titiz bir çalışma ile Kur'ân'ın sûreleri derlendi, bir araya getirildi. Fakat sûre denilen bu bölümler, esaslı bir sıraya konmamış, derlenen parçalar, rast gele bir araya getirilip bir cild (Mushaf) halinde bağlanmıştı. Bu Mushaf, özel nüshalardan farklı idi. Çünkü özel nüshaların kiminde sûreler iniş sırasına göre dizilmiş, kiminde böyle bir metot izlenmemişti.

Böylece Peygamber (asm)'e vahyedilmiş olan bütün Kur'ân âyetlerini ve sûrelerini içeren Mushaf yazılmış oldu. Bu Mushaf çoğaltıldı, biri Başkent Medine'de bırakıldı, ötekiler, eyalet merkezlerine gönderildi.
4. Resmî Kur'ân'dan az da olsa farklı birtakım özel Kur'ân nüshaları durdukça Kur'ân üzerindeki ihtilâflar sürüp gider ve hattâ büyürdü. İşte böyle bir ihtilâfı önlemek için özel Mushaflar yakıldı.

5. İkinci derlemede meydana gelen Kur'ân nüshasının, diğerinden farkı birinci derlenen Mushaf’ın sûreleri bir sıraya konmamıştı. İşte Osman (ra) zamanında kurulmuş olan komisyon, daha titiz ve daha rahat bir çalışma ile Kur'ân'ın tüm âyetlerini ve surelerini derleyip Hz. Peygamber (asm)’in işaret ettiği gibi yerli yerince konmuştur.

6. Hz. Osman (ra) zamanında yapılmış olan derleme, Peygamber (asm)'in yazdırdığı Kur'ân'dan farklı olsaydı, Osman'dan sonra halîfe olan Hz. Alî, kendi özel Mushafını resmîleştirir, Osman Mushafını yürürlükten kaldırırdı. Oysa öyle yapmamış, kendi Mushafını muhafaza etmekle beraber resmîleştirmemiş, Osman Mushafını resmî Muhsaf kabul etmiştir. Bu durum da mevcut Mushafın, asıl Kur'ân'a uygunluğunu gösterir.

Hz. Âlî (ra) Mushafını görmüş olanlar, onun-sûrelerinin iniş sırasına göre düzenlenmiş olmakla beraber-içerikte Osman Mushafının aynı olduğunu söylemektedirler. Sadece sayısı pek az bazı kelime farkları vardır. Bunlar da anlam değişikliği yapmayan sinonim kelimelerdir.

7. Resmî Mushaf'tan ayrı olarak meydana getirilmiş olan özel nüshalar yakılmış olmakla beraber, bunlardan bazıları saklanarak sonraki kuşaklara intikal etmiştir. Bunları görenler, bunlarla resmî Mushaf arasındaki farkları tesbit etmişlerdir. İbn Ebî Davud'un Kitâbu'l-Mesâhifi, bu farkları belirtmiştir. Bunlar gözden geçirilince resmî Mushaf ile bu özel nüshalar arasında da temelde bir fark olmadığı, sadece ufak tefek bazı kelime farkları bulunduğu, çok az olan bu farkların da bir anlam değişikliği yapmadığı görülür. Bu durum da resmî Mushafın, Peygamber’in okuduğu Kur'ân olduğunu kesin bir biçimde ortaya koyar.

Hz. Peygamber Devrinde Kaç Hafız vardı

”- Hz. Peygamber (asm)'in vefatından bir yıl sonra yapılan Yemame savaşında 70 hafız sahabe şehid düşüyor. Ayrıca Bi’ri Maune olayında 70 hafızın şehid düştüğü göz önüne alınırsa hafız sahabi sayısının çok olduğu anlaşılmaktadır.”

Bu kıssada geçen Yemame Savaşı ile Bi’ri Mauna olayları, insanların İslam’a öyle “kendiliklerinden iman ederek koşa koşa gelip girmediklerinin aksine direnerek kan doöktüklerinin delillerinden bir kaçıdır.
1-Yemame Savaşı;
Yemame Savaşı denilen olay, Mekke’nin doğusunda, Hürmüz Körfezi kıyısında, günümüz Bahreyn Adasının karşısı diyebileceğimiz Arabistan yarımadasında bir bölgedir. Halkı Kur’anda İİbrahim Suresinde ve bir çok yerde geçen “Hanif Din” e inandıklarını söyleyen Sabi-Süüryani-Nasturi Hristiyanlarının olduğu bölgeydi.
Muhammet çağında peygamberlik eden biri kadın dört kişiden olan ve Muhammet’e ortaklık önerisi ret edilen Yemame’li Rahman, ya da Peygamber Muhammet’in taktığı adla “Müseylemet El Kezzap’ın ülkesidir. Peygamberin sağlığında buraya yapılan akınlar tam zafere ulaşmamış, Ebubekir’in halifeliğinde Yemame’li Rahman öldürülmüştür. Rahman, İslam’da da esas olan Besmelede yerini alan “Rahman ve Rahim olan Allah’a” inanan ve böyle bir dini tebliğ eden adamdı. Nasturi Hristiyanları da “Rahman ve Rahim Allah” kavramını esas alan Hristiyanlardı.
Roma’nın Hristiyanlık zorlamalarına karşın Arapların ortak inanablecekleri, İbrahim’in Yıldız dinine uygun bir din yapmaya çalışan Varak bin Nevfel gibi insanlardan birisiydi. Varaka da Nasturi Mekke kilisesinin baş keşişiydi. Rahman ve Rahim Allah inancını tebliğ eden, Yemen’de bunu Muhammetten önce yayan Feymiyon adlı bir sihirbaz Hristiyan rahibinin efsanesini İbni İshak’ın “Siret-ül Resulüllah (Peygamberin Hayatı) kitabında bulabilirsiniz.

