25 Nisan 2014 Cuma

TAYYAR, AYYAR BAŞBAKANA HAŞLAMA

TAYYAR, AYYAR BAŞBAKANA HAŞLAMA


Bu gün Anayasa Mahkemesinin kuruluş yıldönümü nedeniyle verilen resepsiyonda konuşan AYM başkanı Haşim Kılıç, göreve geldiğinden beri belki de en hayırlı konuşmasını yaptı.
Hürriyet'in dikkat çektiği nokta

''İddia edilen kayıt dışı yapılanma, korku, endişe, belirsizliklerin doğmasına, mesleki ilişkinin çok olumsuz etkilenmesine yol açmaktadır. Yargının karşı karşıya kaldığı bu iddianın adı vicdan yolsuzluğudur''

Kılıç, 2010 yılına kadar AYM'den "mağdur" olanların, şimdi aynı mahkemenin kararlarından rahatsızlık duymalarını "çelişki" olarak nitelendirdi ve "Bizler, adil olmayı kutsal bir görev kabul eden bir medeniyetin mensupları olarak, gücün ve şartların etkisiyle gömlek değiştiren bir karakterin sahibi olamayız" dedi.
Başbakanın dört bakanı ve aileleriyle birlikte yürüttükleri yolsuzluk, rüşvet, nüfuz ticareti gibi ne hukuka ne de dini ahlaka uyan hırsızlıklarının telefon kayıtlarını yayınlayan “Başçalan” ile “Haramzadeler” adlı Twitter hesaplarının kapatılmasını emreden ve başbakanın talimatıyla hazırlanmış, bütünüyle “hukuk ve ahlak dışı” olan yasayı, AYM heyetinin iptal etmeleriyle ortaya çıkan çekişme bu güne kadar başbakanın emriyle Anayasa Mahkemesinin kaldırılacağına kadar varan dedikodularla sürdü.

Sonunda bu gün yıllar önce “hukukçu olmadığı halde” AYM’nin başına kendisinin tayin ettiği, bu güne kadar başbakanın bütün “tayyar” işlerini aklayan başkan Haşim Kılıç’ın konuşma yaptığı kürsüden resmen başbakanı ve hükumetini haşlamasıyla yeni bir aşamaya geldi.

Aynı toplantıdan görüntüler.
Başbakanın “azad kabul etmez köle yalakaları” olan Adalet(sizlik) bakanı Bekir Bozdağ, TBMM başkanı Cemil Çiçek ile, yalamalığı ile milletvekili olan Süryani kökenli Rum olan sahte Müslüman Şamil Tayyar yalakasının twitter mesajlarıyla tepkilerine tanık olduk.

Adalet(sizlik) bakanı Bekir Bozdağ, Anayasa Mahkemesini yeni muhalefet partisi olarak nitelendirdi.
Yargı mensuplarının bu şekilde konuşmalarının görevleri olmadığını,aksi halde gerekenin yapılacağını söyleyerek açıktan tehdit etti.
Şamil Tayyar, twitter mesajında AYM başkanı Haşim Kılıç’ı, hareketten yıllar önce kopup muhalefete geçen Abdüllatif Şenerleşmekle itham etti.

Şimdi gelelim şu “tayyar başbakan” konusuna ve bir Osmanlı fıkrası ile açıklayalım;

Osmanlı zamanında eyaletin birisinde Karakuşi adlı bir kadı varmış.
(Karakuş, hala Irak'ta Musul'a bağlı bir ilçenin adıdır ve Süryanilerin yaşadığı bir yerdir. Yani başbakanın kendi milletidir. Osmanlıyı da bu Müslüman görünen Sabiler ve Süryaniler böyle yıktılar zaten. Okuyunuz, göreceksiniz.)

Zamanın şartlarında kendisine verilen fayton tarzı bir makam arabasıyla gezerken bir fırının önünden burnuna kadar ulaşan enfes bir yemek kokusuyla aklı başından gitmiş. Hemen arabayı durdurmuş, doğrudan fırına girmiş. Kokunun kaynağını sormuş.
Fırıncı da, bir vatandaşın verdiği bir sini dolusu ördek yemeğini göstermiş ve sahibinin de namazdan çıkınca gelip alacağını söylemiş.
Kadı buna dayanabilir mi?

Kadı devlet, kadı millet, kadı padişah, kadı şeriat, kadı kanun demek. Kim hesap sorabilir ki?
Bu millet boşuna dememiştir; “Anamı beceren kadı kimi kime şikayet edeyim?”
Kadı, hemen ördek tepsisini kaptığı gibi arabasına binmiş, atı dehletmiş makamına doğru yol almış.
Yol almış almasına da ardından ördeğin sahibi gelmiş, ördeği isteyince fırıncı da ne desin?
Tutmuş, “Ördek uçtu” demiş.
Ardından kavga dövüş, zincirleme suçlar, kabahatler işlenmiş, olay bir sürü daha mağdur-sanık yaratmış, neyse kısaltalım, fırncıyla ördeğin sahibi kadının önüne çıkartılmış.

