27 Şubat 2016 Cumartesi

ENKAZCI EMİNE ERDOĞAN KENDİ KALEMİNDEN

ENKAZ KALDIRAN EMİNERESA KİMDİR?

Kendi kalemlerinden...

1979 yılında dinci-kinci kripto azınlığın, İslam maskesiyle Müslümanlara gibi ibadet eden, adları aynı olan kripto Hristiyan azınlıkların kurduğu, gerici Ensar Vakfı toplantısına katılan cumhurbaşkanının eşi Emine Erdoğan hanım konuşma yapmış ve bu konuşmasında sarfettiği “...Artık yeni bir kavşaktayız. Türkiye’nin 90 yıllık enkazını kaldırdık. Nitekim bu gün bu sorunlarla yüzleşiyoruz. Bir ebru gibi iç içe geçmiş bu topraklarda birlikte yaşama arzumuz terörün etkisi altında kalmaktadır....”
şeklinde sözlerini sürdürmüştür.

İlk bakışta, “terör nedeniyle bir türlü huzur bulmayan ülkemizin iç barışını” dile getirmek amacıyla söylenmiş bir söz olarak yorumlanabilir. Aslında bu söz bu amaçla söylenmiştir.

Ama, bu cümledeki enkaz eğer “terör” ise bu terör doksan yıllık değil, 1650’lerden beri vardır. 19. ve 20. yüzyıllarda Ermeni, Süryani isyanlarıyla birleşerek büyütülmüştür. Emine hanımıın memleketi olan Siirt ve komşu illeri Bitlis gibi Yezidi, Süryani, Ermeni bölgelerinde bu terör yüzünden Sultan Abdülaziz (1864) ve sultan II.Abdülhamit (1892) gibi padişahlarca bölgeden Ermeni, Yezidi, Süryani asilerin sürgünleri yapılmıştır. 1919’da Osmanlının teslim olması, Sevr anlaşmasıyla, Bitlis-Siirt ve çevre illerin İngiliz idaresine bırakılmasına kadar çok sevdikleri Osmanlı’ya kurşun sıkmışlardır.

Bu terör yine kurtuluş savaşında İngiliz, Fransız, Amerika’lı işgalcilerin tahrikleriyle canlandırılmış, 1923-1938 arasında geçen “15” yıl boyunca Mustafa Kemal Atatürk devrimlerine karşı “26” Kürt isyanı çıkartmıştır. Kurtuluş savaşında 20.000 asker kaybeden devlet, Kürt isyanlarında 500.000 insan kaybetmiştir.
Bir enkaz varsa o da Emine Erdoğan’ın memleketini de içine alan Yezidi Kürtçülük adı altında yürütülen Ermeni, Süryani, Ortodoks Yahudi kripto yapılanmasıdır.

Bu yapılanma da asla “birlikte yaşama” isteğinde olmamış, “ayrı devlet olma isteğini” hala da sürdürmektedir.
Kısaca Emine hanımın bahsettiği “birlikte yaşama arzusu” olmadığı için de “terörün” etkisi altında kalmasından da bahsedilemez.
Olsa iyi olmaz mı?
Hepimizin dileği budur zaten.
Bunun için de “doksan yıllık enkaz” diyerek kendisini o mevkiye getiren düzeni kuran büyük önde Mustafa Kemal Atatürk’ün emaneti cumhuriyete laf dokundurmanın da gereği yoktur.

Örneğin, “800 yılllık devlet olma istekleri yüzünden Kürtçülerin bölgede akıttığı kanları Kürtçüler durdurmalıdır, asırlardır kendilerine uzatılan her türlü barış elini, yardımı ihanetle, nankörlükle ödemek gibi aşağılık oşmaktan kendilerini kurtarmalıdır.” Da denilebilirdi.

Elbette Süryani Rahibesi gibi giyinen Siirt Süryani’si Emineresa’nın böyle bir bilgiye sahip olması mümkün değildir. Olsa da isyanın köklerinin atalarına bağlanması nedeniyle de zikretmeyeceği ortadadır.

Cumhurbaşkanlığı internet sitesinde cumhuriyet düşmanı bu hanımın biyografisine bir göz attım ve dikkatimi çeken konuları olduğu gibi kopyaladım.
Şimdi okuyalım;

1-“Emine Erdoğan, Cemal ve Hayriye Gülbaran çiftinin beşinci ve tek kız çocuğu olarak 16 Şubat 1955’te İstanbul’da dünyaya gelmiştir. Aslen Siirtli olan Emine Erdoğan, İstanbul Mithat Paşa Kız Meslek Enstitüsü’nde okumuş, gençlik yıllarından itibaren aktif biçimde sosyal faaliyetlerin içinde bulunmuştur.”
Rahibe Emineresa hanım, kız meslek lisesi adlı bir okula gitmiştir. Ne zaman başlayıp ne zaman mezun olduğu yazılmadığına göre okulu muhtemelen terk etmiş olmalıdır. Hakkında yazılan bir çok yazıda da zaten Lise değil, Orta okul 2. sınıftan terk olduğu işlenmektedir. Bu da iddiaları doğrulamaktadır. Gülbaran olan soy adının onomastik incelemesini zaten Yalçın Küçük, Soner Yalçın yapmıştı.


2-“Bu süreçte Recep Tayyip Erdoğan ile tanışmış ve 4 Temmuz 1978 tarihinde evlenmiştir. İki kız, iki erkek dört evladı olan Emine Erdoğan, sosyal ve siyasal hayatta daima aktif roller üstlenmiş, Başbakan eşi olduğu yıllarda da faaliyetlerini artırarak sürdürmüştür. Ailesinden aldığı yardımseverlik mirasını hayatının tümüne yansıtarak binlerce insana yardım eli uzatmıştır.”