2-Şimdi de Bi’ri Maune Olayını İnceleyelim;

Hicret’in üçüncü yılı yani M.S.625’te, günümüz Yahudi Vehhabilik mezhebini kuran Necdli Mehmet Abdülvehhab’ın kabilesi olan Necd Çölünde yaşayan Necd’li Mülâıb-ül Esinne” lakaplı Amir bin Melik Muhammet’ten İslam’ı öğretecek öğretmenler ister. Şahsı tanıyan Muhammet endişesini “Göndereceğim kişler hakkında Necd ahalisinden korkarım” diye belirtince Amir bin Melik’in kendisine “Sakın kuşkun olmasın. Onları benim himayemde gönder ve halkı İslamiyet’e davet etsinler” diyerek  güvence verilmesi üzerine yetmiş (70) kişiyi görevlendirir. Bu görevliler yolda Maune kuyusu çevresinde pusuya düşürülerek okçular tarafından öldürülürler. Olay adını bu kuyunun adından alır.

Peygamberin lanetini o zaman kazanan bu kavim, peygamberden 1100 yıl kadar sonra,1739’da İngiliz ajanı Hemper’in yazdığı Vehhabilik dinini benimsemiş, Mecüc (Arapların tapındıkları Cüce cin veya şeytanlar) soyu dedikleri Türklerden hilafeti alma bahanesiyle isyan etmişler, İslam’ın Haçlılara esir düşmesinde büyük hizmetler vermişlerdir. 1917 Süveyş Kanal yenilgisinde de Necdli Mekke Emiri Şeyh Hüseyin’in askerleri yardıma gelip ordumuzu içeriden vurmuşlardır. Hala da Türkleri putperest gördüklerinden hacılarımıza kötü davranmakta, aşağılamaktadırlar. Hacca veya umreye giden insanlarımızın kıldıkları namazdan kabir ziyaretlerine kadar her türlü ibadetleriyle alay etmektedirler.
Bu gün de İngiliz ve Amerikan sömürgeciliğinin en büyük ortakları olup Otodoks Yahudi, Hristiyanlar ile Vehhabi 

Araplarından oluşturulmuş IŞİD haçlı ordusunun finansmanından kadın dahil her türlü ihtiyacına yardım etmekte, Irak, Libya, Mısır, Bahreyn, Suriye ve Yemen’de kan akıtmaya devam etmektedirler.
Başka açıdan bakıldığında ise, Muhammet’in Roma ile işbirliğinin Muhammet’in Kellesini isteyen İran şahı Hüsrev’i kızıdıracağı ve başlarına İran’ı sardırmak korkusu yüzünden Muhammet’i tehlikeli bulduklarını düşünebiliriz.

Ayrıca, Muhammet’in tebliğ ettiği “Rahman ve Rahim Allah” adlı tanrı inancı zaten Muhammet’ten asırlar öncesinden beri bilinen bir konu olduğundan onun tebliğ ettiği dini benimsemeyen, eski dinlerini yaşamak isteyen Arap ve Yahudilerin direnişleri olarak da Muhammet’e karşı gösterilen direnişleri açıklayabiliriz.
Hangi açıdan bakılırsa bakılsın İslam’a Arap ve Yahudilerin “asla” akın akın katılmadıkları, aksine canla başla mücadele ederek direndikleri ortadadır.
Bu durumda İslam’ın ilahi değil, siyasi bir din olduğu ve Roma imparatoru Herakles ile Vatikan’ın Papasının destekleri ile İslam’ın geliştiği, korunduğu, güçlendirildiği tartışma götürmez bir gerçektir.

Mesela, bir sahabe 1-10 arasındaki sureleri ezbere biliyor, bir başkası 5-13, bir diğeri de 10-20 arası sureleri biliyordu. Bunların ortak bildikler sureler hesaba alındığında sadece Medine’de bile aynı sureleri bilen Müslüman sayısının ne kadar çok olduğu ortaya çıkar. Veda haccında yüz bin Müslümanın Hz. Peygamberi (asm) dinlediği göz önüne alınırsa, nasıl bir rakamın ortaya çıkacağı gün gibi aşikârdır.

8. Çevre ülke, şehir ve kasabalara dağılan Hz. Peygamberin arkadaşları gittikleri yerde öğrencilerine Kur’anı ve Peygamberin sünnetini öğretmişlerdir. Eğer onların bildikleri, tertip edilen Kur’an’dan farklı olsaydı mutlaka farklılıklar olurdu? Ama Dünyanın neresine gidilirse gidilsin farklılık yoktur.

9. Kur’an’ın aslı yakıldı, diyerek gerçek Kur’an’ın ortada olmadığı iftirasını atanlar, o devir Müslümanlarının ezberledikleri surelerin hafızalarının nasıl silindiğini açıklamak durumundadırlar. Demek ki Hz. Peygamberden dinledikleri Kur’an’la aynıydı ki itiraz etmediler.

10. O devirde yaşayan Müslümanlar, günümüzde İslam’a, Hz. Peygambere en küçük bir hakarette ayaklanan Müslümanlardan daha mı duyarsızdılar ki Kur’an’ın aslı yakılırken(!) hiçbir itiraz ve tepki göstermeyip sineye çektiler?

11. İbni Hacer Askalani’ye göre, Osman diğer nüshaları yakmamış, okunmasını düzeltmiş, düzelmesi mümkün olmayanları toplamış, yanlış okumaya, hatalı okuyuşa meydan vermemek için bozmuş suyla silmiştir. Noktasız “Haraga” kelimesi yakmak anlamına gelir, “Haraga” noktalı olarak yazılırsa yırtmak anlamına gelir. Düzeltilmesi mümkün olmayan sayfaları yırttı attı demektir.

Kâfirlerin akıl hocalarından olan oryantalistlerden Schwally, Hz. Osman’a isnad olunan bu yakma işini çok şüpheli bulur.