Olay taze olduğundan Kadı fırıncıyı tanımış. Onları getiren zaptiyelere de olayı sormuş, öğrenmiş.
Ördeğin sahibine sormuş;
-Şikayetin nedir?
-Bu fırıncıya pişirmesi için ördek verdim. Namaz çıkışında almaya geldiğimde bana “ördek uçtu” dedi. Sonra olaylar oldu buraya geldik.
Şimdi iş kadıya kalmış. Ördeğin sahibini haklı çıkarsa kendisi güme gidecek, Hemen klasik yola başvurmuş.
-Tamam anladım, haklısın ama bakalım karakaplı defter ne diyor?
-Hımm, burada “Ördek tayyardır, tayyar da, uçar demektir. Fırıncı ördek uçtu diyorsa doğrudur, ördek uçmuştur!”
Kim bilir Kadının ördeği de portakallı mıydı böyle?

Tayyip Erdoğan yolsuzluklarının ses kayıtları yayınlayan twitter hesaplarını yasaklayarak, resmen, yargıçları Karakuşi kadıya çevirmiştir. Devletin malını uçurmuştur.

Başbakan, Suudi Arabistan’dan, Katar’dan, Rıza Sarraf ile İran’dan getirttiği tırlarla, uçaklarla dolu paraları çocuklarının adlarına kurdurduğu vakıflara bağışlar yaptırarak, kuyumculuk ,gemi nakliyat şirketleri kurarak, İsviçre bankaları dahil Malezya’ya kadar bankalarda gizli hesaplara aktarmış, yetmemiş, kendisinin, bakanlarının evlerinde çelik kasalara doldurmuş gene yetmemiş, odaları tavanlarına kadar doldurmuş ve milletin malını zimmetine geçirip adını “tayyar” koymuştur.

Gerçekten de, fıkrada olduğu gibi halk arasında böyle haksız elde edilen kazançların bir adı da “ördeklemek” olarak tabir edilir.
İki kişi ortak iş yaparlar, işi bağlayan, diğerinin haberi olmadan paranın kendince uygun gördüğü miktarını cebine indirdiğinde buna “ördekleme” denilir.

Başbakanın bu yolsuzluk, rüşvet, nüfus ticareti ile “ördeklediği” paraları 12 yıldır tayin ettiği yargıçlara “aklatmıştır.”
Yani, “tayyar” etmiştir.
Bundan böyle “Başçalan” olan adına “Ördekçi ve Tayyar”  adlarını da eklemek gerekecektir.

Bir de yalakası, gazeteci müsveddesi Şamil Tayyar da milletin, yoksulun, yetimin hakkını ördekleyen başbakanın çaldıklarını “tayyar-Uçar”  aklayan bir başka ördekçidir.
Çünkü ilk adı olan “Şamil” de “kapsamlı- hacimli” demektir. Bu durumda Şamil Tayyar, tayyar başbakanın “hacimli uçurmasının” da sembol adını temsil etmektedir.
Bunlar kısaca “hacimli uçuran” bir çetedir.
Bir zamanlar bayan başbakanımız Tansu Çiller vardı. Onun da eşinin soy adı “Uçuran” olduğundan Tansu hanımın tam adı, “Tansu Uçuran Çiler’di
Tansu Uçuran hanımdan Şamil Tayyar’lı, Tayyar başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a memleket hep “uçar/uçuran/tayyar” ların eline kaldı.
Bekir Bozdağ da adı itibarıyla Bekir, Arap dilinde “deve yavrusu” demektir. “Deveyi hörgücüyle götürmek” deyimi de “hacimli uçurma” eyleminin dilimizdeki diğer adıdır.

Körler sağırla birbirini ağırlar. Başbakan ve “uçuran-tayyar” şürekası, milletin, basının önünde çocuk gibi azarlanmalarının ardından istifa edeceklerine yüzleri kızarmadan “yavuz hırsız ev sahibini bastırır” yüzsüzlüğü içinde çıkıp İmam Hatip Okullarında her yılın 14 Nisanında kutlattığı, Hrisityanların İsa’nın diriliş günü olarka andıkları “Paskalya bayramının” Selefi Nurcu ve Gilencilerce dinimize soktukları “Kutlu Doğum Haftası” etkinliklerinde hiçbir şey olmamışçasına gene işkembesinde biriktirdiği bütün gazı kullanarak böğürmeleriyle konuşmasını yapmıştır.

Başbakanın gücüne, nüfuzuna güvenerek yaptığı ama kendisine yakışmayan konuşmaları da tamamıyla “Ayyar”dır.
            Hani deriz ya “Ne ayyar adam yaaa!”
Ayyar, peygamber zamanında yaşamış, ağzında eksik birkaç dişi olan bir sahabenin adıdır. Bir gün yanında arkadaşlarıyla kırda bulunduğunda, otların üzerinde gezinen çekirgelerden bir avuç yakalamış ve ağzına atmış ve ağzını kapatmış.
 Çiğnemeye başladığı anda eksik dişlerinin arasından bir çekirge dışarı kaçıvermiş. Ağzını kapattığında hepsinin öldüğünü sandığından şaşkınlıkla;
-Aaaa bu ölmemiş! Deyince arkadaşlarının alay konusu olmuştur. Bu örneği peygamber çok defalar kullanmıştır.

Başbakan da aslında tam olarak “Ayyar’ın” durumundadır ve devlet gücünün verdiği serhoşluğun şaşkınlığıyla resmen saçmalamaktadır.
-“Yasama benim, yürütme benim, yargı benim, polis benim! Diyen, saçmalıklarını bile ertesi gün yasalaştıran, artık
gerçekten mi yoksa nükte olsun diye mi olduğu belirsiz bir şekilde Düzce miletvekili Fevai bey onun “Allah’ın sıfatrlarının çoğuna sahip olduğunu” ifade etmiş, arkasından birkaç gün sonra yardımcısı Bülent Arınç, Twitter kapatıldığında “Allah isterse Twitter’ı açar” demiştir.