16 Şubat 1955 doğumlu kova burcundan olan Emine hanım, burcunun “özgürlüğüne düşkün” olma özelliklerinden yani, kovalığı yüzünden olsa gerek ki kapıda fazla kalmış görünmektedir. Ortadan ayrıl, hiç bir eğitime devam etme buna rağmen “23” yaşına kadar koca bekle. O zamanlarda böylelerine “kokmuş turşu” denilirdi. Evlilik ve doğum tarihlerini nete açıkça yazdıklarına göre, hediyelere karşı düşkünlüklerini de sergilemekten çekinmemişlerdir. Aslında yıl yeterlidir.

Muhterem eşleri de Kıbrıs harbi korkusundan 1973’de yazıldıkları, devam mecburiyeti olmayan ve iki yıllık yüksek okul değerinde bile olmayan Beyazıt’taki İktisat fakültesinden 1982’de mezun olmayı başardığına(!) göre eşlerinin eğitimlerini tamamlamasını bekleme gibi sorunları da yoktu. 1982’de aldığı yüksek okul diplomasıyla 1979 yılında “yedek subay” askerlik yapan kocası dünya tarihine geçmiş bir mucizedir.
Muhtemelen böyle birini kaçırmamak için Emineresa Süryani manastırlarından birisinde çilekeş rahibelik ederek eşlerini beklemiş olmalı diyeceğim ama öyle değil diyorlar.

3-“ AK Parti belediyelerinde hâlâ devam eden ‘zengin ve yoksulların buluştuğu iftar sofraları’ girişimini başlatarak farklı kesimler arasında sosyal dayanışma içinde bir yardım koridorunun oluşmasına katkı sağlamıştır.”

Parasını devleti hortumlayan cemaat işadamları ile bu işlere meraklı hayırseverlere ödettikten sonra ramazan sofralarında hak sahibi olduğunu iddia etmek sadece terbiyesizliktir.. Yaptır cebinden görelim.

4-”2005 yılında ‘Toplumsal Gelişim Merkezi’nin (TOGEM) kuruluşuna öncülük etmiş, çocukların ve kadınların eğitimi ile ilgili önemli faaliyetlerin gerçekleştirilmesine destek olmuştur.”

Her ilçede bu sözde meslek kurumları bulunmakla birlikte halkın yoğun ilgisi görülmemektedir ve tamamen tarikat örgütlenmesi esaslı olduklarından sadece  yeni İstanbul’a göçmüş fakir fukaraların iş umuduyla gidip geldikleri, bulamayınca da devam etmediği yerlerdir.

5-”Haydi Kızlar Okula’ kampanyası ile 300 bine yakın kız çocuğunun okuma-yazma öğrenmesine ve okula gitmesine vesile olmuştur.”

Kızlarınız okutmayın!
Diyen cübbeli
Ahmet hoca, hastanede
kadın doktora
muhtaç oldu.
Bu kampanyanın ne demek olduğunu, sarayda ağırlanan Cübbeli Ahmet Hoca’nın verdiği “Okula kızlarınızı göndermeyiniz, tümmden kafirliktir, dinden çıkmadır” bir başka imamın” Yedi yaşında kız okulda öğretmen tarafından eğitilemez, o kadındır” fetvalarına bakılırsa topluma yararı hemen anlaşılacaktır.

6-“Emine Erdoğan ayrıca, önemli sosyal problemlerden birisi olan madde bağımlılığına karşı toplumsal hassasiyetin artırılması ve daha etkin bir mücadele yürütülmesi için uyuşturucuyla mücadele kampanyalarına da destek vermiştir.”

Madde bağımlılığı, 17-25 Aralık 2013 operasyonunda bizzat Kemal Kılıçdaroğlu’nun savcılık ve yargı kayıtlarından alarak aylarca TBMM grup toplantılarında ve mecliste yaptığı konuşmalarda 39 kg. eroin ele geçirildiğini ve bunun cumhurbaşkanı olan eşlerine ait olduğu, onun emirleriyle bu suçların örtüldüğü topluma anlatılmıştır. AKP dönemi cumhuriyeti geçelim Osmanlı döneminde dahi yaşanmamış uyuşturucu bağımlılığının ve ticaretinin arttığı dönemdir. Polisliğe İstanbul’da başlayıp bitirmiş, 35 yıldır İstanbuL’da yaşayan birisi olarak bu kadar rahat uyuşturucu satıldığı bir dönem görmedim. Şartlara göre Emineresa hanım, tarikatlarda zikir çekenlerin daha kolay vecde gelmeleri için “madde bağımlılığı ile mücadele” adı altında “madde pazarlama kampanyası” başlatmış görülmektedir. Daha geçen ay, Haberturk kanalında konuşan imamları Cübbeli Ahmet, Fatih Altaylı’ya “ uyuşturucunun zikir esnasında faydasından dem vuracakken” uyanık gazeteci onu susturdu. Anlayınız artık milleti ne ile vecde getirdiklerini ve nasıl da mücadele (!) ettiklerini.

7-“Türkiye’nin 81 ilinden vali eşleri ile birlikte kadın, yaşlı, çocuk, engelli, gazi ve şehit aileleri, yoksullar ve madde bağımlıları gibi grupların yaşam kalitesini yükseltmek üzere bir gönüllülük seferberliğine öncülük yapmıştır.”
Evet, sayelerinde “gazilik ve şehitlik yasaları” kaldırıldı, yerine “görev malullüğü yasası” getirildiğinden, gaziler “340TL maaş dışında protez, ilaç ve tedavi yardımları dahi alamadıklarından yakınmaktadırlar.