Prof. M. Hamidullah şöyle der:


"Kur'an'ın bütün metnini ezberleme alışkanlığı Hz. Peygamber (s.a.) zamanından başlar. Halifeler ve İslâm devlet reisleri daima bu alışkanlığı teşvik etmişlerdir... Başlangıçtan beri Müslümanlar bir eseri müellifinin veya icazetli bir talebesinin huzurunda okumayı ve karşılaştırmayı, zamanında gerekli düzeltmeler yapılmış ve tesbit edilmiş metnin rivayeti için yazılı iznini (icazetnamesin) almayı âdet edinmişlerdi. Kur'an'ı ezberden okuyanlar yahut sadece yazılı metni yüzünden okuyanlar da aynı şeyi yaptılar ve bu itiyat günümüze kadar böylece devam etti. Bu işin dikkat çeken yönü şuydu: Her üstad kendisi tarafından verilen icazetnamede talebesinin yalnız okuyuşunun doğruluğunu değil, aynı zamanda kendisinin üstadından işittiği okuyuşa uygun olduğunu açık bir şekilde söyler ve kendi üstadının da üstadından bunu böyle okuduğunu ve talebesine öyle öğrettiğini zikrederek zincir Hz. Peygambere (s.a.) kadar devam ederek götürülür." 

"Bu satırların yazarı Kur'an'ı Medine'de şeyh Hasan eş-Şair'den okudu ve aldığı icazetnamede diğer bilgiler arasında üstadların ve üstadların üstadlarının zinciri nihaî kısımlardaki üstadın aynı zamanda Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. İbn Mesud, Hz. Übey İbn Kâab ve Hz. Zeyd bin Sabit'den (ki hepsi ashabdandırlar. Allah cümlesinden razı olsun) okuduğunu kayıt eder. Hafızların sayısı dünyada şimdi yüzbinlerle sayılmaktadır, ve metnin kopyaları (yani Kur'an-ı Kerîm'in aslî nüshaları) dünyanın her tarafında bulunur ve birinin metniyle diğerinin metni arasında kafiyen fark bulunmaz. Bu kayda değer bir noktadır ki, hafızların hafızalarındaki Kur'an ile eldeki Kur'an metni arasında hiç bir ayrılık yoktur." (İslam Giriş, Prof. M. Hamidullah, s.42) 

- İmamı Nevevi, Müslim şerhi Şerhi Mühezzeb’te: "Bütün Müslümanlar Felak, Nas ve Fatiha’nın Kur’an’dan olduğunda ittifak ve icma etmişlerdir. Onların Kur’an’dan olduğunu inkar eden kafir olur." der

- Dr. Muhammed İbni Lütfî es-Sabbâğ, "Lemehât fî Ulûmi'l-Kur'ân" adlı kitabında; "Osmanî Mushaflar şimdi nerede?" başlıklı kısımda şöyle diyor.

..Hicri 614 yılında ölen İbni Cübeyr, Seyahatnâme'sinde, Dımışk Câmi'inden söz ederken şunu zikretmiştir.


“Mısırdaki yeni maksurenin doğu rüknünde (köşesinde) büyük bir dolap (hazâne) vardır ki içinde Osman'ın mushaflarından bir mushaf bulunmaktadır. O Osman'ın Şam'a gönderdiği mushaftır. Dolap her gün namazın ardı sıra açılır. İnsanlar ona dokunup öpmekle teberruk ederler. Onu uğurlu sayarlar.” (el-Burhan, 1/235-el-İtkan, 1/60) 

- İbni Fadlan el- Ömeri Ö.Hicri 749) de Dımışk’ta bir mushaf görmüştür. Onun Osmani mushaflardan biri olduğunu anlatıp, Onun sol tarafında, müminlerin emiri Osman ibni Affan’ın hattıyla “Osmani Mushaf” diye yazılı olduğunu söylemiştir. (Mesalikü'l-Ebsar fi memaliki’l-Emsar, 195)

- İbni Batuta, Şam’daki nüshadan ayrı Basra’da Osmani mushafından bir tane daha gördüğünden bahseder. (Rıhletü İbni Batuta, 1/116)

- Dr. Abdurrahman eş-Şehbender demiştir ki: Dımışk-ı Şam'da bu Osmânî mushaflardan bir nüsha elde ettim. Maalesef onu, otuz yıl önce Emevî Camiini yakıp kül eden yangında ateş telef etmiş." O, bu sözü, M. 1922 yılının Nisan ayında yazmıştır. (Müzekkirât-ı Abdurrahman eş-Şehbender, s. 34)

- Üstad el-Kevserî'nin zikrettiğine göre; Şeyh Abdulhakîm el-Efgânî (ö.H. 1326-M.1908), ölümünden önce bu Osmânî Mushaf'ın resmine (yazı ve imlâsına) uygun bir mushaf kopya etmiştir.

- Kevserî, bu Osmânî Mushaf'ın, Birinci Dünya Savaşı sırasında İstanbul'a nakledildiği zannındadır. Efgânî'nin kopya ettiği mushafın ise Dımışk'taki adamlarından birinde mahfuz olduğu zikredilmiştir. (Makâlâtu'l-Kevserî, s. 12)

Yine Kevserî, Küfe Mushafının, Humus'ta bulunduğunu ve onun, Birinci Dünya Savaşı sırasında başkent İstanbul'a götürüldüğünü zikretmiş, ancak Humus'ta hangi mescidde bulunduğunu zikretmemiştir.

Nitekim Kevserî, Medine'de bulunan Medine mushafının da, Birinci Dünya Savaşı sırasında İstanbul'a götürüldüğünü zikretmiştir. (Makâlâtu'l-Kevserî, s. 12)

İstanbul’da “Türk ve İslam Eserleri Müzesinde” şu tarihi mushaflar bulunmaktadır.

457 numarada: Hz. Osman imzasını ve hicri 30 yılını içeren Mushafı Şerif.

557 numarada: Hz. Ali’nin imzasını içeren Mushafı Şerif.

458 numarada: Hz. Ali’nin yazısı olduğu belirtilen Mushafı Şerif.