Başbakan, devletin verdiği gücün serhoşluğunda, bütün insani ve ahlaki değerlerini unutmuş, olmuş bir Karakuşi kadı. Kadı devlet, kadı millet, kadı padişah, kadı şeriat, kadı kanun demek. Kim hesap sorabilir ki?
Bu millet boşuna dememiştir;
“Anamı beceren kadı kimi kime şikayet edeyim?”

“Adam olana lafın tamamı söylenmez” derler, söyledik te ne oldu?

Abdüllatif Şener’in dediği gibi devlet erkinin verdiği güç ile deliren siyasilerin analizini yapan Vamık Volkan mı çağırılıp, başbakanın ruh sağlığına bir analiz yaptırılmalı yoksa Bakırköy Ruh ve Sinir Hastanesi psikiyatri uzmanına mı?

Yoksa işimiz tayyar, uçuran başbakanlara kalmış ki vah bize vahlar bize.

TBMM’nin kukla başkanı Cemil Çiçek’in “Kimse oraya haşlanmak, azarlanmak, tokatlanmak için gitmedi” ifadesindeki gibi Haşim Kılıç’ın uyarısı eğer bir “adam haşlama” ise, başta başbakan olmak üzere hükumet, AYM başkanının ve mahkemenin üstüne topyekün saldırmak yerine;
-“Biz, gerekli uyarıyı aldık, bundan sonra davranışlarımızı uyarılar doğrultusunda düzeltme gayreti içine gireceğiz” gibi bir olgunluk göstermektir.
Yoksa;
Tayyar, Ayyar başbakan’ı haşlayan Haşim Kılıç, başına bir iş gelmezse yakında emekli olacak. Tayyar, Ayyar başbakanın “minnet borcu” olmadığı yeni başkan olacak birisi, nasıl çıkıp da ona bu sözleri söyleyebilir, “Kral Çıplak” diyebilir?
“Hukuk Devleti” ve “Güçten serhoş olup gömlek değiştirenlerin sahipliğini yapamayız” ifadeleri ile azarlayabilir?

Allah bu milleti, tayyarlardan, ayyarlardan, uçuranlardan, kaçıranlardan, kesicilerden, öcalanlardan, hıncalanlardan,"İnsan şeklinde, başbakanlık eden Allah putlarından" korusun!
Yoksa “tayyar, ayyar başbakan ve şürekasından” çekeceğimiz var.



Alaeddin Yavuz
keykubat /adilyargic/ adilyargicc

10 Nisan 2014 Perşembe

ANAYASA MAHKEMESİNİN SOSYAL MEDYA KARARLARI DOĞRUDUR.

ANAYASA MAHKEMESİNİN SOSYAL MEDYA KARARLARI DOĞRUDUR.

AKPKK koalsiyonu, 600 yıllık Mason dininin misyoneri, başta ülkemiz olmak üzere “22” Müslüman devletinin siyasi, coğrafi, dini kurum ve kuruluşarını tasfiye etmekle görevli, Haçlı ordularının askeridir.
Yaşadığımız siyasi, hukuki, dini çatışmaların gerçek nedeni, AKPKK koalisyonu ile yabancı işbirlikçilerinin, Türk ve Müslüman dünyasını köleleştirecek, devletlerini yıkacak, dinlerinden çıkartacak olan bu projelerini gerçekleştirmelerine engel olmak içindir.

Bu projelerin ne olduğunu ve nasıl bu günlere geldiğimizi görelim.
AKP hükumeti 12 yıl önce iktidar olduğunda ilk işi özellikle kendi partisine kayıtlı olan halkın en alt tabakasından olan fakir fukaraya ücretsiz bilgisayar dağıtarak işe başlamıştı.

Karşılık dağıttıkları bu bilgisayarlardan partinin beklentisi neydi?
Kendisine bağlı bir kitle yaratmak,  ki bu kitle Nur ve Gülen cemaatleri başta olmak üzere kendisine destek veren çok sayıda tarikatlar, azınlık dini ve etnik gruplar da çatısı altında birleştiğinden zaten mevcuttu.
Çünkü AKP hükumetinin iktidarı 12 Eylül 1980 askeri darbesinden itibaren kademe kademe bizzat devletin resmi siyaseti olarak yürütüldü, hazırlandı.
Amerika Birleşik Devletleri ile Avrupa Birliğinin ortak yürüttükleri 21. yüzyıla yeni bir dünya düzeni getirme siyaseti olan Büyük Orta Doğu ve Genişletilmiş Kuzey Afrika projesinin ilk aşaması 1980’li yılların sonunda Fas’tan Afganistan’a uzanan Müslüman ülkeleri içine alan Yeşil Hat Projesiydi.
Yeşil Hat Projesine göre AB-D koalisyonu yani bunun askeri ve ticari yapılanması olan NATO bu ülkelerden “demokrasi dışına çıkana” askeri operasyon yapabilecekti.

Önce Yeşil Hat Projesi adını alan bu yeni dünya düzeni 1992’lerde ABD’li Huntington’un el atmasıyla kısa adıyla bildiğimiz B.O.P’a dönüştürüldü.