8”Kadının iş hayatında daha aktif rol alabilmesi için bölge ülke liderlerinin eşleriyle ‘iş hayatında kadın’ temalı uluslararası konferanslar düzenlenmesine destek vermiştir.”
Bu proje bağlamında olsa gerek Bingöl AKP İl başkanlığından bir kadın alınmış eve oturması için gönderilmiştir. Kadın milletvekilleri eşleri olan cumboş’un “cariyeleri” gibi açıklamalardan öte faaliyetlerine rastlamamaktayız.

9-“Gazze, Myanmar ve Pakistan gibi bölgelerde yaşanan insanlık trajedilerine karşı sessiz kalmayarak uluslararası organizasyonlar düzenlemiştir. 2009 yılında Gazze’ye yönelik saldırılar karşısında Arap dünyası ve Batılı ülke liderlerinin eşlerini bir araya getirmiş ve tüm dünyaya ‘savaşı durdurun’ çağrısında bulunmuştur.
Gazze’yi “gaz yağından dolayı söyleyebilir ama Myanmar’ın ne adını ne de haritada yerini gösteremeyecek bu kadına böyle profiller yazılmasına gerek yoktur. Artık eşini dinleyen kalmadı ki, bu kadının “savaşı durdurun” çağrısına kulak veren olsun. Geziciler bağırsalar bundan daha etkili olurlar.


10-“Emine Erdoğan, Türkiye Cumhuriyeti ‘First Lady’si olarak katıldığı yurt dışı seyahatlerinde farklı ülkelerin First Lady’leri ile çeşitli sosyal sorumluluk projeleri çerçevesinde fikir-alış verişinde bulunmaya devam etmektedir.
Cumhuriyet tarihimizde İngilizce bir sıfat olan “Först leydi (First lady)” sıfatı yoktur. Bir takım batı hayranı zübüğün yakıştırmasından başka şey değildir. Türkçeyi konuşamayan cahillerin cehaletlerini tatmin için böyle terimlere gerek yoktur. Osmanlıda “Valide sultan”, eski Türklerde “Ece” sıfatları vardır. Oda olsun “Hava ana”  ama bu leydi bilmem ne deydi gibi şeyler olmasın. Siz cahilseniz sizi çekmek zorunda değil kimse. Fikir alışverişi konusuna gelince, ana okulundan yeniden eğitime başlatılmadıkça bu kadının bir şey öğrenmesi söz konusu değildir. Fiklri olması için akıl gerekir o da eğitimle kazanılır. Emineresa da o da yok.

11-“Emine Erdoğan, gerek yurt içinde gerekse yurt dışında aktif sosyal hayatından arta kalan zamanda, kitap okumak ve farklı dünya müzikleri dinlemekten keyif almaktadır.”
Yav aktiflikten gına geldi yani. Her ağzını açısında ilk okul öğrencilerinin bile “aaa ne cahil” dediği bir kadının dinleyeceği müzik eşleri gibi kilise şarkıları olan Arabesk’tir. Sanatçılarını da Orhan ve Ferdi olarak belirteyim.

Bunları “Kuğu Gölü” ne götürmeye kalksan Yıldırım Akbulut’un hanımı gibi mayo aramaya kalkarlar.

Sonuç, Türk ve Müslüman dünyasının üzerinden kaldırılması gereken en büyük, en sorunlu tam 1300 yıllık enkaz sizsiniz. Ya enkaz olmaya devam edersiniz ya da bu topraklarda herkesle birlikte ayrımcılık yapmadan, mevcut makamınızı kullanarak insan gibi kardeşlik bağları oluşturarak devletin birliğini, halkın bütünlüğünü sağlayarak hürmet görme yolunda insani bir adım atarsınız.
Takdir sizindir.

Alaeddin Yavuz wordpress
keykubat
/adilyargic
/ adilyargicc



Emine hanımın biyografilerinin linki; http://www.tccb.gov.tr/emineerdogan/biyografi/

22 Şubat 2016 Pazartesi

ANA BABA HAKKI VE ÇOCUKLARIN GELECEKLERİ



Hepimiz, şu kahrolası küresel sermayeye esir olmuş, yeryüzünün neresinde ne ekileceğine, dikileceğine, hangi ağacın kökleneceğinden okullarda çocukların hangi eğitimi alması gerektiğine, ne kadar cebinde para taşıyacağına karar verdiği, her gün gençlerin tırpanlandığı anarşi, terör, ayrılıkçı bölücü, ırkçı, dinci savaşları çıkarttığı dünyaya kesinlikle anne ve babamıza dilekçe vermeden getirildik.

Analık hakkını, bizi doğuran, emziren, güçlükler ile büyüten, yürümeyi konuşmayı öğreten, hastalıkta tedavi ettiren, başımızda bekleyen, yemeyip yediren, giymeyip giydiren, koruyucu kadının yüceliği olarak algılarız.

Babalık hakkı da, bizi doğurtan, dışarıdan türlü zorluklara göğüs gererek yediğimiz ekmeği getiren, sahip olduğumuz canın, doyan karnımızın, giydiğimiz elbisenin, aldığımız eğitimin sağlayıcısı, evimizin askeri, komutanı, idarecisi, koruyucusu, okula gönderen, eğiten, bir meslek sahibi edip yaşama hazırlayan, evlendiren, düğünümüzü derneğimizi yapan, sahip olduğumuz sosyal çevreyi sağlayan ve başka sayılabilecek bir çok meziyeti ekleyerek tanımlayabiliriz.