Hz. Ömer’e nisbet edilen ve ceylan derisine yazılmış, tahtaya yapıştırılmış bir Kur’an sayfası. (Ulumu’l-Kur’an,187-190)


"Bir mucizedir ki nur-i Kur’ân / Durdukça cihan durur numâyan."(Ziya Paşa) 

İlave bilgi için tıklayınız:
Kur'an-ı Kerim'in yazılması, toplanması ve kitap haline getirilmesi hakkında detaylı bilgi verir misiniz?..

Not: Bu yazı Rıza GÖRÜŞ'ün "Kur'an'ın Aslı Yakıldı mı?" isimli makalesinden istifade edilerek hazırlanmıştır.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Abbasiler döneminde İ.S.732'lerden sonra Bağdat şehrinin kurulması ile burada bir İslam üniversitesi kurulur ve Yunan'dan Çin'e bütün o zamanın dünyasının ülkelerine giden Kuranı iyi ezbere bilen din adamları, diğer dinleri ve felsefeleri incelerler ve Sokrates ve Aristo mantığına dayalı "Tek Tanrıcı",Sabi, Sufi kavramlarına uygun tefsirler oluştururlar. Kolaylık olsun diye (!) Kuran ayetlerinin yerleri, "uzundan kısaya” olarak değiştirilir.
Bu da Kuranın anlaşılmasını bilmeceye çevirir ve olayların sırası karıştığından, insanlar Kuranı yorumlamak için din ulemalarına ihtiyaç duymak zorunda bırakılır.
İslam öncesi Hicaz Arapları Mecüsi (Şeytana tapan Yezidi) olduklarından, bu dinde halka “okuryazarlık” yasaktı. Kur’an’ın Hicaz Araplarına gelmesi nedeniyle, o zamanki inanışlara göre, onların dinine giren başka milletler bunu kendi dillerinde anlamasa da olurdu. Çünkü onlar, bu dinle şereflendikleri için “surre=rüşvet” ödemek zorunda olan “Mevaliler/ kölelerdi”. Osmanlı bu “Surre/rüşvet” vergisini Cumhuriyetin ilanına kadar düzenli olarak ödemiştir.
Türkleri de kıyamette yani yeryüzünde bütün canlıların ölmelerinden sonra uzun bir süre dünyada hayat olmayacaktır. Tanrının uygun gördüğü bir zamanda Allah’ın emri ile melek İsrafil’in şura’yı (boruyu) üflemesi ile yeryüzünde yaşamış ve ölmüş tüm canlılar dirileceklerdir ve o zaman Allah ile şeytanın orduları savaşacaktır. İşte bu savaşta Türkler “Şeytan’ın ordusu olacak” kavim olarak geçtiğinden (Kehf Suresi ;90-96.” Ayetlerin yorumu) bizlerin Kâbe’ye gelmelerini de istemiyorlardı. Bu yüzden Türk hacılar özellikle Filistin, Lübnan bölgelerinde Araplar tarafından öldürülüyor, köle olarak satılıyorlardı.
Arapların Türk Hacı Katliamları;
“...Zamanımızda kadın taifesinin Kâbe’si, doğup büyüdüğü kapısının eşiğinin iç yüzüdür. Dışarı çıkmaya. Çünkü bu Kâbe yoluna çıkanlar, kadınların neler çektiğini bilirler. Mesela Konakçı Ali Paşa senesinde Reşit oğlu adlı Araplar, hacıları vurup nice ehli ırz kadınları, cariyeleri, üryan edip, götürüp inciterek o nazlı hatunlara hizmet ettirdiler. Nicesi öldü, nicesi para verip kurtuldu. Nicesi orada kalıp evlat sahibi oldular. Hakirin bu tasviri farza aykırıdır ama yüreğim yanıktır. O faciada hakir bulundum, gözümle gördüm.” Kaynak -Evliya Çelebi Seyahatnamesi C.9 .S-161 ve 165.

Oysa Türkler her zaman iyi olan gök ruhları ve kötü olan yer altı ruhları gibi inanışları olsa da “Tek Tanrıya” tapmışlardır. Bana sorarsanız asıl, Hindu, İran, Çin ve Yahudi dinlerine girdiklerinde şeytana tapmaya başlamışlardır.
Şeytan ve cinlere tapınan Budist, Hindu, Brahman, Mitracı, Zerdüşt, Mecüsi, Yezidi (Şeytan Tavus’un soyudurlar), Sabi (Şeytan El Ruha ve Ruda’nın soyudurlar), Yahudi ,Hıristiyan (Şeytan hileci, topuk tutan Yakup’un soyları) ve öteki ekvator bölgesinde yaşayan kavimlerdir. Allah ta yukarıda delilleriyle yazdığım gibi Kâbe’deki 360 tane şeytanın başıdır. Allah’ın İslâm öncesi bir Kâbe putu olduğunu Kur’an tefsirlerinde (Fatiha Suresi) bulabilirsiniz. Hz. Peygamber zamanında yaşamış Kur’an tefsir yazarı ve İslam tarihçisi İbn-i Hişam’ın “Kitab-ül Asnam’ı” (Putlar Kitabı) araştırınız.