AKP hükumeti de B.O.P projesine dahil olan 22 Müslüman devletten seçilen, Arabistan, Mısır gibi devletlerde Selefi Müslümanlardan seçilmiş siyasi “eşbaşkan” olduğunu bizzat Recep Tayyip Erdoğan kendi ağzından daha hükumet olmadan önce açıklamıştı.

Dağıtılan bu bilgisayarlar, 1990’dan itibaren Amerika’da yaygınlaşan İnternet olanağını hedef Müslüman ülkelere de yayarak, kamuoyu yaratmada kullanılacaktı. Ama geçen zaman içinde AKP hükumeti ülkemizde verdiği İnternet savaşını kaybedince ilk önce İnternet erişim ücretlerini ardından cep telefonu gibi iletişim, benzin, mazot gibi ulaşım araçlarının yakıtlarının fiyatlarını arttırdı. Öyle arttırdı ki dünyanın en pahalı İnternet, telefon kullanan, akaryakıt tüketen toplumu olduk.

Büyük umutlarla başlayan İnterneti yaygınlaştırma siyaseti, bedava dağıtılan bilgisayarlara rağmen ülkemizde neden başarısız olmuştu?

Sebebi halkımızın sorgulama yeteneğinin gelişmiş olması ile AKPKK Selefi çakma Müslüman siyasetleriyle artan mikro milliyetçilik, mikro köktendincilik akımları ile bunların toplumda yarattığı “devletin bölünme korkusuydu.”

Bu arada da, 1923’ten 1950’ye kadar kesintisiz olarak devam etmiş olan Ulusalcılık siyasetiyle halkımızın birleştirilmesi sağlandığından, AKP’nin getirdiği bölücü ırki ve dini mikro devletlere bölünme siyasetinin yarattığı tepkiye, AKP’nin temsil ettiği Sünni adıyla maskelediği Selefi, işbirlikçi, teslimiyetçi Mason islamından duyulan endişe de özellikle Alevi ve gerçek sünnilerde güvensizliği körüklemiştir. AKPKK koalisyonu, 1950’den beri Amerikan köktendinci-muhafazakar Neo-concu siyasetin temsilcisi olmuştur. Asla Sünni/Hanefi İslam’ın değil.

1950’den itibaren ABD’nin Neo-con’cu muhafazakar, köktendinci siyasetlerini savunan  İslam devletlerinde Selefi sözde Müslüman hükumetler, Hristiyan ülkelerde Hristiyanlık değerlerini üstte tutan ama “demokratik görünümlü” hükumetler sayesinde bütün dünyada dincilik beyinlere şırınga edilmişti
.
Neo-con/Yeni Muhafazakar dinci akımın temsilcileri

Halklara şırınga edilen dincilik aslında o toplumların asırlardır inandıkları dinleri değildi ve 16. yy. da Masonların İngiliz tahtında güç sahibi olmasını takiben 1565 Manş Denizindeki Büyük Armada (Donanma) savaşında İspanyol donanmasını batırıp dünyanın yeni gücü olmalarının ardında İngilizlerin başlattığı bütün dinlere “Mason dini esaslı” şekil verme siyasetinin Amerika tarafından uygulanan haliydi.
 Dinlerde yapılan bu Masonik düzenleme ile alışılagelmiş ibadet şekilleri korunurken biraz kıyafetlerde, biraz ahlakta ciddi ahlaki bozukluklar da antik çağ dinlerine dönüştürülerek, dinlerin içi boşaltılıyor, okumak, düşünmek, sorgulamak,akılcılık kötüleniyor, dogmacılık/ nasçılık, ruhbanlara itikat güçlendiriliyor, batı emperyalizminin dinin koruyucusu olduğu şartlanıyor ve kutsanıyor, böylece halklar emperyalizme direnmeden teslim oluyorlardı.

Bunun kültürel zemini de İslam’da peygamberin ölümünden beri var olan, Kur’an ayetlerinin halktan insanların okuyup anlamasını hoş görmeyen Selefi anlayışıydı. Bu anlayış, 13. yüzyılda Halçı seferlerinin ardından kurulan Gazze’li İmam Hanbel’in kurduğu Hanbeli Mezhebi hazırlamıştı.
İlk Mason İslam denemesini İngilizler 18. yüzyılda 1740’larda rahip ajanları Hamper ile Sabilerin dönme İslam ulemalarının yoğun olduğu Basra’da din eğitimine gelmiş Necd’li Mehmet Abdulvehhap’a  kurdurdukları Vehabbilik dini oldu. Bunu,16. yüzyılda Anadolu’da çıkmış olan Kadıyanilik tarikatını benimsemiş Moğol kökenli Ahmet Kadıyani’ye kurdurdukları Hint Kadıyaniliği, İran’da kendisini Allah ilan eden Bahaullah Mazenderani’ye Bahailiği, Mısır’da Afgan kökenli Cemaleddin Efgani’ye Efganiliği, 20. yy. başlarında Bitlis’li Süryani Said-i Nursi’ye de Kürt İslam’ı olan Nurculuğu kurdurarak başardılar.
Selefi, Mason, sahte Müslümanlar
Bu tarikatlar ya da yeni Mason dinleri, padişah II. Abdülhamit’in Pan İslamcılık akımının etkisiyle fazla yayılamadılar. Vehhabiler, Nurcular, Efganiler Osmanlıya açılan haçlı seferlerinde Haçlı işgalcilerin yanında saf tuttukları için fazla kabul görmediler. Batı karşıtı Türk ve diğer Müslümanlar arasında bu akımlar tutmadı.