Anna ve babayı kutsal kılan budur.


Geçmiş 10.000 yıla kadar uzanan insanlık tarihinde ana babanın saydığımız yücelikleri aynen yaşanmıştır ama biraz farklı.

Köleci kavimlerde, eski Libya, Mısır, Asur, Babil, İran, Hint, Sümer medeniyetlerinde “baba” kavramı biraz farklıdır.

Bu milletlerin, taş devrinden, maden devrine, göçer hayvancı toplumdan yerleşik tarım-hayvancılığa dayalı sosyal topluma ve bunlardan günümüze uzanan uzun yıllar içinde yaşadıkları düşman işgalleri, toplu kıyımlar, kölelik, karşılığında efendilik sürdükleri acımasız yaşam süreçlerinde oluşturdukları dini kültürleri sapıklıklarla doludur.

Adem-Hava; Nuh, Lut ve çocukları ensest
üremenin dini temelleridir.
İhanete uğradığından yabancı ile evliliği bırakıp ensest evlenen, çocuklarını kendisine köle ve karı eden sapkın dinleri oluşturdular.

Bu dinlerde, daime bir ilk ya da büyük tanrı olur ve onun hizmetçileri olan oğulları, kızları olan tanrılar ile insandan başka hayvan veya yaratık tanrıları da oluşturmuşlardır.

Bütün bu yardımcı küçük tanrılar baş tanrının kölesi/kulu ve karılarıdır.

Bunlar çocuklarını Sümer’in Enki’si, Grek’in Kronos’u gibi yiyebilirler, borçlarına karşılık köle olarak satabilirler veya kiralayabilirler. Nevruz (Sümer-Babil’de Akitu) bayramlarında yeni doğmuş çocuklarını kaynatıp, mısır unuyla kızartıp din ve devlet adamlarına ikram edebilirler. Sütten kesilir kesilmez cinsel tatminleri için kullanabilirler.,

Bunca işkenceye rağmen, "anne-babaya" karşı gelen, onları ret eden çocuğun öldürülmesi bu dinlerde emredilir. Tevrat'ın bu emri kesindir.

Bütün bu sapkınlıkları bu sapkınlık coğrafyasında ilk kaldıran ise Yahudilerdir. Daha sonra, siyasi nedenle bu dinden doğan Hristiyanlığı benimseyen Roma ve Roma’nın Araplar için Nasturilikten ürettiği ama Katolik İncil’ine göre ahlakını şekillendirdiği İslam dinleri Yahudiliği birer aşama daha olumlu yönde geçerek bu sapkınlıkları yasaklamışlardır.

Lut ve kızlarından üreyen kavmi Tevrat'ta "Muab/Muab(v)i"
adıyla anılır. Muav-Muaviye gibi. "Babadan olan demektir.
İşte biz bu kültürlerin ürünüyüz. Eski dinlere bağlı Budist, Hindu, Brahman, Zerdüşt inanışlarına sahip toplumlar ise bu sapkınlıkları ancak 20. yüzyılda batıdan aldıkları yasalarla onarmaya çalışmışlardır.

Bu sapıklıkları içeren Zerdüştlük, Sabilik/Süryani/Nasturi ve Habeş İncilleri ile bunlara bağlı olan dönme Şemsi Yahudi cemaatleri içinde hala bu sapıklıkların olduğunu görüyoruz.

Youtube’da Arap dilinde yayınlanan Nasturi Ginza Rabba İncilini okuyan imamın okuduklarını Suriye’de yaşayan bir Türk arkadaşıma son bir kaç gündür dinletip çeviri yaptırıyorum.

Bu İncil’de Allah/Hayyul Kayyum tanrı Adem’e diyor ki;


“-Ey Adem, sana, kız erkek evlatlar verdik, renk renk cariyeler verdik. Onların hepsini sana zenginlik olarak verdik. Ki onların hepsi senin karıların ve kölelerindir”. Çeviriyi yapan arkadaşım bunları ilk kez işittiğinden kafayı sıyırmamak için ara verip gitti sigara içti.

Evet bu sapkınlıklar dinlerde hala var.

Oğlunu eş olarak gören bir kadın. tıkla
İslam’da da “Biz sizi evlatlarla, kölelerle, mallarla zengin ettik ne de az şükür ediyorsunuz” der. İsrail, bu sapkın Şemsi Yahudi ailelerini sınır dışı etti ve onlar Kanada’ya yerleştiler. Geçen yıl da Kanada hükumeti, çocuklarını cinsel ilişkiye razı etmek için elektrik vermek dahil çeşitli işkenceler yaptıklarından ötürü çocuklarını korumaya aldı. Bunu da Kanada basınından öğrendik ve dilimize çevirip yayınladık.


Cathy O’Brien adlı bir Yahudi kadını, kendisinin de doğurduğu kızının da öz babasında cinsel olarak kullanıldığını dilimize “Baykuş İmparatorluğu” olarak çevrilerek satılan kitabında dile getirmiştir.

Bu sapıklıklarla dolu dinlerden doğan Hristiyanlık ve İslam dinleri içinde de bu sapkınlıklar “tarikat ve mezhep” farklılıkları içinde gizli- açık sürdürülmektedir.

“Ana baba hakkı ödenmez” ilkesinin de mitolojik iğrenç temeli bu dinlerdir. Medeni Hristiyan ve Müslüman toplumlarının inançları da küresel mason sermayesince bu dinlere geriye doğru devşirilmektedir. Her gün yeni bir sapkınlığın dine uygun olduğunu televizyonda, yazılı basında veya her hangi bir sosyal ortamda duyar, okursanız nedeni budur.