İşte, "Hileci" Hicaz Araplarının bu sinsi hileleri Şeyhlerin, Şıhların, Dervişlerin, Pirlerin, Müritlerin kısaca Ruhban ve Köle toplumların oluşmasını sağlarlar.
Zaten Müslümanlara kendi dillerinde Kur’an okumanın yasaklanmasındaki amaç ta halkın devlet adamlarını imtihana çekmelerini önlemek ve Arap olmayan kavimlere de Hicaz Araplarının “Mevali/Köle” algılamaları yüzünden Kur’anla şereflenmeleri(!) çok görüldüğü içindir.
Bu günkü Kuran'ı Hz. Muhammed'e inişlerine göre , "vahiy sırası" içinde, anlaşılabilir şekilde okumak istiyorsanız, bu sırayı takip ediniz.
Örneğin, Alak Suresi "İlk İnen" ayet olmasına rağmen bu gün "96. sırada, ikinci inen Kalem Suresi ise 68. sıradadır.
Diğer yandan Erzurumlu İbarahim Hakkı Hazretlerinin (1703-1780) Marifetname adlı kitabında “18.” Sayfasında Kainatın (Cennetin) derecelerini açıklarken “Bütün cennetlerin derecelerinin toplamı “6.666” derecedir. Kur’an-ı Kerim’in ayetlerinin toplamı kadar.” Demektedir.
Bu gün Topkapı Sarayında bulunan ve Hicaz’ın Osmanlı’dan çıktığı yıllarda zamanın Medine Valisi tarafından deve sırtında kaçırılarak getirilen iki altın şamdan vardır. Bunlar Medine’de “Medine-i Nebevi” yani peygamber Camisinde bulunan Hz. Peygamberin mezarında bulunan şamdanlardır. Ağırlıkları “48.kg” dir. İkisinin toplamı “96” eder. Kur’an’ın Sure sayısına eşittir. Her şamdan “3.333” adet küçük elmas ile süslenmiştir. İkisinin toplamı “6.666” eder Kur’an’ın ayet sayısını verir. Oysa günümüz Kur’anı “114” Sure (Metin) ve “6.660-6,664” arasında ayet sayısı olduğu görülmektedir.
Osmanlı Şeyhülislamlığı yapmış Abdülhakim Arvasi’nin (Cumhuriyet döneminde Van Milletvekilidir) oğlu Kadıköy Müftüsü Ahmet Mekki Üç Işık yazdığı “Saadet-i Ebediyye” adlı kitabın 43. Sayfa, ikinci paragrafında Kur’an “114” Sure, “6.660” ayet diye yazmıştır.
Aşağıda belirtilen tablo toplandığında ise “114” Sure “6.125” ayet çıkmaktadır. İki kez aynı sonucu almama rağmen hata yapmış olabilirim belki ama bu kadar rakam kaçırdığımı sanmıyorum. Belki tabloyu hazırlayanda bir hata vardır.
Kur’an’ın ayetlerini iniş sırasıyla okumak, Peygamberliğin gelişinden itibaren ayetlerin inmesine sebep olan olayları sırasıyla okumanızı sağlayacaktır. Böylece onu daha kolay anlamaya sebep olacağından, günümüz Müslümanı ister Hicaz Arap'ı ister başka milletten Müslüman olsun Kuranı anlamak için aşağıdaki formülden yararlanmak zorundadır. Yoksa Türkçesi de olaylarını net biçimde algılamanıza yetmeyecektir.
Kolay gelsin.
Alaeddin Yavuz/