Yıkılan Osmanlının ve İran’ın Safevi hanedanının yerine Mason Sabetayist Yahudi iktidarı getirildi, her iki ülkede padişahlık kaldırıldı. Bunu halifeliğin kaldırılması takip etti. Böylece İslam’a yön veren hilafet kurumu çökertildi.

Mustafa Kemal Atatürk bu açığı kapatmak hem de dini bu zararlı Mason dinlerinden koruyacak bir kurum olan Diyanet İşleri başkanlığını kurdu, başına Rıfat Börekçi gibi vatansever bir din adamını getirdi, Kur’an’ı Türkçe’ye çevirtti, halk kutsal kitabını ilk kez kendi dilinden öğrenme şansını yakaladı.

Bu yeniliğin sömürgeci batılıların sahte İslam dinlerinin yayılmasını önleyeceğini, karşılarına daha inatçı, batı karşıtı, “doğu milliyetçiliğini” yaratacağı korkusu batılıları ve işbirlikçileri olan Selefileri korkuttu.
 Cumhuriyetin kurulmasından Atatürk’ün ölümüne kadar takiyeci Mason Müslümanları olan selefilere, Şapka Kanununu bahane ederek çıkarttıkları gerici isyanlarla demokratikleşme engellendi. Kubilay olayı gibi üzücü olayları yaşattılar, Bunlara paralel olarak Yahudi ve Yezidi Kürtlerin öne sürüldüğü, Süryani ve Ermenilerin destekledikleri Kürt isyanları da eklendi. Bu olaylar 500.000 insanımızın canına mal oldu.
Sonunda Atatürk zehirlenerek yatağa düşürüldü. Öldüğü ya da öldürüldüğü gün 10 Kasım 1938’de Bitlis’li namaz kılan Gregoryen Ermeni İsmet İnönü ile Arnavut Fahrettin Altay’a askeri darbe yaptırıldı, darbeciler Dolmabahçe Sarayına girdikten sonra Atatürk’ün ölümü açıklandı.

Bu olayın ardından TBMM, cuntacıların emriyle silahlı askerlerin eşliğinde toplandı ve İsmet paşa kendisini “Ebedi Başbuğ” ilan etti.

Kendisini Türklerin sözde Başbuğu ilan eden İsmet paşanın Ermeni'liğini kimse eleştiremedi.
Devletin bütün kademelerine Alevi kimliğine girmiş Sabetayist Yahudi Ermeni, Rum, Tatar, Kürt, Çerkez, Araplar getirildi ve Rusya’da 1917 Ekim devrimi ile ortaya çıkan Komünizm’in halk arasında yayılması engellendi, 1943 sonrası tamamen köktendincilik yani Mason İslamı halk arasında körüklendi. Buna rağmen Ay Tanrısı Kültünden gelen İngiliz Masonluğunun ürünü Nurculuğun engellenmesi siyaseti sürdürüldü.

1947’de Amerikanın dünyanın yeni hakimi olarak kendisini ilan etmesi sonucu, Amerikanın neo-con’cu köktendinci, muhafazakar dini anlayışının ülkemizde en iyi şekilde yayılmasını sağlayacak Selefi Nurcuların iktidara getirilmesi şart koşuldu. Bu şart gereğince 1946’da Pembe köşkte İsmet paşa celal Bayar ile bir toplantı yaptı. İlk siyasi şike imzalandı.

14. Mayıs 1950’de iktidara getirilecek bu Selefi sahte Müslüman hükumetinin halka sevdirilmesi için çeşitli mağduriyet senaryoları üretildi. Sonuç başarılı oldu ve büyük umutlarla işbirlikçi Demokrat Parti hükumeti göreve başlatıldı ise de İsmet paşanın sağlığı boyunca Nurculuğun yayılma hızı düşürüldüyse de şike gereğince iktidarı sürdürüldü.

1965’de NATO’nun Türkiye’yi, NATO savunma alanında 1. derece savunulması gereken alan olmaktan çıkartması üzerine İsmet paşa NATO karşıtlığına başladıysa da 1971’de tasfiye edildi. Yerine ABD’de, iki yıl gazetecilik eğitimi almış Merzifon Şebinkarahisar kökenli Ermeni Bülent Ecevit getirildi.
1974’de CHP-MSP yani Selefi Süryani-Ermeni koalisyonu olan hükumet kuruldu ve İsmet paşanın, Adnan Menderes’in ısrarla kaçındıkları Kıbrıs batağına ülke sokuldu.

Milli Eğitim Bakanlığını ele geçiren Selefi Nurcu MSP, İmam Hatip Liselerinde örgütlendi, teslimiyetçi İslam olan Mason İslam’ı Nurculuk devlet okullarına sokuldu.
Aynı anda devletin olası bir Sosyalist Devrimden korunması amaçlı sinsi bir NATO projesiyle halk sağ-sol çatışmasına derin devlet-Derin NATO işbirliğinde itildi, binlerce gencimiz telef edildi. Zamanında bastırılmayan olayların yayılması, ölümlerin artmasını getirdi ve bir entrika ile Manisa’ya sürülmüş Tunceli Çemişkezek’li Gregoryen Ermeni kökenli Kenan Evren’in Genelkurmay başkanı olması sağlandı ve 12 Eylül 1980 darbesi yaptırıldı. Kökeni aynı şehirden olan Malatyalı bilinen Turgut ÖZAL da başbakan oldu.