Ensest bir aile. Fotokopi gibiler değil mi?Tıkla
İnsanlığın yaklaşık 10.000 yıldır bu iğrenç gelenekleri tecrübe ettiklerini düşündüğümüzde bu insanlığın saygı duyulacak bir tarafı olmadığına karar vermek de zor olmaz.

O zaman da bu zaman da ebeveynler, çocuklarını kendilerine baktırmak, hizmetlerini gördürmek, yaşlandıklarında korunmak için üretmektedirler.

Bunlara devleti elinde bulunduran siyasi, askeri, dini oluşumların menfaatlerini de eklediğimizde çocuk yapmak, şahsi ihtiyaç olmaktan devlet ihtiyacına uzanır.

Doğurduğunuz veya doğurttuğunuz evladınız sadece sizin geleceğiniz için değil ayrıca devlet yapılanmasının da asker, memur, bürokrat, vergi veren, işçi ihtiyaçları için daha önemli bir gereksinimdir.


AKP hükumetinin 13 yıldır sürdürdüğü “üç çocuk” tan “beş çocuğa” çıkan doğum teşvik, tecavüzü, zinayı serbest bırakma, suç olmaktan çıkarma siyasetlerinin arkasında yakında girilecek “kendi çıkarımıza olmayacak olan savaşlarda” harcanacak canlara ihtiyacı olduğundandır.

Ana-babanın hakkı tamam da ya çocukların evlatlık
hakkı?Aynı Kur'an ayeti "çocukların da hakları
vardır" diye devam eder.
Ama bu nedense söylenmez. Sosyal devlet
ilkesinden kaçan devlet mi söyletmez?
Ama onların çocukları kıymetlidir, onlar askerlik yapmaz, devleti soyarlar, üstlerine tapularlar ama vergi vermezler. Onlar efendidir. Doğuracağınız, büyüteceğiniz çocuklar da onlara köle olacaklardır.

Her gün terör belasından gelen şehitler, gaziler bu tespitimin delilleridir.


Analık-babalık hakkı diye bir şey vardır ama ne bu dinlerde geçtiği gibi ne de devlet yapısının ihtiyaçları için harcanan çocuklarda geçerliliği yoktur.



Yaptığınız çocuğu, önce kendisine sonra size ve topluma faydalı olabilecek eğitim, ekonomik güvence, sosyal barışın olduğu bir toplumda yaptığınız zaman ondan ana-babalık hakkı talep edebilirsiniz. Daha yetişmeden devlet tarafından askerlik v.b şekilde ya da devletin önlemediği anarşi, uyuşturucu, organ mafyaları ve dini tarikatlara kaptırdığınız çocuklar üzerinde hak talep edemezsiniz. Zira geri alamazsınız. Almaya da gücünüz de yetmez.


Ülkemiz şartlarında, çalışan- emekçi sınıfının çocuklarından hak talep etme şansları da bu nedenlerle ortadan kalkmıştır.
Unutmayın, sizin ana babalık hakkınız kadar çocuklarınızın da sizden "evlatlık hakkı" istemeye hakları vardır.

Ona göre çocuk yapım ve ona göre çocuklarınızdan bir şey bekleyin.

Takdir sizindir.,

Bu devlete çocuk yapmadan önce düşünün?


Alaeddin Yavuz/
Alaeddin Yavuz wordpress
keykubat
/adilyargic
/ adilyargicc

6 Şubat 2016 Cumartesi

DÜNYANIN EN TEHLİKELİ SİLAHI DİN VE TARİHTİR


Alaeddin Yavuz·6 Şubat 2016 Cumartesi

Bu gün facebook paylaşımlarında genç tarihçi arkadaşımız Sinan Meydanın bu konuda bir tespitinin paylaşımına tanık oldum ve altına yaptığım yorumu da biraz açarak yazıya dönüştürdüm.

Sinan Meydan kardeşim, bende öyle bir güven oluşturdu ki, hiç okumadan yazdığına imza atacak kadar güveniyorum.

Din ve Din savaşlarından oluşan tarihi bilmezsen seni
yönetenlerin de kim olduklarını bilmezsin, dinini de
nasıl değiştirdiklerini bilemezsin
Çünkü, başından beri benim tarzım tarihi inceleme mantığına sahiptir.
Herhangi bir yazımı okuyup etkilendikten sonra mı böyle oldu yoksa kendi zekasının inceliğiyle mi bu karakteri kazandı bilmiyorum ama ne olduysa iyi olmuş, ülkemiz bir vatansever tarihçi kazandı ve öyle böyle de olmayan bir tarihçi oldu.

Bu arada hala kapalı olan "Keykubat.blogcu.com" bloğumda 2004'lerde "haber-yorum" yazıları yayınlamaya başladığımı, 2006'lardan itibaren de dini ve tarihi makaleler, tarihi araştırma, çeviri yazılar yayınlamaya başladığımı bilmeyenlere belirteyim.


Tarihin silah olarak kullanıldığını ilk kez Turizm polisinde yabancı misafirleri gezdirirken fark ettim. Sürekli bizi aşağılayan olayları işliyorlardı. Tarihi bizi aşağılamak, kabuğumuza çekilmemizi ve mümkünse yeryüzünden silinmemizi istercesine aşağılıyorlardı.


Cevaplarını veriyordum ama daha donanımlı olmak gerekiyordu. Bu da beni araştırmaya itti. Araştırdım. Sonra ben onları ezmeye başladım. Başlangıçta heyette bulunan bazen vali bazen emniyet müdürlerimiz bana konuşmama talimatı vermişlerdi.