İNİŞ SIRALARINA GÖRE KURAN SURELERİNİN DİZİLİŞLERİ
Surelerin peygambere vahyediliş sırası solda, sonraki sıra da günümüz Kuran sırasıdır.
İniş S.No -K.S.NO-   SÛRE ADI          AYET SAYISI         CÜZ      SAYFA
  1. 96                    Alak                            19                      30            597 
  2. 68                    Kalem                         52          29            563 
  3. 73                    Müzzemmil                  20                      29            573 
  4. 74                    Müddessir                   56                      29            574 
  5. 1                      Fâtiha                                                              0 
  6. 111                  Tebbet                                                30           603 
  7. 81                    Tekvîr              29                       30           585 
  8. 87                    A’lâ                             19                       30           591 
  9. 92                    Leyl                             21                       30           595 
  10. 89                    Fecr                            30                       30           592 
  11. 93                    Duhâ                           11                        30          595 
  12. 94                    İnşirâh                                                 30          596 
  13. 103                  Asr                                                       30          601 
  14. 100                 Âdiyât                          11                     30            599 
  15. 108                 Kevser                                               30            602 
  16. 102                Tekâsür                                               30            600 
  17. 107                 Mâ’ûn                                                30            602 
  18. 109                 Kâfirûn                                              30            603 
  19. 105                 Fil                                                       30            601 
  20. 113                 Felâk(*)                                            30             604 
  21. 114                 Nâs(*)                                              30             604 
  22. 112                 İhlâs                                                  30             604 
  23. 53                  Necm                            62                    27             525 
  24. 80                 Abese                             42                    30             584 
  25. 97                 Kadr                                                    30             598 
  26. 91                 Şems                              15                    30             594 
  27. 85                 Bürûc                              22                    30             589 
  28. 95                 Tîn                                                       30             596 
  29. 106               Kureyş                                                 30             602 
  30. 101               Kâri’a                             11                    30             600 
  31. 75                 Kıyâmet             40                    29             576 
  32. 104               Hümeze                                              30             601 
  33. 77                 Mürselât                         50                    29             579 
  34. 50                 Kâf                                 45                    26             517 
  35. 90                 Beled                              20                    30             593 
  36. 86                 Târık                               17                    30             590 
  37. 54                 Kamer                            55                    27             527 
  38. 38                 Sâd                                 88                    23             452 
  39. 7                   A’râf                              206                                150 
  40. 72                 Cin                                 28                    29             571 
  41. 36                 Yâsîn                              83                    22             439 
  42. 25                 Furkân                            77                    18             358 
  43. 35                 Fâtır                                45                    22             433 
  44. 19                 Meryem                         98                    16             304 
  45. 20                 Tâ-Hâ                             135                  16             311 
  46. 56                 Vâkı’a                            96                    27             533 
  47. 26                 Şu’arâ                             227                  19             366 
  48. 27                 Neml                              93                    19             376 
  49. 28                 Kasas                             88                    20             384 
  50. 17                 İsrâ                                 111                  15             281 
  51. 10                 Yûnus                             109                  11             207 
  52. 11                 Hûd                                123                  11             220 
  53. 12                 Yûsuf                              111                  12             234 
  54. 15                 Hicr                                99                    14             261 
  55. 6                   En’âm                             165                                127 
  56. 37                 Sâffât                              182                  23             445 
  57. 31                 Lokman                           34                  21             410 
  58. 34                 Sebe’                                54                  22             427 
  59. 39                 Zümer                               75                  23             457 
  60. 40                 Mü’min                             85                  24             466 
  61. 41                 Fussilet                            54                   24            476 
  62. 42                 Şûrâ                                 53                   25            482 
  63. 43                 Zuhruf                              89                   25            488 
  64. 44                 Duhân                              59                   25            495 
  65. 45                 Câsiye                             37                   25            498 
  66. 46                 Ahkâf                              35                   26            501 
  67. 51                 Zâriyât                             60                   26            519 
  68. 88                 Gâşiye                            26                   30            591 
  69. 18                  Kehf                              110                 15            292 
  70. 16                  Nahl                              128                  14            268 
  71. 71                  Nûh                                 28                  29            569 
  72. 14                  İbrahim               52                  13            254 
  73. 21                  Enbiyâ                           112                  17            321 
  74. 23                  Mü’minûn                      118                  18            341 
  75. 32                  Secde                              30                  21            414 
  76. 52                  Tûr                                  49                  27            522 
  77. 67                  Mülk                                30                  29            561 
  78. 69                  Hâkka                             52                  29            565 
  79. 70                  Me’âric               44                  29            567 
  80. 78                  Nebe’                              40                  30            581 
  81. 79                  Nâzi’ât                            46                  30            582 
  82. 82                  İnfitâr                               19                  30            586 
  83. 84                  İnşikâk                            25                  30            588 
  84. 30                  Rûm                                 60                  21            403 
  85. 29                  Ankebût                          69                  20            395 
  86. 83                  Mutaffifîn                         36                  30            587 
  87. 2                    Bakara(*)                      286                                   1 
  88. 8                    Enfâl(*)               75                               176 
  89. 3                    Âl-i İmrân(*)                 200                                 49 
  90. 33                  Ahzâb(*)                       73                    21            417 
  91. 60                  Mümtehine(*)                13                    28            548 
  92. 4                    Nisâ(*)                         176                                 76 
  93. 99                  Zilzâl(*)                                              30             599 
  94. 57                  Hadîd(*)                           29                 27             536 
  95. 47                  Muhammed(*)                 38                 26             506 
  96. 13                  Ra’d                                 43                 12             248 
  97. 55                  Rahmân                            78                 27             530 
  98. 76                  İnsan(*)                             31                29             577 
  99. 65                  Talâk(*)                            12                28             557 
  100. 98        Beyyine(*)                                        30             598 
  101. 59        Haşr(*)                            24                28             544 
  102. 24        Nûr(*)                             64                18             349 
  103. 22        Hac(*)                             78                17             331 
  104. 63        Münâfikûn(*)                   11                28             553 
  105. 58        Mücâdele(*)                    22                28             541 
  106. 49        Hucurât(*)                       18                26             514 
  107. 66        Tahrîm(*)                         12                28             559 
  108. 64        Teğâbun(*)                      18                28             555 
  109. 61        Saff(*)                             14                28             550  
  110. 62        Cum’a(*)                         11               28             552 
  111. 48        Fetih(*)                            29                26             510 
  112. 5          Mâide(*)                        120                             105 
  113. 9          Tevbe(*)                         129               10             186 
  114. 110      Nasr(*)                                             30             603

Not: Yanında (*) işareti bulunan sureler Medeni (Medine'de inmiş), diğer sureler Mekki (Mekke'de inmiş)tir.

Şimdi Muhammet’in 611-632 arasında geçen yaklaşık 22 yıllık peygamberlik süresince katıldığı küçük savaşlar (Gazalar) ile büyük savaşlarını topluca görelim.

Muhammet’in Katıldığı Küçük Savaşlar (Gazveler/Gazalar);

1-Yemame Savaşı;
Yemame Savaşı denilen olay, Mekke’nin doğusunda, Hürmüz Körfezi kıyısında, günümüz Bahreyn Adasının karşısı diyebileceğimiz Arabistan yarımadasında bir bölgedir. Halkı Kur’anda İİbrahim Suresinde ve bir çok yerde geçen “Hanif Din” e inandıklarını söyleyen Sabi-Süüryani-Nasturi Hristiyanlarının olduğu bölgeydi.
Muhammet çağında peygamberlik eden biri kadın dört kişiden olan ve Muhammet’e ortaklık önerisi ret edilen Yemame’li Rahman, ya da Peygamber Muhammet’in taktığı adla “Müseylemet El Kezzap’ın ülkesidir. Peygamberin sağlığında buraya yapılan akınlar tam zafere ulaşmamış, Ebubekir’in halifeliğinde Yemame’li Rahman öldürülmüştür. Rahman, İslam’da da esas olan Besmelede yerini alan “Rahman ve Rahim olan Allah’a” inanan ve böyle bir dini tebliğ eden adamdı. Nasturi Hristiyanları da “Rahman ve Rahim Allah” kavramını esas alan Hristiyanlardı.
Roma’nın Hristiyanlık zorlamalarına karşın Arapların ortak inanablecekleri, İbrahim’in Yıldız dinine uygun bir din yapmaya çalışan Varak bin Nevfel gibi insanlardan birisiydi. Varaka da Nasturi Mekke kilisesinin baş keşişiydi. Rahman ve Rahim Allah inancını tebliğ eden, Yemen’de bunu Muhammetten önce yayan Feymiyon adlı bir sihirbaz Hristiyan rahibinin efsanesini İbni İshak’ın “Siret-ül Resulüllah (Peygamberin Hayatı) kitabında bulabilirsiniz.