İmamhatipler arttırıldı, gerici Mason İlsam’ı Nurculuk ile onun Gregoryen Ermeni uyarlaması olan Fethullah Gülen’in idaresine verilen Işıkçılık/Işık Evleri oluşumu devlet eliyle desteklendi. Akılcı, bilimsel eğitim tümüyle terk edildi. Özel televizyon şirketlerine izin verildi, bu kanallardan Nurcu ve Gülenci “teslimiyetçi Mason İslamı” halka şırınga edildi. Ordu-siyaset işbirliği ile ordu din düşmanı, teslimiyetçi İslamcılar da kurtarıcı olarak halka gösterildi.

Diğer yandan etkili olamayacağı anlaşılan ASALA Ermeni terör örgütü tasfiye edildi, özünde Ermeni, Süryani, Yezidi Kürtlerinin idaresinde PKK terör örgütü devlet eliyle kuruldu, cezaevlerinde solcu Kürtlere aşırı baskılar yapılarak devlete düşman edilip dağlara çıkmaları için gerekli psikolojik ortam yaratıldı.
Bütün bunlar 1980’lerin sonlarına doğru Yeşil Kuşak hattıyla başlatılan 1992’lerde B.O.P’a dönüşen projenin uygulanması için kültürel, siyasi, coğrafi şartları oluşturdu.

Türkiye, İran, Irak ve Suriye’den toprak alarak kurulacak kukla bir Kürt devleti bu dört ülkede anarşi çıkartacak, her ülkedeki küçük dini ve ırki azınlıklar tahrik edilecek, desteklenecek, özerk devlet olma savaşına sokulacak, böylece, günümüzün bu dört devleti çok sayıda mikro devletlere bölünecek, orduları, devlet kurumları tasfiye edilerek sadece silahlı polis güçlerinin baskılarıyla yönetilecekti.
Sonunda, dünyanın en gelişmiş teknolojik silahlarıyla donatılmış Amerika ve Avrupa Birliği orduları karşısında halkını toplayıp direnecek bir ordu da kalmamış olacaktı.

Bütün bunlar gerçekleşinceye kadar Türkiye ve seçilmiş diğer eşbaşkan konumundaki devletlerin orduları görev başında kalacak, projenin tamamlanması aşamasında da tasfiye edilecekti.
Nurcu AKP hükumeti ve Gülen cemaatinin ilk işleri de eşbaşkanlığını üstlendikleri bu teslimiyetçi siyasete karşı olan ordu-sivil yapılanmasını Ergenekon operasyonlarıyla tasfiye etmek oldu.

Yargı ve ordunun başına ordu içlerindeki kripto elemanları, siyasi terfi oyunlarıyla getirildiler, bunlar bütün halkın gözü önünde oldu.


Özellikle 2011’de Libya’ya yapılan NATO saldırısında AKP-Gülen cemaati koalisyonunun gerçek yüzü ortaya çıktı. Suriye operasyonunda ise Rusya-Çin-Hint-İran koalisyonu yeni bir blog olarak ortaya çıktı ve Haçlı işgali durduruldu. Top, eşbaşkan ülkelere yani Türkiye, Mısır, S. Arabistan ve Katar’a kaldı.

Takiyeci Müslüman Selefilerden seçilmiş gönüllü-paralı askerlerden oluşan El Kaide, El Nüsra, İşid gibi örgütler Suriye’de kan dökmeye başladılar. Gizli-açık haçlı ülkeleri ve eşbaşkan devletlerin mali, mühimmat, levazım, siyasi destekleriyle Suriye rejimine savaş halen sürdürülmektedir.
Her gün Müslüman kanları dökülmekte, kadın ve genç kızların ırzlarına geçilmektedir. Selefi olmayan Müslümanlar “Kâfir” ilan edilerek sekiz, on yaşlarında çocuklara kafaları balta, saldırma gibi kesici aletlerle kestirilmekte ve İnternet ortamından halklara gösterilip sindirme yapılmaktadır. Saf genç kızlara cennet vaat edilerek bu haçlı askerlerine gönüllü fahişelik ettirilmektedir.
Müslüman ve Türk devletlerini zaten asırlar öncesinden “Dar-ül Harp” yani “Yağmalanacak savaş alanı” ilan etmiş olan bu Selefi ihanet yapılanması olan AKP hükumeti bir yandan da devleti yağmalamaktadır. Bu yağmalamada elde ettiği paraları da artık yasal olarak bankalara bile yatıramayacak kadar çoğaldığından evlerinde saklama yoluna girmişlerdir.

En son olarak 2010 yılında Nurcu Selefi AKP’nin, Gregoryen Ermeni Gülen cemaatini tasfiye etme kararı almasının ardından, karşılıklı eleştirilerle başlayan geçimsizlik, bu günlerde savaşa dönüşünce, Gülen cemaati Selefi Nurcu hükumetinin bakanları ve başbakanının yolsuzluklarını gözler önüne seren Twitter, Youtube gibi sosyal medyada yayınlamaya başlamıştır.

Ardından başbakan ve bakanları hakkında yargı takibi başlayınca, başbakan takibatı başlatan yargı, polis teşkilatını hallaç pamuğu gibi atmış, bütün tahkikatları durdurmuş, “kendisine darbe girişimi olarak değerlendirmiş” bu nedenle aleyhine alınan yargı kararlarını iptal ettirmiştir.