Sultanahmet Turizm Polisi Müdürlüğü
Sonra baktılar ki iyi gidiyor sonra heyetlere beni istemeye başlamışlardı. Zamanı geldi, Sultanahmet camiinde misyonerlik yapan papazlara karşı duruşum ve tartışmayı kaybettiklerinde 40 papaza Kuran aldırmaya uzanan olayları yaşadım.


Bu sevenlerimi arttırdığı gibi, meslektaşlarım arasında sinsi Kürtçülük yapan kripto Ermenileri de rahatsız etti. Onların oyunlarıyla defalarca karakollara sürüldüm. Bunda benim suçum yoktu, sadece devletin Turizm polisine sicili bozuk, mesleki ahlakı düzgün olmayan, küçük çıkarları kovalayan amirleri tayin etmeleri, onların istekleriyle benimkilerin uyuşmaması neden olmuştu.
İnsanın da üstüne gidildiğinde hata yapmayan olmaz. Ben de üstüme gelinince savunma duygusuyla yerli yersi hatalar yapmış olabilirim.

Ama sonunda yaptığım görevlerde mesleğimi milletimi her türlü kuru yaş iftiraya karşı savundum ve yabancıların da takdirini aldım.
Çocukluktan beri ilgi alanım olan dinler ve tarih bana tarihin din savaşları üzerine kurulu olduğunu, dinlerin de ilahi değil siyasi olduğunu, milletlerin siyasetlerini din üzerine kurduklarını, başka milletlerin dinlerini kabul edenlerin de eriyerek asimile olduklarını öğretti.

Ben hala buradayım ve bu görüşü savunuyorum. Son yaptığım çalışmalarımda da bunun delillerini verdim. Aklı olanlar bunu kavramakta sıkıntı çekmeyeceklerdir. Sadece, atalarının cahil olabileceklerini ya da düşmandan aldıkları yenilgiler sonucu başına dayanan kılıçla, sevdiklerinin boyunlarına dayanan kılıç, darağacı, ırza geçme tehditleriyle dinlere girdiklerini de düşünmeleri yeterli olacaktır.
Dinlerin hiç birisi ilahi değildir. Hepsi siyasidir. Her millete adını veren bir dini vardır. Başkalarının dinlerine girenler tarihten silinmişlerdir ve kıl payı kimliklerini koruyabilenler de silineceklerdir.
Sadece tarih değil din de onun en önemli parçası, bedeni olarak silah olarak düşünülmüş bir kurgudur.

Hristiyanlığı Roma’nın resmi dini ilan eden Büyük Kontantin’in biyograficisi H.Doerries'in dediği gibi, "Devlet dini yapar, din de devletin siyasetini belirler."
Halkın, ölüm sonrası ebedi yaşam umuduyla sarılıp toz kondurmadığı dini ise, devlet ve ortağı din otoritelerince sürekli kendi çıkarlarını koruyacak şekilde değiştirilmektedir.

Bağımsızlığını kaybetmiş milletlerde ise dinde gizlice yapılan değişikliklerle halkın da devletin de emperyal/sömürgeci güçleri ilahi takdir olarak kabul etmeleri sağlanır.

Örneğin 1948 sosyalist Çin devrimin yapan MAO ZEDUNG, 150 yıl İngiliz sömürgeliği döneminde "Biz Çinliler, İngiliz efendilerimizi taşımak için kullanılan çekçek dedikleri iki tekerli yolcu arabalarını çekmek için doğmuşuz" inancını kırmakla uğraşmıştır.

Din ve tarih nelere sebep olabiliyor görüyor musunuz?

Bu yüzden bilinen 8000 yıllık medeniyetler hep din toplumları kurmuş, dünya tarihi din savaşlarıyla yazılmıştır.
Tarihi bir silah olarak kullanan ilk yazılar da ülkemizde benim bloglarımda işlenmiştir.
Memuriyetim zamanında Kadıköy Hasanpaşa Karakolunda çalıştığım yıllarda tanıştığım bir akademisyen arkadaşım, o zamanlarda Balkanlarda Türk izlerini araştıran program yapıyordu. Onunla konuştuğumuzda bana bu özelliğimi söylemişti.


“Alaattin, biz tarihi, geçmiş olayların kayıtları ve sadece devletin ibret alması konusunda yararlı görüyorduk. Ama sen tarihi siyaset ve silah haline getiriyorsun” demişti.
Sonra o da bana benzedi. Hala Atatürkçü mücadeleyi veren, ve mücadeleye en başlarda katılan bir arkadaşımızdır.
Ben, İslam’ın ilk gerileme tarihi olan M.S. 740’lardan itibaren hem İslam dininde hem de dini kaynaklarında Roma ve İslam öncesi Arap dinlerinden devşirilenlerin etkisiyle dinin de değişime uğratıldığını düşünüyorum. Bunda yalnız da değilim.


En önemli İslami siyer, hadis, icma, kıyas, Kuran dahil belgelerin batılı kütüphanelerde olması, Mu Kıtası, Mu'nun Çocukları gibi kitaplarla Türklerin tarih öncesi kimliklerinin İngiliz Mason yazar James Churchward tarafından yazılması, Güneş Dil Teorisinin bile bunlardan çıkartılması, Tengrizm dini hakkında verilerin Ruslarca keşfedilip bize verilmesi, Çin'in hala Türk medeniyeti ürünü olan büyük Beyaz piramit ve diğerleri hakkındaki bilgileri gizli tutması, İran'ı işgal eden Emevi İslam ordularının Türk-İran tarihi, dini kayıtlarını yakarak yok etmesinin bizi kökenlerimizi bilme hakkından mahrum etmesi bile bunun için yeterli bir delildir.