2-Şimdi de Bi’ri Maune Olayı;

Hicret’in üçüncü yılı yani M.S.625’te, günümüz Yahudi Vehhabilik mezhebini kuran Necdli Mehmet Abdülvehhab’ın kabilesi olan Necd Çölünde yaşayan Necd’li Mülâıb-ül Esinne” lakaplı Amir bin Melik Muhammet’ten İslam’ı öğretecek öğretmenler ister. Şahsı tanıyan Muhammet endişesini “Göndereceğim kişler hakkında Necd ahalisinden korkarım” diye belirtince Amir bin Melik’in kendisine “Sakın kuşkun olmasın. Onları benim himayemde gönder ve halkı İslamiyet’e davet etsinler” diyerek  güvence verilmesi üzerine yetmiş (70) kişiyi görevlendirir. Bu görevliler yolda Maune kuyusu çevresinde pusuya düşürülerek okçular tarafından öldürülürler. Olay adını bu kuyunun adından alır.

Peygamberin lanetini o zaman kazanan bu kavim, peygamberden 1100 yıl kadar sonra,1739’da İngiliz ajanı Hemper’in yazdığı Vehhabilik dinini benimsemiş, Mecüc (Arapların tapındıkları Cüce cin veya şeytanlar) soyu dedikleri Türklerden hilafeti alma bahanesiyle isyan etmişler, İslam’ın Haçlılara esir düşmesinde büyük hizmetler vermişlerdir. 1917 Süveyş Kanal yenilgisinde de Necdli Mekke Emiri Şeyh Hüseyin’in askerleri yardıma gelip ordumuzu içeriden vurmuşlardır. Hala da Türkleri putperest gördüklerinden hacılarımıza kötü davranmakta, aşağılamaktadırlar. Hacca veya umreye giden insanlarımızın kıldıkları namazdan kabir ziyaretlerine kadar her türlü ibadetleriyle alay etmektedirler.
Bu gün de İngiliz ve Amerikan sömürgeciliinin en büyük ortakları olup Otodoks Yahudi, Hristiyanlar ile Vehhabi Araplarından oluşturulmuş IŞİD haçlı ordusunun finansmanından kadın dahil her türlü ihtiyacına yardım etmekte, Irak, Libya, Mısır, Bahreyn, Suriye ve Yemen’de kan akıtmaya devam etmektedirler.

3-Zatü’r Rıka Gazası;

Necdlilerin öldürdükleri öğretmenlerin öcünü almak için Beni Nadir Yahudilerinin sürgün edilmesinden bir buçuk ay kadar sonra, Hicretin dördüncü yılında (625-626) Muhammet ordusunu toplayarak Nah adlı yerde ordusuna karargah kurdurmuştur. Durumu gören Necdliler kaçarak bölgeyi terk etmişlerdir. Bölge savaşsız ele geçirilmiştir. Ancak kin bitmemiş, muhtelif olaylarda peygambere ve Müslümanlara suikastlerde bulundukları Buhari kayıtlarında yer almaktadır.

4-Bu olaydan bir yıl önce olan ikinci bir olay da Yevm’r Raci olayıdır.

Hicretin üçüncü yılında (624), Udal ve Kare kabilelerinden bir heyet Muhammet’ten kendilerine İslam’ı öğretecek öğretmenler göndermesini ister. Bu isteğe olumlu cevap veren Muhammet, Mersed bin Ebi Mersed, Halid b. Bükeyr, Asım b. Sabit, Hubeyb b. Adiy, Zeyd b. Desine ve Abduyllah b.Tarık tan oluşan bir heyeti Asım b. Sabit başkanlığında göndermişti. Heyetin gelişini Lihyan oğulları kabilesine tuzak kurdurarak okçularla öldürtmüş, heyetten Hubeyb ile Zeyd dahil bazılarını da Mekke köle pazarında satmışlardır.

5-Beni Nadir Yahudilerinin Medine’den Sürülmeleri;

Muhammet tarafından dokunulmazlık belgesi verilmiş olan Amr b. Umeyye ed Damri’nin öldürdüğü iki kişinin diyetlerinin ödenmesi konusunda Nadir oğulları Yahudilerinden yardımcı olmalarını isteyen peygambere olumlu cevap verip arkasından suikast kurduklarını haber alan Muhammet Yahudilere Medine’yi on gün içinde terk etmelerini emreder.
Güçleri yetersiz olan Yahudiler çaresiz kabul ederler. Muhaliflerden Abdullah b. Ubey b. Selül, elinde yardım edecek iki bin adamı olduğunu söyleyerek isyana teşvik eder. Yahudiler kalelerinde toplanırlar. Muhammet yaş hurmalıklarını yaktırarak onlara korku verir.Ancak vaat edilen yardım gelmeyince emre uymak zorunda kalırlar. Silahları ile savaş araçları hariç develerinin taşıyabileceği kadar yük alarak gitmelerine izin verir.
Beni Nadir Yahudilerinin mallarını Muhammmet kendisine alır ve karılarının bir yıllık masraflarının bu hurmalıklardan karşılandığı Belazuri’nin “Fütuh ul Buldan” kitabında geçmektedir.

6-Beni Mustalik Gazası (Mureysi Gazası);
            
Beni Mustalik ya da Mureysi Yahudi kabilesinin Muhammet’e karşı Haris ibn Dirar komutasında ordu hazırladığı haberi üzerine kararlaştırılmıştır. İbni İshak’a göre hicretin altıncı (628), bazı ulemaların görüşlerine göre de beşinci (627) yılının Şaban ayında gerçekleşmiştir. Bu savaşa, önceki savaşlarda kazanılan başarıların etkisiyle yağmacı gayrimüslümler de gönüllü katılmışlardır.
Savaşın enteresan olaylarından birisi de Hz. Ömer’in kölesi ile bir sahabenin kavgalarının “köle-efendi” savaşına dönüşmesinin Muhammet’in idareciliğiyle önlenmesidir. Ancak bu günkü mitingleri andıran yürüyüş olaylarına kadar iş uzamıştır.
Diğer en önemli olay ise, Kur’anda Recm ayetlerinin olmasına engel olan Hz. Ayşe’nin savaş alanında unutulup zina ile suçlandığı ve Nur Suresi ayetleriyle Allah tarafından masumiyetinin bildirilmesi ile Ayşe’nin  recm edilmekten kurtulduğu meşhur “İfk” olayıdır.
Bu iki olay sonunda dinden dönmeler de yaşanmıştır.