Bu da yetmeyince yolsuzlukların yayınlandığı İntenet sitelerini de emrivaki olarak yasaklamıştır.

Yasağın ilanını takiben başta cumhurbaşkanı ve hükumetin bakanları yasakları delerek bu sitelere girip üyelerine düşüncelerini ileterek, ilan edilen yasağın başta hükumet, devlet tarafından akılcı bulunmadığını göstermişlerdir.
Yasaklanan internet sitelerinin geçmişi zaten iki ile beş yıl arasındadır. Hepsi 12 yıllık AKP hükumeti döneminde kurulmuş bu siteler sadece ülkemizde değil bütün dünyada kullanılmaktadır.
Bir ara da Google arama motorunu yasaklamışlardı. Google da halen hükumet tarafından engellenmektedir ve dünyada en çok kullanılan ve kazanan şirkettir. Bunu kuran 18 yaşında bir gençtir. Twitter, Facebook, Youtube da benzer şekildedir. Bunların hepsinden vergi almayı kafaya koyan hükumet üyeleri evlerinde, cep telefonlarında ve bütün devlet dairelerinde “google arama motoruna” girmeden bilgi taraması yapamamakta, youtube, twitter, facebook kullanmadan üyeleriyle iletişim kuramamaktadırlar.

Yok vergi ödemiyorlarmış, yok ülkemizde büro açmıyorlarmış bunlar bahane, kendilerinin hazırladığı Atatürk’ü aşağılayan videoları bu sitelere yükleyerek, “Atatürk düşmanlığı yapan görüntüler var” gerekçesiyle bütün sosyal paylaşım sitelerine erişimi toptan engelleme kararı aldırtmak şahane.

2008’de Gürcü-Rus savaşı, Osetya krizi yüzünden başladığında, televizyonlara “Kafkasya uzmanı” olarak çıkıp da Osetya’nın yerini bile bilmediğinden yüzü kızaran, ortadan görünüp, sıkışınca hükumet yalakalığı yapan, hükumetin maaşlı sözcüsü çakma prof ve hükumet sözcüsü Van’lı Ermeni Hüseyin Çelik’in, bu profun uydurmalarını esas alarak savunduğu şey, bu sitelerin ülkemizde büro açmamaları, vergi ödemeyi ret etmeleri gibi yersiz, dayanaksız gerekçelerle yasakları savunmaları mantıksızdır, hükümsüzdür.
Vergi alacak devlet adamı, üç ile beş yıldır bu sitelerde hesap açacağına, işine bakar başında gerekli yasal hazırlıkları yapar, vergisini alabiliyorsa alırdı zaten.
Yolsuzluklarınız, hırsızlıklarınız ortaya dökülünce mi vergi, büro konuları aklınıza geldi?
Alooo, artık yalanlarınızı yemiyorlar, haberiniz ola.

İster cemaat-AKP çekişmesi ürünü olsun, ister gerçekten vicdanlı yargıçların verdiği karar olsun başta Anayasa Mahkemesinin ve öteki yerel mahkemelerin “İnternet yasaklarının kaldırılması kararları” doğrudur, adildir, yerindedir.
Bu yargıçları yürekten kutluyorum.
Bütün yasakçı zihniyet, “özgürlük getirme vaadiyle” gelen “dünün mağduru, günümüzün zalimi” AKPKK ihanet koalisyonuysa ona da lanet olsun!


Alaeddin Yavuz
keykubat /adilyargic/ adilyargicc

2 Nisan 2014 Çarşamba

YSK, YANDAŞ SEÇİM KURULU OLDU

YSK, YANDAŞ SEÇİM KURULU ÇIKTI.

30 Mart 2014 günü yapılan yerel seçimleri yapıldı. Üzerinden geçen üç güne rağmen açıklanan seçim sonuçlarıyla, sandık başlarında görevli siyasi parti temsilcilerinin tuttukları raporlar arasında uçurum sayılacak farklar yüzünden YSK’ya yapılan itirazlar sürmektedir.
CHP, YSK’nın açıkladığı bütün seçim sonuçlarına itiraz etme kararı aldığını açıkladı.

Seçim sonrası Hatay'dan  bir duvar yazısı.
Bazıları “CHP’nin her zaman yaptığı iş bunda şaşıracak bir şey yok” diyebilirler. Ama işin aslı öyle değildir.

Bu gün yani, 02.4.2014 günü Sokak Tv’de yayınlanan Mirgün CABAS’ın tekrar programında dinlediğim CHP milletvekili sayın Salıcı, yalnız İstanbul seçim sonuçları hakkında yaptıkları çalışmayı “65” sayfalık bir raporla sonuçlandırdıklarını, bu raporda, yalnız CHP’nin değil öteki partilerin oylarında da ciddi oynamalar yapıldığını tespit ettiklerini açıklamıştır.

Verdiği örnekler arasında sandık başında görevli memurların tuttukları raporlarda, CHP’nin “142” olan oyunun “42”, AKP’nin “45” olan oyunun “193” olması gibi çok sayıda örnekler vermiştir.

Bu tür rakam oyunlarıyla vatandaşın oylarını yok saymanın ya da iktidar partisine kaydırmanın olduğu da CHP’nin bu çalışmasıyla gözlerimizin önüne serilmiştir.