Delilleri çeşitlendirmek mümkündür. Çünkü, din ve tarih dünya siyasetinin en güçlü ve tehlikeli silahıdır iddiasındayım.
Bunu bir daha kanıtlayalım.

Geçenlerde facebook sayfamda yayınladığım bir çalışmamı da buna eklersem uygun olacaktır.

Çağımızın Roma'sı Amerika, dünyaya vermek istediği yeni düzen, "daha küçük devletler ve daha köleci dini rejimlerdir."

İster kabul edin ister etmeyiniz..
İslam, Hristiyanlığı Hicaz Araplarına dayatan Roma tarafından Hicaz Araplarının ağırlıklı dinleri olan Yıldız Dinlerine uygun bir Hristiyanlık dini olarak yapıldı.

İbni İshak'ın Siretül Resulullah adlı kitabında verdiği bir örneğe göre, Varak Bin Nefvel ve üç arkadaşı bir hac sonrası halklarına yeni bir din aramak için Mekke'yi terk etme kararı alırlar. Sonunda Varaka (Muhammet'in amca oğullarından) Mekke'ye dönerek Nasturi Hristiyan kilisesinin baş keşişi olur. Muhammet'in hayatında önemli yeri vardır.
Buhari hadislerinde Varaka'nın ölümünden sonra üç yıl vahiylerin kesildiği kaydı geçer. Muhammet'in Suriye Büşra şehri Nasturi Episkoposu rahip Bahira, Arabistan kiliselerinden sorumlu Episkopostur. Muhammet'in dokuz yaşında onunla yaptığı görüşmede Muhammet'in sırtında peygamberlik mührünü gören bu adamdır. İbni İshak'ın kayıtlarında Muhammet ona "Mecusileri sevemediğini söyler." Hristiyanlara sempati duyar. Bu da, altı yaşında süt annesi Halime'nin dedesi Abdülmutallip'e onu getirdiğinde Mekke pazar yerinde kaybolduktan sonra onu bulan, dedesine teslim eden ve Muhammet'in peygamberliğini bile onaylayan Varaka'nın marifeti olsa gerekir.
,
Muhammet, peygamberliği süresince etrafında daima Hristiyan kökenli kişilikleri barındırmıştır. İslam Nasturi Hristiyanlığının Hicaz Arapları için yorumlanmış halidir. Nasturiler de beş vakit namaz kılarlar.
Muhammet'in halkı Hristiyanlaştıran dinine karşı çıkan amcaları Ebu Cehil, Ebu Süfyan bin Harb, oğlu Muaviye ve torunu Yezid'tir.
Bu gün Kürt Yezidiliğinin din kitabı "Mushafı Reş'i okuduğumuzda, Ebu Süfyan, Muaviye "Tanrımız şeytan Azazel/Tavus" dedikleri Halife Yezid'in baba ve dedeleri olması dolayısıyla kutsal kişiler olarak anılır. Ebubekir de tanrıları arasındadır.
İlginç değil mi?
İşte size Emevi İslamı=Mecusilik=Şeytan ibadeti.

Ebu Süfyan'ı 627'deki İran'ı kesin yenilgiye uğratmasından sonra  Şam'da gören Roma imparatoru Herakles Ebu Süfyan'ı "Muhammet'in üzerinden hazırlanmış Hicaz Hristiyanlığına ikna etmiş ve üç yıl sonra 630'da Mekke Muhammet'e teslim edilmiş, Roma'nın destekleriyle Arap yarımadası tam bir Kureyş imparatorluğu olmuştur.

Muhammet sonrası üç yıl içinde (635) İran'dan Mısır'a kadar büyük topraklara egemen olan Araplar güçlenince kibir sahibi oldular Roma'ya sadık değil düşman oldular ve onları da yönetmek istediler. Düşmanlık buradan geliyor. Şimdi Roma o hatasını telafi edecek.

Bu cesareti onlara Araplar verdiler. I. Haçlı seferlerinde, batılılarca Hristiyan bilinen Derezi,Hristiyan oldular. 1740’larda hilafeti Türklerden alma bahanesiyle İngiliz İslam’ı Vehhabiliğe geçtiler. Bunu aşağıda resimleri olan Mason İslam tarikatlarını kurarak ve onlara “karşı gelinirse tümden Müslüman dünyasını yok edecekleri korkusunu vermeleriyle” daha da cesaretlendiler. Bu imamlar sayesinde I. Dünya savaşından sonra Osmanlıdan çıkan toprakları “direnişsiz” teslim aldılar.

Afgani, B.İskender'den sonra kurulan Afgan Baktriya krallığına soyunu dayandırır, Nursi, Bitlis-Tiflis'i inşa ettiren B.İskender'e soyunu dayandırır. Bunların hepsi Rum'dur. Oğuzlar da Rum Bktriya krallığı döneminde Öküz Başlı tanrılara tapınmayı öğrenmiş Türklerdir. O yüzden Osmanlı da Rum sayar kendini. Türkleri devlet içinden temizlemesi sebebi kendini soy olarak Rumlara dayandırmasındandır. Bu yüzden Osmanlı'ya Doğu Roma topraklarını bekleme görevi verilmiştir. Ama Rumlar ne Osmanlıyı ne de bunları Rum saymazlar ve "Onlar kölelerimizin soylarıdır" derler.

İslam'ın başına 1919'dan önce getirmeye başladığı sayısız kripto din adamlarıyla dini "asla direnmeyi akıl etmeyecek" inananlar yaratacak, koyun, köle toplum" edecek şekilde düzenlemeyi hedeflediler ve bunu da yaptılar.