7-Beni Kaynuka Gazası
8-Sevik                 
9-Gatafan              
10- Demet-ül Cendel “
11-Ebva             Gazası
12-Buvat               
13-zu’l Uşeyre        
14-Karkaratül Kudür “
15-Beni Süleym         
16-Hamra-ül Esed      
17-Beni Lihyan           
18-Gâbe                    

Muhammet’in Katıldığı Savaşlar;

1- Bedir Savaşı;
Hicretin ikinci yılının (624) Ramazan ayında, haram aylar olmasına rağmen, Müslümanların Kureyşlilerin kervanlarına saldırıp yağmalaması üzerine çıkmıştır.

2-Uhud Savaşı (625);
Bedir savaşının yenilgisini hazmedemeyen, Medine’li Hristiyan ve Yahudilerin İslam’ın geşimesinin getirdiği rahatsızlık üzerine yaptıkları işbirliği ile Kureyşlilerin öç almak için giriştikleri Uhud Dağında yapılan bir savaştır. Okçuların zaferi de denilebilir. Hata yüzünden Müslümanlar savaşı kaybetmekle yüzüyüze kaldıkları bir savaştır.

3-Hendek Savaşı (627)
Hicretin beşinci yılında, Medine’den sürülen Bnei Nadir Yahudilerinin sürgünden onra Mekke’ye giderek Kureyşlilerle birleşmelerinden sonra çıkmıştır. 10.000 kişikil ordu ile gelen Kureyş ordusunu İranlı Süryani Hristiyan dönmesi Salman-ı Farisi’nin önerisiyle, Medine çevresine hendek kazarak savunma yapılmasından dolayı bu adı almıştır. Zafer peygamberin olmuştur.

4-Hudeybiye Anlaşması (628);
1400 kişi ile Kâbe’ye hacca gelen peygamber şehre sokulmamı, Hudeybiye denilen yerde 10 yıl süreli anlaşma ile Hac yapılmıştır.

5-Hayber’in Fethi(629);
Medine’den sürülen Beni Nadir Yahudileri Suriye yolu üzerindeki Hayber şehrine yerleşmişlerdi. Yedi kaleden oluşan bu şehir halkı olan Yahudiler Medine’ye saldırmak için hazırlık yaptıklarını öğrenen peygamber anlaşma teklif etmiş se de geri çevrilmesi üzerine savaş hazırlıkları yapıldı. Gatafan Arapları da  Yahudilerle birlik olmayı kabul etmişlerdi.  Saldırmalarını beklemeyen Muhammet üç gün yol yürüdükten sonra Hayber’i kuşattı ve 10 gğnlük kuşatmadan sonra kale alındı.

6-Mute Savaşı (629);

Suriye’de Belka denilen yerde Romalılarla yapılan ilk savaştır. Savaş sonuşçsuz kalmıştır.

7-Mekke’nin Fethi (630);
Hudeybiye anlaşmasını Mekkelilerin bozması üzerine savaş kararı alındı. Mekke kısa sürede kolaylıkla ele geçirildi. 18 yıl Muhammet’e kan kusturan Ebu Süfyan’ın Mekke’yi bu kadar kolay teslim etmesi ile, Ebu Süfyan’ın 627’de Şam’da yaptığı görüşmenin etkisi açıktır. Romalılarla “ele güne karşı ayıp olmasın” tarzından göstermelik savaşlar yapılarak Muhammet yüceltilmiştir. Yoksa Roma bütün Arabistanı düm düz edecek güçtedir.

8-Huneyn Savaşı (631);
Mekke yakınlarında Havazin denilen Süryanilerin yaşadığı bölgedir. Romalıların, İsa’yı “dişi şeytan Er Ruha’nın kılık değiştirmiş hali” diye tanımlayıp, Katolik İncil’ini ret ettiklerinden dolayı sürdüğü Süryanilerin kaldırılması Roma için İran ve Yahudiler kadar önemliydi. Muhammet Yahudileri, Ortodoks Süryanileri kırmakla Roma’ya hizmet etmiştir.

9-Tebük Seferi (631)
Mute Savaşı gibi, Muhammet-Herakles işbirliği projesşnden haberi olmayan Roma ileri gelenlerini ve halkını teskin etmek, Muhammet’e de güven verip bütün Arapları arkasına almasını sağlayacak düzmece savaşların Muhammet çağındakilerin sonuncusudur. Bu savaş ta sonuçsuz kalmış, Müslümanlara göre Romalılar sindirilmiştir.

22 yıllık peygamberliği süresince “18”i büyük “9”u küçük olmak üzere “27” savaş geçiren Muhammet’in “barışçı bir din tebliğ etmesi” sizce ne kadar mantıklıdır?
Muhammet’in bütün insanlığa “barış, kardeşlik, adalet “ tebliğ eden bir dinin peygamberi olamak şöyle dursun Sabilerin din kitaplarında yazdıkları gibi, “Marsın Kılıcı, Kan dökücü Arap Ahmet” sıfatı daha çok yakışmaktadır. Medine döneminde recm ayetleri olmamasına rağmen Yahudi ve Ortodoks Hristiyanlara “Tevrat’at var” diye recm uygulaması ve onları haraca bağlamasının getirdiği düşmanlıklar bu sözde “barış peygamberine” suikastlar, çok sayıda insanın ölümleriyle sonuçlanan savaşlar olarak geri dönüşüm yapmıştır.
Bu yazının hiçbir telif hakkı yoktur. Düşünen akıllı insanlara hediyemdir.

Yazıyı derleyen ve yorumlayan
Alaeddin Yavuz