30 Mart 2014 günü saat 19:00 itibarıyla kalkan seçim sonuçlarının ardından başlayan oy sandıklarının sonuçlarının yazıldığı tutnakların, oyların AKP’lilerden korunması için facebbok, twitter gibi sosyal paylaşım sitelerinden görevliğ memurlar sürekli AKP’lilerin saldırılarına karşı parti merkezlerinden gruplar halinde yardım çağrıları yaptılar.

Sayılan oyların sonuçlarının yazıldığı tutanaklarıyla birlikte İlçe Seçim Kurullarına selametle ulaştırılması olayı meydan muharebelerine dönüştürüldü.

Seçim sonrası oy sayımı süresinde büyük şehirlerdeki elektrik kesintileri böyle alay konusu oldu.

Her oy kullanma merkezinden İlçe Seçim Kurulu merkezine doğal olarak, sandık başkanlarınca teslim edilerek götürülmesi, ve bu merkezlerde “tarafsız” yargıç ve savcılardan oluşan kurullarca “tarafsızca” sayılıp açıklanması gereken sonuçlar, bu kurulların “taraflılıkları” yüzünden halkı iç savaşın eşiğine getirmiştir.

İnsanlar İlçe ve Yüksek Seçim Kurulları önünde gruplar halinde, silahlı, silahsız, kadınlı erkekli her an birbirine saldırmaya hazır savaşçılar haline getirilmiştir.

Bunun tek sorumlusu, hükumet olan AKP ve onun hırsız başçalanı Recep Tayyip Erdoğan’dır. 03 Kasım 2002 seçimlerinden bu güne kadar iktidarını ayrılıkçı Kürtler, Süryaniler, Ermeniler ve Lazistan kurmak isteyen kripto Rumlardan aldığı oylar üzerine kurmuş ve söylemlerini de “kendinden olanlar ile olmayanlar” üzerine şekillendirmiştir.

Başbakan, başbakanı olduğu devleti tasfiye sürecine sokmuş, tasfiye gerçekleşinceye kadar da kendi dindaşları (Süryaniler), yandaşları köktendinci Yezidi, Yahudi Kürtler, Gregoryen, Ortodoks Ermeniler ile Rumlar ile birlikte yağmalamaya girişmiş havasında her türlü hırsızlığı, yolsuzluğu, yağmacılığın olağanlığını topluma kanıksatmıştır.

Başbakan, halkı, dini ve ırki kökenlerine göre bölmek, ayırımcılık, bölücülük yapmak, B.O.P projesi gibi varlığı tartışılmayan empeyalist bir projede, yabancı devletler ile gizli işbirliği yaparak “eşbaşkan” olduğunu açıklamasıyla da “anayasal” bir suç işlemektedir.

Başbakanın işlediği suçlar artık adliye raflarına sığmayacak kadar artmıştır. Halkın dini duygularını istismar ederek, “çarşaf-peçe/başörtüsü” siyasetinden, Kur’an’ın Bakara Suresine “makara diye alay eden (Egemen Bağış), başbakanı “Allah’ın sıfatlarının çoğunu barındırdığını” söyleyerek (Fevai Aslan) tanrılaştıran putperestlikleri kanıksatarak, dini değerleri alay konusu haline getirmesi de sosyal medyaya girmeyen, hükumet yanlısı Tv kanallarından başkasını dinlemeyen, eğitim düzeyi toplumun en alt kesimi olan halk kesimlerinin gözlerinden de kaçırılmıştır.



Demokratik rejimlerde, halkın verdiği oyların itina ile korunup, tarafsızca sayılıp, siyasi iktidarları belirleyecek Yüksek Seçim Kurulları (YSK) başbakanın diktatörlüğü döneminde “yalnızca başbakan ve siyasi partisi AKP’yi koruyan “Yandaş Seçim Kuruluna” dönüşmüştür.

Ankara YSK önünde bekleyen gruplar
Bu konuda ilgili yargı mercilerinden hala başbakan ve partisinden emir almadan mevcut yasalara göre dava açabilecek yargı mensupları varsa, bunların “intihar edercesine” göerevlerini, yapmaları gerekmektedir.
“İntihar edercesine” dedim, çünkü böyle bir işe kalkışan yargı mensubu, bu görevini yapmaya kalktığında, başbakan ve partisinin saldırıları, tehditleri sonucu başına geleceklerin yanında  intihar etmesi, onun için daha az sıkıntı verici olacaktır.

Ülkemiz, bizzat başbakan ve partisi AKP tarafından 12 yıllık hükumetleri boyunca, dini, ırki olarak bölünmüş, kutuplaştırılmış, birbirine düşman edilmiştir.
Devletin bütün kurum ve kuruluşları onların idaresine sokulmuş, devletin tasfiye sürecine sokulmasıyla da “batan geminin malları” misali devlet hükumet ve yandaşlarınca “yağmalama sürecine” sokulmuştur.

Ortada devleti koruyacak ne ordu-polis ne de yargı kurumu kalmamıştır. YSK’nın açıkladığı seçim sonuçlarıyla, sandık başı tutanakları arasındaki uçurumlar, hükumetin hesabına geçirilen halkın oyları, bunun yarattığı çatışma ortamının Ankara, İstanbul ve öteki illerde sürmesi de bu çürümüşlüğün delilidir.
Devletin varlığının sürdürülmesi ve korunması sadece vatandaşa kalmıştır.
Herkes üzerine düşen görevi yapmak zorundadır.

Takdir okuyucularındır.

Alaeddin Yavuz