Ilımlı İslam budur. AKP ile getirilmek istenilen "dini rejim" Müslümanları ve Türkleri köleleştirecek bir rejimdir.

Hristiyanlar da “köleliği sevdiren Amerikan Protestan mezhebi ağırlıklı, şatanist dinleri içeren bir dine devşirileceklerdir. Süryani kilisesinin Türkçe yayın yapan kanalı Hayat Tv. bazen buna “Ey Amerika Protestan diyorsun da neyi protesto ediyorsun, biz halimizden memnunuz” dese de mecburen, ABD’nin din pompalayan kanallarında çok etkileyici bulduğu, süslü içi geçmiş ama çok bilen bir kart karının İncil övgülerinden oluşan programı Türkçe yayınlamadan edememektedir.


Aslen devşire Yozgat Gregoryen Ermenilerinden olan eski Cumhurbaşkanı adayı Ekmeleddin İhsanoğlu da TRT Belgesel kanalında yayınlanan bir Osmanlı içerikli belgeselde “Amerika’nın Protestan mezhebini dayattığını” bir cümle ile de olsa söyledi. Tesadüf ben de ona denk geldim.


Roma'dan bu güne, Yemen, Bahreyn, Irak, Suriye coğrafyasında çıkartılan Şii isyanların sebebi, geçmişte Pers imparatorluğu zamanında bu coğrafyalara yerleştirilmiş, Zerdüşt, Mihri (Mitracı), Zervani, Mani, Şii İslam inançlarına sahip İran/Pers ve Türk kökenli veya her ikisinin de melezi halkların yerleştirilmeleriyle sağlanmıştır. Bu halklar İran zayıfladığında Hristiyan veya çıkarlarına uyan milletlerle, İran güçlendiğinde de İran çıkarına isyan ederek coğrafyada İran'ın etkisinin güçlenmesi için çalışırlar.


Ülkemizdeki Pkk Yezidi Kürt, Gregoryen Ermeni, Nasturi, Derezi, Alevi isyanlarının da kökenleri İran'a dayanır ve bunlar bazen Hristiyan haçlılar tarafından da kullanılırlar. Bu gün iki tarafça da kullanılmaktadırlar.

Peki ya Osmanlı ve günümüz Türkiye'si?
İnanın Osmanlı Vatikan destekli büyüdü ve kendisine verilen doğu Roma sınırlarında hükümran edildi. Sonra gerek kalmayınca da bitirildi.

Bu günkü Türkiye de, Muhammet'e "şeytan Bizbat, Marsın kılıcı kan dökücü Ahmet" dedikleri için soykırıma tabi tutulan, önceden de Roma tarafından İsa'ya şeytan dedikleri için Roma tarafından kıyılan devşirme Süryani, Nasturi, Keldani, Ortodoks Rumlar ile Gregoryen Ermeni dönmelerinin idaresinde tam bir Vatikan kumandalıdır.

Bizim Atlantik okyanusunda kıyımız olmamasına rağmen Kuzey Atlantik Ülkeleri Ticaret Örgütü olan NATO üyesiyizdir, bu örgüte girmek için yok yere Kore'ye asker göndermişizdir, Amerikan üslerini korumak için Kıbrıs'a girmişizdir ama burası bize asla verilmemiş, bir de sırtımıza kambur edilmiştir. Kıbrıslılar da bunun ağır mağduru olmuşlardır. Ama bu Amerikan siyasetidir, bizim yapacağımız şey sadece verdikleri emirleri yerine getirmektir. Çünkü başımızdaki kripto devşirmeler iktidarlarını bu güçler sayesinde sürdürmektedirler.

Siyasi iktidarlarımız, bu gün de "Ilımlı İslam" adlı siyaset ile, işte bu yeni Roma’nın yeni dini” üzerine kurulacak rejimin icracılarıdır.

Din ve tarihin, Emperyal güçlerin egemenliklerini sürdürmelerinde ne kadar etkili bir silah olduğunu umarım anlatabilmişimdir.
Tarihlerine, kültürlerine sahip çıkmayan, eğitimden, okuryazarlıktan uzak kalan, halkını eğitmekten iktidarlarını koruma uğruna kaçınan devlet adamları, siyasetçiler ve bunlar başına iktidar eden milletler, tarihe ve dinlere hükmeden milletlerin kölesi olurlar.

Diğer blog başlıklarında kullandığım, bana ait olan ve artık ülke genelinde kabul görmüş olan bir sözüm ile bitireyim.

"Kendileri için plan yapmayan milletler, başkalarının kendileri için yaptıkları planlara razı olurlar".

Bu gün yaşadığımız Türkiye maalesef, başkalarının bizim için yaptıkları planlara razı olmuş ve bunu zorla halkına kabul ettiren bir ülkedir.

Ama taç giyen baş akıllanır demiş atalarımız, bir yerde bu sapıklıktan dönülebileceği ümidimi hiç kaybetmedim.

Dinlere dayalı siyasetler terk edilmeli, bütün kavimlerin yaşadıkları ülkenin toprağının ve halkın özgürlüğünün savunulmasında ortak hareket etmeleri aşamasına geçilmelidir.

Bu coğrafyada, yukarıdaki tespitler ışığında dün üzerinde birlik sağlanması mümkün olamayacağı için, her dinin ve milletin inançlarında serbest bırakılıp, bastığı toprağa sahip çıkmasını sağlayacak özgürlük anlayışında birleşmeleri acilen menfaatleri icabıdır.

Takdir sizindir.